09 Mayıs 2016

Jean Baudrillard - Transestetik

.
.
.




.
.

Transestetik
Jean Baudrillard

(Çev. Osman Akınhay), Edebiyat Eleştiri Dergisi, Sayı 6/7, Yaz, 1994, s.18-21


18
Sanat'tan dem vurmanın cazibesi her geçen gün artmaktadır. Ne var ki, serüven olarak Sanat'ın, yanılsama yaratma gücüyle, gerçekliği yadsıma yeteneğiyle, şeylerin daha üst düzeydeki kurallara uygun olarak konumlandığı gerçeklikle taban tabana zıt bir "başka sahne" kurma yeteneğiyle, varlıkların -bir tuvaldeki çizgiler ve renkler gibi- anlamlarını kaybetmeye, kendi varlık nedenlerinin ötesinde genişlemeye ve ivedi bir ayartma sürecinde ideal formlarını yeni baştan keşfetmeye yatkın oldukları aşkın bir figüre göre konumlandığı bir "başka sahne" kurma yeteneğiyle Sanat'ın ruhu, işte bu anlamıyla Sanat ölmüştür. … Günümüzün estetik alanında kendini kabul ettirecek bir Tanrı'ya yer yoktur artık.

19
Bu alandaki hiçbir şey başka bir şeyle çelişkili değildir. … Sadece bu eğilimlerin hiçbirinin kendilerine özgü bir ruhları bulunmaması nedeniyledir ki hepsi aynı kültürel mekânı paylaşabilirler; sadece bizde derin bir kayıtsızlıktan başka bir etki uyandıramayacak kadar güçsüz oldukları içindir ki biz onların hepsini aynı zamanda kabullenebiliriz.

Bizim toplumumuz, biçim, çizgi, renk ve estetik nosyonlardaki serbestliğiyle (bütün kültürleri, bütün üslupları harman edercesine karıştırabilmesiyle) genel bir estetikleşmenin yolunu açmıştır… bütün temsil ve anti-temsil modelleri ise gözden düşmüştür. Sanat bir zamanlar özünde bir ütopya (yani, son kertede gerçekliğe dönüştürülemeyecek bir şey) olduğu halde, bugün bu ütopya gerçekleşmiş durumdadır: Medya, bilgisayar bilimi ve video teknolojisi sayesinde şimdi herkes potansiyel bir yaratıcıdır.

20
[her şeyin metanın yazgısına bağlanması] Bu büyük girişim şimdi bütün dünyanın estetize edilmesine dönüşecek; dünyanın kozmopolit bir görünüm kazanması, imgelere dönüşmesi ve semiyolojik bir düzene kavuşması biçimini alacaktır. … Sistem, metanın artı-değerinden çok, göstergenin estetik artı-değerinden yanadır. [Aşağıda, bu nedenden dolayı sanata estetik bir boyutta değil, antropolojik bir boyutta yaklaşmamız gerektiğini ifade edecek…]

Biçimde baş döndürücü bir eklektizm, hazda baş döndürücü bir eklektizm -barokun gündemi zaten buydu. Ancak barokun gözünde eseri ortaya çıkarma kargaşasının somut bir boyutu vardır. [bizde ise en güncel imajlar tam anlamıyla görülecek hiçbir şeyin olmadığı görüntülerdir; hepsi de arkasında yok olan bir şeyin bulunduğu duygusunu taşırlar.]

Bizim imajlarımız ikonlara benzer: Bizim imajlarımız, bir yandan kendi varlığını sorgulamaya olanak tanırken, öbür yandan da sanata inanmayı sürdürmemizi sağlarlar. Blki bu yüzden günümüz sanatını bir ritüeller bütünü olarak düşünmemiz, … sanata, estetik yargıları hiçbir şekilde hesaba katmadan, yalnızca antropolojik bir açıdan yaklaşmamız gerekmektedir. Buradan varılacak sonuç, ilkel toplumların kültürel aşamasına geri dönmüş olduğumuzdur (Spekülatif sanat piyasası fetişizmi, sanatın aşkınlığı ritüeliyle ortak özelliklere sahiptir).

21

[kötüden daha kötü à kitch], [gerçeklikten kurtulunca, "gerçekten daha gerçek"e, "hipergerçeğe" ulaşırız], [trans-estetik simülasyon dünyası]


.
.
.
.

26 Nisan 2016

Arthur C. Danto - Sıradan Olanın Başkalaşımı

.
.
.
.

.
.

Sıradan Olanın Başkalaşımı   1981, 1983
Arthur C. Danto
(Çev. Esin Berktaş ve Özge Ejder) Ayrıntı Yayınları, 2012 İstanbul

İçindekiler
Önsöz
Bölüm 1 Sanat yapıtları ve Salt Gerçek Şeyler
Bölüm 2 Bağlam ve Nedensellik
Bölüm 3 Felsefe ve Sanat
Bölüm 4 Estetik ve sanat Yapıtı
Bölüm 5 Yorum ve Tanımlama
Bölüm 6 Sanat Yapıtı ve Salt Temsiller
Bölüm 7 Metafor, İfade ve Üslup


Önsöz

14
[Duchamp] ... sıradan varoluşları olan, yaşamdan alınmış Lebenswelt'in sanat yapıtlarına dönüşümünün ilk zekice mucizelerini o gerçekleştirmiştir. ... bir güzelliğin bulunmasının en zor olduğu yerlerde bulunabildiği uygulamalı görsel örnekler. ... Ancak Duchamp'ın eyleminin bu tür Hıristiyanlık estetiği gösterisiyle ilgili bir vaaza dönüştürülmesi [Aziz Luke, sıradan porselen kase -> beyaz ve parıltılı kase], onun derin felsefi özgünlüğünü gizler ve her durumda böyle bir yorum, estetik boyutları olmasının beklenmediği bu tür nesnelerin nasıl sanat eserine dönüştüğü sorusunu karanlıkta bırakır.

16
...sanatın geleneksel tanımının reddedilemez içi boşluğu... Birdenbire, 1960 ve 1970'lerin gelişmiş sanatında, sanat ve felsefe birbirleri için hazırdır. Birdenbire, aslında ayrı olduklarını söylemek için birbirlerine ihtiyaç duyarlar.


Bölüm 1. Sanat Yapıtları ve Salt Gerçek Şeyler

23
hareket felsefesi

Daha önceki yazılarımda, bilme yetisi ve performans arasında bir özdeşlik beyan etmenin çekiciliğine kapılmadan, eylem kuramı ile bilgi kuramı arasındaki yapısal pariteleri [eşlik, denklik, tam eşitlik, tam benzerlik] kullanmıştım.

Şİmdi, eylem felsefesi alanında, Wittgenstein tarzıyla, kolunu kaldırma olgusundan, kolunun yukarı doğru kalkması olgusunu çıkarttığında geriye neyin kaldığını sormanın yol gösterici olduğu kanıtlanmıştır. Wittgenstein'ın bu para-aritmetik soruya verilenler arasında tercih ettiği yanıtın "sıfır" olduğuna kaniyim. Yani benim kolumu kaldırmam ile kolumun yukarı doğru kaldırılması özdeştir. ... "Ne oluyorsa ben yapıyorumdur." ... kalkan kol kutsama ve tembih arasındaki farkları belirsizleştirmenin yanısıra, İsa'nın sergilerken temsil edildiği varsayılan türden basit bir eylemin aksine, sıradan bir refleks, tik ya da spazm yüzünden istem dışı kalkan bir kolun eylemi ile başka bir tür eylem arasındaki farkları da belirsizleştirir. Temel bir eylem ile salt bir beden hareketi arasındaki fark ile sanat yapıtı ile salt bir "şey" arasındaki farklar birçok açıdan paralellik içindedir.

24
Wittgenstein'ın takipçileri, sonunda eylem alanında yine de geriye bir şeylerin kaldığını fark ettiler. Bu da bir eylemin bedensel hareket artı x olduğu bir formül ortaya koydu ki yapının paritesi gereği buradan da sanat yapıtının maddi bir nesne artı y olduğu başka bir formül ortaya çıkardı. Her iki alanda da problem, sırasıyla x ve y'nin felsefe için saygın bir çözümdür. Erken dönem Wittgenstein çözümü şöyleydi: Bir eylem, bir kural içeren bedensel bir harekettir. Söz konusu çözümün yanıtsız bıraktığı ayrımlardan birisi, faili tarafından içselleştirilmiş ve kuralınca gerçekleştirilmiş sayılması için -pratik ve ikna edici bir örnek vermek gerekirse, işaret etmekteki gibi- yeterince istemli olan bedensel hareketler ile dışardan bunlardan kolaylıkla ayrılamayan, tik ve spazmlarda olduğu gibi istem dışı bedensel hareketler arasındadır.

25
[Kurumsal Sanat Kuramı] Bizi hâlâ, biri sanat yapıtı olan, diğeri olmayan, ayırt edilmez nesnelerle baş başa bırakır.

... bir sanat yapıtına haklı olarak bir ifade denir; çünkü ona, onu yapanın bir duygusu ya da hissi neden olmuştur ve o da aslında bunu ifade eder. O halde bir sanat yapıtı ile bir eylem tam da zihni nedenlerin sıralı düzeni ve bir duygunun ifadesi olmakla, bir niyetin uygulaması olmak arasındaki fark bakımından ayrılır. Kuramın zorlukları da vardır şüphesiz. Sanat yapıtlarını, duyguların ifadesi olan ama sanat yapıtı olmayan bir dizi şeyden -sözgelişi, gözyaşı, ağlama, surat ekşitme- ve bir duygunun içsel ortaya çıkışı, sanat yapıtlarını bir iç geçirmeden ayırt edemeyeceğinden, dışsal bir işaretin aranması anlaşılırdır. Ancak ... dışsal bir işaret olamaz. Ayırt edici özellikler ne içsel ne de dışsal olduğundan, Wittgenstein'ın başlangıçtaki tepkisinde dile getirdiği sanatın tanımlanamaz olması gerekliliği görüşüne ve (üzerine daha çok düşünülmüş olan tepkisinde daha sonraları dile getirdiği) bir tanımın kurumsal faktörler tarafından kotarıldığı iddiasına sempati duymak kolaydır. Ancak en azından ayırt edilemezlerle kuşatılmış hiçbir şeyin, iyi bir sanat kuramı -ya da herhangi bir konudaki iyi bir felsefi kuram- için uygun zemin olamayacağını görebilmiş olduk.

26
J. ...  bir ayna sergiledi. Sanat dünyası bu türden bir olaya hazırlıklıydı ve bunun bir sanat yapıtı olup olmadığı sorusu kışkırtılmadı. Ancak bu aynayı, neyin bir sanat yapıtı yaptığı sorusu felsefi açıdan önemsiz değildir.

27
"Sanat yapıtı" ne türden bir sıfat ki kendini sanat yapıtı olarak kabul ettirebiliyor.

29
Sartre öznenin bilincinde hallerinin doğrudan ve dolaysız türden bilgisini, öznenin nesnelere dair bilgisinden ayırır. Her ne kadar nesnelere dair bilgimiz de onların bilincinde olmayı gerektirirse de, kendimizin de bir nesne olduğunun ve neticede dünyada bir şey olduğumuzun bilincinde olmadan onların nesne olduklarının, dünyamızın şeyleri olduklarının bilincindeyizdir. Kendi kendinin bilincinde bir bilinç, Kendi-için (Pour soi), kendisinin bir "kendilik" olarak ve bilincinde olduğu nesnelerden biri olmadığının bilincinde olan bir varlıktır. Böyle karakterize edildiğinde, Pout soi'nin içsel yapısı kendi kendini herhangi bir nesne olarak kavramaya izin vermez zira salt şeylerin ait olduğu ontolojik düzenden radikal olarak farklı bir düzene aittir.

30
Platon, ... mimetik sanatın tehlikeli olduğunu öne sürmüştür... bu tür sanatın gerçeklikle arasında garip bir mesafe vardır. Burada Platon'un gerçeklikten kastı, esasen formlar olarak adlandırdığı gerçekliktir. Sonuçta sadece formlar gerçektir; çünkü onlar değişikliğe kapalıdırlar. Şeyler gelip geçicidir, şeylerin birer örnekleri olduğu formlar gelip geçmez -mutlaka örnekleri azalıp çoğalabilir- ancak formların kendileri bu örneklerden bağımsız olarak varolmaktadır. Dolayısıyla Yatak formu marangozlar tarafından çalışılarak bu genel formdan pay alan tekil yataklardan ayrı tutulmalıdır. Bu yataklar yataklıklarını adeta bu formdan pay aşmalarına borçludur ve bu durum onları örnekleri oldukları formdan daha az gerçek kılar. Yatak taklitleri ise, yatağın örneği dahi sayılmazlar: Bunlar sadece yatakmış gibi görünür, görünüşün de görünüşü olmalarıyla gerçeklikten iki derece uzaklaşmışlardır; böylece ancak en düşük ontolojik statüde yer alırlar. Ancak sanatçıların yaptıkları sanatseverlerin ruhlarını gölgenin de gölgesi sayılacak şeylerle okşayarak onların dikkatini sadece gündelik nesneler dünyasından uzaklaştırmakla kalmayıp aynı zamanda bu gündelik nesnelerin dünyasını anlaşılır kılan ve daha derin bir alanı oluşturan formlardan da uzaklaştırır. Felsefenin amacı tam da bu yüksek gerçekliğe dikkat çekmektir.

32
O halde sanata bakışımızı ... en ilkel hale getirelim... taklit ile gerçeğin arasındaki boşluk / sanat ile yaşam arasındaki boşluk...

37
Belli bir eylemin ardından "niyetim bu değildi" gibi bir ibarenin geldiğini düşünelim. Bu ibare bahsettiğimiz eylemi niyetle yapılmış olan benzer bir eylemin uyandıracağı değerlendirmeler ve tepkiler çerçevesinden uzaklaştırır. Aynı etkiyi şu ibareler de yapar: "Sadece şakaydı" veya "sadece bir oyundu" veya "sadece eğlence olsun diye" veya sonuçta "bu bir sanat yapıtı". O halde bir sanat yapıtı olduğu halde tıpkı bir yatağa benzeyen çünkü gerçekten bir yatak olan J.'nin yatağı hakkında ne diyeceğiz? J. bize buyrun yatın, hiç sakıncası yok vs. demektedir. Biz ise ihtiyatlı bir şekilde teklifini kabul ederiz, ihtiyatlıyızdır; çünkü yatakları nasıl kullanacağımızı çok iyi bilsek de aynı zamanda sanat yapıtı olan yataklarla ne yapacağımızdan hiç ama hiç emin değilizdir. Zaten alelade bir yatakla ilgili böyle güvenceler vermek epey şaşırtıcı olurdu. Her halukarda oyunlar, büyüler, rüyalar ve sanat, kavramsal olarak birbirine çok yakın olup dünyanın dışındadırlar, dünyaya tam da bizim incelemeye çalıştığımız türden benzer bir mesafede dururlar.

38
[temsil] [Nietzsche, Tragedya'nın Doğuşu] [Dionizyak ayinler] [katılımcıların sarhoşluk ve cinsel oyunlar yoluyla kendilerini Dionisos'la bağdaştırılan bir coşkunluk haline soktukları orji-vari etkinlikler] [ölçüsüz cinsel ahlaksızlıklar; en korkunç vahşi içgüdülerin salıverilmesi; şehvet ve zalimliğin birleştiği nokta] Amaç kısaca rasyonel yetileri ve ahlaki engelleri köreltip benlikler arasındaki sınırları yıkarak tanrının kendisini katılımcılara göstereceği doruk noktasına ulaşmaktı. Her seferinde tanrının gerçekten orada olduğuna inanılırdı, bu da temsilin ilk anlamıdır. Belli bir zaman sonra bu ayinler yerlerini sembolik mizansenlerine, yani trajij dramaya bıraktılar. Sonradan koroya dönüşecek katılımcılar ayinin gerektirdiği hareketleri yapacaklarına dansı taklit ederek bir tür bale yapmaya başladılar. [Dionisos'un yerine çıkan temsili bir kişi] ... temsilin ikinci anlamı... Bir şeyin temsil edilmesi başka bir şeyin yerine geçmesidir...

[temsilin iki anlamıyla görüntünün iki anlamının benzeşmesi] Görüntünün birinci anlamı, nesnenin kendisinin görünmesidir. ... İkinci anlamı ise, ... görüntüyü gerçeklikle kıyasladığımız ve örneğin güneş olduğunu sandığımız bir şeyin aslında "sadece bir görüntü", mesela güneş benzeri bir biçim, bir parça ışık çıkması durumunda oluşur. [Ayindeki Dionisos birinci, trajik mizansenlerdeki Dionisos ikinci anlamda görülür.

43
Niyet edilen gerçeklik derecesi ne kadar büyük olursa, bunun gerçeklik değil sanat olduğunu hatırlatan dışsal işaretlere duyulan ihtiyaç da o kadar büyük olur. Yapıtın gerçekçiliği azaldığında, bu tür bir ihtiyaç da azalır. ... Tiyatroyu sokağa taşıdığımızda da aynı durum geçerlidir. Bu insanların gerçek eylemler içindeki gerçek insanlar değil rol yapan aktörler olduğunun, izleyiciler açısından çok açık olduğuna güvenmek gerekir. Maske, özel kostüm, makyaj, karakteristik tonlamalar ve benzeri araçlara duyulan ihtiyaç bu sebepledir.

