.
.
.
.
.
.
.
.
Sanat Dünyaları (1982) (1978-79)
Howard S. Becker
(Çev. Evren
Yılmaz), Ayrıntı Yayınları 2013 İstanbul
“Leppert'e göre teamül,
herhangi bir işi toplumun onay verdiği
belli bir tarzda yaparken izlenen yoldur.
(eğilim)” (Tekiner, 20)
11
… soracağınız türde soruların ve uğraşacağınız türde meselelerin
ampirik temelli bir araştırması…
12
… kafamdaki fikirler, bir vaka incelemesinden çok, karşılaştırmalı
bir çalışmaya uygundu…
Farklı bir şey yapmak, yeni bir çalışma alanına girmek istiyordum.
Sanat sosyolojisinin yeterince gelişmemiş bir alan olduğunu düşünüyordum. … …
Avrupalı düşünürlerin kitapları gibi (örneğin Goldman, 1965) felsefi, estetiğin
klasik sorunlarıyla meşgul, sanatsal değer yargıları gibi şeylerle ilgiliydiler
… az miktardaki çalışma ise genellikle oldukça nicelikseldi ve sanatsal
faaliyetin örgütlenmesiyle ilgilenmiyordu.
14
Bir şeyi araştırmaya başladığımda bana yol gösteren temel
prensiplerin en önemli üç tanesi şunlardır: 1. Sosyolojinin konusunun
insanların şeyleri birlikte nasıl yaptığı (kolektif faaliyet) olduğunu belirten
prensip. … 2. Pek çok açıdan benzer görünen ancak tam da aynı olmayan başka bir
vakaya bakarak, bir vaka hakkında bazı şeyler keşfedebileceğinizi belirten
karşılaştırma prensibi [Bourdieu
karşılaştırılan vakalardan birinin uzak, diğerinin yakın bir tarihten
seçilmesini de önererek zaman farkını da işin içine katıyor!]. Bu tür iki
veya üç vakayı yan yana koymak aynı olguların -aynı kolektif faaliyet
biçimleri, aynı süreçler- farklı mekânlarda farklı biçimler aldığını, bu
farklılıkların neye bağlı olduğunu ve sonuçlarının nasıl değişiklik
gösterdiğini görmenizi sağlar. 3. Hiçbir şeyin bir anda olmadığını, her şeyin
aşamalar halinde olduğunu, önce bir adım, sonra başka bir adım, sonra bir
başkası derken bunun sürekli devam ettiğini belirten süreç prensibi.
16
Belirli bir malzemeyle çalışmaya alışan sanatçıların bu malzemeye
bağımlı hale gelebilecekleri…
18
… “kolektif eylem” ve “gelenek” aynı şeydi…
19
Mesele sanat olunca … (rol dağıtımı) araştırmak istediğim olay veya
nesneye katkıda bulunduğu söylenebilecek (hatta söylenemeyecek) herkesin
listesini yaparım.
21
… kapsamlı incelemeler, yayıncıların yayımladıkları eserlere
önemli ölçüde müdahale ettiklerini ortaya koydu.
22
karşılaştırma prensibi
… sanat sosyolojisi üzerine bir ders vermeye başladım. (23)
Örnekleri biriktirdikçe karşılaştırdım, derste anlattım ve onları bir arada
tutabilecek bir çerçeve yarattım…
23
Genelleştirmeler peşinde değilim, karmaşıklığı görmek istiyordum.
Genelleştirmelerim, daha ziyade, neyin mümkün olduğu, sanatsal faaliyet üzerine
yapılan bir incelemede neyin araştırmaya değer olduğu hakkında olacaktı.
Böylelikle, özünde, sadece ne zaman bitireceğime karar vermem gerekiyordu.
24
Bana göre kuram bir
konuyu incelerken bana neyi araştırmam gerektiğini söyleyen az çok tutarlı
fikirler dizisidir...
28
(sanat dünyası) Ben bu
terimi daha teknik biçimde, şeyleri yapmanın daha geleneksel yöntemlerinin
ortak bilgisi sayesinde işbirliği faaliyetleri düzenlenen bir insan ağını
belirtmek için kullandım.
29
(rock'n roll akorlarını Mozart'ın eserleri kadar ciddiyetle
tartıştım) Bu karşılaştırmaları uygunsuz bulan okurlara, analizin prensibinin
estetikle değil, toplumsal örgütlenmeyle ilgili olduğunu hatırlatırım. (sanat
sosyolojisi değil, sanat meslekleri sosyolojisi)
1. Sanat
Dünyaları ve Ortaklaşa Faaliyet
36
Pek çok sanat sosyoloğu estetik yargılar üretmeyi kendilerine
vazife edinse de sosyolojik yaklaşım bu değildir.
37
Eserin üretiliş biçimiyle niteliği arasında zorunlu bir ilişki
yoktur. Her bir üretim biçimi bazı sanatçılarda iyi sonuçlar verirken
bazılarında vermez; her bir üretim biçimiyle her kalitede -kalite nasıl
tanımlanıyorsa- eser üretilebilir.
39
... insanlar bunu yapmalıdır, devlet şunu yapmamalıdır. Kim diyor
bunu? İnsanlar neden bunları yapmak zorunda olsunlar? ... Nasıl başladığımı
hatırlayalım: "Herhangi bir sanat eserinin sonuçta olduğu gibi olması için
gerçekleştirilmesi gereken bütün faaliyetleri düşünün." yani olay başka
bir biçimde meydana gelmek zorundaysa emir kipleri söz konusu olur.
40
İşleri alışılmış yollarla yapma imkânına sahip olmanın yararları
olsa da bu durum beraberinde sınırlamalar da getirir.
41
... bildiğimiz bütün sanatlar, bildiğimiz bütün insan faaliyetleri
gibi başkalarının işbirliğini gerektirir.
44
Aslında, sanat yapma durumları, bir kişinin her şeyi yaptığı ve en
küçük faaliyetlerin ayrı kimselerce yapıldığı iki uç arasında bir yerlerde
bulunur. Çeşitli alanlarda çalışan işçiler geleneksel bir "görevler
paketi" geliştirirler. Bir sanat dünyasını analiz etmek için, onun kendine
özgü işçi tiplerine ve her bir işçi tipinin yerine getirdiği görevler paketine
bakarız.
[Kağıt Yırtma Fakültesi'ne gider..........:] Bir sanatın
uygulanmasında belli bir görev dağılımının diğer görev dağılımından daha
"doğal" sayılması için hiçbir neden yoktur ancak bazı görev
dağılımları öylesine gelenekselleşmiştir ki biz bu durumunun sanatın doğasından
kaynaklandığını düşünürüz.
45
Çağdaş bir besteci olan Philip Glass, Julliard Müzik Okulu'na
bestecilik eğitimi almak için gelenlerin çoğunun bir enstrümanı yetkin bir
biçimde çalan kişiler olduğunu söylemiştir. Ancak bu kişiler okula girdikten
sonra zamanlarının çoğunu beste çalışmalarına, buna karşılık daha az bir
zamanlarını enstrümanlarını çalmaya harcarken;
enstrümantal icra üzerinde uzmanlaşanlarsa tüm zamanlarını,
enstrümanlarında pratik yapmaya vakfederler. Kısa bir süre sonra pratik
yapanlar geleceğin bestecilerinden çok daha iyi çalmaya başladıkları için,
geleceğin bestecileri çalmayı bırakırlar. Geleceğin bestecileri,
enstrümancıların çalabildiği ancak kendilerinin çalamadıkları şeyler
besteleyebilmektedirler.
48
Böylece ressamlar tuval, tuval bezi, boya ve fırça üreticilerine;
sanat tacirlerine, koleksiyonculara, sergi alanı ve mali destek için müze
küratörlerine; yaptıkları işe bir gerekçe oluşturmaları için eleştirmenlere ve
estetikçilere; hamilere ve hatta komisyoncuları eserleri satın alma ve kamuya
bağışlama yönünde teşvik eden vergi yasaları koyması için devlete; esere
duygusal olarak karşılık vermeleri için toplum fertlerine ve eserlerini anlamlı
kılan bir arkaplan meydana getiren geleneği yaratmış olan bugünün ve geçmişin
diğer ressamlarına bağımlıdırlar.
49
Sanat ve Sanatçılar
Hem sanat eserinin yaratımına katılanlar hem de toplum fertleri genellikle
sanat yapmanın az sayıda insanın sahip olduğu özel yetenekleri, hünerleri ve becerileri
gerektirdiğine inanırlar. Bazıları bu özelliklere diğerlerinden fazla sahiptir
ve çok daha azı onurlandırıcı "sanatçı" unvanına layık olmaya yetecek
kadar yeteneklidirler. Tom Stoppard'ın Travesties eserindeki bir
karakter bu fikri kısaca şöyle ifade eder:
[Bir sanatçı nedir?]
"Bir sanatçı, onun kadar yetenekli olmayan biri tarafından
sadece kötü bir biçimde yapılabilecek veya hiç yapılamayacak bir işi az çok iyi
bir biçimde yapmaya muktedir kılan bir yeteneği olan kişidir.
... romantik sanatçı miti, bu tip yetenekleri olan insanların,
toplumun diğer üyelerine dayatılan sınırlamalara tabi tutulamayacağını ileri
sürer; buna göre bizler onların, başka herkesin uymak zorunda olduğu, aksi
takdirde cezalandırılabileceği edep, görgü ve sağduyu kurallarını ihlal
etmelerine izin vermek durumundayızdır. Bu mite göre, toplum karşılık olarak
eşsiz karakterde ve paha biçilemez nitelikte bir eser kazanır. Böyle bir inanç
her toplumda, hatta çoğu toplumda görülmez; bu, Rönesans'tan beri Batı Avrupa
toplumlarına ve onlardan etkilenmiş olan toplumlara özgü olan bir durum
olabilir.
Michael Baxandall, Avrupa düşüncesinde bu konudaki dönüşümün 15.
yüzyılda meydana geldiğini saptar.
50
(Domenico Ghirlandairo ve bir müşteri arasında 1458 yılında
yapılan bir sözleşme) "[Ressam] süslemelerin gerektirdiği şekilde altın
tozu ile birlikte uygun renklerle paneli boyamasını yapar (...) ve mavi, onsu
dört florin değerinde olan parlak deniz mavisi olmalıdır...
(1445, Pierro della Francesca ile kilise kurumundan bir müşteri)
"Pierro'nun kendisinden başka hiçbir ressam elini fırçaya süremez"
(Bir başka sözleşme) "Adı geçen üstat Luca sözleşmeyle
bağlanmıştır ve (1) bahsedilen tonozun üzerindeki bütün figürleri resmetmeye ve
(2) özellikle her figürün yüzünü ve belden yukarı olan bütün kısımlarını
resmetmeye, (3) Luca'nın bizzat kendisi hazır bulunmadan tonoz üzerine hiçbir
resmin yapılamayacağına söz vermiştir... (4) Bütün renk karışımlarının adı
geçen üstat Luca'nın kendisi tarafından yapılması gereğinde uzlaşılmıştır.
Bu epeyce farklı bir sözleşme türüdür. Burada müşteri, parasının
karşılığını dört florinlik deniz mavisinden daha nadir ve değerli olan bir
şeyle, yani bir sanatçının eşsiz ustalığıyla aldığından emin olmak istiyor.
51
Bununla beraber sanatçılar özel yeteneklere sahip olduklarından,
bir toplum için büyük önemi olduğu düşünülen eserler ürettiklerinden ve bu
nedenle özel ayrıcalıklar elde ettiklerinden, insanlar bu pozisyona sadece
gerçekten gerekli yetenek, hüner ve beceriye sahip olanların ulaştığından emin
olmak isterler. Özel mekanizmalar sanatçıları sanatçı olmayanlardan ayırt eder.
... bir lonca veya akademi uzun süreli bir çıraklık dönemini mecbur tutabilir
ve eğitim sürecinden sonra yetkinlikleri onaylamadıklarının faaliyetini
engelleyebilir.
52
high fidelity sesi özgün, doğal haline en yakın bir biçimde
kaydetme ve iletme sistemi.
(zanaat faaliyetleri sanat olarak yeniden tanımlanabilir ve bunun
tersi de olabilir:) Müzik kaydının teknik kısmıyla uğraşan ve ürünü ticari
çoğaltım ve satış için hazırlayan kayıt teknisyeni ve ses miksajcısı...
53
Bir zamanlar sadece teknik bir iş olarak düşünülen ses miksajı,
sanat üretimi sürecinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş oldu.
54
Sanatçıların, sanatçı olarak kalmaları için eserin yapıldığı
malzemelerle uğraşmaları gerekmez; mimarlar nadiren tasarladıkları yapıları
inşa ederler. Ancak bu aynı uygulama, heykelciler bir parçayı, birtakım
ayrıntılı talimatlarla torna atölyesine göndermek suretiyle ürettiğinde
sorunlar doğurur ve pek çok kimse de fiilen bir yapıta büründürülmemiş,
talimatlardan ibaret kavramsal eserlerin yaratıcılarını sanatçı unvanıyla
ödüllendirmeye karşı koyar. (Marcel Duchamp)
64
Bir sanat eserinin üretimi için işbirliği yapan insanlar, genel
olarak konular üzerinde sil baştan karar almazlar. Bunun yerine artık gelenek
haline gelmiş olan önceki uzlaşmalara, söz konusu sanat dalı içerisinde
uzlaşımsal iş yapma biçiminin bir parçası haline gelmiş olan uzlaşmalara itimat
ederler.
