20 Temmuz 2013

Serol Teber - Politik Psikoloji Notları

.
.
.
.
İnsanın Hiçleşme Serüvenine Giriş
Politik Psikoloji Notları  (1990)
Serol Teber
Papirüs Yayınları, 2001 İstanbul

13
Özellikle 1980 sonrası Amerika ve Avrupa'da ortaya çıkmaya başlayan ve ekonomik sorunların ötesinde, ağır ekolojik-kültürel ve de özellikle psişik krizlerle süren bu "High-Tech-Kapitalizm" evresine artık genel olarak post-modern dönem adı verilmektedir.

18
Prognoz (öngörü)

23
latent  herhangi bir şekilde göze çarpacak yaşam ve fizyolojik aktivite belirtileri görülmeyen biyolojik olayları ifade etmek için kullanılan bir deyimdir. (gizil)

28
Politik - psikoloji, özellikle bugünün birey insanının sorunlarının sözcülüğünü üstlenmiş, psikolojinin (ruhbilimlerin) en genç yan bölümlerinden biri; disiplinlerarası bir bilim dalıdır.

Oldukça kestirme bir tanımlama denemesiyle, politik-psikoloji, hangi tür toplumsal-ekonomik formasyondan olursa olsun, egemen-resmi devlet ideolojilerinin (merkezi bürokrasilerin, organize edilmiş komplekslerin, kartel pıhtılarının politikalarının) birey psikolojisine yansıma biçimlerini, birey psikolojisini ne tür etkileyip, deforme ve hatta tahrip etmesini tartışır; ya da gene bir başka türlü söylemeyle, resmi (ya da özel) ideolojileri yansıtan birey psikolojisini de eleştirel bakışla gözlem konusu yapar...

30
Psikanaliz, haklı olarak bilinçdışına etkide bulunmuş, kök salmış olayları irdelemede toplumbilimlerinden (sosyolojiden) çok, mitolojinin, tarihsel kişilerin, edebiyat ve diğer sanat yapıtlarının yardımına başvurmuştur. Freud, gene haklı nedenlerden dolayı bireyin politik otorite ile olan çatışmasını (ya da uyuşmasını), "erkek" bir psikoloji anlayışla, baba-oğul çelişkisine-çatışmasına indirgemiş; birey psikolojisini zaman-mekan boyutlarından soyutlamış; olayı, ana-baba-çocuklar düzeyinde bir "aile içi sorun" olarak tartışmaya sunmuştur.

Bu durumda bilinçdışının sorunlarını çözümlemeyi (bilinçdışını deşifre etmeyi) kendine araştırma konusu alan psikanaliz, bir anlamda -hiç de hak etmediği halde- tarihsel, zamansal ve mekânsal boyutları olmayan bir bilimsel disiplin konumuna getirilmiştir. Burada, tarihsel-toplumsal devinimler, mitolojilerin bir tür baba-oğul mücadeleleri içinde soğurulmuş ve reel politikalar da, anlaşılması zor ve garip bir anti-politik-psikoloji içinde nötralize edilmiştir.

33
En genel ansiklopedi bilgisiyle, politika (Politeia), özünde vatandaşlık haklarının hemen hemen tümünün çözümünü kapsar. Tüm toplumsal kurumların, kültürün, güzel sanatların, edebiyatın, aile ve çalışma yaşamı koşullarının, eğitimin, ticaretin, vergilendirmenin ötesinde, toplumsal temel ve üstyapıların ve tüm toplumsallaştırma kurumlarının vb. örgütlenmesini ve planlanmasını içerir. Reel toplumsal kurumlar aracılığı ile bireyin kişiliğini, kültürünü, bilincini ve bilinçdışını belirlemek politikanın ve politik gücü elinde tutan güçlerin çalışma alanı içine girdiği anımsanırsa, bireyin günlük yaşamını, psişik yapısını ve bunların sorunlarını tartışmaya çalışan psikolojinin ve psikiyatrinin de politika ile ilgilenmesini yadırgamamak gerekir.

36
(Erich Fromm ve Herbert Marcuse) … kapitalizmin, salt ekonomik ve politik krizlere neden olmakla kalmayıp, bunların çok ötesinde, insanın psişik yapısı üzerine öldürücü (katastrofal) etkilerde de bulunduğunu … (vurgulamışlardır).

38
(Horkheimer ile Adorno, 1944, Aydınlanmanın Diyalektiği)… eleştirel kuramın, politik psikolojinin temel yapıtlarından başlıcalarını oluşturmuştu.

39
Aydınlanmanın mantığı, rasyonalizasyonu meşrulaştırmış; insan bir anlamda, rasyonel düşünmek ve rasyonel hareket etmek zorunda bırakılmıştır… rasyonalizm, evrensel bir düşünce ve hareket etme yöntemi olunca, insan-insan ve insan-doğa ilişkilerinde 'doğal' bir eşitsizlik ve gene (Sosyaldarwinist) 'doğal' bir ayıklanma hakkı ortaya çıkmaya başlamıştır…

42
(Horkheimer, otoriter karakter) Uzlaşımsal değerlere kör bir bağlanma ya da teslimiyet; otorite karşısında kör bir itaat ve hemen yanı sıra, muhaliflere ve grubun dışındakilere karşı kör bir nefret ve husumet; kendi içindeki duyguların ve düşüncelerin ne olduğunu yoklamadan kaçınmak; katı stereotipleşmiş bir düşünce tarzı; insanüstü varlıklara inanma ve bel bağlama eğitimi; insan doğasının yarı-ahlakçı ve yarı-alaycı bir tutumla horlanıp bastırılması; kendi içindekini dıştaki nesnelere yansıtma.

50
(Amerikalı psikiyatr Dicks, 1942-46, otoriteryan kişilik) … tüm erkeksi görünmeye karşın yoğun bir latent homoseksüalite eğitimi…

51
(1958 Walter Jacobsen, Alman Psikologlar Birliği'ne bağlı bir 'Politik Psikoloji' seksiyonu) Burada, politika sözcüğü, psikolojinin on yıllardan beri sanıldığı gibi hiç de politikadan bağımsız 'steril' bir bilim dalı olmadığını vurgulamak için özellikle kullanılmış; ayrıca, psikoloji sözcüğüyle de, politikanın insandan ayrı (bağımsız) bir etkinlik alanı olmadığı anlatılmaya çalışılmıştır…

53
Savaş sonrası Batı demokrasilerinde görünürde açık-çıplak faşizm ya da ırkçılık olmadığı (hatta bunların resmi olarak yadsındığı) koşullarda bile, bu toplumlarda ne denli güçlü bir "latent faşizm" üretildiği…

54
… en demokratik görünümlü toplumlarda bile depolitize edilmiş kişiliklerin 'zamanı geldiğinde' birden ve 'şaşırtıcı' bir biçimde ne denli politize olduklarını görmek artık hiç olmazsa bizler için hiç de düş kırıklığı oluşturmaktadır.

55
Resmi devlet ideolojileri, pisişik yapıda, bireylerin özgün davranışları, orjinal politik tutumları olarak ortaya çıkan kimi segmentlerde yoğunlaşmaktadır. Örneğin, bireysel önyargı, dogmatizm, ethno-sentrizm, konservatif-otoriter ya da potansiyel faşist karakter ve bunların günlük praksis içine sokulmasındaki makyavelizm gibi çeşitli, açık ya da latent politik tutumlar birey psikolojisinde yoğunlaşmış resmi devlet ideolojilerinin başlıca dışa yansıması biçimleri olarak görülmektedir.

Böylece her bir politik tutum, genel olarak, bireyin, tanıma-bilgilenme durumuna gelme sürecini, bilişi (cognition-vukuf), duygusal tepkiler gösterme durumunu, duygulanımı (affektion teessür), ve uyaranlar karşısında göstereceği (ya da göstermeyeceği) tepkileri, davranışları (behavior - tavır, hareket) kapsayan ögelerden oluşur.

56
Önyargılı düşünmek hiç kuşkusuz, kültür düzeyi düşük ve yeterli düşünme alışkanlığı geliştirmemişler için oldukça 'tutumlu' (ekonomik) bir düşünme biçimidir. Çok az düşünerek yaşamlarını sürdürmeye özen gösterenler, önyargılı düşünmeyi ve ön yargılı yaşamayı özellikle severler. Ayrıca, önyargılı düşünmek stereotipik bir düşünme biçimidir de…

59
Wilson'a göre, 'tutuculuk' (konservatizm) kişiliğin, konfilikt karşısında geri çekilerek oluşturduğu bir tür savunma mekanizmasıdır. Tutucu kişilik, kendini sürekli tehdit altında hissetmenin getirdiği güvensizlik, umutsuzluk, güvenirsizlik sonucu en kestirme ve görece kolay çözüm yolunu seçer; kendini hiç kimsenin saldırmasına / tehdit etmesine gereksinim duymayacağı alanlara kadar geri çeker; kişiliğini silikleştirir; hiçbir özgün orjinal yanını açıkta bırakmaz. Ancak gene de içinde yoğun bir korku, güvensizlik/itimatsızlık taşır…

Wilson'a göre bu tür kişilikler, doğuştan ve/veya ilk çocukluk yaşlarından itibaren kendilerine uygulanan toplumsallaştırma, eğitim sürecinde gösterilen otoriter baskı sonucu çok korkulu ve çok hassas/duyarlı bir biçimde yetiştirilmişlerdir. Bu tür bir kişilik üzerinde, toplumsal ideoloji, özellikle din, politik tutum ve diğer kültür alanları özgün gelişmeler gösterebilir... "Konservatif sendrom" içinde tanımlanabilen kişilikler, politikada (genel olarak) sağa eğilimlidirler; azınlıklara ve üçüncü dünya ülkelerine, Yahudilere ya da kara derililere karşı hoşgörüsüzler; yoğun bir ethno-sentrizm, militarizm, özellikle dinsel alanlarda dogmatizm, toplumsal uyum-konformizm, anti-hedonizm ve yeniliklere karşı aşırı duyarlı bir tutum gösterirler.

62
… yeni-tutuculuğun temel yaşam felsefesinin özünü oluşturan Makyavelizmin kimi önemli niteliklerini anımsamak yararlı olabilir.

Makyavelizmin temel ilkesi "amaç, aracı meşrulaştırır" (hatta kutsallaştırır) tümcesiyle özetlenir.

65
… insanların büyük bir çoğunluğu, mit'lerin, masalların, ilk toplumların tarihlerinin de etkisi altında kalarak, insanların eski zamanlarda (altın çağlarda) olağanüstü bir güvenlik içinde ve bir tür cennette yaşadıkları sanısını taşırlar; buna karşın şimdiki zamana dönük, güvensizlik düşüncesinde, hep bu yitik cennetin sağladığı -eski- güvenliği yeniden kazanmak isteği; ve geleceğe yönelik güvenlik düşüncesinde de, bu cenneti dünya üzerinde yeniden kurmaya çalışma özlemleri-öngörüleri vardır…

66
Marksizmin (sosyalizmin) insanlara, anaerkil-ilktoplumlar döneminin (altın çağın) dünyada yeniden oluşturulabileceğinin olabilirliğini umudunu verdiği için, her türlü karşı teröre rağmen benimsenip-savunulduğu, gözlenmiştir…

79
… Beck'in savına göre, politik toplumsallaştırma, politik düzenin belirlediği (ve/veya değiştirmeyi öngördüğü), politik davranışları etkileyecek, yönlendirecek, normları ve tavırları dolaylı ya da dolaysız yollardan insana kavratma ve özümletme süreci olarak tanımlanmaktadır…

80
Bu süreç içinde, insanlarda geliştirilen, sorumluluk, boyun eğme, sadakat, görev bilinci, korku, suçluluk duygusu gibi doğal insan psikolojisine yabancı ve hatta (ters ve hastalıklı) yapay normlar-değer ölçüleri gelişirken, sevgi-aşk, umut ve haz duyabilme, mutlu ve hatta orgazm olabilme duygu ve yetenekleri söndürülmüştür.

81
Toplumsal düzeni ve bunun kurumlarını değişmez ve hatta eleştirilmez, bir tür 'tabu' olarak görüp, bireyin, bu kurumlara uyumunu, bunların öngördüğü normlar-standartlar ve değer sistemlerine -sorun çıkarmadan uyuşmasını, özdeşleşmesini savunanlar, toplumsallaştırma olayını bir kimlik arayışı, bir özdeşleşme (identification) süreci olarak görmektedirler. Buna göre, toplumsallaştırma süreci, yetiştirilmekte olan çocuğun, kendine örnek olarak değişmez ve tartışılmaz olarak kabul edilen toplumsal normları-standartları benimseme ve onlara benzemeye çalışma süreci olarak tanımlanmaktadır.

84
Birincil-örtük politik toplumsallaştırma sürecinin özünü, aile-içi eğitim oluşturur. … aile-içi eğitim ve olgunlaştırma dönemi, çocuğun birincil-örtük politik toplumsallaştırma sürecinin temelini belirler. Burada, çocuk, çok kez ve tüm ayrıntılarıyla şiddeti (zorbalığı) tanır. Salt duygusal-ruhsal yanıyla değil, fizik-biyoloji boyutlarıyla da şiddeti öğrenir.

89
İkincil (-belirgin-) politik toplumsallaştırma süreci: Bu aşamada, temel (-örtük-) politik kişilik (-karakter-) üzerine gelişen ikincil, ancak kesin politik tavırlarını belirleyecek belirgin politik davranışlar oluşmaya; ve gene bu süreç içinde, çocuğun-gencin, öz kimliği ile politik kimliği özdeşleşmeye başlar; örtük politik kişilik, belirgin politik kişiliğe dönüşür.

97
… Antik Çağ Grek takviminde tarih, zamanımızdan önce 776'da başlar, daha doğrusu bu tarihte başlatılır. Bu tarih, Antik Grek toplumlarında anaerkil düzenlerden, ataerkil düzenlere geçilmeye başlanışın ve ilk olimpiyatların yapılışının dönüm noktasını oluşturur. Bu tarihsel dönüm noktasında sonra, ataerkil Grek toplulukları, anaerkil dönemleri "tarih öncesi" olarak tanımışlar; ve tüm olanakları özellikle de mitolojinin yardımıyla anaerkil dönemlerin izlerini, anılarını belleklerden ve günlük yaşamdan silmeye çalışmışlardır.

