.
.
.
.
.
.
Osman Hamdi Tablolarında Gerçekle İlişkiler
V. Belgin
Demirsar
Kültür
Bakanlığı Yayınları, 1058, 1989 Ankara
5
[Kaptan-ı
Deryâ Hüsrev Paşa tarafından evlatlık edinilerek yetiştirilen Osman Hamdi’nin
babası İbrahim Edhem, 1829 yılında Fransa’ya okutmaya gönderilen ilk Türk
öğrencilerindendir. (9-10 yaşlarında). …
1839 Paris Maden Okulu’ndan mezun oluyor. … 1877-1878 yılları arasında
sadrazamlık yapıyor. … 1883 İçişleri Bakanı… 1893’de ölüyor.]
Edhem
Paşa kendisi gibi oğullarının da Batı’da öğrenim görmesini, Batı kültürüyle
yetişmesini çok arzu etmiş ve bunu sağlamak için de elinden geleni yapmıştır.
1857 yılında büyük oğlu Osman Hamdi’yi hukuk öğrenimi için Paris’e
göndermiştir. Osman Hamdi burada bir süre hukuk öğrenimine devam ettikten sonra
güzel sanatlara olan sevgisinin ağır basmasıyla, hukuk ve resmi bir arada
yürütmeye çalışmış fakat sonunda resmi tercih etmiştir. Paris’te Güzel Sanatlar
Okulu’na devam ederken, aynı zamanda özel atelyelere de gitmiştir. Osman
Hamdi’nin hocaları zamanın tanınmış ressamlarından Gérôme (1824-1904) ve
Boulanger (1824-1888)’dir.
O’nun
Paris’te olduğu sırada 1862 yılında Ahmed Ali Efendi (Şeker Ahmed Paşa,
1841-1907) ve Süleyman Seyyid (1842-1913) de Paris’e resim öğrenimi için
gelmişlerdir. (Süleyman Seyyid Cabanel’in (1823-1889) atelyesinde çalışıyor).
6
Osman
Hamdi Paris’te on iki yıl kalmıştır. Yani 1867 Uluslararası Paris Sergisi
sırasında oradadır. [Bu sergide onun da bir eseriyle katılmış olması
muhtemeldir. Çünkü bu sergiden aldığı bir madalyası bulunmaktadır].
Osman
Hamdi Paris’te Marie adlı bir kızla evlenir. Bu evlilik on yıl kadar sürer
(Türkiye’ye döndükten 4-5 yıl sonra ayrılırlar. Fatma ve Hayriye isimli iki
kızları olur).
Osman
Hamdi Viyana’da bulunduğu sırada (Abdülaziz tarafından 1873 yılında Viyana’da
açılan Uluslararası sergiye komiser olarak atanmıştır) yine bir Fransız ve
1869
yılında Osman Hamdi İstanbul’a döner.
7
Sanayi-i
Nefise Mektebi’nin ilk binası, müzenin bahçesinde şimdi Eski Şark Eserleri
Müzesi olarak kullanılan binadır.
9
1874 yılında
Fransız ressam Guillemet İstanbul’da ilk özel resim akademisini açmıştır (Eylül
1874’de Beyoğlu’nda). 1877 yılında ilk defa resmi bir akademinin kurulması
yolunda çalışmalara başlanır. Bu okul hem resim, hem de mimarlık alanında
öğretim yapacaktır. Guillemet de okulun hem müdürlüğünü yapacak,hem de resim
derslerini verecektir. [Bu sırada Guillemet Osmanlı-Rus savaşı çıktığı sırada
ölür] Bundan sonra akademinin kurulup, öğrenime geçmesi için daha beş buçuk yıl
geçecektir.
Sanayi-i
Nefise Mektebi’nin, Ticaret Nezareti’ne bağlı olarak (30 Aralık 1886’da Ticaret
Nezareti’nden ayrılarak Maarif Nezareti’ne bağlanır) ve müdürlüğüne de Osman
Hamdi getirilerek kurulmasına karar verilir. … 2 Mart 1883 yılında … öğretime
başlanır. Öğrencilere resim, heykel, mimarlık ve gravür konusunda dersler
verilecektir. Fakat gravür dersini verecek hoca bulunamadığından, önceleri bu
bölüm faaliyete geçememiştir. Sonunda Fransa’dan Napier adlı kişinin
getirilmesi ile 1892’de bu bölüm de derslerine başlar.