65
Beşeri bilimler alanında çalışan bilim insanları -sanat
tarihçileri, müzikologlar ve edebiyat eleştirmenleri- alışılagelmiş-yerleşmiş
sanatsal yöntem ve uygulamalar kavramını, sanatçıların izleyicilerde duygusal
bir tepki uyandıran sanat eserleri meydana getirmelerinin açıklanmasında
yararlı bulmuşlardır. Ses perdelerinin alışılagelmiş-kalıplaşmış bir
düzenlemesi olan gamı kullanarak besteciler, dinleyicilerde bir sesi hangi
sesin izleyeceği konusunda beklentiler yaratabilir ve beklentileri
yönlendirebilirler. Beklentilerin karşılanmasını erteleyebilir ve onları
karşılamayabilirler, böylece bir gerilim yaratır ve beklenti nihayet
karşılandığında bu gerginliği dağıtabilirler.
66
Bu alışılagelmiş-yerleşmiş yöntem ve uygulamalar sanatı bir başka
anlamda da olanaklı kılar. Kararlar daha çabuk verilebileceği, planlar işleri
görmenin bu alışılagelmiş yoluna müracaat edilerek kolayca yapılacağı için
sanatçılar asıl işlerine daha fazla zaman ayırabilirler. Bu yöntem ve
uygulamalar, sanatçılar ve destek personel arasında, yapılacak faaliyetler
konusunda kolay ve etkili bir eşgüdümü mümkün kılar. … (yerleşmiş-alışılagelmiş
uygulama kavramı) hepsi de insanları bir arada tutan fikir ve anlayışlara
işaret eden ve insanların onlar aracılığıyla işbirliği faaliyetleri
gerçekleştirebildiği, norm, kural, ortak anlayış, adet veya anane gibi aşina
olduğumuz sosyolojik kavramlarla yer değiştirebilir olması sayesinde, beşeri
bilimlerle uğraşan kişilerle sosyologlar arasında bir bağlantı noktası sağlar.
68
Alışılagelmiş-yerleşmiş yöntem ve uygulamalar sanatçı üzerinde
güçlü sınırlamalar koyar. Önemli ölçüde sınırlayıcıdırlar; çünkü tek başlarına
var olmaz, küçük bir değişikliğin çok çeşitli başka değişimleri
gerektirebileceği, karmaşık bir şekilde birbirine bağlı olan sistemler halinde
var olurlar. Bir alışılagelmiş-yerleşmiş yöntem ve uygulamalar sistemi, araç
gereçte, malzemelerde, eğitimde, kullanılabilir tesis ve mekânlarda, nota
sistemlerinde ve bunlar gibi, bileşenlerden tek bir tanesi değiştirildiğinde
hepsinin değiştirilmesi gereken her şeyde mevcuttur.
69
… dünyanın herhangi bir yerinden satın alınan bir makara Kodak
Tri-x filmi bir diğer makarayla hemen hemen aynı özellikleri taşır ve aynı
sonuçları verir. [Sosyologların da istediği bunun gibi kolaylıklar sanırım.
Araştırmalarında kullanabilecekleri ortak, uzlaşılmış, sabit durumlar üzerinde
çalışmak istiyorlar!]
70
(birkaç ses perdesini bir arada kullanma tekniğini (politonalite)
ve birkaç ritmi aynı anda çalma tekniğini (poliritm) geliştiren besteci Charles
Ives) Ona acı vermesine karşın, bu olayı ilginç kılan şey, onun bunu büyük
özgürleşme olarak tecrübe etmesiydi. Hiç kimse onun müziğini çalamayacaksa, o
da artık müzisyenlerin çalabilecekleri şeyleri yazmak ve de çağdaşı besteciler
ve çalgıcılar arasındaki işbirliğini düzenleyen yerleşmiş yöntem ve uygulamalar
tarafından dayatılmış sınırlamaları kabul etmek zorunda kalmayacaktı. Müziği
çalınamadığından, onu bitirmesi de gerekmiyordu.
Genelde, var olan yerleşmiş- alışılagelmiş yöntem ve uygulamalarla
ve onların sosyal yapıdaki ve maddi yapıtlardaki tezahürleriyle ilişkiyi
koparmak sanatçının sorunlarını arttırır ve eserlerinin dolaşımını azaltır…
71
Yerleşmiş, alışılagelmiş yöntem ve uygulamalar kolektif faaliyetleri daha
basit ve zaman, enerji ve diğer kaynaklar açısından daha az masraflı bir hale
getirir; ancak bu alışılagelmiş olmayan eserlerin yapılmasını imkânsız hale
getirmez, sadece daha masraflı ve müşkül bir duruma sokar.
Bu açıdan bakıldığında, sanat eseri, münferit yapıcıların, nadir ve özel
bir yeteneğe sahip olan "sanatçıların" ürünleri değildir. Daha
ziyade, bu tip eserleri ortaya koymak için bir sanat dünyasının
yerleşmiş-alışılagelmiş yöntem ve uygulamaları aracılığıyla işbirliği yapan
insanların tamamının ortak ürünüdür. Sanatçılar, bu dünyanın katılımcılarının
...bir tür alt grubudur.
75
Teokratik toplumlar, bizim toplumumuzun perspektifinden
bakıldığında, sanat olarak kabul ettiğimiz şeylerin yapımını dini anlamda
tanımlanan bir yan faaliyet olarak düzenleyebilirler. Sınır toplumlarda yaşam
mücadelesi öylesine zorlu olabilir ki gıda veya diğer zorunlu ihtiyaçların
üretimine katkı sağlamayan faaliyetler karşılanamaz lüksler olarak görülür ve
bizim günümüz bakış açısından sanat olarak tanımlayabileceğimiz eserler ev
gereksinimlerini karşılamak üzere yapılır. Bu amacı taşımayan hiçbir şey
yapılmaz. İnsanların sanat olarak tanımlanan nesne ve etkinlikler üreten meşru
bir dünya oluşturabilmeleri için yeterli politik ve ekonomik özgürlük
gerekmektedir ve her toplum bu özgürlükleri sağlamamaktadır.
2. Sanatsal
Kalıplar
79
[Bale]
Her sanat dünyası, katılımcılarının bazıları arasında varolan
birtakım işbirliğini düzenlemek için, içinde var olduğu toplumun tüm
fertlerinin veya tüm sosyal yaşamın parçası olmuş fertlerinin bildiği yöntem ve
uygulamaları kullanır. Bir sanat dünyası bazen, klasik balenin erkeğin kadını
tutup kaldırdığı, ona kur yaptığı, onun tarafından reddedildiği ve eninde
sonunda onu kazandığı bir dizi dans figürünü, bizim erkek ve kadınların rolleri
ve aralarındaki romantik bağların niteliğine dair geleneksel anlayışımızı temel
alarak bunun üzerine inşa etmesi gibi, söz konusu sanat dalının tarihinden
ziyade toplumun kültürünün derinine işlemiş bazı unsurları kullanır.
81
(Resim 5’in açıklaması:) Klasik
Bale, danslarının çoğunun yüzeysel öykülerini kurgularken, kadın ve erkeğin
rolü ve aralarındaki romantik ilişkinin niteliği hakkındaki yerleşmiş
anlayışımıza bel bağlar.
85
Herkesin aşina olduğu bilgilerin, bir sanat eserinin temeli olarak
kullanılmak için çok bayağı olduğu düşünülür. Mikail Bakhtin (1968),
Rabelais’nin edebiyata yaptığı büyük katkının, sanata bir Pazar yerinin
-müstehcen, bayağı ve saygısız- dilini getirmesi ve böylelikle, feodalizmin
sosyal yapısıyla birlikte sınırlayıcı düşünce tarzının devrilmesine yardımcı olması
olduğunu öne sürer. Bakhtin, çoğu sanat eserinin, toplumu yöneten kişiler
tarafından desteklenmesi nedeniyle, kaçınılmaz olarak resmi otorite taleplerini
olduğu gibi kabul eden ciddi ve resmi bir dilde ifade edildiğini söyler. Öte
yandan, bunun altında, resmi ve ciddi olanla alay eden, onu müstehcen yazılar,
küfür ve erotik mizahla küçük düşüren bir halk kültürünün saygısız, kaba,
saldırgan nehri coşkuyla akar.
87
Pek çok sanat dalının, kullandıkları malzemeyi, insanların “gerçek
hayatta” yaptıkları şeylerden ve ürettikleri nesnelerden ayırarak stilize
ettikleri uzun bir biçimlendirme geleneği vardır. … Paul Taylor ve Brenda Way
gibi kareograflar, klasik balenin hatta geleneksel modern dansın daha biçimsel
hareketleri yerine, koşma, sıçrama ve düşme gibi hareketleri kareografilerinin
mutat (alışılagelmiş) hareketleri olarak kullanıyorlar. … Oysa tüm bu
durumlarda konuyla daha az ilgili olan izleyiciler, sanat olanı sanat
olmayandan ayırt edebilmek için, tam da yenilikçilerin yerinden ettiği
yerleşmiş, kalıplaşmış biçimsel öğeleri ararlar. Bu izleyiciler baleye
insanların koştuğunu, sıçradığını ve düştüğünü görmek için gitmezler; bunları
her yerde görebilirler. Bunun yerine, “gerçek dansı” işaret eden zor ve
anlaşılması güç biçimsel hareketleri yapan insanları görmeye giderler. Sıradan
malzemeyi sanat malzemesi olarak görme becerisi -koşmayı, sıçramayı ve düşmeyi
sadece olduğu gibi görmek değil, sanat türünün farklı dilinin unsurları olarak
görmek- böylelikle gerçek izleyicileri toplumun sosyal yaşamına gereğince
katılmış fertlerinden ayırır; ironik olan da tüm bu malzemelerin, ikinci grup
tarafından oldukça iyi bilinmesine rağmen bu malzemelerin sanat malzemeleri
olarak kabul edilmemesidir.
89
(Rönesans dönemi, İtalya) Ressamlar, izleyicilerinin alışılagelmiş-kalıplaşmış
küçük işaretlerden yola çıkarak, bir resimde betimlenmiş olan öykünün Meryem’e
Müjde öyküsünün hangi evresi olduğunu anlayacaklarına ve eseri buna dayanarak
tecrübe edeceklerine güvenebiliyorlardı. Bu tip bir Hıristiyanlık bilgisi günümüzde
bu sanat alanında ciddiyetle çalışan öğrencilerle sınırlıdır.
[küçük bir grup yenilikçi kimse ve meraklı; sanat öğrencileri;
daha önce sanat eğitimi almış ama artık başka işlerle uğraşanlar ]
91
[Kağıt Yırtma Fakültesi:] Hiçbir sanat dalı, katılmak için
eğitimini aldıkları sanat dünyaları içerisinde mutat (alışılageldik) olan bir
biçimde, eğitim alan bu kimselerin ne tamamına ne de büyük kısmına ekonomik
açıdan ya da halden anlayan bir biçimde itina gösterecek yeterli kaynaklara
sahiptir. Bu, sanat dünyalarında var olan yazısız anlaşmanın önemli bir
koşuludur. Şayet sanatlar farklı şekilde örgütlenmiş olsaydı -daha az
profesyonel, daha az yıldız odaklı, daha az merkezileştirilmiş- bu destek
sağlanabilirdi.
New York’ta satılan tiyatro biletlerinin yüzde on beş kadarı o
dönemde oyunculuk eğitimi alan insanlara satılmaktadır…
92
Bale ve özellikle modern dans izleyicileri muhtemelen büyük oranda
dansçılar, dans eğitimi alanlar ve zamanında almış olanlardan meydana gelir.
Hans Haacke’nin günümüz galeri müdavimleriyle yaptığı kamuoyu
yoklaması, bu kişilerin yüzde kırk ila altmışının ya sanatçı ya da sanat
öğrencisi olduğunu, öğrencilerinse müdavimlerin yüzde on ila on beş arasını
teşkil ettiğini gösterir. (Haacke, 1976, 17, 42)
… tüketicilerden ayrılan çizginin diğer yanında yer alan bu
insanlar, denenen şeyin ne olduğuna ve bir hatanın bile nasıl ilginç
olabileceğine dair daha iyi bir kavrayışla eserlere karşılık verebilirler. Bu
merkezi grup, üzerlerinde en riskli deneylere kalkışılabilecek en anlayışlı ve
bağışlayıcı izleyicilerdir.
93
En merkezi grup olan öğrenciler ve eski öğrenciler, daha az
deneyimli izleyici kesimi için uzaktaki bir erken uyarı sistemi görevi
görürler. Bu gruptakiler daha fazla riske girer, yenilikleri ve buluşları yapan
kişilerce sunulmuş yeni yöntem ve uygulamaları öğrenmek için daha çok çaba sarf
eder, daha fazla sayıda hata ve felaketi tecrübe eder ve hiçbir anlamı olmadığı ortaya çıkan deneyimler üzerinde daha fazla
zaman heba ederler.