Böylece, Antik Grek toplumlarında, zamanımızdan önce 776 tarihinde, homogalekde (aynı sütten beslenmiş, aynı ananın çocuklarından oluşan) anaerkil ilktoplumlar dönemi sona erer; ve gene bu dönemden başlayarak insanlık tarihi, büyük trajik metamorfozlarla her türlü insancıl duygunun, düşüncenin, eşitliğin yadsınmaya, insanın-insan, insanın-doğa üzerine hegemonya uygulamaya, toplulukların yöneticiler ile kadınlar, çocuklar, köleler ve diğer çalışanlardan oluşan sınıflara bölünmeye; dinin, tek tanrının, devletin, ataerkil ailenin ve de çeşitli ayrıntılarıyla sistematik-yapısal şiddetin (zorbalığın) örgütlenmeye başladığı görülür…

99
Roma'da devlet, ilk kez, "düzen" ve "disiplin" oluşturmak için, şiddet uygulamayı kendi tekeline (monopoline) almış; sonra, bunun bir bölümü, ataerkil ailenin reislerine-babalara-yetişkin erkeklere devredilmiştir.

100
Şiddet uygulamak yöneticilerin doğal haklarıdır… (Luther)

Moden Kapitalist devlet kuramcılarından biri olan Max Weber, devleti, belli bir arazi -coğrafya parçası üzerinde- şiddet kullanma tekelini elinde tutan bir güç, bir örgütlenme olarak tanımayacak kadar açık oynamıştır kartlarını.

102
(Weber'e göre, fabrikalardaki örgütsel disiplin) … Birey, organizmasının yapısınca belirlenen doğal ritmlerden koparılmakta, ayrı ayrı işleyen kasların metodik uzmanlaşması yoluyla pisikolojik-fiziksel aygıtı yeni bir ritme uydurulmakta.

139
Bugün, bilinen insanlık tarihinde, belki de ilk kez, böylesine önemli alt-üst oluşların yaşandığı bir ortam ve zaman dilimi içinde, insanların çok ciddi psişik bunalımlar içinde olması gerektiği beklentisine karşın (ve eski kriz dönemlerinde görülenlerin tersine), içinde bulundukları psişik, kültürel, moral, tinsel, duygusal konumlarından rahatsız olan insan sayısının beklenenden az sayıda olduğu ve hatta bugüne değin örneği görülmemiş boyutlarda, insanların büyük bir ilgisizlik, kayıtsızlık ve dahası yapay bir "mutluluk" içinde adeta "sevinerek" yaşadıkları saptanmaktadır…

141
Karl Marx'ın devrimci tarih anlayışının odak noktasını yabancılaşma oluşturmuştur. Burada Marx, yabancılaşma olayına (sürecine), Hıristiyanlığın "ilk günah" olayını anımsatır biçimde yaklaşmıştır… Üretim sürecinde, meta'nın ilk pazarı çıkışı, yani meta'nın kullanım değerinin, değişim diğerine dönüştüğü "an" ilk günah işlenmiş ve bir tür "Salto mortale" (ölüm taklası) ile insanın yabancılaşma süreci başlamıştır. Bu "an" aynı zamanda, sınıfsız ilktoplumlardan (anaerkil dönemlerden), sınıflı ataerkil dönemlere geçişin dönüm noktasını belirleyen, (o laneti) "an"ı da çağrıştırır.

… günlük yaşama taşıyıcılık görevini, praksisini...

150
egoist-bencil ve altruist-elcil davranışlar...

167
Bugün içinde yaşanan yabancılaşma ve anomie durumları, bireyin toplumla olan sürtüşmesi olarak değil, bireyin topluma gereğinden fazla uyum sağlaması tarzında ortaya çıkmaktadır.

178
Herbir bireyde kendine özgü duyguları ve görünümleriyle çok geniş bir spektrumu kapsayan yabancılaşmış yaşantı reaksiyonları, en genel ve oldukça sık görülen biçimleriyle şöylesi duyguları, yakınmaları ya da soruları içerebilir:

"Ben genelde hep hüzünlüyüm… ama, aslında bunun için pek önemli nedenlerde göremiyorum nedenler de göremiyorum… artık neşeli olmaya pek bir çaba da harcamıyorum; çünkü anladım ki, artık benim neşeli ya da mutlu olmam olası değil… biliyorum, dünya ve yaşamak güzel… fakat benim içimde hiç bir heyecan ve güç yok… Her şey bir garip oldu… matlaştı… donuklaştı… Ben bir şey söylemeye kalksam, benim sesim bana yabancı birinin sesi gibi geliyor… hatta benim vücudum bile bana yabancı geliyor… Arada ellerime bakıyorum, bunlar benim ellerim mi diye?... Ellerimi yıkarken onlara bakıyorum ve tanımıyorum… ikisi birbirlerine benzemiyorlar… Ayrıca, bu eller bana ait değilmiş gibi geliyor… çevreme bakınıyorum, ben bunları daha önce bir yerlerde görmüşüm gibime geliyor… ayrıca her bir şey Benim dışımda… kendi kendimi bir sinema seyredermişim gibi seyrediyorum… film bazen renkli oluyor ama… genelde gri… uykuda mıyım, yoksa uyanıkmıyım bilemiyorum… Ben buradayım da, benim ruhum başka bir yerdeymiş gibi geliyor bana… ya da gerçekten bu durum böyle… Ben gerçekten Ben miyim? Ben önceden de böyle miydim? bilemiyorum… Bazen, Benim, beynimin ve vücudunun bir yarısı, öteki yarısı ile konuşuyor, tartışıyor ya da kavga ediyorlar… ama Ben araya giremiyorum… bu durumu Ben uzaktan seyrediyorum… Ayrıca, Ben hangi taraftan olayım… onu da bilemiyorum… Benim söyleyecek hiçbir sözüm kalmadı… Bunların her ikisi de ben miyim?... Kendimi çok yanlız hissediyorum… İçimde bir boşluk var… kapkara, buz gibi bir boşluk… artık acı da vermeyen bir boşluk… Kendime özgü söyleyecek bir sözüm-savım kalmadı… yüreğim gibi kafam da boş… 'Ben buharı olmayan bir lokomotif gibi duyumsuyorum kendimi' … Kafam bazen çalışır gibi oluyor ama randımansız… Ben bu konuma nasıl geldim?... Beni bu konuma kim getirmiş olabilir?..."

179
Hangimiz, yaşamınız boyunca bu tür yakınmalardan bir ya da birkaçını yakınlarımızdan duymadık ya da bizzat kendiniz duyumsamadık bilemiyorum… Fakat, pisikolok ya da pisikiyatrların günlük yaşamları ve klinik protokolleri bu tür yabancılaşmış yaşantı reaksiyonlarıyla doludur...

Bütün bu yabancılaşmış yaşantı reaksiyonlarını, psişik durum saptamalarını, psikiyatri açısından "hastalık" olarak tanımlamak mümkün değildir. Başka türlü bir söylemeyle, diğer tıp dallarının anladığı ve günlük praksislerinde gözlem konusu yaptıkları anlamda bir "hastalık" (Morbus) anlayışı psikiyatri için oldukça yabancıdır; … psikiyatride, diğer tıp dallarının kullandıkları anlamda bir "hastalık" sözkonusu değildir.

Doğa bilimlerinde, tıbbın, psikiyatri dışında kalan bölümlerinde, hastalık, bir ya da birkaç organın, fonksiyonel veya organik bozukluğu sonucu ortaya çıkan belirtileri, bozuklukları içerir.

181
… insanların duydukları korkuların, acıların, huzursuzlukların, kuşkuların, güvensizliklerin, şüphelerin, kıskançlıkların ve de saldırganlıkların kökeninde ve dahası, gösterdikleri nörotik, depresif, psiko-somatik, şizofrenik tepkilerin temelinde hemen hemen her zaman, az yada çok, örtük veya belirgin, geçici ya da sürekli bir yabancılaşmış yaşantı serüveni bulunmaktadır.

195
Bireysel pisiko-patolojinin bu trajik serüveni çok kez salt bu boyutlarda kalmaz. Günlük yaşamın labirentleri içinde giderek sıkışan, çaresizleşen, atomlaşan insanların önemli bir kesimi, pisişik yapılarının (hiç olmazsa geriye kalan kesimlerinin) dağılıp yok olmaması için bilinçli veya bilinçsiz (örtük ya da belirgin) oluşturdukları savunma yöntemleriyle, kişiliklerinin en primitif, en tutucu normlarını, değerlerini içeren bölgelere kadar geri çekilmek zorunda kalabilirler. Ve bu durumda, daha önce de değindiğimiz gibi olağanüstü boyutlarda korkulu, kuşkulu, paranoid, önyargılı, dogmatik, etno-santrik, anti-demokratik, otoriteryan eğilimler yoğunlaşabilir; ve disiplin ve otorite, geçici bir süre için de olsa, böylesi bir psiko-patolojiyi koruyabilecek son bir seçenek olarak ortaya çıkabilir. Ve gene son bir seçenek olarak, bu konumdaki bir birey-insan, kendisini içinde bulunduğu psişik karmaşadan (kaostan) kurtaracak disiplinli bir yönetim, bir önder arayabilir.

205
Politik-toplumsal gelişmeler, insanların psişik yapılarında giderek artan yoğunlukta yabancılaşma-anomie, güçsüzlük, korku, yalıtlanma, Ben-bilincinde çeşitli nicel, nitel boyutlara varan bozukluklar ortaya çıkarmakta, insan yaşamı anlamsızlaşmakta; insanlarda genel bir de-realizasyon, de-personalizasyon ve ağır paranoid durumlar ortaya çıkmaktadır.

207
Fakat, bu gelecek zamanlardan da tümüyle kaygı duymaya gerek olmayabilir. Örneğin, şizofreni kimilerine göre Ben-bilincinin çeşitli düzeylerde çözüldüğü bir psişik durum ve kimilerine göre ise, insanın somut bireysel ütopisini gerçekleştirdiği bir yaşam tarzıdır. Tabii burada da psikiyatrlar ve psiko-farmakoloji endüstrisi insanı rahat bırakırsa.
.
.
.
.





09 Temmuz 2013

Ayla Öber - Hayvan Davranışları

.
.
.
.
Hayvan Davranışları (Temel Ögeler)
Prof. Dr. Ayla Öber
Nobel Yay. Ankara 2007

1
Genel bir tanım ile “bir canlının yaşam sürecinde yaşama tutunabilmek için tüm yaptıkları” davranıştır. Yaşam için gereken metabolik aktivitelerin yerine getirilmesinde beslenmeden başlayarak gösterilen en temel davranışların ilk basamağı bir ortama yerleşmektedir. Yani canlı biyolojik özelliklerine uyan bir ortamda (karasal; dağlık, ormanlık, çöl veya sucul; deniz, tatlı su) yerleşerek besleme, yuva yapma, kur yapma, üreme ve mücadele gibi birtakım davranışlarını sergiler. Canlının değişik çevre şartlarına veya bulunduğu çevrede oluşacak değişikliklere kendini adapte edebilmesi ancak doğuştan sahip olduğu veya sonradan kazanılmış davranışları ile gerçekleşecektir. Bu nedenle çok önemli bir olgu olan davranış kısaca; “sinir sistemi aracılığı ile motor aktivitelerin birbirini bütünleyen bir dizisi” olarak da ifade edilebilir. Temel olarak davranış (behaviour); doğum ve beslenme ile başlayıp öğrenme, çoğalma gibi daha karmaşık olayların sergilendiği bir biyolojik kavramdır. Bazı kaynaklar etoloji olarak “davranış biyolojisi” ifadesini almakta ve “karşılaştırmalı davranış araştırmaları”nı tanımlamak için bu ismi kullanmaktadır.

etoloji  (bilişsel etoloji: hayvan zihnini inceleyen bilim; Etolojinin amacı belirli bir hayvan grubunu değil, onların davranışlarını incelemektir ve çoğu kez tek bir davranış kalıbının, örneğin saldırganlığın değişik hayvanlarda nasıl ortaya çıktığını araştırır; etoloji bir laboratuvar bilimi değildir. hayvanlar doğal ortamlarında, tercihen rahatsız edilmeden incelenir; etoloji sadece yöntemiyle değil, sorduğu sorularla da hayvan davranışını çalışan diğer disiplinlerden ayrılır. Tinbergen 1963 tarihli makalesinde etolojinin amacını dört soruyla belirler. bu sorular, belirli bir davranış için 1) nedensellik, 2) gelişim, 3) uyarlanım, ve 4) evrimdir. Bu soruları gerçek bir davranışa uygulayalım. mesela: neden balinalar "şarkı söyler"? 1- nedensellik (doğrudan): ne tip uyaranlar (görsel, işitsel) balinanın şarkı söylemesine neden olmaktadır? 2- gelişim: balinanın gelişimi boyunca şarkı söyleme davranışı ne şekilde ortaya çıkar? bu davranış öğrenilir mi yoksa doğuştan mı gelmektedir? 3- uyarlanım: bu davranış balinanın hayatta kalmasına nasıl katkı yapar? davranış ne tip sonuçlar doğurmaktadır? 4- evrim: bu davranışın evrimsel tarihi nedir? başka türlerdeki davranışlarla karşılaştırılabilir mi?

