26 Temmuz 2021

Michel Foucault - Dışarının Düşüncesi / Maurice Blanchot - Hayalimdeki Michel Foucault

 .

.

.




.

.


Dışarının Düşüncesi - Michel Foucault

Hayalimdeki Michel Foucault - Maurice Blanchot 1966


(Çev. Ayşe Meral) Kabalcı Yayınevi, 2005, İstanbul




Dışarının Düşüncesi - Michel Foucault


12

Aslında dar anlamda “edebiyat” olarak anlaşılan şeyin doğmasına yol açan olay, yalnızca yüzeysel bir bakış için içselleştirme düzenindendir; daha çok “dışarıya” bir geçiş söz konusudur: Dil, söylemin varlık kipinden -yani temsilin hanedanlığından- kaçar ve edebi söz, her noktası birbirinden ayrı, en yakınlarından bile uzak ve aynı anda onları barındıran ve ayıran bir uzamda her başka noktaya göre konumlandırıldıkları bir ağ oluşturarak kendisinden başlayarak gelişir. Edebiyat, yakıcı tezahür noktasına dek, kendisine yaklaşan dil değildir, kendisini kendisinden en uzağa koyan dildir... Edebiyatın “öznesi” (onda konuşan şey ve onun konuştuğu şey) olumluluğu içinde, dilden çok “konuşuyorum”un çıplaklığında kendisini ifade ettiğinde kendi uzamını bulduğu boşluktur.


13

Bu tarafsız uzam günümüzde batı kurmacasını karakterize eder (bu nedenle de o artık ne bir mitoloji ne de bir retoriktir). Bununla beraber bu kurmacayı düşünmeyi zorunlu kılan şey -oysa eskiden hakikati düşünmek söz konusuydu- “konuşuyorum”un “düşünüyorum”un tersine işliyor olmasıdır. Gerçekten de “düşünüyorum” Ben’in ve varoluşunun su götürmez kesinliğine götürür; oysa “konuşuyorum” bu varoluşu geriletir, dağıtır, siler ve yalnızca boş yerinin ortaya çıkmasına izin verir. Düşüncenin düşüncesi, felsefe bize düşüncenin bizi en derin içselliğe götürdüğünü öğrettiği için daha da geniş bir gelenektir. Sözün sözü, bizi edebiyat aracılığıyla, ama belki başka yollarla da konuşan öznenin yok olduğu bu dışarıya vardırır.


15

Dilin varlığı, kendisi için ancak öznenin ortadan kaybolmasında ortaya çıkar.


16

Bir gün bu “dışarının düşüncesi”nin biçimlerini ve kategorilerini tanımlamaya çalışmak gerekecektir.


20

imgelenmiş dışarı türleri


22

Kurmacanın dilinden simetrik bir dönüşüm talep edilmektedir. Bu dil, artık imgeleri yorulmak bilmeden üreten ve parlamasını sağlayan iktidar değil de, onları çözen, fazla yüklerini hafifleten, onları patlamaya vardıracak kadar yavaş yavaş aydınlatan ve imgelenemezin hafifliği içinde onları saçan içsel bir saydamlıkla onlara yerleşen bir güç olmalıdır. Blanchot’da kurmacalar, imgelerden çok imgelerin dönüşümü, yer değiştirmesi, tarafsız aracısı, zaman aralığıdır. Bunlar kesindir, yalnızca gündeliğin ve anonimliğin gri tonlarında çizilmiş figürleri vardır; ve bunlar hayret etmeye yer bıraktıklarında, bunu asla kendi içlerinde değil, onları kuşatan boşlukta, köksüz ve kaidesiz bırakıldıkları uzamda yaparlar.


55

[... Yücelerde’de boş vaadin saf patlaması... ... Son İnsan’ın sonunda sonraki yeniden başlangıcın sözcükleriyle ilk temas.]

Böylece dil sözcüklere, söyleme ve edebiyata ilişkin bilincimizin oluştuğu bütün eski mitlerden kurtulmuş olarak kendisini keşfeder. Uzun zaman dilin zamanın efendisi olduğuna, verilmiş sözdeki gelecek bağı gibi bellek ve anlatı değerinde olduğuna; kehanet ve tarih olduğuna inanıldı; aynı zamanda bu hükümranlıkta hakikatin görünür ve ebedi bedenini ortaya çıkarma gücüne sahip olduğuna inanıldı; özünün sözcüklerin biçiminde ya da onları titreten solukta olduğuna inanıldı. Oysa o yalnızca biçimsiz bir söylenti ve ışıldamadır, gücü saklanmasındadır; bu nedenle zamanın erozyonuyla tek ve aynı şeydir; derinliksiz unutma ve bekleyişin saydam boşluğudur.


