.
.
.
.
.
Benim Adım Kırmızı
Orhan
Pamuk
İletişim
Yayınevi, 1998 İstanbul
(Arka
Kapak: … Benim Adım Kırmızı, 1591 yılında İstanbul'da karlı dokuz kış gününde
geçiyor. … Frenk etkisi taşıyan tehlikeli resimler… eski resim sanatının
unutulmuş güzelliklerine bir ağıt.)
(Orhan
Pamuk 1952 İstanbul. … mimarlık, gazetecilik okudu… çocukluk ve gençliğinde
ressam olmayı hayal etmiş.)
(1591
yılında İstanbul'da karlı dokuz kış günü...
1574 II.
Selim'in vefatı, III. Murad'ın tahta geçişi
1575
Mimar Sinan, Selimiye Camiî, Edirne
1595 III.
Murad'ın vefatı)
5
"Doğu
da Batı da Allah'ındır." Kuran, Bakara, 115
9
Ben
doğmadan önce arkamda sınırsız bir zaman vardı. Ben öldükten sonra da, bitip
tükenmeyecek bir zaman! Yaşarken hiç düşünmezdim bunları; ışıklar içinde
yaşayıp giderdim, iki karanlık zamanın arasında.
müzehhip
11
Cennet,
Cehennem, neresiyse kaderim, ruhumun oralara yaklaşabilmesi için gövdemin
pisliğinden çıkabilmesi gerekir.
Acem: İranlı kişi, İran ülkesi
meczup: akli dengesini yitirmiş;
ayinlerde kendini kaybetmiş kişi…
muhasara etmek: biriyle elini tutup ya da
kuşağına sokup yürüme
meddah
değil de perdedar denen hikayeci
19
(Husret
Hoca) Her Cuma cemaati öyle bir coşturur, öyle bir ağlatırmış ki gözleri
kuruyup bayılanlar, fenalık geçirenler olurmuş.
Tarikatçılar,
Mevleviler, Halvetiler, Kalenderiler, çalgı çalarak Kuran-ı Kerim okuyup, çocuk
oğlan hep birlikte dua ediyoruz diye raks edip oynayanlar, bunlar kafirdir.
kayyım: başlangıcı ve benzeri olmayan,
kendi zâtıyla ayakta duran anlamında Allah’ın isimlerinden biri
25
Ama
kıskanmakta çok da haklılar. Renk karıştırmakta, cetvel çekmekte, sayfa
istifinde, konu seçiminde, yüz çizmekte, kalabalık savaş ve av meclislerini
yerleştirmekte, hayvanları, padişahları, gemileri, atları, savaşçıları,
âşıkları resmetmekte, nakşın içine ruhun şiirini dökmekte, hatta, tezhipte de
en usta benim. Bunu size övünmek için değil beni anlayın diye söylüyorum.
Kıskançlık, zamanla usta nakkaşın hayatında boya kadar vazgeçilmez bir malzeme
olur.
Bu da
bizi şimdi çok revaçta olan üslup konusuna getiriyor: Nakkaşın kendi şahsi
usülü, kendine mahsus bir rengi, sesi, var mıdır, olmalı mıdır?
26
Odadaki
ince ince işlenmiş duvar, … Kızıl halının kıvrım ve yuvarlakları … harika
yorgan… Bir yanda bakmakta olduğunuz resmin güzelliğini vurgularken, bir yandan
da içinde ölmekte olduğunuz odanın, terketmekte olduğunuz dünyanın ne de güzel
bir yer olduğunu hatırlatırlar. Resmin ve dünyanın güzelliğinin sizin ölümünüze
kayıtsızlığı, ölürken yanınızda karınız da olsa yapayalnız oluşunuz resme bakarken
kafanıza dank eden asıl manadır.
27
Üslup
diye tutturdukları şey, kişisel bir iz bırakmamıza yol açan bir hatadır
yalnızca.
28
(Katil)
kaba Semerkandi kâğıt
"Şirazlı,
Heratlı eski ustalar", dedim, "Allah'ın istediği ve gördüğü hakiki
bir at resmi çizebilmek için nakkaşın elli yıl hiç durmadan at çizmesi
gerektiğini söyler ve zaten en iyi at resminin karanlıkta çizileceğini
eklerlerdi. ..."
32
(Enişte)
Bu yaşıma geldim, gerçek saygının yürekten değil, küçük kurallardan ve boyun
eğmekten kaynaklandığını bilirim.
Ona
(Kara) Şirazlı nakkaşların ufuk çizgisini resmin tâ yukarısına çekmekle
Şiraz'da yeni bir usülü ortaya çıkarttıklarını anlatırdım.
Nakış ve
sanatta hayal kırıklığına uğramak istemiyorsan eğer, sakın onu mesleğin olarak
görme. Ne kadar hünerin ve yeteneğin olursa olsun parayı ve iktidarı başka
yerlerde ara ki, hüner ve emeğinin karşılığını alamayınca sanata küsmeyesin.
34
(Enişte)
Resmettirdiğim şeyler, tıpkı Venedikli üstatların resimlerindeki gibi,
Padişahımızın bütün âlemini temsil etsin istiyordum. Ama bunlar Venediklilerin
yaptığı gibi malın mülkün değil, tabii ki iç zenginliğinin ve Padişahımızın
âleminin sevinçlerinin ve korkularının resimleri olacaktı.
35
"Her
resim bir hikâye anlatır," dedim. "Okuduğumuz kitabı güzelleştirmek
için nakkaş, hikayenin en güzel meclisini resmeder. ... Eğer hikâyede aklımızın
ve hayal gücümüzün canlandırmakta zorlandığı bir şey varsa, resim hemen imdada
yetişir. Resim hikâyenin renklerle çiçeklenişidir. Kimse hikâyesi olmayan bir
resim düşünemez."
36
(Venedikli
beyin sarayının duvarında asılı resim) "Hangi hikâyeyi süslemek ve
tamamlamak için bu resim yapılmıştı? Resme bakarken anlıyordum ki bu resmin
hikâyesi kendisiydi. Bir hikâyenin uzantısı değildi de resim, kendisi için bir
şeydi."
İtalyan
üstatları herhangi bir adamı, bir diğerinden kıyafetleri ve nişanlarıyla değil,
yüzünün şekliyle ayırabilecek gibi resmetmenin usüllerini ve hünerini
bulmuşlar. Portre dedikleri şey bu.
Yüzün bir
kere olsun böyle resmedilmişse artık hiç kimse unutturamaz seni. Sen çok
uzaklardayken bile, resmine bir bakan, seni yakınındaymış gibi içinde hisseder.
Yaşarken seni hiç görmemiş olanlar bile, senin ölümünden yıllar sonra, sanki
sen karşılarındaymışsın gibi seninle göz göze gelebilirler.
41
(Kara)
Şeküre'nin yüzünün İtalyan üstatlarının usülleriyle yapılmış bir resmi olsaydı
yanımda, demek ki, on iki yıl süren yolculuğumun ortalarında bir yerde geride
bıraktığım sevgilimin yüzünü artık hiç mi hiç hatırlayamıyorum diye kendimi
yersiz yurtsuz hissetmeyecektim hiç. Çünkü içinizde kalbinize nakşeylediğiniz
bir sevgilinin yüzü yaşıyorsa eğer, dünya hâlâ sizin evinizdir.
42
Sultan'ın
bu kitabı Hicret'in bininci yıl dönümüne yetiştirmek istediğini anlattı bana.
Cihanpenâh Padişahımız takvimin bininci yılında, kendisinin ve devletinin
Frenklerin usüllerini de onlar kadar kullanabileceğini göstermek istiyordu.
istinsah: yazıya geçirme
intisap: manen bağlanma
[Safeviler
1501 - 1760
Başkent
Tebriz, Kazvin, İsfahan; din: İslam (Caferilik Mezhebi); Yönetim: Mutlak
Monarşi;
Bugünkü Azerbaycan,
İran, Ermenistan, Irak, Afganistan, Türkmenistan ve Türkiye'nin doğu kesiminde
varlığını sürdürmüş Şiî devleti.]
59
aharsız
kaba kâğıt
Erzurumi
Hocacılar
60
(Ağaç)
Şah Tahmasp'ın yeğeni ve damadı, Sultan İbrahim Mirza, vali olduğu Meşhed'e çağırdı
ve onları nakkaşhanesine yerleştirip Timur zamanında Herat'ta en büyük şair
olan Câmî'nin Heft Evreng'inin yedi mesnevisini
(her beyti ayrı uyaklı bir divan edebiyatı nazım biçimi, ikili manzum şiir;
ikili beyitler halinde yazılan bir nazım türü) yazdırıp nakışlı, resimli harika
bir kitap yaptırmaya başladı. ... haset, öfke, valilikten sürgün, nakkaşhanenin
dağılması...
Ama bir
mucizeyle Sultan İbrahim Mirza'nın harika kitabı yarıda kalmadı; çünkü
hakikatlı bir kitapdarı vardı. Bu adam atına biner, en iyi tezhibi yapan usta
oradadır diye ta Şiraz'a gider, oradan en zarif nestalik hattı (Nestâlik,
Talikin neshi, incesi anlamını taşıyan ve genel olarak İran'da kullanılan bir
yazı türüdür. Adından da anlaşılacağı gibi, nesih ve tâlik yazım şeklinin karışımı
ile türetilmiş olan ünlü bir yazı türüdür) yazan hattat için iki sayfayı alır
Isfahan'a götürür, sonra dağları geçip ta Buhara'ya çıkıp Özbek Hanı'nın
yanında nakşeden büyük üstat nakkaşa resmin istifini yaptırır, insanları
çizdirir; Herat'a inip bu sefer yarı kör eski üstatlardan birine otların ve
yaprakların kıvrım kıvrım kıvrılışını ezberden nakşettirir; Herat'ta başka bir
hattata uğrayıp resmin içindeki kapının üstündeki levhadaki yazıyı altın rika
ile yazdırıp hadi yine güneye, Kain'e gider ve altı ay yolculuk ederek
yarılayabildiği sayfayı Sultan İbrahim Mizra'ya gösterip aferini alırdı.
61
(Ağaç)
Bugün bitirildiğini kederle işittiğim bu kitabın sayfasında da ben olacaktım.
Ne yazık ki soğuk bir kış günü beni taşıyarak kayalık geçitlerden geçen Tatar
ulağın yolunu haramiler kesti. Önce dövdüler zavallı Tatar'ı, sonra harami
usülünce soydular, ırzına geçip imansızca öldürdüler. Bu yüzden ben de
bilmiyorum hangi sahifeden düştüğümü. Sizden ricam bana bakıp bunu söylemeniz:
Acaba Leyla'yı çadırında çoban kılığında ziyaret eden Mecnun'a gölge mi
olacaktım? Umutsuz inançsızın ruhundaki karanlığı anlatayım diye gecenin içine
mi karışacaktım? Bütün cihanda kaçıp, denizler aşıp, kuşlar, meyvelerle dolu
bir adada huzur bulan iki sevgilinin mutluluğuna eşlik etmek isterdim! Diyar-ı Hind'i
fethederken başına güneş geçip günlerce burnu kanaya kanaya ölen İskender'in
son anlarına gölge olmak isterdim. Yoksa oğluna aşk ve hayat nasihatları veren
babanın gücünü ve yaşını ima etmeye mi yarayacaktım? Hangi hikayeye mana ve
zarafet katacaktım?
Ulağı
öldürüp, beni yanlarına alıp dağ şehir demeden gezdiren haramilerden biri,
arada bir kıymetimi biliyor, bir ağaç resmine bakmanın, bir ağaca bakmaktan
daha hoş olduğunu anlayacak kadar incelik gösteriyordu, ama bu ağacın hangi
hikâyenin parçası olduğunu bilmediği için çabuk sıkılıyordu benden. ...
62
(Ağaç)
Bir de son olarak Frenk nakkaşlarından söz edeceğim ki, onlara özenen soysuz
varsa ibret alsın. Şimdi bu Frenk nakkaşları, kralların, papazların, beylerin,
hatta hanımların yüzlerini öyle bir nakşediyorlar ki, o kişiyi resmine bakıp
sokakta tanıyabiliyorsun. Bunların karıları zaten sokakta serbest gezer, artık
gerisini siz düşünün. Ama bu da yetmemiş, işleri daha ileri götürmüşler.
Pezevenklikte değil, nakışta diyorum...
63
Ben bir
ağacın kendisi değil, manası olmak istiyorum.
64
Gazzali'nin
İhya-ı Ulum'unun evliliğin zararları kısmı
istinsah: yazıya geçirme, çoğaltma
murakka: Hattatların ayrı ayrı kâğıtlara
yazıp sonra bir arada mecmua haline getirdikleri, aynısını yazmaları için
öğrencilerine verdikleri yazı örneği.
68
Resmetmekten
cayamayan bazı büyü ustalar bir kitabın, bir hikayenin parçası olmayan tek tek
resimler yapıp satıyorlar. O tek resme bakarken bu hangi hikâyenin hangi
meclisidir demiyorsun da, yalnızca resmin kendisi için, görme zevki için bakıp,
mesela tam bir at olmuş bu, ne güzel diyor, ressama parayı bu yüzden
veriyorsun. Savaş resimleri de, sikiş resimleri de pek isteniyor. Kalabalık bir
savaş meclisi üç yüz akçeye kadar düşmüş ve sipariş eden yok gibi. Bazıları
ucuz olsun, alıcı çıksın diye aharsız, cilasız kâğıda, boya bile sürmeden siyah
beyaz resimler yapıyorlar.
69
(Kara)
("Vaziyet" töreninde) ... Padişahımızın her iki ayda bir nakkaşhane
binasını ziyaretleri sırasında yapılan bir törendi. Hazinedarbaşı Hazım,
Şehnamecibaşı Lokman ve Başnakkaş Üstat Osman'ın eşliğinde Padişahımıza
nakkaşhanenin üstatlarının, hangi kitapların hangi sahifeleri üzerinde
çalıştığı, kimin hangi tezhibi yaptığı, kimin hangi resmi renklendirdiği,
renkbazların, cetvelkeşlerin, müzehhiplerin, ellerinden her iş gelir on
parmağında on marifet usta nakkaşların tek tek hangi işlerin üzerinde oldukları
anlatılırdı.