3
Etolojinin esası içinde, birbiriyle ilişkili olan canlıların çevrelerine gösterdikleri uyum kapasiteleri yer alır ve türün seleksiyon değerini (seleksiyon seçim) anlamak onun genetik programını anlamaktan geçmektedir. Çalışmalarda alınan “nasıl” sorusu canlının aktiviteyi hangi yolla gösterdiği yani nörofizyoloji ile ilişkilidir. “Niçin” sorusu ise evolusyoner (evolusyon  değişme, gelişme) ve zorunlu nedenleri açıklamaya yöneliktir. Dolayısıyla davranış bilimi birçok diğer biyoloji dalı (anatomi, fizyoloji, genetik ve evolusyon) ile yakından ilişkilidir. Ayrıca alınan dallar içindeki konular özelleştirilebilir. Örneğin davranış fizyolojisi içinde nörofizyoloji, nöroetoloji, endokrinolojik etoloji yer alır (endokrinoloji  etimolojik olarak Endo(iç) krino(salgı) loji(bilmi) anlamına gelmektedir. Vücudumuzdaki iç salgı bezleri tarafından kana aktarılan hormon dediğimiz yapılar, diğer sistemlerle beraber vücudumuzdaki birçok mekanizmayı kontrol ederler ve tüm bu sistemi inceleyen bilim dalına denir). Sosyal davranış ve sosyalbiyoloji çalışmaları davranış ekolojisi, öğrenme ise davranış ontogenezi içinde bulunan çalışma konularıdır (ontogenez  Ontojeni [ontogenez veya morfogenez] bir organizmanın döllenmiş yumurtadan olgun formuna kadar geçirdiği değişim ve gelişimini tanımlar).

4
Canlılar arasında sadece insan, çevresinden aldığı uyaranları tanımlayabilmekte ve karşı reaksiyonların analizini yapabilmektedir. Hayvanlar ise uyaranı aldıklarını sadece fiziksel olarak ortaya koyarlar (örn. ani sese karşı köpeğin kulaklarını dikmesi).

Herhangi bir hayvanın davranışı gözlenirken “insanın bu davranış karşısında tutulumu nedir veya ne olurdu?” sorusu ile yaklaşılmaktadır. … Aslında bu, insanın kendisine aniden dokunulduğunda yapacağı bir hareket olup hayvan için aynı anlamı taşımayabilir. Bu tarz bir yaklaşım antropomorfizm; “insanın kendi duyguları ile hayvan davranışlarını açıklaması” olarak isimlendirilir, pek bilimsel bulunmaz.

5
Hayvanlarda davranış biliminde esas olan tekniklerden biri, davranışın doğru ve sistemli bir şekilde karşılaştırılması yoluyla, benzerlik ve farklılıkların ortaya konulmasıdır. Bu arada insana uygulanan bazı yöntemlerden faydalanma yoluna gidilebilirse de insanların pek çok koşula uyma ve farklı uyaranlara farklı cevap oluşturma yeteneğinde oldukları, hayvanların uyaranlara karşı sınırlı davranışlar sergileyecekleri göz ardı edilmemelidir.

Uyartı-cevap teorisi
Genel anlamı ile davranış bir uyarıya cevaptır. Davranışa sebep olacak etki canlının içinden veya dışından gelebilir. Yani içsel şartlar (hormonal vs.) kadar fiziki veya sosyal çevrede burada önemlidir. Bu nedenle uyaranın çalışılması, davranışın çalışılmasının en önemli başlangıç öğlelerinden birini oluşturmaktadır.

Hayvanların eş seçimi, cinselliklerinin yaşanması gibi olaylar ovaryumdan kana salınan bazı maddelerin kontrolünde gerçekleşmektedir (ovaryum dişi eşey organı).

6
Uyartı
… fiziki (ses, ışık, ısı, basınç) veya kimyasal faktörler…

Bir hücrelilerin ışığa yönelimleri veya uzaklaşmaları (az ışıkta sipiral hat üzerinde ışığa yönelim - ani ışık kesilmesinde bir daire içinde dönme - ışık verildiğinde daireden çıkış) ışık yoğunluğu ile ilgilidir.

8
Duyu organları ile algılanan dış uyarılar direk olarak vücuda - beyine gelir ve farklı duygu kapasitelerine göre cevaplar oluşturulur. Vücut içindeki (internal) fizyolojik reaksiyonlar ile bağlantılı olan sinirsel uyarılar da davranış sebepleridir. Uyaranlar çoğu zaman canlının merkezi sinir sisteminde kalıtsal olarak programlanmış olan karmaşık bir tepkinin ortaya konulmasını da sağlayabilirler. Bu, çoğunlukla öğrenme fenomenlerinin açıklamasında bir yol gösterici olarak alınır (kalıtımın da öğrenmeye etki eden bir faktör olduğu hatırlanmalıdır). Adaptasyon veya eliminasyon gibi olayları daha iyi anlamak duyu organlarını tanımak ile başlar.

9
Davranışın Organizasyonu

Biyolojinin birçok dalında olduğu gibi davranış içinde de olayların düzenlenmesi bir sıralanım (hiyerarşi) içinde gerçekleşmektedir.

Genlerin yer aldığı ilk basamaktaki olay, alınan genetik programa göre canlının çevreyi ve orada oluşan olayları algılayıp tepki gösterme kapasitesini belirler. Uyartı ve cevabın oluşmasında en önemli adım belki de bu ilk basamakla başlamaktadır. Ferdin genlerinin, sinir sistemi ve endokrin sistemlerinin gelişimini dolaylı olarak etkilemesiyle davranış üzerinde etki gösterdiği belirtilmektedir. Davranış genetiği bu konuyu ele almaktadır.

Uyarıların görevli hücreler tarafından alınmaları ve bir diğer hücre veya yapıya aktarılmaları sonucunda hareket oluşacak ve bu noktadan başlayarak davranış takip edilebilecektir. Bunun için sahip olunan organların duyu ve motor kapasiteleri önemlidir. Organların bir arada oluşları ile yapılanmış sistemler fizyolojik adaptasyonun gelişmesinde içsel değişimlerin (hormonal aktivite) ortaya çıkmasını sağlamakta ve davranışa bu yolla katkıda bulunmaktadırlar. Davranış Fizyolojisi içinde duyu organları ile reseptörlerin yapıları yanında onların düzenlenişlerine, hormonların davranışlarla ilişkilerine bakılmaktadır.

Sistemler bütünü olarak görülen organizma basamağında birey (tür) önemli olup davranışın ortaya çıkması için gerekli olan etki; adaptasyon, psikolojik gelişim ve zeka ile gerçekleşmektedir. Burada da canlının anatomik-fizyolojik kapasitesi ile yetenekleri ön plandadır. Davranış ve anatomi, adaptasyon için önemli olan sistemler bütününü dikkate alır. Motor aktivite gösterilmesi için görev üstlenen yapılar davranış şekilleri ile birlikte bu başlık altında değerlendirilirler. Bireylerin oluşturduğu sosyeteler, ister gerçek anlamda sosyal yaşam, ister sosyete yapısı içinde ele alınsın, belirgin bir sosyalizasyon ile baskınlık ve liderlik kavramları da bu konu ile ilişkili olarak gelişim göstermektedirler.

Bir hücreliler den başlayan vejetatif ve generatif bireyler topluluğu olarak kolonileşme, çok hücrelilerde farklı şekiller göstermektedir. Sölenteratlarda aynı örnek üzerinde bulunan beslenme ve üreme bireyleri düzeni, böcek gruplarında görülen tipik sosyal yaşam ile şartlara bağlı gelişen (bir su çevresinde gruplar oluşturan memeliler) ya da bir yaşam şekli olan sosyetelere (maymunlarda görülen aileler) uzanan örnekler sergilenmektedir.

10
Aynı türe ait bireylerden oluşan topluluklar olan populasyonlar penceresinden davranışa bakıldığında görülen en önemli noktanın yerleşim olduğu fark edilmektedir. Bir yerleşim alanı belirlendikten sonra burada yuva-barınak-sığınak yapılandırılıp beslenme ve çoğalma gibi işlemler gerçekleşecektir.

Canlıların bir alana yerleşerek lokalizasyonu sağlamaları ve bunu belirleyici olmaları dışında koruyucu da olmaya çalışmaları, yaşamsal olaylar açısından çok önemlidir. Territori denilen bu alanlar hayvanların faydalanma amaçlarına yönelik olarak; yerleşim, beslenme, üreme territorileri şeklinde ayrılabilmekte veya sözü edilen olayların tümü aynı territoride gerçekleşebilmektedir. Davranış ekolojisi olarak alınacak bir başlık altında bu konu detaylandırılabilir.

Territorialite de denilen davranış içinde canlılar, farklı yaklaşımlar sergileyerek kendilerine ait olduğunu kabul ettikleri alanı savunmaktadırlar. Savunma öncesinde alanın kendilerine ait olduğunu belirlemek amacıyla canlı çeşitliliği paralelinde davranışlar geliştirilmiştir. Bunlar içinde en tipik olarak ayırt edilenler: tatlı su levreklerinde alanı karşıdakine belirtme amacıyla alan çevrede suya kuvvetli kuyruk vurma hareketi yapılmaktadır.

Territoriyi belirleme ile ilgili diğer davranış tipleri arasında Felis ve Hippopotamus’larda dışkı ve idrar ile alanın çevresini işaretlemek vardır. Memelilerde tüylerini alanın çevresindeki çalılara takmak, bazı salgılarını/kokularını alanın çevresine bırakmak da (geyiklerin boynuzlarını yere ve otlara sürmeleri) önemli davranış örnekleridir. Geyiklerde ve maymunların çoğunda olduğu gibi alanın belli noktalarında uluma sesleri ile gözdağı vererek işareti bildirmek de en bilinen territori belirleyici davranışlardır.

13
Duyular (Davranış Fizyolojisi)

Davranış; dış ve iç ortamlara karşı geliştirilen tepkilerin kesiştiği nokta gibi görülmektedir. Dolayısıyla türün ekolojisi ile davranışsal cevap arasında da bir bağıntı olduğu kabul edilmektedir. Canlılar sıcak, soğuk, yerçekimi, ışık, ses ve kimyasal maddeler gibi birçok çevresel faktörlere ve bu çevrede bulunan diğer canlılar ile cansız maddelere karşı tepki göstermektedir. Tüm bu tepkiler türün hayatta kalmasını ve neslinin devamını sağlayabiliyorsa davranış başarılı sayılmakta ve doğal seçilimle üstünlük sağlayıp yaşam devam ettirilmektedir. Bunun için de duyu organları çevre hakkında canlının bilgi toplamasında görev almışlardır ve uyarılar bu organların hücreleri aracılığı ile merkezi sinir sistemine iletilerek canlı bir harekete yönlendirilmektedir. Beyine bilgi taşıyan nöron, duyu internöronları yoluyla mesajı merkezi sinir sistemine taşıdıktan sonra ganglion hücreleri gelen mesajın şifresini çözer, analizini yapar ve tepki gösterme emri verilir (ganglion  Gangliyon: Düğüm, sinir düğümü, lenfa bezi).

Canlıların hepsi aynı duyu kapasitesine sahip değillerdir. Bazı canlılar görme, bazıları işitme, bazıları ise koklama duygularının gelişmişliğine göre tepki oluşturmaktadırlar.

14
Tropiklerde yaşayan bazı balık türlerinin yaşadığı sular oldukça karanlıktır ve bu nedenle gözler işlevselliğini kaybetmiştir. Ancak çevrelerindekileri fark edebilmeleri için bunların yerine özel elektrik organlar denilen yapılar gelişmiştir. Vücutlarının çevresinde bu organlar sayesinde oluşturulan elektrikli alan, balıklar için ortamda canlı-cansız yabancı varlıkların bulunup bulunmadığını belirleyici olmaktadır. Elektrik üreten yapı, balığın kuyruğunda yer almaktadır. Baş kısmında üç reseptör aktivite alanının bulunduğu belirtilen bu balıkta oluşan elektrikli alanda meydana gelecek değişimler bazı bölgelerde iyi, bazı bölgelerde ise daha zayıf olarak algılanmaktadır. Balık, avlanma ya da av olmama konusunda bu bilgileri değerlendirmektedir.

Yılanlardan çıngıraklı yılanlar, sıcaklığı çok iyi algılarlar. Göremedikleri halde, başın ön kısmında gözlere yakın alanda bulunan termoreseptör sayesinde karanlık ortamda vücut sıcaklığını algıladıkları bir canlıya saldırabilirler.

15
Örümcekler ağlarına düşürdükleri böceğin varlığını ve hatta cinsini ağlarda oluşan titreşim tipi ile belirlemektedirler.

… Kurbağa ve değişik ötüşler sergileyen kuşlar, üreme dönemlerinde bu sesleri kullanma yanında işaret vermede de farklı sesleri kullanmaktadırlar. … Kuşlarda… özellikle Ramphastos sp.’ların tehlikeyi haber vermede ileri davranışlar sergiledikleri saptanmıştır.

… yarasalar insan kulağının duyamayacağı sesleri duyar ve kendi çıkardıkları sesin dalgalar halinde yayılarak gidip dönmesi ile yer belirleme gibi bir olayı gerçekleştirerek bunu avlanmada ve hızla uçarken bir yere çarpmamak için kullanırlar. Yüzen memeli yunus da eko-lokasyon olayı denilen bu yankılanmayı kullanarak suyun altında seyrini sürdürür.

16
… Uyartı almaya özelleşmiş yapılar duygu ve sinir hücrelerini içerir ve bunlara alıcı (reseptör) hücreler/organlar denir. Reseptörler farklı uyarıları alabilecek şekilde gelişme gösterirler.

Uyarıların hepsi bir enerji çeşididir. Işık ve ısı, radiant enerji, basınç, dokunma ve ses; mekanik enerji, koku ve tat; kimyasal enerji olarak verilebilir. Duyu organlarındaki özel alıcılara enerji olarak gelen uyaran buradaki sinir fibrillerince dalgalar halinde mekanik-elektriki veya kimyasal değişiklikler şeklinde alınır ve merkezi sinir sistemine iletilir. Bu değişik dalgalar impuls olarak isimlendirilir. Bir nörondan diğerine impuls geçişi sinapsis denilen bölgelerde gerçekleşmektedir. Sinir uzantısı boyunca geçen impuls sayısı, uyarının kuvvetinin ölçülmesinde önemli olmaktadır. Omurgalıların ve özellikle insanın, çok yüksek frekanslı seslere cevap vermemesi, işitme duyu sisteminin uyarıları filtre etme kapasitesinde olmasından kaynaklanmaktadır.