Çeşitli izleyici kesimleri arasında eleştirel sanat
değerlendirmelerinin nasıl dolaştığı konusunda çok az şey biliyoruz. Elihu Katz
ve Paul Lazarsfeld (1955), kitle iletişim araçları mesajlarının dağılımı
hakkındaki çalışmalara dayanarak iki-basamaklı genel bir etkileşim modeli
sunmuştur: Toplumda sözü geçen belli başlı bazı kimseler, kitle iletişim
araçlarına daha çok önem veriyor ve sağlam fikirler geliştiriyorlardı; toplum
içerisindeki diğer kimseler de medyadan gelen ve medya hakkındaki mesajları bu
daha bilgili kişilerin süzgecinden geçmiş bir biçimde alıyorlardı.
94
Eserleri ilk olarak kim dener? Onların görüşlerini kim dinler ve
bu görüşlere göre hareket eder? Bu görüşlere neden saygı duyulur? Dikkate
alınmaya değer yeni bir şey gören kişilerden bilgi nasıl yayılır? Neden
birileri onlara inanır?
95
Eşgüdüm sorununu çözmek için herkesin benimsediği araç, Lewis’in
“alışılagelmiş-yerleşmiş uygulama”yla kastettiği şeydir ve bu terim bütün sanat
dallarının olmazsa olmazı olan işleri yapmanın standartlaşmış araçlarını
tanımlamaktadır.
98
Bu alışılagelmiş-kalıplaşmış uygulamalar birdenbire ve hep birden
değişmediklerinden, …
101
Robert Lerner, yazılı eser üretiminin pratik bir faaliyet haline
gelebilmesi için, ortaçağda hattatlık ve imla kuralları gibi yalın meselelerin
standartlaşması gerektiğini göstermiştir: “Roma’nın düşüşünün ardından, el
yazısında aşırı bir bölgesel çeşitlilik meydana geldi ve bazı bölgelerdeki
yazıcılar anlaşılması ve yazması güç işaretler ve kıvrımlar kullanarak ancak
belirli bir kesime hitap eden özel bir biçimde yazmayı tercih ettiklerinden ve
diğer bölgelerdeki yazıcılar da dikkatsiz ve özensiz yazdıklarından el yazısı
okumak çok güçtü. Bu eğilim tersine çevrilene dek, iletişim ve eğitim
yaygınlaşmadı. […] Ondan sonra geçerli olan el yazısı düzeni, harfler arasında
bağların kullanılması sayesinde yazıda hızı arttırdıysa da bunlar okunaksızdı
ve 8. yüzyılın sonlarında Karolenj Minüskül olarak bilinen, küçük, birbirinden
ayrı ve epeyce okunaklı olan harflerden oluşan bir yazı düzeniyle peyderpey yer
değiştirdi. […] Kısa bir zaman sonra bütün Batı Avrupa aynı yazı düzenini
kullanıyordu ve el yazmaları, sadece yeni yazı düzeni çok okunaklı olduğundan
değil, aynı zamanda aralıkları ve noktalamaları kullanmayan eski Roma tarzı
uygulamaların tersine, yeni yazı düzeninde büyük harfle başlatılan cümleler ve
bırakılan aralıklar sayesinde okunması daha kolay bir hale geldi (Lerner, 1974,
182-184).
3. Kaynakları
Seferber Etmek
109
kaynaklar havuzu, yetenek havuzu, personel havuzu
110
Bazı sanat dalları özellikle kendileri için tasarlanmış ve
üretilmiş ürünlere gereksinim duyarlar (küçük tüpler içinde yağlıboyalar); …
ahşapla çalışan heykelciler, insanların alınıp götürülmesi için öylece
bıraktıkları devrilmiş ağaçları ararlar. … heykelciler sıradan imalat işleri
için mevcut bulunan kaynak makinelerini ve metalleri kullanırlar.
111
Tactile Sanat Grubu (Philip Brickman’ın ve benim yönetimimde Northwestern’da (Chicago) düzenlenen, yeni bir
sanat biçimi icat etmeyi amaçlayan bir seminer) … sıradan mutfak dolaplarında
bulunan şeyler, un, jöle, fasulye, meyve ve sebzeler izleyiciler tarafından
dokunulabilecek şekilde çeşitli biçimlerde tasarlandı. *Tactile sözcüğü dokunma
duyusuyla ilgili hemen her anlamı içermektedir. Grubun amacı sanatı gündelik
hayatın bir parçası olan nesnelerle oluşturmak ve tıpkı bu nesneler gibi sanatı
da ‘dokunulabilir’ bir hale getirmektir.
115
İstediğiniz veya gereksinim duyduğunuz malzeme ve araç gereçler
herhangi bir kimse tarafından, herhangi bir amaç için üretilmemişse, onu
kendiniz yapabilirsiniz. Birçok sanatçı böyle yapmıştır. Bu durumda sanatçılar,
başına buyrukluğun ve tek başınalığın … bütün sıkıntılarını yaşarlar. Standart
olmayan araç gereçleri kullanmakta ısrar ederek, aksi takdirde sanat üretimine
harcanabilecek olan zamanı, malzemeyi hazırlamaya adamak zorunda kalırlar.
119
Doğruluğu şüpheli bir hikaye, Çingene müzisyenlerin altı yaşındaki
oğlan çocuklarına küçük birer keman verdiklerini ve onları, çalmakta olan bir
Çingene orkestrasının ortasına bıraktıklarını söylerler. Bu çocuklara herhangi
bir talimat verilmez, grubun geri kalanı çalmayı sürdürürken istedikleri gibi
çalarlar; çıkardıkları garip, hatalı sesler, muhtemelen diğerlerinin çalışları
tarafından örtülmektedir. Çocuklar çaldıklarını duyduklarına uydurmaya gayret
ederler ve nispeten kısa bir zamanda ortak müzikal üretim içerisinde çalmayı
öğrenirler.
120
Sanat okulları da benzer biçimde ağırlık verdikleri noktalar
açısından çeşitlilik gösterirler, bazıları cüretkârca sadece sanatçı yetiştirme
amacını taşırlar. Bazı sanat okullarıysa, insanları görev alma olasılıkları
bulunan sanat dünyasının gereksindiği şeyleri yapmalarını sağlayacak şekilde
eğitmeye koyulurlar. İngiliz görsel sanat okulları birkaç istisna dışında
genellikle matbaacılık, tasarım ve reklam fotoğrafçılığı gibi meslekleri,
öğrencilerin baskı işlerinde, reklamcılıkta ve ilgili alanlarda çalışacaklarını
düşünerek öğretirler.
131
Bir sanat dünyasında her işlev sanat olarak ciddiye alınabilir ve her şey,
hatta en çok kabul gören sanatçının yaptığı şey bile bir başkası için destek iş
haline gelebilir; dahası pek çok sanat dalında kimin sanatçı, kimlerin destek
olduğu hiç de net değildir. Rauschenberg bir de Kooning çizimini sildiğinde
veya Duchamp Mona Lisa'ya bıyık çizdiğinde, özgün eserlerin yaratıcıları sadece
destek personel midir? Eğer değilse, neden değildir? Eserleri yeniden
üretilerek bir başkasının kolajının bir parçası haline gelen insanlar için ne
diyeceğiz?
132
Bir toplumda geçerli olan ekonomik faaliyet kalıpları, sanatçının
çalışmak için neye ve birlikte çalışmak için kime ulaşabileceğini
biçimlendirir.
4. Sanat Eserinin
Dağıtımı
136
… sanat eserleri, sanat dünyasının dağıtım sisteminin kabul
edebileceği şeylerdir; çünkü sisteme uygun olmayan eserler, hazırlanmış dahi
olsalar, genellikle dağıtılmaz; çoğu sanatçı eserlerinin dağıtılmasını
istedikleri için, sistemin kabul etmeyeceği eserler yapmaz. Sanatçıların bu
meseleleri göz önünde tutarak çalıştığını söylemek, onların bütünüyle bunlar
tarafından sınırlandırıldıkları anlamına gelmez.
Hamilik
141
Hami, belirli kamusal alanlar için resimler ve heykeller sipariş
eden veya bir saray şairinin durumunda olduğu gibi, ara sıra icra edilen
belirli hizmetler karşılığında, sanatçıya düzenli bir aylık bağlayan bir
hükümet olabilir. Hami bir kilise de olabilir… Kiliseler halen hamilik
yapmaktadırlar; ancak günümüzde bu rolü daha çok, genel merkezlerini ve diğer
binalarını süsleyen veya imaj çalışmalarının bir parçası olarak halka açık
olarak sergiledikleri eserleri satın alarak, şirketler oynamaktadır (Haacke 1976, 1978).
142
En iyi sanatçıları seçmek ve en iyi eseri ısmarlamak becerisi,
güçlü ve varlıklı olanların sahip olduklarını düşündükleri ruh ve karakter
asaletini gösterir; öyle ki iyi bir hami olmak yüksek sınıftan olmak iddiasını
destekler.
144
Papalık idaresinin gücü ve zenginliği zayıflayınca, varlıklı iş
adamları hamiliğin imtiyaz ve yetkilerini ele geçirdiler. … Ancak bu yeni
zenginler eski hamilere nazaran farklılık gösteriyorlardı. Eski hamilerin sahip
olduğu geleneksel kültüre sahip olmayan yeni hamiler, kendilerinin muhtemelen
sahip olmadığı bir eğitimi gerektiren, mitolojiye ve tafsilatlı dinsel
sembolizme dayanan resimler istemiyorlardı. Gündelik yaşam resimlerini tercih
ediyorlardı. … “sanatta ‘gerçekliğin’ daha pitoresk yönlerinin temsiline
yönelik talep pek çok farklı toplumun tecrübesiz sanat meraklılarında ortak bir
noktaydı ve bu talep en iyisinden en kötüsüne çok çeşitlilikteki sanatçılar
tarafından karşılandı (Haskell, 1963).”
Etrafınızda olup bitenlerin gerçekçi resimlerine bakmak, toplumun
herhangi bir ferdinin sahip olduğu bilgiye dayandığı için herhangi bir özel
eğitim gerektirmez. Yaşamın canlandırıldığı bu beceriye, temsilin canlılığına
ve hakikiliğine hayran olabilirsiniz.
145
Bu popüler üslupta üreten ressamlar muhafazakâr ve geleneksel
soylu hamilere hitap etmediler.
147
[Çağdaş özel hamiler] Paraları vardır ve çoğu bu parayı nasıl
harcadıkları konusunda aydınlanmak için gerekli olan çağdaş sanatın anlaşılması
zor bilgisini edinmişlerdir.
Hamilerin devletler olduğu durumlardaysa, hamiler eseri önemli ve
erişilebilir mekânlarda teşhir edebilirler. … Fakat devlet mekanizmasında pek
çok şey sanattan daha yüksek bir önceliğe sahiptir; bu yüzden, devlet sağlam
olmayan bir kaynaktır. Ayrıca devlet memurları, ekseriyetle (özellikle de halk
tarafından seçilmişlerse) incelikli bir beğeniye sahip olmama olasılıkları
bulunan üstlerine hesap vermek zorundadırlar; üstleri bu beğeniye sahip olsalar
bile, onların bu zevke sahip olmayan seçmenlerine hesap vermeleri gerekebilir.
Bu nedenlerle, resmi siparişler genellikle yerleşik değerleri ve sanatsal
üslupları en açık biçimde temsil eden tecrübeli sanatçılara gider (Moulin,
1967). Sonuç olarak, politik açıdan radikal, müstehcen, kutsal değerlere karşı
saygısız olarak tarif edilen veya sanatın ne olduğu hakkındaki alışılagelmiş
tanımlardan fazlaca farklı olan eserler nerede olurlarsa olsun çok az devlet
desteği alır.
149
Haacke’nin avangard bir New York galerisini gezmekte olan
insanlarla yaptığı anketler, bu insanların, kamusal sanat için en büyük desteği
sağlayan insanlara nazaran politik görüşlerinde daha solda olduklarını ve
sanatsal beğeni bakımından onlardan daha cüretkâr olduklarını göstermektedir.
… hükümetin eserlerin yapım ve dağıtım araçları üzerinde bir
tekele sahip olabileceğini hatırlatmak istiyorum. Bu durumda, devlet artık
birkaç muhtemel finansal kaynaktan biri değildir; devlet tek kaynaktır ve eser
onun desteği olmaksızın yapılamaz. … Bu durumda devlet hamiliğinden söz etmek
şöyle dursun, sanat bir devlet-denetimli endüstri olarak tanımlanabilir.
158
Marcia Bystryn (1978) çağdaş New York resim dünyasındaki galeriler
arasında bir işbölümü olduğundan bahseder. Bazı tür galeriler, çok sayıda
nispeten tanınmamış sanatçıyı, ciddi eleştirmenler ve koleksiyoncular
tarafından ilk defa görülme fırsatı vererek destekler. İkinci tür galeriler
ise, bir oranda teşvik edilmiş bu ilk grup içerisinden, eserleri iyi
eleştiriler almış ve birkaç önemli koleksiyoncu tarafından satın alınmış
sanatçıları seçer.