Dil, her bir sözcüğüyle, kendisinden önce varolan içeriklere doğru ilerler; ama varlığının kendisinde ve varlığının en yakınında kendisini tutmasıyla yalnızca bekleyişin saflığında açılıp yayılır. Bekleyiş ise hiçbir şeye yönelmez: çünkü onu bütünüyle karşılayacak nesne onu yalnızca silebilir. Bununla beraber bulunduğu yerde yazgısına boyun eğmiş hareketsizlik değildir; sona ermeyecek ve kendisine hiç dinlenme ödülü vaat etmeyecek bir hareketin dayanıklılığına sahiptir... Onu toplayan bellek değil, unutmadır.


57

Bekleyen ve unutkan varlığında, her belirli anlamlamayı ve konuşanın varlığını bile silen gizlenme gücünde, her varlığın özsel saklanma yerini oluşturan ve böylece imgenin uzamını özgürleştiren bu gri tarafsızlıkta dil ne hakikattir ne zamandır, ne ebediliktir ne insandır, o her zaman bozulmuş dışarının biçimidir...


Hayalimdeki Michel Foucault - Maurice Blanchot


67

iktidarın çeşitli düzenekleri [dispositif]







.

.

.


23 Temmuz 2021

Carlo Rovelli - Zamanın Düzeni

 .

.

.




.

.

Zamanın Düzeni


Carlo Rovelli


(Çev. Tolga Esmer), Tellekt Yayınları, 2020 İstanbul



5

loop (ilmek) kuantum kütle çekimi kuramı



11

hicviyeler


19

Zaman dağda daha hızlı, ovada daha yavaş akar.


27

Çevredeki hiçbir şey değişmiyorsa, ısı soğuk bir kütleden sıcak bir kütleye geçemez.


28

Doğanın temel denklemleri içinde zaman oku yalnızca işin içinde ısı varsa ortaya çıkar.


Yalnızca ısının olduğu yerde, geçmiş ile gelecek arasında bir ayrım vardır. Düşünceler geçmişten geleceğe doğru gelişir, ters yönde değil; aslında düşünmek de başımızda ısı üretir.


29


ΔS ≥ 0


Delta S her zaman 0’a eşit veya 0’dan büyüktür; buna “termodinamiğin ikinci yasası” denir (birincisi enerjinin korunumudur). İçeriğinin özü ısının yalnızca sıcak cisimlerden soğuk cisimlere geçmesi, tersinin hiçbir zaman mümkün olmamasıdır.


30

Isı, moleküllerin mikroskobik ölçekteki çalkantısıdır. Sıcak bir çay, moleküllerin çok çalkantılı olduğu bir çaydır. [Soğuk bir çayda moleküller az çalkantılı, daha soğuk olan bir buz parçasında daha da durağandır.]


31

Bir bardak suyun yansımaları içinde benzer biçimde -dünya üstünde yaşayan insanlardan çok daha fazla sayıda olan- sayısız molekülün kargaşa içindeki etkinliği budur.


Şeyler neden zamanın bir yönünde -geçmiş dediğimiz yönde- düzenliydi? Evrenin büyük oyun kağıdı destesi geçmişte neden düzenliydi? Entropi neden geçmişte düşüktü?


32

[Bazı dizilişlerin diğerlerinden daha özel olması...] “Özellik” kavramı yalnızca evreni bulanık, yaklaşık olarak gördüğüm anda doğar.


33

Geçmiş ile gelecek arasındaki fark, bizim doğayı bulanık biçimde görmemizle ilişkilidir. Bu, bizi dehşete düşüren bir sonuçtur: Benim bu kadar canlı, temel, varoluşsal duygum -zamanın akışı- doğayı en ince ayrıntısına kadar algılamayışıma mı bağlıdır?