Merkezi sinir sistemine gelen impulslar burada değerlendirilerek cevap oluşturacak olan motor sinirlere yöneltilir. Motorsan sinirler tarafından uyartılar kaslara ve endokrin bezlere iletilir. Bu organlar da uyartıyı aldıklarını herhangi bir şekilde tepki vererek gösterirler.

20
İşitme Duyusu
Antropodlar dışındaki omurgasızlarda işitme organı bulunmasa da ses titreşimlerine duyarlı olan organları vardır. Suda yaşayan canlıların sahip oldukları dokunma duyusu ile ilgili organlar suda yayılan titreşimlere de hassastır, ancak özel bir ses alıcı organ çok azında bulunur. Andropodlardan böcek ve örümceklerde yeri ve şekli farklı olsa da esası kitin olan bir zarımsı yapı ile titreşimleri almaya yarayan duyu hücreleri bu görevi üstlenmişlerdir.

Böceklerin bir kısmında sesi algılama vücuttaki kıllarla olur.

21
Canlıların farklı frekanstaki sesleri ayırt edebilme kapasiteleri belirgin ayrımlar gösterir; örneğin böcekler 300/sn, insan 20-18000/sn, yunus'lar 120000/sn, yarasa'lar 180000/sn devire sahip sesleri ayırt etmektedirler.

Çekirgelerde ön ayakların sallanıp seslerin toplanmaya çalışıldığı bilinmektedir.

Sesi alan yapılar (kulak, vs.) canlıların çoğunda denge organı olarak da iş görmektedir. Balıkların 'literal line' denilen yanal çizgi'sinde titreşimleri alan duyu hücrelerinin dengeyi de sağladıkları saptanmıştır.

22
Koklama Duyusu
Böcekler antenlerinde içerdikleri özel alıcılar sayesinde kokuyu algılarlar. Denizkestanesi tüp ayakları ucundaki reseptörleri, annelidler ve mollukslar tüm vücut yüzeyini koku almada kullanırlar.

Tad Duyusu
Omurgasızlardan böceklerde tad duyusunun algılanması yine bacaklarda bulunan kıllar ile sağlanır. Bu kıllar ile bitkideki nektar miktarının bile saptanabildiği belirtilmektedir.

[bedenimizin zaten dans ettiği bilgisi, tüm bedenimizin işitebildiği bilgisi, annelidler'in ve mollukslar'ın tüm vücutlarıyla kokladığı bilgisi...]

23
Dokunma Duyusu
Bir hücrelilerde özel bir duyu alıcı olmadığı halde amiplerin dokunmayı algıladıkları düşünülür. Sıcaklık da onlarda geri çekilme hareketine sebep olur.

24
Denge Organları
Yer çekimini algılayan yapılar olup statocyst adıyla bilinirler. Epidermiste oluşmuş çöküntüler halindedirler. Sıvı ile dolu olan çöküntünün kenarlarında duyu hücreleri, sinir fibrilleri ve orta kısmında birkaç CaCO3 kürecikten yapılmış statolith bulunmaktadır. Denge durumunun değişmesiyle statolitler dokundukları hücreleri uyarır ve nöral yol ile hayvanın dengesini bulması sağlanır.

25
Denizanaları(nda) ... lithocyst denilen bir yapı, onların gidecekleri yönü belirleyici olmaktadır.

Protozoonlar'dan Euglena'da ışığa duyarlı stigma denilen bir yapı, ışığın optimum olduğu noktaya canlıyı yönlendirmektedir.

26
Işık almak üzere tek bir hücre özelleşmiş ise bu photo-receptor'dür.

Isı Reseptörleri
Bütün canlı hücrelerin ısıya tepki oluşturdukları saptanmıştır. Hücrede değişimlere sebep olan kimyasal olaylar gibi ısıdaki özellikle yükselme yönündeki değişimler de, proteinlerin yapısını dönüşsüz olarak bozabilmektedir.

28
Basınç Reseptörleri
... sucul hayvanlarda hidrostatik basınç reseptörleri ... iyi gelişmiş bir yapı halinde bulunurlar ve aynı zamanda derinlik reseptörleri olarak da iş görürler. Bu nedenle atmosferik basıncın davranışlar üzerinde daha fazla etkisi olduğu düşünülebilir.

Nem Reseptörleri
Ortamdaki nemi algılayan yapılar pit-peg sensilla denien ve canlı gruplarında konumları farklı olan yapılardır.

29
Kemo-Reseptörler
Genel olarak ortamda bulunan ya da yapıya katılması gereken bazı kimyasal bileşimlere duyarlı olan alıcılardır. Özellikle koku alma ve tadı farketme bu yapılar sayesinde gerçekleşir. ... Değişik canlılarda yardımcı yapılar olarak kabul edilen kemoreseptörler eriyik haldeki maddelere daha duyarlıdırlar.

Birhücreliler de ortamdaki kimyasal değişimlere tepki göstermektedirler.

30
Omurgasızların çoğu tentakül veya anten benzeri yapılarını, dokunma organı olma yanında kimyasal duyu organı (özellikle tad) olarak da kullanmaktadırlar.

32
Refleksler - İstemsiz Hareketler
Hayvanların temel davranışları arasında olan beslenme, avlanma, yuvalanma, eş seçimi gibi davranışlar, güdüsel davranışlar olup öğretilmeden yerine getirilmektedirler.

Duyu organları ve reseptörler ile alınan uyartılar önceden alınan bir kararla değil de düşünülmeden cevaplanıyorsa bu hareketler reflekstir.

Sinirler ile effektör yapılar arasında geçişler synapsis denilen bölgede gerçekleşir. Burada davranış gerilme alıcısının varlığına bağlı olan ve monosinaptik refleks arkı denilen bir ilişki içinde sergilenmektedir. Üç hücreden oluşan bir devre monosinaptik yayı ortaya çıkarır; bunlar bir duyu nöronu, bir motor nöron ve bir effektör hücredir.

35
Refleksler biraz içgüdüsel yönlenmeye benzetilse de, refleks tek bir kasta etkili olurken, içgüdüsel davranışlar tüm hayvanı ilgilendirmektedirler. Bir refleks sadece belli bir duyu organının uyarılması iken, içgüdüsel davranış birbiri ardınca dizilmiş davranışlar serisi olarak ortaya çıkmaktadırlar. Uyaran kaybolsa da bu davranışlar bir süre daha devam etmektedir.

Reflekslerin, yüksek organizasyonlu canlılardaki davranışların sadece küçük bir kısmını kapsadıkları bilinmektedir. Aşağı organizasyonlu canlılarda ise refleksler daha büyük bir öneme sahiptirler. Bu nedenle davranışlarının da daha kalıplaşmış ve değişmez oldukları görülmektedir.

36
(anemonlar) Üzerlerinden bir gölge geçtiğinde ya da kollara dokunulduğunda...

... peygamberdevesi ancak görüş alanına giren hareketsiz sineğin bulunduğu yere önce başını sonra tüm vücudunu çevirir ve baş ile gövde aynı doğrultuya getirildiğinde ani saldırı gerçekleştirilir. 10-30 milisaniyelik bir sürede saldırı sonlandırılır. Bu kadar kısa olan süre bu av için gereken bilgilerin daha önceden biriktirilmiş olduğuna işaret etmektedir.

38
Davranış Belirleyiciler
Hayvana ulaşan uyartılar kadar hayvanın sahip olduğu kendi güdüleri de davranışı belirleyicidirler.

42
Hormonlar ve Davranış
Buraya kadar uyarıların davranıştaki önemi üzerine duruldu. Fiziksel enerji, bir uyarı (stimülüs) olarak duyu organlarına gelmekte ve sinir impulsları halinde merkezi sinir sistemine ulaşarak orada tamamlanmakta ve alıcı organlar (effektör) olan kas ve bezlere iletilmektedir. Bundan sonra gelişen olaylar hayvanın sergilediği davranışlarıdır. Buna göre dış dünyadan gelen uyarılar merkezi sinir sisteminin aktifleşmesini, bu da hipofizin ve/veya tiroidin aktivitesini etkileyerek bir takım gelişmelerin-değişimlerin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Örneğin hipofiz hormonu, dolaşım sistemi yoluyla hedef organa (target organ), periferal yapılara ve diğer bezlere taşınır. Hedef bezler de bu işlem sonunda bir hormon salgılayabilir (örn. tiroid veyaadrenal bez), böylece hipofizin aktivitesi sayesinde, periferal yapıların büyümesi veya davranış değişikliği gibi olaylar gerçekleştirebilir.

Hormonların tüm davranış üzerinde her zaman etkili olamayacağı gibi, tüm davranışların da her durumda hormon salınımını yani endokrin sistemi aktive etmesi beklenmemelidir.

43
... hormonların salınımı davranışı, davranış da hormonun salınımını kontrol etmektedirler. Hormonların davranışı denetlemesi beyin ve periferal yapılarda yer alan aksonlar sayesinde olurken, davranış da gelen uyarı ile beynin nöral aktivitesini değiştirebilmektedir.

47
... Locusta'ların sürüler halindeki göçlerinde juvenil hormonun etkili olduğu saptanmıştır.

48
Balıklar, kuşlar ve memelilerin göç olaylarında ... onların optimal şartları sağlama isteklerinde tiroid ve gonadal hormonların ikisinin de gerekliliği gösterilmiştir.

49
... gonadlar ile seksüel davranış arasındaki bağıntı...

51
Davranış Elemanları
Canlının yaşamı için gerekli olayları gerçekleştirirken yaptığı hareketleri, yani yaşama uyum için yaptığı davranışlar adaptif davranışlardır.

Beslenme (Ingestive) Davranışı

52
Bazı canlılar (omurgasızların bir kısmında ve yüzen memelilerde) besinlerini bir filtrasyon -süzme- işlemi ile alırlar.

53
Bazı canlılar ... belli bir besin türünü (bazı böceklerde ve Koala'larda belirli bir bitkiyi, karıncayiyenlerde termitleri tercih gibi) almaktadırlar. Bir başka besinin alınmamasında en önemli nokta, bu canlıların ağız bölgesi veya sindirim sistemi kısımlarında yer alan özel alıcıların ancak aldıkları o besinin içerdiği belli kimyasallarla uyarılmasından kaynaklanmaktadır.

56
Bir ... balık örneğinde (Mycteroperca tigris) ağız içi temizliği küçük boyutlu bir balığa (Gobiosama genie) yaptırılmaktadır.

58
(av-yem olmaktan korunmak) ... korkutucu desenler içerme, bulunduğu yere renk ve şekil olarak uyma-benzeme, ölü taklidi yapma (özellikle kuşlarda ve yılanlarda) gibi özellikler...

En tipik morfolojik caydırıcı özellik sarı, kırmızı, siyah ve yeşil renklerle alarm vermek olarak görülmektedir.

Kendini bir başka objeye benzetmek (sopa çekirgeleri, dikene benzeyen böcekler), ortama uymak (bukalemun ...), karşıdaki canlıyı korkutmaya veya yanıltmaya çalışmak (yılana benzeyen tırtıllar, iki başlı gibi görüntü veren ... böcekler, şişerek karşıdakini korkutmaya çalışan balıklar) mimikri [korunma-savunma-taklit davranışları] içinde önemli davranış tipleridir.

59
... akrepler, çiyanlar; iğne ve kıskaç gibi yapıları ile, kara kurbağaları salgıları ile, memelilerden kokarca da salgıladığı kimyasal maddelerle avcıları uzaklaştırmak istemektedirler.

60
Sığınak Arama (Shelter Seeking) Davranışı

Birhücreliler  için çevre, bir damla su olup urada meydana gelebilecek olumsuz şartlar onları bir diğer grubun ortamına iter ve giderek dar bir alanda toplanmış birhücrelilerden oluşan yığınlar ortaya çıkar. Bu belki sosyal yaşamın da çok ilkel bir tipidir ve buna "ilişkili davranış" adı verilir.

61
Yuva yapımı; çevreden toplanan materyalin genelde canlının oluşturduğu bir sıvı yardımı ile bir araya getirilmesi sonucunda gerçekleşir.

62
Yuvalar ... sığınma, korunma, üreme alanları olarak yapılandırılmaktadır. ... artropodlardan karıncalar ve termitlerin yuvaları, sosyal yaşama uyan şekilde yapılırlar. ... Sosyal böceklerde yapılan yuvalar geniş ailelerin yaşayacağı bölmeler halinde oluşturulur. ... Başlangıçta yer altında basit bir odacık şeklinde olan oturma alanı, işçi bireylerin katılımından sonra tünellerle genişletilir ... Katılan yeni bölmeler arasında kral-kraliçe odası, kuluçka odacıkları, depo alanları ve mantar ürettikleri besin yapım odaları bulunur ve tüneller 6 m. kadar olabilir.

64
(kuşlar) ... yerleşim alanlarında evlerin saçakları altında, elektrik direkleri ve bacalar gibi yükseltilerde...

66
Porsukların (Meles meles) da yuvaları dikkat çekicidir. On bireyden oluşan üç grup porsuk birlikte barınacakları bir yuva inşa ederler. 50 kadar oda içeren, yüzün üzerinde çıkışı olan bu yuvalar terk edilmeyen, uzun sürede yapılıp uzun süre korunan yuvalardır.

67
Avustralya'da yaşayan çardak kuşlarından erkek bireyin, üreme zamanı yuvasını dişiye beğendirme çabası da ayrıca dikkat çekicidir. Erkek kuş yuvayı beğendirene kadar mavi renkte birçok nesne ile yuva içi süsleme davranışı göstermektedir.

68
Mücadele (Agonistic) Davranışı

karşılıklı gelme ... karşılıklı gelip gövde gösterisi yapma...

69
Sürü içinde her birey için yeterli alan ve besin varsa bu tür davranışlar minimuma inmektedir. [Bitki Sosyolojisi]

71
... aynı türün bireyleri arasında gerçekleşen saldırgan davranışlarda tarafların birbirlerini nadiren yaralıyor olmaları önemli bir özellik olarak belirtilmelidir. Kavgalar daha çok bir gösteri niteliği taşımaktadır. Sonuçta mağlup olan, galibe saygılı bir davranışa girerek onun hırsının azalmasını da sağlar.

