24 Nisan 2013

Önder Şenyapılı - Heykel

.
.
.
.

Otuz Bin Yıl Öncesinden Günümüze Heykel
Önder Şenyapılı
Metu Pres, 2003, Ankara


40
Bedir Rahmi Eyüboğlu: “Resim Sanatı dört direğe dayanır. Dört Küheylan çeker arabamızı. Biri çizgi, biri leke, biri renk, biri de miniminnacık benek.” Diye yazmıştır yıllar önce. Bedri Rahmi’den esinlenerek, özetle denilebilir ki, yonut sanatının iki küheylanı mekan ve kütledir. Bir yonutla kurulan iletişime etkili olan öteki ögeler, hacim, yüzey, ışık, gölge, renk, orantı, ölçek, eklemleme, denge, doku, vb.dir.

42
(…) yonut sanatının yalnızca 3 boyutlu formlar yaratmak olmadığı ve/ya da yonutun 3 boyutlu bir form olarak tanımlamanın yeterli olmadığı görüşü de öne çıkmıştır ve bu görüş yonut-mekan ilişkisiyle ilgili anlayışların değişmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bugünkü anlayışa göre, yonut, bulunduğu/yerleştirildiği mekanı değiştirecek, daha anlamlı kılacak, günlük işlevlerin sıradanlığından kurtaracak; giderek (hatta) kendine özel bir mekan yaratacak bir plastik nesnedir.

43
Bu sayfalarda Şenyapılı, 20 yy’da atom’un parçalardan meydana geldiği bilgisinin sanatçılar üzerindeki büyük etkisinde bahsediyor. (Kandinsky)

46
(Tatlin-Picasso) (…) yonut artık, görme ve dokunma duyularına seslenmek tek amacına yönelik olarak yapılmıyordu. Kavramsallaştırma kaygısı öne çıkmıştı.

48
Dadacılığın kurucularından hem Alman hem Fransız kökenli ozan ve ressam Hnas ya da Jean Arp, akımın, sanatın ne olduğuna değgin (dair) yerleşmiş benimseyişlere karşı çıkan temel tutumuna uygun çalışmalar yapmıştır.

51
(…) Dada bir sanat akımı değildi; sanatı sorgulama hareketiydi.

54
Yirminci yüzyılın hemen bütün karşı sanat akımlarına ve bu akımların kurucusu sanatçılara Marcel Duchamp’ın çalışmaları kaynaklık etmiştir.

55
(…) Marcel Duchamp, Dada’yı bir inkarcılık (nihilizm) olarak tanımlıyordu. “Bir düşünce şeklinden kurtulmanın – insanın yakın çevresinden ya da geçmişten etkilenmesine karşı bir yol: klişelerden kurtulmanın bir yolu – özgürlük yolu idi.” Duchamp, Dada’nın boş gücünü gerekli görüyordu. Çünkü, sanatçı, genellikle onu etkileyen tarih aşamalarını kabul ederdi. Bir tarih aşamasından diğerine geçerdi. Aslında bunların tutsağı idi, bunlar çağdaş bile olsa.

Öteki sanatçılardan ayrımlı olarak, yapıtın fiziksel özelliklerinin ötesine geçmek, sanata düşünsel bir bakış açısı getirmek istiyordu.

Duchamp ilk adımı attı. Ready-made’leri estetik’i etik’e, sanat’ı ahlak’a yönlendirmiştir.” (Pierre Restany)

56
Yirminci yüzyıl boyunca sanat sorgulanagelmiştir. Sanat yapıtının yalnızca fiziksel varlığının, izleyicisine verdiği hazzın, vb. önem taşıdığına değgin genel yargı sarsılmıştır.

66
Giderek yontmak eylemine girişilmeksizin de yonut yapılabilmektedir.
Örneğin, yukarıda anılan kimi yonut türlerini bikez daha sıralayalım: ready-made/hazır nesne, kolaj, objet trouvé/bulunmuş nesne, kinetik yonut, mobil, stabil… Ve anılmayanlar: Installation (enstalasyon)/yerleştirme, assemblage, land art, vb… Ayrıca, Abstract sculpture/soyut yonut, optic(al)/optik, kavramsal, minimal, arte povera, in situ, junk (cank), vb. yonutlar.

Denilebilir ki, 20. yüzyılda, yonutun adı, anlamı değişti; özü de değişti yonutun, sözü de… Özetle, yonut kavramı değişti.

86
… “Fluxus” (Anlamı: “sürekli akış”.) diye bilinen hareketle birlikte anılan Alman sanatçı Josef Beuys (1921-1986), sanatı toplumsal ve siyasal değişimin bir aracı olarak görüyordu.

… “Sanat dışı” diye tanımlayabileceğimiz bu hareketin…

George Maccinas, Joseph Beuys, John Cage, Nam June Paik gibi farklı kültür ve kuşaklardan sanatçıların katıldığı bu isyancı ve alaycı sanat ruhu sanat piyasasına aldırmıyor, gündelik nesneler kullanarak “yaşam zaten sanattır” diyordu. (Alıntısı, devamında)

95
Türk toplumunun yaşamına yonut, Cumhuriyet döneminde girmiştir denebilir. … Henüz Cumhuriyetin ilanından önce, Gazi Mustafa Kemal, 1922 yılının Ocak ayında Bursa’da yaptığı konuşmada, Müslümanların yonutu bir put olarak görmeleri için artık hiçbir koşul kalmadığını belirtmiş, anıtların tarihte yaşanmış uygarlıkları günümüze taşıdığını vurgulamıştır.

98
Türkiye’de ilk kişisel yonut sergisi 1932’de gerçekleştirilmiştir ve gerçekleştiren sanatçı Zühtü Müridoğlu (1906-1992)’dur.

99-100
… İstediğimin ne olduğunu tam olarak bilemedim. Hiçbir heykelimi uzun süre karşımda tutamam… Bir zaman sonra kusurlar, eksiklikler bulmaya başlarım. ‘Bu da böyle yapılır mıydı?’ derim kendi kendime. Ben özünde heykel yapmayı seviyorum. Becerebildiğim iş budur. Onun için iyi midir; kötü müdür; bunu değerlendiremiyorum.

Ben belirli bir yolu, bir ölçüsü olan sanatçı değilim. Daima değişmişimdir. Çizimlerim bile birbirini tutmaz. Bu değişmeyi de bir aşama olarak kabul etmiyorum.. 1949-50 yılına kadar hep aynı şeyleri yapardım: Çıplak kadın, oturan kadın, Ahmet’in büstü, Fatma hanımın büstü. (Zühtü Müridoğlu)

100
“Türkiye’de taş işlemeciliği çok gelişmiştir. Hele Selçuklular zamanında harikalar düzeyine çıkmıştır. Camilere, çeşitli mimarilere, mezarlara yansımış ama, hiçbir zaman heykele yansımamıştır. Ve hiçbir zaman önem verilmemiş, heykelde karşılığını bulmamıştır. Böyle bir kültür mirasının üzerinde otur ve haberin olmasın. Bu şuna benziyor, deniz kenarında oturan köylüler vardır, yüzmeyi bilmezler ve güneşe çıkmazlar. Ben bu geleneğin heykelde karşılığını bulmasını istiyorum. (Mehmet Aksoy)

118
“Sanatçı hangi temayı ele alırsa alsın, ister non-figüratif ister figüratif çalışsın, yapıtlarında insancıl duygularla iç içe bir yaşamı yansıtır; tek tek bütün yapıtlarında, daha ilk bakışta yaşamışlık, duyarlık ve sevgi göze çarpar. Başka bir deyişle malzeme temayı, tema ise duyarlılığı taşır. …”

119
“… Heykel sanatı sadece üç boyutlu biçimler yaratmak değildir. Günümüz sanatında, üç boyutlu olup da heykel olmayan çeşitli ifade biçimleri vardır. Mesela, yüzyılımızın ikinci yarısında, Neo-Realizm’den bu yana ortaya çıkan sanat faaliyetleri arasında olsa olsa ikinci sınıf, ya da sıradan bir yeri olan asseblajları düşünün. Assemblaj heykel değildir. Çünkü, assemblajın ifadeciliği, her şeyden önce kendi içinde bir araya getirilmiş farklı nesneler veya nesne parçalarının doğurduğu duygu ve düşünceler üzerine kurulmuştur. Oysa bir heykel, bütün ifadesini yapıldığı malzeme ya da malzemelerin oluşturduğu biçim üzerine kuran üç boyutlu bir sanat eseridir. Bu nedenle bence, sınırlarını zorladığı assemblajdan gerçek bir heykel sanatı yaratmayı başarabilen tek sanatçı büyük usta Louise Nevelson idi. …” (Antonio Del Guercio: Koray Ariş, Galeri Nev, 1991.)

121
19. yüzyılın sonlarında üretilen anıtlara karşı çıkmak, haklı ve gerekli bir davranıştı. Ancak bu arada, 19. yüzyıl anıt heykellerinin akademik terörü altında ezilip kalmış anıt kavramına haksızlık edilmiş, ve böylece dönemin heykel sanatı da bir krize girmişti. İşte bu nedenle, çağımızın büyük İtalyan heykeltıraşı Arturo Martini, 1945’de, yaşamının zor bir döneminde, heykelin “ölü bir dil” olduğunu yazarken, heykel sanatının artık yeni bir şey yaratamayacağını değil, modern toplumun tarihinin büyük ölçüde heykel sanatının kendini ifade etme olanaklarını yok ettiğini kastediyordu.

123
… Meriç Hızal, toprakı ve/ya da havayı ve/ya da suyu ve/ya da ateşi ve/ya da zamanı ve/ya da günü ve/ya da geceyi ve/ya da özgürlükü bronzla anlatmaya çalışmaktaydı 1980’lerin sonlarıyla 1990’ların başında. O sıralar ruhu bronzla nasıl anlatacağını düşünmekteydi.

124
Yonutları ‘kavramsal’ olarak görülse/nitelense de, Meriç Hızal, biçimi yadsımamakta/dışlamamaktadır. Biçimin, yonutun iletişim kurması için önde gelen ögesi olduğuna inanmaktadır. Kavramsal bir yapı eldelemek için biçimin yadsınmasına gerek olmadığı görüşündedir.

… daha sonra bronzdan kadın çıplaklar ve aynı zamanda anıt-yonutlar da yapan, yonutta ritm konusunda araştırmaları bulunan Ferit Özşen, oldukça eski bir konuyu, doğurganlık ve bereket konusunu günümüze taşımıştır.

129
Rahmi Aksungur, 1970’li yıllarda silikon, 1980’li yıllarda bronz ile çalışmaktaydı. 1990’lı yıllarda ahşap kullanmaya başladı. Ancak, temel tutumu, ne kullanıyor olursa olsun, malzemenin ön plana çıkmasına, içerikin ve/ya da iletinin malzemece yönlendirilmesine/geri plana atılmasına izin vermemektir. Aksungur’a göre, malzeme ambalajdır ve sanatçı ambalajın çekiciliğini mümkün olduğunca azaltmaya çalışmaktadır.

138
“(Heykel) Kuvvetli rüya ister, donanım ister. Unutkan heykelci olmaz. Rüyanızı unutamazsınız, sanat tarihini unutamazsınız, diğer bütün sanatçıların yapıtlarını da unutamazsınız. Hele önceki işlerinizi asla. Bu size ne yapmamanız gerektiğini söyler, yani yapacaklarınızı. Hele bu ülkede ve bu ülke bu denli gölgede iken.” (Bihrat Mavitan)


Değişen nedir?

159 – 166
Yukarıdaki açıklamalardan yararlanarak özetlersek:

Artık, yonutun, yalnızca belirli nesne ve konuları betimleme amacıyla yapılması zorunluluğu yoktur.

Önemli olan (önemi daha da artan) yaratılan formdur.

Non-figüratif çalışmalarda, ortaya konan form, bir şeye benzemek bir yana, hiçbir şeyi andırmayabilir, herhangi bir anlamla yüklenmesi ge­rekmez, salt kendisi olması yeterlidir ve böyle olması istenir/istene­bilir. Bu durumda, yonut iletidir; yani, yonutun iletisi, yonutun ken­disidir.

Bir başka anlatımla, yonutun maddi varlığı/plastik gerçekliği öne çıkmıştır. Yonutun maddi varlığını ise, kütle, oylum (hacim) ve ağırlık nitelikleri ile ayrımlı (farklı) öğelerin biçimsel ilişkileri oluşturmak­tadır.