71
(Enişte)
Resmin, güzelliğiyle insanı hayatın zenginliğine, sevgiye, Allah'ın yarattığı
âlemin renklerine saygıya, iç düşünceye ve imana çağırması önemlidir. Nakkaşın
kimliği değil.
73
(Üstat
Osman) Has nakkaşı hünersiz, imansız nakkaştan ayıracak tek bir kıstas yoktur.
Zamana göre değişir bu. Sanatımızı tehdit eden kötülüklere karşı nakkaşın
ahlakının ve hünerinin ne olduğu önemli. Bugün bir genç nakkaş ne kadar has,
anlamak için üç şeyi sorardım ona.
Yeni
âdete uyup Çinlilerin ve Frenklerin etkisiyle aman benim şahsi bir nakış
usülüm, bir üslubum olsun diye tutturuyor mu? ... İşte bunu anlamak için ben
ona üslup ve imzayı sorardım ilk.
Sonra
kitaplarımızı ısmarlayan şahlar ve padişahlar ölüp, ciltler el değiştirip
parçalanıp yaptığımız resimler başka kitaplarda, başka zamanlarda kullanılınca
bu nakkaş ne hissediyor onu öğrenmek isterdim. Üzülmekle de, sevinmekle de
üstesinden gelinemeyecek bir hassas şeydir. Bu yüzden nakkaşa zamanı sorardım.
Nakşın zamanını ve Allah'ın zamanını.
Üçüncüsü
körlüktür! ... Körlük sessizliktir. Demin dediğim birinciyle ikinciyi
birleştirirsen körlük belirir. Nakşın en derin yeri, Allah'ın karanlığında
belireni görmektir.
76
(Kelebek'in
birinci soruya yanıtı) Nakşı göz zevki ve imanı için değil de parası ve namı
için yapan soysuzlar çoğaldıkça, ... imza ve üslup merakı gibi daha pek çok
çirkinlik ve tamahkârlık göreceğiz demektir. İnanarak değil, usüldendir diye
yapıyordum bu girişi (Kara'ya): Çünkü hakiki yetenek ve hüner, altın ve ün
sevgisiyle bile bozulmaz. Hatta, doğrusunu söylemek gerekirse, bana olduğu
gibi, para ve ün hüner sahibinin hakkıdır ve onu aşka getirir.
79
(Kelebek'in
anlattığı hikayeden) Kim en güzel resmi yapacak! Tıpkı Raşidüddin gibi, genç
nakkaşlar da bunun eski üstatlar gibi resmetmek olduğunu bildikleri için...
Eski
üstatlar, harika resimlerinde güzel kızları Çinliler gibi çizerlerdi ve bu
Doğu'dan gelen şaşmaz bir kuraldır.
fırça ve
kalem ve maktaların arasına...
83
(Kelebek)
Ondan (Kara'dan) düşüncelerimi saklamama rağmen, yaptığım resimleri ve içinde
yaşadığım bu odayı pervasız ve saldırgan bakışlarına teslim ediyorum. ... Allah
nakşın bir şenlik olmasını istemiştir ki, âlemin de, bir şenlik olduğunu
bakmasını bilene göstersin.
85
(Leylek'in
ikinci soruya hikayelerle yanıtı) (Bağdatlı ünlü hattat İbni Şakir'in hikayesi)
... o güne kadar Allah'a bir başkaldırı olarak gördüğü ve küçümsediği resim
sanatıyla acısını ve gördüğü felaketi ifade etmek geldi içinden ve hiçbir zaman
yanından ayırmadığı kâğıda minareden gördüklerini resmetti. Moğol istilası
sonrası, İslam resminin üç yüzyıl süren gücünü ve onu puta tapanların ve
Hıristiyanların resminden ayıran şeyi, âlemin Allah'ın gördüğü yerden,
yukarıdan, ufuk çizgisi çizilerek ve içten bir acıyla resmedilmesini bu mutlu
mucizeye borçluyuz.
87
(Leylek'in
zaman konusundaki soruya yanıtı) (Nakkaş Uzun Mehmet, İstanbul) aşağı yukarı
yüz on yıl kör olmadan nakış yapan bu üstadın en büyük özelliği,
özelliksizliğidir. Ama burada kelime oyunu yapmıyor, içten bir övgü sözü
söylüyorum. Her şeyi, herkes gibi, daha çok da eski büyük üstatların tarzında
resmederdi ve bu yüzden en büyük üstattı. ... ağaçların binlerce yaprağını,
bulutların kıvrımlarını, atların tek tek taranması gereken yelelerini, tuğla
duvarları ve birbirini hep tekrar eden sayısız duvar süsünü ve çekik gözlü,
ince çeneli, hepsi birbirinin aynı on binlerce yüzü sabırla nakşetti.
89
Bir tek
bu yaptığım resimde, meydandaki kalabalığa florin dolu keselerden para atarken,
onu (padişahı) ayakta çizdim. Paraları kapışmak için birbirlerini boğazlayan,
yumruk yumruğa dövüşen, tekmeleşen, yerden para toplarken götleri göğe kalkan
kalabalığın hayret ve neşesini resmedebilmek için yaptım bunu.
91
(Zeytin'in
körlük üzerine yanıtı)
Nakıştan
önce bir karanlık vardı ve nakıştan sonra da bir karanlık olacak.
Boyalarımızla, hünerimiz ve aşkımızla Allah'ın bize, görün, dediğini
hatırlarız. Hatırlamak gördüğünü bilmektir. Bilmek gördüğünü hatırlamaktır.
Görmek, hatırlamadan bilmektir. Demek ki nakşetmek karanlığı hatırlamaktır.
Büyük üstatların resim aşkı, renklerin ve görmenin karanlıktan yapıldığını
bilip, Allah'ın karanlığına renklerle dönmeyi ister. Hafızası olmayan ne Allah'ı hatırlar, ne de onun karanlığını.
92
Nefehât-ül
Üns'ünün Lamii Çelebi tarafından çevrilmiş Türkçesi... Şeyh Ali
ketebe: Hattatın yazdığı yazının altına
şahsi imzasını koyması
95
... Allah
âlemi önce görülsün diye yarattı. Sonra da gördüğümüzü birbirimizle paylaşalım,
konuşalım diye kelimeleri verdi bize, ama biz kelimelerden hikâyeler yaptık da
nakşı bu hikâyeler için yapılır sandık. Oysa Nakış doğrudan Allah'ın
hatıralarını aramak, âlemi onun gördüğü gibi görmektir.
96
(Zeytin'in
körlük sorusuna Seyyit Mirek'le ilgili bir hikayeyle yanıtı) ... en yeteneksiz nakkaş bile, kafasının içi
bomboş olduğu için, tıpkı bugünkü Frenk ressamları gibi, bir ata baka baka at
resmi çizerken bile, resmi hafızadan yapar. Çünkü, aynı anda hem ata hem de
üzerine atın resmini çizdiği kâğıda kimse bakamaz. Önce ata bakar nakkaş, sonra
aklındakini hemen kâğıda çizer. Aradan göz kırpacak kadar bir zaman bile geçse,
nakkaşın kâğıda geçirdiği, görmekte olduğu at değil, az önce gördüğü atın
hatırasıdır ki, bu da en sefil nakkaş için bile, resmin ancak hafızayla mümkün
olabileceğinin kanıtıdır.
temrin tekrarlatarak alıştırma
97
Kör
nakkaşın hatıralarının Allah'a ulaştığı yerde, mutlak bir sessizlik, mutlu bir
karanlık ve boş sayfanın sonsuzluğu vardır.
98
(Ester)
Aşkta acele işleri geciktirir.
115
(Katil)
Çırakken, bütün dayaklara rağmen, Üstat Osman bizi sevdiği, nakşımızın
güzelliğinden gözleri sulanıp bizi ellerimizden kollarımızdan öptüğü, o bizi
öptükçe hünerimiz de aşkla çiçeklendiği için Cennet'te gibiydik. Bu mutlu yılları
gölgelendiren kıskançlığın rengi bile başkaydı o zamanlar.
116
... beni
ele verecek kişisel üslubum ve kusurum yoktur benim. Üslubun, bir nakkaşı bir
diğerinden ayıracak herhangi bir şeyin kusur olduğuna inanırım; bazılarının
övünerek söylediği gibi, kişilik değil.
117
"Ben
ben değilim, ben dediğim sensin hep." Fuzuli..
Yusuf ile
Züleyha'nın bu meclisini resmetmekten pek hoşlanırım...
118
renkzenlikten
tezhibe, cetvelkeşlikten ressamlığa...
119
(Katil,
Enişte'ye) Doğru mu Zarif Efendi'nin o dedikleri, yaptığınız resimlerde
Padişahımızın güvenini kötüye kullanma, nakşetme usüllerimize bir ihanet,
dinimize küfür var mı? Son büyük resmi bitirdiniz mi?
120
(Para)
Nakkaşlar arasında böyle bir ölçü olarak kabul görmek ve lüzumsuz tartışmalara
da bir son vermekle iftihar ediyorum. ... her gece dövüşür, birbirlerinin
dişlerini dökerlerdi (yok sen daha hünerbazın, yok asıl renkbaz benim, vb).
Şimdi her şeye benim mantığımın hâkim olması, nakkaşhanedeki çalışma nizamına
da tatlı bir ahenk ... veriyor.
122
Şimdi
tuhaf olan duruma dikkat çekeyim. Artık bu Venedik gavuru resim yapınca resim
yapmıyor da sanki resmettiği şeyin hakikisini yapıyor. Ama para yapınca da
hakiki bir para yapmıyor da onun sahtesini yapıyor.
124
Ondan da
daha iyi nakkaşsanız, elde edin beni.
125
(Enişte)
Sanki bir salgına kapılmış gibi, hepsi kendi portrelerini yaptırıyorlardı.
Bütün Venedik. Parası ve gücü olanlar, hem kendi hayatlarına bir tanık, bir
hatıra olsun diye portrelerini yaptırıyorlardı, hem de servetlerinin,
güçlerinin, iktidarlarının işaretleri olarak. Hep orada, karşımızda durmak, var
olduklarını birbirlerine duyurmak, herkesten ayrı ve değişik olduklarını ima
etmek için.
126
Bir de,
bu dünyada olmanın, çok özel ve esrarengiz bir şey olduğuna bizi inandırmaya
çalışıyorlar.
127
Portrelerinin
yapılmış olması öyle sihirli bir şey bulaştırmış, onları öyle benzersiz
kılmıştı ki, resimler arasında, bir an kendimi kusurlu ve güçsüz hissettim.
Sanki bu âlemde neden var olduğumu bu usüllerle resmedilirsem daha iyi
kavrayacaktım.
Nasıl
desem, sanki günahkârca bir istekti bu, sanki Allah'a karşı büyüklenmek,
kendini önemli bir şey sanmak, dünyanın merkezine kendini yerleştirmek gibiydi.
(Kara)
Daha sonra, Frenk üstatlarının elinde bir çeşit mağrur çocuk oyununa dönüşen
şeyin, Yüce Padişahımıza yönelmesi halinde bir sihiri de aşarak, gören herkesi
etkisi altına alacak haklı bir güce, dinimize hizmete dönüşeceği gelmiş aklına.
(Enişte
bunları Padişaha söyleyince, o itiraz etmiş önce)
"Aslı
olan hikayedir. Güzel bir resim bir hikâyeyi zarafetle tamamlar. Hikâyeyi
tamamlamayan bir resmi düşünmeye çalıştığımda o resmin sonunda bir put olacağı
geliyor aklıma. Çünkü olmayan hikâyeye inanamayacağımıza göre, resme, o şeye
inanacağız o zaman. Peygamberimiz kırdırmadan önce Kâbe'deki putlara tapmak
gibi bir şey bu."
128
(Enişte)
Duvara asılan her resme, en sonunda, farkına varmadan tapmaya başlayacağımızı
anlıyorsun değil mi?
"Ama
Frenk üstatlarının usülleriyle bir resmimin yapılmasını da istiyorum."
demiş Padişahımız. "O resmin bir kitabın sayfaları arasına gizlenmesi
gerek. O kitabın ne olacağını sen söyleyeceksin bana."
130
(Enişte)
... İtalyan üstatlarının resimdeki en büyük buluşu gölgelerden de söz ettim.
133
Perspektiften,
arkadaki şeylerin Venedik resminde gittikçe küçülerek resmedilmesinin dinsizlik
olup olmadığından konuştuğumuz kadar, zavallı Zarif Efendi'nin para kıskançlığı
ve hırs yüzünden öldürülmüş olabileceğinden de söz ettik.
143
tevil: bir fikir veya sözden başka mana
çıkarma; anlaşılması zor olan ayet ve hadislerde ne kastedildiğini ve ince
manaları bildirme
(Katil)
İsra suresi ne diyor otuz üçüncü ayette? Haklı bir neden olmadan, Allah'ın
katlini yasakladığı cana kıymayın, demiyor mu?
Padişahımızın
gizlice sipariş ettiği o kitap için çalışanlara, bizlere dil uzattı bu adam.
Eğer sesini kısmasaydım Enişte Efendi'yi, bütün nakkaşları, hatta Üstat Osman'ı
zındık ilan edip gözü dönmüş Erzurumlu Hoca'nın adamlarının önüne atacaktı. Bir
kere birisi, nakkaşların dinsizlik ettiğini yüksek sesle söylemeye görsün,
kuvvetlerini göstermek için zaten bahane arayan bu Erzurumiler, yalnız biz usta
nakkaşları değil, bütün nakkaşhaneyi dümdüz ederler de Padişahımız bile sesini
çıkaramadan seyreder.
Şah
Tahmasp
148
(Ölüm)
Böylece eski üstatlara ve hünerlerine saygılı nakkaşlara yaraşır bir şekilde,
çift anlamlar, kinaye, cinas, telmih ve sezdirmelerle dolu ince bir sohbettir
koyulttular.
"Nakkaşın
hünerinin kıstası, her şeyi eski üstatların mükemmeliyetiyle resmetmesi midir,
yoksa kimsenin göremediği konuları resme sokması mıdır?" dedi mucize elli,
güzel gözlü, akıllı nakkaş.