72
Erkek geyiklerin, dişi gruplarını korumak ve sahiplenmek üzere ... kuvvetli böğürme sesi çıkaran erkek geyik, diğerlerine üstünlüğünü ilan etmekte ve rakip, bu sese göre kavgaya devam edip etmeyeceğine karar vermektedir. Kasları güçlü olan geyiklerin kuvvetli böğürdükleri bilindiğinden ... caydırıcılık konusunda oldukça etkili olduğu saptanmıştır.

74
En çetin saldırılar territori sınırlarında geçenlerdir. Bunlar yaşam alanı içi kavgalardan daha zorludurlar.

Üreme (Sexuel) Davranışı

konjugasyon, partenogenez

hermafrodit birey

77
Ötüşler ... (özellikle Avustralya'daki karatavuklarda dişinin dikkatini çekmek için çok karmaşık ezgilerin üretilmesi), ritmik hareketler, yuvayı beğendirmeye çalışma, besin sunma...

78
Dikkat/Sorumluluk (Care Giving) Davranışı

81
İlgiye Davet - Tahrik (Et-epimeletic) Davranışı

82
Atık Uzaklaştırma (Eliminative) Davranışı

83
Gruplarla Birlikte Hareket - Taklit Davranışı

84
Sosyal Davranış

Omurgasızlarda beslenme ve üremeye yönelik bir iş bölümü...

Arı, karınca ve termitlerde olduğu gibi kraliçe, işçi, asker vb. gibi birimlerin; yuva yapımından, onun ve içindekilerin korunmasına, yavru bakımına uzanan bir iş bölümü yapmış olmaları önemlidir.

85
Omurgalılarda sosyal yaşamı sosyeteler temsil etmekte, bunlar farklı gruplarda farklı sayıda bireyden oluşmakta ve iş bölümü farklı noktalarda sürdürülmektedir.

Gözlem - İnceleme (İnvestigative) Davranışı

86
Beslenme davranışı soliter davranış iken, yavruyu besleme, sosyal böceklerde karşılıklı besleme, sosyal davranıştır. Territori işaretlemede kullanılan eliminatif davranış sosyaldir. Aynı türün bireyleri arasında gelişiyorsa agonistik davranış da sosyal sayılır.

İlgi bekleme, ilgi gösterme ile mücadele davranışları ise iyi gelişmiş bir motor sinir sisteminin varlığında önemlidirler.

Süngerler, sayılan temel davranışların birkaçını gösterirler, bazı böceklerde ise seksüel davranış görülmez.

99
takla atma ile yer değiştirme

100
titreme-silkelenme hareketi

105
Hareket Tipleri
a. Psödopod, sil, kamçı ile hareket (siliar hareket)
b. İleri atılma hareketi
c. Solucanvari hareket
d. Uzantılarla ve üyelerle yapılan hareket

108
Manuplasyon, idare etme ve çalışma için özelleşmiş organların gelişmiş zeka ile de ilişkileri olduğu düşünülmektedir. Örneğin zekalarının bir kediden daha ileri olduğu saptanmış bulunan Proycon (rakun) ön kollarını rahatlıkla birer el gibi kullanmaktadır.

109
kabuk içine çekilme

Kısa mesafeler için dokunma ve kimyasal duyular önemli iken uzaklar için ses alma ve görme duyuları önemli olmakta...

111
İki veya daha fazla birey arasındaki etkileşim, toplumsal davranışı oluşturur ... kümelenmeler toplumsal davranış değildir.

Pasifik alabalıkları, yılan balıkları

yavruyu koruma, ona yiyecek bulma ve savunmasının sağlanması... Bu çerçevede sosyal gruplar (sosyete) oluşturulmaktadır.

112
İleri düzeyde sosyete yaşamı oluşturmuş hayvan türlerinde koloni alanı söz konusudur. Babun maymunlarında 6-18 km2'lik bir alan koloni alanı olarak değerlendirilir.

113
termitler, karıncalar ve arılar... Hepsi ana-erkildir, yani koloninin tüm fertleri tek bir dişiden üremektedirler. Bu yüzden hepsi genotipik bakımdan birbirine çok benzerler.

114
İnsanlar alet kullanır, böceklerde böyle bir işlem yoktur, ancak bir karınca türü kendi larvasından çıkan ipeklerle yaprakları bir araya getirip bağlama işlemini sürdürmekte ve böylece kendisi için bir köprü inşa edebilmektedir.

115
İnsanlar hayvanları evcilleştirdikleri gibi karıncaların da bazı böcekleri evcilleştirdikleri (köle kullanma) görülmüştür. Amazon karıncaları (Polyergus sp.), köle olarak Formica fusca'nın yuvasından pupa kozalarını alıp kendi yuvasına taşır. Bu arada karşı konulursa öldürücü olabilmektedir. Yuvaya getirilen kozadan çıkan ergin Formica'lar burada işçi gibi çalıştırılacaklardır.

İnsanlar bir lisanla haberleşirler; arılar ve karıncalar özel danslar ve feromonlarla haberleşmektedirler.

117
Öğrenme

Cacatua leadbeateri (kakadus) isimli kuş, bir diğer kuşun yuvasını kullanmada üstünlük sağlayarak...

Bazı durumlarda birbirinden ayırt etmede zorlanılsa da "sonradan bazı davranışları kazanma: öğrenme" olarak alınmıştır.

118
Öğrenme Çeşitleri
Alışkanlık [benimsemek, kanıksamak], [özellikle genç hayvanlar...]
Klasik [Pavlov] Şartlanma [şartlandırılmış refleks], [kuluçka paraziti]
İşletici Şartlanma
Sınama-Yanılma
İçyüzüyle Öğrenme
Basımlama [ardısıra gitme]

124
Bazı eşek arılarının yönelme uçuşları sırasında sadece 9 saniye içinde yuva çevresindeki tüm arazi işaret ve şekillerini öğrendikleri bilinmektedir.

127
... kardeş olsun olmasın bir arada yaşayan dişilerin birlikte uyumlu davrandıkları, erkeklerin ise kardeş de olsalar dişilere göre çok daha saldırgan davranışlar sergiledikleri...

129
Sığırcıkgillerden Gracula religiosa isimli kuş kendi türünün veya diğer kuşların ötüşlerinden çok, yaşam ortamı çevresinde duyduğu seslerden bir alfabe geliştirmiştir.

130
Sinir sisteminde, kazanılan bilgilerin kaydedildiği ve gereğinde daha sonra kullanılmak üzere hemen hemen sürekli olarak depolandığı bir alanın bulunduğu varsayılmaktadır. Bu kayıda bellek izi veya engram denilmektedir. [kısa süre belleği - uzun süre belleği]

131
Davranışın Evolusyonu
Davranış Genetiği

Doğal seleksiyon sayesinde iyi adapte olmuş davranış şekillerinin arttığı, kötü adapte olmuşların azaldığı düşüncesi temel kuralı oluşturmaktadır.

Kimyasal Sinyaller ve Evolusyonları

Görme duyusunun çok iyi olduğu hayvan gruplarında bile karşı cinsi tanımada kimyasal uyarı esas rolü oynamaktadır. Bu noktada uzaktan sinyalleşme sistemleri içinde kimyasal sinyallerin en ilkel sistem olduğu söylenebilir.

132
Bitkiler tarafından da kullanılan bu sinyaller için tipik örnekler kahverengi bir alg ile cıvık mantarlardır.
... ipsenol ... kümeleşme sinyallerinin oluşmasını sağlamaktadır.

Salgıların bir kısmının alarm özelliği içerdikleri de bilinmektedir.

Ayrıca havadaki diffüzyon hızının da sudakinden 10 üzeri 4-5 kat daa fazla olmasının iletişim hızını artıracağı dikkate alınmalıdır.

rüzgarın yön değiştirmesi, hızı... ferom

133
Akustik Sinyaller ve Evolusyonları

Dokunma ve duyma duyuları arasındaki farkı belirlemek oldukça zordur. Bu genelde sadece bir yoğunluk faktörüne bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.

Su içinde gerçekleşen iletişim çok daha karmaşıktır. Bu durumda; ortamın sinyalin özelliklerini belirleyici olduğu düşünülmektedir. Sesin havada iletim hızı 344 m/sn, suda ise 1500 m/sn'dir.

134
(insanlarda) Doğumlarından itibaren birbirlerinden çok uzak yerleşimlerde, farklı eğitim ve ortamlarda yetişmiş olan ikizlerin uzun yıllar sonra bir araya geldiklerinde çok sayıda ortak noktaları olduğu görülmüştür. Özellikle monozigotik [dizigotik olanlara kıyasla] ikizlerde davranışların birbirine çok daha fazla benzediği ifade edilmektedir.



.
.
.
.

Restless - Yönetmen: Gus Van Sant

.
.
.
.
Restless
Yönetmen: Gus Van Sant
2011

00:10:04,600
Darwin… insanoğlunun sahip olduğu en iyi fikrin babası.
Ayrıca doğanın tasarımının gözünün önünde olduğunu fark edecek kadar zeki
olmasından bahsetmiyorum bile.
bilim alanında tarihin gelmiş geçmiş en önemli beyni olması…

00:15:52,500
Nicrophorus americanus. Nam-ı diğer mezar böceği.
Onu harika yapan ne var ki?
Leş kokusunu millerce öteden alabilir. Ölüm böyle kokar zaten. Yani esasen, bir erkek ve bir dişi bir araya gelirler ve birbirlerini tanımaya başlarlar. Sonra da kalanları birlikte gömerler. Sonra da çiftleşirler. En sonunda da dişi yumurtalarını üstüne bırakır. Ama diğer böcek türleri gibi işi bitince kaçanlardan değildirler. Yeraltında bir yer açarlar. Sonra yavrular yumurtadan çıkınca anne ve baba ölüyü çiğneyip yavruları beslerler.

00:18:14,300
Bir doğabilimciyim. Yaşadığımız dünyayı inceliyorum. Ağaçlar, çimenleri, bakterileri, fareleri ve kuşları. ...ve onların nasıl uyum içinde yaşadığını.

00:20:50,200
Burada yazdığına göre, güneş battığında öldüğünü zanneden bir ötücü kuş türü varmış. Yani her sabah, uyandığında hayatta olduğuna şaşırıp güzeller güzeli şarkılar söylüyormuş. Ölmediğine seviniyor herhalde.

00:21:54,000
Aslında jeolojik olarak düşündüğümüzde hayatlarımız zaman çizgisinde sadece bir nokta. İnsanlar, dünya üzerinde sürüngenlerin bulunduğu kadar bile bulunmadı.
Demek istediğim üç ay, üç gün ya da üç yüzyılla neredeyse aynı.

00:27:24,400
Larus novaehollandiae. Gülen martı.

00:55:56,600
İstedikleri her yere gidebiliyorlar. Bunu yapabilen sadece o kuşlar.
Sadece gökyüzü ve karaya değil, aynı zamanda denize de.

01:15:09,600
Gerçek hislerimizi söylememiz için çok az zamanımız var. Her şey için az zamanımız var.

01:23:19,200
Bu mektubu yazarken, okyanustan esen serin rüzgâr tenime çarpıyor.
Bu okyanus yakında mezarım olacak.
Bir kahraman olarak öleceğimi söylüyorlar.
Kendimi feda etmemin ülkemin onurunu ve güvenliğini sağlayacağını.
Umarım haklıdırlar.
Hayattaki tek pişmanlığım sana hislerimi söyleyememem.
Keşke evimde olsaydım. Keşke elini tutsaydım.
Keşke seni ne kadar çok sevdiğimi söyleseydim, ve çocukluğumdan
beri sadece seni sevdiğimi.
Ama yapamam.
Anladım ki; kolay olan ölmekmiş. Zor olansa sevmek.
Uçağım düşerken, düşmanlarımın yüzlerini göremeyeceğim.
Bense, yağmur suyundaki donmuş siyah kayalar gibi gözlerini görmeyi yeğlerim.
Hedeflerimizin arasına dalarken, 'Banzai' diye bağırmamızı söylüyorlar.
Bense, adını fısıldamayı yeğlerim. Hayatta ve ölümde...
.
.
.
.

02 Temmuz 2013

M. Hardt & A. Negri - İmparatorluk

.
.
.
.


İmparatorluk (2000)
M. Hardt & A. Negri
(Çev. Abdullah Yılmaz), Ayrıntı Yayınları 2001 İstanbul


5
Doğru tutulursa, her araç bir silahtır.  Ani DiFranco

13
Giderek daha fazla ortak sömürü ve baskı biçimlerine maruz kaldığımızdan, ortak görevimiz özgürlük ve demokrasi için ortak imkânlar yaratmaktır.

14
İmparatorluğun karma bir kuruluş yapısı vardır. ...Antik Roma İmparatorluğu üç temel pozitif yönetim biçimini -monarşi, aristokrasi ve demokrasi- birlikte aynı düzen içinde işlev gördüğü anlamında karma bir kuruluşa sahipti.

15
Türkiye öteden beri, birçok bakımdan, yerküreyi Birinci ve Üçüncü olmak üzere bölme girişimlerini boşa çıkarıyor.

19
İmparatorluk, ... merkezsiz ve topraksız bir yönetim aygıtıdır.
Bu yeni küresel akış yolları ve sınırları hâkim üretim süreçlerindeki bir dönüşüm eşliğinde kuruluyor ve sonuçta endüstriyel fabrika emeğinin rolü azalırken öncelik iletişimsel, duygulanımsal, ortak emeğe veriliyor.

22
Argümanımız felsefi ve tarihsel olduğu kadar kültürel ve ekonomik; eşit oranda da politik ve antropolojik nitelik taşıyor. ... Emperyal dünyada, örneğin bir ekonomist ekonomiyi anlamak için temel kültürel üretim bilgisine, aynı şekilde kültür eleştirmeni de kültürü anlamak için temel ekonomi bilgisine ihtiyaç duyar.