Görme ve dokunma duyularına seslenmenin ötesine geçilmiştir. Zihne seslenen, iletisinin algılanması için zihinsel çaba göstermeyi gerek­tiren kavramsal uygulamalar yapılabilmektedir. Aşk, zaman, gece, gündüz, renkler, ışık, yaşam, başarı, özgürlük, umut, dayanışma, mut­luluk, vb. kavramları görsel nesnelere dönüştürerek anlatmak için bir ileti(şim) aracı işlevini yüklenebiliyor yonut.

Söz konusu işlevi yerine getirirken, ille de bir figür olması nasıl gerekmiyorsa, ille bir form göstermesi de gerekmez.

konu

her şey yonut sanatı için konu olabilir.

Belirli nesne ve konuları betimleyebilir.

Nesnenin görüntüsünü ve yapısını (strüktürünü) vurgulamak;

Çağdaş teknolojiyle çağdaş araç ve gereçlerin kültürünü oluşturmak, yaygınlaştırmak amaçlı olabilir. (Yapımcılık/ Konstrüktivizm akımının amacı.)

Sanatın ne olup olmadığını sorgulamayı sağlamak için gerçekleştiri­lebilir. (Duchamp'ın sıradan kullanım nesnelerini sanat nesnesine dönüştürme eylemi bu sorgulamayı gündeme getirmek içindi.)

Matematik, fizik ve geometri kurallarını/kuramlarını/ilkelerini/formüllerini sınamak, sınırlarını zorlamak ya da uygulayarak yeni biçim­lemeler denemek/ formlar eldelemek amacıyla yapılabilir. (İlhan Koman’ın uzayda istasyonlar kurulmaya başlandıktan sonra, kapanın­ca hiçbir hacmi olmayan ama, açınca biribirine kurgulanabilen birim formlar eldelemeye uğraşması. Ya da gene aynı sanatçının daire şek­lindeki düzlemi 1/8 'pi' (3,1416), sonra 1/4, sonra 1/2 ve sırayla 1 tam 'pi', 2 pi, 3 pi, 4p, 5p ve sonsuz pi oranında büyüterek yeni formlar eldelemesi. Bu formlar biribirine eklendikçe bir küre oluşuyordu. Fidelenen formlar ne denli çoğalırsa çoğalsın son form bir küre olu­yordu. Matematik, fizik ve geometri kuralları/kuramları/ilkeleri/ formülleri, Gabo'nun yapıtlarında görüldüğü gibi, asıl anlatılmak istenenin/asıl iletinin anlatımına/gön­derimine destek sağlamak amacıyla kullanılabilmektedir.)

Hiçbir şeyi (nesne ve konuyu) betimlemeyebilir.

Giderek yonut sanatının yalnızca 3 boyutlu formlar yaratması beklenmemelidir.


geleneksel uygulama kalıplarının kırılması

Her tür malzeme kullanılmaktadır.

Ayrımlı malzeme birarada kullanılabilmekte, ayrımlı malzemenin uyumsuzluğundan kaynaklanan gerilimden anlatımı ve/ya da görsel etkileyimi güçlendirmek/ pekiştirmek için yararlanılmaktadır. Söz konusu gerilim, yonutun salt/ temel/ ana iletisi olabilmektedir. Ancak söz konusu gerilimin vurgulanabilmesinin bir tasarım sorunu olduğu unutulmamalıdır. (Dolayısıyla:)

İster tek, ister çok malzeme kullanılarak, gerçekleştirilmiş bir yonutta, malzemenin yönlendirdiği değil, sanatçının tasarımını öne çıkaran bir biçimleme aranır.

Malzeme izleği (temayı), izlek duyarlılığı taşır. Malzemenin ve/ya da malzemenin yönlendirdiği biçimlemenin izleği (sanatçının saptadığı/ belirlediği/ vermek istediği iletiyi) eksiksiz/ yanlışsız/ sağlıklı/ doğru ve duyarlı olarak anlatması (ifade etmesi)/ istenilen duyarlılıkta yan­sıtması olanaksızdır. İstenilen duyarlılığa malzemeye saygılı bir tasarım çabasıyla erişilebilir. Malzemeyle kurulan iyi diyalog duyarlılığın iletilmesini kolaylaştırmakta/ olanaklı kılmaktadır.

Artık, kütle denli kütle içi ve kütlelerarası boşluklar da önem kazan­mıştır. (Önce Rodin: "Yonut, boşluklar ve kütlesel-topak parçaların sanatıdır." Sonra, geleneksel kapalı formun egemenliğine son veril­mesi.) Yalnızca malzemenin yontulmasıyla değil, boşun (mekan) içinde parçaların biraraya getirilmesiyle açık (form) yonutlar da yapıl­maktadır.


her şey

Biraraya getirilen parçalar her şey olabilmektedir. Örneğin, günlük yaşamda kullanılan sıradan nesneler, sanatçı tarafından yeni bir bağlam içinde yabancılaştırılarak biraraya getirilip bir plastik nesne oluşturulmaktadır. (Picasso'nun bir bisiklet selesi ve direksiyon çubuğundan oluşturduğu "Öküz başı" gibi. Ya da Bünyamin Özgültekin'in "sanat objeleri" gibi.) (Yontmak eyleminden türetilen yonut sözcüğü, bu tür yapımlar devreye girdiğinde, yetersiz kalmaktadır. Çünkü, günümüzde birçok yapıt, yontma işlemine başvurulmadan gerçekleştirilmektedir. Kimi sanatçıların, -örneğin, Erdağ Aksel'in,- yonut sözcüğü yerine heykel sözcüğünü yeğlemeleri bu nedenledir.)


dinamizm

Açık yonutlar, boşluk ve dolulukların bireşimidir ve boşluk edilgen değildir; çok zaman yapıta dinamizm veren öğedir.

(Dinamizmden söz edilince:) Bir zamanlar devinimi (hareketi) betimlemesi beklenen yonutun, artık, kendisinin devindiği (mobil ve kinetik yonut) de gözden kaçırılmamalıdır.

Boşluk, çok zaman yapıta dinamizm vermektedir ama, gene de,

kütlenin sanatçının sanatsal görüşünü ileten öğe olduğu, iletişimi kuran araç olduğu kanısı yaygındır. Gerilimi artıran ya da azaltan kütledir. Bir yonut, kütle, oylum (hacim) ve ağırlık öğelerinin algılan­masını sağlamakla yükümlüdür. Yer çekimi - madde etkileşimini görünür kılan, kütledir.


yonut - boşun ilişkisi

Yonut-boşun (mekan) ilişkisi anlayışı da değişmiş/çeşitlenmiştir: Geçmişte yonut yer aldığı boşunun (mekanın) bir parçası olarak görülmekteydi. Yer aldığı boşunda belli bir nokta olarak, o boşunu tanımlayıcı öğelerden biri idi.

Artık, yonutun bulunduğu/yerleştirildiği boşunun bir parçası olarak düşünülmemesi/görülmemesi, kendi gerçek boşununu yaratması gerektiği savunulmaktadır.

Yonut, varlığıyla çevreye yeni bir boşun kazandırmalıdır. Kendine özel
bir boşun yaratmalıdır.

            Bulunduğu/yerleştirildiği boşunun bir parçası olan yonut, kendini anlatma olanaklarından yoksun bırakılmış demektir. Bu ise, yonut sanatının ölü bir dile dönüştüğü anlamına gelir. Yonut dilinin canlan­ması kendi anlatı (ifade) olanaklarını kullanmasına, yukarıda değinildiği gibi, yalnızca kendisi olan ya da iletisi kendisi olan form­ların yaratılmasına ve bu formların kendi özel boşununu yaratmasına bağlıdır.

Bununla birlikte, yonutun açık boşunda, çevreyle, mimariyle ve bitki örtüsüyle birlikte algılanmasını savunan görüş (Sorensen) de geçer­liğini yitirmiş değildir.

Yonut sanatının yalnızca 3 boyutlu formlar yaratmak olmadığı ve/ya da yonutu 3 boyutlu bir form olarak tanımlamanın yeterli olmadığı görüşü de yonut - boşun ilişkisiyle ilgili anlayışlardan kaynaklanmak­tadır. Yonut, bulunduğu/ yerleştirildiği boşunu değiştirecek, daha anlamlı kılacak, günlük işlevlerin sıradanlığından kurtaracak bir plas­tik nesnedir.

Yonut, artık, yalnızca açık (geniş) boşunun değil, kapalı (küçük/dar) boşunların da sanatıdır.

Yonutun kapalı boşunlara da yerleştirilebilmesi/ konulabilmesi, ölçeğinin de değişmesine ve/ya da çeşitlenmesine yol açmıştır.

Anıt-yonut ölçeği tek ölçek değildir. Mimari yapı ölçeğinden, biblo ölçeğine değin değişen boyutlarda yonutlar yapılabilmektedir.


ölçek

Değişik ölçekteki yonutların ayrımlı algılamalara yol açması/ayrımlı algılanması doğaldır. Çünkü, enazından, bir anıt-yonutun alıcı (izleyi­ci) üzerinde yol açtığı etkilenme ile çalışma masasının üstüne ko­nabilecek boyutlarda bir yonutunki, kesenkes, aynı değildir.

Yonutun İÇERİKi değişmiş/çeşitlenmiştir. (Örneğin, yalnızca ulusal kahramanların/ulusal utkuların/yöneticilerin/başarılı kişilerin/top­lumsal olayların, vb. yonutları yapılmamaktadır artık. Her şey yonut konusu olabilir. Konusuz yonutlar da yapılmaktadır.)


teknik

Yonut TEKNİKi (işleyim yöntemleri/yolları/biçimleri) değişmiş/ çeşitlenmiştir. (Örneğin, yalnızca taş ve ahşabın yontulması, çamurun yoğrulmasıyla değil, başka yol ve yöntemlerle de yonutlar, yapılmak­tadır.)


biçimleme

Yonut BİÇİMLEMESİ (ortaya konulan biçim/form/düzenleme/imge) çeşitlenmiş/zenginleşmiştir. (Figürlü, figürsüz, figürlü-soyut, soyut, giderek 3 boyutlu olmayan ve bir form göstermeyen yonutlar yapıl­maktadır.)


imge

Öncelikle belirtelim: Formsuzluk da bir İMGEdir. Elbette, alıcı (görsel bir sanat dalından söz edildiğine göre: izleyici) yonutla iletişimini ortaya konulan İMGE ile kurmaktadır. Yonutun İLETİsini ortaya konulmuş İMGEye bakarak algılamaktadır.
Biribirinden ayrımlı içerikte, çok ayrımlı tekniklerle biçimlenmiş imgelerin, yonut sanatıyla yeni yeni tanışan bir toplumda kolayca algılanamaması doğal sayılabilir.
.
.
.
.
 


Zeynep Yasa Yaman - Anıt ve Heykel

.
.
.
.
 
“CUMHURİYET”İN İDEOLOJİK ANLATIMI OLARAK ANIT VE HEYKEL (1923 - 1950)
Zeynep Yasa Yaman
Sanat Dünyamız, Heykel Özel Sayısı No:82, Kış 2002
.
.

155
Türkiye’de heykel sanatının benimsenmesinde, …

Bu yeniden biçimle/n/me eylemi sanatsal olduğu kadar ideolojik ve karşıt bir siyasi yeğlemenin temel taşı olarak “modern” söyleminde odaklanmıştır.

CHP’nin ilkeleri içinde çalışan Halkevleri…

156
Cumhuriyet yönetiminin, “öteki”leştirdiği Osmanlı kentinden, farklı bir kent ülküsü bulunmaktadır… Tanzimat burjuvazisinin Türkiye Cumhuriyeti’ndeki görüntüleri beğenilmezken kuşku yok ki, Cumhuriyet için başka bir modernlik, başka tür bir aile ve yaşam öneriliyordu.

Cumhuriyet modernizminin kendi değerlerimizi yüceltmekle gerçekleşebileceği vurgulanıyordu.

Cumhuriyet ideolojisi, Tanzimat’la birlikte başlayan ve Cumhuriyet’e gelinen süreçte, halkına yabancılaşmış Osmanlı aydınına, bozulmuş ve gücünü yitirmiş yönetim anlayışına karşı olduğunu dile getiriyordu.