34

Zaman bir başka önemli parçasını daha yitirmiştir: Özündeki geçmiş-gelecek farkını. Boltzmann zaman akışının özünde hiçbir şey olmadığını anlamıştı. Yalnızca geçmişteki bir anda evrenin gizemli olasılıksızlığının bulanık bir yansıması olduğunu...


35

[Yavaş ve hızlı hareket eden iki kişi] Hareket eden daha az yaşlanır, saati daha az bir zaman süresini gösterir, düşünmek için daha az zamanı olur, yanında götürdüğü bitki daha geç filizlenir vb. Hareket eden herkes için zaman daha yavaş geçer.


38

Şimdi” kavramı yakındaki şeylerle ilgilidir, uzaktaki şeyler için değil.


58

Fizikçiler, ... evrenin fiziksel gerçekliğinin örgüsünü oluşturan şeylere “alanlar” der. ... “Dirac” alanları... “Elektromanyetik” alan... “kütle çekimi” alanı...


59

Uzay-zaman kütle çekimi alanıdır... madde olmadan da kendiliğinden var olan bir şeydir.


74

Evreni bir olaylar ve süreçler toplamı olarak düşünmek, onu kavramanın, onun bilincine varmanın, onu betimlemenin en iyi yoludur. ... Evren bir nesneler toplamı değildir, bir olaylar toplamıdır.


Nesnelerle olaylar arasındaki fark, nesnelerin zaman içinde kalıcı olmasıdır. Olayların süresi sınırlıdır. Tipik bir nesne örneği bir taştır, yarın onun nerede olacağını merak edebiliriz. Oysa bir öpücük bir olaydır. Öpücüğün yarın nereye gideceğini merak etmenin bir anlamı yoktur. Doğa taş ağlarından değil, öpücük ağlarından oluşur.


75

Daha dikkatli bakılacak olursa, aslında bir nesne’ye en çok benzeyen şeyler de, sonuçta uzun süren olaylardan başka şeyler değildir. En sert taş bile kimyadan, fizikten, minerolojiden, jeolojiden, psikolojiden öğrendiklerimiz ışığında, aslında kuantum alanlarının karmaşık bir titreşimi, kuvvetlerin anlık bir etkileşimi, yeniden parçalanıp toza dönüşmeden önce çok kısa bir an için denge içinde, olduğu gibi kalmayı başarabilen bir süreç[tir]... Evren anlık seslerden ve denizdeki dalgalardan daha çok taşlardan yapılmış değildir.


76

[İnsan kesinlikle bir nesne değildir]; bir dağın üstündeki bulut gibi havanın, besinlerin, bilgilerin, ışığın, sözlerin vb. girip çıktığı karmaşık bir süreçtir... Bir toplumsal ilişkiler ağındaki [socius], bir kimyasal süreçler ağı içindeki, benzerleriyle alışveriş içinde bulunduğu duygular ağındaki düğüm noktalarından biri...


79

Dilbilgisinin yetersizliği...


83

Dilbilgisi, doğanın zengin yapısını kavramaktaki belirsizliğinin farkına varmamızdan önce bizim kısıtlı deneyimlerimizle oluşmuştur.


87

Doğayı betimlemek için zaman gerekli değildir. Onu betimleyen değişkenler gereklidir... göğün rengi, bir bambunun esnekliği, bir omuza konan elin basıncı, bir kaybın acısı... Dünyayı betimlediğimiz terimler bunlardır. Sürekli değiştiğini gördüğümüz nicelikler ve özellikler... Bu değişimlerde düzenlilikler vardır... Bu nicelikler arasında birbirlerine göre düzenli olarak değişen bazı nicelikler vardır: Günlerin sayısı, ayın evreleri... Referans olarak bunları kullanmak kolaydır: Yarın saat 04:35’te buluşalım...


Bütün bunlar için ayrıcalıklı bir değişken seçmemiz ve ona “zaman” dememiz gerekmez. Bilim yapmak istiyorsak, değişkenlerin birbirine göre nasıl değiştiğini söyleyen bir kurama ihtiyacımız vardır. Evrenin... bir zaman değişkenine ihtiyacı yoktur: Bize yalnızca doğada değiştiğini gördüğümüz şeylerin birbirine göre nasıl değiştiklerini söylemesi gerekir. Yani bu değişkenler arasında geçerli olabilecek hangi ilişkiler olduğunu...