38
(Dipnot) makine Çalışan ve üreten parçalar toplamı. "Biz makineyi, akışları kesen her tür sistem olarak tanımlıyoruz. Dolayısıyla bazen sözcüğün bilinen anlamıyla teknik makinelerden, bazen de toplumsal makineler, arzulayan makinelerden bahsediyoruz. Çünkü bize göre makine, ne insan ne de doğayla çelişir... Öte yandan makine mekaniğe de indirgenemez. Mekanik teknik makinelerin protokolü ya da bir organizmanın tikel bir örgütlenişidir. Ama maşinizm tamamen farklıdır; akışları kesen her sistemi anlatır..." Felix Guattari, Chaosopy  

43
virtüel  Gerçek; ama henüz algılanamayan, potansiyel olan
aktüel  Somut olarak mevcut olan

46
"Polis", yasa koyucular, ordu ve maliyeyle birlikte, devletin başı gibi görünür. Doğru. Ama aslında o akla gelen her şeyi kuşatır. Turquet şöyle der: "Polis insanların koşullarına, onların yaptığı ya da yapabileceği ne varsa ona göre uzmanlaşır. Polisin alanı yargı, finans ve orduyu içine alır." Polis demek her şey demektir.   Michel Foucault

48
Disiplincilik bireyleri kurumlar içinde sabitliyordu, ama onları üretim pratikleri ve üretici toplumsallaşma ritimleri içinde tamamen kuşatmayı başaramamıştı; disiplin toplumu bireylerin bilinçleri ve bedenlerine tamamen nüfuz etme noktasına, bireyleri eylemlerinin bütünlüğü içinde ele alma ve örgütleme noktasına erişememişti. Disiplin toplumunda, demek ki, bireyle iktidar arasındaki ilişki statikti: İktidarın disiplinci yayılması bireyin direnişiyle karşılaşıyordu.

49
bios  Basic input/output system: Bir bilgisayarın çalışmaya başlaması ve sistemdeki çeşitli unsurlarla bağlantıya girmesini sağlayan bellekteki sabit yazılım.

50
Kontrol toplumu ve biyo-iktidar kavramlarının ikisi de İmparatorluk kavramının merkezi özelliklerini betimler.

52
"Toplumun bireyler üzerindeki kontrolü yalnızca bilinç ya da ideoloji yoluyla değil, bedende ve bedenle de sağlanır. Kapitalist toplum için en önemli şey, biyolojik, somatik ve bedensel olan biyo-politikadır." M. Foucault (La naissance de la medecine sociale)

somatik  bedenle ilgili, bedensel; ruh ve zihinden ayrı bir kavram olarak beden ile ilgili; organizmaların üreme hücreleri dışındaki bölümleri ile ilgili.

53
... Foucault'ya ... "bios"un kim olduğunu soracak olsak, ... hiç bir yanıtı olmazdı. Sonuçta Foucault'nun kavrayamadığı şey biyo-politik toplumda üretimin gerçek dinamikleridir.

Deleuze ve Guattari toplumsal yeniden üretimin (yaratıcı üretim, toplumsal ilişkiler, duygulanımlar, oluşlar, değerler üretimi) üretkenliğini keşfeder; ama bunu yüzeysel ve belli belirsiz olarak, kavranamaz olayın damgasını taşıyan kaotik ve belirlenimsiz bir ufuk olarak ifade ederler.

duygulanımlar  Kendini kuvvetle gösteren duygu; onu yaşayan bilinçle ilişkisi içinde tanımlanmayan yalın, saf haliyle duygu; etkileme ve etkilenme kapasitesi (ç.n.)

54
Böylelikle, bu yazarlar arasında görülen en ciddi yetersizliklerden biri, biyo-politik toplum içindeki yeni emek pratiklerini yalnızca entelektüel ve bedensel olmayan özellikleriyle ele almalarıdır. Halbuki bedenlerin üretkenliği ve duygulanım (affect) değeri bu bağlamda mutlak anlamda merkezi bir yer işgal eder. Biz çağdaş ekonomide maddi olmayan emeğin üç asli özelliğini ele alacağız: yeni yeni enformasyon ağlarıyla bağlantılı hale gelen endüstriyel üretimin iletişimsel emeği, simgesel analiz ve problem çözmeyle ilgili etkileşimli emek ve duygulanımların üretimi ve güdümlenişiyle ilgili emek.

56
Şimdi onlara (IMF, Dünya Bankası, GATT, BM örgütleri) meşruluk sağlayan şey daha çok emperyal düzenin sembiyoz gelişimi içinde olanaklı hale gelen yeni işlevleridir.

sembiyoz  en genel hatlarıyla "birlikte yaşama" anlamına gelen kavram. (biyolojik yönü:) bazı canlıların başka canlılar sayesinde asalak ve bağımlı bir hayat sürmesi. (psikolojik yönü:) kişinin başkalarının yaşam enerjisi, kişiliği, statüsü sayesinde yaşaması, ona bağımlı olması, onsuz yapamaması durumu.

57
Büyük endüstriyel ve finansal güçler ... ihtiyaçları, toplumsal ilişkileri, bedenleri ve zihinleri üretir; yani, onlar üretenleri üretir.

(Dipnot 22) Ancak üreticilerin üretilmesi yalnızca tüketicilerin üretilmesi olmaktan çok; aynı zamanda hiyerarşilerin, içleme ve dışlama mekanizmalarının vb.'nin de üretimi, nihayet krizlerin de üretimidir.

61
(STK'lar) ... söz konusu örgütlerin, doğrudan hükümetlerin güdümünde olmadıkları için, etik ya da ahlâki buyruklar temelinde faaliyet yürüttüğü varsayılır.

68
Biz tıpkı Marx'ın kapitalizmin kendinden önceki toplum biçimleri ve üretim tarzlarından daha iyi olduğunu idda ediyoruz. Marx'ın görüşü hem kapitalist toplum öncesine ait dar ve katı hiyerarşilere karşı sağlıklı ve yalın bir tiksinti duyması hem de özgürlük potansiyelinin yeni durumda çoğaldığını kabul etmesi temelinde biçimlenmişti. Aynı şekilde bugün biz İmparatorluğun modern iktidarın zalim rejimlerini ortadan kaldırdığını ve aynı zamanda özgürlük potansiyelini çoğalttığını görüyoruz.

76
Teleoloji denen şey ancak olgudan sonra, post festum kurulur.

80
Mücadeleler artık aynı anda ekonomik, politik ve kültürel; dolayısıyla biyo-politik, yani hayatın biçimi üzerine türütülen mücadelelerdir. Bunlar, yeni kamusal alanlar ve yeni cemaat biçimleri yaratan kurucu mücadelelerdir.

86
res gestae  herhangi bir muamele ile ilgili olan vakalar. yapılan işler. konuyu kapsayan şartlar. bir ihtilafın aydınlanmasına yardım eden bütün şartlar ve olaylar; tairhteki olmuş bitmiş olaylar, ortaya koyulmuş yapıtlar bütünü; hedefine yönelmiş kendini kuran bir kolektif eylem, uzlaşmaz ve yaratıcı eylem.

95
Avrupa modernliğinin kökleri, genellikle, dünyevi işlerde ilahi ve aşkın otoriteyi reddeden bir sekülerleşme sürecinden çıkan bir şey olarak nitelenir. ... bu dünyanın güçlerini olumlamak, içkinlik düzlemini keşfetmek. "Omne ens habet aliquoud esse proprium", yani her kendiliğin tekil bir özü vardır. Duns Scotus'un bu önermesi ortaçağın, analojik ve dolayısıyla ikici, ilahi hükmün bir nesnesi olarak varlık anlayışını -bir ayağı bu dünyada, öteki ayağı aşkın bir âlemde olan bir varlık anlayışını- altüst eder.

96
On üçüncü yüzyıldan on altıncı yüzyıla uzanan dönem içindeki bütün bu felsefi gelişmelerde devrimci olan yan, daha önce ayrıksı olarak ilahi güçlere atfedilen yaratma gücünün artık yeryüzüne indirilmesiydi.

98
Modernlik birleştirici bir kavram değildir, en azından iki tarz modernlik vardır. ... birinci tarz modernlik, radikal bir devrimci süreci anlatır. Bu modernlik geçmişle bağlarını koparır, dün­ya ve hayata ilişkin yeni paradigmanın içkinliğini ilan eder. Bu mo­dernlik bilgi ve eylemi bilimsel deney olarak geliştirir, insanlığı ve ar­zuyu tarihin merkezine yerleştirerek demokratik bir politikaya yöneli­mi tanımlar. Zanaatçıdan astronoma, tüccardan politikacıya, dinde ol­duğu gibi sanatta da, maddi varoluş yeni bir hayat etrafında yeniden bi­çimlenmiştir.

Ancak bu yeni oluşum bir savaş çıkardı. Böylesine radikal bir al­tüst oluş güçlü bir muhalefeti nasıl kışkırtmazdı? Bu devrim bir karşı­devrimi nasıl belirlemezdi? Aslında kelimenin tam anlamıyla bir kar-şı-devrim vardı: Ne geçmişe dönebildiği ne de yeni güçleri ortadan kaldırabildiği için, ortaya çıkmakta olan hareket ve dinamiklerin kuv­vetini tahakküm altına sokup etkisiz kılmayı amaçlayan kültürel, felse­fi, toplumsal ve politik bir girişim vardı. Bu, yeni güçlerle savaşmak ve onları tahakküm altına alacak kuşatıcı bir iktidar kurmak üzere ta­sarlanmış olan ikinci tarz modernlikti. Bu, Rönesans devrimi içinde, devrimin yönünü değiştirmek, yeni insanlık imgesini aşkın bir düzle­me taşımak, bilimin kapasitelerini dünyayı dönüştürmek üzere kullan­mak ve hepsinden önemlisi çokluk adına iktidarın yeniden ele geçiril­mesine karşı çıkmak üzere ortaya çıkan bir karşı-devrimdi. İkinci tarz modernlik, aşkın bir kurulu iktidarı içkin bir kurucu iktidarın karşısı­na, düzeni arzunun karşısına yerleştirir. Rönesans bu yüzden savaşla noktalandı; dinsel, toplumsal savaşla ve iç savaşla.

101
(Aydınlanmanın karşı-devrimci projesi:) Çokluğun Spinoza'ya özgü bir biçimde, ilahi düzen ve doğayla doğrudan, dolayımsız bir ilişki içinde, hayatın ve dünyanın etik yaratıcısı olarak anlaşılmasını önlemek her şeyden önemliydi. Aksine, her durumda karmaşık insan ilişkileri bütününe dolayım dayatılmalıydı. (102) ... dolayımın bütün insan eylemleri, sanatları ve birlikleri için vazgeçilmez bir koşul olarak tanımlanması esastı. Bu yüzden, hümanizmin devrimci düşüncesinin üretici eksenini oluşturan vis-cupiditas-amor (kuvvet-arzu-aşk) üçlüsünün karşısına bir özgün dolayımlar üçlüsü çıkarıldı. Doğa ve deneyim bir fenomenler filtresi olmaksızın anlaşılamazdı; insan bilgisi zekânın düşünümü dışında yaratılamzdı; ve etik dünya aklın şematizmi olmaksızın iletilemezdi. ... ; çünkü insanların varlık içinde özgürlüğünü dolayımsız olarak kazanabileceğini savunmak deliliktir. Bu, hegemonyacı Avrupa modernliği kavramının kurulduğu ideolojik geçişin asli çekirdeğidir.

104
(Kant) ... aşkın olanın zorunluluğu, her türlü dolayımsızlık biçiminin imkânsızlığı, varlığın kavranması ve eyleminde her türlü canlı figürün çıkarılıp alınması.

110
Bürokrasi yasallıkla örgütsel etkinliği, makamla iktidar uygulamasını, politikayla polisliği birleştiren aygıtı işletir.

112
İnsanın ölümü ardından hümanizm

Michel Foucault'nün cinselliğin tarihi üzerine son çalışmaları Röne­sans hümanizminin yarattığına benzer bir devrimci dürtüyü bir kere daha ortaya çıkardı. Benliğe duyulan etik ilgi kendini yaratmanın bir kurucu iktidarı olarak yeniden belirdi. Bizi insanın öldüğüne inandır­mak için bu kadar gayret gösteren bir yazar, bütün meslek yaşantısı boyunca anti-hümanizm bayrağını elinden düşürmeyen bir düşünür, nasıl olur da sonunda hümanist geleneğin bu merkezi değerlerinin şampiyonu kesilir? Foucault'nün kendisiyle çeliştiğini ya da ilk konu­mundan çark ettiğini ima etmek gibi bir niyetimiz yok; Foucault her zaman söyleminin sürekliliğini vurgulamıştır. Aksine, Foucault son ça­lışmasında paradoksal ve yakıcı bir soruyu dile getirir: İnsanın ölü­münden sonra hümanizm ne demektir? Daha doğrusu, bir anti-hümanist (ya da posthuman) hümanizm ne demektir?

Bu soru en azından kısmen iki farklı hümanizm nosyonunun yarat­tığı terminolojik kafa karışıklığından doğan görünüşte bir paradokstur yalnızca. 1960'larda Foucault ve Althusser için son derece önemli bir proje olan anti-hümanizm, Spinoza' nın üç yüz yıl önce verdiği bir kav­gayla çok yakından bağlantılıdır. Spinoza her tür imperium in imperio olarak insanlık anlayışını reddediyordu. Başka bir ifadeyle, Spinoza bir bütün olarak doğa yasalarından farklı her tür insan doğası yasası­nı reddeder. Donna Haraway, insan, hayvan ve makine arasına koydu­ğumuz engelleri ortadan kaldırırken Spinoza'nın projesini günümüzde yürütür. Eğer insan’ı doğadan farklı bir şey olarak düşünecek olursak, insan denen bir şey var olamaz. Bu kabullenme tam da İnsan’ın ölü­mü dediğimiz şeydir.