157
(Cumhuriyet mimarisi ve sanatı) Osmanlı İmparatorluğu’ndakinden farklı, yeni bir kamusal alan yaratmayı tasarlamış ve gerçekleştirmiştir. Avrupalı uzmanlar tarafından planlanan bu yeni kent anlayışı içinde meydanlar ve parklar kamusal yaşantının önemli buluşma ve toplanma yerleri olarak önemseniyordu. … … hükümet konağı, Halkevi binaları, Gazi ilkokulları, adliye, defterdarlık gibi diğer Cumhuriyet yönetimi yapıları ile … müze

Çağdaş Türk heykel sanatının varlığını Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde aramak gerekecektir. (Dipnot 4: Anıt yapımı Cumhuriyet dönemine özgü bir olgu değildir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlamıştır. Nişantaşları, şehit pilotların ya da özgürlük kahramanlarının adına dikilen ya da projelendirilen anıtlar heykeltıraşlar tarafından değil mimarlar tarafından düzenlenmiş ve uygulanmıştır. (Tanzimat dönemi, Gaspare Fossati, Hatt-ı Şerif; Artin Bilezikçi, Tanzimat Anıtı; Meşrutiyet dönemi, Mimar Vedat (Tek) Bey, Hava Şehitleri Anıtı; Mimar Muzaffer Bey, Özgürlük Anıtı; Muzaffer Bey, Konya’da gerçekleştirilen ve bugün üstüne Krippel’in Atatürk Anıtı’nın bulunduğu Tarım Anıtı; Sivas valisi Muammer Bey’in Hafik’de Ermeni bir ustaya yaptırdığı Osmangazi büstü), (Dipnot 5: Abdülaziz’in Charles Fuller tarafından at üstünde İstanbul’da yapılan heykeli ise ilk Osmanlı padişah heykelidir.)

… yetişmiş Türk heykeltıraşların ve teknik donanımın olmayışı…  Anadolu’yu fotoğraflarla tanıtan hemen tüm kent görüntülerinde Atatürk anıtlarının fotoğraflarına yer verilmiştir.

158
Onun bu ifadesinde fennî noksanlar olsa bile, …

Kanonika’nın Ankara Etnoğrafya müzesinin önündeki Atatürk atlı heykelinin hareketi ve kaidesi de aynı olmak üzere Irakta diktiği Kral Faysal’ın atlı heykelini bir misal olarak burada söyleyebiliriz. Yalnız bu heykelde değişen bir tek şey var, yüzler ve elbiseler.
Bundan dolayıdır ki biz, istiklâl neş’esini tatmış, inkılâp heyecanını duymuş ve temiz hislerini bilgileriel san’at eseri haline koyacak olan Türk san’atkârlarını selamlıyoruz…” (Anonim)

159
Ben size Türk şiirini ecnebi mi Türk mü yazmalıdır diye bir sual sorsam bana: Ne cevap verirsiniz? (Müritoğlu)

160
(Yontuç) Atatürk, Maarif Vekiline: “Çocuk doğru söylüyor Necati Bey” dedi. “Bu işi durdurun bizimkiler yapsınlar”.

… burada asıl vurgulanmak istenen sanatçıların anıt ile heykeli neredeyse birbirinden ayrı birer alan olarak algılayarak özellikle anıta “millî” bir değer yükleme eğilimleridir.

161
Ulusal kültürün modern elemanları, eskiyi koruyan köylüye kendi imgesi yoluyla kabul ettirilmeye çalışılmıştır.

1926 yılında kurulan Gazi Eğitim Enstitüsü … 1963 yılına değin gerçek anlamda bir heykel eğitimi sürdürülememiştir (Gezer:18)

164
Akademi’nin Belling’e dayalı heykel eğitimi 1950’ye değin sürdürülmüş ve 2. Dünya Savaşı ertesine kadar yurt dışına öğrenci gönderimi durdurulmuştur.

… Belling, 1900’ların ilk çeyreğindeki kübist/fütürist sanat tutumunu değiştirerek ülkemizde kaldığı yıllar içinde heykelini doğacı/gerçekçi bir biçemle sınırlamıştır. 2. Dünya Savaşı yılları süresince Türkiye’nin de Avrupa, SSCB ve Amerika’daki uygulamalara benzer toplumcu, yararcı bir sanat anlayışı izlemesi, özellikle anıt uygulamalarında daha belirgin olarak ortaya çıkan “milliyetçi” tutumu, Belling’in heykel anlayışındaki modern tavrını engellemiş olmalıdır.

165
1883’de Arkeoloji binasının yanındaki binada eğitime başlayan Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi, bu kurumdaki Yunan ve Roma heykelinin örneklerini tanıyor, tanıtıyor ve öğretim için kullanıyordu.

Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerindeki heykel etkinliklerinde bütünlük, süreklilik ve yaygınlık görülmez. … anıt uygulamalarının çoğalması, sanatın Türkiye’de “heykel” olarak varlığını bir ölçüde engellemiştir de denebilir.

Türkiye’deki ilk kişisel heykel sergisini Zühtü Müritoğlu, 1932’de Alay Köşkü’nde açtı.

(1937’de) … Akademi’de açılan 1. Heykel Sergisi (Ali Hadi Bara, Zühtü Müritoğlu, Nijat Sirel, Nusret Suman, Sabiha Bengütaş, Ratip Aşir Acudoğlu) … bu sergi, ilk karma heykel sergisi olarak anılmaktadır.

166
Cumhuriyet döneminin ilk dönem kimi sanatçıları ömürleri boyunca kişisel bir sergi açmamışlardır. Açanların çoğu ise sergi etkinliklerine 1950’li yıllarda başlamışlardır.

168
(Zühtü Müritoğlu) 1974’e değin emeritus profesör olarak …

… 1924-1932 yılları arasında … benzetme ustalığı ve el becerisinin sınandığı işleri yoğunluk kazandı. … 1947-1949 yılları arasında Paris’te ‘soyut-somut’ tartışmalarını yakından izleyerek 1950’li yıllarda ilk soyut çalışmalarına … başladı. … 1960’lardan sonra ‘Mezartaşları’ dizisi ile geometrik ve stereometrik yanılsamayı denge olarak kullandı.

(Ali Hadi Bara) 1930’da Türkiye’ye döndü, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde kütüphane memuru ve asistanı olarak görev yaptı. … Yaşamı boyunca kişisel sergi açmayan Bara…

169
(Müritoğlu ve Bara) 1950’lerden sonra Akademi’deki heykel eğitimini yenileştirmelerine, soyut anlatımlara olanak tanımalarına karşın anıt uygulamalarında figüratif ve anlatımcı tavırlarını sürdürmüşlerdir. Bu ikilemli duruş, genel olarak Türkiye’deki sanatçıların anıt ve heykel çalışmaları arasındaki ayrımın da bir göstergesi niteliğindedir (Dipnot 8: Bugün hâlâ anıt uygulamalarının aynı anlayışla ele alındığı, Atatürk anıtları ile sınırlı kaldığı izlenebilir. Çoğu sanatçının heykel çalışmaları ile anıt uygulamaları arasındaki ayrımı sorgulamayışında anıtın parasal bir kazanç alanı olarak görülmesinin payı olmalıdır).

(Dipnot 14: 16. yüzyılda Mohaç Seferi’nden dönen İbrahim Paşa, Macaristan’da gördüğü heykellere özenerek İbrahim Paşa Sarayı’nın önüne bir heykel diktirmiş ancak bu heykel çevrenin baskıları nedeniyle kaldırılmıştır. 1871’de at üzerinde heykelini yaptıran Abdülaziz de kuralları yıkamamıştır.)
.
.
.
.
.



23 Nisan 2013

Hüseyin Gezer - Cumhuriyet Dönemi Türk Heykeli

.
.

Cumhuriyet Dönemi Türk Heykeli
Hüseyin Gezer
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1984 Ankara



I GENEL BAKIŞ

7
… Bu amaçla, put heykeller lânetlendi, “Yok edilmesi gereken yapıtlar” olarak îlan edildi. Ve -belki de haklı olarak- bütün heykeller için aynı değerlendirmede zorunluluk görüldü.

… aklî bir din olan, “zamanın gelişmesiyle ahkâmda değişme olması gerektiğini” (ahkâm yargılar, kanunlar, kararlar; hüküm kelimesinin çoğulu) öneren, İslâmiyet gibi, gerçekçi ve ilerici bir din, …


9
… insandaki yaratıcı yeteneğin en uygun tatmin alanı olan resim - heykel yapma eğilimi ve gereksinmesi… Ronde - Bosse olmadığı, bütün boyutlarıyla verilmemiş olduğu ve ancak alçak kabartma şeklinde ortaya konulduğu için de bu, “Allah’la yarışma” olarak görülmüyor…

13
İslâmlık gibi, bütün tutuculukları reddeden, çağın gelişmelerine açık, ilerici bir dine…

14
Bu hesapla, 1876’larda  çıktığımız koşuyu ise hâlâ nefes nefese sürdürüyoruz.

Yukarıda “1882 yılında, Sanayi Nefise Mektebi açılıp, heykel, resmen öğretim konusu yapılıncaya kadar, ülkemizde Türk heykelci yetişmedi.” Demiştim. Gerçekten de Akademi kurulduğu zaman, Roma’da eğitimini tamamlayarak yurda dönmüş bulunan Yervant Oksan (1855 - 1914) dan başka tek heykelci yoktu. O da görüldüğü gibi, Hıristiyan bir yurttaşımızdır. 1882, ancak ilk İslâm heykeltıraşımız İhsan Özsoy’un meslek eğitimi için Sanayi Nefiseye girdiği yıldır. Bu tarihten 1923’e kadar geçen 41 yıl içinde ise, heykelci olarak adından bahsedebileceğimiz sadece 4 sanatçı yetişmişti: İhsan Özsoy, Behzat, Mahir Tomruk, Nijad Sirel.

15
… 18. yüzyıl başlarında III. Selim zamanında Devletin çeşitli kurumlarında yapılması düşünülen reformlar için yabancı uzmanlara başvurma gereğinin duyulması…

16
… Cumhuriyetin kuruluşunun 1. yıldönümünde… 22 kişilik ilk öğrenci kafilesi, 1924 yılı sonbaharında yola çıkıyordu. … (17) İlk kafilede heykeltıraş yoktu. Bu sırada Ratip Aşir, kendi parasıyla Paris’te çalışmalarını sürdürmekte idi. Yurda döndü ve 1925’te açılan Avrupa sınavını kazanarak tekrar Paris’e gitti. Böylece, Ratip, Cumhuriyet döneminde Avrupa’ya giden ilk heykelci oluyordu.

17
Sanayi Nefise Mektebi Âlisi, başlangıçta, bugünkü gibi “Dekoratif Sanatlar”ı da içeren 4 bölüm değil, plastik sanatlar (Resim ve Heykel) ve mimarlık bölümlerinden kurulu idi. Eğitim sistemi ve yöntemi Paris Ecole Nationale Supérieure Des Beaux - Arts’ından esinlenmişti.

1946 yılında, İlhan Koman’ın gönderilişiyle başlayan yeni dönem…

18
Gazi Eğitim Enstitüsü (1926) bünyesinde, 1932 yılında, Eğitimi İsmail Hakkı Tonguç’un öncülüğünde Resim-İş Bölümü kuruldu. 3 yıllık bir eğitim programı içinde öğrenciler, resim ve iş derslerinin yanında uzunca süre Hakkı İzzet’in yürüttüğü haftada iki saat olan modelaj dersleri gördüler.

(1963 yılına kadar heykel dalında bir atılım yapılamadı, daha sonra derslere daha geniş süre ve yurt dışında eğitimlerini tamamlayarak dönen heykeltıraş kadrosu)

1932 yılında ressam Nurullah Berk, Zeki Faik İzer, Naci, Cemal Tollu ve Abidin Elderoğlu’yla heykeltıraş Zühtü Müritoğlu’nun bir araya gelerek kurdukları “D Grubu”…

19
(çabaların sınırlı kalması ve az sayıda aydına ulaşabilmesi…)
Esasen başka türlüsü de beklenemezdi. Bizim dışımızda gelişmiş, entelektüel içeriğine (muhtevasına) henüz giremediğimiz bir uygarlıktan, ayrı yapıdaki, ayrı nitelikteki bir kültürden ancak birkaç sanatçı aracılığıyla, saksıda çiçek getirilir gibi, getirilmiş bulunan bu değerlerin toplumca anlaşılması, benimsenmesi, hele benliğine sindirilmesi olanağı yoktu.

20
Ahmet Haşim “Büyük anıt ve heykel dikecek yerde, bugün için bir mermer kütlesi ya da bir külçe bronz koyalım ve altına ‘Türk sanatçısı yetişinceye kadar’ diye yazalım” görüşünü öneriyordu.

21
1952 - 1953, Anıt-Kabiri süslemek üzere yapılan uygulama. Belling yönetiyor. 3’er figürlü 2 grup, 24 adet aslan, çok sayıda röliyef.

1964, Milliyet Gazetesi, 429.55,,855 lira toplanıyor. Yarışma, 8 maket, 8 il.