"Venedikliler
nakkaşın gücünü hiç çizilmemiş konuları ve usülleri bulmasıyla
ölçüyorlar," dedi iddialı ihtiyar.
149
(şu
şeytani fikir:) Bütün ışıklarıyla tanıdığımız bir şeyi değil, tanımadığımız
yarı karanlık bir şeyi çizebilmeyi isteriz aslında.
(ihtiyar,
önündeki kitaplardan) El Cevziyye'nin Kitab-ur Ruh'undan, Gazzali'den, Kitab-ül
Ahval-ül Kıyamet'ten, Suyuti'den ölüm üzerine parçalar okudu.
168
(Şeküre)
Allahım, hepsi bu yetimler ortada kalmasın diye, sen yardım et.
171
Öpüşürken
sanki bütün âlem tatlı bir karanlığa girdi. Herkes birbirine bizim gibi
sarılsın istedim. Sevmenin böyle bir şey olacağını sanki hatırlıyordum. Dilini
ağzımın içine soktu. Yaptığımdam öylesine hoşlanıyordum ki, sanki bizimle birlikte
âlem ışıl ışıl bir iyiliğe batıyor, bir kötülük aklıma gelmiyordu.
Babamın
bana heyecanla gösterdiği bazı harika sayfalar vardır: Yazının aşkıyla,
yaprakların dalgalanışı aynı coşkudan, duvar süsleriyle, sayfanın tezhibi aynı
dokudan olur; çerçeveyi ve tezhibi kanadıyla delen kırlangıcın telaşı ile
âşıkların telaşı birbirine benzer. ... Kara ile ben, birbirimize
sarıldığımızda, inanın bana, sanki bütün âleme aynı şekilde bir iyilik
yayılıyordu.
177
(Kara)
Nakkaşın, ya da bizim gibi Allah'ın alçak gönüllü kullarının samimiyeti, hüner
ve mükemmeliyet zamanlarında değil, tam tersi, dil sürçmesinin, hatanın,
kırıklığın ve acıklı kırılganlığın yaşandığı anlarda çıkar ortaya. ... Güzeller
güzeli Şirin'in ağzını Nizami içi inci dolu bir hokkaya benzetir.
181
(Katil)
İsfahanlı Musavvir Şeyh Muhammed...
Siyah Kalem tarzıyla Çin'den, Moğollar aracılığıyla gelen korkunç
şeytanları, boynuzlu cinleri, iri taşaklı atları, yarı insan yarı canavar
yaratıkları, devleri, cinleri, şeytansı ince ve hassas Herat resmine hüner ve
dengeyle o katmış, Portekiz ve Felemenk'ten gelen gemilerden çıkma portre
resimlerine herkesten önce o ilgi duyup etkilenmiş; tâ Cengiz Han zamanına
kadar giden unutulmuş usülleri parçalanmakta olan eski kitaplardan o bulup
çıkarıp canlandırmış; İskender'in kadınlar adasında yüzen çıplak güzelleri
dikizleyişi, Şirin'in gece ay ışığında yıkanışı gibi sik kaldıran konuları
herkesten önce cesaretle o resmetmiş; Peygamberimiz Hazretleri'ni atı Burak ile
uçarlarken, şahları kaşınırken, köpekleri çiftleşirken, şeyhleri şarap
sarhoşuyken resmedip, bütün nakkaşlar camiasına o kabul ettirebilmişti.
182
(Katil)
Kitabımızın Şeytan'ı bile sevimli gösterdiğini söyleyenler var. Âleme sokaktaki
murdar köpeğin gözünden perspektif ile bakıp bir at sineği ile camiyi -cami
arkadadır bahanesiyle- aynı büyüklükte resmederek dinimize küfrettiğimizi,
camiye giden müminlerle alay ettiğimizi söylüyorlar.
185
"Niye
hepsi resmin Cennet'in kapısını kendilerine kapatacağını düşünüyorlar?"
"Biliyorsunuz
niye! Çünkü Peygamberimiz Hazretleri'nin kıyamet günü ressamların Allah
tarafından en sert bir şekilde cezalandırılacaklarını söylediğini
hatırlıyorlar."
"Ressamlar,
değil," dedi Enişte Efendi. "Musavvirler. Bu bir hadis,
Buhari'den."
"Kıyamet
günü musavvirden yarattığı şekillere can vermesi istenecek," dedim
dikkatle. "Ama hiçbir şeyi canlandıramayacağı için cehennem azabına
çarptırılacak. Unutmayalım; musavvir Kuran-ı Kerim'de Allah'ın sıfatıdır.
Yaratıcı olan, olmayanı var eden, cansızı canlandıran Allah'tır. Kimse onunla
yarışmaya kalkışmamalı. Ressamların onun yaptığı işi yapmaya kalkışmaları, onun
gibi yaratıcı olacaklarını iddia etmeleri en büyük günah."
"Perspektif,
resmi Allah'ın bakışından sokaktaki itin bakışına indirdiği için değil yalnız,
Frenk üstatların usüllerini kullanmanın, kendi bildiğimizi, kendi hünerlerimizi
gavurların hüner usülüyle karıştırmanın da bizleri saflığımızdan edecek,
onların kölesi durumuna düşürecek bir Şeytan ayartması olduğunu
söylüyormuş."
"Saf
hiçbir şey yoktur," dedi Enişte Efendi. "Nakışta, resimde ne zaman
harikalar yaratılsa, ne zaman bir nakkaşhanede gözlerimi sulandırılacak,
tüylerimi ürpertecek bir güzellik ortaya çıksa, bilirim ki orada daha önceden
yan yana gelmemiş iki ayrı şey birleşip bir yeni harikayı ortaya çıkarmıştır.
Behzat'ı bütün Acem resminin güzelliğini, Arap resminin Moğol-Çin resmiyle
karışmasına borçluyuz. Şah Tahmasp'ın en güzel resimleri Acem tarzıyla Türkmen
hassasiyetini birleştirdi. Bugün herkes Hindistan'daki Ekber Han'ın nakkaşhanelerini
anlata anlata bitiremiyorsa, nakkaşlarını Frenk üstatların usülleri almaya
teşvik ettiği içindir bu. Doğu'da Allah'ındır, Batı da. Allah bizi saf ve
karışmamış olanın isteklerinden korusun."
makta
189
(Katil)
Üstat Osman'ın Heratlı eski üstatlardan mülhem (esinlenmiş) nakşının bir
geleceği olmadığını hissettim.
192
(Enişte,
Katil'e) Onu öldürmene şaşmıyorum. Kitaplarda yaşayan, sayfaları rüyasında
gören bizim gibileri bu âlemde hep bir şeyden korkar. Biz üstelik daha da
yasak, daha da tehlikeli bir şeyle, Müslüman şehrinde resimle uğraşıyoruz. Her
nakkaşın içinde, tıpkı Isfahanlı Musavvir Şeyh Muhammed'de olduğu gibi,
suçluluk duymak, pişman olmak, kendini herkesten önce suçlamak, nedamet getirip
Allah'tan ve cemaatten af dilemek için kuvvetli bir dürtü vardır. Kitaplarımızı
suçlular gibi gizli gizli ve çoğu zaman da özür diler gibi hazırlıyoruz.
193
İstediğin
gibi korkusuzca resmetmek istediğin için öldürdün onu!
195
(Enişte
Katil'in, yani Zeytin'in usüllerini anlatıyor) Kalemin, çizginin doğrusunu,
sanki senin dokunmanla değil, kendiliğinden buluverir. Ne doğru, ne de
şakacıdır senin kaleminin gösterdiği şey! Kalabalık bir meclisi çizdiğinde,
insanlar arasındaki bakışmalardan, sayfanın istifinden, metnin manasından çıkan
gerilim, senin resminde hiç bitmeyen zarif bir fısıltıya dönüşür. Ben senin
resimlerine yeniden döne döne o fısıltıyı dinlemek için bakarım; her dönüşte
mananın değiştiğini gülümseyerek farkeder ve, nasıl söylesem, resmi yazı gibi
yeniden okumaya girişirim. Böylece, bu anlam tabakaları, arka arkaya dizilince,
Frenk üstatlarının perspektifinden de uzaklara varan bir derinlik çıkar.
196
bir
şemailnameye bakar gibi...
İtalyan
üstatların hiçbirinde senin şiirin, inancın, hassasiyetin, renklerinin saflığı
ve parlaklığı yok, inan bana. Ama onların resimleri daha inandırıcı, hayatın
kendisine daha çok benziyor. Dünyayı bir minarenin şerefesinden görür gibi ve
perspektif dedikleri şeye aldırmadan değil, sokaktan, o olmazsa prensin
odasının içinden, yatağı yorganı, masası, aynası, kaplanı, kızı ve paralarıyla
birlikte resmediyorlar; her şeyi resmediyorlar, biliyorsun. Ben yaptıkları her
şeye kanmıyorum; resmin dünyayı doğrudan taklide kalkışması küçüklük geliyor
bana, ağrıma gidiyor. Ama o yeni usüllerle yaptıkları resimlerin öyle bir
çekimi var ki! Gözün görüverdiği her şeyi gözün görüverdiği gibi resmediyorlar.
Onlar gördüklerini resmediyorlar, bizler ise baktığımızı. Yaptıklarını görür
görmez hemen anlıyorsun ki, yüzünü kıyanete kadar bırakmanın yolu Frenklerin
usüllerinden geçer. ... İnsanı, aklın gördüğü gibi değil, yeni usüllerle, gözün
gördüğü gibi resmetmek bu fırsatı veriyor. İleride bir gün, herkes onlar gibi
resmedecek. Resim deyince bütün cihan onların yaptığı şeyi anlayacak! ..."
"Sonunda
bizim usüllerimiz ölecek, renklerimiz solacak. Kitaplarımızla, resimlerimizle
kimse ilgilenmeyecek. İlgilenenler de ya hiçbir şey anlamayıp, dudak büküp,
neden perspektif yok, diyecekler ya da kitapları hiç mi hiç bulamayacaklar.
Çünkü ilgisizlikle birlikte, resimlerimizi zaman ve felaketler yavaş yavaş
yiyip bitirecek. Ciltlerindeki arap zamkında balık, kemik, bal olduğu için ve
sayfaları yumurta ve nişastayla yapılmış aharla cilalandığı için, aç gözlü
arsız fareler sayfaları hapır hupur yutacak; beyaz karıncalar, kurtlar, bin bir
çeşit böcek kitaplarımızı tıkır tıkır kemirip yok edecek. ... bir gün acımasız
bir yangının alevleriyle yutulup yok olacak. İstanbul'un yirmi yılda bir yanıp
yok olmayan mahallesi mi var ki kitap kalsın. ... Böylece, Şirin'in pencereden
Hüsrev'i gururla seyretmesi, Hüsrev'in de ay ışığında yıkanan Şirin'i ne güzel
seyretmesi ve bütün aşıkların karşılıklı zarafet ve incelikle göz süzmeleri;
Rüstem'in beyaz Şeytan'ı kuyunun dibinde boğuşarak öldürmesi; aşktan aklını
kaçırmış Mecnun'un çölde beyaz kaplan ve dağ keçisiyle arkadaşlık ederken ki
kederli hali; her gece çiftleştiği dişi kurda bekçilik ettiği sürüden bir
koyunu armağan eden hain çoban köpeğinin yakalanıp ağaca asılışı; çiçeklerle,
meleklerle, yapraklı dallarla, kuşlarla ve göz yaşlarıyla yapılmış bütün o kenar
süsleri; Hafız'ın esrarlı şiirlerini süslemek için çizilmiş ud çalanların
hepsi; binlerce, on binlerce nakkaş çırağının gözlerini bozan, üstatları kör
eden bütün duvar süsleri; kapı üstlerine, duvarlara asılı küçük levhalar,
resmin içindeki iç içe geçmiş çerçevelerin içine gizlenmiş bütün beyitler;
duvar diplerine, köşelere, alınlıklara, ayakaltlarına, çalı diplerine,
kayaların arasına gizlenmiş alçakgönüllü imzalar; aşıkları örten yorganları
örten bütün çiçekler; Padişahımızın rahmetli dedesinin düşman kalesine zaferle
saldırışı sırasında kenarda sabırla bekleyen kesik gâvur kellelerinin hepsi;
kefere elçisinin Padişahımızın büyük büyük babasının ayağını öperken arkada
gözüken ve senin de gençliğinde çizimine katıldığın topların, tüfeklerin,
çadırların hepsi; boynuzlu, boynuzsuz, kuyruklu, kuyruksuz, sivri dişli, sivri
tırnaklı bütün şeytanlar; aralarında bilge hüthüt, sıçrayan serçe, acemi
çaylak, şair bülbül de olmak üzere çeşit çeşit binlerce kuş; huzurlu kediler,
huzursuz köpekler; aceleci bulutlar; binlerce resimde tekrarlanmış küçük
sevimli otlar, acemice gölgelenmiş kayalar ve peygamber sabrıyla yaprakları tek
tek çizilmiş on binlerce servi, çınar ve nar ağacı; Timur zamanından ya da Şah
Tahmasp zamanından kalma saraylar örnek alınarak yapılmış, ama çok daha eski
zamanların hikayelerini süsleyen saraylar ve yüz binlerce tuğlaları; kırda
çiçekler üzerine ve açmış bahar ağaçları altına serilmiş harika bir halının
üzerine oturup güzel kadınlarla oğlanların çaldığı musikiyi dinleyen on
binlerce hüzünlü şehzade; mükemmelliklerini son yüz elli yılda Semerkant'dan
İstanbul'a binlerce nakkaş çırağının göz yaşlarıyla yediği dayağa borçlu olan
bütün o harika çini ve halı resimleri; senin hâlâ aynı coşkuyla çizdiğin o
harika bahçelerin ve çaylakların, inanılmaz ölüm ve savaş meclislerin,
zarafetle avlanan padişahlar ve aynı zarafetle kaçan ürkek ceylanların senin ve
ölen şahların, esir düşmüş düşmanların, gâvur kalyonlarının ve düşman
şehirlerin ve kaleminden karanlık damlar gibi ışıldayan bütün o parıl parıl karanlık
gecenin, yıldızlar, hayalet gibi serviler ve kırmızıya boyadığın aşk ve ölüm
resimlerin senin, hepsi, hepsi yok olacak."