45
... sanat, tam da olanaklı olana benzemesi bakımından, taklittir. Bu bir anlamda Sokratizm ise de Republic'in 10. kitabında Sokrat tarafından sorulan şu soruyu karşısında bulur: Sanatın, içsel içerik bakımından yaşamla arasındaki farkın belirmesine engel olacak kadar ona benzer olanı barındırmasının anlamı nedir? Halihazırda sahip olduğumuz bir şeyin kopyalanması, hangi iyiye ya da ihtiyaca yanıt verir?

50
Sanatta devrimlerin, ... iki uç arasındaki -aşırı gerçekçilikten, aşırı gerçekçiliğe- salınımlar üzerinden betimlendiği düşünüldüğünde, hangi yöne gidersek gidelim, ikilem kaçınılmaz gibi görünüyor. ... bir sanat kuramını neyin üzerine oturtacağız? ... Buraya kadar elimizdeki tek şey, bu diyalektik komedinin kendi kendini sahnelemesine izin verilen uzamda tanımlanan "adetler"di. Bu doğal olarak bir sonraki yanıtı gündeme getiriyor ki o da sanat ve gerçeklik arasındaki farkın salt bu adetlerle ilişkili olduğu ve adetler neyin sanat yapıtı olmasına izin verirse onun sanat yapıtı olduğudur.

... "sanat yapıtı olmak" onurlu bir yüklem midir?


Bölüm 2.  Bağlam ve Nedensellik

53
... herhangi bir şiirin basılı olduğu bir kitabın bir kopyasını yakabilirim, ancak bunu yaparak şiiri yakmış olmam zira sayfa zarar görmüştür şiir değil.

[Platonik form] ... kopyaları zarar görse de form etkilenmeden kalır, zira form mantıksal olarak yıkılamaz olandır; çünkü ebedidir... Çoğu zaman şairler ve filozoflar sanat yapıtının fiziksel varlığı ile ilişkisini yüzeysel olarak düşünmüşlerdir.

hamlet'i oynayan adama olgun bir domatesle vurabilirim ama Hamlet'e vuramam... [Yeats] "Bir kere doğanın dışına çıkınca bir daha asla girmeyeceğim/Doğal olanın formuna" ... Schopenhaeur da sanatı benzer şekilde yüceltir... "Sanat deha işidir" diye över ve ekler: "saf tefekkür ile kavranan dünyadaki fenomenler arasındaki en özsel ve kalıcı olan ebedi düşünceleri tekrarlar ve üretir." Bütün bunlar övgü dolu kuramlardır ve ironik şekilde sanat yapıtlarına tam da Platon'un formlara kıyasla sanat yapıtlarında mevcut olmadığını iddia ettiği birtakım muhteşem özellikler bahşetmektedir. Ancak şimdi sadece, bir şarkının kayıtları ile arasındaki ilişkinin, bir hava raporunun kayıtları ile arasındaki ilişkiyle aynı olmasına tekrar dikkati çekmeye değer. ... bütün bu kavram kargaşası... tümeller tartışmasının basit bir tezahürüdür. ... Leibniz'e ait bir kurama göre eğer iki şey tıpatıp aynı özellikleri taşıyorsa özdeştir. ... [Borges] bakışlarımızı şeylerin yüzeylerinden kaydırmaya ve belirgin sanat yapıtları arasındaki farkların, eğer yüzeyde değilse, nedere olduğunu sormaya zorlar.

55
[Menard,'ın Kişot'u ile Cervantes'in Kişot'u]

66
... Picasso, sıradan olanı başkalaştırmakla ünlüdür.

68
apropos de rien    Hiçbir şeye göndermede bulunmadan.


Bölüm 3.  Felsefe ve Sanat

75
... sanat ve felsefeyle alakalı diğer şeylerin kesiştiği noktalarda filozof, sanattan tam da kendi dertlerine uygun olanları seçerek sisteminin tüm yükünü bunlara taşıtmaya meyleder.

76
Sanat aslında Hegel'in, tinin kendi kendinin bilincine yönelimini ortaya koyan tarih öğretisinde açıklık kazanır. Sanat, tarihin bu kurgusal seyrini kendi kendisinin bilincine dönerek tekrar eder. Sanatın bilinci, sanatın düşünümsel olmasındadır ki bu da felsefeyle ilişkisine dayanır. Zira bu, felsefenin de bilincidir.

77
Wittgenstein'a göre, Tractatus'ta saçma olarak damgalanan felsefe, her zaman sorunlu olmuştur; çünkü kendi önermelerinde -onlara önerme denebilirse- dünyanın nihai temsilinde yer bulamamaktadır. Önce amaçsız sonra da nihayet Felsefi Soruşturmalar'da saçma damgasını yemesinin sebebi, sözlerine yaşadığımız hayatların formunda yer bulunamamasıdır.

78
... Wittgenstein'ın tezi bir sanat tanımının yapılamaz dahası yapılmasının gereksiz olduğu yönündedir.

83
... sanatsal istikrar dönemlerinde sanat yapıtı olanları tümevarım yoluyla tanımış ve elimizde son derece tesadüfi bir genellemeden başka bir şey yokken bir sanat tanımımızın olduğunu düşünmüş olabiliriz. Weitz ve Kennick kendileri de bir şeyin, genellemeleri tepetaklak ederek sanat dünyasına girebileceğini hatta gerçekten sanat yapıtı olabileceğini ve sanatta genellemelerin olamayacağını -sınırlarda sanatın her zaman devrim yapması olanaklı olduğundan- kabul etmiştir: Bugünün genellemesi, yarın unutulmuş olacaktır.

99
Felsefenin olmadığı kültürlerde gerçekliğin temsili, tutarsız semantiğinden emin olmak adına arındırılmış Tractatuscu bir dil olurdu. Üyeleri tabii ki dünyayı temsil edebilirlerdi ve kesinlikle bir tür doğa bilimleri olurdu. Ancak felsefeleri olmazdı zira felsefe gerçekliğin, onu elde etmek için, bir tür mesafede tutulmasını ve dolayısıyla da bir tarafında gerçekliğin, diğer tarafında da evrensel olarak ona karşıt olduğu düşünülen başka bir şeyin yerleştirildiği bir aralık gerektirir.

102

Bir sınıf olarak sanat yapıtları "başka her anlamda" gerçek de olsalar, gerçek şeylerle karşıttır, tıpkı kelimeler gibi.


.
.
.
.

25 Nisan 2016

The Hit - 1984

.
.
.
.



The Hit, Stephen Frears, 1984

00:58:08,355 --> 00:58:32,213

Sana bir zamanlar okuduğum bir
şeyi söyleyeyim, Myron.

Anlaşılan ölümden sonra
insana olanlar...

...ölümden önce olanlardan
pek farklı değil.

Fiziksel olarak söylüyorum.

Hepsi aynı sürecin bir parçası.

Biliyor musun?

Eğer her şey hep aynıysa,
o zaman endişelenmemelisin.



(Not: Film öyle aman aman bir şey değil; şu tavsiye etmek denen şeyi asla yapmıyorum. Sadece, filmde geçen bu sözler beni şaşırttı. Çünkü aynı şeyleri, aynı sözcüklerle daha önce telaffuz etmiştim. Sadece bu...)

.
.
.
.

08 Mart 2016

Alexandre Kojéve - Otorite Kavramı

.
.
.
.


.
.

Otorite Kavramı    2004
Alexandre Kojéve

(Çev. Murat Erşen), Bağlam Yayınları, 2007 İstanbul


Ön Açıklamalar                                            7
A. Çözümlemeler                                         13
            I. Görüngübilimsel Çözümleme   13
            II. Metafizik Çözümleme               57
            III. Varlıkbilimsel Çözümleme     66
B. Çıkarsamalar                                           69
            I. Siyasi Uygulamalar                     69
            II. Ahlaki Uygulamalar                  102
            III. Psikolojik Uygulamalar          105
Ekler                                                              107


Ön Açıklamalar

7
Garip şeydir, Otorite problemi ve kavramı çok az incelenmiştir. Özellikle Otoritenin aktarımıyla ve kökeniyle bağıntılı sorularla ilgilenilmiştir, ama bu görüngünün (fenomen) özü nadiren ilgi çekmiştir. Bununla birlikte, siyasi iktidarın ve Devletin yapısının, neyse o olarak Otoritenin ne olduğu bilinmeksizin ele alınmasının imkânsızlığı apaçıktır. O halde, Otorite kavramının incelenmesi, geçici nitelikte de olsa, gereklidir ve bu, Devlet problemine dair tüm incelemeleri öncelemelidir.

Otorite kavramları nadir olsa da, hiç yok değildir. Eğer çeşitlemeler bir yana bırakılırsa, tarih boyunca (asli olarak farklı ve indirgenemez) dört ayrı kuramın öne sürülmüş olduğu söylenebilir.

(1) Tanrıbilimsel (Teolojik) ya da Dinerkil (Teokratik) kuram: İlk ve mutlak otorite Tanrı'ya aittir, tüm diğer (bağıntılı) otoriteler bunun türevleridir. (Bu kuram özellikle skolastikler tarafından geliştirilmiştir, ama, "meşru", hatta kalıt yoluyla geçen tekerkçilik (monarşizm) taraftarları da bu kuramda hak talep ederler.)

(2) Platon'un kuramı. ("haklı" ya da "meşru") Otorite "adalet" ya da "hakkaniyet" üstüne dayanır ve bu ilkelerden doğar. Başka bir niteliğe sahip her "Otorite" ancak yalancı-otorite olup, aslında (az ya da çok "kaba) güçten başka bir şey değildir.

8
(3) Otorite'yi şimdinin dolaysızlığını aşmakta öngörü olanağı veren Bilgelikle, Bilgiyle aklayan Aristoteles'in kuramı.

(4) Otorite ilişkisini, ilki "tanınma" uğruna yaşamını tehlikeye atmaya hazır olan, ikincisi boyuneğmeyi ölüme tercih eden olmak üzere, Efendi ve Köle (Galip ve Mağlup) ilişkisine indirgeyen Hegel'in kuramı.

Maalesef, sadece bu sonuncu kuram, gerek görüngübilimsel betimleme düzleminde, gerek metafizik ve varlıkbilimsel çözümleme düzleminde geliştirilmek suretiyle tam bir felsefi işlemeye tabi tutulmuştur. Diğer kuramlar görüngübilimsel düzeyi geçememişlerdir (zaten bu alanda bile hiçbir şekilde tam değildirler).

(Ve Hegel'in kuramının asla gerçekten anlaşılmamış olduğunu ve çok çabuk unutulduğunu söylemek gerekir. Böylece Hegel'in en büyük devamcısı -Marx- Otorite problemini tamamen ihmal etmiştir.)

Not: ...daha sonra, Gücün Otorite ile hiç bir ilgisi olmadığını, hatta ona doğrudan karşıt olduğunu göreceğiz. Otoriteyi Güce indirgemek, o halde yalnızca ilkinin varlığını yadsımak ya da tanımamaktır.

9
... "Otorite" sütununda sınıflandırlabilecek tüm olguların tam bir listesini çıkarmak...

Bu amaçla, "arı olgular"ı, yani birbirlerine indirgenemez olguları gün ışığına çıkartmak için (ya da "bileşik" olgular için, onları oluşturan "arı" öğeleri görtererek) görüngübilimsel bir çözümlemeye tabi tutmak gerekir.

Eğer önerilen kuramlardan hiçbirinin izah etmediği "arı" olgular bulunursa, daha başka kuramlar geliştirmek gerekir.

... görüngübilimsel çözümleme, ... tüm olgulara uygulanan, "bu nedir" sorusuna cevap vermek zorundadır. Neyse O olarak Otorite...

Ama görüngübilimsel çözümleme ancak gerçekten tam olmak koşuluyla işlevini yerine getirebilir. Mümkün Otorite tiplerinin hepsinin sayıldığından ve bunlardan her birinin gerçekten basit, yani başka öğelere indirgenemez öğelerine ayrıştırıldığından emin olmak gerekir.

Fakat bu, eğer çözümleme dizgesel [sistematik] ise mümkündür; işte bu yüzden, görüngübilimsel düzlemi zorunlu olarak aşmalı, metafizik düzeye yükselmelidir.

10
Metafizik çözümleme Otorite olgusunu, nesnel olarak gerçek Dünyanın temel yapısına bağlar. Böylelikledir ki betimlenen olguların Dünya tarafından sunulan tüm olasılıklara uygun düşüp düşmediğini ve verili bir olgunun basit mi yoksa bileşik bir metafizik kökene mi sahip olduğunu görmeye olanak tanır.

Nihayet, ... varlıkbilimsel düzeye dek nüfuz eden daha da derin bir çözümleme...

Varlıkbilimsel çözümleme neyse o olarak Varlığın yapısını inceler ve gerçek Dünyanın (metafizik) yapısının nedenini ve nasılını anlamaya olanak tanır, bu yapı da bu Dünyada beliren söz konusu olguların (görüngübilimsel düzlemde) sistematik olarak sınıflandırılmasına ve çözümlenmesine olanak tanır.

Not: Bu çözümlemelerin hepsinde Tanrı kavramını kullanmak gerekecektir, hatta onun varolmadığını, sadece bir "mit" olduğunu kabul ederek. ... Ve tam olarak eğer Tanrı sadece bir "mit" ise tanrısal Otoritenin çözümlenmesi aslında insani Otoritenin bir çözümlemesidir.

11
Her Devletin Otoriteyi varsaydığını ve onun üstüne dayandığını kabul ederek, Devlet kuramı Otorite kuramından çıkarsanabilir.

[Otorite kuramının Ahlâki, Psikolojik uygulamaları olacaktır.]

[Psikoloji] Otoritenin ne olduğu bilinerek, gerek bir Otorite yaratabilmek gerekse onun varlığını devam ettirebilmek için, insan ve insanlar üzerinde nasıl etkimek gerektiği çıkarsanabilir.

Nihai ve eksiksiz bir Otorite kuramı bildirdiğim iddiasında değilim. Söz konusu olan daha çok problemleri ortaya koymak ve bunların çözümlerinin genel yönünü göstermektir.

A. ÇÖZÜMLEMELER

I. Görüngübilimsel Çözümleme

1.
13
a) ... Otoritenin bir tanımını -tüm tikel vakaları kapsayan, yalın şekilde "biçimsel" ve "adcı" bir tanımlama olacak, genel bir tanım vermekle başlamak gerekir.

Ancak devinimin, değişimin, (gerçek ya da en azından mümkün) eylemin olduğu yerde Otorite vardır: ancak "karşı eylemde bulunabilen", yani Otoriteyi temsil eden (onu cisimleştiren, gerçekleştiren, ifa eden) şey ya da kişiye bağlı olarak değişen şey üzerinde otoriteye sahip olunur. Ve hiç kuşku yok ki Otorite değiştirene aittir, değiştirene maruz kalana değil. Otorite özsel olarak etkindir, edilgin değil.

O halde her otoritenin gerçek "dayanak"ının zorunlu olarak terimin asıl ve güçlü anlamında fail olduğu söylenebilir; yani özgür ve bilinçli diye kabul edilen bir fail (dolayısıyla, ne ise o olarak, ya tanrısal bir varlık, ya insani bir varlık ve asla bir hayvan değil vs.)

14
... otoriter edim, tüm diğerlerinden, yöneldiği kişi ya da kişiler tarafından karşıtlıkla karşılaşmaması olgusuyla ayrılır [Foucault]. Varsaydığı şey, bir yandan, bir karşıtlık olasılığı ve, öte yandan, bu olasılığın gerçekleşiminin bilinçli ve iradi reddidir. (Örnekler: eğer bir kişiyi pencereden atarsam, onun düşmesinin benim otoritemle hiçbir ilgisi yoktur, ama ona verdiğim ve ifa etmesinin somut olarak mümkün olamayacağı bir emirle kendisini pencereden atarsa, onun üstünde açık bir otorite uygularım. Hipnozcunun hipnoz ettiği kişi üzerinde otoritesi yoktur. Birine, kendisinin istediği ve ben ona söylemesem bile yapacağı şeyi yaptırtmak için otorite kullanmama gerek yoktur.)

O halde Otorite zorunlu olarak (fail ve maruz kalan arasında) bir ilişkidir: öyleyse özsel olarak (bireysel değil) toplumsal [sosyal] bir olgudur; Otorite olabilmesi için en az iki kişi olmak gerekir.

ÖYLEYSE: Otorite bir failin, onlar da bunu yapmaya muktedir oldukları halde onun üzerinde eylemde bulunmayan, ötekiler (ya da bir öteki) üstünde eylemde bulunmak için sahip olduğu olasılıktır.

Ya da yine: Otorite ile eylemde bulunurken, fail, kendisi karşı etkiye maruz kalmaksızın; yani eylemine bağlı olarak kendini değiştirmeksizin, dışsal insani veriyi değiştirebilir.

