05 Şubat 2015

Gilles Deleuze & Felix Guattari - Kafka (Minör Bir Edebiyat İçin)

.
.
.




.
.


Gilles Deleuze & Félix Guattari  (1975)
Kafka (Minör Bir Edebiyat İçin)
(Çev. Özgür Uçkan - Işık Ergüden), Yapı Kredi Yayınları, 2001 İstanbul


İçerik ve Anlatım

10
Kafka’yı ilgilendiren şey, bestelenmiş, göstergebilimsel olarak biçimlendirilmiş bir müzik değil, sesli bir katışıksız maddedir. (John Cage tarzı konser)

11
Kafka’yı ilgilendiren şey, … yersizyurtsuzlaştırılmış müzikal sestir; anlamdan, besteden, şarkıdan, sözden kaçan çığlıktır; hâlâ fazlasıyla gösteren bir zincirden kurtulmak için gerekli olan kopuş halindeki ahenktir. … Biçim var olduğu sürece, yeniden-yerliyurtlulaştırma da var olacaktır, müzikte bile. … Özetle, burada ses, bir anlatım biçimi olarak değil, diğer öğeler üzerinde etki yapacak bir biçimlenmemiş anlatım maddesi olarak ortaya çıkar. … söz konusu olan, itaat etmenin karşıtı olarak özgürlük değil, yalnızca bir kaçış çizgisi, daha doğrusu, olası en az gösteren olarak “sağa, sola, nereye olursa” yönelen basit bir çıkıştır.

13
Bir yazar, yazar olan insan değildir, siyasal insandır, makine insandır, deneysel insandır (böylece, maymun, kınkanatlı, köpek ya da fare olmak için, hayvan-oluş, insandışı-oluş için insan olmaktan çıkar, çünkü aslında ses ile, bir tarz ile hayvan olunur; ve kuşkusuz kanaatkârlığın verdiği ölçüde). … Sorun, kesinlikle özgür olmak değil, ama bir çıkış, bir giriş, bir kenar, bir geçit, bir bitişme noktası vb. bulmaktır.

14
Arzu biçim değildir, süreçtir, gelişimdir.


Fazla Aşırı Bir Oedipus

15
Cinsel sorunlarım varsa, evlenemiyorsam, yazıyorsam, yazamıyorsam, bu dünyada başım eğikse, son derece çölümsü bir başka dünya kurmak zorunda kaldıysam: Bunların hepsi babanın suçu.

16
“… bana öyle geliyor ki, içinde yaşayacağım bölgeler ya senin vücudunla kapayamadığın ya da senin ulaşamadığın yerlerdir ancak.” … Kafka’nın dediği gibi, sorun, özgürlük değil, çıkış sorunudur. Baba sorunu, baba karşısında nasıl özgür olunacağı (Oedipusçu sorun) değil, onun yolu bulamadığı bir yerde yolun nasıl bulunacağıdır. … Kısaca, nevrozu üreten Oedipus değil, nevrozdur; yani zaten itaat etmiş olan ve kendi itaat edişini iletmeye çalışan arzu’dur Oedipus’u üreten. Oedipus, nevrozun meta değeridir.

17
Oedipus üzerinde ve ailede yeniden-yerliyurtlulaşmak yerine, Oedipus’u dünyada yersizyurtsuzlaştırmak. Ama, bunun için, Oedipus’u, saçmaya, komiğe varana dek büyütmek, “Baba’ya Mektup”u yazmak gerekiyordu. Psikanalizin hatası, oyuna gelmek ve bizi de oyuna getirmektir, çünkü psikanaliz, bütün artıdeğerini edindiği nevrozun meta değeriyle yaşar. “Babaya karşı başkaldırı bir komedidir, trajedi değil.”

19
Bu kaçış çizgilerini, bu hayvan-oluşları oluşturmamış ya da denememiş çocuk da yoktur. Oluş olarak hayvanın da, ne babanın vekiliyle, ne de bir ilkörnekle ilgisi vardır. Çünkü, kente yerleşmek için taşrayı terk etmiş bir Yahudi olan baba, kuşkusuz gerçek bir yersizyurtsuzlaşma hareketine yakalanmıştır; ama ailesinde, ticaretinde, itaat ve otorite sistemlerinde kendisini durmadan yeniden-yerliyurtlulaştırır.

20
Hayvan-oluş, tam da, hareket etmek, bütün olumluluğu içinde kaçış çizgisini çizmek, bir eşiği aşmak, yalnızca kendileri için değer taşıyan yoğunluklar sürekliliğine ulaşmak; biçimlenmemiş bir maddenin, yersizyurtsuzlaştırılmış akımların, gösterendışı göstergelerin yararına, bütün biçimlerin ve gösteren, gösterilen bütün anlamlandırmaların çözüldüğü katışıksız bir yoğunluklar dünyası bulmak demektir.

21
(“Ortadan toz olmak. Ben de bunu yaptım, toz oldum ortadan. Özgürlüğü seçemeyecek oluşum karşısında başka çıkar yol göremedim.”)


Minör Edebiyat Nedir?

27
Üçüncü özellik, her şeyin kolektif bir değer taşımasıdır. Gerçekten de, minör bir edebiyatta yetenekli kişilere bolca rastlanmadığından, koşullar, şu ya da bu “usta”ya ait olan ve kolektif sözcelem’den ayrılabilir, bireyleştirilmiş bir sözcelem’den kaynaklanmaz. Öyle ki, yetenekli kişilere az rastlanması aslında yararlıdır ve ustalar edebiyatından başka bir şeyin kavranmasına izin verir: Yazarın tek başına dile getirdiği şey zaten ortak bir eylemi oluşturur ve söylediği ya da yaptığı şey, başkaları hemfikir olmasa da, zorunlu olarak siyasaldır.

28
Özne yoktur, yalnızca kolektif sözcelem düzenlemeleri vardır - ve edebiyat, bu düzenlemeleri, henüz dışarıda verili olmadıkları ve yalnızca gelecekteki şeytani güçler ya da oluşturulacak devrimci güçler olarak var oldukları koşullarda dile getirir. ... K harfi, artık ne bir anlatıcıyı ne de bir kişiyi gösterir...

... tıpkı bir Çek Yahudisinin Almanca ya da bir Özbek'in Rusça yazmak zorunda olması gibi. Sığınacak yer arayan bir köpek, yuva yapan bir fare gibi yazmak. Bunun için ise, kendi az gelişmişlik noktasını, kendi taşra ağzını, kendi üçüncü dünyasını, kendi çölünü bulmak.