88

Kuantum kütle çekiminin temel denklemleri tam da böyle oluşturulmuştur: Bir zaman değişkeni içermezler ve evreni değişken nicelikler arasındaki olası ilişkileri belirterek betimlerler.


91

Üstünde çalıştığım ilmek kuantum kütle çekimi denklemleri...


Kuramın değişkenleri bildiğimiz maddeyi, yani fotonları, elektronları, atomu oluşturan diğer parçacıkları ve kütle çekimi alanını meydana getiren alanları -hepsi birbiriyle eşit düzeyde olacak şekilde- betimler.


Alanlar tanecikli bir yapıyla ortaya çıkar: Temel parçacıklardan, fotonlardan ve kütle çekimi kuantumlarından, daha doğru ifadeyle “uzay kuantumları”ndan oluşurlar. Bu temel tanecikler uzaya gömülü halde bulunmaz; uzayı onlar oluşturur. Daha iyi bir ifadeyle, evrenin uzamsallığı onlar arasındaki etkileşim ağıdır. Zaman içinde bulunmazlar; sürekli olarak birbiriyle etkileşimde bulunur, hatta yalnızca sürekli etkileşime dayanarak var olurlar; bu etkileşim de evrenin bir olay olarak gerçekleşmesinin ta kendisidir; bu zamanın en küçük temel biçimidir ve ne bir yönü vardır, ne doğru şekilde düzenlenmiştir, ne de Einstein’ın araştırdığı gibi eğri ve pürüzsüz bir geometrisi vardır.


Bu etkileşimlerin dinamiğinin temelinde olasılık vardır. ... Evrenin olaylarının tam bir haritasını, tam bir geometrisini çizemeyiz çünkü olaylar ve bunlarla birlikte zamanın geçişi, her zaman yalnızca bir etkileşim içinde ve etkileşimi kapsayan fiziksel sisteme ilişkin olarak gerçekleşir. Evren birbirleriyle ilişkide olan bakış açılarının bir toplamıdır; “evrenin dışarıdan görünüşü” ifadesi mantıklı değildir çünkü evrenin “dışı” diye bir şey yoktur.


92

Uzamsal bitişiklik ilişkileri uzay taneciklerini ağlarla birbirine bağlar. Bunlara “spin ağları” denir. ... Bir spin ağındaki tek bir halkaya loop [ilmek] denir... Ağların kendileri de kesikli sıçramalarla birbirlerine dönüşür ve kuramda spin köpükleri olarak adlandırılan yapılar olarak betimlenir.


98

Yakından bakıldığında doğadaki her şey bulanık görünür. Tam olarak nerede dağ biter ve ova başlar? ... Dünyayı kalın dilimlere böleriz. Onu, belirli bir ölçekte ortaya çıkan, bizim için anlamlı kavramlar çerçevesinde düşünürüz.


99

Isıl zaman”


Isıl moleküler karışımın çılgınlığı içinde, değişebilecek tüm değişkenler sürekli olarak değişir. ... yalnızca biri değişmez: Yalıtılmış bir sistemde bulunan toplam enerji. Enerji ile zaman arasında sıkı bir bağ vardır.


100

Boltzmann, bir bardak suda görmediğimiz sayısız mikroskobik değişken olduğu gerçeğinden yola çıkarak, ısının davranışının bir bulanıklık içerdiğini anlamıştı. Suyun olası mikroskobik konfigürasyonlarının sayısı entropidir. Ama bundan öte başka bir şey de doğrudur: Bulanıklığın kendisi de özel bir değişkeni, zamanı belirler.


102

Bulanıklık, doğanın mikroskobik ayrıntılarını göremeyişimizdir. Fizikteki zaman sonuçta, evren hakkındaki bilgisizliğimizin ifadesidir. Zaman bilgisizliktir.


109

Bağlamsallık


Bilim yaptığımızda, evreni mümkün olduğunca nesnel betimlemek isteriz. Bakış açımızdan kaynaklanan çarpıklıkları ve görsel yanılsamaları ortadan kaldırmaya çalışırız. Bilim nesnelliği amaç edinir; yani üstünde anlaşma sağlayabileceğimiz ortak bir bakış açısını...