15
(Örnekler: Eğer, birini odamdan çıkartmak için, güç kullanmak zorundaysam, söz konusu edimi gerçekleştirebilmek için, kendi tutumumu değiştirmek zorundayımdır ve böylece otoriteye sahip değilimdir; eğer hareket etmiyorsam ve bahis konusu kişi odayı terk ederse, yani benden gelen basit bir "çıkın" sözü üzerine değişiyorsa durum bambaşkadır. Eğer verilen emir bir tartışmaya ... neden oluyorsa, otorite yoktur.

Ya da, nihayet: Otorite (terimin geniş anlamında) uzlaşma yapılmaksızın eyleme geçme olasılığıdır.

b) Bu tanım, Otorite olgusunun Hak olgusunu andırdığını açıkça gösteriyor. Gerçekte:

Bir şeye, onu, bu ilkede mümkünken, karşıtlıkla (tepkiyle) karşılaşmaksızın yapabildiğim zaman hakkım vardır.

16
Yine de birbirini "andıran" bu iki olgu arasında asli bir fark vardır.

Otorite durumunda, "tepki" (karşıtlık) asla arı olasılık alanından çıkmaz (asla edimselleşmez): gerçekleşimi Otoriteyi yıkar. Buna karşılık, Hak durumunda ise, "tepki", bu yüzden Hakkı yok etmeksizin, edimselleşebilir.

Bu farktan şu çıkar ki eğer, ilkede, Otorite gücü dışlıyorsa, Hak, yine de güçten başka bir şey olmak üzere, onu gerektirir ve varsayar (Mahkeme olmaksızın Hak yoktur, Mahkemenin kurallarını güç yoluyla uygulattırabilecek Polis olmaksızın Mahkeme yoktur.)

Öte yandan, Otorite ve Hak arasında olduğuna işaret edilen bu yakınlık her Otoritenin (onu tanıyan kişilerin gözünde) neden zorunlu olarak yasal ya da meşru bir niteliğe sahip olduğunu açıklar. (Zira her Otorite zorunlu olarak, tanınmış bir Otoritedir; bir Otoriteyi tanımamak onu yadsımak ve dolayısıyla onu yok etmektir).

ÖYLEYSE: Bir Otorite uygulamak, güç (şiddet) kullanmakla aynı şey olmamakla kalmaz, ama iki olgu [Otorite ve Güç] karşılıklı olarak birbirlerini dışlarlar da. Genel bir tarzda, Otoriteyi uygulamak için hiçbir şey yapmamak gerekir. ... insanlara, -güç kullanmaksızın- onların kendiliğinden yapmayacakları şeyler ancak işin içine Otorite sokularak yaptırılabilir.

17
Not. Eğer birisi ona dediğimi bana olan "sevgi"sinden dolayı yapıyorsa, bunu kendiliğinden yapıyordur, zira bunu, benim müdahale etmeme, onun üzerinde eylemde bulunmama gerek kalmaksızın, beni hoşnut etmek için yapar. O halde Sevgi ilişkisi özsel olarak Otorite ilişkisinden başka bir şeydir.

2) ... Hak ancak onu "tanıyanlar" için otoriteye sahiptir, ama "tanımak"sızın ona maruz kalanlar için bile bir Hak olarak kalır.

18
Not 1. Pek çok yazar, ... her siyasi iktidarın "meşru" olduğunu ileri sürmüştür. Bu ancak, İktidarın bir Otoriteyi cisimleştirdiği ölçüde doğrudur. Fakat daha sonra, İktidar ile Otorite arasında bir ayrışma olduğunu göreceğiz. Ve Otoriteden yoksun bir İktidar zorunlu olarak meşru değildir. Kuşkusuz, Otoriteye bürünen bir iktidara karşı yürütülen her (devrimci) eylemin "gayrisiyasal" ve "gayrimeşru" olacağı söylenebilir; ama bu, tam da Otorite kendisine karşı yürütülen her eylemi dışladığına göre, anlamdan yoksun bir totolojidir.

Not 2. Yasallığın, Otoritenin kadavrası; ya da daha kesin olarak onun "mumya"sı, ruhtan ya da hayattan yoksun olarak yaşayan bir beden olduğu söylenebilir.

3) ... tanrısal, bana göre, onun üzerinde karşı eylemde bulunma olasılığına sahip olmaksızın benim üzerimde eylemde bulunabilen her şeydir.

(Örnek: İnsanlar, yıldızların kendileri üzerinde bir etkide bulunduklarını varsaydıkları ve yıldızlar üzerinde eylemde bulunabilmek için hiçbir yolları olmadığını düşündükleri sürece, yıldızları tanrısallaştırmışlardır. Ama Newton onlara, her (fiziksel) eylemin/etkinin, neden olduğu tepkiye eşit olduğunu öğrettiği zaman, yıldızlar -ve genel olarak tüm doğal Dünya- kesin olarak "kutsallık niteliğini kaybetmiştir").

Bununla birlikte, Tanrısalın tanımı Otoriteninkinden farklıdır: tanrısal eylem durumunda, (insani) tepki mutlak olarak imkânsızdır; (insani) otoriter eylem durumunda ise, tersine, tepki zorunlu olarak mümkündür ve bu imkânın bilinçli ve iradi bir reddi sebebiyle yoktur.

19
... tanrısal "Otorite"nin, asıl anlamında (insani) Otoriteden ebedi olmasıyla ayrıldığı da söylenebilir.

Buna karşılık insani otorite ise özsel olarak kalımsızdır: her an, iradi olarak bastırılmış tepki olasılığı edimselleşebilir ve böylece Otoriteyi geçersiz kılabilir. (İnsani) Otoritenin icrası o halde zorunlu olarak, tam da onu icra ediyor olması dolayısıyla onu icra eden için bir risk unsurunu imler: bu, arkadan gelen tüm neticeleriyle birlikte onu kaybetme tehlikesi olacaktır.

2.

a) [İnsani Otoritenin tüm biçimleri]

21
... dört tip (basit, arı ya da ilksel) Otorite ayırdedilebilir.

alfa) Babanın (ya da genel olarak ebeveynlerin) çocuk üzerindeki Otoritesi. (Çeşitlemeler: Büyük bir yaş farkından doğan Otorite - Yaşlıların gençlik üzerindeki Otoritesi; Geleneğin ve bunu elde tutanların Otoritesi; Bir ölünün Otoritesi - vasiyet; "Yazar"ın eseri üzerindeki Otoritesi; vs.)

beta) Efendinin Köle üzerindeki Otoritesi. (Çeşitlemeler: Soylunun soylu sınıfından olmayan kimse üzerindeki otoritesi; Askerin sivil üzerindeki Otoritesi; Erkeğin Kadın üzerindeki Otoritesi; Galibin Mağlup üzerindeki Otoritesi; vs.)

gama) Reisin (Chef, dux, Duce, Führer, leader, vs.) Güruh üzerindeki Otoritesi. (Çeşitlemeler: Üstün -yönetici, subay, vs.- Alt -işçi, asker; vs.- üzerindeki Otoritesi. Hocanın Öğrenci üzerindeki Otoritesi; Bilginin, Teknisyenin, vs. Otoritesi; Kahinin, Peygamberin, vs. Otoritesi.)

delta) Yargıcın Otoritesi (Çeşitlemeler: Hakemin Otoritesi; Denetçinin, Sansürcünün, vs. Otoritesi; Günah çıkartıcının Otoritesi; adil ve dürüst İnsanın Otoritesi; vs.)

[Dört tip "arı" Otorite ve dört kuram]

23
Elimizde ... (zamandizimsel düzene göre) şu kuramlar vardır:

* Platon'un kuramı
* Aristoteles'in kuramı
* Skolastiklerin, vs. kuramı (Tanrıbilimsel kuram)
* Hegel'in kuramı

Hegelci kuram Otoriteye dair bizim ikinci "arı" tipimizi; yani Efendinin Köle üzerindeki Otoritesini mükemmelen izah eder.

24
[Hegel] Efendilik "tanınma" (anerkennen) için ölümüne savaşımdan doğar. İki rakip, hayvani değil, biyolojik değil, özsel olarak insani bir hedef koyarlar: gerçekliklerinde ya da insani saygınlıklarında "tanınma" hedefi. Ama gelecekteki Efendi Savaşım ve Risk deneyimine dayanır, oysaki gelecekteki Köle (ölümün hayvani) korkusuna hakim olmayı başaramaz. Sonuç olarak pes eder, mağlup olduğunu teslim eder, galibin üstünlüğünü tanır ve ona Kölenin Efendisine boyun eğdiği gibi boyun eğer. Ve böylelikledir ki Kölesiyle ilişkilerinde Efendinin mutlak Otoritesi doğar.

O halde: Efendi, içindeki (korunma içgüdüsüyle kendini gösteren) hayvanı aşar ve onu içindeki özgül olarak insani olan şeyin buyruğuna sokar (bu insani öğe "tanınma" arzusuyla, tüm "yaşamsal", biyolojik değerden yoksun olan "gurur"la kendini gösterir). Buna karşılık, Köle insaniyi doğalın, hayvaninin buyruğuna sokar. Dolayısıyla Efendinin Köle üzerindeki Otoritesi, insanın hayvan ve genel olarak Doğa üzerindeki Otoritesine benzer, şu farkla ki [...] "hayvan" aşağı oluşunun bilincindedir ve bunu özgürce kabul eder. Köle Efendinin eylemine karşı eylemde bulunma olasılığından bilinçli ve iradi olarak vazgeçer; bu gerekir çünkü bu tepkinin hayatını tehlikeye sokacağını bilir ve çünkü bu riski kabul etmek istemez.

25
[Aristoteles] Aristoteles'e göre, Efendinin Köle üzerinde bir Otorite uygulamaya hakkı vardır çünkü o öngörülebilir, oysaki Köle ancak [o anın] dolaysız ihtiyaçlarını kafasına yerleştirir ve kendini yalnızca ve yalnızca onların kılavuzluğuna bırakır. Bu öyleyse, denilebilirse, "akıl sahibi"nin "hayvan", "medeni"nin "barbar", "karınca"nın "ağustos böceği", "basiretli"nin "kör" üzerindeki Otoritesidir. (Bu ayrıca, bir işin yürütülmesini birine bırakanın o işi yürütecek kişi üzerindeki Otoritesidir.) Bir başkasından daha az iyi ve daha az uzağı gördüğünü fark eden, kendini kolayca onun tarafından yönetilmeye ve onun rehberliğine bırakır. Öyleyse bilinçli olarak olası tepkilerden vazgeçer; karşı koymaksızın, itiraz etmeksizin, bunları tartışmaksızın, hatta sorular sormaksızın ötekinin edimlerine katlanır: ötekinin "körü körüne" izler.

26
... bu Otorite kuramının [Aristoteles'in kuramının], Hegel'in kuramı tarafından gayet iyi açıklanan Efendinin Otoritesiyle hiçbir ilgisi yoktur. Aristoteles'in kuramı, Reisin Güruhuna göre Otoritesi durumuna uyar: dux'un, Duce'nin, Führer'in, leader'in Otoritesini izah eder.

[Reisin Otoritesinin kendiliğinden kaynağı için] Tanıdık bir örneği inceleyelim. Bir güruh çocuk oynamak için toplanmıştır. İçlerinden biri komşu meyve bahçesinden elma çalmaya gitmeyi önerir. Hemen, ve böylelikle, güruhun şefi olur. Şef haline gelmiştir çünkü ötekilerden daha uzağı görmüş, diğerleri [o anın] dolaysız verilerinin düzeyini aşamamışken, o bir tasarı oluşturmuş olan tek kişidir. Fakat, her şey, ilk "gerçek" şeflerin aynı biçimde ortaya çıktığını varsaydırtır: bir "Efendiler", "soylu eşkiyalar" güruhu, bir talan planı öneren bir Şefin etrafında bir araya gelir; ve o, tasarısının icrası devam ettiği sürece mutlak bir Otoriteye bürünür: o "diktatör", hatta "kraldır".

Not: [Devlet Reisinden değil, güruhun Reisinden bahsediyoruz]  ... toplumbilimciler, Devletin genelde, bir fatihler, "Efendiler" güruhu, fethedilmiş ve yerlileri az ya da çok köleleştirilmiş bir ülkede kök saldığında doğduğunu ortaya koymuşlardır. [Clastres?]. Bu mağluplar, kendilerine göre Efendinin Otoritesinden yararlanan galiplerin "teba"sıdır. Galiplerin Reisi o halde ilk olarak (kendi "eşitlerine", Efendilere göre) Reis ve ikinci olarak ("tebalarına", Kölelere, mağluplara göre) Efendidir. Aynı anda hem Reis hem de Reis oluşundandır ki, o, terimin asıl anlamında, Devlet Reisi ya da Egemen, "Kral" ya da "Diktatör"dür. Zaten bu onun sadece Reis ve Efendi olduğu anlamına gelmez. Bundan başka Babanın ve Yargıcın Otoritesinden de yararlanır.

27
Hocanın Öğrencileri üzerindeki Otoritesi de aynıdır [güruhun Şefinin Otoritesi]: öğrenci Hocanın edimlerine karşı tepki vermekten vazgeçer, çünkü kendisinin ancak daha sonra geleceği yerde onun şimdiden olduğunu düşünür. Hocası ondan öndedir.

Bilginin, Teknisyenin, vs. Otoritesi için de aynı saptamalar geçerlidir. Kültürsüzün sadece yüzeyi gördüğü yerde onlar şeylerin temelini görürler.

Buna karşılık, Aristoteles'in kuramı, ... Efendinin Köle üzerindeki Otoritesini izah etmez. Ve Babanın ve Yargıcın Otoritesiyle de hiçbir ilgisi yoktur.

28
Yargıca gelince, onun Otoritesinin bir tasarıyla, bir önbilgiyle, bir öndeyişle hiç ilgisi yoktur. O hiçbir şey önermez, sadece olanı "yargılar". Yargıca Otoritesini veren yasaların daha geniş bir bilgisi değildir: yalnızca onun "adalet"idir.

O halde Yargıcın Otoritesinin arı hallerini izah eden, Aristoteles'in kuramı değil, ama Platon'unkidir.

Platon'a göre, her Otorite Adalet (Doğruluk) ve Hakkaniyet üzerine dayanır -ya da en azından böyle olmak zorundaydı. Otoritenin diğer tüm biçimleri gayrimeşrudur. Bunun anlamı o otoritenin, fiilen, istikrarlı olmadığı, kalıcı olmadığı, geçici, eğreti, arızi olduğudur. Bunlar sadece yalancı otoritelerdir.

29
... Adalet sui generis [kendine has] bir Otorite için temel sağlar ve Platon sadece Otoritenin diğer üç tipinin bağımsız varoluşunu yadsımakta haksızdı.

Medler'de tekerkin (monarşi) doğuşuna ilişkin (Heredotus tarafından anlatılan I, 96-100) efsaneyi görelim. Medler mutlak adaletsizliğin (Hobbes'un bellum omnium contra omnes'inin) hüküm sürdüğü (daha sonraları Doğa Durumu denecek) bir anarşi içinde yaşıyorlardı. İçlerinden (tutkuyla iktidara heveslenen) biri adalet uygulamaya başladı. Ötekiler ona anlaşmazlıklarını götürdüler, o da saygın bir hakem olarak bunları yargıladı. Müvekkillerin sayısı çok fazla artınca, kendi işleriyle de ilgilenmek zorunda olduğunu söyleyerek, hepsini kabul etmeyi reddetti. O zaman Medler, kişisel dertlerinden kurtarmak için onu Kral seçtiler. Kral olduktan sonra, "iktidarını sağlamlaştırmak için koruyucular" talep etti. Bunları elde edince, "adaleti izlemeye devam etti, ama icrasına sertliği ekledi" kimse bunu ondan talep etmese bile suçluları takip ederek. (Başka bir deyişle, hakemken yargıç ve savcı haline geldi.)

Kuşkusuz bu sadece bir efsanedir. Ama bir iktidar, ve sonrasında da, sadece Adalete dayanan mutlak bir Otorite kurma psikolojisine aykırı olmadığını gösterir.

30
Kuşkusuz, asıl anlamında Yargıç, bir siyasi iktidara, yani Devlete bağlı ve onu varsayan bir memurdur. Gerçekten de bir Yargıç olmak için, güç ile desteklenmek ve bir Devlet tarafından tanınan yasalara dayanmak zorunludur.

Başka bir deyişle, onun iktidarı karmadır ve Otoritesi de zorunlu olarak Adaletten başka diğer unsurları gerektiriyor görünür.

[Hakem] Eğer (özgürce seçilmiş) bir Hakemin edimlerine ("yargıları"na) karşı eylemde bulunulmuyorsa, bunun sebebi onun tarafsızlığının; yani tam olarak onun adeta Adaleti cisimleştirdiğinin varsayılmasıdır.

31
Genel bir tarzda, tarafsızlığın, nesnelliğin, çıkar gütmemenin, vs. potentiası hep bir Otorite doğurur...

Tanrı Otoritenin summununu (en yücesini) cisimleştirdiğine göre, tanrıbilimsel kuramda, saydığımız dört arı tipi bulmamızda şaşılacak bir şey yoktur. Tanrı insan için "Efendi" ve "Rab"dır... ["Reis"tir, "orduların Duxudur" (Seboath), "leader"dir, Yargıcıdır, "Baba"dır]

32
[Babanın Otoritesi]
Not. ... tanrısal kadir-i mutlaklık, son tahlilde sadece kaba gücün bir yüceltilmesi olduğundan, hiçbir şekilde kendi Otoritesini kuramaz. [Tanrısal Otoritede risk söz konusu değildir.]