29
Yalnızca, iki olası tarz vardır: Ya bu Almanca yapay olarak zenginleştirilir, simgeciliğin, düşçülüğün, ezoterik bir anlayışın, gizli bir gösterenin bütün kaynaklarıyla doldurulur - Prag Okulu'nun, Gustave Meyrink ve Max Brod'un da aralarında olduğu birçoklarının tarzı budur. Ama bu girişim, ilkörneklere, Kabala'ya ve simyaya dayanan, simgesel yeniden-yerliyurtlulaştırmaya yönelik olan, halkla kopuşu şiddetlendiren ve "Sion düşü" şeklindeki bir Siyonizmden başka siyasal çıkış bulamayan umutsuz bir çabayı işin içine sokar. Kafka hızla diğer tarza yönelir, daha doğrusu onu icat eder: Prag Almancasını tercih etmek, nasılsa öyle, hatta bütün yoksulluğu içinde. ... Kusursuz ve biçimlenmemiş bir anlatıma, maddi, yoğun bir anlatıma ulaşmak. ... Beckett, kuruluğun ve kanaatkârlığın, kasıtlı yoksulluğun verdiği güçle, yoğunluklardan başka bir şey kalmayana kadar götürür yersizyurtsuzlaştırmayı.

33
Kafka, her türlü metaforu, simgeciliği ve anlamlandırmayı da, her türlü adlandırma gibi, bilinçli olarak öldürür. Metamorfoz (dönüşüm) metaforun karşıtıdır. Artık ne gerçek anlam ne de mecazi anlam vardır, yalnızca sözcük yelpazesinde hallerin dağılımı vardır. Şey ve diğer şeyler, yalnızca kendilerine ait kaçış çizgisini izleyerek yersizyurtsuzlaşmış olan ses ya da sözcüklerin kat ettikleri yoğunluklardır artık. Bir hayvanın davranışıyla, insan davranışı arasında var olan benzerlik değildir söz konusu olan, hele sözcük oyunu hiç değildir. [Burada çağdaş dans sanatçısının, insan zaten dans eder ifadeleri bulunmalı] Artık ne insan ne de hayvan vardır; çünkü her biri diğerini, akımların birleşmesiyle, tersine çevrilebilir yoğunluklar sürekliliği içinde yersiyurtsuzlaştırır. ... Hayvan, insan "gibi" konuşmaz, anlamlandırmadan yoksun tonlamalar çıkartır; sözcükler de hayvanlar "gibi" değildir; ama tam anlamıyla dilbilimsel köpekler, böcekler ya da fareler olduklarından, kendi paylarına, tırmanırlar, havlarlar ve hızla ürerler.

35
... tek bir topluluk için uygulanabilecek olan bir dil işlevleri çalışması... ayrı dillerde cisimleşebilen işlevler hakkındaki bu çalışma, yalnızca toplumsal etkenleri, güç ilişkilerini, çok çeşitli iktidar merkezlerini doğrudan hesaba katar; hiyerarşik ve buyurgan dil sistemini, buyruk iletimi, iktidar uygulaması ya da bu uygulamaya karşı gösterilen direnç bağlamlarında değerlendirmek için, "bilgilendirici" söylenden kaçar. ... Henri Gobard dörtlü bir dilbilim modeli önerir: Kırsal topluluğa ait ya da kır kökenli, yerliyurtlu, yerli dil ya da anadil; devlet ya da dünya çapındaki kentsel aracı dil, topluluk dili, ticari mübadelenin, bürokratik iletinin vb. dili, ilk yersizyurtsuzlaşmanın dili; kültürel yeniden-yerliyurtlulaaştırma işlevi gören gönderim dili, anlamın ve kültürün dili; kültürlerin, tinsel ya da dinsel yeniden-yerliyurtlulaştırmanın ufkundaki söylen dili. ... Yerli dil burada; aracı dil her yerde; gönderim dili orada; söylen dili ötede'dir. ... Latincenin söylen işlevine son verilmesinden beri ayinin Fransızca okunmasına üzülen sadeleşme yanlılarının hoşnutsuzluğu anlaşılır bir şeydir. Ama akademisyenler topluluğu daha da geride kalmıştır ve Latincenin kültürel gönderim işlevine son verilmiş olmasına bile üzülürler. Böylece, bu dil dolayımıyla uygulanan, kiliseye ya da okula ait iktidar biçimlerine özlem duyulur çünkü bugün bu iktidar biçimlerinin yerini başka biçimler almıştır.

39
Bir dil, majör de olsa, yaratıcı kaçış çizgileri boyunca kaçmasını sağlayan ve ne kadar yavaş, ne kadar sakınımlı olursa olsun, bu kez mutlak bir yersizyurtsuzlaştırma oluşturan yoğunlaştırılmış bir kullanıma uygundur. Buluş, yalnızca sözcük dağarcığına ilişkin değildir, sözcük dağarcığı pek önem taşımaz, ama kannatkâr bir sözdizimsel buluş, bir köpek gibi yazmak içindir (ama köpek yazı yazamaz. -Tam da, tam da bu yüzden).

40
(notlar) (günlükler) 6. "Küçük bir ulusun belleği, büyük bir ulusun belleğinden küçük değildir; dolayısıyla eldeki malzemeyi daha bir titizlikle işler."

44
Aşkın yerine aşk mektubunu koymak (?). Aşkı yersizyurtsuzlaştırmak.

53
(Hayvan-oluş) insana aşılanmış bir hal...

65
... yasa yalnızca bir hüküm içinde bildirilebilir ve hüküm de ancak bir ceza içinde öğrenilebilir. Yasanın içini kimse bilmez.

88
Anti-lirizm: Dünyayı okşamak ya da ondan kaçmak yerine, onu, kaçırtmak için "avucunun içine almak".

102
Kafka'nın çabaları tam ters bir yöne bile gidebilir, bu, onun anti-lirizminin, anti-estetizminin formülüdür: Dünyadan izlenimler çıkarmak yerine "dünyayı avuçlamak", nesnelerle, kişilerle, olaylarla, hatta gerçekle çalışmak; yoksa izlenimlerle değil. Metaforu öldürmek. ... Kafka'nın tüm evrimi, artık bu izlenimlere ve diğerlerine dayanmayan bir kanaatkârlık, aşırı-gerçekçilik ve mekaniklik adına, hepsini ortadan kaldırmaktan ibarettir.

104
Ailesiz ve eşsiz olarak bekar daha toplumsaldır, sosyal-tehlikedir, sosyal-haindir ve tek başına kolektiftir ("Biz yasadışıyız, kimse bunu bilmiyor olsa da bize böyle davranıyorlar").

124
Her birimiz kendi mahrem azınlığımızı, kendi mahrem çölümüzü kendi içimizde keşfetsek de (azınlık mücadelesinin tehlikeleri dikkate alınmalı: Yeniden-yerliyurtlulaşmak, yeniden fotoğraf çekmek, yeniden iktidara gelmek ve yasa yapmak, yeniden "büyük edebiyat" yapmak) bu her zaman azınlıklara özgü kolektif koşullarda, "minör" edebiyat ve siyaset koşullarında gerçekleşecektir.