Akademinin
ilk açılışındaki öğretim görevlileri ve dersleri şöyledir:
Heykel
Öğretmeni: Yervant Osgan (aynı zamanda müdür muavini),
Yağlıboya
öğretmeni: Salvator Valéri,
Karakalem
ve Tezyinat Öğretmeni: Warnia-Zarzecki,
Fenn-i
Mimari Öğretmeni: Vallauri ve yardımcısı P. Bello,
Tarih
Öğretmeni: Aristofanis Efendi,
Ulûm-u
Riyaziye (matematik) Öğretmeni: Kaymakam Hasan Fuat Bey,
Teşrih
(anatomi) Öğretmeni: Kolağası Yusuf Râmi Efendi.
Osman
Hamdi’nin Sanayi-i Nefise Mektebindeki müdürlüğü ölümüne kadar devam eder (27
yıl). O’nun ölümü üzerine 1892’den beri müdür muavinliği görevini yürüten
kardeşi Halil Edhem Bey müdürlüğe atanır.
Osman
Hamdi, müze ve Sanayi-i Nefise Mektebi müdürlüklerinden başka, 1894’den beri
Düyûn-u Umumiye’nin Osmanlı Dayinler Vekili idi. Yine tütün rejisi ile birtakım
bankaların da başkan ve üyesiydi.
Ölüm, 24
Şubat 1910… Eskihisar’da Köşk’ün arkasında, ağaçlar arasındaki bir tepeye
gömülür. Mezarının baş ve ayak kısmına o zamanın heyet-i vükelası (bakanlar
kurulu)’nın kararıyla isimsiz iki Selçuklu mezar taşı dikilmiştir.
(Dipnot
25: … Osman Hamdi, Eskihisar’ı, babasının Gebze’deki konağına gittikleri
sıralarda tanımıştır. Daha gençlik yıllarında buradan yirmi sekiz dönümlük bir
arazi almıştır. 1884 yılında da bu sakin yerde bir köşk yaptırmıştır. Planını
kendisinin çizdiği bu yüz yıllık yapı, Fransız mimarisinin izlerini taşır.
Yapının bütün malzemeleri (kiremit, tuğla, ahşap aksam, vs.) Fransa’dan,
Lyon’dan getirilmiştir.)
10
Batı
Anlamında Türk Resim Sanatı
[Lale Devri Osmanlı Devleti'nde, 1718 yılında
Avusturya ile imzalanan Pasarofça
Antlaşması ile başlayıp, 1730 yılındaki Patrona Halil İsyanı ile sona eren
dönemdir. Bu dönemin padişahı III. Ahmet, sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim
Paşa'dır. "Zevk ve sefâ" devri olarak bilinir. Adını, o dönemde İstanbul'da
yetiştirilen ve zamanla ünü dünyaya yayılan lale çiçeklerinden alır. Bu dönem
gerileme dönemine dahil olmaktadır. İnce ve hassas bir ruha sahip olan Sultan
III. Ahmet, sadrazam Damat İbrahim Paşa ile uyum içerisinde çalışmış, bu sırada
yaşanan Lâle Devri'nde sanat ve
toplumsal hayata özgün bir anlayış getirilmişti. Sultan III. Ahmet, Topkapı
Sarayı ile Yeni Câmii'de birer kütüphane, Ayasofya'da Bâb-ı Humâyun'un
karşısında Türk sanat şaheserlerinden sayılan Sultan Üçüncü Ahmet Çeşmesi ve
İstanbul'un su ihtiyacını karşılamak amacıyla da "Deryayi Sim" adlı
bir su bendi inşa ettirmiştir. Bunlardan başka Üsküdar Yeni Vâlide Câmii,
Çorlulu Ali Paşa Medresesi, Damat İbrahim Paşa Camii ve Külliyesi, İstanbul'da
Yeni Postane arkasında Daarül Hadis ve Sebil, Ortaköy Camii önündeki çeşme,
Üsküdar Şemsi Paşa'da Hüsrev Ağa Camii önündeki çeşme ve Çubuklu Camii
yanındaki Mesire Çeşmesi gibi eserler de yine bu dönemde yapılmıştır. Yenilikler: Paris, Londra ve Viyana gibi
Avrupa başkentlerine geçici elçilik heyetleri yollanmış, böylelikle Avrupa’yı
daha yakından tanıma imkânı sağlanmıştır.