33
Tanrı insanların "Baba"sıdır çünkü gerçekten onları yoktan [ex nihilo] "yaratarak" "hayat vermiştir": onların ("biçimsel") nedenidir. Fakat bir "etki" "nedenini" "inkâr edemez": eğer neden (onu üreterek) etki üzerinde eylemde bulunuyorsa, etki nedene karşı eylemde bulunamaz. Ve insanlar Tanrı'nın eseri olduklarını anladıkları ölçüde, tanrısal edimlere karşı tepki verme olasılığı gibi beyhude bir yanılsamayı terk etmişlerdir.

Otoritenin "neden"in "etki"ye ilişkisi ile bu "aklanışı"nın, "öngörü", "risk" ya da "hakkaniyet" ile "aklanışları"yla hiç ilgisi yoktur. O halde bu, daha önce tartışılan üç kuramdan ayrı bir kuramdır. [sadece Babanın Otoritesi'ne uyar].

34
... bu kuram [Babanın Otoritesi] tüm insani Otoriteyi Tanrısal Otoriteye indirger. O halde tüm (insani) Otoriteyi, Babanın Otoritesinin bir çeşitlemesi olarak yorumlama eğilimine sahiptir. (Siyasi iktidarın Otoritesindeki "babasal" unsurun altını çizme eğilimi de bunun sonucudur.) Fakat Babanın Otoritesi nedenin etki üzerindeki "Otoritesi"dir. Ama neden, tanım gereği, "öz"ünü (ya da "kuvvet"ini) etkiye aktarır. O halde Babanın (=Nedenin) Otortesinin aktarımında kalıtım ilkesini kabul etmek tamamen doğaldır. Ve böylelikledir ki tanrıbilimsel Otorite kuramı Tekerk [Monarşi] kuramı haline gelmiştir.

Tanrı her zaman, az ya da çok, koruyucu bir Tanrıdır: onun Otoritesini "tanıyan" siyasi ya da toplumsal grubun bir tür "neden"idir. Devamlılığı ("soy sop zincirini"), yani gurubun birliğini temin eden kökenini belirleyerek onun "kişiliğini", (diğerlerinden ayrı) "bireyselliğini" tesis eden odur. ... Şimdiyi belirleyen geçmiş genelde, nihayetinde, tanrısal bir kökene indirgenir.

35
[Yaşlının gençler üzerindeki Otoritesi]
[Yaşlılar] Geleneğin temsilcileri olarak, çağdaşları neyseler o yapan, "nedeni" cisimleştirmek suretiyle onların "ruhani babalarıdır". Ve, toplumsal, siyasi, kültürel, verili gerçekliği belirleyen bu neden olarak da neyse o olarak Gelenek bir Otorite uygular. Ona "karşı eylemde bulunmaktan" bilinçli ve iradi olarak vazgeçilir, çünkü böyle bir "tepki" kendine karşı bir tepki, bir tür intihar olacaktır.

3.
36
a) O halde şu sonuca varıyoruz: (insani) Otoritenin birbirine indirgenemez dört tipi vardır:

Baba (Neden)
Efendi (Risk)
Reis (tasarı-Öngörü)
Yargıç (Hakkaniyet-Adalet)

Bu tiplerden her birine bir kuram tekabül eder:

Baba: Skolastik
Efendi: Hegel
Reis: Aristoteles
Yargıç: Platon

Aslında, gerçek Otoritenin somut halleri her zaman karmadır: dört arı tipin hepsi aralarında birleşir. Ama gene de onların bu arı tiplerden birinin -ya da birçoğunun- baskınlığına göre ayırdedilmesi mümkündür.

37
Üstelik, birçok baskın tip olduğunda, bunların bir hiyerarşisi oluşturulabilir.

Bu kabul edildiğinde, Otoritenin tüm mümkün tiplerinin eksiksiz bir listesini çıkarabiliriz:

4 arı tip (B,R,E,Y) [Baba, Reis, Efendi, Yargıç]

... iki arı tipin 6 bileşeni (BR, BE, BY, RE, vs.) ile her birinin iki çeşitlemesi (BR ve RB, vs.), yani oniki tip.

6 çeşitlemesiyle iç tipin 4 bileşimi, yani 24 tip.

24 çeşitlemesiyle dört tipin 1 bileşimi (BREY, RBEY, YEBR, EBYR, vs.)

Böylece toplamda 64 Otorite tipi (4 arı ve 60 bileşik) ya da eğer "çeşitlemeler" hesaba katılmazsa 15 tip (4 arı ve 11 bileşik) elde ederiz. Eğer kuramımız doğruysa, bu liste tüm olasılıkları kapsar. Söz konusu olan sadece tüm bunların gerçekleşmiş ya da gerçekleşebilir olup olmadığını görmektir.

38
... her geçek Otorite aslında, az ya da çok, tam/totaldir. Başka bir deyişle, Otoritenin dört arı tipten biri (örneğin Reisin Otoritesi) bir kimseye verildiğinde, doğallıkla ("türev" otoriteler olarak) diğer üçünün otoritesi de verilmiş olur. ... Öte yandan, Otoritenin arı tipinin eksiksiz namevcudiyetinin saptanması genel olarak mevcut tipin iptaline neden olur (örneğin: bir Reisin Yargıç olarak "sıfır" olduğu, hatta "adil" olmadığı saptandığında, artık onun Reis Otoritesini de tanımama eğilimi gösterilir.)

Onu elde tutanın hiçbir ediminin "tepki" yaratmadığı yerde mutlak Otoriteden bahsedilebilir.

Kelimenin güçlü anlamında mutlak Otoritenin gerçekte asla gerçekleşmediği açıktır. Sadece Tanrı ona iye (ya da, daha kesin olarak, ona sahip olmalıydı) diye düşünülür.

39
b) ... Otoritenin kökeni ve aktarımı problemi...

Kökenine gelince, Otorite ya kendiliğinden ya da koşullu olabilir. İlk durumda, hiçbir dışsal "edim", ne de, hatta, herhangi başka bir Otoritenin ön varoluşu varsayılmaksızın, onu elde tutacak kişiden kaynaklanan edimler tarafından kendiliğinden doğar. Koşullu Otorite durumunda ise, onu elde tutacak olanınkilerinden başka edimlerin neticesinde doğar ve genelde bağlı olduğu bir Başka Otoritenin varlığını varsayar.

Otoritenin her dört arı tipi kendiliğinden bir köken ya da kaynağa sahip olmaya elverişlidir. Efendinin Otoritesini doğuran kişisel risktir ve daha önceden herhangi bir otoritenin olmasına hiç gerek yoktur.

40
Babanın Otoritesine gelince, öyle görünür ki kendiliğinden kaynaktan bahsetmeye mahal yoktur, zira birey bunu elde etmek için hiçbir şey yapmaz.

... "toplumsal sözleşme" hipotezine göre "ilk" siyasi Otorite (kolektif) bir karardan,, yani Otoriteyi uygulayacak olanın değil, buna tabi olacakların bir ediminden doğmuştur.

42
O halde diyebiliriz ki Otoritenin her gerçek kaynağı zorunlu olarak kendiliğindendir. Sözde koşullu "kaynaklara" gelince, bunlar sadece aktarım durumlarıdır.

Not 1. Bir otoritenin doğuşunu (kaynağını) onun “tanınışı”nın dışsal göstergeleriyle karıştırmamak gerekir. Kuşkusuz, Otorite ancak “tanındığı” ölçüde vardır. Efendi ancak köle onu olduğu gibi “tanıdığı” (ya da köle olarak “tanındığı”) ölçüde Kölesinin Efendisidir; vs. O halde Otoritenin kaynağının ona tabi olacaklar tarafından “tanınışı”nın kaynağı olduğu söylenebilir. Ama tam da bunun için denilebilir ki -zira aynı şeydir- Otorite ona maruz kalanlara kendini dayatır. Otorite ve Otoritenin “tanınması” aynı şeydir. [Sanat eserinin kaynağı meselesinde de kaynak, sanat eserinin dışsal göstergelerinde değil, onun tanınması, ona duyulan inanç vasıtasıyla gerçekleşir. Sanat eseri ile sanat eserine duyulan inanç aynı şeydir]. … birisi bir mecliste bir “tasarı” önerir ve ardından, Reis “seçilir”; onun Reislik Otoritesini doğurmuş olan, ötekilerin “seçimi” değil, onun tasarısıdır; bir Otoritesi yoktur çünkü seçilmiştir; seçilmiştir çünkü kendi “tasarısı”ndan doğan Otoriteden zaten yararlanmıştır; seçim yalnızca, onun kendiliğinden (yani onun Otoritesinin “tanınması” edimiyle) doğan Otoritesinin “tezahürü”, “dış göstergesi” olmuştur.

Not 2. "Toplumsal sözleşme" ("demokratik") kuramı, (siyasi ya da diğer) seçimlerin varoluşu olgusunun hatalı bir yorumundan doğar. Bir yandan, bu kuram, daha önce söylediğimiz gibi, seçimin Otorite doğurmadığını görmez... Öte yandan, bu kuram seçimin bilinen hallerinin ilkeye değil insanlara dayandığını unutur: seçim zaten varolan (yani tanınan) Otoriteyi bir bireyden (ya da gruptan) bir diğerine aktarır, ama asla daha önce başka hiçbir yerde varolmamış bir Otorite yaratmaz.

43
... seçimde ve seçim yoluyla aktarılan bu Otorite hangisidir?

Hiç kuşku yok ki, ve tanım gereği, bir "tepki" fikrinin burada hiçbir anlamı olmadığından kendimiz üzerinde otoriteye sahip olamayız. Bundan ötürü, ben'im -yalıtılmış birey- birini "seçmem" "seçilmişe" benim üzerimde hiçbir Otorite vermez (daha çok tersi olur!), eğer benim "seçimimden" bağımsız (benim tarafımdan 'tanınmış') bir Otoritesi yoksa. Bundan ötürü haklı olarak bireysel değil, kolektif seçimden bahsedilir. Fakat burada Otorite kavramı bir anlama sahiptir. Zira, bir grup içinde, bütünü (bu bütünün) parçalarından ve bir parçayı diğerinden (ya da diğerlerinden) ayırtedebiliriz. Ve bütünün parçalar üzerindeki ya da bir partinin diğeri (ya da diğerleri) üzerindeki bir Otoritesinden, özel olarak da çoğunluğun azınlık üzerindeki (ya da azınlığın çoğunluk üzerindeki) bir Otoritesinden bahsedilebilir. Ve seçim sadece zaten varolan (yani tanınmış) bu Otoriteyi seçilmişe aktarır.

44
Söz konusu olan, yalnızca bir parça olarak grubun bir parçasına düşen sui generis bir Otorite olup olmadığını bilmektir. Fakat bu Otorite ancak grubun nicel değeri üstüne kurulabilir. Zira nitel değer Babanın, Reisin, Efendinin ya da Yargıcın değerinden başka bir şey değildir... Fakat nicel bakış açısından, sadece üç durum kendilerini gösterir: diğeri üzerinde Otorite uygulayan bir parça ona eşit de olabilir, çoğunluğu ya da azınlığı da oluşturabilir.

45
... bir Çoğunluk Otoritesinden bahsedilebilirse, bir Azınlık Otoritesinden de bahsedilebilir. Kuşkusuz birincisi daha apaçıkmış gibi görünür... Ve bu Otoritenin çok iyi bilinen bir çeşitlemesi vardır: "Kamuoyu", "El alem ne der?" Otoritesi, "göze batmama", "herkes gibi yapma" arzusu; vs. Ama yine aksi halleri ihmal etmemek gerekir. "Özgün"ün "sıradan" üzerindeki Otoritesi adı verilebilecek şey vardır; "Büyük kitle", "kalabalık", "ayak takımı", "ortalama insan" vs. kelimelerine bağlı aşağılayıcı küçük derece ayrımı vardır.

46
[Çoğunluk]
... aslında, ve tanım gereği, burada hiçbir mümkün Otorite yoktur. Gerçekte, kendimiz üzerinde Otorite uygulayamayacağımıza göre, Çoğunluğun kendi kendisi üzerinde (yani üyeleri üzerinde, zira, tanım gereği Çoğunluk bir niceliktir, yani iyelerinin bir toplamıdır) Otoritesinden bahsetmenin hiç anlamı yoktur.

[Azınlık]
Azınlığa gelince, onun varoluşunun kendisi onun Çoğunluğun Otoritesini tanımadığını ispatlar çünkü bir çoğunluk oluşturmak tam da çoğunluğa karşıt olmak, dolayısıyla (şu ya da bu biçimde) onun edimlerine "karşı eylemde bulunmak" anlamına gelir. Fakat, Otoritenin olmadığı yerde, "tepkiler" ancak güç yoluyla ortadan kaldırılabilir. O halde, Çoğunluk, sayı fazlasından ileri gelen sözde sui generis bir Otorite talep ettiği yerde aslında basbayağı güç talep ediyordur. (Sırf ve sadece çoğunlukçu bir yönetim biçimi sadece güce dayanan bir yönetim biçimidir. O halde "çoğunlukçu" yönetim biçimi "otoriter" yönetim biçiminin karşısına konabilir, ilki güç üzerine, ikincisi Otorite üzerine dayanır.

47
Bir azınlığın büründüğü Otorite nicelikle değil, "nitelik"le aklanır ya da açıklanır [sadece bir azınlık olsak da, biz...]. ... Bunun anlamı Azınlığın sui generis bir Otoritesi olmadığıdır. Ve somut durumların çözümlenmesi Azınlığın daima ya Babanın, ya Reisin, ya Efendinin, ya da Yargıcın (ya da bunların "bileşimleri"nin) Otoritesini talep ettiğini gösterir.

Kısacası, çoğunlukta ya da azınlıkta olmak, sadece bu konumda bulunana ait bir Otorite doğuramaz...

48
hikmeti hükümet   Devletin yararı gereği

49
Bütünün genel olarak Parçalarına ilişkisi nedir? Mekanik bir Bütün Parçalarının toplamından başka bir şey değildir. Parçalarını belirlemek bir yana, bütünüyle bunlar tarafından belirlenir. Ancak canlı organizma içindedir ki Bütün Parçalarının karşısına konup, belli bir ölçüde, Parçaların Bütüne "boyun eğdikleri" ve ne ise o olarak bu Bütün tarafından belirlendikleri söylenebilir. (bkz. Aristoteles'in, aslında değerini, fiziksel, kimyasal, vs. değil, özgül olarak biyolojik uslamlamalar içinde muhafaza eden entelechie* kavramı). O halde ancak toplum (ya da Devlet) bir organizmaya andırımlı olarak tasarlandığı ölçüde Bütünün Parçalar üzerinde bir Otoritesinden bahsedilebilir. Öyleyse "genel istenç"e atfedilen Otoritenin görüngübilimsel çözümlemesine rehberlik etmesi gereken işte bu analojidir.

* Olmakta olan edime karşılık tamamlanmış, gerçekleşmiş edimi ve tamamlanmışlıktan doğan mükemmeliyeti belirtir. Metafizik, IX, 8, 1050a ve bir gücün edimselleşmesini belirleyen biçimi (eidos) ya da nedeni (logos) belirtir; bkz. Ruh Üstüne, II, 2, 414a (ç.n.)

50
Fakat, (biyolojik) Bütün fikrinin iki şeyi izah etmesi beklenir: 1) kalıtım, yani organizmanın yapısının devamlılığı ("tavuk yumurtadan öncedir") ve 2) bu organizmanın çeşitli öğeleri arasındaki ahenk. Buna karşılık, Bütünün nedenselliği (erekselliği), organizmada her türden "devrimci" dönüşümü dışlar ("mutasyon"): eğer tür (Bütün), Parçaların birinde (ya da birçoğunda) bir değişimi takiben değişirse. O halde ahenkin ve devamlılığın olduğu yerde Bütünün parçaları belirlediği, ama her ("özsel") değişimde Bütünün Parçalar tarafından belirlendiği söylenebilir.

... Reis önerdiği bir tasarının neticesinde, yani verili bir gerçekliğin değişimine bağlı olarak kendi kendine Reisi yaratır. O halde bu sadece Reisin Otoritesine bürünebilen "tikel" bir istençtir (Parça). ... (Ama kuşkusuz o, "Parçalara" karşıt bir "Bütün" değildir: Bütüne karşıt bir "Parça"dır.) Buna karşılık, Babanın Otoritesi, Bütünün nedenselliğinin "kalıtsal" görünümünü, "sürekli" yanını ifade eder. O halde "genel istenç"in Otoritesinin Baba tipinde olduğu söylenebilir.