161
… birçok müze, sanatçıların çok açık bir biçimde politikleştiği
bir dönemde, açıkça politik tavır sergileyen çağdaş sanatı sergilemekte aşikâr
bir gönülsüzlük gösterdi. Örnek teşkil edecek bir olayda, Guggenheim Müzesi’nin
bir küratörünün çağrısı üzerine Hans Haacke, New York’un aşağı doğu yakasındaki
varoşlardaki emlak mülkiyet modelinin izini süren ve bu modeli ortaya seren bir
eser hazırlamıştı. Müzenin yöneticisi eserin ‘politik’ olduğunda direterek
sergilemeyi iptal etti; bu söz konusu küratörün kovulmasına, müzenin pek çok
çağdaş sanatçı tarafından boykot edilmesine ve (belki de) Haacke’nin müzenin mütevellilerinin
şirket bağlantılarını ve faaliyetlerini ayrıntılarıyla ortaya koyan sonraki
eserine yol açtı. Mütevellilerin hiçbirinin varoş mülkleriyle veya onların
sahibi olan insanlarla ilgisi olmadığı ve muhtemelen de bu etkinliklerin eserde
ortaya konmasına itiraz etmeyecekleri için bu olay tuhaftır. Görünüşe göre, bu
kuruluşları yöneten kişiler, gereksiz risklere girmemeyi tercih ettiklerinden,
mütevellileri kızdırmaktan gereğinden fazla sakınmaktadırlar.
162
Gösteri sanatları saklanabilecek, sergilenebilecek ve
satılabilecek nesneler üretmediğinden, gösteri sanatlarında sanatın dağıtımı
galeri sistemlerinden farklıdır.
165
… gösterinin, beğenilerini eğitmiş oldukları bir izleyici
kitlesine sergilenmesi…
5. Estetik,
Estetikçiler, Eleştirmenler
Faaliyet Olarak
Estetik
174
Estetikçiler, insanların nesneleri ve etkinlikleri “güzel”,
“sanatsal”, “sanat”, “sanat değil”, “iyi sanat”, “kötü sanat” vs. şeklindeki
sınıflandırmayı gerekçelendirmek için kullandıkları öncüller ve savlar üzerinde
çalışırlar. Estetikçiler hem bu sınıflandırmaları hem de bu sınıflandırmaların
özgül durumlardaki uygulamalarını yapmalarını ve bunu gerekçelendirmelerini
sağlayan sistemler kurarlar. Eleştirmenler estetik sistemleri belirli sanat
eserlerine uygular, onların değerlerine ilişkin yargılara ve bu eserlere değer
katan şeyin ne olduğuna dair açıklamalara ulaşırlar.
175
Estetikçiler bu faaliyetle meşgul olan yegâne insanlar değildir.
Sanat dünyalarının katılımcılarının çoğu sıklıkla estetik yargılarda
bulunurlar. … Bazen de sanatçıların kendileri açık ve kesin bir biçimde bir
estetik geliştirirler. Sanatçılar daha çok, malzemeler ve biçimler konusunda
yaptıkları günlük seçimlerde biçimlendirilmemiş bir estetik yaratırlar.
Dili … sosyolojik temellere dayanan bir sistemin habercisi olan
bir estetikçi, estetik ve estetikçileri şöyle tarif ediyor: “Estetik (…) sanat eserleri hakkında
konuştuğumuz, düşündüğümüz veya başka biçimlerde onlarla “meşgul olduğumuz”
zaman kullandığımız kavramlarla uğraşan felsefi bir disiplindir. Bir bütün
olarak Sanat Kurumu hakkındaki kendi anlayışları temelinde, tüm farklı kişi ve
grupların Kurum’un üyeleri olarak konuşma ve davranma biçimlerini analiz etmek,
bu yolla Kurum’un mantıksal çerçevesini oluşturan mevcut kuralların neler
olduğunu ve bu kuralların Kurum içindeki hangi prosedürlere göre oluştuklarını
anlamak estetikçilerin görevidir. Sanat kurumunda belirli ifadeler -doğru bir
biçimde yapılmış bir tahlilin sonuçları veya bir sanat eserinin yorumu- belirli
değerlendirmelere yol açar. Belirleyici ilkeler Kurum’un üyeleri için bağlayıcı
olan belirli değerlendirme ölçütleri koyar (Kjørup, 1976).
176
Bir sanat dünyasının birçok nedenle açık ve kesin bir estetik
sisteme gereksinimi vardır. Açık ve kesin bir estetik sistem, bir sanat
dünyasının katılımcılarının faaliyetlerinin söz konusu sanatın geleneğiyle
bağlarını kurar, böylelikle katılımcıların, bu gelenek içinde üretim yapan
insanların erişebildiği kaynak ve getirilere yönelik taleplerinin haklılığını
savunur.
… layıkıyla ortaya konmuş ve başarılı bir biçimde savunulmuş bir
estetiğin belirli sanat eserlerinin üretiminde çalışan katılımcılara rehberlik
ettiğini görebiliriz.
177
… tutarlı ve savunulabilir bir estetik anlayış, değerleri kalıcı
ve sağlam bir hale getirmeye, böylece de uygulamayı düzenlemeye yardımcı olur.
181
Estetik hakkında yazan yazarlar ahlakçı bir tutum takınırlar.
İşlerinin, sanat olarak adlandırılmayı kazanmış eserlerden bu onurlandırıcı
ismi hak etmeyen şeyleri ayırt edecek şaşmaz bir formül bulmak olduğunu
varsayarlar. … estetik yazın, sanat ve sanat olmayan arasında gerçek bir ahlaki
farklılık olduğunda ısrar eder.
(Estetikçiler) İlgi uyandırabilecek veya değerli olabilecek her
şeyi dikkate alarak sanata karşı kapsayıcı bir yaklaşım sergilemek istemezler.
Bunun yerine bazı şeyleri dışarıda bırakabilmek için savunulabilir bir yöntem
ararlar.
Her şeyin sanat olduğunu ilan eden bir estetik, bir sanat dünyası
yaşamında onları yaratan veya kullanan kişileri tatmin etmez.
[aşırı
toplumsallaştırma, toplumsallaşma]
182
Tıpkı diğer karmaşık kavramlar gibi, sanat kavramı da gerçekliğin
doğasını genelleştirme yoluyla gizler. … “Sanat”
dediğimizde, genellikle şöyle bir şeyi kastederiz: Estetik değeri olan bir eser,
bu değer her nasıl tanımlanıyorsa; tutarlı ve savunulabilir bir estetik
tarafından doğrulanmış bir eser; estetik değeri olduğu bu kararı vermeye uygun
kişilerce kabul görmüş bir eser; uygun bir yerde sunulmuş (müzelere asılmış,
konserlerde çalınmış) bir eser. Bununla beraber, pek çok örnekte, eserler bu
vasıfların hepsine değil ancak bazılarına sahiptir. … Sanat kavramının içerdiği
genelleştirme, bütün bunların gerçek dünyada birlikte var olduklarını telkin
eder; bunlar bir arada var olmadıklarında, kavram açısından devamlı surette
sıkıntılar yaratan tanımlama sorunları yaşarız.
185
Estetik sistemler, sanat eserlerini sergilenmeye veya icra
edilmeye değer olanlar ve olmayanlar biçiminde ayrılmasını gerekçelendirir...
189
Bu kitap, toplumsal örgütlenmeye dair meselelere odaklandığı için,
sosyolojik olarak temellendirilmiş bir estetik kuram geliştirme amacı taşımaz.
Aslında, … sosyoloji alanında bir estetik anlayış geliştirmenin beyhude bir
tecrübe olacağı aşikârdır; çünkü ancak sanat dünyalarının işleyişleriyle
ilişkili olarak geliştirilen estetik kuramların bu dünyalarda etki yaratması
mümkündür.
190
Hayli ironik bir şekilde, bir grup felsefeci, sosyolojik değilse
de böyle bir kuramın nasıl görünebileceğini görmemizi sağlayacak ölçüde
sosyolojik düşüncelere dayanan bir kuram üretti à kurumsal estetik
kuram
… kabaca ifade edersek, görsel sanat eserleri uzun bir zaman
boyunca, taklit kuramı temelinde yargılanabilmiştir, bu kurama göre görsel
sanatın amacı doğayı taklit etmekti. Bu kuram bir noktada, saygı ve beğeniyle
karşılanmış yeni sanat eserlerini açıklayamaz hale gelmiştir. Bu durumda,
dışavurumcu sanat kuramı, eserlerin değerlerini, onları yapan sanatçıların
duygularını, fikirlerini, kişiliklerini dışa vurma ve iletme becerilerine göre
saptamıştır. Bu kuramın da daha sonra, geometrik soyutlama, eylem resmi ve
kendi terimleriyle hiçbir anlam ifade etmeyen diğer eserleri tartışabilmesi
için onarılması veya yerini başka bir kurama bırakması gerekti (örneğin
bunların hiçbiri rastlantısal müzik hakkında yararlı bir şey söyleyemez).
* Pseudohistory
bildiğimiz anlamda belgelere ve tanıklıklara dayanan ve sosyal bilim
sıfatını taşıyan tarih biliminden ziyade gerçek tarihle, efsane ve mitler gibi
somut gerçekliklerin dışındaki birtakım olguları, bir eleştiri ya da bilimsel
doğrulama kaygısı gütmeden bir arada sunan bir tarih anlayışını gösterir. Bu
bağlamda yaradılış kuramına dayanılarak hazırlanmış tarihsel argümanlar, ulus
ya da boyların soy efsaneleri, teozofist köken tarihçiliği vs. bu sözde
tarih terimine örnek gösterilebilir. (ç.n.)
191
Kurumsal kuram, yetenek veya niyet açısından sanatçının izini
hiçbir şekilde ortaya sermeyerek hem sıradan hem de zarif duyarlıkları rahatsız
eden eserlerce ortaya çıkarılmış sorunları çözmeyi amaçlar.
[kurumsal estetik kuramın incelediği pisuar, Brillo kutuları gibi
eserler karşısında...] Bu emrivakiyle karşı karşıya gelen estetikçiler, eserin
sanatsal mahiyetini ve niteliğini nesnenin fiziksel varlığının dışında
belirleyen bir kuram geliştirdiler. Bu özelliklerin daha ziyade, eserlerin
mevcut sanat dünyasıyla, sanatın üretildiği, dağıtıldığı, takdir edilip
tartışıldığı kuruluşlarla ilişkilerde olduğunu keşfettiler.
193
Arthur Danto ve George Dickie kurumsal kuramın en önemli
önermelerini sunmuşlardır.
“Bir şeyi sanat olarak görmek, gözün kavrayamayacağı bir şeyi
gerektirir; bir sanat kuramı ortamını, sanat tarihi bilgisini: bir sanat
dünyasını.” (Danto, 1964)
194
“Sanat bir yorum ortamında var olur ve bir sanat eseri de bu
nedenle yorumun bir vasıtasıdır” (Danto, 1973, 15)
“Tanımlamak gerekirse bir sanat eseri 1) insan eliyle yapılmış bir
şey 2) ona belirli bir sosyal kurum (sanat dünyası) adına davranan kişi veya
kişilerin takdirine aday olma statüsü veren özelliklerin bir toplamıdır.”
(Dickie, 1975)
(Dickie ve Danto)… bu kitabın yaptığı gibi, bir sanat dünyasının
ne olduğu konusunda kurumsal karmaşıklığı göz önüne seren bir düşünce
geliştirmemiştir. Şayet daha detaylı ve de ampirik temellere dayanan bir sanat
dünyası anlayışı kullanırsak, felsefi tartışmaların çıkmaza girdiği bazı
sorunlar konusunda ilerleme kaydedebilir, böylece bir ihtimal, estetikçilere
yardımcı olabilir, bunu yaparken de estetiğin bir sanat dünyasındaki rolünün
analizini derinleştirebiliriz.
195
Kim?
Bir şeye sanatsal olarak değerlendirilmeye aday statüsü veren ve
dolayısıyla onu sanat olarak kabul eden kimdir?
"Gevşek bir biçimde örgütlenmiş ancak yine de birbiriyle
bağlantılı, sanatçıları, yapımcıları, müze yöneticilerini, müze
ziyaretçilerini, tiyatro izleyicilerini, gazete muhabirlerini, her tür yayında
eleştirmenlik yapan kişileri, sanat tarihçilerini, sanat kuramcılarını, sanat
felsefecilerini ve diğerlerinin kapsayan bir insan topluluğu. Bunlar, sanat
dünyası mekanizmalarının çalışmasını devam ettiren ve böylelikle de sanat
dünyasının varlığının sürekliliğini sağlayan kimselerdir." (Dickie, 1975,
s.36)
Bununla beraber şunu da vurgular:
"Ayrıca, kendini sanat dünyasının bir üyesi olarak gören her
bir birey, bu nedenden dolayı bir üyedir."
Estetikçilerin, Dickie'nin, nesnelere onurlandırıcı sanat statüsü
veren sanat dünyasının temsilcilerinin kendi kendilerini tayin ettiği yönündeki
ifadesinin çıkarımlarını kabul etmeleri mümkün değildir ve hoşnutsuzluklarını
bir yığın mizahi örnekle ifade ederler. [hayvanat bahçesi görevlisi kendini üye
tayin eder, bakımını üstlendiği fil'e de sanat eseri statüsünü verirse ne
olacak?]