.
.
.
.

02 Şubat 2015

Giorgio Agamben - Açıklık İnsan ve Hayvan

.
.
.
.

Açıklık - İnsan ve Hayvan  2002
Giorgio Agamben 
(Çev. Meryem Mine Çilingiroğlu), Yapı Kredi Yayınları,
2009, İstanbul



1  Açıklık

7
"Hayvanlar olmasaydı, insan doğası daha da anlaşılmaz olurdu." Georges-Louis Buffon

kosher'e göre kesim”. Yahudilikte bir nesnenin dinsel amaçlara uygunluğu (Çev. notu)

11
Manici metinlerde arkonların her biri hayvanlar aleminin bir kısmına (iki ayaklılara, dört ayaklılara, kuşlara, balıklara, sürüngenlere) tekabül eder ve beraberce, insanın bedeninin "beş doğasına" (kemiklere, sinirlere, damarlara, ete, tene) denk gelir...
... son günde, hayvanlarla insanların ilişkilerinin yeni bir biçime bürüneceği ve insanın kendi hayvani doğasıyla barışacağı... (düşüncesi).


2  Başsız

12
apori  çıkmaz
Kojéve'in Hegel okuması... Homo sapiens'in insan haline gelmesini sağlamış olan ağır ağır ilerleyen çalışma ve olumsuzlama sürecinin tamamına ereceği tarih sonrasına ait dünyada tarihin sonu ve insan ile doğanın bürünecekleri görünüş meseleleri...


3  Züppe

16
Kojéve... tarihin sonunda insan "denilenin" yok olacağının kabul edilmesi halinde, daha sonra "arta kalan her şey"in (sanatın, aşkın, oyunun) kendini sonsuza değin muhafaza edeceğinin tutarlılıkla iddia edilemeyeceğini belirtir. "İnsanın yeniden hayvan olması halinde, sanatları, aşkları ve oyunları da yeniden tamamen "doğal" olmalıdır. Dolayısıyla tarihin sonundan sonra insanların; binalarını ve sanat eserlerini örümceklerin ağlarını ördükleri, kuşların da yavrularını kurdukları gibi  oluşturacaklarını, müzik konserlerini kurbağalar ve ağustos böcekleri gibi icra edeceklerini ve yavru hayvanlar gibi oynayarak, yetişkin hayvanlar gibi sevişeceklerini kabul etmek gerekir. Hal buyken, bütün bu saydıklarımızın "insanı mutlu edeceği" söylenemez.

19
Zira Kojéve’in yaptığı Hegel okumasında insan biyolojik olarak belirlenmiş bir tür ya da ilk ve son defa verilmiş bir töz değildir: İnsan, daha ziyade, “antropofor” (insana götüren) hayvanlıkla bu hayvanlıkta bedenleşen insanlığı her seferinde -hiç olmazsa fiilen- birbirinden ayıran, hep duraklarla kesilmiş diyalektik gerilim alanıdır. Tarihsel olarak insan ancak bu gerilimde vardır: İnsan, kendisini destekleyen antropofor hayvanı aşması ve dönüştürmesi ölçüsünde insani olabilir ancak çünkü insan, sadece olumsuzlama eylemi aracılığıyla, kendi hayvanlığına hükmetme ve gerekirse, onu yok etme kapasitesine sahiptir (ve Kojêve'in “insan, hayvanın ölümcül hastalığıdır”:554, diye yazması bu anlamdadır).


4  Mysterium disiunctions (Lat. Ayrımın gizi)

21
(Aristotele'in De anima eseri:) “Hayvan cansız olandan yaşam aracılığıyla ayırt edilir. Ama yaşamak pek çok şekilde söylenir ve düşünce, duyum, yerine göre hareket ve dinlenme, beslenme hareketi, tahrip ve büyüme durumlarından birinin bile var olması halinde, bir şeyin yaşadığını söyleriz. Ve bu nedenledir ki bütün bitki türleri de bize yaşıyor olarak gözükür. Zira bitkilerin, karşıt yönlerde büyümelerini ve tahriplerini sağlayan bir ilkeye ve yetiye sahip oldukları açıktır… Bu ilke, diğerlerinden ayrılabilir, ama diğerleri ölümlü varlıklarda bu ilkeden ayrılamaz. Bu, bitkilerde gayet açıktır: Bitkilerde ruhun başka bir yetisi yoktur. O halde canlılar bu ilke aracılığıyla yaşama sahiptirler … Bitkilerin de sahip oldukları ruhun bu kısmını beslenme gücü (threptikón) olarak adlandıralım. (Aristoteles, 413a, 20 - 413b,8)

22
... “nedir”e ilişkin her soruyu “bir şey ne aracılığıyla (dia ti) başka bir şeye ait olur?” şeklinde yeniden biçimlendirmekten ibarettir. Belli bir varlığa neden canlı dendiğini sormak, yaşamanın bu varlığa ait oluşunu sağlayan temeli aramak demektir. Bir 'diğer deyişle, yaşamanın söylendiği çeşitli şekillerden birinin diğerlerinden ayrılması ve yaşamın belli bir varlığa atfedilebilmesini sağlayan ilke olarak derinlere inmesi gerekir. Başka bir anlatımla, tamda ayrılmış ve bölünmüş olan şey (bu durumda besin yaşamı), -bir nevi divide et impera (Lat. Böl ve yönet) ile- bir dizi işlevsel beceri ve karşıtlılığın sıra düzenli eklemlenmesi şeklinde yaşam birliğinin kurulmasını sağlayan şeydir.
Besin yaşamının soyutlanması (ki buna eski yorumculardan beri bitkisel adı verilmiştir), Batı bilimi için her açıdan temel anlam teşkil eden bir olay olmuştur. Zira yüzyıllar sonra Bichat, Recherches physiologiques sur la vie et la mort eserinde dış dünyayla olan ilişkisi tarafından tanımlanan “hayvan yaşamı”nı “sindirme ve dışkılamanın olağan ardıllığından” ibaret olan “organik yaşam”dan (Bichat, 61) ayırdığında; üstün hayvanların yaşamının diğerlerinden koptuğu karanlık arka planı çizen, gene Aristoteles'in belirlediği besin yaşamı olacaktır. Bichat'ya göre, her üstün canlıda iki “hayvan” bir arada yaşıyor gibidir: Tabiri caizse kör ve bilinç yoksunu (kan dolaşımı, solunum, sindirme, dışkılama vb) bir dizi işlevin yinelenişinden ibaret bir yaşamı olan -ve Bichat'nın “organik” olarak tanımladığı- animal existant au-dedans (Fr. İçte yaşayan hayvan) ile dış dünyayla olan ilişkisi aracılığıyla tanımlanan bir yaşama sahip -ve Bichat'ya göre “hayvan” adını almaya layık olan sadece budur- animal vivant au-dehors (Fr. Dışta yaşayan hayvan). Bu iki hayvan insanda bir arada yaşar, ama birbiriyle örtüşmez: İçteki-hayvanın organik yaşamı hayvan yaşamından önce, ceninde başlar ve yaşlılıkla can çekişme sırasında, dıştaki-hayvanın ölümüne karşın hayatta kalır.