51
Çoğunluk (sayısından aldığı) Otoriteye sahip olduğu ölçüde, geleneğin koruyucusu, vs. olarak baş gösterir. Otoritesi, bir "Senato"nun, bir "Sansürcü"nün, vs. Otoritesidir. Ve bu, ayrıca "el alem ne der" Otoritesidir. Bundan ötürü iradi ve bilinçli olarak yeni şeyler öneren tüm kişiler Çoğunlukla alay ederler. Ve bu Çoğunluk aynı zamanda, toplumun değişim halinde olduğunu bildiği ve istediği "devrimci" dönemler boyunca tüm saygınlığını yitirir.

52
[Otoritenin aktarımı]
Bu aktarım ya kalıtım, ya seçim, ya da atanma yoluyla gerçekleşir.

Tüm Otorite aktarımlarında, Otoritenin belirli bir kişiye bağlı olmadığı (az çok bilinçli olarak) varsayılır (geçerken söyleyelim, Otoritenin kolektif olarak elde tutulabilmesinin mümkünatı buradan gelir.) Otorite aynı kalarak (onu temsil eden kişiler onu cisimleştirir, gerçekleştirir, ona maddi dayanak sağlar, vs.) bir başkasıyla yer değiştirebilir. Bunun anlamı, Otoriteyi doğuranın onu elde tutanın varlığı değil, edimleri (ya da "nitelikleri") olduğudur (Otoriteyi "töz" değil, "yüklemler" doğurur): eğer başka bir kişi (ya da kişiler) aynı edimleri yaparsa, aynı Otoriteden yararlanacaktır.

Fakat, kalıtsal aktarım, edimlerin, ya da, daha kesin olarak, "erdemlerin" ya da bunları yapabilme olasılıklarının babadan oğula aktarıldığı şeklindeki (az çok bilinçli) kuram üzerinde dayanır. Buradan oğulun (ya da, genel olarak, yakın bir kişinin) babanın Otoritesine varis olduğu fikri çıkar. Doğruyu söylemek gerekirse, bu Otorite aktarımı kuramı çok "ilkel", hatta "büyüsel" bir anlayış üzerinden temellenir. "Erdem", (= edim olasılığı), bir aynı ailenin tüm üyelerinde bulunan ve babadan en tam biçimde (kıza değil) oğula aktarılan bir nevi yarı-maddi töz ("mana") olarak anlaşılır. Ufak ufak azalır (küçük çocuk büyüğünden daha az alır) (Daha geç tarihli çeşitlemesi: eğer Otorite tanrısal kökenliyse, tanrısallık tercihen büyük erkek çocuğa aktarılır.) [Bourdieu, Bekarlar Balosu]

53
[Günümüzde kalıtım yoluyla otorite aktarımı fikri saygınlığını kaybetmiştir; tümüyle reddedilmek istenir gibidir]

Geriye aktarımın diğer iki tarzı kalır: seçim ve atama.

[İlk başta bu iki terim eşanlamlı gibi görünür, oysa aralarında ciddi bir fark vardır:] ... Çoğunluk adayları atar (çünkü onları, kim olursa olsun istencini sınırlamaksızın, kimseye danışmadan tayin eder) ve Diktatör işbirlikçilerini seçer (çünkü en iyi olduklarını düşündüklerini seçer) de denilebilirdi.

54
... "seçim"den, "atama"dan bahsedildiği zaman, iki ayrı siyasi kategorinin kullanıldığı duygusu vardır. ... Otoriteye aday kişi, kendisi (ya da kendileri) de bir Otoriteye sahip kişi (ya da kişilerce) tayin edildiğinde, atama yoluyla Otoritenin aktarımı vardır ve bu Otorite aynı tiptendir (örneğin, bir Reis tarafından atanan bir Reis); aday ya hiç Otoritesi olmayan ya da başka tipte bir Otoriteye sahip kişi ya da kişilerce tayin edildiğinde (örneğin bir Reis tarafından atanan bir Yargıç) seçim yoluyla aktarım vardır. [Birincisinde aday, ilkede, herhangi biri olabilir ve 'erdem' (edim olasılığı) aktarılır; ikincisindeyse otorite seçilen kişinin kendi kendisine borçlu olduğu bir durumdur].

Not 1. Kesin olarak konuşmak gerekirse, seçimin, kura çekmekten asli bir farkı yoktur. Kuşkusuz, -bireysel ya da kolektif- seçmen en iyi olanları seçtiğine inanır. Ama eğer hiç Otoritesi yoksa, seçiminin ötekiler için hiçbir değeri yoktur. O halde bu, ötekilerin görüşü açısından, sanki adayı kura ile çekmiş olmak gibidir.

55
[seçmenin yetkin olmadığı diğer durumlar:] ... doğrudan kamu oylaması [suffrage universal] -ve halk oylaması [plébiscite]- kura çekiminden farklı değildir.

Not 3. Eğer kalıtsal aktarım hatalı bir kuramı önvarsayıyorsa, yani kura çekimi yoluyla kalıtsal aktarım da açıkça çok az tatmin edicidir. Atama o halde tek kabul edilebilir aktarım tarzı olarak kalır.

56
[Babanın aktardığı Otoritede] ... Galibin Otoritesinin kendiliğinden doğuşunda, rastlantı zaten belli bir rol oynar] Not. Belki de "tiranlar"ın Otoritelerini halk oylaması ile teyit ettirme eğilimnde olmalarının sebebi işte budur.

II. Metafizik Çözümleme

57
Hiç şüphe yok ki Otorite özsel olarak (doğal değil) insani bir olgudur; yani (bunu burada tanıtlayamaksızın) toplumsal ve tarihseldir: Otorite bir toplumu (ya da geniş anlamda Devleti; yani "tepki" olasılığının olmadığı bir hayvan sürüsünden başka bir şeyi) varsayar ve toplum, (sadece biyolojik, doğal bir evrim olmamak üzere) tarihi varsayar (ve imler).

Başka bir deyişle, Otorite ancak zamansal yapıda bir Dünya içinde "ortaya çıkabilir" (bir olgu olabilir). O halde Otoritenin metafizik temeli (-"biyolojik" alanda- Geçmişin önceliği ya da -"fiziksel" alanda- Şimdinin önceliği ile, "doğal" zamanlarla karşıtlık içinde, Şimdi, Geçmiş, Gelecek ritmiyle "insani" ya da "tarihsel" Zaman olarak anlaşılan) "Zaman" kendiliğinin bir "dönüşümü"dür. Geleceğin önceliği olduğuna göre, Reisin Otoritesinin de önceliği vardır: En üstün derecede Otorite, evrensel bir "tasarı"ya sahip, (siyasi, dini, vs.) "devrimci" Reisin (Stalin) Otoritesidir. Ne ise o olarak Ebedi için Otorite yoktur. ... bir Otorite tipi metafiziksel olarak Ebediyet üstüne dayanıyorsa, Ebedi ancak Zaman ile olan ilişkileri içinde Otorite biçimi altında "ortaya çıkar".

58
Fakat Zamanın, ne ise o olarak, bir Otorite değerine sahip olduğu hiç kuşku götürmez. Garip şeydir ve ilk bakışta paradoksal görünür, ama zaman otoriteye her üç tarzında da sahiptir.

İlk önce Geçmiş. Bir Geçmiş daima "saygıdeğerdir"; ona dokunmak "kutsala saygısızlık"tır; ihmal etmek ise "insani değildir". ... bir ailenin, bir Devletin eskiliği sadece bir medarıiftihar olmakla kalmaz, ayrıca Otoritenin çok gerçek bir temelidir.

... Geleceğin de tartışma götürmez bir Otoritesi vardır. "Geleceğin insanı", "önünde tüm bir dünya" oluşuyla bir Otoriteye sahiptir. "Gençler", zaman zaman, oldukça dikkate değer olabilen Otoritelerini, cisimleştirdikleri Gelecekten alırlar. "Yarının insanı"nın Otoritesi kolaylıkla tanınır. Ve gelecek bin yıllar içinde olduğu gibi (bkz. Hitler) geçmiş bin yıllar için de hak talep edebilir (bkz. Mussolini).

Nihayet, Şimdinin kendisi Şimdi olarak bir Otoriteye sahiptir. Up to date [çağa uygun] olmak isteriz "zamanın gerisinde kalmak değil. "Moda"nın çok büyük -ve "tiranik" Otoritesi, Şimdinin, "güncel"in Otoritesidir. "Günün insanı"nın Otoritesi şuradan ileri gelir: "güncel"i, Şimdiyi; geçmişin "şiirsel" gerçekdışılığına ve geleceğin "ütopik" gerçekdışılığına karşıt olarak, dünyadaki bir şeyin "gerçek mevcudiyeti"ni, en üst derecede temsil eden odur.

59
Öte yandan, tüm bu "zamansal" Otoritelere, Ebediyetin Otoritesi karşı koyar. Sık sık "ebedi ilkeler"den dem vurulur ve bunların Otoritesi, zamanın üç kipinin dışında olmalarından ileri gelir. Yeryüzünde Tanrının temsilcileri olanlar Otoritelerini Ebediyetten alırlar. Ama açıktır ki eğer Ebedinin bir Otoritesi varsa, bu ancak "zamansal"a karşıt olarak; yani zamansala göre olabilir.

[Daha önce kurulan dört arı Otorite tipi ile bu üç zamansallık ile bir zamandışılık  arasındaki ilişki nedir?]

60
... tek bir blok oluşturan Babanın, Reisin, Efendinin Otoritelerine karşı Yargıcın Otoritesi. ... üç zamansal Otoriteye karşıt Yargıcın Otoritesiyle Ebedinin Otoritesi arasında koşutluk kurma fikri...
... Yargıcın Otoritesi, bir anlamda Zamanın dışında olduğundan, tüm "veraset"e (succession), yani tüm "zamanlaştırma"ya direnir. Onun her zaman varolduğu kabul edilir, ve böyle değilse, (arası kesilmeksizin) arkadan gelen şeye "geçmek" yerine, (kendiliğinden yeniden doğmak üzere) bütünüyle yok olur. ... Gerçekte, Yargıç, ilkede, Babayı, Efendiyi ve Şefi "yargılayabilir", ama Yargıcın Otoritesinin doğası öyledir ki o, diğer üç tip Otoriteden doğan tepkiden bağışık kalacaktır. Nihayet, nasıl ki Ebedilik ancal zamanla olan ilişkileriyle ve zamanla olan ilişkileri yoluyla "otoriter" bir niteliğe sahiptir, Yargıç da ancak diğer üç Otoriteye (gerektiğinde) karşıt durduğu ölçüde gerçek Otoriteye sahip olur. (Eğer Babalar, Reisler ve Efendiler tanım gereği ya da "öz" gereği "adil" olsalardı, Yargıcın ayrı Otoritesi olmazdı; ve eğer Yargıç "adaletini" Babaların, Reislerin ve Efendilerin istençlerine karşı koyamasaydı, hiçbir "otorite"si olmazdı).

61
Ebedi, ancak, insani eylemler arasından bazılarını; yani Ebediyet öğretisinin etkin müdahalesine karşı "tepki" niteliğini taşıyan eylemleri geçersiz kıldığı ölçüde, insani eylemlere göre gerçek anlamda bir Otoriteye sahiptir. O halde Otoriteye sahip olan, ne ise o olarak Ebediyet değil, ama ebedi nitelikte eylemlerdir. Fakat, bir eylem, ya zamanın "dışında" (yani Geçmiş, Gelecek ve Şimdi tarafından yaratılan koşullardan bağımsız) olduğunda ya da "tüm zamanlar" için (yani Şimdi, Geçmiş ve Gelecek içinde) geçerli olduğunda "ebedi"dir. Ama bu tam da, "adil" eyleme, niteliğini kazandıran şeydir: adil eylem zamanın dışındadır, çünkü o (örneğin "doğru" hüküm) günün ne bir fonksiyonudur ne de "çıkar"ınadır, ne geçmiş tarafından buyurulan "tarafgirlik"tir ne de Geleceğe demir atmış "arzular"dır; o, "tüm zamanlar" için geçerlidir, zira, adil olduğundan, "ebedi olarak" adil kalır, hem de gerek Şimdiye dair gerekse Geçmişe ve Geleceğe dair sonsuzluğa dek "hüküm" verebilir.

62
Otoritenin diğer üç "arı" tipine gelince, bunların metafizik temeli ("insani") Zamandır. Gerçekten, bu Otoritelerin "zamansal" niteliğinden hiç şüphe yoktur.

Babanın Otoritesinin kalıtsal aktarıma en uygun olduğunu, oysa Reisin ve Efendinin Otoritelerinin, sırasıyla, atama ve seçim (hatta kura çekimi) yoluyla aktarımlara yol açtığını gördük. Fakat, kalıtım Geçmiş fikrinin hakimiyeti altında işler. Buna karşılık atamanın Geleceğe (atanmışın gelecekteki tutumuna) başvurur gibi göründüğü açıktır. Seçime (="kura") gelince, önemli olan basit seçim (=kura çekimi) olgusudur; yani özsel olarak Şimdiye ait bir edime dayanır.

Doğa insandan daha eskidir; bir taşın yaşı çok "kutlu" olabilir; gene de bu durumda hiç bir Otorite yoktur. Benim üzerimde bir Otorite uygulayan Geçmiş, tarihsel bir Geçmiştir; benim geçmişimdir; yani benim Şimdimin "neden"i ve benim Geleceğimin "temel"i olan Geçmiştir; Geleceğe yönelik olarak Şimdimi belirlediği kabul edilen şey, Geçmiştir. Başka bir deyişle, Geçmiş ancak, kendini bir “gelenek” biçimi altında gösterdiği ölçüde bir Otorite kazanır. Fakat, Babanın Otoritesinin tam olarak tarihsel “neden”in [cause] ya da “gelenek”in Otoritesi olduğunu gördük. O halde denilebilir ki -Geçmiş kipinde- Zaman, Babanın Otoritesi olarak “otoriter” biçim altında “ortaya çıkar” ve Babanın Otoritesinin metafizik temeli Şimdideki Geçmişin “mevcudiyet”indedir; yani zamansal bir dünyanın parçası olan tüm gerçekliklerdedir.

63
Geleceğe geçelim. Yine burada da, arı ve yalın Geleceğin hiçbir Otoritesi yoktur; her şeyin önünde bir gelecek vardır ve bu, hiçbir şekilde saygınlığını arttırmaz. Gelecek ancak, Geçmişle ilişkilerini devam ettiren Şimdiyi belirleyen (ya da belirlediği kabul edilen) tarihsel gelecek, benim geleceğim olduğu ölçüde bir Otorite uygular. Başka bir deyişle, Gelecek ancak, (geçmişin bilgisi temelinde, geleceğe yönelik olarak şimdide tasarlanan) bir “proje” biçimi altında “ortaya çıktığı” ölçüde bir Otorite uygular. Fakat, “tasarı”nın Otoritesi Reisin Otoritesinden başka bir şey değildir. O halde denilebilir ki Gelecek, metafizik temeli, (insani; yani tarihsel) bir Şimdi; yani (tarihsel olarak anlaşılan) zamansal bir gerçeklik olan her şeyde Geleceğin gücül “mevcudiyet”i olan Reisin Otoritesi olarak “otoriter” biçim altında “ortaya çıkar”.

Son olarak da, Şimdiyi irdeyelim. (Zamansal dünyada) varolan her şey “mevcut” [présent] olduğundan, ne ise o olarak Şimdi [Présent] hiçbir Otoriteye sahip olamaz: Otoriteye “maruz kalan” kişi, onu uygulayanla aynı sıfatla arı ve yalın Şimdide hak talep edebilir. Tartışılmaz bir Otoriteye sahip olan, Fiziğin “şimdi”si [z=0] değil, tarihsel Şimdidir [“tarihsel” an]. Otoritesi olan, sadece, “mevcut” (yani; varolan) şeyler kütlesi içinde “gerçek mevcudiyete” sahip kendiliktir: Tinin, “Madde” içindeki; (kelimenin kuvvetli anlamında) varolmayanın, tüm fiilen varolanları temsil eden şey içindeki “gerçek mevcudiyeti”. Fakat, zamansal dünya içinde varolmayan, ya artık varolmayandır ya da henüz varolmayandır: ya Geçmiştir ya da Gelecek. O halde Geçmişin ve Geleceğin, Otoriteye sahip olan Şimdi içinde “gerçek mevcudiyeti” saptanır: bu, Geçmişten doğmuş ve Geleceğe gebe bir Şimdidir. Fakat (insani ya da “tarihsel”) böylesi bir Şimdi, terimin kuvvetli anlamında, “eylem”den başka bir şey değildir, hem geçmişin anısını hem de geleceğin tasarısını şimdide gerçekleştiren eylemdir. Ama eylem, olmaka/varlığa karşıttır. Ve bu karşıtlık, haddinde, varlığın, varlığın etkin yıkımı olan eylem tarafından dönüştürülmesi içinde ya da dönüştürülmesi yoluyla [ya da, dilenirse, dönüştürülmesi olarak] gerçekleşir ve “ortaya çıkar”. Fakat, Efendinin Otoritesini doğuran “Risk” tam da, kelimenin asıl anlamında, varlığına (yaşamına) karşı koyan, onu tehlikeye atan ve, gerektiğinde, onu bütünüyle yok eden, böylesi bir eylemdir. Ve (bu “Risk” üzerine dayanan) Efendinin her eylemi, Şimdideki Geçmişin ve Geleceğin gerçekleşmesi ve “ortaya çıkması”dır. Fakat, eylem tam da Şimdi kipindeki zamanın “açığa çıkışı”dır. O halde denilebilir ki Efendinin Otoritesinin metafizik temeli (tarihsel dünyanın) Şimdisidir ve Şimdi, “otoriter” bir biçim altında, ancak, asıl anlamında eylem olarak; ona destek sağlayan Varlığın tümden tahribi karşısında bile durmayan eylem olarak gerçekleştiği ölçüde “Açığa çıkar”.