24
Türk heykel sanatının kaynağı Avrupa’dır. Bu sanat dalında, … aslında batıya muhtaç değildik. Onlara da örnek olan, hocalık eden yapıtların kucağında yaşıyorduk. -Ancak, konu, entelektüel bir uğraşı olmak niteliğiyle batı uygarlığının fikrî yapısı ve gelişmesiyle iç içe girmiş, onu etkilemiş ve ondan etkilenmişti.- Önce felsefesi, sonra bilimi, daha sonra da tekniği, ona bir güzellik, bir ahenk arayan hacim sanatı olma niteliğinin ötesinde yorumlar, biçimlenmeler, davranışlar yüklemişti.

27
(tampereman birbirini ikiye katlayan frekanslardaki sesler ve onların doğuşkanlarının bir araya getirilmesi sonucunda oluşmuş, iki kat frekans arasını 12’ye bölen sistemdir)

29
(Rudolf Belling) Adeta öğrencilerinin formasyonları tamamlanmadan yeni akımların etkisinde kalıp, işin kolayına kapılıvereceklerinden korkan, onları bundan esirgeyen bir tutumu vardı.

1945’lerden sonra bir dalgalanmanın yaklaşmakta olduğu seziliyordu: figürsüz sanat (non-figüratif, ya da abstre sanat) 2. Dünya Savaşı’ndan sonra büyük bir etkenlikle uygulama alanına giriyor ve hızla gelişen tekniğin desteğiyle haberleşme olanakları artan bir dünyada sınırları siliyordu. Hiçbir gelişme, artık uzun süre bir bölgede kapalı kalamıyor, hiçbir ülke bunun etkisinden uzak duramıyordu.

… Belling’in “uslu” öğrencileri, yavaş yavaş batı rüzgarlarının kulaklarına fısıldadıklarını açığa vurmaya başlamışlardı.

Hadi Bara ise, başlangıçta … yeni anlayışa kesinlikle karşı çıkmış, ancak, 1949 yılında (ve uzun bir aradan sonra) Paris’e 2. defa gidip, döndüğünde her şey değişmişti.

30
Gerçekten de Bara, 25 yıldır pek değişmeden sürdürdüğü anlayışı, Paris’te bırakarak dönmüştü.

Son 30 yıldan beri genellikle doğaya bağlı, çok değişik türdeki yorumlar yanında, figürsüz uygulamaların da her çeşidi taraflar buldu. İnformel’den geometrik soyutlamaya, mobil’den sibernetik heykellere kadar, her çeşit deneme yapıldı. Her çeşit malzeme kullanıldı.
 (1970, Ankara Güzel Sanatlar Galerisi, İstanbul Kültür Sarayı, Amerikan modern heykel sergisi) … teknolojik çağın öncüsü bir toplumun heykelde 3 boyutu, çok boyuta götüren uygulamaları…

(1972, Resim - Heykel Müzesi, Amerikan Küçük Heykel Sergisi) … yeni malzemenin, mekanik ve elektronik imkanların heykel sanatına kattığı boyutlar…

31
(Bu sergiler izleyiciler ve dışarı ile ilişki kurmayan sanatçılar üzerinde büyük etkiler yapıyor) … onların ufkunu genişlettiği açık bir gerçektir, ama öbür taraftan onları huzursuz kıldığı da muhakkak.

İçinde yaşadığı çevre, doğal olarak onu kendi şartlarıyla bağlarken, bu ve bunlara benzer gelişmeler de evrensel planda hızla değişen ve gelişen platforma çekiyor, sürüklüyor. Böylece Türk sanatçısı, adeta, kendi toplumsal gerçeği ile daha ilerideki dünyalar arasında uzanan bir köprü durumuna düşüyor ve ister istemez kendisini güç bir misyonla karşı karşıya buluyor:

Kendi gerçeklerinden aldığı malzemeyi çağın verilerine göre sentez etmek, başka bir deyişle; çağın sanata getirdiği yeni imkânları kullanarak kendi şarkısını daha zengin, ileri ve ifade imkânı geniş bir dille söylemek.

32
Diğer taraftan heykeltıraşların bir örgüt kurarak hem mesleki sorunlarına demokratik yöntemlerle çözüm aramak, hem de alanlarını amatörlerin istilasından korumak yönündeki girişimleri başarılı ve sürekli olamamıştır. (…1948 de kurulan Heykeltıraşlar cemiyeti işleyen ve etken bir meslek kuruluşu olamamış, varlığını sürdürememiştir.)

33
(1974, “20 heykel” hareketi, Gürdal Duyar’ın “Güzel İstanbul” heykeli, Karaköy) MSP’li içişleri Bakanı, “kutsal Türk Anası’nın böyle çırılçıplak teşhir edilemeyeceğini” söyleyerek bu heykel’in derhal kaldırılmasını istiyordu. (Koalisyon ortağı CHP’li İstanbul Belediye Başkanı da “halkın görüş ve duygularıyla çelişen bir durumun ortaya çıkmasına izin verilemeyeceği” gibi, … “bu edep dışı heykelin” buradan kaldırılacağını açıklıyordu.

35
(1974, ya da 70’ler) Devlet’in sanat ve kültür politikası da hala belirlenmemiş, bu konu Hükûmetlerin programına bile girmemişti.

SERGİLER

38
(1982, Melâhat Aydın’ın T. İş Bankası Parmakkapı Sanat Galerisi’nde açılan “naif” sergisi.)
Sergi gerçekten etkiliydi, yapıtlar “Naif” türdendi ve bu tür yapıtların belirgin niteliklerine sahipti: “duygu” ve “ifade” yüklüydüler. Ancak bir eğitimci - heykeltıraş gözüyle bakıldığında, bazılarının bundan öte ve normal olarak “Naif” işlerde görülemeyen bir başka değere de ulaştıkları izleniyordu.

Bunlar, biçimsel yapılarıyla, olgun birer plastik idiler. … Melahat Aydın, çalışmalarında özgür bırakılıyor, hiç karışılmıyor, kendisine bir şeyler öğretmek çabasına girilmiyormuş ki bu, ferahlatıcı bir yaklaşımdı. Ve böyle konularda izlenecek en doğru yöntemdi. Dileriz ki içinde yol aldığı doğal ve saf dünyasından çıkarılıp ta, bilgiçliğe, ustalığa özendirilmesin.

ATATÜRK YILINDA ANITLAR

40
… amatörün gönlünü almanın…

41
… bu konular bizimki gibi toplumlarda kesinlikle denetim dışında bırakılamaz. Bırakılırsa, bir yandan amatörlerin sınır tanımayan heveslerini tatmin isteğinin; öbür yandan çıkar hesaplarının elinde, halkın zevk ve kültürünü bozan, yozlaştıran; değer ölçütlerini yıpratan hale gelir. Bilgisizin cesareti, bilginin temkin ve alçak gönüllülüğüne; şarlatanın bezirgânlığı, gerçek değer’in soylu suskunluğuna baskın çıkar. Bir ölçütler ve değerler anarşisi başlar. “Beceri”, “sanat” sayılmağa başlanır ve pazarlama becerisi, onu “büyük sanat” olarak topluma sunar ve kabul ettirir.
42
Böyle bir sanatın, hele bugün, eğitimsiz yapılabilmesine olanak yoktur. (Amaç, amatörce eğlenmek ise, o başka tabii!)

Bu sanatın felsefesinden, ilkelerinden, tekniğinden haberi olmadığı için konuyu sadece bir el becerisi, bir “benzetme” sorunu olarak gören amatörlerin, kendi boyutlarını aşıp, şaşırtıcı bir cür’etkârlıkla ülkenin dört bir yanına yaydıkları küçüklü büyüklü bronz, aleminyum, beton plâstik kitlelerin ortaya koyduğu tablo, gerçekte, Atatürk’e benzememe açısından çok, olumlu bir sanat düzeyi ortaya koyamadığı için…

48
Heykel sanatının (Akademiyle birlikte) 40 yıllık bir geçmişi vardı. Ama bu meslekle hayatını kazanan bir tek heykel sanatçısı yoktu!

… Heykel bölümünde eğitim görüp, mezun olanların sayısı 1929’dan 1973’e kadar 92, 1973 - 83 arasında ise 56 kişidir, yani, 100 yıllık geçmişi olan Akademiden mezun olan heykeltıraş sayısı Cumhuriyetten önce yetişip te adını bildiklerimizi de dahil edersek 155 kişi.

Heykel sanatında, hâla, tek kazanç yolu “Atatürk heykelleri”dir, ki bu da özellikle son 10 yılda büyük ölçüde amatörlerin, hatta kartonpiyercilerin istilâsına uğradı.

49
Oysa, “Mustafa Kemal Atatürk” çapında insanları simgelemeğe (temsil etmeğe) dış görünüş benzerliği, fizik benzerlik yetmez.

Bu durumda aydınlarımızın bile bu konuda gerekli değerlendirme ölçütüne yeterinde sahip bulunmayışında yadırganacak bir taraf yok.

II CUMHURİYETTEN ÖNCE YETİŞMİŞ TÜRK HEYKELTRAŞLARI

50
Bu kitap her ne kadar Cumhuriyet dönemi Türk heykeli’ni vermeği amaçlıyorsa da, heykel sanatçılarının sayısal azlığı; Cumhuriyet dönemi sanatçılarından bir bölümünün sanat çalışmalarının Cumhuriyet dönemine rastlamış olması ve de esasen kültür olgusunun, doğal akışı içinde tarihin belli bir yerinde kesilebilmesine olanak bulunmadığından, Cumhuriyet döneminden önceki heykel sanatçılarımızdan, hakkında bilgi toplayabildiklerimizi de aldık.

65
(Mehmet Mahir Tomruk) Yapıtlarından görebildiklerimiz plâstik yönden oldukça güçlü işlerdir. Özellikle annesinin başı, kitleyi hakim kılan başarılı bir sentez ve olgun bir modleye sahiptir. Pasajlar yumuşak ve formlar ahenklidir. Üslubunda genellikle Alman neoklasizminin etkileri hakimdir.

69
… tampereman olarak …

III CUMHURİYET ÇAĞINDA TÜRKİYE’DE YABANCI HEYKELTRAŞLAR

77
(Krippel) Bu anıt çalışmalarında portre için çalışma imkanı vermek üzere, Atatürk, kendisini birkaç hafta Çankaya’da misafir etti ve poz verdi.

81
Türkiye’deki yapıtlarına göre Canonica, Akademik anlamda çalışan bir heykelcidir. Figürlerinde genellikle donmuş bir görünüm vardır. Anıtlarında duygu ve heyecan etkisi yoktur.

V  HEYKEL EĞİTİMİNDE YABANCI UZMANLARDAN YARARLANMA
BELLİNG’İN HAYATI VE SANATÇI KİŞİLİĞİ

133
Doğum 1886, ölüm 1972

137

1919 yılında, bir yandan öğrenciliğini sürdürürken, kendisini üne kavuşturan ve dünya sanat tarihinde çığır açan yapıtını verdi: “Dreiklang”.


(Kavga adlı çalışması, 1936) … kavga eden insanların vücutları, kendi başlarına bir plastik sisteme ulaşıyor, boşluklar, negatif değerler niteliğiyle ve dolulukların kontrpuvanı olarak, kompozisyonda yerlerini alıyorlar.

(1937’de Türkiye’ye geliyor, 1954’de akademiden ayrılıyor)
(Belling öğretim süresini 3 bölüme ayırıyor:) 1. yıl, öğrenciler baş etüdleri yaparlar, 2. yıl röliyef çalışırlar, bunlarda başarılı olanlar, daha sonraları rond - bosse (tam, 3 boyutlu heykel anlamındadır) etüdleri, kompozisyonlar yaparlar ve heykelin bütün problemleriyle karşı karşıya getirilirlerdi.

145
Uyguladığı eğitim sistemi, bugün Akademi heykel bölümündeki sistemin temelini teşkil eder.


VIII  BAŞKA DALDA YETİŞMİŞ HEYKEL SANATÇILARI

297
Heykel alanına, … heykel dışından girenlerin sayısında, non-figüratif sanat uygulamasının ortaya çıkmasıyla birlikte önemli bir artma görüldü.

Bunda, figürsüz uygulamanın, bir meslek eğitimine gerek olmaksızın da yapılabilecek bir “uydur - yap” sanılmasının payı büyük olmuştur.

Sezer Tansuğ - Çağdaş Türk Sanatı

.
.

ÇAĞDAŞ TÜRK SANATI
SEZER TANSUĞ
Remzi Kitabevi, 1986 İstanbul

13. yy’da resim ve heykel uygulamaları, yaygınlığını 14. ve 15. yy’larda yitirir.

Osmanlılar’da, sanatsal programları dinsel çevrelerin düzenlemesi olanaksızdır. Hatta yönlendirici katkısı en az olan çevreler dinsel çevrelerdir.