23
Bitkisel yaşamın işlevleri ile ilişkiye yönelik yaşamın işlevleri arasındaki bu ayrımın modern tıp dünyasında edindiği stratejik önemi anımsatmaya bile gerek yoktur. Kaldı ki modern
cerrahinin ve anestezinin başarısı, tam da Bichat'nın iki hayvanını ayırma ve aynı zamanda, eklemleme olanağına dayanır. Ve Foucault'nun göstermiş olduğu gibi, 17. yüzyıldan itibaren temel görevleri arasına halkın yaşamıyla ilgilenmeyi dahil edip böylelikle siyasetini biyogüce (yaşam-gücüne) dönüştüren m0dern devlet, bu yeni çağrısını; öncelikle, bitkisel yaşam kavramını aşama aşama genelleştirerek ve ona yeni bir tanım getirerek (bugün bu durum, ulusun biyolojik mirasına denk gelir) gerçekleştirecektir. Ve bugün hâlâ, klinik ölüm ölçütlerinin yasal tanımına yönelik tartışmalarda yapılan, bir bedenin canlı sayılıp sayılamayacağına ya da son organ nakli macerasına terk edilip edilmemesi gerektiğine dair karar veren -beyinsel her türlü etkinlikten ve deyim yerindeyse, her özneden kopmuş- bu çıplak hayat üzerine bir başka tanımdır.

O halde, bitkisel ile ilişkisel, organik ile hayvansal, hayvani ile insani yaşam arasındaki ayırım öncelikle hareket halindeki bir sınır misali canlı insanın içinden geçer ve bu son mahrem kesinti olmaksızın, olasılıkla neyin insani, neyin insani olmadığına dair karar vermek bile mümkün olmaz. İnsanı diğer canlılardan ayrı koymak ve insanla diğer canlıların arasındaki ilişkilerin karmaşık -ve hep de kurucu olmayan- yasasını düzenlemek; sadece insanın içinde hayvan yaşamı gibi bir şeyin ayrımı yapıldığı için, sadece insanın hayvanla olan yakınlığı ve uzaklığı öncelikle en mahrem ve yakın olan üzerinden ölçüldüğü ve tanındığı için olasıdır.

24
Ancak şayet bu doğruysa, insani olan ile hayvani olan arasındaki kesinti şayet insanın içinden geçiyorsa, o zaman insan -ve “insanlık”- meselesinin kendisini yeni bir şekilde ele almak gerekir. Bizim kültürümüzde, insan hep beden ile ruhun, bir canlı ile bir logos'un,  doğal (ya da hayvani) bir öğe ile doğaüstü, sosyal ya da ilahi bir öğenin eklemi ve birleşimi olarak düşünülmüştür. Oysa insanı bu iki öğeyle bağlantısının kopmasından geriye kalan şey şeklinde düşünmeyi öğrenmeliyiz ve birleşmenin metafizik gizini değil, ayrımın pratik ve siyasi yönünü araştırmalıyız. Şayet insan daima ardı arkası kesilmeyen bölünme ve kesinti yeri -ve aynı zamanda ürünü- ise, insan nedir? Bu ayrımlar üzerine çalışmak, -insanda- insanın insan-olmayandan ve hayvanın insani-olandan ne şekilde ayrıldığını sorgulamak;
sözgelimi değer ve insan hakları adını alan büyük meselelerle ilgili belli bir tarafta yer almaktan daha acildir. Belki, tanrısal olanla kurulan ilişkilerin en aydınlık kısmı da, bir şekilde bizi hayvandan ayıran -daha karanlık olan- kısma bağlıdır.


5  Kutlu Kişilerin Fizyolojisi

25
Peki ya Havva'nın bedenini oluşturmuş olan Âdem'in kaburgası Havva'nın bedeninde mi yoksa Âdem'in bedeninde mi dirilecektir, diye sorar Tommaso.

26
Hayvani yaşamın iki temel işlevi -beslenme ve üreme- bireyin ve türün muhafazasına dayanır: Ancak, dirilişten sonra, insan türü önceden belirlenmiş sayısına zaten kavuşmuş olmalıdır. Dirilişten sonra ölüm de olamayacağına göre, yaşamın bu iki işlevi tamamen gereksiz hale gelir. Bundan ayrı olarak, dirilmiş olanların yemeye ve üremeye devam etmeleri halinde, Cennet bu kişilerin hepsini içine almak bir yana, dışkılarını bile içine alacak büyüklükte olamaz.

27
Diğer yanda, daha sinsi bir öğreti de mevcuttu. Buna göre, dirilmişler cinsellik ve besinden birey ya da türün muhafazası için faydalanmayacaklardı. Esenlik insan doğasının mükemmelen işlemesini gerekli kıldığı için, insanın Cennet’te bütünüyle esen olması ruhsallık kadar bedene de bakıyordu. Tommaso -Muhammed yanlılarına ve Museviler’e benzettiği- bu sapkınlara karşı, Summa theologica’ya eklediği De resurrectione’de usus venereorum et ciborum’un (Lat. Cinsellik ve aş kullanımı) Cennet’e dahil olmadığını kati bir biçimde vurgulamıştır. Diriliş, insanın doğal yaşamının mükemmeliyetine göre değil, sadece tefekkür hayatı olan o son mükemmelliğe göre düzenlenmiştir, demiştir. “İnsan doğasının ilk mğkemmeliyetine ulaşmaya ve onu muhafaza etmeye yönelik doğal işlemlerinin hiçbiri dirilişten sonra kalmayacaktır … Yemek yemek, içmek, uyumak ve üremek doğanın ilk mükemmeliyetine aittir ve bunlar dirilmiş kişilerde bulunmayacaktır” (Aquino’lu Tommaso 1955, 151-52).

[Tommaso’ya göre hayvan yaşamı cennete dahil değildir] Buna göre bitkiler ve hayvanlar da Cennet’te yer almayacak, “gerek tamamen gerekse kısmen çürüyeceklerdir” (age).