Bu çok iyi ama gözlemi yapan kişinin bakış açısını göz ardı ettiğimizde ne kadar çok şey yitirdiğimize de dikkat etmek gerekir. Nesnellik kaygısındaki bilim, evrene ilişkin deneyimimizin içeriden olduğunu unutmamalıdır. Evrene her göz atışımız her durumda özel bir bakış açısından olur.


bağlamsallık [indeksikallik]


111

... bize verilmiş olan doğa, dışarıdan görülen evren değil, içeriden görülen dünyadır.


Evreni, kozmosun sayısız değişkenlerinden çok küçük bir bölümüyle etkileşerek, içeriden gözlemliyoruz. Onun bulanık bir görüntüsünü görüyoruz. Bu bulanıklık, evrenin etkileşime girdiğimiz dinamiğinin bulanıklık derecesini ölçen entropiye bağlı olması sonucunu doğurur. Kozmostan daha çok bize ilişkin bir şey ölçer.


115

Evreni harekete geçiren enerji değil, entropidir.

... enerji boldur ve tükenmez. Dünyanın işlemeye devam etmesi için gerekli olan enerji değil, düşük entropidir.


Enerji (mekanik, kimyasal, elektriksel ya da potansiyel şeklinde olsun) ısıl enerjiye yani ısıya dönüşür, soğuk şeylere gider, oradan da onu bir bedel ödemeden geri almak ve bir bitkiyi büyütmek veya bir motoru çalıştırmak için yeniden kullanmanın artık bir yolu yoktur. Bu süreç içinde enerji aynı kalır ama entropi artar, geriye dönmeyen şey budur. Onu tüketen termodinamiğin ikinci yasasıdır.


116

Dünyayı döndüren enerji kaynakları değil, düşük entropi kaynaklarıdır


... zengin bir düşük entropi kaynağımız var: Güneş. Güneş bize sıcak fotonlar gönderir. Yeryüzü de ısıyı, daha soğuk fotonlar fırlatarak karanlık göğe yansıtır.


Ama evrenin entropisinin artması bir kutudaki gazın aniden genleşmesi gibi hızlı olmaz, yavaş yavaş gerçekleşir ve uzun sürer. ... Her şeyden önce, entropinin artması için kapalı kapılar ve engeller, zor geçitler vardır.


Örneğin bir odun, kendi başına bırakıldığında uzun süre dayanır. Maksimum entropi durumunda değildir çünkü karbon ve hidrojen gibi onu meydana getiren elementler, oduna biçim vermek için çok özel (düzenli) biçimde birleşmiştir [socius]. Bu özel bileşimler ortadan kalkarsa entropi artar. Bu, odun yandığında olan şeydir... Öte yandan odun kendi kendine tutuşmaz [bir şeyin buna geçit açması gerekir]...


117

Evrenin her yerinde entropinin artmasını tıkayan, dolayısıyla geciktiren engeller vardır.


118

Canlılar da birbirlerini tetikleyen benzer süreçlerden meydana gelir. Bitkiler güneşin düşük entropili fotonlarını fotosentez yoluyla toplar. Hayvanlar yemek yiyerek düşük entropiden beslenir. (Eğer bize entropi yerine enerji yetseydi, yemek yemek yerine hepimiz sıcak Sahra Çölü’ne giderdik). Her bir canlı hücrenin içindeki karmaşık kimyasal süreçler ağı, düşük düzeydeki entropiyi arttıran kapıları açıp kapayan bir yapıdır. ... Yaşam, birbirlerini harekete geçiren, birbirlerinin katalizörü olan entropi artışı süreçlerinin oluşturduğu bu ağdır.


Bütün evrensel başkalaşım, başta sıralı olan, sonra karıştırıldıkça düzensizleşen bir deste oyun kağıdı gibi, yavaş yavaş gerçekleşen bir düzensizleşme sürecidir.


[karışma - melezleşme]


119

Geçmişe ait izlerin var olmasının, geleceğin izlerinin var olmasının tek nedeni entropinin geçmişte düşük olmasıdır. Başka bir nedenden değil. Geçmiş ile gelecek arasındaki farkın tek kaynağı geçmişteki düşük entropidir...


Isının olmadığı bir dünyada her şey elastik olarak geri seker ve hiçbir şey kendi izini bırakmaz.