Hokkayı
bütün gücüyle kafama indirdi.
203
… tıpkı
Gazzali'nin Dürret-ül Fahire'de söylediği gibi tatlılıkla dedi ki:
"Ağzını
aç, ruhun oradan çıkıversin."
Ağzımı
açtım ve her şey Peygamberimizin Cennet'i ziyaret ettiği Miraç yolculuğunu
anlatır resimlerde olduğu gibi, rengârenk kesildi ve bol altın suyu sürülmüş
gibi şahane bir aydınlığa büründü.
215
(Kırmızı)
Bir yanım burada gözlerinize sesleniyor; o benim ağır yanım. Bir yanım havada
bakışlarınızla kanatlanıyor; o benim hafif yanım.
Susun da
dinleyin nasıl da böyle harika bir kırmızı olduğumu. Boyadan anlar üstat
nakkaş, Hindistan'ın en sıcak yerinden gelen en iyi kırmızı böceğinin kurusunu
kendi havanında elceğiziyle döve döve iyice toz edip, bunun beş dirhemini ve
bir dirhem çöven ve yarım dirhem de lotor hazır etti. Üç okka suyu tencereye
koyup, çöveni içine atıp kaynattı. Sonra lotoru sıya koydu, güzelce karıştırdı.
Bir güzel kahve içecek zaman kadar kaynattı. O kahveyi içerken, ben de, az
sonra doğacak çocuk gibi sabırsızlanıyordum. Kahve aklını açıp, gözlerini cin
gibi yapınca kırmızı tozunu tencereye attı, bu iş için kullandığı ince ve temiz
çubuklardan biriyle güzelce karıştırdı. Şimdi gerçek bir kırmızı olacaktım, ama
kıvamım o kadar önemlidir ki; suyun hem boş yere kaynamaması lazım, hem de
tabii biraz da kaynaması lazım. ... kıvamım iyiydi ama tortularım vardı.
Tencereyi ocaktan indirdi, bei tertemiz bir kumaştan geçirip süzdü, daha da saf
oldum. Sonra ateşe koydu, iki kere daha kaynatıp köpürttü beni, azıcık dövülmüş
şap koydu, soğumaya bıraktı.
226
(Kara)
Birbirlerini bir zaman sırasıyla izleyen olayları, bir resimde aynı anda
resmedebilmek, ancak zeki nakkaşların sayfasının istifinde gözetecekleri bir
kurnazlıkla halledilebilir.
252
(At)
Hepiniz biliyorsunuz ki tıpatıp benim gibi at yok aslında. Ben yalnızca
nakkaşın içindeki bir at hayalinin resmiyim.
Aman ne
güzel at bu! derler bana bakıp. Beni değil, nakkaşı överler aslında. Oysa bütün
atlar birbirinden farklıdır ve herkesten önce bunu nakkaş farketmelidir.
Bütün
atlar, her birimiz en büyük musavvir ulu Allah'ın elinden bir diğerinden farklı
olarak çıktığımız halde, nakkaşlar takımı bizleri niye ezberden çizer? Niye
bizlere hiç bakmadan, binlerce, on binlerce at resmi çizivermekle övünürler?
Çünkü kendi gözleriyle gördükleri âlemi değil, Allah'ın gördüğü âlemi
resmetmeye çalışıyorlar da ondan. Bu şirk koşmak, -haşa- Allah'ın yapabildiğini
ben de yapabilirim demek değil midir? Kendi gözünün gördüğü ile yetinmeyip,
hayallerindeki aynı atı -bu Allah'ın gördüğü at- diye binlerce kere çizenler,
en iyi atı ezberden kör nakkaşların çizebileceğini iddia edenler asıl Allah'la
yarışıp dinsizlik etmiyorlar mı?
Frenk
üstatlarının yeni resim usülleri dinsizlik değil, tam tersi dinimizce en uygun
şeydir.
253
Ama hiç
savaşa çıkmadan evde kadınlar gibi oturan nakkaşlarca yanlış gösterilmekten de
bıktım. Koşarken iki ayağımı aynı anda önce uzanmış çiziyorlar. Hiçbir at öyle
tavşan gibi koşmaz. Ön ayağının biri öndeyse, öteki arkadadır. Hiçbir at, sefer
resimlerinde gösterildiği gibi, ön ayağının biri bütünüyle yerdeyken ötekini
meraklı bir köpek gibi ileri uzatmaz. Birbirinin gölgesi misali, aynı kalıbın
üzerinden arka arkaya yirmi kere geçip resmedildiği gibi, hiçbir sipahi
bölüğünün atları aynı anda aynı ayağını atamaz. Kimse bize bakmazken,
önümüzdeki yeşil otları eşeleyip yeriz; resmedildiğimiz gibi dimdik dikilip
zarafetle beklemeyiz hiç. Niye yememizden, içmemizden, sıçmamızdan ve
uyumamızdan bu kadar utanılıyor? Niye şu benim maşallahı var âletimi
resmetmekten korkuyorlar? Özellikle çocuklarla kadınlar, kimse yokken gözlerini
doyura doyura seyretmeye bayılırlar, ne zararı var? Erzurumlu Hoca buna da mı
karşı?
Sarayın
en güzel kır atını getirmişler de yeni şah atın baca gibi burun delikleri,
edepsiz bir götü, resimlerdeki gibi hiç parlamayan tüyleri, kaba bir sağrısı
olduğunu görünce hayal kırıklığına uğrayıp memleketin bütün atlarını öldürtmüş.
259
(Kara)
Eski Divan Odası diye bilinen yere geniş bir kapıdan girdik. Büyük bir kubbenin
altında ellerinde kumaşlar, deri parçaları, gümüşten kılıç kınları, sedeften
sandıklar, bekleyen ustalar gördüm. Bunların Padişahımızın ehli hıref
bölüklerinden topuzcu, çizmeci, gümüşçü ve kadife ustası, fildişi işleyen
kündekâr ve elinde ud saztıraşlar olduğunu hemen anladım.
Saray'ın
kalbi Enderun...
261
Hıçkıra
hıçkıra ağladım. Bu on iki yıl boyunca yaşlandığımı, kemale erdiğimi
zannediyordum. Ama insan Padişahına, devletinin kalbine bu kadar yakın olunca
bir çocuk olduğunu anlıyor hemen.
firasetname
264
Kitab-ur
Ruh
(Enişte
öldükten sonrasını anlatıyor) Mutlu rüyalardaki gibi, ne kadar da sarsıntısız
ve yumuşacık ve ne kadar da hızlı yükseldik! Alev ormanlarından geçtik, ışık
ırmaklarını aştık, karanlık denizlere, kar ve buz dağlarına girdik. Her biri
binlerce yıl sürüyordu bunların, ama bana bir göz kırpacak kadar kısa
geliyordu.
... ölüm
üzerine yazılmış sayfalarda Gazzali'nin, El Cevziyye'nin ve diğer âlimlerin
anlattığı gibi oluyordu.
266
Bu renk
şenliği içinde ölürken neden bir dar gömleğin içinden çıkar gibi rahatladığımı
da anladım: Bundan sonra bana hiçbir şey yasak değildi ve bütün zamanları ve
mekâmları yaşayabilmek için sınırsız bir sürem ve yerim vardı.
Hayatımın
son yirmi yılında Venedik'te gördüğüm kâfir resimlerinden etkilendim. Hatta bir
ara kendi resmim onların usülleriyle yapılsın istedim, ama bundan korktum.
Sonra senin âlemini, kullarını ve âlemdeki gölgen Padişahımızı kâfirlerin
usülleriyle resmettirdim.
O'nun
sesini değil, ama bana verdiği cevabı kendi içimde hatırladım.
Doğu da,
Batı da benimdir.
Heyecandan
kendimi tutamadım.
Peki
hepsinin, bütün bunların... bu âlemin anlamı ne?
'Sır,'
diye içimde işittim. Ya da 'Sev', diye. Bu ikisinden de tam emin olamadım ama.
Kıyamet
gününe kadar Berzah'ta hepimizin bekleyeceğimizi anladım.
270
(Üstat
Osman) Bütün bunların en basit anlamı şudur: Artık başı olduğum Padişahımızın
nakkaşhanesinde eskisi gibi harika şeyler yapılamıyor. İşlerin daha da kötüye
gideceğini de görüyorum; her şey tükenecek, bitecek. Bütün ömrümüzü bu işe
aşkla vermemize rağmen, Herat'lı eski üstatların güzelliklerine burada çok
seyrek erişebildiğimizi de acıyla hissediyorum.
271
İki
yıldır oradan geçen alayları resmettiğim At Meydanı'na çıkıp yürümek insanın
kendi resmettiği şeye çıkıp yürümesine benziyor. Bir sokağı döneriz, eğer Frenk
resmindeysek çerçeveden ve resimden çıkar gideriz; eğer bizim Heratlı üstatlar
gibi yaptığımız resimdeysek, Allah'ın bizi gördüğü yere geliriz; eğer Çin
resmindeysek resimden hiç çıkamayız, çünkü Çinlilerin resimleri hiç bitmeden
uzar gider.
(Üstat
Osman) Mercekleri üzerlerinde gezdirirken gördüklerimi nasıl anlatabilirim ki
size. Gülmek geliyordu içimden, ama gülünç oldukları için değil. Öfke
duyuyordum, ama ciddiye alınacak şeyler olduğu için de değil. Sanki Enişte
Efendi, benim usta nakkaşlarıma kendiniz gibi değil de, başka biriymişsiniz
gibi resmedin demişti. Sanki onları var olmayan hatıralarını hatırlamaya,
hiçbir zaman yaşamak istemeyecekleri bir geleceği düşleyip resmetmeye
zorlamıştı. Daha da inanılmazı, bu saçmalıklar için birbirlerini
öldürmeleriydi.
291
(Kara,
büyük ustaların atları ezberden çizer gibi çiziverdiklerini söylüyor) (Üstat
Osman) Doğru. Ama bu yıllarca düşünerek, üzerinde durularak, kafa yorulup
çalışarak elde edilmiş bir ezberdir. Hayatları boyunca yeterli sayıda at resmi
ve at gördükleri için, karşılarındaki kanlı canlı en son atın kafalarındaki
mükemmel at fikrini zedeleyeceğini çok iyi bilirler. Bütün hayatı boyunca on
binlerce kere at resmi çizen üstat nakkaşın kalemi, en sonunda Allah'ın
tasarladığı At resmine iyice yaklaşır ve bunu kendi ruhundan ve tecrübesinden
bilir. Elin ezberden bir anda çizdiği at, hüner, çile ve bilgiyle çizilmiştir
ve Allah'ın atına yakın bir attır. Ama elin hiçbir bilgi biriktirmeden, ne
yaptığını bilip düşünmeden ve padişahın kızının kulağına da dikkat etmeden
çizdiği kulak bir kusur olur hep. Kusur olduğu için de her nakkaşta farklı
olur. Yani bir çeşit imza.
295
(Üstat
Osman)
Zeytin'in
Sıfatları
Asıl adı
Velican'dır. ... Velican'ı sanırım on yaşındayken İstanbul'a getiren babası,
Safevi Şahı'nın Tebriz'deki nakkaşhanesinin ünlü surat ressamı Siyavuş'un
yetiştirmesidir ve üstatlarının silsilesi tâ Moğollara kadar gider.
296
(Üstat
Osman) Oysa bütün katiller, sanıldığının aksine, inançsızlardan değil, fazla
inananlardan çıkar. Nakkaşlık ressamlığa,, ressamlık da Allah'a, hâşa, meydan
okumaya açılan birer kapıdır; herkes bilir bunu: Bu anlamda inançsızlığı
yüzünden Zeytin gerçek bir ressamdır.
297
Kelebek'in
Sıfatları
Baruthaneli
Hasan Çelebi olarak bilinir... Güzel bir oğlan, renk ustası...
300
Leylek'in
Sıfatları
Musavvir
Günahkâr Mustafa Çelebi diye imza attığını gördüm. (İmza meselelerine kafayı
takmadan) imzasını gülümseyerek ve bir zafer duygusuyla atar. (Detayları,
hareketleri inceliyor)
317
tıpkı
Behzat'ı, Mir Musavvir'i över gibi öveceklerdi.
çöreotu
intisap: manen bağlanma
323
Tabi bu
değildir asıl mesele. Benim resmim gözün gördüğünü değil, aklın gördüğünü
nakşeder. Resim de, bildiğiniz gibi, göz için yapılmış bir şenliktir. Bu iki
düşünceyi birleştirin, benim âlemim çıkar ortaya. Yani:
Elif: Resim aklın gördüğünü gözün
şenliği için canlandırmaktır.
Lam: Gözün dünyada gördüğü akla
hizmet ettiği kadar girer resme.
Mim: Demek ki güzellik, aklın kendinden
bildiğini, gözün dünyada yeniden keşfetmesidir.
328
(Katil)
Ebu Said'e ilham veren yaşlı usta Kara Veli, gözleri görmeyen nakkaşın
karanlıkta zaten Allah'ın atlarını göreceğini, asıl hünerin, gözleri gören
nakkaşın dünyaya kör gibi bakabilmesi olduğunu söylemiş, bunu da altmış yedi
yaşındayken gözleri sonuna kadar açık kâğıda bakar olduğu halde, kâğıdı hiç
görüp düşünmeden, kaleminin ucuna geliveren bir atı çizivermesiyle
kanıtlamıştı. … Semerkant'tan Kazvin'e geçtikten iki yıl sonra, Kuran-ı Kerim'in,
"hiç kör ile gören bir olur mu" yolundaki âyetini kötü niyetlerle
çürütmek istiyor diye, önce kör edilip sonra genç Nizam Şah'ın askerlerince
öldürülmüştü.
329
"İlk
Şeytan'dır , ben diyen!" demek geldi içimden. "Şeytan'dır bir üslubu
olan, Doğu ile Batı'yı birbirinden ayıran da Şeytan'dır."