6  Cognitio experimentalis (Lat. Deneysel bilgi)

28
… insanla hayvanın ilişkisi; tarihi araştırmaların kaçınılmaz olarak tarih ötesi kesitle yüzleşmesini gerekli kılan temel bir alan saptamaktadır ve bu alana, varlık felsefesini dahil etmeden girmek mümkün değildir. Hani neredeyse insani ile hayvani olan arasındaki sınırı belirlemek, filozofların ve dinbilimcilerin, bilim adamlarının ve siyasetçilerin tartıştıkları konulardan biri değilmiş gibidir. Bu sınır belirlemek, sadece ‘insan’ gibi bir şeye karar verebilecek ve ‘insan’ gibi bir şeyin üretilebileceği temel bir metafizik-siyasi işlemdir sanki. Hayvani yaşamla insani yaşamın birbiriyle mükemmelen örtüşmesi durumunda, insan ve hayvan da -ve belki de tanrısal olan da- düşünülebilir olmaktan çıkar. Bu nedenle tarih sonrasına varış, kaçınılmaz olarak, bu sınırın belirlenmiş olduğu tarih öncesi eşiğin yeniden gündeme getirilmesini şart koşar.

Summa’nın Ultrum Adam in statu innocentiae animalibus dominaretur (Lat. Belki de Âdem masumiyet halindeyken hayvanlara tabiydi) adlı gayet manidar başlıklı bir pasajda, Tommaso insanla hayvan arasındaki ilişkide yer alan ‘bilişsel deney’i dile getirir… “Masumiyet halinde insanlar … doğalarından deneysel bilgi edinebilmek için hayvanlara gereksinim duyuyorlardı.”


7  Sınıflandırmalar

30
“Cartesius certe non vidit simios.” (Lat. Kuşku yok ki, Descartes maymun görmemiş). Carl Linnaeus.

Modern sınıflandırma biliminin kurucusu Linnaeus’un maymunlara zaafı vardı. … Diğer hayvanlar gibi maymunların da ruhtan yoksun oldukları için insandan ayırt edilmesi onun dinbilimcilere kolaylıkla bırakabileceği bir argüman değildi. Systema naturae’ye düştüğü bir notla hayvanları automata mechanica (Lat. Kendinden hareketli makine) anlayışıyla tanımlayan Kartezyen teoriyle hesaplaşır…

31
“İnsan Yaradan’ın muhteşem bir zihinle yüceltmeye layık gördüğü ve daha asil bir varoluş bahşederek gözdesi kılmak istediği hayvandır… Ama bütün bunlar başka bir alana aittir; kendi laboratuarımda ben, ayakkabıcının ayak modeliyle yaptığı gibi yapmalı ve maymunların köpek dişleriyle diğer dişleri arasında boşluk olmasından başka, maymunlarla insan arasında bir ayrım bulamayan bir doğabilimci olarak ele almalıyım insanı ve bedenini” (Linnaeus 1955, 4).

Systema naturae’de Antropomorpha sınıfına (1758’deki 10. baskıdan sonra Primates adını alacaktır) Simmia (Maymun), Lemur (ağaçta yaşayan ve sadece Madagaskar’da bulunan prosimiyen primat) ve Vespertilio’nun (Yarasa) yanına Homo olarak yazması kimsede şaşkınlık yaratmamalıydı. … Daha 1693’te John Ray, dört ayaklılar arasında “insana benzer olanları”, Antropomorpha grubunu saptamıştı. Ancien régime’de (Eski düzen; Avrupa’da Rönesans, Reformasyon hareketleri ve coğrafi keşiflerle yıkılmış bulunan Ortaçağ Düzeni’nden Büyük Fransız Devrimi’ne kadar olan dönem) insani olana ilişkin sınırlar genel olarak, 19. yüzyılda insan bilimlerinin gelişiminden sonra alacağından çok daha belirsiz ve değişken bir özellik göstermekteydi. İnsani olana ilişkin en belirgin işaret halini alan dil, 18. yüzyıla dek düzen ve sınıflamaları atlamıştır çünkü o sıralar kuşların da konuştuğundan şüphe edilmektedir.

32
Öte yandan, antropomorfik maymunlarla ilkel birtakım halklar arasındaki sınır da net olmaktan tamamen uzaktı.

33
Aslında Linnaeus’un dehası; insanı primatların arasına yerleştirilmesindeki kararlılığından ziyade, cins isim olan Homo’nun yanına -diğer türler için yaptığından farklı olarak- eski felsefi deyim: nosce te ipsum’dan (Lat. Kendini bil) başka özel hiçbir isim kullanmama ironisinden ileri gelir. Onuncu basımda Homo’nun tam adı Homo sapiens (Lat. Bilen, akıl yürütebilen insan) olduğunda bile, Homo’ya eklenen bu yeni sıfatın bir betimleme niteliğinde olmadığı; sadece, Homo teriminin yanında yerini muhafaza eden o eski deyimin bir versiyonu şeklinde olduğu aşikârdır.

(Systema’nın başında) Kendini bilebilme dışında, insanın kendine has, özel hiçbir kimliği yoktur. … insani olanı … kendini bilme aracılığıyla tanımlamak; … insanın insan olmak için kendini insani olarak bilmesi gereken hayvan olduğu anlamına gelmektedir. Zira Linnaeus, doğuş anında, doğanın insanı “çıplak toprağa çıplak olarak” fırlattığını, insanın kendisine öğretilmediği takdirde tanıma, konuşma, yürüme, beslenme yetisinden yoksun olduğunu yazmıştır. O ancak insanın üstüne yükseldiği takdirde kendisi olur.

34
O halde Homo sapiens ne bir töz ne de tam olarak tanımlanmış bir türdür: O daha ziyade, insani olana dair bilgi üreten bir araç ya da makinedir. … Homo; insan olmak için, kendini insan olmayanda bilmesi gereken, yapı itibariyle “antropomorf” bir hayvandır (bir diğer deyişle… “insana benzer”dir).

Linaeus’un optik makinesinde, kendini maymunda görmeyi reddeden, maymun olmaktadır: Pascal’den alıntı yapacak olursak, qui fait l’homme, fait le singe (Fr. İnsanı yapan, maymunu da yapar).


8  Sınıfsız

36
[Linnaeus] Ne bir özü ne de özel bir çağrısı olduğundan, Homo yapı itibariyle insani-olmayandır, her doğayı ve her yüzü edinebilmektedir ve bu nedenle de Pico onu “bukalemumumuz” şeklinde tanımlayarak, temelsizliğini ve sınıflanamazlığını ironik bir şekilde vurgulayabilmektedir.

statuepomorf


9  Antropolojik Makine

41
İnsanı hayvandan ayıran şey dildir; ama bu, insanın psikofizik yapısına dair doğuştan gelen doğal bir veri değildir, tarihsel bir üründür ve tarihsel bir ürün olması nedeniyle, tam anlamıyla ne hayvana ne de insana mal edilebilir.