196
Fil tabii ki de bir sanat eseri değildir. Ancak bunu nasıl
biliyoruz? Biliyoruz; çünkü sanat dünyalarının örgütlenmelerine dair genel bir
anlayışımız [var]. Örgütlü sanat dünyalarının konuyla ilgili bir özelliği de
konumları bir şekilde gerekçelendirilmiş olan bazı insanların çoğunluk veya
konuyla en ilgili gruplar tarafından sanat dünyası adına konuşmaya
diğerlerinden daha yetkili olduklarının düşünülmesidir; bu yetki, bu dünyanın
eserlerinin üretildiği ve tüketildiği işbirliği faaliyetlerinin diğer
katılımcıları tarafından bunu yapmaya yetkili olarak kabul etmelerinden doğar.
Diğer sanat dünyası üyeleri sebep ne olursa olsun, onların bu ayrımı
yapmalarına ve kabul etmelerine izin veren şey, diğer katılımcıların onların
bunu yapma olanağının olması gerektiği konusunda uzlaşmalarıdır.
Sosyolojik analizcilerin, şeyleri sanat olarak nitelendirme
yetkisinin kimde olacağı konusunda karar vermeleri gerekmez. Biz sadece, sanat
dünyası üyelerinin kimi bunu yapmaya muktedir olarak kabul ettiğini, kime bunu
yapmaları için yetki verdiğini gözlemlemek durumundayız.
197
(sanat ve sanat olmayan arasındaki hükmü kim verecek?)
Pek çok katılımcı, bir kurumda çalışan görevlileri, hizmet
verdikleri toplumun zengin ve güçlü kimselerini temsil ettiklerini gösteren
yeterli kanıtlar yüzünden, kabul edilemez karar mercileri olarak görürler, bu
sebeple onların kararları bir estetik mantık kadar bir sınıf eğilimini de
temsil eder.
[Bu noktada aslında Bauman’ın Yasa Koyucular ve Yorumcular kitabı
ne kadar önem taşıyor!]
198
“Fakat neden Çeşme’nin basit nitelikleri -onun parıldayan beyaz
yüzeyi, çevresindeki nesnelerin görüntülerini yansıttığında ortaya çıkan
derinlik, onun hoş oval biçimi- sanatsal olarak değerlendirilmesin. O, çoğu
kişinin takdir ettiklerini söylemekten kaçınmadıkları Brancusi ve Moore’un
eserlerine benzer nitelikler taşır. Benzer şekilde raptiyeler, zarflar, plastik
çatallar, birisi onlara dikkatini yoğunlaştırmaya çabaladığında sanatsal olarak
değerlendirilebilecek olan nitelikleri vardır." (Dickie, 1975, s.42)
"Sonuçta her şey, sadece birinin böyle olduğunu söylemesiyle
sanata dönüştürülebilir mi?
Bu kadar basit olamaz: Sonuçta bir nesneyi sanat haline getiren
başarılı bir adlandırma işlemi olsa bile, her adlandırma girişimi başarılı
değildir.” (Cohen, 1973, s.80)
200
(sanat, sanat değil)
Kuşkusuz her bir sanat dünyasında varolan, neyin sanat olarak
tanımlanabileceği hakkındaki kısıtlamalar, bu tür yargılamalar yapılırken ne
tür standartların kim tarafından uygulanacağına dair önceden sağlanmış bir
fikir birliğinden doğar.
201
Ancak yargıların çoğu güvenilirdir ve bu güvenilirlik zaten
üzerinde uzlaşılmış olan yargıların dile getirilmesini değil, benzer
standartların sanat dünyasının eğitimli ve deneyimli üyeleri tarafından
sistematik bir biçimde uygulanıyor olduğunu gösterir; bu, Hume’un beğeni
üzerine yazdığı denemesinde tarif ettiği şeydir ve belli bir dizi klinik
bulguyla karşı karşıya kalan pek çok hekimin benzer bir tanıya ulaşmalarını
andırır (bu duruma uzmanlık gerektiren farklı alanlarda da rastlanabilir).
Neyin sanat olarak tanımlanabileceği hakkında kısıtlamalar
vardır, bu kısıtlama nesnelerin özellikleri ile nesnelerin sanat eserleri
olarak sunuldukları dünyanın gruplandırma kurallarının birleşiminden
kaynaklanır.
Dahası bir fikir meselesi olan bu standartlar değişir. Sanatçılar
ve sanat dünyasındaki diğer katılımcılar arasındaki konuşma ve görüşmelerin
çoğu, yargı standartlarının içeriğinde ve uygulamasında günlük düzenlemeler
yapmakla ilgilidir.
202
... sanat şayet bir sanat dünyasının sanat olarak onayladığı şey
ise, ... birinin ürettiği şeyi sanat olarak onaylayacak yeni bir sanatı sil
baştan kurması gibi bir strateji mevcuttur.
Varolan sanat dünyalarında kendine bir yer bulamayan eserleri
onaylayacak yeni bir sanat dünyası yaratma sürecinde bazı güçlükler çıkar.
Kaynaklar (özellikle mali destek), yeni destek kaynaklarının, personel
havuzlarının, malzeme kaynaklarının ve (eserlerin icra edileceği ve
sergileneceği mekânlar da dahil olmak üzere) diğer olanakların yaratılmasını
gerektirecek şekilde çoktan mevcut sanatsal faaliyetlere tahsis edilmiş
olacaktır.
204
(kaç tane sanat dünyası var?)
Ne Dickie ne de Danto kaç tane sanat dünyasının olduğu konusunda
nettir.
“Sanat dünyası bir sistemler yığınından ibarettir: Her biri kendi
alanı içerisindeki nesnelere statü vermek için kurumsal bir arka plan sağlayan tiyatro,
resim, edebiyat, müzik, vs. Sanatın türüyle ilgili sanat kavrayışı altında ele
alınabilen sistemlerin sayısına bir sınırlama getirilemez ve birincil alt
sistemlerin her biri başka alt sistemleri içerir. Sanat dünyasının bu özellikleri,
en radikal türde yaratıcılığa bile yer verebilen esnekliği sağlar. … Örneğin,
hurda heykelciliği, heykel içerisine, happening’ler tiyatro içerisine dahil
edildi. Bu tip ekler zamanla tamamen gelişmiş sistemlere evrilebilir"
(Dickie, 1975).
207
Tek bir sanat dalına yönelik oluşumlar sık sık diğer alanlardan
insanları, kendi alanlarındaki asli işleri yapmaları amacıyla destek personel
olarak kullanırlar. Görsel sanat alanında üretim yapan sanatçılar tiyatro ve
dans gösterileri için dekorlar yaratır, yazarlar operalar için librettolar
meydana getirir, müzisyenler filmler için fon müziği besteler ve çalarlar.
Sanatçılar bu şekilde alt dünyaların sınırlarının ötesine geçerek iş birliği
yaptıklarında, onların genel bir sanat dünyasının katılımcıları oldukları
söylenebilir.
Bu sorunun incelenmesi sanat dünyası demenin bir tür kısaltma
olduğunu netleştirir. Sanat dünyası teriminin sadece, sanat eserlerinin
yapımına rutin bir biçimde katılan insanlar hakkında konuşmanın bir yolu
olduğunu hatırlayın.
208
… (Bir mantıksal temelin gerekli olup olmadığı…)
Taklide ve ifadeye dayalı sanat ve güzellik kuramları, yaygın bir
biçimde fevkalade kabul edilen çağdaş görsel sanat eserlerinin verdiği hazzı ve
bu eserlerin aldığı övgüleri açıklamakta veya bunlara mantıksal bir temel
sağlamakta başarısız olmuştur.
Tanımlama konusunun odağını nesnede içkin olan bir şeyden, nesne
ve sanat dünyası adı verilen varlık arasındaki ilişkiye taşıyarak kurumsal
kuram, çağdaş sanatçıların faaliyetleri için yeni bir gerekçelendirme
sağlamakla kalmadı, ayrıca bu sanatçıların eserlerine yöneltilen ve üstün
olarak kabul edilen bu eserlerdeki hüner veya güzelliğin, düşünce veya duygunun
ne olduğunu, bu eserlerin aynı şekilde bir şempanze, bir çocuk, bir deli veya
toplumun, özel sanatsal yeteneği olmayan sıradan bir üyesi tarafından yapılıp
yapılamayacağını sorgulayan iç sıkıcı felsefi sorulara da yanıt sağladı. Bu son
yaklaşım -herhangi bir kimsenin bunu yapabileceği- belki de en yıkıcı olandır.
Bu yaklaşım, sanatçıların hiçbir özel beceri veya yeteneklerinin olmadığını,
dolayısıyla da onları sanat dünyasının (veya toplumun) yetenekleri nedeniyle
özel imtiyazlara layık özel üyeleri olarak kabul eden mantıksal temelin hatalı
olduğunu belirtir. Kurumsal kuram sanat dünyası katılımcılarının bu özel
yeteneği yeni bir biçimde, (örneğin) yaratıcı yeni kavramlar icat etmek
şeklinde tanımlamalarına yol açar, böylelikle de sanatçının özel rolüne ve
ödüllerine meşruiyet kazandırır.
209
Sanat dünyası görevlilerinin eseri sanat olarak meşrulaştırma gücü
olduğunu görürüz ancak bu güç çoğunlukla tartışmalıdır. Sonuç olarak,
estetikçilerin sanatı sanat olmayandan ayırmakta kullanılacak ve sanat
dünyalarının görevlilerinin eylemleriyle uyumlu olacak olan belirleyici
ölçütler belirlemek için duydukları istek karşılanamaz.
Prensipte her nesne veya faaliyetin sanat olarak
meşrulaştırılabileceğini görürüz; ancak pratikte her sanat dünyasının, açık seçik ve şaşmaz olmamakla beraber
meşrulaştırmayı yönlendiren ve bu nedenle sanat statüsüne aday olan bazı
eserlerin bu statüye erişmelerini hayli olasılık dışı kılan prosedür ve
kuralları vardır. Bu prosedür ve kurallar sanat dünyalarının rutin
faaliyetlerini onlar yoluyla sürdürdükleri alışılagelmiş-yerleşmiş yöntem ve
uygulamalar ve işbirliği biçimlerindedir.
6. Sanat ve
Devlet
Mülkiyet
212
Devlet bu yasaları yapar ve yaptırımını sağlarken aslında sanat
eserine özel bir ilgi göstermez. Devletin ilgisi daha ziyade olağan ekonomik
faaliyet için gerekli şartları yaratmaya yöneliktir, sanat da sadece ticareti
yapılan ürünlerden biridir.
214
Devlet, şu halde, özel olarak sanat eserine yönelik yasalar
çıkarmamıştır, çıkarmış olduğu ve esasen ticari evrakın güvenilirliğini
korumaya tahsis edilmiş yasalar bu işe yaramaz.
219
Fransız yasaları, sanatçının eserinin değiştirilmemesi ve yarım
kalmış bir eserin dolaşıma sokulmaması biçimindeki her ikisi de eserin
yaratımıyla ilgili olan hakları içeren “sanatçının ahlaki haklarını” tanır.
220
Eser, yaratıcının itibarının temelini oluşturduğundan, sanat
dünyalarının katılımcıları sanatçıların bir defa dünyaya sunmuş oldukları bir
eseri değiştirmemeleri gerektiğine inanırlar. Sanki bunu yapan sanatçılar, …
tarihle oynadıkları şöhret oyununda hile yapmaya çalışıyorlarmış gibi olur.
227
Sonunda, sanat yapmak için sanatçıların hayatta kalması ve
işlerine devam etmekte özgür olması gerekir. Devlet onları özgürlükten veya
yaşamaktan mahrum ederek en büyük baskıyı uygular. Bütün sanatçılar, ne kadar
apolitik olurlarsa olsunlar, böylece işlerine devam edebilmek için devletin bu
güçleri kullanmamasına gerek duyarlar. Sanatçılar, üretim yaptıkları müddetçe,
devletin onların eserlerini destekleyebileceğini veya sindirmek için kolluk
kuvvetlerini kullanabileceğini akıllarından çıkarmazlar.
229
… bir eserin hükümetin ve kurumların muhatap olduğu seçmenlerde
uyandırdığı tepkiler ileride tahsis edilecek ödenekleri etkiler.
… Brezilyalı entelektüeller, Embrafilm’in (hükümetin film
kuruluşu) finanse etmeyi seçtiği filmleri genellikle, iktidardaki askeri grubun
mevcut politikaları bağlamında, Brezilya tarihindeki önemli olayları öven
tarihsel macera türündeki filmlere verilen önemi hükümetin büyük bir ulusal
amaç ve görev duygusu inşa etmek arzusuyla açıklarlar.
Sansür
232
Devlet her an harekete geçebileceğinden, bunu yapmasa bile
yapabileceğinden, bütün sanat eserleri politik bir anlam taşır; eyleme geçerek
veya geçmeyerek iktidar belirli bir eserin politik açıdan önemli veya tehlikeli
olduğunu düşündüğünün veya düşünmediğinin işaretini verir. Hatta yaratıcısının
hiçbir politik niyet taşımadığı eserler dahi hükümetlerin eylemlerinin ışığında
politik bir anlam kazanır.