331
(Şeytan)
Benim hesabıma bu mantığı sonuna kadar götüren Hallacı Mansur, veya meşhur İmam
Gazzali'nin kardeşi Ahmet Gazzali gibiler, demek ki, Allah'ın izni ve isteğiyle
yapıldığına göre, aslında benim işlettiğim günahların da, Allah'ın istediği
şeyler olduğunu, iyi ile kötü olmadığını, çünkü her şeyin Allah'tan geldiğini,
hatta benim de Allah'ın bir parçası olduğumu yazıp söylemeye kadar
vardırmışlardır işi.
332
(Şeytan)
Her şeyin başına dönelim. Herkes Havva'ya yasak meyveden yedirmeme takıldığı
için bu başlangıcı unutuyor. Hayır, başlangıç yüce Allah'ın beni mağrur bulması
da değildir. Her şeyin başlangıcında O'nun bana ve diğer meleklerine insanı
gösterip secde etmemizi istemesi ve öteki melekler insana secde ederken çok
yerinde bir kararla
BENİM
İNSANA SECDE ETMEMEM
var. Beni
ateşten yarattıktan sonra, daha değersiz bir malzeme olan çamurdan yapılmış
İNSANA
SECDE ET
demesi
sizce yerinde mi?
BEN
İNSANA SECDE ETMEDİM.
Oysa yeni
Frenk üstatları, şimdi tam bunu yapıyorlar.
hazine
kethüdası
348
(Üstat
Osman) Bazen bir kuşun kanadı, yaprağın ağaca tutunuşu, saçağın kenarının
kıvrılışı, bir bulutun havada duruşu, bir kadının gülüşü ustadan çırağa,
kuşaklar boyunca gösterilerek, öğretilerek, ezberlenerek asırlarca saklanır.
Üstat nakkaş, kendi üstadından öğrendiği ve bir kalıp olduğuna inandığı için
değişmezliğine Kuran-ı Kerim'in değişmezliğine inandığı gibi kalben inanıp
Kuran-ı Kerim ezberler gibi hafızasına nakşettiği bu ayrıntıyı hiç unutmaz. Ama
unutmaması, usta nakkaşın bu ayrıntıyı hep kullanacağı anlamına hiç gelmez.
(Bir gün, öyle nakşetmez de) … o ara çalıştığı nakkaşhanenin alışkanlıkları
içerisinde, herkesin yaptığı çiziverir.
353
(İki
Abdal) Bu durumda, derviş tabiatiyle dışardaki âlemi değil, kafasındaki âlemi
seyreder ki, kafalarımız esrarlı olduğundan manzara içerde çok daha hoştu.
354
(İki
Abdal) Çünkü âlemde insanlar: 1. Beyler, 2. Tacirler, 3. Çiftçiler, 4.
Sanatkârlar olmak üzere 4 sınıfa ayrılırlar. Bunlar hiçbirinde yoktur. O halde
fazladırlar.
367
(Üstat
Osman) İster Heratlı büyük üstatlar olsun, ister Tebrizli yeni üstatlar olsun,
Acem nakkaşları biz Osmanlı nakkaşlarından daha mükemmel resimler ve harikalar
nakşettiler.
377
(Üstat
Osman) O zamanlar (İbni Şakir'in dönemi) Kuran-ı Kerim yasaklıyor diye
kitaplara resim yapılmaz, nakkaşlar da ciddiye alınmazdı. Mesleğimizin en büyük
sırrı olan, âlemi minareden görmeyi, ufuk çizgisinin, ama gizli ama açık,
sürekli varlığını ve bulutlardan böceklere her şeyi Çinlilerin gördüğü gibi
kıvır kıvır canlı ve iyimser renklerle resmetmeyi borçlu olduğumuz pirimiz,
üstadımız İbni Şakir…
382
(Kara)
Hepimiz, Heratlı eski üstatların hayranıyız. Bütün büyük nakkaşların arkasında
Behzat'ın Herat'ı, Herat'ın arkasında da Moğol atlıları ve Çinliler var.
kendisine
zeval olmak
401
… ona
şehevi duygular besledim.
403
(Kadın
kılığına girmiş erkek)
Diyor ki
kararsız kalbim, Doğu'dayken Batı'da,
Btı'dayken Doğu'da olmak istiyorum.
Erkeksem
kadın, kadımsam erkek olmak istiyorum,
diyor öteki yerlerim.
Ne zormuş
insan olmak, daha da çetini insan gibi
bir hayat.
Hem
önümle, hem arkamla, hem Doğu'yla hem
Batı'yla keyif almak istiyorum.
bazı
güzel şakirtler: öğrenci, çırak
422
"Nakkaş
kendi gördüğünü değil, Allah'ın gördüğünü resmeder," dedi Kelebek,
kıskançlıkla.
"Evet,
ama," dedim (Leylek), "yüce Allah da bizim gördüğümüzü görüyor
zaten."
426
(Leylek)
Zavallı Kelebek hiç sesini çıkarmadı: Ne kadar hünerli, iddialı veya arkası
sağlam olursa olsun, birbirlerini nefretle kıskandıkları halde birbirlerini
arayan bütün nakkaşlar gibi, aslında Cehennem'e gitmekten ve bu dünyada
yapayalnız kalmaktan ödü patlıyordu.
434
(Zeytin)
Padişahımızın nakkaşhanesinde artık Frenk tarzında nakşedilecek, bütün
hayatlarımızı verdiğimiz usüller ve kitaplar yavaş yavaş unutulacak, aslında
her şey bitecek ve Erzurumiler bizi sıkıştırıp hırpalamazsa Padişah'ın
işkencecileri bizi sakat bırakacaktı…
436
… mühreyi
hızla oynatarak kâğıt cilalıyordu.
442
(Katil)
Bir rüyadaki gibi, ötekilerin aralarında fısıldaştıklarını, benden düşmanca söz
ettiklerini o zaman hissettim.
Birden
üçü birlikte üzerime atıldılar. Üzerime yüklenirken ayaklarımı yerden öyle bir
hızla kestiler ki, dördümüz birlikte yere yuvarlandık.
kara -
leylek - kelebek ---> zeytin
444
(Zeytin)
Üstat Osman gerçekten kör olur, ya da ölür de bizler de Frenklerin etkisiyle,
içimizden geldiği gibi, bütün kusurlarımız ve kişiliğimizle nakşedip üslup
sahibi olursak, kendimize benzeyeceğiz, ama kendimiz olamayacağız.
446
(Zeytin,
Zarif Efendi'yi anlatıyor) Zavallı Enişte'nin son resimde perspektif usülünü
pervasızca kullandığını söyledi. Bu resimde, Frenklerin yaptığı gibi, şeyler
Allah'ın aklındaki önemlerine göre değil de, gözlerimize gözüktüğü gibi
resmediliyormuş. Bu büyük bir günahmış. İslam'ın halifesi Padişahımızı bir
köpekle aynı büyüklükte resmetmek ikinci günahmış. Üçüncü günah aynı büyüklükte
Şeytan resmi yapıp, bir de onu cana yakın resmetmekmiş.
452
(Zeytin)
Ama Frenk üstatlarının usülleri yayıldıkça herkes başkalarının masalını kendi
hikâyesi gibi anlatmayı marifet sanacak.
453
cezbeye
kapılmak
467
(Şeküre) Kara'nın
nakış ve resim hevesi Padişahımız dört yıl sonra ölünce tahta geçen Sultan
Mehmet'in bu işlere sırtını dönmesiyle birlikte, gösterişle kutlanan bir
zevkten, kapalı kapılar arasında tek başına yaşanan bir sırra dönüştü.
468
Acem
ülkesinden ilhamla İstanbul'da bir yüz yıl açan nakış ve resim heyecanının
kırmızı gülü de işte böyle soldu. Nakkaşların aralarında kavgalara, bitip
tükenmez sorulara yol açan Heratlı eski üstatlar ile Frenk üstatlarının
usûlleri arasındaki çatışma bir sonuca ulaşmadı hiç. Çünkü resim bırakıldı; ne
Doğulular gibi resmedildi, ne de Batılılar gibi: Nakkaşlar öfkelenip isyan
etmediler; bir hastalığı sessizce kabul eden ihtiyarlar gibi, yavaş yavaş ve
gösterişsiz bir tevekkül ve hüzünle durumu kabul ettiler…
Kimse
resmi bırakmak büyük bir kayıpmış gibi davranmadı. Belki kimse, kendi yüzünün
resmini hakkıyla görmediği için.
.
.
.
Osmanlı Minyatür Sanatı
Banu
Mahir
Kabalcı
Yayınları 2004 İstanbul
F.
Banu Mahir, 1956 İstanbul
Avrupa
Sanatı, Türk-İslam Sanatı ve Bizans Sanatı sertifikaları bulunuyor. Lisans:
Osmanlı Minyatür Sanatında Abdullah Buharî'nin Yeri; Doktora: Osmanlı Resim
Sanatında Saz Üslûbu. Topkapı Sarayı Müzesi'nde araştırmacı olarak çalışıyor.
15
Genel
bir tanımlamayla yazma eserlerde anlatılan olayları görselleştirmek üzere
yapılan kitap resimlerine minyatür denilmektedir.
Lat.
miniare; İt. miniatura; Fra. miniature; Osm. tasvir veya nakış
Renkler
üst üste sürüldüğünden birbirleriyle karışmaması için önce taze yumurta sarısı,
sonra suda eritilmiş tutkal, tutkalın içinde de bir damla pekmez ya da iki
damla üzüm suyu...
Minyatür
yapımına uygun fırçalar, üç aylık beyaz kedi yavrusunun gıdı tüyünden yapılmış
çok ince kıllı fırçalardır. Kâğıtlar ise yumurtalı veya aharlı kâğıtlardır.
Yumurtalı kâğıtlar, yumurta akıyla bir miktar şapın sıvılaşıncaya kadar bir
fincan içinde karıştırılıp kâğıda sürülmesi ve kuruduktan sonra kuru ceviz veya
ıhlamur ağacından çukur bir tahta üzerinde mühürlenmesiyle elde edilir.
Mühürlenmiş, yani parlatılmış kâğıda yapılan minyatür daha parlak görülür.
Aharlı kâğıtlar içinse şekersiz nişasta içeren boza kıvamında bir karışım
kullanılır, bu karışım kâğıda sürüldükten sonra kurumaya bırakılır ve sonra
kâğıt mühürlenerek işlem tamamlanır.
Minyatürde
işlenecek konu, eskiz olarak çok ince kıllı fırçalarla kiremit rengi boya veya
sepya mürekkebiyle kâğıda çizilir. Boyama işleminde önce altın sürülür sonra
diğer renklere geçilir.
16
İslam
kültüründe anıtsal resim sanatı yalnızca Emevîler döneminde, VII. ve VIII.
yüzyıllar arasında var olabilmiştir. Bu dönemde fethedilen yeni topraklardaki
kadim kültürlerin yüzyıllar boyunca kökleşmiş resim gelenekleriyle temasa
geçilmiş, bunun sonucunda da Kubbetü's-Sahra (691), Şam Emevîye Camii
(705-721), Kusayr-ı Amrâ (711-715) ve Kasru'l Hayri'l Garbi (728) gibi dini ve
sivil yapıların duvarlarına Geç Helenistik ve Sasanî sanat geleneklerinin
etkisini yansıtan natüralist tarzda resimler ve mozaikler yapılmıştır.
(IX.
yüzyılda) Kur'an-ı Kerim'de resmi yasaklayan kesin bir buyruk olmamasına rağmen
bazı hadisler kıyamet günü geldiğinde canlı varlıkların resimlerini yapanlardan
hesap sorulacağı ve onların cezalandırılacağı şeklinde yorumlanmış, yaratılmış
varlıkların benzerlerini tasvir etmek bir anlamda Allah'ı taklit etmek
sayılmıştır. ... Abbasiler döneminden itibaren kitap resimlemeye başlanmasının
sebebi, resim yasağıyla çelişmeyen bir İslam düşüncesinin oluşmasına bağlanır.
(aydın çevreler ve İslam mistikleri, Yunan düşünürleri Plato'nun idealar
teorisi ve Plotinus'un panteist ışık metafiziği ile tanışmaları, resim
sanatının kitaplar içinde yeni bir hayat bulmasında etkili olduğu belirtilir).
Bununla
birlikte Geç Abbasîler döneminde toplumdaki iktisadi yapının değişmesiyle
birlikte ortaya çıkan yeni zengin ve tüccar sınıfı, resimli kitap üretiminin
artışında etkin rol oynamıştır. ... Abbasi döneminde filizlenen bu gelişmenin
günümüze ulaşan en erken örnekleri XI. yüzyıla aittir.
17
Osmanlı
döneminde kitap sanatının icra edildiği atölyelere nakkaşhane adı
verilmekteydi. Bu atölyeler, XIV. yüzyıldan itibaren İran ve Hindistan'da
kurulan Müslüman devletlerde sanat koruyuculuğunu da üstlenmiş hükümdarların
desteğiyle faaliyet gösteren ve aynı zamanda sanatçıların eğitildiği kutub-hâne
denilen atölyelerin işlevini üstleniyordu. XIV. yüzyılda İlhanlı Veziri
Reşiddedin'in Tebriz yakınlarında kurduğu Rab-i Reşîdî kentinde sanat
atölyelerinin varolduğu anlaşılmıştır. 1420'li yıllarda Timurlu hâkimiyetindeki
Herat'ta Baysungur Mirza'nın himayesinde etkin olan ve kutub-hâne adını taşıyan
bir sanat atölyesinin varlığını kanıtlayan bir belge mevcuttur.
18
Nakkaşlar
Osmanlı sarayı için çalışan sanatçılar ve zanaatkârlar teşkilatı olan ehl-i hiref içinde şüphesiz en önemli
bölüğü oluşturuyorlardı. Nakkaşlar yazma eserlerin bezenmesi (müzehhiplik), resimlenmesi (musavvirlik), metinleri sınırlayan
cetvellerin çekilmesi (cetvelkeşlik)
ve boyaların hazırlanması (renkzenlik)
gibi kitap sanatlarıyla ilgili işlerin dışında; kalem işi ya da çini desenleri
gibi mimari süslemelerin tasarlanması; ahşap ve mukavvadan yapılan küçük
sandıkların bezenmesi; çadır, otağ, halı ve kumaş gibi dokumalarda kullanılan
desenlerin hazırlanmasından da sorumluydular.