64
Öyleyse Efendinin Otoritesi … “Riske atılmaya hazır” olanın, “eylemde bulunmayı bilenin”, “bir karar alabilenin (tasarı)”, “seferber olanın” vs. yani kısaca gene de ve her zaman “makul” ve “ihtiyatlı” olmayan kişinin Otoritesidir.

E Efendi – Şimdi
R Reis – Gelecek
B Baba – Şimdideki Geçmiş
Y Yargıç – Ebedi

65
Ebedi ile ilişkiler içinde, Zaman, Ebedinin “nedensel” yapısı tarafından zamansal Dünyada gerçekleştirilir. Ayrıntıya girmeden, belirtelim ki eğer Ebediyet “biçimsel neden” ile gerçekleşiyorsa, Zaman, Geçmişi “maddi neden” olarak, Geleceği, “ereksel neden” ve Şimdiyi “etkili neden” olarak gerçekleştirir (bkz. Aristoteles). Fakat, insan varoluşu düzleminde (yani; tarihsel zamansal dünyada), “biçimsel neden”, “temaşa” ile, yani, genel olarak, “edilgen”, “kuramsal”, “ilgisiz”, “dinginci” tavır ile “ortaya çıkar”. Buna karşılık, diğer üç “neden”, bu düzlemde, “pratik” ya da “etkin”, “iradi”, “ilgili” tavır tarzlarıyla “ortaya çıkarlar”. “Etkili neden”, kelimenin asıl anlamında eylem ile, Şimdide gerçekleştirilen eylemle ortaya çıkar; “ereksel neden” “Tasarı” ile, yani Geleceğe yansıtılmış eylem ile; ve “maddi neden”, “varoluşsal anı” ya da “gelenek” ile, yani Nedenin varlığının “Etki”ye “geçiş”i ile karşılaştırılabilir olan, âdeta eylemsizlik ile gerçekleştirilen “geleneksel” eylem ile ortaya çıkar. Bu zuhurların “otoriter” görünümlerinin, bir yandan (hepsi şu ya da bu şekilde) eylemde bulunan) Babanın, Efendinin ve Reisin ve öte yandan (eylemde bulunmayıp “seyretmekle” ya da başkalarının edimlerini “yargılamak”la yetinen) Yargıcın Otoritesinin “fenomenler”inden başka bir şey olmadığını görmek kolaydır.

III. Varlıkbilimsel Çözümleme

[Dört otorite kuramlarının mimarlarının varlıkbilimleri kusurludur.]

67
Tanrı üstüne skolastik tasavvurlar (causa sui, varoluş imleyen öz, teslisin üçlemeli yapısı, “tecessüm”*) aslında varlıkbilimsel kuramlardır. Ama biz diyebiliriz ki bu kuram Varlığın sadece tek bir görünümünü açımlar, böylece haksız yere onu Bütün olarak alarak bozar ve saptırır. Otorite problemine gelince, skolastik varlıkbilim ancak Babanın Otoritesinin varlıkbilimsel çözümlemesi için malzeme sağlar.

Bu saptamaların aynıları diğer üç varlıkbilim için de geçerlidir. Platon'un varlıkbilimi (Bir-Agathon**, Bir ve Çok, varlığın ikici yapısı, vs.) Yargıcın Otoritesinin varlıkbilimsel çözümlemesi için çıkış noktası sağlar.

Buna karşılık, Aristoteles'inki (Devimsiz devindirici, Nous, Biçim ve Madde, vs.) Reisin Otoritesinin... Hegel'in varlıkbilimi (Olumsuzluk, Bütünlük, Varlığın diyalektik/eytişimsel yapısı, vs.) Efendinin Otoritesinin varlıkbilimsel çözümlemesine temel teşkil eder.

68
Tüm bu varlıkbilimler, tam da, sanki keşfettikleri şey Varlığın bütünüymüş gibi, Varlığın özel görünüşlerini betimledikleri için değiştirilmeli (tamamlanmalı ve düzeltilmelidirler).

Elbette, Varlık olarak Varlığın yapısı herhangi bir fenomenin çözümlenmesinden yola çıkarak da incelenebilir (çünkü her fenomen, Dünya olarak "varolan" Varlığı "ortaya çıkarır"). Ama Otorite fenomeni çok karmaşık olduğundan, varlıkbilimi başka çıkış noktalarından itibaren incelemek ve Otoritenin varlıkbilimsel çözümlemesine, varlıkbilimin ana hatlarını geliştirdikten sonar girişmek daha yeğdir. Gene de, her farklı fenomen Varlığın belli taraflarını, diğerlerinin yaptıklarından daha iyi "ortaya çıkarır". Bundan ötürü, Otorite öneminde bir fenomen varlıkbilimsel incelemelerde ihmal edilemez. Aslında, çalışma, sürekli bir gel-git içinde gerçekleştirilmelidir: (nihai olduğu varsayılan) bir varlıkbilimden fenomene iniş; (nihai olduğu varsayılan) bir görüngübilimden Varlık olarak Varlığa çıkış. Ancak böylelikledir ki bir gün görüngübilimlere, metafiziklere ve varlıkbilimlere; yani gerçekten nihai; yani mutlak surette doğru bir felsefeye ulaşılabilecektir.


B. Çıkarsamalar

69
Önce siyasi Sonuçlar (kendi içinde Devlet) ile başlayıp, ardından ahlâki Sonuçlara (karşılıklı ilişkileri içinde birey-yurttaş ve Devlet) geçeceğiz ve psikolojik Sonuçlar (kendi içinde birey-yurttaş) ile bitireceğiz …

I. Siyasi Uygulamalar

İktidarın/Gücün bölünmesi (1)
İktidarın aktarımı (2)

70
Siyasi "İktidar", bunu, onu temsil eden ya da cisimleştiren kişi veya kişiler aracılığıyla icra eden Devletin iktidarıdır. (Kelimenin geniş anlamında) Devlet olmaksızın, (terimin asıl anlamında) siyasi İktidar yoktur. İktidarın "kitle"ye aitmiş gibi göründüğü "demokratik" denen Devletlerde bile, İktidarı elinde tutup icra eden aslında Devlettir: yalnızca, bu durumda, Devlet "yurttaşlar"ın bütününde cisimleşmiştir ya da bu bütün tarafından temsil edilmektedir; ama burada bile, bireyler siyasi İktidarı, "şahıslar" olarak değil (örneğin, çocukların hiçbir siyasi İktidarı yoktur), ancak yurttaşlar oldukları; yani kolektif olarak Devleti temsil ettikleri ya da cisimleştirdikleri ölçüde elde tutarlar. Bu nokta üzerinde, "demokratik" bir Devletin yurttaşlarının İktidarı, bir oligarşinin [takımerk], ya da hatta "mutlak" bir monarkın [tekerk, hükümdar] ya da bir "tiran"ın, "dictator"ün, vs. iktidarından özsel olarak farklılık göstermez.

Aslında, siyasi İktidar güç üzerine dayanabilir. Ama ilkede bundan vazgeçebilmelidir: sadece bu durumdadır ki Devletin varoluşu "ilineksel" olmayacaktır, başka deyişle Devlet sonsuzluğa dek yaşayabilecektir. Öyleyse uygulamaya karşıt olarak bir Devlet kuramı "güç" kavramını göz önünde tutmaz. Fakat, güç üzerine dayanmayan bir İktidar ancak Otoriteye dayanabilir. [Foucault].

Not. Otorite üzerine dayanan bir iktidar, elbette, güç kullanabilir; ama Otorite bir güç doğuruyorsa da, güç, tanımı gereği, asla bir siyasi Otorite doğuramaz.

71
Tanım gereği, her siyasi Otorite toptan, ne ise o olarak Devlete aittir. Ama Devlet, uzay-zamansal dünyada varolabilmek için "gerçek bir dayanak"a ("maddi dayanak"a) ihtiyaç duyan "kavramsal" [idéel] bir kendiliktir. Bu "dayanak" bireyler ya da insani bireylerden müteşekkil gruplar tarafından oluşturulur. Ve böylece Otoritenin bölünmesi ve aktarımı problemleri belirir.

Devletin "dayanak"ı aynı zamanda siyasi Otoritenin de "dayanak"ıdır. Siyasi Otoriteyi "elde tutan" ve "icra eden" Devlettir; siyasi Otorite Devlette ve Devlet yoluyla gerçektir (etkindir). Bu gerçek siyasi Otorite ya özerktir ya da bağımlı. Birinci durumda, bu, Devletin (bireysel ya da ortak/kolektif) Reis Otoritesidir; ikinci durumda ise, Otoritesini, Reisin Otoritesine bağlı olarak icra eden, (bireysel ya da toplu) Memur Otoritesidir.

… Reisin Otoritesinin Memura aktarımı … Memurun bağımlı Otoritesi ile onun özerk Otorite ile ilişkisinin doğasını belirler.

1. Otoritenin Bölünmesi

a)

72
(Not.) Öyle görünüyor ki, siyasi Otoritelerin, yani Devletlerin tarihi boyunca gerçekleşen sadece tek bir “arı” Otorite tipi olmuştur. Büyük Yunan trajedilerinin bize pek güzel gösterdiği gibi, “Baba” tipinden olan ailenin Otoritesi ile Devlet Otoritesi arasındaki şiddetli çatışmalar, başlangıçta iki karşıt Devlet tipinin olduğunu gösterir gibidir: B → (Y, R) ya da B → (R, Y) Otorite tipinden olan, aile-Devlet ya da klan [oymak/kabile]-Devlet ve E → (R, Y), hatta E → (Y, R) ya da R → (Y, E) hatta R → (E, Y) Otorite tipinden olan, kelimenin en modern manasında Devlet. - Yunanlıların “tiranlık” rejimi ile “özgürlük” rejimi arasında yaptığı ayrım -ki bu ayrımı tanımlamakta ve anlamakta güçlük çekiyoruz- E → ve R → tiplerinin karşıtlığından başka bir şey olmayabilir.

(Zaten, asla bütünüyle gerçekleşmemiş olan) ortaçağ kuramına göre, her Otorite tanrısal Otoriteden doğar. Özel olarak, Devlet Reisi Tanrı'nın Memurundan başka bir şey değildir. Fakat, Tanrı aynı anda hem Baba, hem Reis, hem Efendi, hem de Yargıç olduğundan, tanrısal Otorite, Otoritenin dört “arı” tipinin hepsini içinde toplar. Ve bu unsurların hepsini Memuruna aktarır. Üstelik, kendisi de bir tek kişi [personne] olan Tanrı, Otoritesini, böylece kendisinde Otoritenin dört tipinin hepsini toplayan tek bir Memura aktarır. (“İlk” Memur, Tanrı tarafından atanır; Memurun bu şekilde doğan Otoritesi, daha sonra kalıtım yoluyla aktarılır; Tanrı'nın bu “ilk” Memurunun Memurlarının Otoritesine gelince, bunların otoritesi Tanrının ilk Memurunun onları atamasıyla doğar ve aktarılır. Ama bu kuram Tanrı iki Memur atadığı için karmaşıklaşıyordu: bir memur zorunlu olarak bireyseldir (ilkede evrensel olan Kilisenin Papa'sı), diğeri ise kimi kez bireysel (ilkede evrensel olan, İmparatorluğun İmparatoru), kimi kez kolektiftir (ulusal Krallar, vs.) Bu karmaşıklıktan ileri gelen ikircim ihmal edildiğinde bile, skolastik kuramın bu iki Memur arasındaki ilişkileri ve Otoritelerinin doğasını asla açıkça ve net olarak tanımlayamadığını söylemek gerek. Başka bir deyişle, Ortaçağ, dini “alan” ile siyasi “alan”ı net olarak birbirinden ayırmayı bilememiştir (ya da bunu istememiştir). Bu güçlükler, kilise Memurunu ortadan kaldıran Mutlakiyet kuramı tarafından giderilmiştir. Siyasi Otoritenin kaynağı burada bulanık kalır; ama onun, Otoritenin dört tipinin hepsini birarada topladığı ve tek bir kişide gerçekleştiği [Monark] net olarak ileri sürülebilir. Ardından, siyasi Otoritenin birçok bağımsız “dayanak” arasında bölüştürülmesi gerektiğini ileri süren “anayasal” kuramlar gelir. Böylece, modern “demokrasiler”in temelinde yer alan (ve Rousseau tarafından şiddetli bir şekilde eleştirilen!), (Montesquieu'nün popüler kıldığı) “güçler ayrımı” ilkesi (ve problemi) belirir.

73
Şu son zamanlara kadar siyasi düşünceyi egemenliği altına alan bu kuramı kısaca tartışalım.

74
İlkin, bu kuramın sadece üç “Güç/İktidar” ayırdettiğini kaydedelim. Adli Güç [Pouvoir judiciaire] elbette Yargıcın Otoritesine karşılık düşer. Yasama Gücü [Pouvoir législatif], Reisin Otoritesinden başka bir şey değildir, zira burada söz konusu olan, “inisiyatif”, “tasarı”, geleceğe ilişkin alınacak kararlardır. Yürütme Gücüne [Pouvoir exécutif] gelince, şimdide icra edilen, en üst derecede “eylem” olan, temsilcisinden tam bir “feragat” talep eden, her şeyin, hatta yaşamın bile Devlete, yani özünde biyolojik olmayan bir şeye bağlılığını isteyen Efendinin Otoritesine tekabül eder. Başka bir deyişle, -re'sen* ve tartışmasız itirazsız-, bu kuram, dördüncü kurucu unsuru, yani Babanın Otoritesini siyasi Otoritenin dışında bırakır. Öyleyse skolastik ve mutlakiyetçi kuramların niyeti Otoriteyi budamaktır**. Ve siyasi Otorite tam da bu budama nedeniyle bozulmuştur ya da dağılmıştır (“bölünmüş”tür) denebilir.

* d'office: görev dolayısıyla, yönetim kararıyla, istemeden; kendiliğinden, otomatik.
** “Amputer” fiili tıpta “bir organı kesip almak” anlamına gelir.

Burada her şey anlamlıdır: hem budama olması, hem budanan uzvun tam da Babanın Otoritesi olması, hem de bu budamanın üstü kapalı olarak, yani bilinçdışı olarak gerçekleşmesi. Babanın Otoritesi “geleneği”, geçmiş tarafından belirlenimi, Geçmişin Şimdi içindeki “gerçek mevcudiyeti”ni belirtir. O halde, Babanın Otoritesinin ortadan kaldırılmasının net olarak “devrimci” bir niteliği vardır: “anayasal kuram” başkaldırı ve devrim tininden doğar ve gerçekleştiği ölçüde (“kentsoylu” [burjuva]) devrimini doğurur.

Not. Bu kuram ve, varsaydığı, imlediği ve doğurduğu Devrim kentsoyludur: Kentsoylu, “soylu olmayan”*** “aşağı” kökenlerini unutmak ister; “utanç verici” geçmişini -bilinçdışı olarak- inkâr eder. Babanın Otoritesinin iptaline dair bilinçdışı bundan ileri gelir. Kentsoylu kendi geçmişinden gurur duyduğu ve kendini kendine göre ayarladığı ölçüde devrimci değildir. Ancak soyluya karşıtlık içinde ve bu karşıtlık yoluyla devrimci hale gelir. Fakat, bu karşıtlığın kendisi yoluyla, soyluluğun exclusive, yani tek bir topluluğa ait olma değerini tanır, çünkü artık onunla birlikte-varolma olanağı göremez. Ve onda bir değer görür, çünkü soylunun yerine geçmek ister. Öyleyse -bilinçdışı olarak- kentsoyluluk değerini; yani, kendi gözünde, sadece “soylu olmayanlar”ın [roturier] geçmişi olan kendi kentsoylu geçmişini yadsır. Ancak o zamandır ki “anayasal” hale gelir, yani bundan böyle kendisi için üç tane olan Güçler ayrımını ileri sürer. Böylece devrimci olur, ya da devrimci hale gelir.

75
Ama, Geçmişten yoksun Şimdi, ancak, Geleceği imlediği ölçüde insanidir; yani tarihsel ve siyasidir (yoksa, bu sadece hayvan gibi insanların şimdisidir. Fakat, Gelecek, Reisin Otoritesiyle temsil edilir. Bu Otorite, özsel olarak verili olanı aşan ve sadece verilinin basit sonuçları olmakla kalmayıp, şimdiden onun içinde gücül olarak mevcut olan “tasarılar”a bağlıdır. “Baba” uzvu malul olmuş siyasi Otorite, öyleyse zorunlu olarak, siyasi kaldığı sürece, her şeyden önce (R → (E, Y) ya da R → (Y, E) tipindeki) Reisin Otoritesi haline gelir. Böylece, “anayasal” kuram, “kentsoysal” devrimci gerçekleşimi içinde ve bu gerçekleşim yoluyla, zorunlu olarak bir Napolyon'un ya da bir Hitler'in “Diktatörlüğü”ne varır. Ama, Geçmişten yoksun Şimdinin, insani, hatta siyasi olabilmek için zorunlu olarak Geçmişi imlemesi gerektiğinden, Diktatör-Reis her zaman icraat yolunda “devrimci bir tasarı”yı temsil etmek zorundadır. Böylece, bir Montesquieu'nün “anayasal” kuramı, bir Troçki'nin “sürekli devrim” kuramıdır.