Batıya yaptığı gezilerde kralların heykellerini gören Sultan Abdülaziz 1871’de C.F. Fuller isimli bir sanatçıya at üstünde bir heykelini yaptırmıştır. (Heykelin dökümü Viyana’da yapılmıştır.)

27 Nisan 1873, Şeker Ahmet Paşa… Gerçek anlamda ilk resim sergisini açıyor.

Kızların henüz Sanayi Nefise’ye kabul edilmedikleri bir dönemde, ilgili resmi makamlara başvurarak yoğun girişimlerde bulunan ve 1914’de bu isteklerini karşılamak üzere kurulan İnas Sanayi Nefise mektebinin müdürlüğüne atanan Mühri Müşfik bu dönemin ilginç bir simasıdır. Mühri Müşfik’in Türkiye’de başlattığını söyleyebileceğimiz ilginç olaylardan biri de, ilk kez çıplak kadın modeli kız atölyesine girmesidir.



… yüksek düzeyde resim eğitimi yönünde umut bağlanan bir başka okul, Ankara’da 1930 tarihinde açılan Gazi Eğitim Enstitüsü’nün resim bölümüdür.

… Ali Hadi Bara’nın Havva heykeli…

Birliğin “D Grubu” adını almasının nedeni, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Sanayi Nefise (Güzel Sanatlar), Müstakil Ressam ve Heykeltıraşlar Birliği’nden sonra kurulan dördüncü birlik olmasıdır. “D Grubu” sanatçıları, yurt içi ve yurt dışı sergileriyle 1950’lere kadar önemli bir varlık göstermişler ve grubun sözcülüğünü ressam N. Berk ve eleştirmeci Fikret Adil tarafından yapılmıştır. Ancak öte yandan 1934 yılında “D Grubu”na Turgut Zaim ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun katılmasıyla, sanatçıların yerel motif ve temalara ilgi gösterdikleri ve “kübist” denebilecek eğilimlerle Anadolu köylüklerinde geometrik nakış soyutlaması arasında belli bir bağ kurmaya çalıştıkları dikkat çeker.

Akademiye 1936 sonlarında Fransız ressam Leopold Levy resim atölyesi şefliğine, Alman Rudolf Belling ise, heykel atölyesi şefliğine getirilmiştir. Heykeltıraş Rodolf Belling, modern heykeltıraşlık alanında dünyaca ünlü bir kişiliktir. Akademi reformu sırasında şefliğe getirilen Belling, Almanya’da iken yapıtları Nazilerin hışımına uğramıştır.. Belling için Türkiye bir sığınak durumundadır. Belling 1937 yılı başlarında İstanbul’a gelerek, akademi heykel atölyesini yeniden organize etmiştir. 1949’da İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde modlaj dersi uzmanlığını da birlikte yürüten Belling, Temmuz 1954 sonunda akademiden ayrılmış, 1966 Mayıs ayına kadar Teknik Üniversitesindeki görevini sürdürmüştür. II. Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra Almanya’da Belling’e karşı tekrar uyanan ilgi, ülkesinde pek çok ödüllerle değerlendirilmesine yol açmıştır.

Akademiye heykel eğitimi için getirilen diğer bir hoca Adolf von Trebenenburg’tur. Bu sanatçı iyi bir eğitici olduğu halde, vaktinden önce kontratını feshederek, 1938-40 tarihleri arasında iki yıl çalışıp Türkiye’yi terk etmiştir.

Büyük boyutlarda anıt yapımı, ayrıntılı bir teknik ve uzmanlık gerektiren özel bir alan olmasaydı, Türk sanatçılar bu işe çok daha erken bir tarihte girebilirlerdi.

(Hiçbir zaman Müslüman-Türk sanatının evrelerini heykelden yoksun sayamayız; çünkü soyut taş plastiğinin serbest kütle ya da kabartma tezyini nitelikte pek çok anıtsal örneklerine sahip bulunuyoruz. Heykel ya da anıt her çağda ve her koşul altında sadece insan figürü yapmak demek değildir.)

1931’de ilk olarak Türk heykeltıraş Kenan Yontuç’un Çorum ve Edirne’deki Atatürk anıtlarından sonra…

Türk resim ve heykel sanatına tarihi boyunca hiçbir güdüm programı uygulanmamıştır. Resim ya da heykelin dinsel tapınma amaçlarına hizmet etmesi öngörülmeyen bağımsız ve özgür bir geleneği vardır.

1954 yılında izleyicilere “Sizin soyut sanattan çok uzak olduğunuzu sanmıyoruz, yere serdiğiniz kilimler de soyuttur. Bizim sergimize ön yargılarla değil, açık bir şekilde gelmenizi diliyoruz.” şeklinde bildirilerini veren “Yirmi Yeni Türk Ressamı” içinde Sadi Öziş, Kuzgun Acar gibi genç heykelciler de var…

Heykel alanında en önemli Türk sanatçısının, İsveç’te yaşayan İlhan Koman olduğu şüphesizdir.

Akademi atölyelerinde uzunca bir süre Belling’in öğrencisi ve yardımcısı olan Türk heykelciler…

Hadi Bara’nın kunt hacim anlayışını maden kullanımıyla gerçekleştirilen geometrik nitelikte bir soyutlamaya dönüştürdüğü görülmektedir.

Gürdal Duyar … İskenderun için yaptığı Atatürk anıtı…

Tamer Başoğlu … ODTÜ kampüsünde beton malzemeyle gerçekleştirilen anıtı, serbestçe yukarı taşan üst biçim oluşumlarını arşitektonik dengeli kaidesiyle taşıyan soyut bir simge niteliğindedir.

Gürdal Duyar… Bu anıtlar arasında müstehcen bulunarak yerinden kaldırılan iri göğüslü çıplak bir kadın figürü olan “Karaköy” anıtı, hem yeri hem de motifi bakımından çarpıcı olabilirdi.

… Rudolf Belling’in kendisi soyut heykel plastiği alanında Avrupa’nın sayılı heykeltıraşlarından biri olmasına rağmen, öğrencilerinin bu alandaki çalışmalarına pek açık olmayışı da şaşkınlıkla karşılanan bir olgudur.

II. Dünya Savaşı sonrasının tipik bir olgusu da, mobil (hareketli) heykellerdir (Aleksander Calder). Soyut plastiğin fizikoşimik ve elektronik enerji kaynaklarına bağlanarak hareket, hız, ışık ve renk değişimleri göstermeleri, Batı’da “happening” denen süreli sanatsal gösterilerde de yer alıyordu. Türkiye’de mobil heykele çalışılmış, fakat başarılı olunamamıştır. (yüksek sanayi ve teknoloji yok..)





01 Nisan 2013

Pierre Bourdieu - Bekârlar Balosu

.
.
.

.
.

Pierre Bourdieu
Bekarlar Balosu (Le bal des célibataires - 2002)
(Çev. Çağrı Eroğlu), Dost Kitabevi, 2009 Ankara


Giriş

12
Dönüşüm sözcüğü kuşkusuz, beni, duygusal yaşamın görüngübiliminden (belki de bilerek inkâr etmenin söz konusu olduğu duygulanmaların ve büyük acıların sonunda), Erlebnis'in (deneyim) Erfahrung'a (bilgi) dönüşümünü kolaylaştırmaya yönelik gerçek bir deneysel düzen sayesinde, toplumsal dünyaya ve uygulamaya hem daha mesafeli hem daha gerçekçi bir bakışa götüren entelektüel ve duygusal değişimi belirtmek için yeterince güçlü değildir.

... büyük evlat hakkına çılgınca bağlılığıyla tanınan bir toplumda yaşça büyük çocukların bekârlığının oluşturduğu bu toplumsal bilmeceyi çözmeye girişiyorum.

... nesnelleştirme zevkini bir tür büyülenmeyle keşfeden bilimci tutkunun elinden hiçbir şey kurtulmaz. Gözlemcinin tavrının edinilmesinin içerdiği bakışın dönüşümünün en görünür işareti, fotoğrafları, haritayı, planları ve istatistiği yoğun biçimde kullanmamdır...

erginleme: bir gizli derneğin bünyesine dahil olma işlemine, yani bir tür ritüel sonucu dernek mensubu, tarikat mensubu vb. olma eylemine verilen isim

13
İşin içine tamamıyla girdikten sonra, başka bir yaşamam dahil olmanın beni yavaş yavaş uzaklaştırmış olduğu ve etnografik tavrın tamamen doğası gereği saygı göstermeye zorladığı nesneler ve kişilerle bir uzlaşma gerçekleşiyor.

Ve konuya nesnelce yaklaşma isteğimin yarattığı ölçülülük, kuşkusuz, ihanet ettiğim duygusundan ileri geliyor kısmen -bunlar dağıtımı az bilimsel dergilerde yayımlandıklarından kötü niyetli, dikizci okumalardan korunuyordu ve işte bu nedenle de bu metinlerin yeniden basımlarını reddediyordum.

Kuraldan stratejiye, yapıdan habitus'a, sistemden kendisi de bizzat ürünü olduğu toplumsal ilişkilerle dolu topluma mal olmuş görevliye geçiş arasından yapısalcı örnekle olan kopmayı...

14
... küçük balo, aşağı yukarı, ulusal çapla birleşerek (bugün dünya çapında türdeş etkilerle olduğu gibi), ailelerce kontrol edilen evlilikle ilgili eski karşılıklı ilişkilerin korunmuş pazarıyla muhasebesi olanları ani ve kaba bir devalüasyona götüren simgesel mallar pazarının somut ve hassas bir uygulamasıydı.

15
İnsani şeyler söz konusu olduğunda, nesneyi tanınmada kaydedilen ilerlemeler aynı zamanda tanımaya çalışan özneyi tanımamızı sağlayan ilerlemelerdir.

I. Kısım
Bekârlık ve Köylülük Durumu 

1 Eski Toplumda Evlilikle İlgili Karşılıklı İlişkiler Sitemi

21
ailevi işletme

... başkalarıyla ilgili yargıların sürekli karşılaştırılmasına -"dedikoduların" işlevlerinden biri budur-, ...

22
Evliliğin birinci işlevi malvarlığının bütünlüğünü tehlikeye atmadan soyun devamlılığını güvenceye almaktır.

[Kant’ın evlilik tanımı:  “karşı cinslerden iki yetişkinin, birbirlerinin cinsel organlarını kullanmak için yaptıkları sözleşme”]

23
Büyük evlat hakkı

... mirasçı, kız ya da erkek ilk doğan değil ama yedinci sırada bile olsa, doğan ilk erkek çocuktur. [1900'lü yılların başı]

25
... bir ailenin sadece iki çocuğu olduğunda yerel gelenek mülkün değerinin üçte birinin evlilik sözleşmesiyle küçük oğlana verilmesini isterdi. n sayıda çocuk olduğunda (n>2), mülke biçilen değer P olarak ifade edildiğinde, küçüğün payı (P-P/4)/n, dolayısıyla büyüğün payı P/4+(P-P/4)/n olurdu. Çeyiz böyle hesaplanırdı: Bazen her bir tarafın kendininkini getirdiği yerel uzmanların yardımıyla mülkün mümkün olabilecek en kesin değeri biçilirdi.

26
Hiçbir şey paylaştırma sözcüğüne kanmaktan daha yanlış olmayacaktır. Gerçekte, tüm sistemin görevi, küçük kardeşlerin "payları" veya çeyizleri, onların toprak üzerindeki haklarından vazgeçmeleri karşılığında verilen bir tazminattan başka bir şey olmadığından, malvarlığının bütününü ağabeye ayırmaktır.

27
Bundan, evliliklerin ekonomik açıdan denk aileler arasında yapılması eğiliminde olunduğu sonucu çıkar.

28
"Bir evde bir kız doğduğunda, der atasözü, temel direklerden biri devrilmiş demektir"

29
rücu hakkı (geri dönme hakkı) özellikle müteselsil borçlarda (dayanışmalı borçluluk, bir birlikte borçluluk türü) ve müteselsil sorumluluk durumundan, başkalarını da ilgilendiren bir borcu ödeyen kişinin, ödediğinden onların payına düşen kısmı kendisine geri ödenmesini isteme hakkı

30
Gelenek babanın, çeyizin korunması için teminat istemesine izin veriyordu...

31
... ağabey bir gün çeyizi geri vermek zorunda kalıp evdeki dirayetini kaybetmemek için "çok yüksek" bir evlilik yapamaz; ama, denk olmayan bir evlilikle şerefini lekelememek ve kendini erkek ve kız kardeşlerini çeyizlendirmesine olanak tanımayacak bir duruma sokmamak için "çok alçak" bir evlilik de yapamaz.