Geçmişin belirlenmiş olduğuna yönelik o tanıdık duyguyu yaratan şey, geçmişe ait izlerin bol bulunmasıdır. Geleceğe ait benzer izlerin olmaması, geleceğin belirsiz olduğu duygusunu yaratır.


123

... biz insanlar neyiz? Varlıklar mı? Ama evren varlıklardan oluşmaz, birbiriyle birleşen olaylardan meydana gelir.


124

Kimliğimizin temelini farklı unsurlar oluşturur.


Birincisi her birimiz kendimizi evren içinde belirli bir bakış açısıyla tanımlarız.


125

Kimliğimizi belirleyen ikinci unsur... Evren hakkında düşünürken onu varlıklara göre düzenleriz. Evreni, elimizden geldiği kadar daha iyi etkileşime girebileceğimiz, az çok düzenli ve kararlı süreçler sürekliliği olarak bir araya getirerek ve bölerek düşünürüz. ... Dünya üzerinde çizgiler çizerek onu parçalara ayırırız; sınırlar belirleriz, dünyayı bölerek sahipleniriz. Bu şekilde işleyen şey, sinir sistemimizin yapısıdır. Duyularımız uyaranlarını alır, sürekli olarak bilgileri değerlendirerek bir davranış ortaya çıkarır. Bunu, giren bilgi akışını -mümkün olduğu kadar- öngörmeye çalışarak sürekli olarak değişen esnek dinamik sistemler oluşturan nöron ağları aracılığıyla yapar. Nöron ağları bunu yapmak için, dinamiklerinin az çok kararlı sabit noktaları, giren bilgi içinde veya dolaylı olarak kendi değerlendirme süreçleri içinde buldukları yinelenen örüntülerle eşleştirerek değişim geçirir. ... Eğer böyleyse, “kavramlar” gibi “nesneler” de sinir sisteminin dinamiği içinde bulunan, duyu girdilerindeki ve sonraki değerlendirme süreci içindeki tekrar eden yapılar tarafından tetiklenen sabit noktalardır.


126

... kimliğimizi belirleyen üçüncü unsur: bellek...


127

Beyin, büyük ölçüde, sürekli olarak geleceği öngörmek için geçmişe ait anılar toplayan bir mekanizmadır.


129

[Hıristiyanlıkta] “Yaşın ve zamanın gerçeklikte var olmadığını, yalnızca zihinde var olduğunu (savunmak kâfirliktir)”


132

... zihin beynimizin işleyişidir. Bu işleyişten (biraz) anlamaya başladığımız şey, bütün beynimizin, geçmişin nöronlarını birbirine bağlayan sinapslar üstünde bıraktığı bir izler toplamı temelinde çalıştığıdır. Binlerce sinaps sürekli olarak yaratılır sonra da -özellikle uykuda- silinerek geride geçmişin, sinir sistemimizi geçmişte etkilemiş olan şeylerin, bulanık bir görüntüsünü bırakır.


133

Zaman bizim için evrene kısıtlı bir erişim kanalı açar. Öyleyse zaman, beyinleri temel olarak bellek ve öngörüden meydana gelen biz insanların evrenle etkileşime girme biçimimizdir, benliğimizin kaynağıdır.


134

Zaman acı çekmektir.


138

Evrenin temel yapısında ne uzay ne de zaman bulunur; yalnızca olasılıklarını ve ilişkilerini hesaplayabildiğimiz, fiziksel nicelikleri birbirine dönüştüren süreçler vardır.


... geçmiş ile gelecek arasında bir fark yoktur...


Evrenle etkileşimimiz kısmidir, bu nedenle onu bulanık görürüz. Bu bulanıklığa kuantum belirsizliği de eklenir. Bunun sonucu olan bilgisizlik özel bir değişkenin, ısıl zamanın ve belirsizliğimizi ölçen bir entropinin var olmasını sağlar.


139

Gündelik yaşamımızda ışık hızına göre çok küçük hızlarda hareket ederiz, bu nedenle farklı saatlerin farklı öz zamanları arasındaki uyuşmazlıkları görmeyiz, bir kütleye farklı uzaklıklarda bulunan noktalardaki zamanın geçiş hızları arasındaki farklar da ayırt edilebilmek için çok küçüktür.


146

... düşüncemiz yalnızca kendi zayıflığının tutsağı değildir, daha da çok kendi dilbilgisinin kurbanıdır.

.

.

.

.