(Fransa'daki) 1848 olayları üstüne Not. "Kentsoylu" dönem sembolik olarak 1789 ile 1940 tarihleri arasına yerleştirilebilir. 1789/1848 "kentsoylu devrimi"dir; 1848/1940 ise "kentsoylu egemenlik"tir. "Devrimci" dönemde, Burjuvazi [Kentsoylu sınıfı] Geçmişe karşı ve Geleceğe doğru dönmüştür. Bundan ötürü, Geleceğe dayanmak suretiyle, Şimdiyi aynı zamanda Geçmiş tarafında aşabilmiştir: bir taraftan "Eski Rejim"in dolaysız Geçmişini yadsırken, "tarihsel" geçmiş yoluyla ortak belirlenimi kabul edebilmiştir -ya da kabul edebilirdi ya da kabul etse gerekti. Ama 1848'de, Gelecek başka bir "sınıf" tarafında hak olarak talep edildi: daha kesin olarak, Gelecek, Şimdi içine, 1789'dakinden başka bir "devrimci tasarı" biçim altında karışır. 1789 "tasarısı" tarafından siyasi Otorite olarak yaratılan Burjuvazi, 1848'in tasarısını kabul etmez ve ona karşı mücadele eder. Öyleyse bu yazgısal tarihten itibaren sadece Geçmişe karşı değil, ama Geleceğe karşı da döner: Şimdi içinde kapanır. Ancak böylelikledir ki gerçekten mevcuttur: ancak 1848'den sonradır ki gerçekten neyse odur; o olmayan her şeye karşıt olarak sadece odur; "burjuva tini" 1848'de doğmuştur. Aynı anda, Geleceğin olumsuzlanmasıyla, nasıl olursa olsun tüm Geçmişle bağını koparır. Şimdi tek gerçek olduğu için, Burjuvazi neyse o olarak gerçekleşir: bu, onun egemenlik dönemidir. Ama ne Geçmişi ne de Geleceği olan bir Şimdi, sadece "doğal" bir şimdidir, ne insanidir, ne tarihsel ne de siyasi. O halde Burjuvazinin egemenliği, ne ise o olarak siyasi gerçekliğin; yani Devletin İktidarının ya da Otoritesinin tedrici bir yokoluşudur: yaşam, hayvansı yanının, beslenme ve cinsellik sorunlarının egemenliği altındadır. İnsani, Şimdi, gerek Geçmiş gerekse Gelecek tarafından aşkınlaştırılmasından bir kalan barındırdığı ölçüde hâlâ ayakta kalır; ama Şimdide imlenen Geçmiş ve Gelecek artık etkin bir değere sahip değildir, Geçmiş ve Gelecek Şimdide artık "bilfiil" değildir; bu, onların sadece "gücül", "kavramsal" ya da "ideal"; yani salt "estetik" ya da "sanatsal" mevcudiyetidir. Gelenek "Romantizm" ve Devrim "gelecekçilik" [futurisme] biçimi altında yaşar; "klasisit" Şimdi, fiili eylem olan kendi öz unsurundan yoksun olduğundan, tüm yaşamdan yoksundur. Öyleyse burjuva "Klaisisizm"i yoktur.

77
Ayrıca denilebilir ki Babanın Otoritesi Köyde demirlemiştir, oysa Kent onu "tanımama"; yani onu yok etme eğilimi gösterir. Köy "süre"yi yaşar, Kent ise "zaman geçirir". Fakat süre; yani zamanın tamamı, sadece "an"ı değil, zorunlu olarak Geçmişi imler: Geçmişte ve geçmiş yoluyladır ki uçup giden "an" sürer ve ve varolur. Buna karşılık, Geleceğin baskısı zamanın geçişine, akışına yol açar. Şimdi ancak in statu nascendi* "etkin"dir, "etkili"dir, "fiili"dir. O halde Kent, anlık Şimdiyi "fiili hale getiren" Geleceği düşünerek, Geçmişi unutma eğilimindedir, oysa ki Köy, onu Geçmişe yansıtmak suretiyle Şimdinin süresini yaşar (mevsimlerin yenilenmesi, vs.) Başka bir deyişle, Babanın Otoritesini tanımak için doğal bir eğilim taşıyan Köydür, oysa ki Kent, "Baba" unsurunu dışlayan ve ona karşı koyan bir Reis Otoritesini kolayca tanır. Budanmış (ve sonra da bölünmüş) iktidara dair “anayasal” kuram gibi onun siyasi gerçekleşimi de, öyleyse, Kentin Köy üzerindeki bir hakimiyetini imlerler ve varsayarlar: bu, özsel olarak kentsel bir kuram ve bir gerçekliktir.

Budanmış, yani “Baba” unsurundan yoksun siyasi Otoritenin ne olduğu sorulabilir.

* doğum anı itibariyle, "asıl biçiminde" (in its original form)

78
Eğer Babanın Otoritesi, ancak siyasi Otoritenin dışına yansıtılarak korunursa, gelip Ailede yerleşecektir. Bu “otoriter” Aile tanım gereği (Baba Otoritesi olmayan) Devlete karşıt olacaktır.

Not. Aslında yenik düşmüş olan Ailedir. Ve bunun “görüngübilimsel” ve “metafizik” sebebi gösterilebilir.

Buna karşılık eğer Babanın Otoritesi tamamen yok olursa, (bunun, az çok, “anayasal” kuram ve gerçeklik durumu olması gibi) Devlet artık onunla uğraşmak zorunda olmadığından, (siyasi Otoriteden “Baba” unsurundan başka unsurların budanmış olduğu durumlardan bahsetmezsek) her biri iki çeşitlemeye sahip üç olasılık kendini gösterir:

R → (E, Y) ya da (Y, E)
E → (R, Y) ya da (Y, R)
Y → (E, R) ya da (R, E)

R → (-) durumu, siyasi Otoritenin içten ve bilinçli olarak devrimci olduğunu; yani ona özsel olarak yeni bir gelecek “tasarı”sının, hatta gelecek üstüne dayanan geçmişe ve şimdiye karşıt bir gelecek tasarısının hükmettiğini ifade eder. R → (E, Y) çeşitlemesi, “bolşevist” (Lenin) tipini, R → (Y, E) çeşitlemesi ise (asla bütünüyle gerçekleşmemiş) “menşevist” ya da “sosyal demokrat” tipini verir. Buna karşılık, E → (-) durumu, Şimdinin, eylemin, “risk”in üstünlüğünü ifade eder; bu, nihayetinde, asli olarak askeri bir Otoritedir. E → (R, Y) çeşitlemesi, belli bir ölçüde, germanik ya da hitlerci “emperyalizm”e tekabül eder (ki bu emperyalizm gene de, diğer üç unsurla gerçek bir ahenk içinde olmayan Babanın Otoritesi unsurunu imler); E → (Y, R) çeşitlemesi -aslında daha karmaşık olan gerçekliği biraz zorlayarak- anglosakson, hatta “burjuva” “emperyalizmi”ne karşılık düşer.

79
Fakat, R → (-) durumu tanım gereği “sürekli bir devrim”i, yani özsel olarak istikrara ve gerçek süreye sahip olmayan belirsiz bir Devleti ifade eder. E → (-) durumuna gelince, bu da, istikrarlı, yani nihai bir siyasi biçimi temsil etmez, böyle değildir çünkü, dünya yuvarlak olduğundan, (her savaşçı girişimden beklenen risklerden bahsedilmediğinde bile) askeri olanaklılıklar sınırlıdır. O halde (basit uygulamaya karşıt olarak) bir Devlet kuramı bu iki olasılığı reddetmek zorundadır.

Geriye üçüncü çeşitleme kalır: Y → (-). Adaletin “ebedi” ilkeleri üstüne dayanan bu Otorite biçimi istikrarlı ve nihai olabilirmiş gibi; yani kavramsal olarak bile kabul edilebilirmiş gibi görünür. Ama bu sadece bir yanılsamadır. Siyasi Otorite Geçmişi imlemediği ölçüde, (artık iki kipe sahip olmayan) “zamansal” unsuru artık “ebedi” unsur ile uyum içinde değildir: Efendinin Otoritesi (Şimdi) ve Reisin Otoritesi (Gelecek), o halde, Yargıcın Otoritesine (Ebediyet) zorunlu olarak karşı koymak zorundadır. Fakat, eğer Zaman karşıt, ya da daha kesin olarak, zamandan ayrı Ebediyet, artık hiçbir gerçekliğe sahip değildir, Reisin ve Efendinin Otoritesinden ayrı Adalet de tüm gerçek Otoritesini yitirir. Öyleyse gerçekliğini ya Reisin Otoritesinden, ya da Efendinin Otoritesinden almalıdır. Ama o zaman “boyun eğer” ve biz de yeniden R → ve E → durumlarına geri döneriz. Eğer onu, hakim yalıtımı içinde tutmak istiyorsak, öyleyse onu asıl anlamda Devletten başka bir siyasi gerçeklik üstüne dayandırmak gerekir. Ama siyasi olan bir gerçeklik gene de Devletin kendisinden başkadır -bu, “Sınıf” adı verilen şeydir- (zira Aile Babanın Otoritesine dayanak sağlamakla birlikte Yargıcın Otoritesine sağlamaz). O halde, söz konusu Adalet zorunlu olarak Marx'ın “sınıfın adaleti” adını verdiği şey olacaktır. Bu durumda, Y → tipinde Devlet özsel olarak “burjuva” olacaktır, Devlet aslında burjuva “sınıfı” tarafından soğurulmuştur. O halde, burjuva egemenliği dönemi için karakteristik olan, Y → tipidir, Y → (E, R) çeşitlemesi, burjuva “muhafazakarlığı”na tekabül eder, Y → (R, E) çeşitlemesi ise “liberalizm”e ya da “radikalizm/köktencilik”e karşılık düşer (örneğin, “radikal-sosyalistler”).

81
Not. … bir Aile ve bir “aile Babası” nedir? Kesinlikle çiftin kendisi ya da koca değildir: çift, hayvani değil, insani olsa da; yani “sevgi” üstüne dayansa da, siyasi bir kendilik oluşturmaz. Ama çocukların birinin, ikisinin ya da hatta “birçoğunun” mevcudiyeti de, siyasi kendilik olarak, bir aile oluşturmaz: çocuk yapmak tamamen biyolojik, hayvani bir etkinliktir ve çocukların sayısı durumda hiçbir değişiklik yapmaz. Aile sadece sui generis insani bir kendiliktir ve “yurttaş” olmaya elverişli; yani siyasi Otoriteyi -Devleti- “tanıyan” siyasi bir kendiliğe dönüşmesi ancak: 1) çocuklarını eğittiği (yani, yeni-doğan hayvanı insan haline dönüştürdüğü) ve 2) “malvarlığı” [Patrimoine] adı verilen bir eserin yaratımında ve korunmasında ortaklaşa çalıştığı ölçüde mümkündür. Eğer Devlet aileden çocuklarını eğitme hakkını ve ödevini alırsa, Ailenin siyasi özünün tek gerçek temeli bu halde Malvarlığıdır. Bu Malvarlığı, toptan düşünüldüğünde Aileye aittir; bu Aile kendi gerçek siyasi (kolektif) “bireyliğini” ancak bu Malvarlığının birliğinden alır. O halde Malvarlığı özsel olarak bölünmez ve devredilemezdir; öyleyse zorunlu olarak bir “gayrimenkul”, bir “toprak”tır. “Aile babası” tarafından “idare edilir” ve aile babası ancak Malvarlığının “idarecisi” olarak yurttaş olabilir.

83
Eğer Baba unsuru silinirse, Yargıç unsurunun zorunlu olarak Reis ve Efendi unsurlarına karşı duracağını görmüştük. Öyleyse adli gücün, diğer iki “güç”ten ayrılması doğal bir süreçtir. Kaydedelim ki “güçler ayrımı” fikrinin (daha Orta çağda; bkz. Magna Charta libertatis) tarih sahnesinde belirmesi, bağımsız bir “yargı gücü”nün icap etmesiyle olmuştur. Ve en aklanmış olarak görünen “ayrım” budur: bugün biz onda ister istemez siyasi bir “aksiyom” görüyoruz.

84
… siyasi kurama dair bir (“Kantçı”) antinomi karşısındayız... Ve bu, burada özsel olarak ayrı kendiliklere dair bir karışıklık olduğunu varsaymamıza yol açar: Bu kendilikler şunlardır: (Devlet Reisini ve onun memurlarını olduğu gibi yurttaşları da yurttaş olarak yargılayan) “siyasi” adalet ve (insanları birey ya da ailelerin ve “toplum”un üyeleri olarak yargılayan: medeni kanun ve ceza kanunu) “özel” adalet.

… Yargıç, ya da siyasi Mahkeme, (siyasi) Yargıç Otoritesinin tamamını üstlenmek ve diğer Otoritelerden ayrılmak, hatta onlardan bağımsız olmak zorundadır. Bunun anlamı şudur ki o, kendisinin temsil ettiği “yasalar”dan başka hiçbir yasanın kılavuzluğunu izlemeksizin yargılamak zorundadır. Bilhassa, Anayasaya dayanarak hüküm vermemelidir: zira bu durumda (Anayasada değişiklik yapabilecek olan) “yasama gücünün” Otoritesini tanımış ve ondan “ayrılmamış” olacaktır.

85
Not.  … “güçler”in ayrılmış olduğu Devletlerde, yasama “gücü”, yürütme “gücü”nü zayıflatma, hatta ortadan kaldırma eğilimindedir, oysa ki yürütme gücü -aslında gerçek iktidarı elinde tuttuğundan, daha az “inançla”- yasama “gücü”nü bir yanılsama haline getirmeyi dener.

Metafizik dilde konuşursak, -salt güç olmadığı ölçüde- Reisin Otoritesinden başka bir şey olmayan yasama “gücü”, Geleceğin varlığının “otoriter” yanını temsil ederken, Efendinin Otoritesini gerçekleştiren yürütme “gücü” ise Şimdiyi temsil eder. Fakat, Şimdiden ayrı Gelecek tüm metafizik “töz”den yoksun arı bir soyutlamadır. … yürütmeden ayrılmış yasama, sonradan, gerçekleşemeyen (yani; Şimdide ayakta kalamayan) Şimdiyle (yani; gerçeklikle) bağı olmayan bir “Ütopya” oluşturur ve kendisini üreten Otoriteyi ve bu otoriteyle birlikte, “ayrılmış” biçimi altında Devletin kendisini de yıkıma sürükler. Şimdiye gelince, Gelecekten koptuğu ölçüde, “insani niteliğinden uzaklaşır”. Bunun siyasi düzlemde anlamı, “ayrılmış” yürütme “gücü”nün, basit “yönetim” [administration] ya da “polis” (“Jandarma-Hükümet [gouvernement]”) haline dönüştüğüdür: sadece olanı, yani; “ham” veriyi hesaba katan arı bir “teknik” haline gelir. Fakat, “ham veri” karşı karşıya gelmiş kuvvetlerin durumundan başka bir şey değildir.

88
Not 2.  Reis Otoritesi “tasarı”nın ya da, bir “program”ın otoritesidir. O halde bu Otoritenin kendiliğinden doğuşu … bir oylama yoluyla açığa çıkan “tanıma” edimi içinde ve yoluyla gerçekleşir.

90
Her zaman, siyasi suçlar, diğerlerinden daha sert biçimde cezalandırılmıştır... Modern demokrasilerde siyasi yumuşaklık eğiliminde olunması tek bir şeyin delilidir: genel olarak “siyasi”nin her anlamda kaybolması.