Sayid
Efendi ve İbrahim Müteferrika Avrupa'dan matbaayı getirmişlerdir. İlk kez çiçek
hastalığına karşı aşı uygulanmıştır. İstanbul'daki yangınları önlemek için
yeniçerilerden Tulumbacılar adı verilen bir itfaiye ocağı kurulmuştur. Çini
atölyeleri açılmıştır. Kağıt fabrikası açılmıştır. Lale Devri’nde sanat
alanında görülen en önemli kişi Levni’dir. Asıl adı Abdülcelil Çelebi olan
Levni bu devrin en büyük nakkaşıdır.]
(Lale
Devri’yle başlayan bu süreçte) … karşılıklı ilişkiler sonucunda Osmanlı devlet
adamları Batının teknolojisini iyice tanıyor ve ondan faydalanmayı düşünüyor,
Batı ise bu topraklarda ekonomik, siyasi, askeri menfaatler edinmeye
çalışıyordu. Batı anlamında resim Türkiye’ye bu sırada girmiştir. Yani Batının
bilgi ve teknolojisinden faydalanmaya çalışılırken bu tür resim Türkiye’de
tanınmaya başlanmıştır.
(1773’de
Mühendishane-i Bahri-i Hümâyun (İmparatorluk Deniz Mühendishanesi) öğretime
başlıyor). Türkiye’de programında ilk defa resim dersinin kesin olarak yer
aldığını bildiğimiz okul 1793’de kurulan Mühendishane-i Berri-i Hümâyun
(İmparatorluk Teknik Mühendishanesi)’dur. … Fakat burada, resmin sanat yönüne
ağırlık vermekten çok, teknik bilgiye önem veriliyordu (desen ve perspektif).
Bu dersi veren hocalar ise dışarıdan gelen mühendislerdi.
Sadece
süsleme amacıyla yapılan minyatürde, perspektif ve ışık-gölge söz konusu
olmadığından, bir eşyayı veya doğayı doğru olarak vermek mümkün değildi.
Avrupa’ya
ilk olarak 1829 yılında (askeri öğrenim görmek için) öğrenci gönderilmiştir.
1835 yılında Avrupa’ya gönderilen Ferik İbrahim Paşa (1815-1889) ve Ferik
Tevfik Paşa (1819-1866) bugün için bildiğimiz, Avrupa’da resim öğrenimi gören
ve yağlıboya ile çalışan ilk ressamlarımızdır. (Hüsnü Yusuf Bey (1817-1939)
daha sonra gitmiş). Batı tarzında resim yapan bu üç sanatçımız renkten çok
desen ve perspektife önem vermişlerdir.
II.
Mahmud dönemi (1808-1839) güzel sanatlar açısından olduğu kadar hemen her
alanda ilerlemenin kaydedildiği bir devre olmuştur (yukarıda belirtildiği gibi,
ilk öğrenci kafilesi onun döneminde gönderiliyor). II. Mahmud kendi resmini
yaptırıp, devlet dairelerine astırarak bu konuda çok önemli bir adım atmıştır.
(1840’lar)
Sir David Wilkie, İstanbul’da bulunduğu sırada Abdülmecid’in bir portresini
yapmıştır. Fransız ressam Felix Zeim’in (1821-1911) İstanbul’da bulunduğu
1845-48 yılları arasında yaptığı suluboya ve yağlıboya manzaralar… Baba-oğul
Preziosiler de İstanbul’u konu alan gravürler, yaşamdan kesitler ve
kıyafetlerle ilgili suluboya taplolar yapmışlardır. … Mimar Gaspare Fosatti…
İstanbul yapılarını konu alan resimler yapmıştır. Avusturyalı ressam Ordeker
(ya da Oreker), sarayda yalnızca padişaha sergilenmek üzere kendi resimlerinden
oluşan ilk resim sergisini açmıştır.