34
Bu sistemin özellikle ekonomik zorunluluklara ve onurun zorlamalarına boyun eğdirilen oğlanlara mantığını sertlikle ve zorla kabul ettirmesine rağmen asla bir düzenek gibi işlemez. İşe sevginin ya da kişisel yararın karışabilmesi için her zaman bazı "oyunlar" oynanır.

Böylelikle bireyler kurallar dahilinde hareket ederler, bu nedenle de oluşturulabilecek model, duygu gibi sitemin mantığının dışında kalan öğeler bir yana bırakılırsa, olması gerekeni ya da olanı değil ama sınırlar içinde olabilecek olanı gösterir.

37
Böyle bir mantık içinde kimler bekâr kalırdı? Bunlar her şeyden önce, özellikle geniş ailelerde ve yoksul ailelerde, küçük kardeşlerdi.

"... Bababm açıkça karşı çıktı. O dönemde baba ve annenin rızasını almak zorunluydu."

38
Anne ve babaların isteğine karşı gelerek evlenmek isteyenlerin, başka bir erkek ya da kız kardeşin lehine olacak biçimde, kendilerini mirastan yoksun bırakılma tehlikesine atarak gitmekten başka çareleri yoktu.

40
Ne kadar az dışarı çıkarlarsa o kadar az dışarı çıkmak isterlerdi.

45
(dipnot) hukuku kendi lehine kullanmak

2 İç Çelişkiler ve Anomi

48
Bir durumda kurala boyun eğme, yani normal bir anomali (düzensizlik), diğer durumda sistemin iyi çalışmaması, yani anomi (kural yokluğu) vardır.

52
Sistem ilk olarak üzerine kurulu olduğu çeyiz yoluyla sarsıldı. ... savaştan kaynaklanan enflasyon nedeniyle, malvarlığının parçası olan çeyiz ile evlenene verilen bağış niteliğindeki çeyiz arasındaki denge artık korunamıyor.

53
"... uzun süredir evli olan kızkardeşler mirasa, günün rayicine göre yeniden fiyat biçmek istiyorlar. Evlilikler için çeyizin önemi git gide düşüyor..." ... "Eskiden birçok kız yerleşmeye ve gelin çeyizleri için biraz para kazanmaya gider, daha sonra geri dönerdi. Şimdi niye geri dönsünler?"

54
Baba otoritesinin gevşemesi, gençlerin yeni değerlere açılması, evliliklerin sonuçlanmasındaki etkin aracı görevini ailenin elinden aldı. ... eş arayışı bireylerin inisiyatifine bırakıldı. ... Ortak kuralla yönetilen evlilikle ilgili karşılıklı ilişkiler sitemi yerine bireysel rekabet mantığıyla belirlenen bir sistem geldi. Bu bağlamda mezraların köylüsü büsbütün silahsız kalmıştır.

55
... toptan göç, ... kent yaşamına göğüs germek için çok daha donanımlı olan ve köy yaşamının yükümlülüklerinden kaçmayı daha çok isteyen kadınların işidir.

58
... zorunluluk eski ilkelere karşı gelmeye itse de, bu ilkeler içleri boş ve zamansız olarak etki etmeye devam ederler.

60
Kasabalı ile mezralardaki köylü arasındaki karşıtlık üzerine kurulu yeni sistem, bir yandan büyük oğul ile küçük oğul, diğer yandan büyük ve küçük mal sahibi (ya da mal sahibi olmayan) arasındaki karşıtlıklar üzerine kurulu eski sistemin yerine geçmeyi amaçlar. Tek başına incelendiğinde, mezralardaki köylülerin evlilik ilişkileri sistemi kendi kendini olumsuzluyor gibidir; ... Bu sistemin kendi kendini yıkmasının nedeni, kandini hâlâ bir sistem olarak dayatması olabilir mi?

61
30 km'den geniş alan içindeki evliliklerin, her zaman bir dereceye kadar yüksek olmuş olan oranının son dönemde kuvvetle arttığı görülür.

Evlilik alanının genişlemesini ve ayrıca kasaba ve mezra arasındaki ilişkilerin hemen hemen yok oluşunu açıklamak için ...

65
Mezralarla kurulan karşılıklı ilişkilerin azalmasıyla (1/2) bağlantılı olan dışarıdan evlilikler oranının artışı, kasabanın diğer kasabalara ya da kentlere doğru açılmak için yavaş yavaş mezralardan vazgeçtiğini açığa vuruyor.

Oysa evlilik alanlarının coğrafi olarak tanımlanması belki de özün kaçırılmasına neden oluyor. ... Coğrafi alanlar toplumsal alanları tutmaz. Mezralardaki köylü için evlilik alanı geçmişte yoğun nüfusa sahip küçük bir kasabadan ve tepeler ve alçak dağlar üzerine inşa edilmiş çok sayıda çiftliğe dağılmış önemli bir dağınık nüfustan oluşan bucalkarın bulunduğu iki Gaves arasındaki teperler bölgesine kadar uzanırdı. Bu durumun çok sayıda nedeni vardır: İlk olarak, eş seçimini yönlendiren örtük örnekler sıkıntıya dayanıklı ve kendisini bekleyen zor yaşamı kabullenmeye hazır bir köylü kızını arattırır; köylü bile olsa Gave ovasının zahmetsiz işine alışmış bir kadının ve hayli hayli kentli bir kadının, mezralardaki ücra bir çiftliğin, sahipleneceği durumuna alışmakta sıkıntı çekeceği açıktır; ...

66
Genç kızlar genelde, özellikle de baba aşağıdan yukarıya bir evlilik yapmış olduğundan dolayı otorite sahibi değilse, ev üzerindeki büyük etkisini korumak isteyen yaşlıdaune'dan korkar. Bundan ikinci olarak, kentli modelleri ve idealleri benimsemekte genelde daha hızlı olan kadınların uzaysal ve toplumsal hareketliliğinin erkeklerinkinden çok daha artmış olduğu sonucu çıkar. Öncelikle sistemin mantığına göre yer değiştirenler onlar olduğu, ardından, kent kültürünün bazı görünümlerini erkeklerden daha çabuk kavradıkları ve son olarak, erkeklere yukarıdan aşağıya evliliği yasaklayan örtük kural onları sadece kayırabildiği için, kadınlar köylü dünyanın dışından bir evlenilecek kişi bulmada daha çok şansa sahiptirler. 

70
[ evlerin içi, merdiven kenarları, kapı yanları, sokak ortası, iki bina arası, koridor, cadde, kaldırım ve ne varsa işe yaramaz çöplerle dolmuş durumda. Bu çöpün yılların getirdiği işe yaramaz birikintiler, yığınlar olduğu çok açık. ]



.



.
3 Kasaba ve Mezralar Arasındaki Karşıtlık

75
... yeni ihtiyaçların ortaya çıkması ve ulaşım yollarının kolaylığı yavaş yavaş uzak mahallelerin kasaba karşısındaki ekonomik bağımlılığını arttırdı. Karşılık olarak, kasaba nüfusunun bir kısmının köylü müşterisi karşısındaki bağımlılığı da arttı. O halde, ekonomik açıdan kasabanın "kentleşmesiyle" mezraların "köylüleşmesi" beraber geldi.

77
Bugün imeceler ve mahalle şenlikleri ortadan kalktığı için, köylü aileler yalnızlıklarını somut olarak hissediyorlar. Kuşkusuz otomobil, özellikle köyler arasındaki ana yollar asfaltlandığından beri mesafeleri kısaltmıştır; ancak "psikolojik" uzaklık asla olmadığı kadar büyük kalır...

78
Bu kişiler için banklar "kentlilerin" kötü karalterlerinin ve aylaklıklarının simgesidir. Birçok köylü kasabalıların alaycı bakışları önünden geçmekten kaçınmak için evlerin arkasındaki bahçeler boyunca gittikten sonra, bir dolambaçla, ana meydana ulaşan küçük yolları izlemeyi tercih ederler.

82
Memur çift yönlü tavır almalara neden olur. Bir yandan devletin somut temsilcisi olarak, "Paris'in efendilerine" ve "en büyük hırsız" olan devlete yönelik hıncın mirasçı kurbanıdır. Onu "kasabanın tembeli", "rantçı" olarak görürler; köylüler gelecek güvenceleri olmaksızın onun tükettiği malları üretmek için çok çalışırken elleri temiz kalan, her zaman gölgede oturan, her ay dolulara ve donlara rağmen kendini yormadan gökten iyi bir maaşın düştüğünü gören kişidir o.

Ancak diğer yandan, yerel yönetici ya da memur olan kasabalı, köylü ile devlet arasında arabulucu rolünü oynar. ... Devletin köylünün günlük yaşamı üzerindeki müdahalesi ve buna koşut olarak yönetimin gücü arttıkça memurlar her zaman daha fazla saygı görür ve dikkate alınırlar.

83
Kentliye karşı duyduğu küçümsemeye bağlı olan gururu, kendinden duyduğu utançla değilse de en azından yetersizliklerini ve sınırlarının acı bilinciyle birleşir.

4 Köylü ve Bedeni

89
Kadınlar ve erkekler arasındaki keskin ayrılık ile aracıların ortadan kalkması ve geleneksel toplumsal bağların gevşemesi yüzünden kasabada ya da komşu köylerde düzenli olarak yapılan balolar toplumsal olarak onaylanan tek karşılaşma fırsatı haline gelmiştir.

90
Böylelikle, bu küçük kır balosu gerçek bir uygarlıklar çarpışmasının aracısıdır. ... Bu alanda, diğer alanlarda olduğu gibi inisiyatif kasabalılardadır. Adlarında, ritmlerinde, müziklerinde ve onlara eşlik eden sözlerde köyün izini taşıyan eski danslar yerlerini kentten gelen danslara bıraktılar. Oysa beden tekniklerinin bütün bir kültürel genel duruma bağlı olan gerçek sistemler oluşturduğunu kabul etmek gerekiyor. ... Hlka dayalı gözlem, basmakalıp düşüncelere temel teşkil eden bu hexis'i bütünüyle yakalar. "Eskinin köylüleri, derdi yaşlı bir kasabalı, her zaman dizleri bitişikmiş gibi eğik bacaklarla, kıvrılmış kollarla yürürlerdi." Bu duruşu açıklamak için orakçının duruşunu hatırlatıyordu. Köylünün habitus'unu gerçek bir,leşimsel birlik olarak görmekte usta olan kentlilerin eleştirel gözlemi yürüyüşün yavaşlığını ve hantallığını vurgular; brane insanı kasabada oturan için carrere'in asfaltına bastığında bile her zaman engebeli zorlu ve çamurlu zeminde yürüyen, ... omuzunda yükü arkadan gelen inekleri çağırmak için arasıra geriye dönüp bakarken yürüdüğü gibi büyük ağır adımlarla yürüyendir.

92
... bedensel hexis (grek: sahip olunan şey, iyelik, huy; aristo: alışkanlık, yatkınlık), hem kendi içinde hem de toplumsal signum (işaret, imza, mühür) olarak algının ilk nesnesidir. Azıcık beceriksiz, kötü traşlı, kötü giyimli olduğu anda köylü sevimsiz, asık suratlı "zavallı, beceriksiz, hırçın, bazen kaba" bir hucou (kukumav) gibi algılanır. (kukumav: en çok baykuş, puhu gibi kuşların davranışlarından yola çıkarak, boş gezenin boş kalfası türünde yaşayan kişilere verilen ad).

Böylesi bir duruma sokulan köylü, başkalarının kendisine dair oluşturduğu imgeyi, basit bir stereotipi (stereotipi; bazı davranışların anlamsız bir biçimde tekrarlanması hali, yineleyici kalıplaşmış devinimlerdir. elleri, kolları, başı ya da vücudun tamamını çeşitli şekillerde ve anlamsız bir biçimde sallama, nesneleri tıklama, kaşıma ya da döndürme stereotipik davranışlara bazı örneklerdir.) söz konusu olduğunda bile içine atmaya yönelir. Bedenini, toplumsal izin damgasını vurduğu, köy yaşamına davranışların ve işlerin izlerini taşıyan empaysanit, köylü bir beden olarak görecektir. Devamında bedeninde ve bedeninden utanır. Onu bir köylü bedeni olarak gördüğü için bedenine dair üzüntü veren bir bilince sahiptir. Bedenini kaba bir köylü bedeni gibi gördüğü için kaba bir köylü olduğunun bilincindedir. Onun için bedeninin bilincine varmanın köylü olduğunun bilincine varmada ayrıcalikli bir etken olduğunu öne sürmek abartılı olmaz.