Bununla birlikte, bu anti-hümanizmin Cusano'dan Marsilius'a ka­dar daha önce özetlenen Rönesans hümanizminin devrimci ruhuyla çe­lişmez. Aslında, bu anti-hümanizm doğrudan Rönesans hümanizminin sekülerleştirme projesinden, daha doğrusu onun içkinlik alanını keşfin­den doğar. İki proje de aşkınlığa yapılan bir saldırı üzerine temellenir. Doğa üzerinde Tanrı’ya bir güç veren dinsel düşünceyle, aynı gücü do­ğa üzerinde İnsan'a veren modern "seküler" düşünce arasında kesin bir süreklilik vardır. Sadece Tanrı'nın aşkınlığı İnsan’a aktarılmıştır. Bundan önce, Tanrı gibi doğanın üzerinde ve ötesinde kendi başına du­ran bu İnsan’ın bir içkinlik felsefesinde yeri yoktur. Yine, Tanrı gibi, bu aşkın İnsan figürü çabucak toplumsal hiyerarşi ve tahakküm dayatma­ya yönelir. Demek ki, her tür aşkınlığın reddi olarak anlaşılan anti-hü­manizm hiçbir biçimde vis viva'nın, modern geleneğin devrimci akımı­nı canlandıran yaratıcı hayat gücünün reddiyle karıştırılmamalıdır. Tersine, aşkınlığın reddi bu içkin gücü, felsefenin bir anarşik temelini düşünebilmenin koşuludur. "Ni Dieu, ni maître, ni l'homme."

Foucault'nun son çalışmalarındaki hümanizm, o halde, yirmi yıl ön­ce kendisinin ilan ettiği insanın ölümüyle çelişkili, hatta ondan ayrı bir şey olarak görülmemelidir. Bir kere post-insan bedenlerimizi ve zihin­lerimizi tanırsak, bir kere kendimizi simian ve siborg olarak tanırsak, o zaman vis viva'yı, bütün doğaya olduğu gibi bize de can veren ve potansiyellerimizi fiili hale getiren yaratıcı kuvvetleri keşfetmemiz gereke­cektir. Bu İnsan'ın ölümünden sonraki hümanizmdir; bu Foucault'nun "le travail de soi sur soi" dediği, kendimizi ve dünyamızı yaratmayı ve yeniden yaratmayı amaçlayan sürekli kurucu projedir.

vis viva  Canlının kuvveti; bir bedenin direniş karşısında ya da çalışma esnasında gösterdiği güç.
Ni Dieu, ni maître, ni l'homme Ne Tanrı, ne efendi, ne insan
simian insan maymun melezi;  siborg  insan makine melezi
le travail de soi sur soi  Kendinin kendi üzerinde çalışması

116
patrimonyal  iktidarın babadan oğula geçtiği, ataerkil bir yönetim biçimi; genelde monarşi esasıyla yönetilen devletlerde görülen sülale yönetimine dayalı yani yöneticiliğin babadan oğula devredildiği ve kız cocukların söz sahibi olamadığı devletler.

118
Ulus diktatörlük demektir ve bu yüzden kesinlikle hiçbir demokratik örgütlenme çabasıyla bağdaşmaz. (Luxemburg)

122
... ulus her ne kadar politika içinden geçerek biçimlenmiş de olsa, son tahlilde bu tinsel bir kuruluştu.

124
Ulus, halk ve ırk kavramları hiçbir zaman birbirinden çok uzak düşmemiştir. ... Halk kimliği farklılıkları gizleyen ve/veya saf dışı bırakan hayali bir düzlemde kuruldu.

125
Ulus kavramı hiçbir zaman kendini devrimci olarak sunduğunda olduğu kadar gerici olmamıştır.

Ulusal egemenlik ve halk egemenliği, ... tinsel bir kuruluşun ürünleridir.

126
Halkın ve ulusun kimliğinde, yani tinsel özünde, kültürel anlamlarla harmanlanmış bir toprak parçası, ortak bir tarih ve dilsel bir cemaat vardır; ama daha da önemlisi, bir sınıf zaferinin pekişmesi, istikrarlı bir piyasa, ekonomik yayılma potansiyeli ve yatırım yapılacak, medeniyet götürülecek yeni uzamlar vardır. Kısaca, ulusal kimliğin kuruluşu sürekli olarak güçlendirilen bir meşruluğu, kutsal ve parçalanamaz bir birliğin gücünü ve hakkını garanti altına alır. 

129
Ulus egemen bir devlet olarak biçimlenmeye başlar başlamaz, ilerici işlevleri de tamamen kaybolur. ... "Filistinliler kurumsallaştığı gün artık onların tarafını tutmayacağım. Filistinliler öteki uluslar gibi bir ulus haline geldiği gün ben orada olmayacağım." (Jean Genet). Ulusal "kurtuluş" ve ulus-devletin kuruluşuyla birlikte, modern egemenliğin bütün baskıcı unsurları kaçınılmaz olarak var gücüyle sahneye çıkacaktır.

141
plantasyon  ekmek, dikmek veya çimlendirmek; sömürgeci dönemde latin amerika ülkelerinde avrupadaki talep sonucunda ortaya çıkan büyük üretim çiftlikleri

145
Başkalığın bu kültürel üretimine (Şarkiyatçılık) karışmış akademik disiplinler arasında antropoloji belki de en önemli başlıktır; yerli ötekinin Avrupa'ya ithali ve Avrupa'dan ihracı bu başlık altında yapılmıştır (Dipnot 22: Kültürel antropoloji, disiplinin geçmişteki en güçlü akımlarının kolonyalist projelere ne kadar destek verdiğini gün ışığına çıkararak, radikal bir öz-eleştiri yapmaktadır.). Avrupalı-olmayan halkların reel farklılıklarından hareketle on dokuzuncu yüzyıl antropologları farklı bir doğaya sahip bir öteki varlık kurmuştur.

Tarih disiplininin önemli bir kısmı da başkalığın ve böylelikle kolonyal yönetimin meşruluğunun akademik ve popüler üretimine boğazına kadar batmıştı. Örneğin, Hindistan'a gelip de işlerine yarar hiçbir tarih bulamayan Britanyalı yöneticiler, kolonyal yönetim çıkarlarını koruyacak ve ilerletecek kendi "Hindistan tarihlerini" yazmak zorunda kaldılar.

158
... modern egemenliğin dünyası bir Manichaean dünya, Ben ve Öteki, beyaz ve siyah, içerisi ve dışarısı, yöneten ve yönetileni tanımlayan bir dizi ikili zıtlarla bölünmüş bir dünyadır. Postmodernist düşünce özellikle modernliğin bu ikici mantığına kafa tutuyor...

Postmodernizm bayrağı altında toplanmış sayısız söylem hakkında bir genelleme yapmak zordur; ama bunların çoğu, en azından dolaylı bir biçimde, Jean-François Lyotard'ın modernist büyük anlatılar eleştirisi, Jean Baudrillardı'ın kültürel simulakrı olumlaması ya da Jacques Derrida'nın Batı metafiziği eleştirisine dayanıyor.

161
(postmodernistlerin) ... yıkmak istedikleri iktidar biçimlerini açıkça tanıyamıyor oluşları...

Çağdaş dünyada iktidar yapıları ve mantıkları postmodernist farklılık politikasının "özgürleştirici" silahlarına karşı tamamen bağışıklık kazanmıştır.

167
İslamcı köktencilik postmodern teorinin paradoksal bir türüdür; postmoderndir çünkü kronolojik olarak İslamcı modernizmi izler ve ona karşı çıkar. Ama jeopolitik açıdan bakılırsa, İslamcı köktencilik tam anlamıyla postmoderndir. Rahman şunları yazar: "Mevcut postmodern köktencilik önemli bir bakımdan yenidir, çünkü temel yönelimi Batı karşıtlığıdır... Bu yüzden klasik modernizmi katıksız bir Batılılaştırma kuvveti olarak mahkûm eder."

corporation  dernek, kurum; tüzel kişi; kuruluş, şirket
corporate  birleşmiş, ortak; tüzel, hükmi
corporal  gövdesel, bedensel
corps  kurul, heyet
corpse  ceset, ölü

172
Politik bir söylem olarak postmodernizm Avrupa, Japonya ve Latin Amerika’da geçer akçedir; ama asıl uygulama alanını ABD entelijansiyasının elit bir kesimi içinde bulmuştur.

173
Kendi başına ne farklılık, melezlik ve hareketlilik ne de hakikat, arılık ve durağanlık özgürlükçüdür. Gerçek devrimci pratik üretim düzeyine bakar. Hakikat bizi özgür yapmaz, ama üretimin kontrolünü ele geçirmek yapacaktır. Hareketlilik ve melzlik özgürlükçü değildir; ama hareketlilik ve durağanlık, arılık ve karışıklık üretiminin kontrolünü ele geçirmek öyledir.

176
Yoksul her tür üretimin koşuludur.

180
Polybius mükemmel iktidar biçimini, monarşik iktidarı, aristokratik iktidarı ve demokratik iktidarı birleştiren karma bir anayasa tarafından yapısı belirlenmiş iktidar olarak kavrıyordu.

185
Özgürlük ve sınır bir karşılıklı içleme ilişkisi olarak durur; özgürlüğün önündeki her zorluk, her sınırlama üstesinden gelinecek bir engel, aşılacak bir eşiktir. Atlantik’ten Pasifik’e, yeni kaçış çizgilerine [lines of flight] daima açık bir zenginlik ve özgürlük alanı uzanır.

lines of flight  Deleuze ve Guattari’nin, her türlü baskı ve belirlenimden kaçış yollarının olduğunu anlatmak için kullandıkları kavram.

197
(ABD Anayasası) … emperyaldir, emperyalist değil. Emperyaldir, çünkü (her zaman gücünü çizgisel olarak kapalı uzamlara yayma ve egemenliği altındaki bağlı ülkeleri işgal etme, yıkma ve boyun eğdirmeyi amaçlayan emperyalist projenin aksine) ABD kuruluş projesi yeniden bir açık uzamı eklemleme ve sınırsız bir alanda uzanan ağlar içinde yeniden sonsuz çeşitli ve tekil ilişkiler kurma modeline göre tasarlanmıştır.

199
Dışarı içeriden kurulur.

200
Spinoza’nın Etik’inin beşinci bölümü belki de modernliğin modern eleştirisinin en gelişmiş örneğidir. Spinoza, gerçeğin tüm bilgisini kurmak, zihin ve bedenin pozitif olarak, mutlakta, özgürleşme yolunu keşfetmek için teorik bir meydan okuyuşa yönelir. Bütün diğer metafizik konumlar, özellikle Descartes ve Hobbes’un ilk önemli temsilcileri olduğu aşkın konumlar, bu özgürleştirme projesi açısından asli olmadığı gibi, gizemlileştiricidir de. Spinoza’nın ana hedefi doğru bilginin birliğinin ontolojik gelişimine, tekil ve kolektif içkinliğin mutlak kuruluşuna paralel olarak güçlü bedendir.  … İnsan yaratıcılığı damgası taşımayan her ontoloji bir kenara atılmıştır. Varoluş sürecini ve  doğayla insanların eylemini yönlendiren arzu (cupiditas), hem doğal hem de ilahi olanı saran aşka (amor) dönüştürülür.

204
… küçük iç çatışmalar çağına girmekteyiz. … her emperyal savaş bir iç savaştır, bir polis eylemidir.

… tek, birleşik bir düşman tespiti giderek zorlaşmaktadır; buna karşın, her yerde küçük ve ele avuca sığmaz düşmanlar vardır.

İmparatorluk bir ou-topia, daha doğrusu bir yok-yerdir.

205
Deleuze ve Guattari bilgisayar ortamındaki iletişimin iki farklı örgütlenmesini anlatmak için çizgili uzam (striated space) ve pürüzsüz uzam (smooth space) kavramlarını kullanır. Çizgili uzam, reel dünyaya öykünen, belli bir amaca yönelik yollardan, çizgilerden oluşmuş, merkezi bir örgütlenmedir. Pürüzsüz uzam ise akışkan, rizomatik ve açık uçlu bir uzamdır.

219
“Her köyde ‘anavatanları için ölenlerin anısına’ dikilmiş bize tepeden bakan bütün o gülünç heykelleri yıkmak ve yerlerine kaçakların anıtlarını dikmek istiyoruz. Kaçakların anısına dikilen anıtlar aynı zamanda savaşta ölenleri de temsil edecektir; …” Anti-faşist partizan, Venedik, 1943

229
Bedenler yeni insan-ötesi [posthuman] bedenler yaratmak üzere dönüştürülüp değiştiriliyor. Söz konusu bedensel dönüşümün ilk koşulu, insan bedeninin bir bütün olarak doğadan hiç de farklı olmadığını, insan ve hayvan, dişi ve erkek, insan ve makine arasında sabit ve zorunlu hiçbir sınırın olmadığını kabul etmektir; bu, doğa denen şeyin her türden yeni değişime, karışma ve melezleştirmeye açık olan yapay bir alan olduğunu kabul etmekten başka bir anlama gelmez. (dipnot 12: Stelarc’ın performans sanatı)

230
… bir yapıt oluş noktasına erişmek zorundayız.

231
Araçlar her zaman, hem bireysel bakımdan hem de kolektif toplumsal hayata göre, bir tür antropolojik mutasyon olarak emek pratiklerimiz yoluyla bedenlerimizle bütünleşen, insanın takma uzuvları olarak işlev görürler.

poietic  Daha çok sanatsal bağlamda yaratıcı.

232
Bu potansiyel başkalaşım alanlarını fiili hale dönüştürmek için teorik pratiği ateşlemesi gereken kuvvet, hâlâ (ve her zamankinden daha şiddetle), ortak yeni üretici pratikler deneyimi ve üretici emeğin yeni iletişimsel, biyolojik ve mekanik teknolojilerinin plastik ve akışkan alanında yoğunlaştırılmasıdır.

240
Ek üretim aracı elde ederken, sermaye kapitalist olmayan çevresiyle ilişkiye girer ve çevreye bağlıdır; ama o çevreyi içselleştirmez, daha doğrusu, zorunlu olarak o çevreyi kapitalist yapmaz. Dışarısı, dışarısı olarak kalır. Örneğin, altın ve elmas Peru ve Güney Afrika’dan çıkarılıyor ya da şeker kamışı Jamaika ve Java’da üretiliyor, ama bu ülkeler ve o üretim kapitalist olmayan ilişkiler içinde varlıklarını gayet iyi sürdürüyor olabilir.