(1839’da
kurulan Rüştiye -ilkokul ile ortaokul arasında bulunan bir basamak) … bu
tarihten itibaren pek çok sivil okul açılmıştır ve askeri, sivil tüm okulların
ders programında resim dersi yer almıştır.
(1861
yılında tahta çıkan Abdülaziz’in 1867 yılı Avrupa gezisinden sonra at üzerinde
bir heykelini yaptırmak istemiş). Bunun için de C.F.Fuller isimli bir
heykeltıraşı İstanbul’a getirtmiş ve heykelini yaptırmıştır (1871). (Heykel
Beylerbeyi Sarayında)
Abdülaziz
devrinde Avrupa’da resim öğrenimi gören Şeker Ahmed Paşa, Süleyman Seyyid ve
Osman Hamdi İstanbul’a geri dönmüşlerdir. (Avrupa’ya gitmemiş ama tanınmış
ressam Hüseyin Zekai Paşa…) [Bu kuşaktan önce, ama çelişkili bir biçimde
doğumları bu kuşaktan sonra gelen, N. Berk’in minyatür geleneğinden sıyrılan
ilk Türk ressamları, Türk İptidaileri, geçiş dönemi ressamları olarak
adlandırdığı kuşak vardır.] Primitif Salih Molla Aşkî (1846-1925)… genellikle
asker kökenlidirler. Eyüplü Cemal, Ahmed Ragıp, Osman Nuri, Cihangirli Mustafa,
Ahmed Ziya, Hüseyin Giritli, Hilmi Kasımpaşalı, Şekip ve Şevki, Fahri Kaptan,
Emin Baba, Ahmed Rıfat, Salih Molla Aşkî ve Ahmed Münib… ortak özellikleri
birbirine benzer peyzajlar yapmalarıdır ve doğadan değil de fotoğraftan
yapıldıkları için birbirine benzemektedirler. … Bu resimlerde gökyüzü hep
masmavidir. Hiçbir şey kımıldamaz, her şey sonsuza kadar aynı ışık kaynağından,
aynı derecede aydınlanmıştır. Ressamların kişiliklerini saklayan, yorumsuz
resimlerdir bunlar. Sanki ilk bakışta hepsi bir elden çıkmış gibidir.
14
19.
yüzyıl başlarında romantik ressamlar Doğuya ait konuları işleyerek kısıtlı
konulardan kurtulmuşlardır. Başta Fransa olmak üzere (kolonileşme sonucu dış
dünyaya en fazla açılan ülkedir) İngiltere, Almanya ve Avusturya’da akademik
ressamların Orientalist türde resimler yaptıkları görülür. Kolonileşme ve
ticaretin yanı sıra arkeoloji alanındaki ilerlemeler de Batılının Osmanlı
topraklarına olan ilgisini arttırmıştır. Jean Léon Gérôme, 1854 yılında
Orta-Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerini kapsayan bir geziye çıkmış, İtalya,
Türkiye, Mısır’da sanatıyla ilgili pek çok çalışma yapmıştır (foto çekmiş).
(Orientalist sanatçılar) tablolarında Doğunun gerçek yaşantısını yansıtmaya
çalışmışlardır. Parlak renkler, güneş, Doğu kıyafetleri, sokak ve Pazar
yerlerinin hareketliliği, çiniler, halılar, kilimler ve parlak yüzeyler bu
tabloların vazgeçilmez elemanlarıdır. Akademik resimler içinde Orientalist
olanları gerçekçilikleriyle hemen fark edilirler. Gérôme’un, Kahire’ye giderken
yanında bir fotoğraf makinesi götürdüğü ve bu fotoğraflardan faydalanarak
yaptığı resimlerin 1865 yılındaki
sergide fotografik gerçekçilikleri açısından övgü ile karşılandığı bilinir.