233
(Kavramsal sanat eserleri bu bakımdan edebiyata benzer, herhangi
bir kopya yok edilebilir; ancak fikir, birileri onu bildiği müddetçe var olur.)
234
Sansürcüler çoğu zaman bazı faaliyetlerin dile getirilmesi ve
tartışılmasının müstehcenlik veya kutsal şeylere karşı saygısızlık olduğunu
düşünür, bu nedenle de ahlaka aykırı kabul ederler. Bunların dile
getirilmesinin pek çok kimseyi rencide edeceğini, böylelikle de toplumsal
ihtilaflara neden olacağı düşünürler. Buna ek olarak, yurttaşların söz konusu
faaliyetlerle meşgul olmaları için akıllarını çelerek onları yozlaştıracağını
ve bununda ulusun ahlaki vasıflarının sağlamlığını ve ortak amaçları izlemek
için birlikte hareket etme yetilerini yok edeceğini düşünürler. Bireysel,
ailevi ve ulusal tasarılar birleştiklerinde; çocukları yoldan çıkarılmaktan
korumak için tasarlanmış olan sansür herkese makul ve normal görünür. Bu,
hükümetin gerçek görevinin geleneksel olarak kabul edilen tanımını ifade eder.
... devlet bir sanat eserini baskı altında tutarsa, insanlar anda
bazı tehlikeli veya radikal siyasi mesajlar bulmaya çalışacaklar ve ekseriyetle
bunu başaracaklardır; sanatçının niyetinin ne kadar masum olduğu burada bir
önem taşımaz.
7. Editoryal Çalışma
242
Buraya mavi bir nokta mı, yeşil bir nokta mı koysam, yoksa hiçbir
şey koymasam mı? Bu seçimler an be an eseri şekillendirirler.
243
Her sanat biriminde benzer bir süreç yaşanır. Sanatçılar temaları,
malzemeleri, sıralama ve kombinasyonları, uzunluk ve boyutları göz önünde
bulundurur, onlar arasından seçim yaparlar. Bir çalışmada bir olasılığı, daha
sonraki bir versiyonda ise başka bir alternatifi seçebilir, bir eseri bir gün
belli bir şekilde icra ederlerken, bir sonrakinde başka bir varyasyon
seçebilirler. Bazı seçimler alışkanlık halini alır. Bazıları maddi nesnelerde
vücut bulur ve böylece kalıcı hale gelirler. Diğerleri, tamamlandıklarında
ortadan yok olan, yerlerini bir başka durumda başka bir versiyona bırakacak
eserler ise geçicidir. (bu seçim işlemlerini biraz fazlaca basitleştirdim)
Eseri yapan sanatçıyı sanki bu işin içinde tek bir kişi vermiş gibi tarif
ettim. Aslında, ... bir sanat dünyası olarak adlandırdığım örgütlenmiş iş
bölümü içinde, çok ama çok fazla sayıda insan yer alır.
251
Az sayıda insan sanat eserlerine eğilimli sanatçılar kadar
bilinçli bir şekilde tepki verir. çoğu kişi bir müzik paşasının kendilerini
üzgün hissettirdiğini bilir; ancak bu etkinin hangi melodik ve armonik
oyunlarla sağlandığını bilmez. Bu süreç konusunda bilinçli olduklarından,
sanatçılar, sanatçı olmayan kişilere göre daha az yanlış tahminde bulunurlar.
Diğerlerinin muhtemel tepkisini doğru tahmin ederler ve istedikleri etkiyi az
çok yaratırlar.
252
Tamamıyla kalplaşmış türde olan eserler herkes için sıkıcıdır ve
sanatçıya çok fazla ödül sağlamaz. Şu halde, sanatçılar sanat üretiminde
başarılı olmak için, az çok içselleştirdikleri standartları ihlal etmelidirler.
253
… Tactile Sanat Grubu, sanat sosyolojisi alanında bir simülasyon
uygulaması olarak yeni bir sanat formu oluşturmayı denemişti. Sanatsal
potansiyelinin sonuna kadar kullanılmamış olduğunu düşündüğümüz bir deneyim
alanını, dokunsal deneyimi seçtik ve haftalar boyunca dokunma duyusuna dayanan
eserler yapmayı denedik.
258
Tactile Sanat Grubu'nun karşılaştığı en büyük güçlüklerden biri, grubun
üyelerinin yapmaya değer bir şey mi yaptıklarını, yoksa sadece boşa zaman
harcayıp kendilerini gülünç duruma mı düşürdüklerini bilmemeleriydi. Grubun
hoşnutsuz üyeleri, diğer üyelerine, yaptıkları sanat eserlerinin sanat
olmadığını söyledikleri zaman, bu suçlamaya maruz kalan üyeler, kendi
yaptıkları eserleri beğenmelerine rağmen, bu ithama karşı çıkacak eleştirel
veya estetik bir terminolojileri veya argümanları yoktu.
260
Yenilikçi mimarlar, işçilerin tasarımlarını kalıplaşmış geleneksel
biçimlere sokarak sabote etmesini engellemek için inşanın detaylarını
denetlemeye çalışırlar.
264
... kavramsal sanat ürünlerinin, bazı izleyicilerin, maddi bir
nesnenin görsel sanatın olmazsa olmaz bileşenlerinden biri olmadığı ayrımına
varmalarını sağladığını söyleyebiliriz; bazı eserler açısından (örnek olarak
bkz. Haacke'nin eserleri [1976]) maddi nesne sadece bir fikir ifade etmenin bir
yoludur ve bu fikrin başka ifade şekilleri de aynı işi görecektir. Fikir
sanatçının katkısıdır, nesne değil. Bu önermeyi kabul eden izleyiciler, o
zaman, daha önceki eserlere güzel nesneler olmalarının yanında, daha önce sahip
olmamış olabilecekleri bir nitelik ekleyerek, İfade bulmuş fikirler olarak da
bakarlar. İzleyiciler neye ilgi gösterecekleri konusunda yeni seçimler yaparlar
ve eser buna binaen değişim gösterir.
267
Sanat eserleri ya birileri daha önce söz ettiğimiz politik amaçlı
yok etme örneklerinde olduğu gibi biri onları öldürdüğü için ya da
ilgisizlikten, hiç kimse onları koruyacak kadar önemsemediği için ölürler. John
Philips (1973), 16. ve 17. yy'larda İngiltere'de dini heykel ve binaların yok
edilmesini söz konusu ederek, bu "pitoresk harabelerin" daha sonraki
romantik İngiliz resminde ve şiirinde oynadığı önemli rolü belirtir ve bir
zamanlar dini yapılar olarak iş gören bu harabelerin "İngiltere'deki
ortaçağ kilisesinin tahrip edilmiş dokusu" olduğunu işaret eder. [Reform
adı altında yağma ve yıkım... taş yığını haline geliş... Yok oluşunu
hızlandırmak için barut kullanımı... ağır işlenmiş taşlar inşaatçılar için
cezbedici malzeme...
268
Yok ediciler, özellikle eserin pek çok kopyası olması halinde
(resimlerin aksine kitaplar) veya biricik olma özelliğinin eseri tanımlamadığı
durumda (nesnelerin aksine performanslar), sanat eserlerini yeniden ortaya
çıkamayacak şekilde tamamen öldürmek konusunda güçlükler yaşarlar. Eserin
barındırdığı fikirler varlığını sürdürdükçe, eser varolmayı sürdürür. [John
Berger, çevresel etkiler değil, toplumsal dönüşüm].
Kavramsal sanat eserleri, sadece fikrin yaşaması yeterli olduğu
için, asla maddi olarak yok edilemezler. Bir uçta eserler sadece isimleriyle
var olur.
271
Pek çok amatör eser (bu sözcüğü küçük düşürücü bir anlamda değil,
yalnızca belirli bir sanat dünyasının tanımladığı biçimde profesyonel olmayan
kişilerin yaptıkları eserleri işaret
etmek için kullanıyorum), ...
* naif sanatçılar
Bir sanatsal gelenekten yetişmemiş, genelde başka mesleklerle
uğraştıkları ve sanat eğitimi almadıkları halde bir sanat alanında ürün veren
sanatçılar. Bu sanatçıların eserleri akademik, yerleşik kuralların
uygulanmayışı ve kişisel üslupların belirginliğiyle ayrılır. (ç.n.)
8. Entegre Profesyoneller, Uyumsuzlar, Halk Sanatçıları, Naif
Sanatçılar
277
Çağdaş sanat müzeleri yumuşak heykel* konusunda uzman
kişiler tarafından yapılan kumaştan eserleri ödüllendirir; ancak yorgan yapan
taşralı kadınlar ödüllerini taşra fuarlarında alırlar.
*yumuşak heykel
İngilizce aslında soft sculpture olan bu terim, bronz, mermer gibi geleneksel malzemelerin
dışında kauçuk, kumaş, elyaf, lateks, ağaç, balmumu, karton, kağıt, keçe gibi
akla gelebilecek onlarca malzemenin kullanılmasına olanak tanıyan ve böylelikle
geleneksel heykel tasarımına alternatif sağlayan bir malzeme kullanımına işaret
eder. (ç.n.)
Söz konusu sanat dünyası onları nasıl tanımlıyor ve yargılıyor
olursa olsun, belirli bir sanat dalında çalışan tüm insanları göz önüne
aldığımızda, bu insanların, sanat dünyasının bütünüyle içine girmiş ve bu
dünyanın donanımına tamamıyla bağımlı olanlardan, eserleri, şeylerin bu
dünyadaki yapılış biçimine uymadığından, bu dünyayla sadece ucundan kıyısından
ilişkili olanlara kadar herkesi kapsadığını görürüz. Bazı kişiler, sanat gibi
görünen veya bazen öyle olduğu düşünülen eserler yaparlar; fakat bunu bir sanat
dünyasından tamamen ayrı dünyalar bağlamında, belki bir zanaat dünyasında veya
ev ortamında yaparlar. Bazıları da ne örgütlü bir sanat dünyasından ne de
herhangi bir başka örgütlü toplumsal faaliyet alanından destek görerek işlerini
tek başlarına sürdürürler.
278
İnsanların yaptıkları çalışmalar, sanat dünyasına katılımlarının
niteliğine göre değişir. Ancak bu, katılımlarının niteliğinin doğrudan eserin
kendisinde görülebileceği anlamına gelmez. Entegre profesyonellerden [entegre:
tümleşik, bütünleşik, bütünleşmiş, birleşmiş], uyumsuzlardan, halk
sanatçılarından ve naif sanatçılardan söz edeceğim. Bu ilişkisel terimler,
insanlardan çok insanların örgütlü bir sanat dünyasına göre nasıl
konumlandıklarını tanımlar.
Entegre Profesyoneller
Herhangi bir örgütlü sanat dünyası için kanonik olan bir sanat
eserini, tam da bu dünyada geçerli olan sanatsal kalıpların buyurduğu şekilde
yapılmış bir eseri tasavvur edin. Kanonik bir sanat eseri, yapımı için bütün
malzemelerin, araçların ve olanakların hazır bulunduğu, yapımı için işbirliği
yapan her şahsın -icracıların,
tedarikçilerin, her türden destek personelin ve özellikle izleyicilerin- yetiştirilmiş
bulunduğu bir eser olacaktır. Tedarikçiler uygun malzemeleri sağlayacak,
icracılar verilen talimatları nasıl yorumlayacaklarını bilecek, müzeler
sergilenen eserler için tam olması gereken türde mekânlara ve ışıklandırmalara
sahip olacak, izleyiciler de sanat eserinin yarattığı duygusal tecrübelere
güçlük çekmeden karşılık vereceklerdir. Bu tip bir eserin işin içindeki herkesi
sıkması muhtemeldir. Tanımı gereği o, yeni, biricik veya dikkat çekici hiçbir
şey, herhangi birinin beklentilerine uymayan hiçbir şey içermeyecektir. Hiçbir
gerilim yaratmayacak ve hiçbir duyguyu canlandırmayacaktır. Motel
duvarlarındaki resimler tam da bu tip kanonik eserlerdir.
279
[Entegre profesyoneller,] Olası izleyicilerin ve devletin saygın
olduğunu düşündükleri sınırlar içerisinde kalırlar. Entegre profesyoneller,
malzemeleri, biçimleri, içerikleri, temsil yöntemlerini, ebatları, şekilleri,
süreleri, finansman olanaklarını düzenleyen kalıpları kullanarak ve onlara
uygun hareket ederek, sanat eserlerinin etkin ve kolay bir biçimde
gerçekleşmesini sağlarlar. Herkesin uyacağı kalıplar belirlenerek, çok sayıda
insanın faaliyetleri en kısa zamanda ve en az enerjiyle koordine edilebilir.
280
Entegre profesyoneller ortak bir sorunlar ve çözümler geleneği
içerisinde iş görürler (Kubler, 1962). Çalıştıkları sanat dalının sorunlarını
benzer şekilde tanımlar ve makul bir çözüm için ölçütleri beraber belirlerler.