270
… biz “proletarya”yı sadece endüstriyel işçi sınıfı olarak değil; sermayenin yönetimi altında bağımlı konumda olan, sömürülen ve üretim yapan herkes olarak anlıyoruz. O halde, bu açıdan, sermaye üretim ilişkilerini giderek daha fazla küreselleştirirken, bütün emek biçimleri proleterleşme eğilimi gösteriyor. Her toplumda ve bütün dünyada proletarya her zamankinden daha genel toplumsal emek figürüdür.

280
Ekonomik krizler … direnişleri kırar, kâr getirmeyen sektörleri yıkar, üretim örgütlenmesini yeniden oluşturur ve teknolojileri yeniler.

284
... kapitalizm mucizevi bir biçimde sağlıklı, birikim mekanizması her zamankinden daha iyi işliyor. ... Sermayenin süregiden sağlığının bu gizemini açıklayabilmenin üç yolu vardır: Birincisi, bazılarına göre, sermaye artık emperyalist değildir (hemen bir kenara atılması gereken açıklama). ... İkinci hipotez ... sınırlara dayanma ve ekolojik felaket anı henüz gelmemiştir. ... (285) üçüncü hipoteze göre ise, günümüz sermayesi birikimini bir  genişlemiş yeniden üretim çevrimine girerek sürdürüyor; ama giderek daha fazla kapitalist-olmayan çevreyi değil, bizatihi kendi kapitalist alanını boyunduruk altına alıyor; yani, boyunduruk artık biçimsel değil, gerçektir.

286
Modern birikim kapitalist-olmayan çevrenin biçimsel boyunduruğuna, postmodern birikim ise bizatihi kapitalist alanın gerçek boyunduruğuna dayanır.

288
yeni öznelliklerin üretimi

kültürel hareketlerin derin ekonomik gücü... ...ekonomik ve kültürel olguların giderek birbirinden ayrılmaz hale gelişi...

290
... iletişim ve sibernetiğin ileri teknolojileri ancak öznellikte kök saldığı, daha doğrusu, üretici öznellikler tarafından canlandırıldığı zaman etkilidir.

294
Nicel göstergeler ne bir paradigmadan (ekonomik paradigmalar) diğerine geçiş sürecindeki nitel dönüşümü ne de her bir paradigma bağlamında ekonomik sektörler arasındaki hiyerarşiyi kavrayabilir. Modernleşme sürecinde ve endüstriyel hâkimiyet paradigmasına geçişte, tarım üretimi nicel olarak (hem çalışan işçilerin yüzdeleri hem de üretilen toplam değerin oranı açısından) düşmekle kalmamış, daha önemlisi, tarımın kendisi de dönüşüme uğramıştır. Tarım endüstrinin tahakkümü altına girdiğinde, hâlâ nicel açıdan ağırlığını korusa bile, endüstrinin toplumsal ve finansal baskılarına maruz kalır, dahası, tarımsal üretimin kendisi endüstrileşir. Kuşkusuz, tarım yok olmuyor, modern endüstriyel ekonomilerin asli bir bileşeni olarak yerini koruyordu; ama artık dönüşüme uğramış ve endüstrileşmiş bir tarımdır söz konusu olan.

Tarihsel yanılsama benzetmeyi dinamik bir ardışıklık varmış gibi yapar; öyle ki bir ekonomik sistem, sanki hepsi aynı hattı takip ederek ilerliyormuş gibi, gelişme sürecinde bir önceki dönemde ötekinin geçtiği aynu konumu ya da aşamayı geçer. Ancak nitel açıdan, yani küresel iktidar ilişkileri içindeki konumlarına göre bakıldığında, bu toplumların ekonomileri hiçbir biçimde kıyas kabul etmez konumlar işgal eder.

298
... günümüzde modernleşme sona ermiştir. Başka bir ifadeyle, endüstriyel üretim artık tahakkümünü öteki ekonomik biçimler ve toplumsal olgulara genişletemiyor. Bu değişimin bir belirtisi istihdamdaki nicel değişikliklerde görülebilir. Modernleşme süreci emeğin tarım ve madencilikten (birincil sektör) endüstriye (ikincil sektör) göçüyle tanımlanırken, postmodernleşme ya da enformatikleşme süreci emeğin endüstriden hizmet alanına (üçüncü sektör) göçüyle tanımlanır.

Modernleşmenin bittiği ve küresel ekonominin günümüzde enformasyon ekonomisi yönünde bir postmodernleşme sürecine girdiği iddiası, artık endüstriyel üretimin sonunun geleceği ya da yerkürenin en hâkim bölgelerinde bile önemli bir rol oynamayacağı anlamına gelmez. Tıpkı endüstrileşme süreçlerinin tarımı dönüştürdüğü ve onu daha verimli hale getirdiği gibi, enformasyon devrimi de imalat süreçlerini yeniden tanımlayarak ve gençleştirerek endüstriyi gençleştirecektir. Burada idari bakımdan zorunlu olan yeni işlev "imalatı bir hizmet gibi gör" formülüyle açıklanabilir.

299
Dünyanın bağımlı ülkeleri ve bölgeleri böylesi stratejileri hayata geçirmekten aciz olmakla birlikte, postmodernleşme süreçleri onlara geri dönüşü olmayan değişimler dayatır.

300
Sahra-altı Afrikası gibi hiyerarşinin en alt bölgeleri sermaye akışlarından ve yeni teknolojilerden tam anlamıyla dışlanmıştır ve bu yüzden bu bölge insanları açlık sınırında yaşıyor. Küresel hiyerarşide orta düzey konumlar için rekabet endüstrileşme üzerinden değil, üretimin enformatikleşmesi üzerinden yürütülüyor. Hindistan ve Brezilya gibi, değişik ekonomileri içinde barındıran geniş ülkeler, eşzamanlı olarak her düzeyde üretim sürecini -enformasyon temelli hizmet üretimi, modern endüstriyel mal üretimi ve geleneksel elişleri, tarım ve madencilik- destekleyebilir. Bu üretim tarzlarının düzenli bir sırayla birbirini takip etmelerine gerek yoktur; tersine bunlar birbirine karışır ve yan yana var olurlar. Bütün bu üretim tarzları dünya pazarının ağları içinde ve enformasyon temelli hizmet üretiminin tahakkümü altında varlığını sürdürüyor.

302
Maddi-Olmayan Emeğin Sosyolojisi
dönüşüm ... Fordist modelden Toyotist modele geçiş...
... başta gelen yapısal değişim, metaların üretimi ve tüketimi arasındaki iletişim sistemi ... yani fabrikayla piyasa arasındaki enformasyon akışı...
Toyotizm ... piyasalarla sürekli ve doğrudan iletişim ... sıfır stok...

303
maddi olmayan emek ... 
bir hizmet, bir kültürel ürün, bilgi ya da iletişim gibi maddi-olmayan mallar üreten emek...

304
Etkileşimli ve sibernetik makineler bedenlerimize ve zihinlerimize takılan yeni bir protez, bedenlerimizi ve zihinlerimizi yeniden tanımlamamızı sağlayacak bir lens haline geliyor. Siber-uzamın antropolojisi gerçekte yeni insanlık durumunu tanımaktan başka bir şey değildir.

(Dipnot 18. "Temel ekonomik kaynak -ekonomistlerin terimini kullanacak olursak 'üretim aracı'- artık ne sermaye, ne doğal kaynaklar (ekonomistlerin 'toprak' dediği şey) ne de 'emek'tir. Kaynak artık bilgidir ve hep öyle olacaktır." Peter Drucker'in anlamadığı bilginin verili bir şey değil, üretilmiş bir şey olduğu ve üretiminin de yeni tür üretim araçları ve emeğin gerekli olduğudur.)

305
... duygulanımsal emek... özen, şefkat, rahatlama, ferahlama, tatmin, heyecan, tutku...

306
Maddi-olmayan emek dolaysız bir biçimde toplumsal etkileşim ve ortak faaliyet gerektirir. Başka bir ifadeyle, maddi-olmayan emeğin ortak oluşu daha önceki emek biçimlerinde olduğu gibi dışarıdan dayatılmış ve örgütlenmiş bir şey değildir; ortaklık bizatihi emek faaliyetine tam anlamıyla içkindir. ... (maddi-olmayan emek gücü) ortak güçleri emeğe kendi değerini kendi biçme imkânı verir. ... maddi-olmayan emek, kendi yaratıcı enerjilerini dışavurarak, görünen o ki, bir tür kendiliğinden ve çekirdek komünizm imkânı sağlıyor.

313
Piyasa rejimleri ve neo-liberalizm bu ikinci, üçüncü ve n'inci doğanın özel mülke dönüşmesinden doğar.

Bize öyle geliyor ki, aslında, bugün kapitalizm tarihinde hiçbir zaman yaşamadığımız oranda derin ve köklü bir komünallik ortamında yaşıyoruz. Gerçek şu ki, biz iletişim ve toplumsal ağlar, etkileşimli hizmetler ve ortak dillerden oluşmuş bir üretici dünyada yaşıyoruz. Ekonomik ve toplumsal gerçekliğimiz yapılan ve tüketilen maddi nesnelerden çok ortak üretilmiş hizmetler ve ilişkiler tarafından belirleniyor. Üretmek giderek daha fazla eylem ve iletişim ortaklığı kurma anlamına geliyor.

316
... kapitalistlerin bencil kâr dürtüleri ileriyi görmelerini engeller.

321
Beş duyunun heykelin yüzüne bir gül değdirilmesiyle oluştuğuna ilişkin eski Aydınlanmacı nosyon...

325
Polybius için, Roma İmparatorluğu politik gelişmenin zirvesini temsil ediyordu; çünkü o üç "iyi" iktidar biçimini -İmparator, Senato ve halk komitelerini (comitia  Antik Roma'da yasama görevlerini üstlenen halk meclisleri) şahsında cisimleştiren monarşi, aristokrasi ve demokrasiyi- bir araya getiriyordu. İmparatorluk bu iyi biçimin, monarşinin tiranlığa, aristokrasinin oligarşiye ve demokrasinin komitelerin yönetimine ya da anarşiye dönüştüğü bir kısır döngüye düşüp yozlaşmasını engeller.

Bugün karşımıza çıkan İmparatorluk da -mutadis mutandis [gerekli değişiklikler yapıldıktan sonra]- bu üç iktidar biçimi arasındaki işlevsel bir denge üzerine kurulmuştur: iktidarın monarşik birliği ve küresel kuvvet kullanma tekeli; ulus-aşırı korporasyonlar ve ulus-devletler kanalıyla aristokratik eklemlenme; ve çeşitli türden STK, medya örgütleri ve diğer "halkçı" örgütler yanında yine ulus-devletler biçiminde karşımıza çıkan demokratik-temsili komiteler.

327
Karma kuruluş
Monarşi, iktidar birliğinin meşrulaştırıcı ve aşkın koşulu için temel olmak yerine, bir küresel polis kuvveti ve dolayısıyla bir tiranlık biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Ulus-aşırı aristokrasi sanki girişimcilik erdemini finansal spekülasyona harcamayı tercih ediyor ve dolayısıyla bir asalak oligarşi görüntüsü veriyor. Son olarak, bu çerçevede emperyal mekanizmanın aktif ve açık unsuru olması gereken demokratik kuvvetler ise, aksine korporatif kuvvetler, bir önyargılar ve köktencilikler dizgesi olarak görünür ve dolayısıyla düpedüz gerici olmadığında muhafazakâr bir ruh hali sergiler.

336
... sermaye aşkın bir iktidar değil, içkinlik alanında bulunan bir kontrol mekanizması talep eder. Sermayenin toplumsal gelişmesi yoluyla, modern egemenlik mekanizmalarının -sınırlı ve parçalı bir toplumsal alan üzerine aşkın bir düzen dayatan kodlama, üst-kodlama ve yeniden kodlama süreçleri- yerini, zaman içinde bir aksiyomatik, yani öncel ve sabit tanımlar ya da terimlere gönderme yapmaksızın çeşitli alanlar boyunca doğrudan ve eşit oranda değişkenleri ve katsayıları belirleyen ve birleştiren bir dizi denklem ve ilişki alır.

337
Sermaye kodlanmamış akışlar, esneklik, sürekli uyarlanma ve eşitleme eğilimiyle tanımlanan pürüzsüz bir uzama yönelir.

340
Kontrol toplumuna geçiş hiçbir biçimde disiplinin sonu anlamına gelmez. Aslında, disiplinin içkin işleyişi -yani, öznelerin kendilerini disiplin altına sokması, bizatihi öznellikler içinde durmaksızın disiplinci mantıkların fısıldanması- toplum geneline çok daha fazla yayılmıştır.

341
Kontrol toplumunda üretilen bir melez öznellik bir mahkûm, bir akıl hastası ya da bir fabrika işçisi kimliği taşımayabilir; ama yine de eşzamanlı olarak bütün bu kimliklerin mantıkları tarafından kurulmuş olabilir. O, fabrika dışında fabrika işçisi, okul dışında öğrenci, hapishane dışında mahpus, tımarhane dışında delidir; aynı zamanda hepsidir. ... Tıpkı emperyal egemenlik gibi, kontrol toplumunun öznellikleri de karma kuruluşlardır.

346
 Spekülatif ve finansal sermaye bir yandan emek gücünün fiyatı nerede en ucuzsa ve yönetim aygıtı nerede en yüksek sömürüyü garanti ediyorsa oraya akar.

351
Onların gücü kontrol altına alınmalı, ama yok edilmemelidir.

355
... arzu sınır tanımaz ve (varolma arzusu ve üreme arzusu bir ve aynı şey olduğundan) hayat sürekli olarak, özgürce ve eşit olarak yaşanabilir ve yeniden üretilebilir.

362
... (bombayla) yıkıma, (parayla) yargıya ve (iletişimle) korkuya...

366
... materyalist mantık (yani politik, tarihsel ve ontolojik mantık)

.
.
.
.