19
Yazma
eserleri hazırlayan sanatçıların atölyeleri... Ayasofya'nın karşısında yer alan
ve eski bir Bizans kilisesi olan Arslanhanenin üst katları ... bunun dışında
Atmeydanında bulunan bir Hassa Nakkaşhanesi
XVII.
yüzyılda yazılmış Evliya Çelebi Seyahatnâme'sinde de Arslanhane'nin üst
katlarındaki hücreler ve yüz dükkânda çalışanlar ile evlerinde çalışan bin
nakkaştan söz edilir.
21
Nakkaşlar
tek yaprak minyatürler de yapmışlardır: Murakkalar içerisinde korunarak
günümüze kadar ulaşabilen bu minyatürlerin bazıları tarihi konulu bir eser için
hazırlanmış ön çalışmalar olabildiği gibi bazıları da tek bir kişinin,
genellikle de padişahın ya da şehzadenin tasvir edildiği resimlerdir.
Bunların
dışında nakkaşlara ait mürekkep resimleri de bulunur. Bu resimlerin büyük
bölümünü aharlı kâğıtlar üzerine siyah mürekkep, sulandırılmış renkli mürekkep,
altın veya gümüşle çalıştıkları Saz Üslûbu'ndaki resimler oluşturur. İslam
kitap sanatında XIV. yüzyılın ilk yarısından itibaren yapıldığı anlaşılan, kalem-i
siyahi resim geleneğinin devamı sayılan ve saz üslubundaki resimlere konu olan
motifler ve efsanevi mahluklar ormana özgü unsurlardır.
Saz
sözcüğü, özellikle Dede Korkut Hikayeleri'nde 'orman' anlamında kullanılmış ve
bu sözcük XIV. yüzyıl Türkçesinde "vahşi hayvanların yatağı, balta
girmemiş sık ve gür orman" olarak tanımlanmıştır. Bu sebeple aslan, fil,
panter, maymun, tavşan ve geyik gibi hayvanların; sivri uçlu hançerî yapraklar
arasında ejderha, zümrüdü anka, chi-lin gibi efsanevi yaratıkların; peri gibi
doğa üstü varlıkların; atlı avcıların ve hatayi denilen çeşitli stilize
çiçeklerin betimlemelerinin bulunduğu bu tarz çalışmalar Dede Korkut
Hikayelerinde geçen "orman" anlamındaki saz ile ilişkilendirilerek
Osmanlı kaynaklarına "saz işlemek" veya "saz yazmak" olarak
kaydedilmiştir.
22
Ressam
Şah Kulu'nun Osmanlı topraklarına taşıdığı bu resim geleneğinin, aslında XIV.
ve XVI. yüzyıllar arasında İran'da yaşayan Celâyirli, Timurlu, Safevî ve
Türkmen sanatçıların yaptığı mürekkep resimlerinde gerek teknik gerek
ikonografik bakımdan ön örnekleri bulunmaktadır.
Ressam
Şah Kulu dışında Veli Can, Mustafa bin Mehmed ve Kemal gibi sanatçılar
tarafından saz üslubunda resimlerin yapılmış olması Osmanlı nakkaşhanesinin
özel çalışmaları arasında bu üslupta yapılmış eserlerin ayrıcalıklı bir yeri
olduklarını göstermektedir.
23
XIX.
yüzyıla gelindiğinde saz sözcüğü, sadece dönemin bezeme üslubunun iri kıvrık,
barok yaprakları için kullanılmıştır.
Osmanlı
nakkaşhanesinin mürekkep resimleri arasında tek veya çift figürlü tasvirlere de
rastlanır. XVI. yüzyılın son çeyreğinde saz üslubunda resimler de yapan
Tebriz'den gelme Veli Can'ın yapmaya başladığı bu tarz çalışmalar XVII. yüzyıl
başlarından itibaren minyatür geleneğinde de yapılmış ve murakkalar içinde
toplanmıştır.
24
...
XVI. yüzyılda Osmanlı vezirlerinin sanat hamiliğinin giderek güç kazanması...
Kitap sanatını gözetenler arasında II. Selim ve III. Murad dönemlerinde
nakkaşların çalışmalarını yönlendirecek girişimlerde bulunan Sokullu Mehmet
Paşa'nın başı çektiği bilinir.
Sokullu
Mehmet Paşa, Şehnâmeci Seyyid Lokman'ın şehnâme tarzında yazdığı Şehnâme-i
Selim Han adlı eserin resimlendirilmesi işini Nakkaş Osman'a veren kişidir.
Ayrıca Osmanlı minyatüründe dizi padişah portreciliğinin başlatılmasında etkin
rol oynayan kişi yine Sokullu Mehmed Paşa olmuştur.
25
III.
Murad'ın oğullarının 1582 yılında yapılan sünnet düğünü şenliklerini anlatan
Sûrnâme-i Hümâyûn adlı eseri kaleme alan İntizamî, bu eseri hazırlarken, III.
Murad'a yakın olan Dârüsaade ağası Mehmed Ağa ile Hazinedarbaşı Zeyrek Ağa'nın
büyük ölçüde yardımlarını görmüş, onların temin ettiği malzeme sayesinde
eserini tamamlayabilmiştir. Hatta eserin resimlendirilmesinden sorumlu olan
nakkaş Osman'ın yaptığı minyatürleri inceleyen Mehmed Ağa ve Zeyrek Ağa,
beğenmedikleri resimlerin tekrar yapılmasını istemişlerdir.
31
Türklerde
minyatür geleneğinin, Orta Asya'da Uygurlar (745-840; 840-1300) döneminde
ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Günümüze ulaşan bazı minyatürlü yaprak
parçaları, bu dönem kitap resminin şekillenişinde Manihaizmin etkili olduğunu
gösterir.
mani
dini
(Hoço
tapınak K buluntusu 8.-9. yüzyıl minyatür parçası) Uygurlu sanatçılar
tarafından yapılan bu resimlerdeki figürler, Doğu Türkistan bölgesindeki Uygur
duvar resimlerinde de görüldüğü gibi uzun saçlı, dolgun yanaklı, ufak ağızlı,
ince uzun burunlu, hafif çekik badem gözlü ve kalem kaşlıdır.
İslam
sanatının bilinen ilk minyatürlü yazmaları XI. yüzyılın sonundan gelmekle
birlikte, Mısır'da Fayyum ve Fustat'ta bulunan ve Fatımi hanedanlığı dönemine
ait olduğu düşünülen bir takım resim parçaları X. ve XI. yüzyıllarda da kitap
ressamlığının varolduğunu kanıtlamaktadır.
32
Dioskorides'in
şifalı otlar hakkında yazdığı Materia Medica adlı eserinin Arapça çevirisi
Kitâb el-Haşâ'iş ile Pseudo Gallenos'un zehirlenmeler konulu eserinin Arapçası
olan Kitâb el-Tiryâk nüshaları dönemin en erken tarihli minyatürlerini içerir.
Antik kitaplardan kopya edilerek yapılan bu ilk tasvirlere Bizans resminin
etkileri yansımıştır. ... Eserin Musul'da hazırlandığı sanılan 1229 tarihli
nüshasında Bizans özellikleri taşıyan figürlerle antik geleneğe bağlı kalınarak
ışık-gölge yaklaşımıyla resmedilmiş bitki betimlemelerine ve iki boyutlu bitki
tasvirlerine rastlanır.
Kitâb
el-Tiryâk adlı eserin günümüze ulaşmış iki nüshasında bulunan bazı
minyatürlerde, Uygur fresklerindeki kompozisyon kurallarının yinelendiği
görülür.
takdim
minyatürü
Ptolome'nin
Almagest adlı astronomi kitabına dayanan
ve IX. yüzyıla ait Arapça bir eserin derlemesi olan Suvar el-kavâkıb es-sâbita
adlı yazmanın minyatürlerinde antik ikonografi, Selçuklu figür üslubu ve Asya'ya
özgü fırça resmi geleneğiyle yeniden şekillendirilmiştir.
33
Beydaba'nın
Kelile ve Dimne'siyle Harirî'nin Makamât adlı eseri ... dönemin sosyal hayatını
ve bölgenin kozmopolit nüfusunu -Hıristiyan, Habeşî, yerli Arap ve Selçuklu
Türkü- belgeler nitelikte tasvirlere yer verilmiştir.
…
orjinali X. yüzyıl Bağdat, Ebûl Ferec İsfahanî tarafından yirmi cilt halinde
yazılmış şarkılar kitabı Kitâb el-Aganî
Artuklular
Artuklu
Emiri Nasreddin Mahmud'un (1220-1222) emriyle, Diyarbakır'da saray mühendisi
Ebûlizz Ebûbekir İsmail bin er-Razzâz el-Cezerî tarafından yazılıp
resimlendirilen Kitâb fî Ma'rifet el-Hıyal el-Hendesiya'dır. Arşimed'in ve
diğer Yunanlı âlimlerin mekanik keşiflerini ele alan eserin bölümlerinde; su
saatleri, çeşitli içki kapları, fıskiye havuzlar, müzik aletleri, tulumbalar,
şifreli kilitler ve oymacılık ayrıntılar renkli çizimlerle
görselleştirilmiştir.
34
(Artuklu)
Sufî'nin 965 yılında yazdığı yıldız bilimi ve burçlarla ilgili Suvar el-kavâkıb
es-sâbita adlı kitabının 1135'te Mardin'de hazırlanmış kopyası... siyah
mürekkeple yapılmış, renklendirilmemiş.
Anadolu
Selçuklu resim sanatının en önemli örnekleri, Konya'da XIII. yüzyıl başlarında
Hoylu Abdülmümin bin Muhammed adlı nakkaş tarafından resimlendirilen Varka ve
Gülşah adlı eserde yer alır. ... metnin içerisinde yatay frizler halinde
yerleştirilmiş tasvirlerle öykünün tüm ayrıntıları verilmeye çalışılmıştır.
Kökleri Orta Asya Uygur resmine kadar uzanan bu resimler ...
Anadolu
Selçuklularından günümüze ulaşan son minyatürlü yazma Nasreddin Sivasî'nin
Tezkere'sidir. Eser üç bölümden oluşur: İlk bölümü astroloji ve sihirle
ilgilidir. Daka'îk ü'l-Hakâ'ik adlı ikinci bölüm 1271'de Aksaray'da
yazılmıştır. Eserin 1272'de Kayseri'de yazılmış üçüncü bölümüyse Mu'nis
ü'l-Havâid adını taşır... Tasvirlerinin ikonografyasında İç Asya etkileri
görülürken, form diliyle Bizans sanatına yakınlık gösteren minyatürlere sahip
olması bu eseri ilginç kılar.
Bu
bilgiler ışığında, Diyarbakır yöresinde Artukluların ve Konya'da Selçukluların
himayesinde gelişen Anadolu minyatür sanatının ilk örneklerinin XII. ve XIII.
yüzyıllarda daha çok bilimsel eserlerde yer aldığını belirtmek mümkündür.
Osmanlı
Minyatürünün Gelişim Evreleri
Osmanlılarda
tezhipli yazmaların hazırlandığı atölye faaliyetlerinin XV. yüzyılın ilk
yarısında Çelebi Mehmed, II. Murad ve devlet adamı Umur Bey'in koruyuculuğu
altında, Bursa'da yoğunluk kazandığını kanıtlayan örneklerin olmasına rağmen o
dönemden günümüze minyatürlü bir eser ulaşamamıştır.
başkent
Bursa'dan Edirne'ye...
39
Timurlu
ve Türkmen Resim Üslupları
XII.
yüzyıl sonuyla XIII, yüzyıl başlarında İslam minyatür sanatında oluşan yeni
Selçuklu sentezinin, XIV. yüzyılda Moğolların Orta Doğu'yu istilasının ardından
Asya etkileriyle zenginleştiği görülür. Bununla birlikte 1335'te Moğol
İmparatorluğunun tarihe karışmasıyla ortaya çıkan bağımsız hanedanların
koruyuculuğunda gelişen İslam kitap resmi hem Moğol dönemindeki İlhanlı
atölyelerinin üslubundan esinlenen hem de kendine özgü yenilikler taşıyan bir
karaktere bürünmüştür. Resimli yazma hazırlama faaliyeti bu dönemde Fars
bölgesindeki Şiraz kentinde yoğunluk kazanmıştır. Yüzyılın sonundan itibaren de
Celâyirlilerin hakimiyetindeki Bağdat ve Tebriz'de, İslam kitap resimlerinin
gelişeceği yönü tayin edecek bezemeci bir üslup yaratılmıştır. Eski
geleneklerle Moğol resim üslubunun sentezinden doğan bu yeni bezemeci üslupta,
yükseltilen ufuk çizgisi ve figür gruplarının peyzaja nazaran küçük
gösterilmesiyle çevreye kazandırılan öneme dikkat çekilirken bu resimlerin en
önemli özelliği mesafe gözetilmeksizin kullanılan saf ve parlak renkler
olmuştur.
40
XIV.
yüzyıl sonlarında, İran toprakları Çağatay Türklerinin bir kolundan gelen Timur
ordularının istilasıyla karşılaşmış bunun sonucunda İslam kitap resimleri XV.
yüzyıl boyunca önce Timurlu, daha sonra Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmen
devletlerinin koruyuculuğunda gelişmiştir. Timurlu döneminde Şiraz, Yezd ve
Herat'ta; Karakoyunlular döneminde Şiraz, Yezd, Abarkuh ve Bağdat'ta;
Akkoyunlular dönemindeyse Şiraz ve Tebriz'de bezemeci ve kalıplara bağlı
minyatür üslubunda seçkin eserler hazırlanmıştır.
Timurlu
Şiraz minyatür üslubuyla resimlendirilen eserler, Nizamî ve Emir Hüsrev Dehlevî
gibi şairlerin şıirlerinden oluşan derlemelerdir. Küçük boyutlu olan bu kitaplardaki
minyatürler, genellikle metnin arasında enine gelişirken, hareketli çizgilerle
biçimlendirilmiş küçük figürleri ve yalın bitki örtüleriyle dikkat çeker.