Köylüyü (kentlinin tersine) bedeniyle olan bağlarını koparmaya, utangaçlığın ve tutkluğun kökü olan içe dönme davranışına iten, bu sıkıntı verici beden bilinci onun dans etmesini, kızlar önünde basit ve doğal hareketlerde bulunmasını engeller. Gerçekte bedeninden utandığından kendini yitirmesini ya da kendini sergilemesini gerektiren bütün durumlarda rahatsız olur ve beceriksizleşir.

93
... iki cinsiyet arasındaki bu büyük ayrım...

" ... Eğer evlenme niyetindeyse durum ağırlaşır; hoşunuza giden bir kıza nasıl yaklaşırsınız? Özellikle "korkusuz" olunmadığında nasıl bir fırsat yakalanır? Sadece balo var. Balo dışında bir merhaba bile yok..."

94
Genel olarak duygular, üzerlerinde konuşmanın yakışık alacağı şeyler değildir. Bedensel beceriksizliğe eklenen sözel beceriksizlik oğlan tarafından olduğu kadar kız tarafından da, özellikle de bu kız kadın dergilerinde ve tefrika romanlarda kentli duygululuğun ifade biçimini öğrendiğinde duyulan sıkıntıda görülür.

Eğer kadınlar kente ait bedensel ya da kılık kıyafete dair kültürel modelleri benimsemekte erkeklerden daha yetenekli ve daha hızlılarsa bu durum farklı ortak nedenlere bağlıdır. İlk olarak kent onlar için özgürleşme umudunu temsil ettiğinden erkeklerden çok daha fazla isteklidirler. ... Yeni ürünlerin ya da yeni rahatlık biçimlerinin çekiciliği ve etkisi, kibarlık idealleri ya da kentsel eğlenceler, doğru ya da yanlış, uygarlıkla özdeşleştirilen kentsel uygarlığın işareti olarak görüldükleri için baskın olurlar. Moda kentten, Paris'ten gelir, örnek tepeden iner. Kadınlar şiddetle kent yaşamını isterler ve bu saçma bir istek değildir, çünkü evlilikle ilgili karşılıklı ilişkiler sisteminin mantığında bile kadınlar aşağıdan yukarıya doğru giderler.

95
On yaşındaki bir kızın annesi ya da arkadaşlarıyla bir eteğin kesimi ya da korsajı üzerine tartıştığını duymak nadir rastlanan bir durum değildir. Bu tür bir davranış oğlanlar tarafından reddedilir çünkü toplumsal onay tarafından cesaretlendirilmez. Erkek değerlerce yönetilen bir toplumda tersine her şey asık suratlı ve kaba, haşin ve kavgacı davranışı desteklemeye katkıda bulunur.

96
Kızlar kentten, kadın dergilerini, tefrika romanların, anlatılan filmlerin, radyoda çalan moda şarkıların aracılığıyla cinsiyetlerarası ilişki modellerini ve "köylü" köylünün tam karşıtı olan ideal erkek tipini de ödünç alıyorlar. Böylelikle, köylünün karşılayamayacağı bir beklentiler sistemi oluşuyor.

... kadınlar köylü arkadaşlarını onlara hiç şans tanımayan ölçütlere göre değerlendirirler. Böylece birçok dinamik çiftçinin nasıl bekâr kalabildiği anlaşılabilir. ... toplumun gözünde bekâr, hiçbir zaman gerçek anlamda bir yetişkin değildir; bugün bekârlık git gide bir kadermiş gibi görünüyor, ...

97
Toplumsal bir sakatlık gibi yaşanan bekârlık pek çok durumda, uzun dönemli bir geleceğin var olmamasının sonucu olan bir çekilme ve vazgeçme hareketine neden olur.

98
Erkeklerin bekârlığı ... kendi düzeninin temellerini korumada ve aynı zamanda yeni düzenlemelere yer açmada yetersiz kalan bir toplumun ölümcül bunalımının belirtisi gibi yaşanıyor.

(dipnot 6) Bekârlar kategorisi bütünüyle bu betimlemeye uyar. "Ba. akıllı hoş görünümlü, çiftliğini modernleştirmeyi başarmış, güzel bir mülke sahip olan biridir. Ama hiçbir zaman uygun biçimde dans etmeyi beceremedi. Önceki akşam olduğu gibi, her zaman sabahın ikisine kadar başkalarını seyretti. Bu, kızlara yaklaşma fırsatı olmayanların tipik halidir. Hiçbir şey, ne zekası, ne durumu ne dış görünüşü onun bir kadın bulmasını engelleyemezdi." "Co. Düzgün dans ederdi, bununla birlikte hiçbir zaman kendi sınıfından 'köylü kızlardan' başkasını dansa kaldırmaya girişmedi."

Sonuç

100

"Genç kızlar artık kıra gitmek istemiyorlar..." Doğal sosyolojinin yargıları özü bakımından kısmi ve tek yanlıdır. ... Sosyolojinin ilk görevi belki de, ondan itibaren bireyin toplumsal sistem hakkındaki öznel bilincinin ve bu sistemin nesnel yapısının birliğinin keşfedilmesini sağlayacak bütünlüğü yeniden oluşturmaktır.

110
Eğer Béarn toplumu özgünlüğünü koruyabildiyse bu, belki de kentlerin gelişiminden kaynaklanan güncel büyük ekonomik hareketlerin uzağında ve daha genel olarak, kendi basit durumunda kalmış olmasına bağlıdır. Ancak, özellikle, bu toplum her zaman kendi değerlerine yönelik derin bir bilinç ve kendi ekonomik ve toplumsal düzeninin temellerini korumakta kararlı bir istek ortaya koymuştur. Gerçekte, bu isteğin bu kadar bilinçli ve bu kadar kurumsallaşmış biçimde ifade edildiği toplumlara nadir rastlanır.

111
Öz temellerinin korunması için bu kadar güçlü bir biçimde örgütlenmiş bir toplumun, Devrim ve Anayasayla ortaya çıkan kargaşalar arasında geleneksel yasalar mirasını neredeyse hiç bozulmadan koruyabilmesi anlaşılırı bir durumdur.

117
Béarn her zaman kardeşlere sırt çeviren bir yer olmuştur.

II. Kısım
Yeniden Üretim Stratejileri Sisteminde Evlilik Stratejileri

142
kasuvistiği... (kazuistik: kurala bağlı, kuralcı; her şeyi kurallarla çözme yöntemi)

çapraz kuzinlerle evliliğe (çapraz kuzen evliliği: ayrı cinsten kardeşlerin çocuklarının evliliğidir, yani dayı oğlu ile hala kızı, ya da hala oğlu ile dayı kızı arasındaki evliliktir)

143
Bunun tersine, her şey, evliliğin ideal bir kurala boyun eğmenin ürünü olmadığını ancak, özel bir geleneğin son derece içe atılmış ilkelerini kullanarak, bilinçli olmaktan çok bilinçsiz olarak, bu geleneğin açıkça adını belirttiği özgün çözümlerin birini ya da diğerini üretebilen bir stratejinin sonucu olduğunu gösterir.

İster malvarlığının sürdürülmesini kadınlara bırakmak için Fortes'in çok sevdiği deyişle "soy zincirinin üstünlüğü ilkesi" çiğnensin, ister iki yanlı veraset yönetimindeki kaçınılmaz ödünlerin malvarlığına zararlı sonuçlarını, hukuksal hilelerle olsun küçültme ya da hatta geçersiz kılma amacı güdülsün, ister, daha genel olarak, soy ağacına nesnel olarak kayıtlı ilişkiler, soyun çıkarına yani maddi ya da sembolik sermayenin korunmasına veya arttırılmasına en uygun yakınlaşmaları ya da birleşmeleri, ex ante (önceden) veya ex post (sonradan) aklamak için, gerekli oyunlara maruz bırakılsın, bütün bu araçların, bu yüce görevin yerine getirilmesinde yararı olacakmış gibi antropolojik hukukşinaslığın sınıflandırmalarının uyuşmaz olarak gördüğü stratejilere başvurulabilir.

hodoloji (rasyonel yolların uyumlulaştırılması ?)

144
Her bir çocuğun evliliğinin bir aile için bir kağıt oyunundaki bir turun eş değerini temsil ettiği farzedilirse, bu turun değerinin (sistemin ölçütlerine göre ölçülen) iki anlamda da oyunun niteliğine, yani alınan kağıtların bütünü olarak, gücü oyunun kurallarına göre tanımlanan çekilen kağıtlara ve az ya da çok ustalıkla bu kağıtları kullanma biçimine bağlı olduğu görülür. Başka bir deyişle, evlilik stratejileri her zaman, en azından en çok kayırılan ailelerde, bir evlilik yapmayı değil "iyi bir evlilik yapmayı", yani kazançları en yüksek noktaya çıkarmayı ve/veya çok özel türden bir anlaşma olarak evliliğin ekonomik ve sembolik masraflarını en aza indirmeyi amaçladıkları için, her durumda, anlaşmaya bağlanabilen malvarlığının maddi ve sembolik değeri ile malvarlığı mülkiyetine talip farklı kişilere özgü çıkar sistemlerini, taliplere cinsiyetlerine ve doğum sıralarına göre malvarlığı üzerinde farklı haklar tahsis ederek tanımlayan malvarlığının iletilme biçimi tarafından yönetilirler.

145
zilyetinin (el sahibi, terkip: sahibi olsun ya da olmasın, bir malı elinde bulunduranve kullanan kişi. zilyet, zilliyet değil)

146
(denksiz evlenmeler) Ancak, kabul edilebilir aykırılık payı her zaman sınırlı ve belli bir eşiğin üstünde kalır, oysa ekonomik farklılıklar, birleşmeleri engeller.

151
Gerçekten de anne ve babalr, çekmiş oldukları kağıtlardan memnun olduklarında, kağıt sayısını sınırlayarak kağıt dağıtma üzerine etki yapabilirler: Kağıtların ortaya çıkma sırası yani ilk doğanın kız ya da oğlan olmasını sağlayan biyolojik rastlantı bundan dolayı büyük önem taşır. Yeniden üretim stratejilerini farklı türleri olan evlilik stratejilerin ve  üreme stratejilerini birleştiren ilişki, ilk durumda çocuk sayısının orada sınırlandırılmasına ve ikinci durumda sınırlandırılmamasına yol açar. Bir kızın dünyaya gelişinin hiçbir zaman coşkuyla karşılanmamasının nedeni ("Bir evde bir kız doğduğunda, der atasözü, temel direklerden biri devrilmiş demektir") bu kızın her durumda kötü bir kağıt anlamına gelmesidir.

154
Ancak her şeye karşın tek mirasçıya bir dereceye kadar nadir rastlanır. Diğer durumlarda, kardeşlere verilebilecek adot'nun tutarı (çeyiz), dolayısıyla yapacakları evlilik ve hatta evlenip evlenmeyecekleri büyük oranda mirasçının evliliğine bağlıdır: Bu nedenle, bu durumda doğru strateji, gelinin ailesinden, paylaşıma ya da mülkü ipotek ettirmeye başvurmaksızın ve bununla birlikte mülk üzerinde aşırı ya da imkânsız bir çeyizi geri ödeme tehdidi oluşturmaksızın erkek kardeşlerin ve/veya kız kardeşlerin adot'sunu ödemeye yetecek bir adot almaya dayanır. Bu, her evliliği özerk bir birim olarak ele alan antropolojik geleneğin tersine, bir ailenin çocuklarından birinin evliliğine yatıracağı ekonomik ve sembolik sermaye büyük oranda bu değiş tokuşun ailenin evlilik tarihi içindeki konumuna bağlı olduğundan, her evlilik sözleşmesinin ancak bir dizi maddi ve simgesel değiş tokuş içerisindeki bir dönem olarak anlaşılabileceğini ilk bakışta söylemektir.

155
Hiç kuşkusuz aile ne kadar genişse oğlanların sundukalerı yarar o kadar büyüktür: Üç ya da dört kız kardeşin evliliği gerçekten de, en zengin ailelerde bile, mülkün bölünmesine yol açmaya kadar gidebilecek neredeyse başa çıkılamaz zorluklar yaratır.

Kuşkusuz, bir erkek kardeş için, başarılamamış evlilikten, onu bilinçli ya da bilinçsiz olarak, en azından bir süre için "maaşsız hizmetçi" olarak evin hizmetinde tutmaya zorlayan ailelerin işbirliği ile evlilik "yaşını geçirten" acımasız alışkanlığa kadar çok sayıda bekâr kalma biçimi vardı.

156
... küçük oğul, deyiş yerindeyse yapının kurbanı'dır, ... "evi" çok çeşitli koruma önlemleriyle çevreleyen bir sistemin toplumca atanmış, dolayısıyla da bu durumu kabullenmiş bir kurbanıdır.