42
… modern antropolojik makine de böyledir. O, … bir insani olanı (henüz) insani değilmiş gibi dışlayarak, yani insani olanı hayvanlaştırarak, insandaki insani-olmayanı … insan-maymunu yalıtarak çalışır.


10  Umwelt

44
“Hiçbir hayvan, bir nesneyle o nesne olarak ilişkiye girmez.” Jakob von Uexküll

Günümüzde 20. yüzyılın en büyük hayvan bilimcilerinden ve ekolojinin kurucularından biri sayılan Baron Jakob von Uexküll…

Uexküll’ün hayvanların yaşadıkları çevre ile ilgili olarak yaptığı araştırmalar, gerek kuantum fiziğinde, gerekse postmodern sanatta güncelliğini korumaktadır. Kuantum fiziği ve postmodern sanat gibi, onun çalışmaları da hayata ilişkin bilimlerde her türlü insan merkezci bakış açısının terk edilmesini ve doğa imgesinin insan ölçütünden radikal bir biçimde arındırılmasını ifade etmektedir (Uexküll’ün çalışmalarının, insanı yaşayandan ayırmak için en büyük çabayı sarf etmiş 20. yüzyıl filozofunu -Heidegger’i- ve hayvanı kesinlikle antropomorf olarak düşünmemeye çalışmış olan bir diğer filozofu -Gilles Deleuze’ü- çok etkilemiş olması şaşırtıcı gelmemelidir). (45) Klasik bilimin hiyerarşik bir düzen gereğince basit yapı gösteren canlılardan karmaşık organizmalara dek bütün canlı türlerini içeren tek bir dünya gördüğü yerde Uexküll; sonsuz bir çeşitlilik gösteren, her biri mükemmel ve devasa bir müzik partisyonundaki gibi birbirine bağlı, bununla birlikte aralarında iletişimsiz ve karşılıklı olarak birbirini dışlayan, merkezinde aşina olduğumuz küçük canlıları ve aynı zamanda Echinus esculentus (Denizkestanesi), Amoeba terricola (Bir amip türü), Rhizostoma pulmo (Denizanası), Spinculus (Segmentsiz halkalı deniz solucanı), Anemonia sulcata (Denizlalesi, denizanemonu), Ixodes ricinus (Kene) vb isimli uzak geçmişe uzanan canlıların bulunduğu algı dünyalarını görmüştür. … bu canlıların çevreyle olan işlevsel birliği, üstün olarak adlandırılan insanınkinden ve hayvanlarınkinden çok uzak duruyor gibi görünmektedir.

Uexküll, … tek bir dünyanın ve bütün canlılar için tek bir zaman ve mekânın olmadığını göstermiştir. Güneşli bir günde yanımızda uçuştuğunu gördüğümüz arı, yusufçuk böceği ya da sinek bizim onları gözlemlediğimiz şekilde hareket etmemektedirler ve bizimle -ya da kendi aralarında- aynı zaman ve mekânı paylaşmazlar.

45
Uexküll, bizim canlı bir varlığın hareket ettiğini gördüğümüz nesnel mekân olan Umgebung’u (çevre, diyar, dolay; umwelt’ten daha büyük olan gerçeklik/çevre), hayvanı ilgilendiren ve az ya da çok kapsamlı bir dizi öğeden oluşan, kendisinin “anlam taşıyıcı” ya da
“iz taşıyıcı” olarak adlandırdığı Umwelt’i, çevreleyen-dünyayı birbirinden özenle ayırmakla başlamıştır işe.

46
Nesnel olarak belirlenmiş bir çevre anlamında bir orman yoktur: Orman-koruma-görevlisi-için-bir-orman vardır, oduncu-için-bir-orman vardır ve son olarak, Kırmızı Başlıklı Kız’ın içinde kaybolduğu bir masal ormanı vardır.

Her çevre, aslen insanın çevresi olan Umgebung’un içinden seçilerek alınan bir dizi öğe ya da ‘iz’lerden çıkan, kendi içinde kapalı bir birimdir. Bir hayvanı inceleyen araştırmacının ilk görevi, o hayvanın çevresini oluşturan anlam taşıyıcılarını tanımaktır. Ancak bu anlam taşıyıcıları, nesnel ve yapay şekilde tecrit (yalıtma; birini sürekli izleme ve bulunduğu yerden uzaklaşabilmesi için gerekli olan alandan mahrum bırakma) edilmiş değildir; onlar, hayvanın izi algılamasıyla ve ize karşı tepkimekle görevli alıcı organlarıyla sıkı bir işlevsel -ya da Uexküll’ün tabiriyle, müzikal- birlik taşır. Her şey dış anlam taşıyıcı ile hayvanın bedenindeki alıcı aynı müzik partisyonunun (birden fazla enstrüman için yazılmış müziklerde, bütün enstrümanların çalacağı notaları alt alta gösteren nota kağıdı) iki öğesini oluşturuyormuşçasına, hani neredeyse “doğanın çaldığı anlamlandırmanın zamanüstü ve mekândışı senfoni klavyesinin” iki notasıymışlarcasına ve birbirine böylesine içten bağlı iki öğenin nasıl böylesine heterojen olduklarını açıklayamadan gerçekleşir.

47
İşte böyle bir perspektiften, örümcek ağını düşünelim. Örümcek sinek namına hiçbir şey bilmediği gibi, bir terzinin müşterisine elbise dikmeden önce yaptığı gibi ölçü de alamaz. Bununla birlikte o, ağının kanalcık boyutlarını sineğin beden ölçülerine göre alır ve tellerin direncini uçan sineğin bedeninin çarpma kuvvetine tıpatıp denk gelecek şekilde ayarlar. (Burada ayrıntılı açıklama devam ediyor…) … Örümceğin, sineğin Umwelt’ini hiçbir şekilde görememesine karşın (Uexküll, önemli bir yer edinecek olan, “hiçbir hayvanın bir nesneyle o nesne olarak ilişkiye giremeyeceği” ve sadece kendi anlam taşıyıcıları ile ilişkiye girebileceği ilkesini belirtmiştir), ağ bu karşılıklı körlük halinin çelişkili uyumunu işaret eder.

arketip bir yapının, üretimin ilk örneği; onun gölgesi ya da yansıması ise prototip (arketip öte dünyada, idealar aleminde gibi…)


11  Kene

49
“Hayvanın hafızası vardır, ama hiçbir hatırası yoktur.” Heymann Steinthal

[Kafka'nın anıya, fotoğrafa, nikaha, başkasının rüyasında görünmeye karşı korkuları]

… modern antihümanizmin en iyi örneklerinden biri… Uexküll’ün Ixodes ricinus’un, daha yaygın adıyla kenenin çevresiyle ilgili yaptığı betimlemeyle gerçekleşmiştir.

(Kene’nin çevreyle olan ilişkisi burada, Deleuze’ün de alıntıladığı şekilde anlatılıyor.)