Timurluların
başkenti Herat'ta kurulan Herat Kitab-hanesinde, Şirazlı ve Tebrizli
sanatçıların birlikte çalışmasıyla desene dayalı bir üslupla kaliteli eserler
hazırlanmıştır. Aynı kentte XV. yüzyılın sonlarına doğru Behzad adlı yetenekli
bir nakkaşın yarattığı, daha gerçekçi figürlere ve belirli bir derinliği olan
kompozisyonlara sahip eserler hazırlanmıştır.
Karakoyunlu
Türkmenlerinin Şiraz Üsîubu'ndaysa önceleri Timurluların Şiraz okulunun
etkileri görülürse de Türkmenlere özgü daha sade bir resim dili yaratılmıştır.
Yapılan araştırmalar, Karakoyunlu Türkmenlerinin geliştirdiği Şiraz üslubunda
figürlerin iri başlı, dolgun yüzlü ve tıknaz olduğunu; doğa unsurlarının,
bulutların, kayaların, ağaçların sınırlı ifade biçimleriyle ve aykırı renklerle
yansıtıldığını göstermiştir. Türkmen Üslubu olarak da tanımlanan bu üslup,
genel olarak ayrıntılardan arındırılmış ve gözü fazla yormayan sade
kompozisyonlara sahiptir. Bu dönemde, Timurlu hükümdarlar için çalışan sanatçıların
belirlediği program doğrultusunda Hacu Kirmam Hamsesi, Firdevsî Şahname'si ve
Nizamî Hamse'si gibi edebiyat kitapları en çok resimlendirilen eserler
olmuştur.
41
Karakoyunlu
Türkmenlerinin geliştirdiği Bağdat Üslubu'yla, yeni bir tasvir tarzı yaratılmıştır.
Erken dönem Timurlu Herat üslubuyla Karakoyunlu Şiraz üslubunun birleşiminden
doğan ve ince, uzun figürleriyle dikkati çeken Karakoyunlu Bağdat üslubunun
etkileri, sadece Akkoyunlu Türkmen ve Safevî tasvir sanatına değil, aynı
zamanda Memlük ve Osmanlı saraylarına kadar uzanan bir resim dilinin ifade
kalıplarını içermekledir. Türkmen üslubu, 1467'den sonra, Akkoyunlu
Türkmenlerinin egemenliğinde Tebriz'de çok daha zengin ve fantastik bir
karaktere bürünmüştür.
XIII.
yüzyıl sonlarından itibaren Batı Anadolu'daki en önemli siyasi güç olan
Osmanlılar, kısa bir sürede sınırlarını genişletmeyi başarmış ve 1299 yılında
büyük bir imparatorluğa dönüşecek olan Osmanlı Devletini kurmuşlardır, ilk
dönemlerinde Bursa ve çevresine egemen olan bu küçük devlet, XIV. yüzyılın
başından itibaren Anadolu'nun diğer bölgelerine ve Trakya'ya doğru yayılmaya
başlayarak güçlenmiştir.
XIV.
yüzyıla ait resimli yazmalar günümüze ulaşamamış olsa bile birtakım tezhipli
yazma eserlerin üretilmesinde sanat hamisi olarak Osmanlıların yanı sıra
Karamanlı ve Germiyanlı beyliklerinin de rol oynadıkları anlaşılmıştır.
Erken
Dönem Osmanlı Minyatürünün Biçimlendiği Kentler: Amasya ve Edirne
Osmanlı
minyatür sanatının günümüze ulaşabilen en erken tarihli örnekleri II. Murad'ın
(1421-1444 ve 1445-1451) şehzadelik döneminde Amasya'da ve oğlu Fatih Sultan
Mehmed'in saltanat yıllarında (1451-1481) Edirne'de hazırlanmıştır.
42
Osmanlı
minyatürlü yazmalarının günümüze ulaşmış en erken tarihlisi, Şair Ahmedî'nin
İskendernâmesi'nin 1416'da Amasya'da kopya edilmiş resimli bir nüshasıdır.
(Makedonyalı İskender'le ilgili öyküler, İslam tarihi, Osmanlı tarihi ve Mevlit
bölümlerini içerir) ... eserde yer alan üç özgün minyatürün, Hıristiyan resim
sanatını tanıyan yerel bir ustanın fırçasına ait olduğu düşünülür.
Ahmedî'nin
İskendername'sinin 1460-80 yılları arasında hazırlandığı düşünülen iki nüshası
daha (biri Venedik Marciana Kitaplığında, diğeri St. Petersburg Rusya Bilimler
Akademisi Şarkiyat Enstitüsünde) bulunmaktadır. (ilk nüshada Dört nakkaştan
ikisinin üslupları) Timurlu Herat okulu etkisini taşıyan Karakoyunlu
Türkmenlerinin Şiraz üslubunun özelliklerini taşımaktadır. (Bu kitabın çok
sayıda nüshalarının olmasının bir nedeni Fatih Sultan Mehmed'in kendisini Büyük
İskender'in kahraman kişiliğiyle özdeşleştirmesi olduğu sanılıyor)
43
Yapılan
araştırmalar ve üslup değerlendirmeleri sonucunda erken dönem Osmanlı
minyatürünün 1455-80 yılları arasında Edirne'de hazırlanan küçük boyutlu ve
edebiyat konulu yazmalar içinde biçimlendiği; bunda Timurlu ve Türkmen resim
geleneklerini Osmanlı kültürüne taşıyan Şirazlı nakkaşların da katkısı olduğu
anlaşılmıştır.
...
1455-56 yılları arasında Bedi'eddin Minuçihr el-Tacirî el-Tebrizî'ye ait
Dilsûznâme adlı yazma...
44
Timurlu
Şiraz minyatür üslubu + Osmanlıya özgü özellikler... figürleri biçimlendiren
sert çizgilerde, insan boyutunda çizilmiş iri bitki motifleri ve Türklere özgü
kadın başlıkları...
1460-80
Külliyat-ı Kâtibî
Geç
Timurlu, Erken Karakoyunlu Türkmen devri Şiraz üslubu...
...
Amasya'da yazılıp resimlendirilmiş olan cerrahlıkla ilgili
Cerrâhhi-yetü'l-Hakaniyye ... Amasya Dârüşşifasında görevli Şerefeddin
Sabuncuoğlu adlı bir hekimin kaleminden çıkan bu eserde, çeşitli hastalıkların
tedavisinde uygulanan tıbbi müdahaleleri ve kullanılan cerrahi gereçleri
gösteren tasvirler bulunur. Eserin 1465-66 yılları arasında kopya edilen iki
nüshası bulunmaktadır.
45
Fatih'in
Batılı krallar gibi kendi portresini yaptırma arzusu ... padişah portreciliği
gibi yeni bir geleneğin doğmasını sağlayacaktır.
1461'de
Fatih Sultan Mehmed, ... Matteo de Pasti'yi davet etmek ister, casus olduğu
gerekçesiyle gelmesi mümkün olmaz.
46
1460'lı
ve 1470'li yıllarda İstanbul'da kaldığı düşünülen Costanzo da Ferrara...
padişahın profilden büst portresi, diğer yüzeyindeyse onu at üzerinde gösteren
tasvirinin yer aldığı madalyayı hazırlamaya başlamıştır. ... Bu büst portrenin,
minyatür geleneğine uygun bir kopyasının yapılmasıyla Avrupalı sanatçıların
Osmanlı nakkaşları üzerindeki etkisini gösteren önemli bir örnektir.
...
1480'li yıllarda Venedikli Ressam Gentile Bellini bir heykeltıraşla birlikte
İstanbul'a gelmiştir. Gentile Bellini'nin İstanbul'da yaptığı yağlıboya Fatih
Portresi, yerli sanatçılar üzerinde etkili olmuş bir diğer yapıt olarak önem
taşır. (1480, Sinan Bey veya Bursalı Şiblizâde Ahmed'in yaptığı sanılan
Fatih'in Gül Koklayan Portresi)
47
Akkaoyunlularla
savaş... kitap üretim merkezi olan Şiraz ve İsfahan'da valilik yapan Uzun
Hasan'ın oğlu Uğurlu Mehmed'in Osmanlılara sığınıp Fatih'in kızıyla evlenmesi
sonucunda Akkoyunlulara hizmet eden İsfahanlı, Şirazlı ve Tebrizli sanatçılar
İstanbul'a göç etmiş ve bu sanatçılar Osmanlı minyatürünün II. Beyazid
dönemindeki oluşumuna katkıda bulunmuşlardır.
Hamse-i
Nizamî
II.
Beyazid'in tahta bulunduğu dönem 1481-1512
Bu
dönemde İstanbul Nakkaşhanesinde Kelile ve Dimne, Hüsrev ü Şirin, Yusuf u
Züleyha gibi edebiyat konulu yazmaların resimli nüshaları hazırlanmıştır.
Bu
minyatürlerde, mimari çizimlerle üçüncü boyut etkisi uyandırılmaya çalışılmış,
doğa unsurlarında gölgeli boyamayla hacimlendirilmeye gidilmiş, manzara ve iç
mekân ayrıntılarıyla izleyicinin gözü derinlere çekilmiştir. Tüm bu denemeler
Avrupalı sanatçıların Osmanlı nakkaşhanesinde ne kadar etkili olduğunu
göstermektedir.
Ehl-i
hiref teşkilatının kurulduğu bu yıllarda...
II.
Beyazid döneminin bir diğer resimli yazması da Bursalı şair Uzun Firdevsî'nin
hükümdar ve bilge peygamber Süleyman'ın mucizevi olaylarla dolu yaşamını
anlatan Süleymannâme'dir. Ansiklopedik bilgiler içeren bu eser...
49
Şehnâme-i
Melik-i Ümmî... bir tarih kitabı... 1484-85
Osmanlı
Minyatürünün Yükseliş Dönemi
Yavuz
Sultan Selim'in tahta çıkmasıyla birlikte (1512-1520) Osmanlı minyatürü için
verimli bir dönem başlar ve bu Kanuni Sultan Süleyman döneminde de (1520-1566)
devam eder.
Herat
ve Akkoyunlu Türkmenlerinin yarattığı Şiraz üslubunun yanı sıra Memlûk ve büyük
ölçüde Safevî Tebriz üslubunun etkileri...
50
Mantıku't-Tayr,
1515 tarihli kopya
...
iri sarıklı zayıf yapılı figürler, çiçek kümeleri, yeşil yapraklar ve serviye
benzeyen tepesi kıvrık ağaçlar... Bu üslubun Kanuni Sultan Süleyman döneminde
hazırlanan diğer edebiyat konulu eserlerde de kullanılıyor olması, Herat
kökenli nakkaşların İstanbul nakkaşhanesi üzerinde uzunca bir süre etkili
olduklarını gösterir. Örneğin 1530'larda resimlendirilen Divân-ı Ali Şîr
Nevâî'nin 1539-40 yılları arasında Muhammed bin Gazanfer tarafından kopya
edilen ... Mecmua-i eş-âr ve 1540'larda yapıldığı sanılan Sinbadnâme'nin Türkçe
çevirisi olan Tuhfetü'l-ahyâr...
1515'te
Hamdî'nin Yusuf u Züleyha adlı mesnevisini hazırlayan Pîr Ahmed bin
İskender'in, 1530-31'de de Ali Şîr Nevâî'nin Hamse'sini kopyaladığı,
tezhiplediği, resimlediği ve ciltlediği belirlenmiştir.
51
Kanuni
Sultan Süleyman... 1525, Selimnâme
Topografik
Ressamlık
...
konusu tarih olan eserler... Matrakçı Nasuh
Pirî
Reis, Kitâb-ı Bahriye, 1521
52
Matrakçı
Nasuh, 1547, Tarih-i Sultan Beyazid...; Beyân-ı Menâzil-i Irakeyn, Mecmu'ı
Menâzil...
55
padişah
portreciliği... XVI. yüzyıldaki temsilcisi Nigarî mahlaslı Haydar Reis bu
dönemde tam profil veya dörtte üç kalıbını kullanarak Kanuni Sultan
Süleyman'ın, II. Selim'in ve Barbaros Hayreddin Paşa'nın minyatür geleneğinde
portrelerini yapmıştır.
56
II.
Selim (1566-1574) ve özellikle III. Murad (1574-1595) zamanında en verimli
dönemine ulaşan Osmanlı minyatürü bu dönemde Klasik Üslubuna kavuşmuştur. ...
resimlenen yazmaların başında Osmanlı ordusunun zaferlerini, Osmanlı
padişahlarının adaletini, avdaki hünerlerini, elçi kabullerini anlatan Farsça
ve Türkçe eserler geliyordu. Şehnamecilik kurumunun daha da güçlendiği bu
dönemde Seyyid Lokman'ın yazıp Nakkaş Osman ve ekibinin resimlendirdiği, yeni
kurgulara sahip şehnâme türü...
Osmanlı
minyatürü bu dönemde, diğer İslam minyatürlerinin kalıpçı ve bezemeci
anlayışından sıyrılıp gerçekçi, yalın bir anlatım diline kavuşur. Bu üslubun
yaratılmasında etkin olan sanatçıysa Nakkaş Osman olmuştur. ... Ahmed Feridun
Paşa tarafından yazılan Nüzhet (ü'l-esrâr)ü'l-ahbâr der-sefer-i Sigetvâr....
1569 ... gerçekçi üslubun ilk örnekleri... Nakkaş Osman'ın kişisel üslubunun
fark edildiği bu tasvir...
57
1579-97
... Seyyid Lokman'ın yazdığı ve Nallaş Osman'ın resimlediği... Şehnâme-i Selim
Han ... 1581...
58
Osman
Gazi'den başlayıp Yavuz Sultan Selim'e kadar hüküm sürmüş padişahların tahta
çıkışlarını, zaferlerini ve hünerlerini anlatan Hünernâme'nin ilk cildi ... ve
1584'te Bosnalı Sinan bin Mehmed temize çekilmiş... Statik ve az figürlü
kompozisyon şemalarına sahip olan tam sayfa minyatürlerin Osman, Ali, Mehmed
Bey, Veli Can, Molla Tiflisi ve Mehmed Bursavî adlı nakkaşlarca yapıldığı saray
arşivindeki bir belgeyle belirlenmiştir.