281
Sorunların ve çözümlerin bu ortak tarihine dayanmalarına bağlı
olarak entegre profesyoneller, sıkıcı olacak kadar kolay anlaşılır olmayan;
ancak insanların anlayabileceği eserler üretirler. Deneyimli bir izleyicide
eserin tam olarak nasıl devam edeceğine dair bir belirsizlik yaratırlar, zira
eser alışılmış hareketlerin bir tekrarı olmamalıdır. Standart malzemeleri
duygusal ve sanatsal etkiler yaratmak amacıyla ustalıkla kullanmanın pek çok
yöntemini bilirler.
Örgütlü bir sanat dünyasında çalışan pek çok kimse, tanım gereği,
entegre profesyoneldir; çünkü hiçbir sanat dünyası, bu dünyanın karakteristik
ürünlerini üretebilecek insanların arzı olmaksızın var olmaya devam edemez.
Sanat dünyalarının oluşturduğu dağıtım kurumları ağı -galeriler, konser
salonları, tiyatrolar ve yayın evleri- dağıtılmak üzere belli bir miktar eserin
devamlı surette üretilmesine ihtiyaç duyar. Bu kurumlar işleyişlerini
sonlandırabilirler, böylece daha az eser talep edilir. Ancak varoldukları
müddetçe, teşhir etmek üzere eserler ararlar ve entegre profesyoneller olmaya
hevesli çok sayıda insanların bir kısmı bunu sağlayacaktır. Dahası, bir dünyada
geçerli olan estetik anlayış, teşhir alanlarını doldurmak için gerekli olan
miktarda eseri, teşhir edilebilecek kadar iyi olarak kabul edecektir. ...
"Yirmi Yeni Amerikalı Fotoğrafçı"nın sergisini yapmak veya "On
Yeni İngiliz Şairi"ni yayımlamak isteyen bir kimse her zaman programını
doldurabilecektir.
282
Bir sanat dünyasını çekip çeviren entegre profesyoneller çok
sayıda eser üretirler. White ve White (1965) 1860'larda Fransız resminin
"sanat makinesi"nin, her on yılda tahminen iki yüz bin saygın resim
üreten beş bin ressamı seferber ettiğini hesap etmiştir.
283
Uyumsuzlar
Her örgütlü sanat dünyası, uyumsuz kişiler -yaşadıkları zamanın,
bulundukları yerin, çalıştıkları dalın sanat dünyasının parçası olmuş ancak onu
kabul edilemez şekilde kısıtlayıcı bulmuş olan- sanatçılar yetiştirir. Bu kişiler,
söz konusu sanat dünyasına, bu dünyanın normalde ürettiği eserler arasına kabul
etmeyi reddettiği yenilikler önerirler. Bu dünyanın diğer katılımcıları
-izleyiciler, destek personel, destek kaynakları veya dağıtımcılar- bu tip yenilikçi eserlerin üretiminde
işbirliği yapmayı reddederler. Bu uyumsuz kimseler vazgeçmek ve daha kabul
edilebilir malzemelere ve üslûplara dönmek yerine, diğer sanat dünyası
çalışanlarının desteği olmaksızın bu yeniliğin peşinden gitmeye devam ederler.
Entegre profesyoneller dahil oldukları dünyanın sanatsal kalıplarını neredeyse
bütünüyle kabul ederken, uyumsuzlar bu dünyayla bir tür gevşek bağlantıyı
sürdürür; ancak onun faaliyetlerine doğrudan katılmazlar.
284
Uyumsuzlar, yeniliklerini diğer sanat dünyası üyelerine sundukları
vakit şaşırtıcı olmayan bir biçimde düşmanca karşılanırlar. Bu yenilik sanat
dünyasının bazı sanatsal kalıplarını, alışılagelmiş yöntem ve uygulamalarını
küstahça ihlal ettiğinden, eser bu kişilere eserin yaratıcısıyla işbirliği
yapmaları durumunda sorun yaşayacaklarını düşündürür; yeniliğin yerleşik
uygulamaya karşı küstahça aldırmazlığı, onu yapan kişinin ya neyin doğru
olduğunu bilmediğini ya da doğru olanı yapmayı umursamadığını düşündürür (aynı
düşünce insanların hayatın diğer alanlarındaki olağandışı olduğunu düşündükleri
faaliyetlere aşırı tepki vermelerine neden olur).
286
Uyumsuzlar genellikle eserlerini gerçekleştirmekte veya
gerçekleştirmenin kolay ancak dağıtımın sorun olduğu sanat biçimlerinde
(örneğin yazılı eserlerde) eseri izleyicilere ve eleştirmenlere ulaştırmakta
güçlükler yaşarlar. Sanat dünyası kurumlarına olan ihtiyaçlarının üstesinden
gelmeleri durumunda, bunu başarırlar. Örneğin kendileriyle çalışmayacak bu
kurumların yerine kendi kurumlarını oluşturabilirler. Yazarlar çalışmalarını
kendileri yayımlayıp dağıtırlar. ... Görsel sanat alanında ürün veren
sanatçılar kendi sergi alanlarını yaratır veya daha geniş kapsamlı bir biçimde,
müze yöneticilerinin, küratörlerin ve finansal destekçilerin biçimsel zorbalığı
şeklinde yaşadıkları şeyden kaçınarak, müzeler ve galerilerde sergilenemeyecek
eserler -toprak ve arazi eserleri veya kavramsal sanat eserleri- tasarlarlar.
Örgütlü sanat dünyası tarafından reddedilmeye uyum sağlamanın en
uç şekli eserin yapılışını kısa kesmektir, belki de sadece onun hakkında
düşünmek; ancak onunla ilgili hiçbir şey yapmamaktır. Ives [besteci Charles
Ives], müziğinin asla çalınamayacağına karar vermiş ve bu olasılığa bütünüyle
uyum sağlamış görünür. Aslında, müziğin çalınmasını besteye yapılan bir
müdahale saymaya başlamıştı:
"Tanrım sesin müzikle nasıl bir ilişkisi olabilir!... Neden
müzik, seslerden, göğüsten, kirişten, telden, ahşaptan ve bakırdan engellerden
aşmadan, bir insanın içine doğduğu şekilde dışarı çıkamıyor*... Müzik
duyulmalı, bu elzem değildir, çıkardığı ses aslında olduğu şey
olmayabilir" (aktaran Rossiter, 1975, s. 58).
287
Uyumsuzlar, yine de çalıştıkları sanat dalının dünyasıyla
irtibatlarını tamamen koparmazlar. Ekseriyetle orada olup bitenlerden, ilk elden
iştirak etmeseler bile kamusal iletişim araçlarını izleyerek haberdar olur;
plakları dinler, filmleri görür, sektörle ilgili ve mesleki yayınları okurlar.
Bir sanat dünyasına iştirak etmek sanat eserlerinin üretimini
olanaklı ve nispeten kolay kılar; ancak yaratılabilecek olanı da esaslı şekilde
kısıtlar. Ives'ın uygulamalı müzik dünyasından tamamen kopması uyumsuzluğun
sağladığı özgürlüklerin keşfi için yapılan bir laboratuvar deneyi gibidir.
291
Uyumsuz sanatçılar, entegre profesyonellerin çalışmasını
engelleyen kısıtlamaları görmezden gelebileceklerinden ve sanat dünyasının
gündelik etkileşimine iştirak etmediklerinden, onların bu profesyonellerden
farklı itkileri vardır.
293
disonans ve poliritm unsurları... Ives, ... modern müziğin ilk
öncülerinden biri...
Uyumsuzlar eserlerinin ilişkili olduğu sanat dünyasının
gelenekleri ve pratikleri içerisinde eğitim aldıkları ve onunla zayıflamış bir
bağlantıyı sürdürdüklerinden, şayet mensupları arasında yeterli fikir birliği
gelişirse, bu dünya onların çalışmalarını içine alabilir. ... Benzer şekilde
toprak sanatı alanında yapılan eserlerin malzemesi, ölçüsü, düzenlenmesi
yerleşik uygulamalara uygun değildir ancak onlar daha kanonik heykelcilerle
biçim ve oyluma yönelik bir ilgiyi paylaşırlar. Uyumsuzlar, başka bir şekilde
ifade edersek, sanat dünyasının geleneksel sorun ve çözüm bütününden çok az
farklı bir yol izlerler. Ancak entegre profesyoneller, gelenek halini almış
olan uyumsuz sanatçıların terk ettiği noktaya kadar onların izlediği yolu
izleyebilir ve onların yeniliklerini kanona dahil edebilirler.
294
[Harry Partch] Batı müziğinin üzerinee inşa edildiği kromatik
gamla ilişkisini kesmiş ve oktavlar arasında kırk iki ton olan bir ölçü sistemi
tasarlamıştır (geleneksel öllçüde aynı aralıkta on iki ton vardır).
Bununla beraber hem Partch hem de Cage, yaptıkları bütün
buşluşlara rağmen, müzik dünyasının birçok kalıbını muhafaza etmişlerdir.
Şu halde uyumsuzlar, kendilerini kanonik ve geleneksel sanatın
dünyasına göre ayarlarlar. Bu dünyanın bazı geleneklerini değiştirir, geriye
kalanları da az çok farkında olmadan kabul ederler. Bu yenilikçilerin eserleri
sık sık, sanatı tek düzelikten kurtarmak için farklı şeyler yaratılması
gerektiğini düşünen üyeleri tarafından yerleşik sanat dünyasının külliyatı içerisinde
dahil edilir. Yenilikler aşinalık ve çağrışım sayesinde daha kabul edilebilir
bir hal alır. Yeniliklerin diğer tüm sanatsal kalıplara esasta uyum sağlaması
bu yeniliklerin daha kolay asimile edilmesini sağlar. ... (295) Yeni ve
alışılmadık eserler seyircilerden daha sıkı çalışmalarını talep etmesine
karşın, uyumsuzlar geleneksel sanatçıların hitap ettiği aynı izleyiciler
tarafından desteklenmek ve takdir edilmek isterler.
295
Uyumsuz eser asimile edilemeyecek kadar zor ise, sanat dünyası bu
meydan okuyan eseri reddedecektir.
Aslında sanat dünyası katılımcılarının çoğu, uyumsuzların büyük
çoğunluğu hakkında hiçbir şey duymazlar, hakkında bir şeyler duymuş
olduklarının da çok azı hakkında iyi bir kanıları vardır. Bunun yerine eserleri
zaman zaman eski eserlere meraklı kimselerce tekrar canlandırılan veya
yenilikçi profesyonellerin hayal gücünü kamçılayan, merak uyandıran değişik
kişiler olarak kalırlar.
Halk Sanatı
297
"İyi ki doğdun" şarkısı halk sanatından bahsederken
kastettiğim türde bir şeydir. Bu, terimin biraz alışılmamış bir kullanımı
olabilir; ancak özellikle taşralı halk tarafından yapılan eserlerden veya bir
zamanlar yaygın olan geleneklerin kırsal bölgelerdeki kalıntılarından söz
etmiyorum. daha ziyade, tamamen profesyonel sanat dünyaları dışında yapılmış
olan, sıradan yaşamlarının akışında sıradan insanlarca yapılan, çoğu zaman
üretildiği topluluk dışından gelen insanlar onda bir sanatsal değer bulsalar
bile, onu yapan veya kullanan kişi tarafından
nadiren sanat eseri olarak düşünülen eserler hakkında konuşmak
istiyorum.
Bu bağlamda halk sanatı, yaptıkları şeyi kendi toplumlarının üyelerinin
yaptığı veya en azından belirli bir yaşta ve cinsiyette olan çoğu üyesinin
normalde yaptığı bir şey olduğu için yapan kimseler tarafından yapılan sanattır.
İnsanlar bazı kişilerin bunları diğer kişilerden daha iyi yaptığını bilirler
ancak bu pek de önemli olmayan bir husustur. Esas mesele, bazı asgari
standartlara göre yapılmaları, mevcut amaç açısından yeterince iyi olmalarıdır.
... (Sanat dünyalarının sınırları dışında yapılan diğer eserler, bir sonraki
bölümde tartışılacak olan zanaat ürünleridir.)
298
Yorgancılığı [patchwork/kırk yama] analitik nedenlerle başlıca
örneğim olarak kullanacağım. Amerikan kadınları farklı zaman ve yerlerde kumaşları
kat kat dikerek yatak takımları yapmışlardır. İnsanları sıcak tutma işini
görmüş olan bu takımlar, bu yararlarına ek olarak, günümüz gözlemcilerine
çağdaş resmin birtakım özelliklerini anımsatan ustalıklı ve incelikli bir
tasarım ve renk anlayışını sergilerler. Jonathan Holstein bu tip bir dizi
karşılaştırma ortaya koyar:
- Soyutlamanın ortaya çıkışından beri pek çok ressamın eserlerini
karakterize eden geometrik formun ustalıklı kullanımı.
- Bebek Küpleri gibi bazı yorganların optik etkileri ve
Vaserely'nin ve renk ve biçim ilişkileri, optik yanılsama, çizgisel efektlerin
kullanımı aracılığıyla retina uyarımının farklı biçimlerini keşfetmiş olan
diğerlerinin eserleri.
- Kahve fincanı desenli kumaş panolarda olduğu gibi çevredeki
imgelerin tekrar tekrar kullanılması ve Andy Warhol gibi bazı sanatçıların
eserlerinde olduğu gibi imgelerin yinelenerek kullanılması.