50
Kene örneği bize bütün hayvanlara has çevrenin genel yapısını açıkça gösterir. Örneğini verdiğimiz durumda Umwelt üç ane anlam taşıyıcısına … indirgenir. Bunlar: 1) Bütün memelilerin terinde bulunan buritik asidin kokusu; 2) Memelilerin kan ısısına denk gelen 37 derecelik ısı; 3) Genellikle tüylü ve kan damarlarına sahip memelilere has deri tipidir. Ama kene, bu üç öğeye öyle yoğun ve tutkulu bir ilişkiyle ve ani bir biçimde bağlıdır ki, görünüşte çok daha zengin duran ve insanı kendi dünyasına bağlayan ilişkilerde bile belki de böylesine kuvvetli bir bağa rastlayamayız. Kene bu ilişkidir ve bu ilişki için ve bu ilişkide yaşar ancak.

51
“Yaşayan bir özne olmaksızın zaman varolamaz.” Uexküll


12  Dünya Yoksunluğu

52
“Hayvanın davranışı asla bir şeyi bir şey olarak öğrenmeye yönelik değildir.” Martin Heidegger

Martin Heidegger 1929-30 akademik yılının güz döneminde … verdiği derse Metafiziğin Temel Kavramları. Dünya-Sonluluk-Yalnızlık adını vermiştir.

53
Heidegger için söz konusu olan, hayvanın ‘dünya yoksunluğu’ ile ‘dünyaya biçim veren’ insan arasındaki ilişki aracılığıyla, Dasein’ın, yani şurada-var-olma’nın temel yapısını hayvana göre konumlandırmak ve bu şekilde, yaşayanda insanla birlikte ortaya çıkmış olan açıklığın anlam ve kökenini sorgulamaktır.

54
Heidegger’in ele aldığı konuya yön veren hat üçlü tezden oluşur: “Taş dünyasızdır, hayvan dünya yoksunudur, insan dünyaya biçim verendir.” Kendisini çevreleyen herhangi bir şeye açılma imkânından bütünüyle yoksun olduğu için taş, hemen bir kenara bırakılır… (ve ‘dünya yoksunluğundan’ ne anlaşılması gerektiği sorununa eğilir).

Heidegger, Uexküll’ün ‘anlam taşıyıcı’ şeklinde adlandırdığına uyaran, … çevre dediğine ise uyaran çemberi demiştir.

55
Hayvanın, uyaranla olan ilişkisini belirleyen kendine has varolma hali tutulmadır. … Hayvan, kendi uyaranında esas itibariyle tutulmuş ve tamamen içe alınmış halde olduğu için gerçek anlamda eyleyemez ya da uyaranına yönelik bir tutumda bulunamaz: yapabileceği sadece davranmaktır.

“Tutulma, hayvanın kendi özü gereğince, bir çevrede davranabildiği, ama bir dünyada asla davranamadığı olasılık şartıdır” (1983, 347-48).

57
“Tutulmada (arı-bal örneği) varlık açılmamış, aralanmamış durumdadır, ama özellikle bu nedenle, kapalı da değildir. … Varlık hayvana kapalıdır, diyemeyiz.

‘’Hayvan, tutulması ve becerilerinin tamamı nedeniyle durmaksızın dürtüsel bir çokluğa itildiği için; olmadığı varlıkla da, olduğu varlıkla da ilişkiye girme imkânından temelde yoksundur. Bu durmaksızın itilmiş olma durumu nedeniyle, hayvan, tabiri caizse, kendi kendisiyle çevresi arasında asılı kalır, bir varlık olarak ne kendisini ne de çevresini deneyimleyebilir” (age).

58
‘’Hayvan, tam da tutulmada uyaran çemberinde karşılaştığı her şeyle ilişkide bulunduğu için, tam da bu yüzden, insanın bulunduğu tarafta bulunmaz, tam da bu yüzden, hayvanın dünyası yoktur. Bununla birlikte, -temel bir nedenden dolayı- dünyasının olmaması hayvanı taş tarafında konumlandırmaz. Zira içe alınmış tutulmaya, yani uyaran tarafından içe alınmışlığa yönelik dürtüsel muktedir-olma durumu, işi-olmamak türünden olsa da ‘-e açık’ olmaktır. Taş ise, bu ihtimale dahi sahip değildir.


13  Açıklık

60
‘’her varlığın özgürlüğe kavuştuğu açıklık … olmanın kendisidir’’  (1993, 224).

‘’… hayvan besin bulduğu çevre, avlandığı alan ve benzerlerinin bulunduğu grupla ilişki içindedir ve onun bu ilişkisi; taşın, üzerinde bulunduğu toprak ile olan ilişkisinden temelden farklıdır. Bitkinin ve hayvanın yaşam alanlarında canlının, güdülendiği hareket itkisi doğrultusunda tipik hareket edişini görürüz; bir diğer deyişle canlının, uyarılabilirlik ortamında aralanmaya uyarıldığını ve uyarılmasıyla birlikte, hareket ettiği ortama başka bir şey kattığına şahit oluruz’’.

61
[Rilke ya da Nietzsche ‘açıklık’ kavramını ‘perdesi kaldırılmış’ anlamında kullanamazlar, çünkü onlar aletheia kavramını bilmezler]

62
‘’Bitki ve hayvanlar kendilerinin dışında kalan bir şeye bağlıdırlar ve ne dışarıyı ne de içeriyi ‘görürler’, bir diğer deyişle, kendi perdelerinin kalkışını olmanın özgürlüğünde görmezler asla. Uçağın güneşe doğru coşkuyla yükselemeyeceği gibi taş da güneşe coşkuyla yükselemez, ne de bir tarla kuşu gibi hareket edebilir. Ve doğrusu şu ki, açıklığı tarlakuşu da göremez’’ (237-38).

Tutulma, bir yandan her türlü insan bilgisinden daha yoğun ve sürükleyici bir açıklık; öte yandan ise kendi uyaranının perdesini kaldırmaya muktedir olmadığından tümden bir bulanıklığa kapanmışlıktır.

63
Bununla birlikte hayvanın dünya yoksunluğu, derste, zaman zaman tersine döner ve kıyaslanamaz bir zenginliğe dönüşür…

‘’Hayat belki de insan dünyasının hiç de tanımadığı ölçüde açık olma zenginliğine sahip bir alandır’’ (1983, 371-372).