60
III.
Murad için hazırlanmış ve Nakkaş Osman'ın ekibindeki sanatçılardan biri tarafından
resimlendirildiği düşünülen... Mustafa Cenâbi'nin kaleme aldığı
Cevâhirü'l-garâib fî tercemet bahrü'l-garâib ... III. Murad'ın sarayın içindeki
kütüphanesinde ve sarayın dışında at üzerinde maiyetiyle birlikte gösteren
ilginç tasvirler bulunur.
61
Osmanlı
Minyatüründe Safevî Dönemi Kazvin Üslubu Etkisi
İstanbul
Nakkaşhanesinde Şehnâmeci Seyyid Lokman ve Nakkaş Osman işbirliğiyle yoğun bir
resim faaliyeti sürerken, Doğu'da Osmanlılarla Safevîler arasında kesintili
olarak otuzdört yıl sürecek olan savaşlar başlamıştır (1578). ... Safevîlerin
başkentlerini Tebriz'den Kazvin'e taşımaları...
63
Osmanlı
Minyatüründe Yeni Konular
1590'dan
sonra Osmanlı minyatür sanatına Nakkaş Hasan'ın üslubu hakim olur. İlk
tasvirlerini Nakkaş Osman'ın ekibinde görev alan bir nakkaş olarak Surnâme-i
Hûmayun'da ortaya koyduğu anlaşılan Nakkaş Hasan, Şehnâmeci Talikizâde Suphi
Çelebi'yle birlikte çalışarak konusu tarih ve edebiyat olan yirmi kadar eseri
resimlendirmiştir.
65
III.
Mehmed dönemi (1595-1603) ... Siyer-i Nebî ... Hazreti Muhammed'in hayatı,
devlet adamı ve asker kişiliği ortaya konularak anlatılır. Başında halesi,
yüzünde peçesiyle betimlenen Hz. Muhammed'in yönettiği savaşlar, ordu
yürüyüşleri ve toplantı sahneleri tarihi konulu yazmaları hatırlatır.
69
Tek
Yaprak Minyatürler
I.
Ahmed döneminde (1603-1617) murakka hazırlama geleneği orantılı olarak tek
yaprak resim ve minyatür yapımının da arttığı görülür. (murakka: Hattatların ayrı ayrı kâğıtlara yazıp sonra bir arada
mecmua haline getirdikleri, aynısını yazmaları için öğrencilerine verdikleri
yazı örneği) ...
I.
Ahmed Albümü, günlük yaşam tasvirleriyle halktan ve saraydan kişileri tek tek
veya grup halinde göstermesiyle ya da önceki dönemlerin yazma eserlerinden
çıkma dizi padişah portrelerini içermesiyle önem taşır; eserde yer alan tek
figür kadın ve erkek tasvirlerinin giysileri de dönemin sosyal hayatını
belgeler.
70
Bu
dönemde saray için çalışan nakkaşlar şehnâme türünden tarihi konulu eser
siparişi alamamışlardır.
71
Klasik
Tasvir Geleneğinin Çözülüşü
II.
Osman'ın saltanat yıllarında (1618-1622) eserler veren Ahmed Nakşî'yle birlikte
Osmanlı minyatür sanatının klasik üslubundan kopmaya başladığı görülür.
72
İstanbul'da
yaşayan esnaf grupları hakkında bilgiler veren Evliya Çelebi, kentte faaliyet
gösteren üç farklı nakkaş grubunun olduğunu söyler:
(1)
Arslanhane'nin üst katlarındaki hücreler ve yüz dükkânda çalışan esnaf-ı
nakkaşan-ı cihan ile evlerinde çalışan bin nefer saray-ı ali nakkaşları,
(2)
Genellikle, kahramanlık ve mücadele sahneleri içeren şehnâme tasvirleri yapan
lırk nefer esnaf-ı nakkaşan-ı musavvir,
(3)
Peygamberler ve padişahlar hakkında halk arasında yaşatılan söylencelerle aşk
öykülerini betimleyen tasvirler eşliğinde fal söyleyen ve Mahmut Paşa
Çarşısı'nda bir dükkânda bulunan bir nefer esnaf-ı falcıyan-ı musavvir.
74
İstanbul'a
gelen yabancıların siparişleri üzerine hazırlanan kıyafet albümlerinin dışında,
XVII. yüzyıl ortalarından günümüze ulaşan ve gösterim sanatlarında kullanılmak
üzere yapıldığı sanılan bir dizi büyük boy resmin varlığı da ilginçtir.
75
XVII.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı padişahları Edirne Sarayında
yaşamaya başlamışlardır. Ancak Edirne Sarayı Nakkaşhanesinde hazırlanan
eserlerden ne yazık ki çok azı günümüze ulaşabilmiştir. Edirne''de, IV. Mehmed
(1648-1687) ve II. Süleyman (1687-1691) dönemlerinde eserler veren ve kişisel
üslubuyla kendinden sonraki Nakkaş Levnî üzerinde etkili olan Musavvir
Hüseyin'in imzasına ... rastlanır.
Musavvir
Hüseyin İstanbulî, Silsilnâme, 1692
76
Musavvir
Hüseyin'in perspektifle resmetmeye çalıştığı padişah portreleri, muhtemelen
onun öğrencisi olan Levnî tarafından da örnek alınmıştır.
Batılılaşma
Dönemi
XVIII.
ve XIX. yüzyıllar Osmanlının bir dünya devleti olarak eski önemini yitirdiği;
Batının siyaset, askeri ve teknik alandaki üstünlüğünü kabul ettiği bir dönem
olmuştur. ... Bu dönemde ticareti ele geçiren Fransızlar, Osmanlının her yanına
yayılmaya başlayarak sosyal hayat üzerinde de etkili olmaya başlamışlardır.
1676 yılında Fransız elçiliğinde düzenlenen tiyatro ve bale temsillerini
Türklerin de izleyebilmesi batı biçiminde sanata duyulan merakın en açık
göstergesidir.
77
...
Fransa'ya gönderilen Yirmisekiz Mehmed Çelebi'nin seyahati Batıya açılan ilk
pencere olarak kabul edilir. ... 1722'de yaptırılan Sadabad Kasırları, XIV.
Louis'nin saraylarına benzeyen yeni tasarımlara göre inşa edilmiştir.
İlk
Türk matbaasının 1727'de Said Mehmed Efendi'yle İbrahim Müteferrika tarafından
kurulması ve Türkçe kitapların basılması sanat çevrelerini etkilemiştir. ...
Ressam Vanmour'un saray için çalışan Levnî mahlaslı Abdülcelil Çelebi'yi
etkilemiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Levnî'nin
(ölümü 1732) ilk eserlerinden biri olduğu sanılan Kebir Musavver Silsilnâme ...
geleneksel kalıpları yeni bir anlayışla yorumladığı görülür. ... ışık-gölge
etkilerini vermeye çalışan kendinden önceki nakkaşların başlattığı perspektif
kazandırma girişimlerini daha ileri götüren denemelerdir.
78
(Levnî)
1720, Sûrnâme-i Vehbî... Sanatçı bu tasvirlerinde boyayı yan yana değil, üst
üste kullanarak tonlamalar da yapmaya çalışmıştır.
79
1721...
Hattat Çavuşzade Hayrullah Hayri tarafından kopya edilmiş Hamse ... 1728 ve
1738 tarihli iki nüshası daha bulunmaktadır. ... Bu resimlerde yaldızın
kullanılmamış olması artık geleneksel minyatür tekniğinden giderek
uzaklaşıldığını gösterir.
Geleneksel
minyatür tekniğiyle çalışan son nakkaşlardan biri de Abdullah Buharî'dir. I.
Mahmud döneminde (1730-1754) çalıştığı anlaşılan sanatçının fırçasından çıkan
tek figür kadın ve erkek tasvirleri, saray çevresi için hazırlanmış albümlerde
toplanmış olup, Levnî'ninkilerden farklı olarak belirli bir modele bakılarak
yapılmış gibidir.
İki
boyutlu yüzeysel anlatımdan üç boyutlu hacimli anlatıma geçişi Levnî'den daha
ileriye taşıyan Abdullah Buharî'nin ... 1728-29 yıllarında bir cilt kabı
üzerine lake tekniğiyle yaptığı iki manzara, Türk resminde Batılı resim
anlayışıyla çalışılmış ilk manzara kompozisyonları olarak değerlendirilir.
81
1727-1747
yılları arasında hazırlanmış ve burçları simgeleyen figür tasvirlerine sahip
Tercüme-i İkdü'l-Cüman fi Tarih ehl-ez-Zaman adlı eser... Bu eserde ... üç
boyutlu hayvan, kuş ve insan betimlemeleri bulunur. Bunlar arasında, çıplak
kadın tasvirlerinin de oluşu XVIII. yüzyılın değişen dünya görüşü ve
beğenisiyle açıklanabilir. Bu eserin tasvirlerindeki figürlerin vücut
hatlarında sergilenen ışık-gölge uygulamaları, hacimlendirme ve orantılardaki
doğruluksa geleneksel minyatür üslubundan uzaklaşılarak Batı resim geleneğine
ne kadar yaklaşıldığını gösterir.
82
Kitap
Resminden Tuvale Geçiş
XVIII.
yüzyılın ikinci yarısında padişahların büyük boyutlu yağlıboya portrelerini
yaptırmasıyla birlikte Osmanlı tasvir sanatında yeni bir dönem başlar. Bu
dönemde Osmanlı sarayının hizmetine giren Refail ve Kapıdağlı Konstantin'in
tuvallere yaptıkları padişah portreleri bu değişimin ilk örnekleridir. Ancak bu
değişim birden bire olmamış, her iki sanatçı da kâğıt üzerine farklı malzemeyle
de olsa minyatür geleneğine yakın resimler yapmışlardır.
...
Refail'in kâğıt üzerine tempera ve yağlıboya tekniğiyle yaptığı tek figür
resimleri, Osmanlı minyatür geleneğinin son örnekleri arasında yer alır.
84
Kapıdağlı
Konstantin, minyatür geleneğini geliştirerek kâğıt üzerine guvaş boyayla
çalıştığı gibi, III. Selim'in büyük boy yağlıboya tablolarını da yapmıştır.
Konstantin...
taşra kökenli Rum bir ressam...
91
Şehnameler
...
hazırlandıkları dönemin önemli olaylarını belgelemeleri ve resim üslubunu
belirleyen minyatürler içermeleri bakımından Osmanlı yazmalarının en önemli
türünü oluştururlar. Osmanlı padişahlarının, kendi veya kendinden önceki
dönemlerin olaylarını nazım halinde yazdırma geleneği olan şehnâmecilik...
95
Gazavatnâmeler
Savaşları
konu alan, bazıları manzum olarak ve mesnevi biçiminde yazılan gazavatnâmeler,
belirli bir savaş veya seferi ayrıntılarıyla anlatmaları bakımından önem taşır.
97
Silsilnâmeler
Osmanlı
padişahlarının soyunu Âdem'den başlayarak tüm din ve tarih büyüklerine bağlayan
Silsilnâme türündeki resimli yazmalar, ilk kez III. Mehmed döneminde
(1595-1603) Bağdat'ta hazırlanmıştır.
99
Sûrnâmeler
Sünnet
düğünü şenliklerinin anlatıldığı sûrnâmeler türündeki resimli yazmalar ilk kez
III. Murad döneminde (1574-1595) hazırlanmıştır.
113
cülus: tahta çıkış; muayede: bayramlaşma; hilat veriliş: yabancı elçilerin ve
takdir gören görevlilerin hilat denilen süslü kaftanlarla bir merasim eşliğinde
onurlandırılması
173
Sonsöz
Bu
resimler... Cumhuriyet sonrası Türk resmine de kimi zaman esin kaynağı
olmuşlardır (Eip Cansever?)
Osmanlı
minyatürü, XI. yüzyıldan itibaren Türklerin katkılarıyla geliştirilen Selçuklu
resim üslubu ve XIV. yüzyıl sonu XV. yüzyıl başlarında Celâyirlilerin ve
Timurluların hâkimiyetindeki İran topraklarında oluşturulan klasik İslam
minyatürü üslubunun resim dili üzerine kurulmuş, erken dönemde Amasya'da yerli,
Edirne'de Timurlu ve Karakoyunlu Türkmenler için çalışan göçmen sanatçıların
katkılarıyla geliştirilmiştir. İstanbul'un fethinin ardından Osmanlı minyatürü
Doğu-Batı etkileşimine açık, Anadolu, Rumeli ve İran'dan gelen sanatçıların
çalışmalarıyla bir evrim geçirerek XVI. Yüzyıl ortalarından itibaren klasik
üslubuna kavuşmuştur. XVII. yüzyıl başlarına kadar benimsenen bu klasik üslupla
resimlenen edebiyat, bilim ve tarihi konulu eserlerde, metinleriyle bağlantılı
özgün tasvir kalıpları ve ifade biçimleri yaratılmıştır.
174
(XVIII.
yüzyılın sonlarına doğru) tutkallı toprak boyanın, guvaş ve suluboyayla yer
değiştirmesiyle birlikte bazı yazmalar geleneksel minyatür sanatını sonlandıran
tekniklerle resimlendirilmiştir.
Cifr (cefr) ilmi: İslam kültüründe geleceğe ilişkin
bilgilere ulaşma yollarını gösterdiğine inanılan ilim.
Ehl-i hiref: Osmanlı Devletinin
imparatorluk haline gelmeye başladığı yıllardan sonra saray teşkilatı içinde
oluşturulan sanatçı ve zanaatkâr topluluğu. Bu topluluk sarayın her türlü
sanatsal gereksinimini karşılayan sanatçı ve zanaatkârların yanı sıra
cerrahlık, kehhallık gibi uzmanlık ve bilgi gerektiren mesleklerle, güreşçileri
de içermektedir.
Hurûfîlik: Tanrıyı, insanı ve tüm
varlıkları harfler ve sayılarla açıklamaya çalışan tarikat. Bu tarikat
Fazlullah tarafından 1398 yılında Horasan'ın Esterabad kasabasında kurulmuştur.
.
.
.
.