O halde, budanmış siyasi Otoritenin bölünmesi iki parçalıdır: (siyasi) adli Otorite ve (aynı zamanda yürütmeci-Efendi de olan yasamacı-Reisin, ya da tersinin) hükümet Otoritesi. Ama Babanın Otoritesi unsurunu siyasi Otorite içine yeniden sokmanın faydalı olduğunu görmüştük. Yurttaşların sayısını “aile Babaları”nın sayısına indirgemenin mümkün olmaması (ya da arzu edilir olmaması) ölçüsünde, bu, Hükümetin ya da Yagıcın Otoritesinden ayrı; yani, bağımsız bir “dayanak”a sahip bir Baba Otoritesinin yaratılmasına eşdeğerdir. Böylece, siyasi Otoritenin üç parçalı, ama “anayasal” kuram tarafından salık verilenden daha farklı bir bölünüşünü buluyoruz. Siyasi Otorite (Devlet Otoritesi) şöyle bölünür: 1) “dayanak”ı “aile babaları”nın “temsilcileri”nin sansürcü-Senatosu olan (Babanın) arı Otoritesi; 2) Hükümet Otoritesi; yani, dayanak olarak a) (bireysel ya da kolektif) Devlet Reisini b) Memurları c) (atanmış ya da “seçilmiş” olarak) “açığa çıkan” Meclisi olan “bileşik” Reis-Efendi ya da Efendi-Reis Otoritesi; 3) “dayanak”ı (kura çekimi yoluyla üye toplayan) siyasi Mahkeme olan Yargıcın (arı) Otoritesi. Devlet, bu üçlü Otoritenin gerçekliğinden başka bir şey değildir.

b)

94
Eğer siyasi Otoriteler bölünürse, doğaldır ki her biri ayrı bir “dayanak”a sahip olmalıdır. Başka bir deyişle, her Otorite özel bir kişi tarafından cisimleştirilmelidir. Ama yine, bu kişinin tek bir birey mi yoksa bir “kurul” mu olacağını sormak gerekir. Ve aynı soru siyasi Otorite bölünmediğinde de kendini gösterir.

Genelde problem, bu son biçimi altında tartışılır.
“Klasik” sınıflandırma şu şekildedir:

Bir ve bölünmez siyasi Otorite:
1. bir tek kişiye -Monarşi/Tekerki (Tirani/Despotizm)
2. bir partiye (yani: azınlığa) – Aristokrasi (Oligarşi/Takımerki)
3. herkese – Demokrasi
4. aittir

Bu bölünme çok “Kantçı”dır... üç nicelik kategorisi … birlik-çokluk-bütünlük … Ama siyasi bakış açısından, doğru değildir.

Gerçekte, siyasette önemli olan şey, eylemin/etkinin son tahlilde bir tek insandan mı yoksa bir “kurul”dan mı kaynaklandığını bilmektir. Bu bakış açısından, bir tek kişi ve, hangisi olursa olsun, bir grup arasındaki fark, az çok geniş gruplar arasındaki farktan daha büyüktür. Çünkü, siyasi olarak, Otoritenin kolektif “dayanak”ı asla ona tâbi olanların hepsini imlemez. Hatta en aşırıcı “demokrasi”de bile, “herkes” terimi, (Devlet içinde yaşayan) tüm insanları değil, ama “tüm yuttaşlar”ı ifade eder. Fakat yurttaşlar ile yurttaş olmayanlar arasındaki sınır her zaman az çok keyfidir (bkz. Kadınlar, çocuklar, deliler, vs. problemi), öyle ki Otoritenin “dayanak”ı her zaman az çok bir “kısım”*, bir “birçok” değerine sahiptir. Dahası, siyasi gerçeklik içinde, “iktidar/güç” tüm yurttaşlara bile ait değildir: çoğunluğa, yani; bir kısma aittir.

* partie: bölüm, parça, kısım

96
Siyaseten doğru sınıflandırma öyleyse şu şekilde olacaktır:
(Bölünmez) siyasi Otorite bir “dayanak”a sahiptir:

I. bireysel
II. kolektif: aşağıdakiler tarafından oluşturulur.
            1. yurttaşların bir kısmı,
                        a. bir azınlık
                        b. bir çoğunluk, oluşturmak üzere
            2. tüm yurttaşlar (sınır durum)

97
Not. … burada söz konusu olan … dini Otoriteye karşı durabilen siyasi Otoritedir. Yurttaşların hepsi, siyasi Otoriteye “dayanak”lık etme görevi görseler bile, yine de bir siyasi Otorite vardır, zira her biri bu otoriteye ancak örneğin homo economicus ya da homo religiosus değil de, yurttaş olduğu ölçüde “dayanak”lık etme görevi görür. Öyleyse, dindar, vs. olarak, yurttaş sıfatımla benim kendisine “dayanak” hizmeti yaptığım siyasi Otoriteyi “tanıya”bilirim, yani yaratabilirim. Bu durum o halde kuramsal olarak bir varlığa sahiptir. Ama siyasi olarak gerçek dışıdır, bu şekilde “desteklenmiş” Otorite ayakta kalmayı başaramaz.

98
… aslında, siyasi Otoritenin “dayanak”ı sadece Devletin (ya da “Hükümet”in) Reisi değil, bir de memurların toplamıdır. O halde sorumuz, memurlar gövdesinin yurttaşların çoğunluğunu oluşturup oluşturmaması gerektiği sorusuna; yani mümkün olduğunca yurttaşı “memurlaştırmak” gerekip gerekmediği sorusuna indirgenir.

2. Otoritenin aktarımı

99
her Otorite içinde:
1) Otoriteyi dolaysızca elde tutan kişi: (Devlet Reisinin) “özerk” Otoritesi;
2) Otoriteye ancak Reise bağlı olarak sahip olan kişi: (Memurun “bağımlı” Otoritesi.
Ayırtedilebilir.

… kendiliğinden doğuşuna karşıt olan Otoritenin aktarımı:
1) kalıtım
2) seçim
3) atama
yoluyla gerçekleşir.


II. Ahlaki Uygulamalar

102
Otorite ahlâkı” ya da “otoriter ahlâk” diye (bireysel ya da kolektif) insani bir varlığın etkin davranışının, Otoriteye “dayanak” hizmeti yapabilmek için, tabi olmak zorunda olduğu kurallar bütününe diyoruz.

103
… otoriter ahlâkın dört “arı” tipi arasında, “burjuva” ahlâkına en çok yaklaşanı, Yargıç Otoritesinin ahlâkıdır.

104
Pratikte, Otorite neredeyse hiçbir zaman yalıtılmış “arı” bir tip biçimi altında varolmadığından, ayrıca “bileşik” otoriter ahlâkları geliştirmek de gerekeceğini ekleyerek, probleme işaret etmekle yetinelim.


III. Psikolojik Uygulamalar

105
“Otorite psikolojisi” ile, insanın, (verili bir tipin) icra edilen ya da maruz kalınan Otoritesini hissetme biçimini anlıyoruz.

... maruz kalınan Otoritenin psikolojisinin kuramsal incelenişi içkin faydasına ek olarak tartışma götürmez bir pratik değere sahiptir.

Gerçekte, her ussal, yani hakikaten etkili “propaganda” ya da “demagoji” için temel hizmeti yapması gereken şey, işte bu psikolojinin bilgisidir. (“Demagoji” ile halkın siyasal eğitimini, yani; bugün “propaganda” adı verilen şey tarafından sağlanan olanakları kullanan pedagojik bir etkinliği anlıyoruz.) Ancak tipik insanın bir Otoriteye maruz kaldığında hissettiklerini; yani, dolayısıyla, Otoriteyi icra edenlerden beklediği şeyleri bilerektir ki onun gerçekten bir otoriteyle ve “uygun biçimde” icra edilen bir Otoriteyle muhatap olduğu gösterilebilir; ya da en azından, o, bunun böyle olduğuna inandırılabilir. Ve hatta, ona, “doğru biçimde” icra edilen ya da maruz kalınan Otoritenin “normal” (hatta “ahlaki”) halinde hissedilen şeyi fiilen hissettirmek suretiyle, psikolojik tepkileri düzeltilebilir – ve düzeltilmelidir.

106
... siyasi Otoritenin “normal psikoloji”sini oluşturmak, onun ahlâkını bilmeksizin, mümkün değildir; bu da Devlet biçimi altındaki Otoritenin siyasi gerçekleşiminin bilgisini gerektirir 


Ekler   (1942'de Fransa'da varolan Otorite)

107
Mareşal (Philippe Pétain) halka sık sık “Önünüzden gidiyorum, beni takip edin!” derken, bu Reis Otoritesine dayanıyordu. Bir tasarının ya da bir programın, halk tarafından anlaşılmadığında bile, sadece Mareşal tarafından önerilmiş ya da desteklenmiş olması dolayısıyla, “tepki” gösterilmeden kabul edilmesi işte bu Reis Otoritesinden geliyordu.

108
… Mareşalin ilerlemiş yaşı, çoktan utkunun (zaferin) doruğuna ulaşmış olması ve, genel olarak, karakterinin aşikar “soyluluğu”, tüm bunlar Yargıç Otoritesine de bürünmesine yardımcı olmuşlardır. … “Şahsımı Fransa'ya bağışlıyorum.” [John Berger, Sanat ve Devrim, s.8: Deli Pedro: "Sizlere yeryüzünün en değerli şeyini -şanımı- emanet ediyorum."]

Mareşal ... “babacan” tutumu ve tonuyla bu Baba otoritesini açığa vurur. Ve halka, Mareşali Reis olarak takip ederse, ona bir Efendi olarak gözü kapalı güvenirse, onu bir Yargıç olarak kabul ederse, sadece günün doğrudan çıkarlarına ve gelecek perspektifine değil, ama geçmişin geleneklerine de ihanet etmemiş olacağı güvencesini veren işte bu Baba Otoritesidir.

109
(Not.) “Hükümet” Otoritesi, yani; 1940'ın mütareke zamanında ER tipinde olmuş gibi görünen Efendi-Reis “bileşik” Otoritesi, CM tipinde “hükümet” Otoritesine dönüşme eğilimi gösterir. [Baba, Efendi, Yargıç, Reis]

110
... Geleceğin Otoritesi (=Reis Otoritesi) Geçmişinkinden (=Baba Otoritesi) daha güçlüdür. ... Baba Otoritesi, Reisinkini “kurmaz”, ama ona “yardım eder”.

... Baba ve Yargıç Otoritelerine temel hizmeti yapması gereken, “hükümet” Otoritesidir (Reis ya da Efendi Otoritesidir); ve hükümet Otoritesinde ağır basması gereken, Reis Otoritesidir. Öyleyse tam Otorite, REBY (ya da belki REYB) tipine yönelirmiş gibidir.

111
Bir Şef, belirli bir gelecek gözönünde tutularak şimdinin dönüştürülmesini öneren, iyice tanımlanmış bir “tasarı”, geliştirilmiş bir “program” bildirmeksizin sonsuza değin Reis olarak kalamaz.

112
Kuşkusuz, böylesi bir “program” için “Topos”, “mantıki yer” çoktan vardır ve buna “ulusal Devrim” denir. Ama itiraf etmek gerekir ki bu “yer” hâlâ boştur.

(Not.) ... Mareşalin Otoritesi güncel olarak siyasi bir ideali temsil etmektedir. Ama her ideal, eğer gerçekleşmezse ya da en azından gerçekleşme eğilimi göstermezse, yitip gider. Fakat gerçekleşme yolundaki her ideale, fikir [idée] denir; bununla edimi doğuran, veriyi ideale bağlı olarak dönüştüren somut ve yapıcı fikir anlaşılır (ideal, gerçekleşimini takiben en az veri kadar dönüşüme uğrar). O halde Mareşalin bir siyasi fikir haline gelebilmek için bir ideal olmayı bırakması gerekir. Bunun anlamı, Mareşalin bir ulusal Devrim programını beyan etmek ve seferber etmek zorunda olduğudur.

113
Ulusal Devrim Üzerine Açıklamalar
“Devrim” diye, mevcut siyasetin geleceğe bağlı olarak etkin dönüşümüne diyoruz, ki bu dönüşüm mevcut verinin bir olumsuzlanmasını imler, yani mevcut veride şimdiden (tohum olarak) imlenen şeyin basit bir gelişimi değildir. (Öyleyse gelecek, terimin güçlü ve asıl anlamında, yani henüz olmayan ve önceden olmamış olan şey olarak anlaşılmalıdır).

Devrim, mevcut siyasetin etkin dönüşümü, geçmişin bütünüyle devamlılığın çözünümü olmaksızın, gerçekleştiğinde “ulusal”dır. (Doğrudan geçmiş yadsınabilir ve yadsınmalıdır, zira şimdinin “doğal” ya da “otomatik” evrimini, devrimci eylemin ona atfetmek istediği yöne karşıt bir yönde yönlendiren odur.)

Bu tanım ulusal Devrimin “çerçeveler”ini tesbit eder: “mantıksal yer”ini, Aristotelesçi “topos”unu gösterir. Söz konusu olan, bu toposa bir “içerik” vermektir.

Bu “içerik”, “devrimci fikir” diye adlandırılabilir. Devrimci fikir (tutarlı mümkün ölçüsünde ve evrensel, yani; bütün somut vakaları “çıkarsamaya” olanak tanıyan ilke olarak), şimdinin dönüştürücü ve siyasi geleceğin yaratıcı eylemini/etkisini doğurabilen ve doğurmak zorunda olan bir kuram [teori] ya da öğretidir [doktrin]. Fikir, bir tasarı “açıklayarak”, bir “hedef” göstererek eylemi başlatır; ve bir “program” hazırlayarak eylemi belirler ve ona rehberlik eder. “Ütopik” olmamak için, bu tasarı ve bu program, bir yandan mevcut siyasete karşı durarak, öte yandan onu hesaba katmak zorundadır: bunlar, (varolmayan koşullar varsayılarak değil) ama verili şimdiden yola çıkılarak gerçekleştirilebilir olmalıdır.

114
(Not.) Genelde ulusal Devrimin henüz gerçekleşmemesinden ya da yapılmamasından söz edilir. Ama bir Devrim asla gerçekleşmez. Bir şey gerçekleştiği ölçüde, bu bir şey devrimci olmayı keser. Devrim daima gerçekleşmekte olan, olma yolunda olan bir şeydir. Ve verinin olumsuzlanması edimiyle gerçekleşmekte olan şey, tam da devrimci fikirdir. O halde, yeni siyasi bir gerçekliğin namevcudiyetinden değil, devrimci bir fikrin olmayışından “şikayet etmek” gerekir. Ve işe bu fikrin geliştirilmesiyle başlamak gerekir.

Eğer kendimizi “devrimci bir durum” karşısında, yani; belirli bir şimdiden doğrudan geçmiş dolayısıyla vazgeçmeye ve (bir yandan geçmişin bütününe bağlanan) olumsuzlayıcı eylemin müdahalesi olmaksızın bundan doğacak olandan başka bir geleceğe temel hizmeti yapması gereken bir şimdinin etkin (yani yaratıcı) gerçekleşimine katkıda bulunmaya hazır bir ulusla yüz yüze bulunuyorsak, bu durumu “iyiye kullanmak”ta fayda vardır. Bu, halka devrimci bir fikir diye sunularak kullanılabilir. Ama henüz böyle bir fikre sahip değilsek (ya da eğer, herhangi bir sebeple, onu hemen açıklamak ya da seferber etmek istemiyor ya da bunları yapamıyorsak), bu fikir varmış gibi davranmak [simuler] gerekir. Devrimci bir durum ancak devrimci bir eylem haline gelmek koşuluyla ayakta kalabilir. Devrimci eylem, devrimci fikrin gerçekleşme sürecinden başka bir şey değildir. Fikir olmaksızın, asıl anlamda devrimci eylem yoktur, yani; gerçekten yeni siyasi bir gerçekliğin yaratımı yoktur. Ama bir fikir simulakr'ı, bir devrimci eylem simulakr'ı doğurabilir ve bu yalancı-devrimci etkinlik (belli bir zaman boyunca) (onsuz hiçbir gerçek devrimci eylemin mümkün olmadığı) devrimci durumun ayakta tutulmasına katkıda bulunabilir.

115
Bir “simulakr”, “içeriği” değiştirerek ya da silerek, “biçimi” muhafaza eder. O halde söz konusu olan, ulusa, devrimci havaya sahip siyasi biçimler sunmaktır, bir yandan da bunlara “saldırgan olmayan” bir içerik, yani; ya hiçbir içerik ya da devrimci olmayan; başka bir deyişle, mevcut veriyle (siyasi güçlerin ve olasılıkların verili bölüşümüyle) uyumlu bir içerik yüklemektir.

Fakat öyle görünür ki böylesi ulusal devrimci fikir simulakr'ı bulmak, bu fikrin kendisini sunmaktan daha kolaydır.

116
RE Otoritesi, “hükümet” Otoritesidir. R → tipinde olan bütünsel siyasi Otorite (Devlet), orada ağır basan Hükümettir. Başka bir deyişle, tüm inisiyatifler ona çıkar.

Devlet Reisi kendi (sivil ya da askeri) “hükümet” Otoritesini atama yoluyla aktarır (ama ardılını atamaz). R Otoritesinden (“yasama” Otoritesinden) faydalanan ve devrimci fikrin (yasa tasarıları, vs.) ayrıntılarını (somut uygulamalarını) hazırladıkları kabul edilen Devlet sekreterlerini kendisi atar. E Otoritesinden (“yürütme” Otoritesinden) yararlanan, ve onları atamış olan Devlet Sekreterlerinin hazırladığı tasarıları hayata geçirmek zorunda olan Bakanların hepsini atar. Bu bakanlar da kendi Memurlarının her birini atarlar.

Devlet Reisinin Otoritesi kendiliğinden doğar. Bu Otorite, başka bir aday gösteremeksizin sadece bu oylamayı reddedebilen, (üyeleri öncüsü tarafından atanmış) bir açığa çıkarıcı Meclisin güven oyu ile “açığa çıkar”.

119

… hükümet Otoritesi, barış zamanında RE tipinde ve savaş zamanında ER tipindedir.




.
.
.
.