14  Derin Sıkıntı

atıl yatmak (nadas)
asılı-tutulma


15  Dünya ve Toprak

75
İnsan ile hayvan, dünya ile çevre arasındaki ilişki Heidegger’e göre, sanat eserinde bulunan dünya ile toprak arasındaki mahrem çatışmayı (Streit) çağrıştırır. Her ikisinde de, hem açıklığı hem de kapalılığı saran aynı paradigma var gibi görünmektedir. Sanat eserinde de (dünya ve toprak karşıtlığında), gizlilik ile gizsizlik, açıklık ile kapalılık arasında yer alan bir diyalektik söz konusudur. Heidegger bu diyalektikten Der Ursprung der Kunstwerkes [Sanat Yapıtının Kökeni] adlı makalesinde, 1929-1930 yılları arasında verdiği derste söz ettiğiyle hemen hemen aynı şekilde bahseder: “Taşın dünyası yoktur. Bitki ve hayvanların da, aynı şekilde, dünyaları yoktur; onlar havada asılı durdukları bir çevrenin, üzerine perde inmiş izdihamına aittirler. Köylü kadının ise bir dünyası vardır çünkü o var olanın açıklığında bulunur.” (Heidegger 1950, 30). Şayet eserde dünya, açığı temsil ediyorsa, toprak da “aslen kendi içine kapanana” (age, 32) işaret eder. “Toprak sadece her türlü açıklık karşısında geri çekilen ve sürekli olarak kendini kapalı tutan, aslen Kapanamaz olarak korunduğu ve kollandığı yerde belirir” (age). Sanat eserinde, bu Kapanamzlık olduğu gibi gün ışığına çıkar. “Eser, toprağın kendisini bir dünyanın açıklığına getirir ve onu orada muhafaza eder.” (age, 31).

77
[Heidegger’de] … kapalı olana, toprağa ve letheye “hayvan” ve “sadece yaşayan” isimlerini verdiğimiz takdirde, gizsizlik ile gizlilik arasında baştan beri mevcut olan politik çatışma, aynı zamanda ve aynı ölçüde insanın insanlığı ile hayvanlığının çatışması da olacaktır. Hayvan, insanın koruduğu ve böylelikle gün ışığına getirdiği Kapanamazlıktır. … Şayet insanlık sadece hayvanlığın asılı tutulmasından elde edilmişse ve hayvanlığın kapalılığına açık kalması gerekiyorsa, Heidegger’in “insanda var olan özü” yakalama denemesi, animalitas’ın metafizik önceliğinden ne şekilde kaçar?


16  Hayvanlaşma

78
Heidegger, … bir halk için hâlâ bir tarih ve kader çizebileceğine -hiç olmazsa belli bir dereceye kadar ve şüphe ve çelişkiye de yer vererek- inanan son kişi olmuştur.

79
Etrafımızda ve aramızda, emekleyerek ve olmadık tahrifler pahasına her yerde bir miras ve bir görev, görev şeklinde miras arayan özden yoksun ve kimliksiz, -tabiri caizse, kendi özsüzlük ve verimsizliklerine teslim edilmiş- insan ve halklar görmüyor muyuz yoksa?

… halkların tarihsel-siyasi kaderini tetikte tutan şiir, din,  felsefe gibi geleneksel tarihi kuvvetler, artık uzun zamandır kültürel etkinliklere ve kişisel deneyimlere dönüştürülmüş, haliyle de her türlü tarihsel etkilerini yitirmişlerdir.


17  Genetik Antropoloji

81
Batı felsefesinin antropolojik makinesine dair yaptığımız okumadan elde ettiğimiz geçici sonuçları sav şeklinde ortaya koymaya çalışalım:

1) Genetik antropoloji, insani olan ile hayvani olan arasındaki kesinti ve eklemlemeden ortaya çıkan sonuçtur. Bu kesinti öncelikle insanın içinden geçer.

2) Ontoloji (varlık felsefesi) ya da bir diğer adıyla ilk felsefe, kendi halinde bir akademik disiplin değildir; genetik antropolojinin, yaşayanın insan olmasının gerçekleştiği, her açıdan temel olan işlemin adıdır. Metafizik en başından beri bu stratejiyi izlemiştir: O, insanlık tarihi doğrultusunda hayvani physis’in (Yun. Doğa) aşılmasını sağlayan ve bu hali koruyan meta’yla (Öte) ilgilenmiştir.

3) Ancak varlık, dünya ve açıklık, çevre ve hayvandan ayrı değildir: Onlar, yaşayanın uyaranıyla ilişkisinin kesintiye uğramasından ve yakalanmasından başka bir şey değildir. Açıklık, açık-olmayan hayvanın idrakinden başka bir şey değildir. İnsan kendi hayvanlığına asılı tutulur ve bu şekilde, hayatın yakalanmış ve istisnai bir alan olduğu “özgür ve boş” bir alan açar.

4) Dünya insana tam da hayvani yaşamın asılı tutulması ve yakalanması aracılığıyla açıldığı için, varlık hep hiçlikten geçmiş, Lichtung ve Nichtung olagelmiştir.

5) Kültürümüzde her türlü çatışmaya hükmeden ve belirleyici olan siyasi çatışma, insanın hayvanlığı ile insanlığı arasındaki çatışmadır. Yani Batı siyaseti müşterek köken itibariyle biyopolitiktir.


18  Arasında

83
“Cinselliğin minicik sırrı karşısında dünyanın bütün muammaları gözümüze küçücük gelir.” Michel Foucault

[Benjamin] … gecenin ve kapalılığın diyarı olarak doğa, ifşa alanı olarak görülen tarihe karşıttır. Doğanın kapalı alanına Benjamin, -hayret verici bir şekilde- fikirleri ve sanat eserlerini de katar.

85
[Benjamin] Doğanın hâkimiyeti değil, doğa ile insanlık arasındaki ilişkinin hakimiyeti.

Ne insanın doğaya, ne de doğanın insana hükmetmesi demektir bu.


19  Desceuvrement (Aylaklık)


20  Varlığın Dışında

92
[Basilides] Tanrı bütün dünyanın üzerine büyük cehaleti serecek ki, her mahluk kendi doğal durumunda kalsın ve kimse kendi doğasına aykırı bir şey istemesin.

93
Kökenbilimciler Latincedeki ignoscere fiilinin karşısında hep şaşkın kalmışlardır. Bu fiil ignosco olarak açıklanabilecek gibi durur, ama ignosco “bilmemek” değil de “bağışlamak” anlamına gelir aslında.

Heidegger’in yorumuna göre, hayvan kendi uyaranına ne bir var olan ne de bir var olmayan olarak yönelebilir; çünkü uyaran, sadece insan söz konusu olduğunda, ilk olarak, olduğu gibi olmaya bırakılmıştır ve sadece insanla, varlık gibi bir şey olabilir ve bir varolan erişilir ve görünür hale gelebilir. Heidegger’in ontolojisinin en yüksek kategorisi işte bu nedenle, olmaya bırakmak olarak açıklanır.

Hayvanı olmaya bırakmak o halde: onu varlığın dışında bırakmak anlamına gelecektir.

.
.
.
.