(Art in
America dergisinin Mayıs 1983 tarihli sayısında Linda Nochlin’in bir
makalesinde:) … Fransız resminin gerçekçilik iddialarını ortaya sürdüğü çeşitli
savlarla çürütmektedir. Bu yazara göre Batı, özellikle Fransa, Doğu ülkelerine
yaptıkları müdahaleleri haklı göstermek için bu yollara başvuruyordu. Yine ona
göre, Gérôme’un resimlerinde, Batılıların Doğudaki varlığı tümüyle gizlenmişti.
Doğu, Batı’daki ilerlemelere karşı ilgisiz, kendi zevk ve düş dünyasına dalmış,
bakımsız bir yer olarak gösterilmişti. Nochlin, bu sanatçıların, özellikle
Doğunun yıkılan, harap yerlerini, yapılarını resmederek kendilerini haklı
göstermeye çalıştıklarını savunmuştur. Nochlin, Orientalistlerin sanıldığı
kadar saf ve gerçekçi olmadıklarını, resimlerinde politik olayları bu
görüntülerle gizleme yollarına gittikleri düşüncesindedir.
15
(Osman
Hamdi, Şeker Ahmed Paşa o sırada Avrupa’da Delacroix, Ingres, Courbet’in bağlı
olduğu realist akım, Impressionist akım, … tüm bunlara karşı ilgisizdiler).
Belki ilk yıllar için bunu doğal karşılamak gerekir. Batı anlamında resim
geleneği olmayan bir ulusun çocuklarının henüz öğrenciyken, Impressyonistlerin
çalışma tarzını kabul etmelerini bekleyemeyiz.
Gérôme
tam anlamıyla Orientalist bir ressamdır. … Fakat O’nu (Osman Hamdi’yi) Batılı
Orientalistlerle bir tutamayız. Batılı Orientalistler … kendilerinin Doğu
üzerindeki baskı ve müdahalelerini haklı göstermek için, hep Doğunun geri
kalmışlığını, harap yapılarını, sokak satıcılarını, yılan oynatıcılarını
resmetmişlerdir. Kadını bir seks sembolü olarak almışlardır. Oysa Osman
Hamdi’nin amacı farklıdır. O tablolarında Batılıya ilginç gelecek sahneleri
işler, Doğu’nun özellikle de Türk sanatının güzelliklerini gözler önüne serer.
Türk
resminde, içinde insan figürü bulunan konulu kompozisyonlar ilk ressam Osman
Hamdi’dir. Büyük boyda insan figürü ilk kez O’nun tablolarında görülür. O’nun
figürleri kendine güvenen, dimdik duran, düşünen insanlardır. … Erkek
figürlerinin kıyafetleri ya dini, ya da O’nun yaşadığı devirden eski zamanlara
aittir (O’nun zamanının Türkiye’sinde artık erkekler Batıda giyilen kıyafetleri
giyiyorlardı). Erkek giysilerinin bazılarında, Suriye ve Irak yörelerinin
etkisi görülür. Dönemin giysileri hakkında çok geniş bilgiye sahip olan Osman
Hamdi gibi bir sanatçının neden tablolarındaki figürlerde bu kıyafetleri tercih
ettiği sorusu akla gelir: Doğu yaşantısını kuvvetle vurgulamak için bu
giysileri kullanmış olsa gerek. Kıyafetler bir tarafa bırakıldığında… (sonrası
Türklük).
Osman
Hamdi’nin tablolarında, İslâm dininin tasviri günah saymasının yarattığı
çekingenlikten hemen hemen hiçbir iz yoktur.
16
Tablolarında,
kullandığı eşyanın yapısını, özelliklerini bozmadan, bunlara yeni bir şeyler
katmadan en ince ayrıntısına kadar işlediği görülür.
Osman
Hamdi’nin bazen bir tabloda değişik giysi ve duruşlarda, ikili veya üçlü
görünümlerde yer aldığı da olmuştur. Örneğin, “Cami Kapısı Önünde Konuşan
Hocalar” adlı tablosunda gördüğümüz üç kişi de Osman Hamdi’nin kendisidir.
.
.
.
.