157
Evliliğe dair her bir tercih üzerinde toplanan çelişkiler o kadar çoktur ve o kadar karmaşık birleşimler sunar ki, her durumda -başka bir biçimde kavranabilseler de- eyleyenlerin bilincini aşarlar; bundan dolayı, mekanik kurallarda sadece, açık ve kesin normların ya da bilinçsiz modellerin yerine getirilmesi olarak, uygulamaların ve özellikle, çelişkileri uzalaştırmaya, dengelemeye ve bazen ortadan kaldırmaya olanak tanıyan stratejilerin sınırsız çeşitliliğin hesabını vermek için bütün parçalardan, sınırsız sayıda yaratmaya zorlayan uygulamanın örtük temsilini saklayabilirler.

Hukusal hayal gücünün hukuku düzenlemek için ürettiğine benzer, biçimsel ve açık kurallara indirgenebilir basit usuller olmaktan uzak bu stratejiler, kurallara boyun eğmenin ürünü olmaksızın düzenlenebilen, kendiliğinden düzenlendiğinden kuralın açıklamasından, korunmasından, vergilendirilmesinden bağdaşık sınırsız sayıda uygulamayı doğuran az sayıda örtük ilkenin uygulamaya dayalı egemenliği olarak habitus'un ürünüdür.

158
O halde, tam tamına evliliğe dair stratejiler ne veraset stratejilerinden, ne daha fazla üreme stratejilerinden ne de pedagoji stratejilerinden yani bütün grubun kendisine de miras olarak kalmış, korunmuş ya da arttırılmış yetkileri ve ayrıcalıkları bir sonraki kuşağa aktarmak için kullandığı biyolojik, kültürel ve toplumsal yeniden üretim stratejileri bütününden, soyutlama yapılmaksızın ayrıştırılamaz.

160
(notlar) 9) Bir ailenin iki çocuğu olduğunda mülkün üçte birine eşit olan kardeşin payı, mülke biçilen değer P olarak ifade edildiğinde, (P-P/4)/n, dolayısıyla büyüğün payı P/4+(P-P/4)/n olurdu. Anlaşmazlık durumunda, farklı taraflarca seçilen yerel uzmanlara danışılarak mülkün mümkün olabilecek en kesin değeri hesaplanırdı. ... Bu hesaplar yeterince doğruydular ve bundan dolayı herkes tarafından kabul edilirlerdi. "Örneğin Tr. mülkü için biçilen değer 30 000 frank oldu (1900'e doğru). Baba, anne ve beşi kız altı çocuk vardı. Ağabeye dörtte bir yani 7500 frank verilir. Geriye altıya bölünecek 22 500 frank kalır. Kız kardeşlerin payı nakit olarak ödenen 3000 frank ve her zaman evlenen kadın tarafından getirilen 750 franklık dolap ile çamaşırlar, giysi takımları, yatak çarşafları, bezler, havlular, gömlekler, pufla tüyleriyle 3750 frank olur."

162
22) meşrutaya bağlı (şartlı, şarta bağlı)

163
22) teratolojik durum (çocukların doğumdaki sakatlıklarını, ucube çocukları inceleyen bilim dalı)

24) "Kız kardeş ve hayatı boyunca bütün kız kardeşler gibi maaşsız hizmetçi olarak kaldı. Alıklaştırıldı. Evlenmesi için çok şey yapılmadı. Böylece çeyiz ve geri kalan her şey evde kalıyordu. Anne babasının bakımını üstleniyor."

166
40) Bazen, ağabeyin çocuğu olmaması ya da çocuğu olmaksızın ölmesi durumunda bekâr kalmış yaşlı bir erkek kardeşten soyun devamını sağlamak için ... Gerçek bir kurum olmaksızın, erkek kardeşin, kendisine miras kalan ağabeyin dul eşiyle evlenmesi bir dereceye kadar sık rastlanan bir durumdu...

Kaynakçaya İlişkin Notlar

167
"Béarn hukuku ..., diye yazar Pierre Luc, Roma hukukundan çok az etkilenmiş, özü bakımından bir gelenek ve görenek hukuku gibi görünür ve tanık bir hukuk olma özgünlüğünü sunar.

168
Napoléon Yasalarının en ünlü rakibi Frédéric Le Play...

III. Kısım
Yasaklanan Yeniden Üretim 
Ekonomik Egemenliğin Simgesel Boyutu

173
liturjik (ayinsel)  

Ek ve Düzelti

176
Nesnelci gözlemcinin biraz kendini beğenmiş dışardalığı yerini bağıntının uygulamaya kuramsal olarak yeniden uyarlanmasının desteklediği yakınlığa (kurama ve uygulamaya dayalı olarak) bıraktığından, kuramsal ve yöntembilimsel ilerlemenin kendisi de, araştırmacının nesnesiyle olan öznel ilişkisinin bir dönüşümünden ayrılamaz.  ... kaynaşmalı bir katılım ... mesafeli nesneleştirme...

178
tevekkül (kendini kaderine teslim etmek, allaha mutlak güven)

Evlilik Pazarının Birleşmesi

186
Balo gerçekte evlilik pazarının yeni mantığının gözle görülebilir biçimidir. Balo sınırları köylü dünyanın çok ötesine yayılan, özerk ve kendi kendini düzenleyen melanizmaların, grubun normlarına ve çıkarlarına tabi, küçük yerel pazarın düzenli mübadelelerinin yerini almaya çalıştığı bir sürecin son aşamasıdır; balo, simgesel mübadele pazarının en özgül -ve en dramatik- etkisini, ayrıca diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da yerel pazarın pazar ekonomisine geçişine eşlik eden dönüşümü de somut olarak gösterir. Engels'in sözleriyle eyleyenler "kendi aralarındaki toplumsal ilişkileri kaybetmişlerdir"

187
heterodoks (ortodoks'un zıttı)

190
Bireysel ölçekte hissedilen, pazarın ortak yalnızlığı sayesinde gerçekleştirilen bütün bu yalıtılmış ihanetlerin kaynağında bulunan iç bozgun bu ortak ve istenmeyen sonuca, kadınların kaçışına ve erkeklerin bekârlığına yol açar.

Köylülerin, kentli dünyanın egemenliğinin temel aracı olan eğitim sistemi karşısındaki davranış dönüşümünün kaynağında da aynı mekanizma vardır. Okul, ekonomik ve simgesel pazarın durmaksızın büyüyen bir ivedilikle gerektirdiği Fransız dilinin kullanımı, ekonomik hesap yapma ustalığı gibi yetenekleri öğretebilecek tek yer olarak göründüğünden okula göndermeye ve okula ait değerlere o ana kadar gösterilen direniş yok olur. Okulun değerlerine boyun eğme, kendisinin gerektirdiği geleneksel değerlerin inkârını güçlendirir ve hızlandırır. Bununla okul, kentli simgesel değerler için yeni bir pazarın keşfine katkıda bulunarak simgesel egemenlik aracı olma görevini yerine getirir: Gerçekte, egemen kültüre sahip çıkma araçlarını sunmakta başarılı olmasa bile, en azından bu kültürün ve ona sahip çıkma araçlarını ellerinde bulunduranların meşruluğunun tanınmasını aşılar.

192
Yine burada, okul özellikle kızlar üzerinde yarattığı hareket aracılığıyla ... kentli biçim ve usullere ve simgesel mallar pazarında olası eşlerin değerini belirleyen toplumsal belirleyiciler bütününe karşı daha dikkatli ve daha hassas, dolayısıyla en azından okuldaki eğitimden kentsel medeniyetin dış işaretlerini almaya daha düşkün olan kızlarda özellikle elverişli bir zemin bulur. Ve bir kez daha köylülerin sanki nesnel kaderlerinin suç ortaklığını yapıyorlarmış gibi kızlarını daha çok ve daha uzun süre okula göndermeleri anlamlıdır.

193
(dipnot) 3) K. Polanyi ... "ürünün üreticileri yönettiği" "toplumsallaşmış üretimdeki"...

194
(dipnot) 4) ... geleneksel toplumsal bağların özellikle mezralarda gevşemesi ve geleneksel tanışma fırsatlarının -bütün imeceler gibi- seyrekleşmesinden dolayı, yeni evlilik düzeninin bırakınız yapsınları sadece kentlilerin üstünlüğünü güçlendirebilir.

(dipnot) 7) Simgesel mallar pazarında, yerli dil derslerindeki git gide artan düşüş köylü eğitimin bütün ürünlerini etkileyen değer kaybının özel durumlarından sadece biridir: Bu pazarın birleştirilmesi, bütün bu ürünler için, modası geçmiş ya da bayağı olduğu için bırakılan ya da yerel bilginlerce halkbilimin fosilleşmiş halinde yapay olarak korunan usuller, nesneler, kıyafetler için ölümcül olmuştur. Köylüler, tarihsel hareketin gerçekliğinden çıktıklarında halk sanatları ve gelenekleri müzelerine ya da çevre müzelerinin oluşturduğu bu tür içi doldurulmuş köylü rezervlerine girerler.

195
(dipnot) 11) Genel olarak, muhafazakar başkaldırının gerici şiddetine götüren ekonomik devretme aynı zamanda lojistik-politik bir devretmedir: Çöküşteki eyleyiciler ırkçılığa ya da daha genel olarak, durumu anlamalarına, bireysel kurnazlıkların yarattığı paniğe sığınmaktansa onu düzeltmek için ortak olarak harekete geçmelerine olanak verecek açıklama şemalarına sahip olmadıklarından güncel ve gizil sorunların kaynağını günah keçisi muamelesi gören bir gruba (Yahudiler, Cizvitler, masonlar, komünistler vb.) bağlayan hatalı somutlaştırmaya yönelirler

"Halkın Sağlıklı Görüşleri"

197
... altyapı ile üstyapı ya da ekonomik ile simgesel arasındaki karşıtlık en kaba karşıtlıktır sadece; bu karşıtlıksa iktidara ilişkin düşünceyi zorunluluk, istemli boyuneğme, merkeziyetçi manipülasyon ya da kendi kendini aldatma gibi hayali seçenekler içine hapsederek, toplumsallaştırılmış kitleler ile bu kitlelerin içinde yer aldıkları toplumsal oyunlar arasındaki ilişki sırasında oluşan son derece ince mantığın bütünüyle anlaşılmasını engeller.

198
(notlar) 2) 1968'de Lesquire'de tarımcıların %50'si 45 yaşın üstündeydi, bunların yarısından çoğu bekârdı ve köylü nüfus, bekârlıktan ve geç evlenmenin sonucu olan doğum eksikliği nedeniyle açık bir azalma gösteriyordu. 1989'da 1960'lı yıllardaki krizden doğrudan etkilenmiş olan kuşak sonuna yaklaşıyor; mülklerin önemli bir kısmı sahipleriyle birlikte yok olacak.

Sonsöz:
Bir Nesne Sınıf

200
Toplumsal tarih ya da tarihsel sosyoloji eğer bilimsel niyetin bizzat en güncel ve en zinde kurucu parçası olan bilimsel düşüncenin bu yeniden uygunlaştırılması niyetinden esinlenmeseydi, bir saatlik bir zahmete bile (belki) değmeyecekti.

"Köleliğe ve benzer şeylere karşı genel formüllerle savaşa gitmek ve böylesi bir alçaklığın üzerine bir üstün ahlak öfkesini boşaltmak diyordu Engels, çok şeye mal olmaz. Ne yazık ki, o noktada sadece herkesin bildiği, bu antik kurumların ne bizim güncel koşullarımıza ne de bu koşulların bizde ortaya çıkardığı duygulara uygun düşmediği dile getirilir. Ancak bu bize, ne bu kurumların doğuş biçimi, ne varlıklarını sürdürmelerini sağlamış olan nedenler ne de tarihte oynamış oldukları rol hakkında hiçbir şey (vermez)." (Anti-Dühring)

201
Geçmişe yönelik öfke şimdiki zamanı haklı göstermenin de yoludur.

202
Burjuva sanatın "sonsuz cazibesinin" gizemi, eğer edebiyatta ya da sanatta toplumsal ilişkilerin bir inkarı (Freud'un kullandığı anlamda) gibi işleyen her şeyin sanat eserini hiç değilse sürekli olarak, en azından ondan başlangıçta sunmaya hazırlanmış olduğu şeyden, yani toplumsal dünyanın bu dünyadan sanki her şey o bunlardan bahsetmeksizin gerçekleşiyormuş gibi bir üslupla bahseden yansız bir çağrıştırmasından başka bir şey talep edilmedikçe yeniden etkinleşmeye hazırladığı görülürse yokolur.
 




.
.
.