- Hayli sadeleştirilmiş geometrik formların defalarca
tekrarlanarak kullanılması ve sistemik* (*Systemic art Türkçe'ye eserlerin formları göz önüne alınarak
"dizisel sanat" olarak çevrilebilir. 20. yy'ın soyut eğilimleri
içerisinde yer alan ve minimalist sanat içerisinde değerlendirilmesi mümkün bu
üslup özellikle heykelde tek bir basit geometrik formun ya da bu tip basit bir
forma sahip tek bir malzemenin tekrarlamalar gösterecek şekilde üst üste ya da
yan yana sıralanması şeklinde görülür. Aynı şekilde resim sanatında da basit
bir geometrik formun aynen korunarak defalarca tekrarlanması ilkesine dayanır.
ç.n.) ressamların eserleri.
- Amish yorganlarında olduğu gibi tek bir biçim üzerinde renk
çeşitlemeleri ve Albers'in Kareye Saygı dizisi içindeki gibi resimler.
- Gökkuşağı yorganlarında olduğu gibi geometrik bir çerçeve
içerisinde kromatik olasılıkların görsel etkilerinin ustalıklı kullanımı ve
Kenneth Roland gibi bazı ressamların eserleri.
Halk sanatçıları bir bakımdan kanonik sanat dünyası sanatçılarına
benzerler: İyi örgütlenmiş bir topluluğa dahildirler ve eserlerini bu
topluluğun bir parçası olarak üretirler. Ancak yorgancılar, sanata adanmış
profesyonel bir topluluğa veya çalışma topluluğuna değil, hanelerden oluşan
yerel bir topluluğa aittirler.
302
Görünüşe göre yorgancılar değerlendirmelerinin ve seçimlerinin
altında yatan estetik anlayışı nadiren açıklıyorlar; nihayet onlar profesyonel
sanatçılar veya eleştirmenler değil. Bu yamalı yorganlara bakış tarzımıza
modern resme aşina olan birinin duyarlılığını uygularsak, bazı yorganlar bariz
bir şekilde bu ressamların eserlerine paralel özellikler gösterir.
Yorgancıların nasıl çalıştıklarına dair Cooper ve Buferd'a anlattıkları,
geleneksel yorgan tasarımları çerçevesinde sorunlara kendilerine özgü çözümler
bulduklarını gösterir.
Yorgan tasarımları, geleneksel olmakla birlikte, hiçbir şekilde
kısıtlayıcı değildir; çeşitleme olanağı bakımından, farklı seçenekler
bakımından, bireysel beceri ve beğeninin işin içine katılması bakımından yapan
kişiye çok büyük özgürlük tanır.
303
Bir sanat dünyasının geleneği içerisinde çalışan sanatçılar gibi
yorgancılar da geleneksel şablonların basit bir şekilde çoğaltılmasından ibaret
olan eserler yapmazlar, bu kaynakları farklı şekillerde kullanarak geleneksel
sanat dallarında ve biçimlerinde yapılan eserler kadar farklı ve özgün olan
eserler üretirler.
304
Kullandıkları dil, yaratmayı başardıkları karmaşık desenlerin
hakkını yeterince veremez ve kişi, yorganın görsel tanıklığında, onların
görüşmeyi yapan kişi karşısında dile getirebildiklerinden daha karmaşık olan
bir renk ve tasarım anlayışları olduğunu düşünmelidir. Öyle görünüyor ki
tasarım ve beceri bakımından bu çeşitlemeleri bilmelerine rağmen, bunları
tartışacakları ortak bir eleştirel ve analitik dilleri yok.
Ancak yorgancıların dili; eleştirel ve estetik
kavramlaştırmaların, entegre profesyonellerin yaptıkları şey hakkında zaman ve
mekânı aşarak birbirleriyle kolayca iletişim kurmalarını sağladığı şekilde,
yorgancıların yaptıkları iş hakkında birbirleriyle genel ve soyut bir biçimde
tartışmalarına olanak tanımaz. (Uyumsuzların sanat dünyasının standartlarını
yadsımakla beraber, onun eleştirel ve estetik sözcük dağarcığını paylaştığına
ve böylece bu dünyanın üyeleri olduklarına ve birbirleriyle iletişim kurabildiklerine
dikkat çekmek isterim).
305
Genel bir değerlendirme dili olmaksızın standartlar yerel ve
geçici olmaya mahkûmdur. Bir kasaba veya eyalet fuarında yapılan
değerlendirmelerde belli bir standartlar bütünü uygulanabilir; ancak bu
standartlar işe yaradıkları müddetçe uygulanacaktır, bu da açık seçik eleştirel
ölçütlerin gerekçelendirilmiş ve genel bir uygulamasından çok, alt tarafı bir
kararın verilmesi meselesi olacaktır. Bu durumdan daha geniş bir dünya
geliştirilemez. O halde bu karmaşık motifler nasıl keşfedildi ve aktarıldı? ...
Holstein, bu kadınların "ve belki kocalarının da gündelik yaşamlarında
kullandıkları pratik bir tasarım bilgilerinin olduğu" şeklinde fikir
yürütür (bu durum bize Floransalı tüccarların pratik deneyimlerini Rönesans
resmine değer biçmekte kullanmalarını anımsatır [Baxandall, 1972]). Kapsayıcı
kurumların ve iletişim araçlarının yokluğunda, bu tasarımların nasıl
aktarıldığı konusunda doğru olması en muhtemel açıklama annenin kızına,
komşunun komşusuna öğretmiş olması, insanların ülkenin çeşitli yerlerinde
dolaşıp incelemeleri, taklit etmeleri ve kullanmaları için fikirlerini
başkalarına taşımış olmasıdır.
306
Yorgancıların yorgan yapma sebepleri bir ailenin ve toplumun
parçası olmalarından kaynaklanmıştır, aile üyeleri ve komşular için de bu
sebepler uygun ve anlaşılırdır. Yorgan diken kadınlar, ailelerini sıcak tutmak,
evlenen ve yuva kuran çocuklarına armağan olarak vermek, olumsuz koşullardaki
insanlara yardım etmek ve sıkıntılı zamanlarında veya yaşlılıklarında
kendilerini oyalamak için bu işi yapmışlardır.
Yorgancılar işlerinin bir kısmını -tamamlanmış kılıfın astarın ön
ve arka yüzlerine dikimini- genellikle işbirliği halinde yaparlar, yorgan
yapmanın nedenlerinden biri de bu arkadaşlığın ve sosyalliğin tadını
çıkarmaktır.
... yorganı bitirdiğimizde zaman su gibi geçmiş olurdu.
307
Katılan herkes yapılmakta olan şey hakkında diğer herkes kadar bir
ölçüde bilgili olduğu ve yapılması gereken işin hangi bölümü olursa olsun
yapabildiği için, işbirliği kolaylıkla ve insan ilişkilerinde olağan olandan
çok sürtüşme olmadan sağlanır.
[resim açıklamasında:] Halk sanatı bir topluluğun üyelerinin
gündelik faaliyetlerinin bir parçası olarak meydana gelir.
308
[yorganların] ... değerleri kısmen güzelliklerinde; ancak daha çok
yatak takımı olarak sundukları sürekli faydada ve ailenin devamlılığının ve
birliğinin duygusal anlamda somutlaşmış hali olmalarında yatıyordu. Bu
yorganların hiçbir sanatsal değerleri yoktu ve bu yorganlar, yorgana atfedilen
değerden dolayı şöhreti artacak ünlü bir sanatçının sanatsal olarak
değerlendirilmiş eserleri değildi. ... Hiçbir kurum örnek olarak
gösterilebilecek yorganları keşfetme, satın alama ve ileride yapılacak
araştırmalar ve teşhirler için muhafaza etme işini üstlenmemişti. Yorganlar
sanat değildi; çünkü kimse onlara sanat olarak muamele etmemişti. Ailelerin ve
toplulukların cisimleşmiş haliydiler; ancak bu onları muhafaza etmek için bir
neden değildi...
Ancak bu durum, müzeler yerel el sanatlarını korumaya ve bu
eserlerdeki sanatsal meziyetleri teslim etmeye başladıkça, ailelerin ve
toplulukların ürettiği diğer eserler için olduğu gibi, yorganlar için de
değişmiştir. Birçok sanat müzesinde şimdi (ve bazılarında biraz daha uzun bir
süredir) yorganlar ve benzer eşyalar için, daha önce yapılmayan her şeyi yerine
getiren dokuma, dekoratif sanatlar veya küçük el sanatları (verilen isim
değişiklik gösterebilir) bölümleri var. Şaşırtıcı olmayan bir biçimde, bazı
çağdaş sanatçılar, kadınlara özgü bir sanat olarak günümüzde özel bir ilgi
gören yorgan yapımının estetik olanaklarından kendi sanatları için yararlanmaya
başlamışlardır.
Başka pek çok çağdaş Amerikan faaliyeti yorgancılığın ortaya
koyduğu modele uyar: kırsal kesimlerde yaşayan aileler için benzer bir işlevsel
rol oynayan ve bir erkek uğraşı olan ahşap işçiliği; çocuk oyunları; ergenlik
çağındaki gençler arasında yapılan salon dansları. Erkeklere özgü faaliyetlerin
çoğu iş örgütlenmeleri çevresinde geliştiğinden ve böylece profesyonel anlamda
sanat değilse de belirli bir mesleğin zanaatı olarak ortaya çıktığı için,
erkeklerin faaliyetlerinden ziyade kadın ve çocukların faaliyetleri bu modele
uymaktadır.
309
Naif Sanatçılar
Sanatçıların bu son türü primitif, naif veya taşralı olarak
adlandırılırlar. [taşralı: Özgün metinde grassroots tabiriyle ifade edilen kavram, bir sanat dalında
akademik eğitim görmemiş, kendini yetiştirmiş, bunun yanında toplumun alt
sınıfına mensup olan bir sanatçı türünü işaret eder. Bire bir çeviride
"taban, alt sınıf" gibi kavramlara karşılık gelen bu tabirin, Türkçe'de
yerleşmiş sanat kavramları içerisinde söz konusu sanatçı türünü işaret edecek
bir karşılığı olmadığı gibi, bu bire bir karşılıklar da söz konusu bağlamı
oluşturamamaktadır. Bu nedenle bu tip sanatçıları nitelemek için Fransızca'da
yaygın bir terim olarak kullanılan taşralı (provincial) tabirini kullanmayı
yeğledik. ç.n.]. Sonunda (bazen olduğu gibi) sanat dünyası tarafından
keşfedilmiş ve ona dahil edilmiş olsa da Grandma Moses bu türün prototipidir.
Bu sanatçılar genellikle herhangi bir sanat dünyasıyla hiçbir şekilde bağlantı
kurmamışlardır. Kendilerininkilere benzeyen eserlerin (eğer böyle eserler
varsa) üretildiği sanat dünyasının üyelerini tanımazlar. Normalde bu tip
eserleri üreten insanların gördükleri eğitimi almamışlardır ve üretim
yaptıkları sanat dalı hakkında -bu sanatın tarihi; sanatsal kalıpları,
alışılagelmiş yöntem ve uygulamaları veya bu sanat dalında üretilen eserlerin
niteliği hakkında- çok az şey bilirler. Yaptıkları şeyi söz konusu sanat
dalının terimleriyle açıklayamayan naif sanatçılar, başka hiç kimse onların
gereksindiği yardımı veya işbirliğini nasıl sağlayacağını bilmediği ve bu
konuda açıklayıcı bir dil mevcut olmadığı için hemen daima yalnız çalışırlar.
Şayet destek alıyorlarsa, bunun nedeni kendi işbirliği ağlarını -ne
yapılacağını ve nasıl yapılacağını peyderpey öğrenen bir grup insanı bir araya
toplayarak, yetiştirerek ve bu grubun sürekliliğini sağlayarak- yaratmış
olmalarıdır. Ancak daha çok ve en iyi ihtimalle, yaptıkları eserleri takdir
edebilecek birkaç kişiyi yetiştirirler.
310
Sanat alanında mesleki eğitimleri olmadığından, eserleri
karakteristik olarak sözcüğün tam anlamıyla naif ve çocuksu gözükür, çocukların
karmaşık teknikleri öğrenene dek yaptıkları resimlere benzer.
Naif ressamlar, tıpkı Batı toplumunun gereğince sosyalleşmiş
herhangi bir üyesi gibi, resimlerin neye benzediğini ve nasıl yapıldıklarını
bilirler. Resim malzemeleri yaygın şekilde elde edilebilir malzemelerdir.
Asgari düzeyde çizim yeteneği olan biri, klişeleşmiş örneklerden, geleneksel
konulardan veya kişisel saplantılardan yola çıkarak resim yapmaya başlayabilir.
Naif ressamların eserleri amatör ressamlarınkinden çok az farklıdır. Amatör
ressamlar resim dersleri almış olabilir, kendileri gibi amatörlerin kurdukları
kulüplere mensup olabilir ve pazar ressamlarının* (*Özgün metinde sunday painters olan bu terim, bu konuda
çok az deneyimi ve eğitimi olan ya da hiç deneyimi ve eğitimi olmayan, resimle
bir hobi olarak ilgilenen kişileri işaret eder. ç.n.) dünyasına katılabilirler,
buna rağmen onlar da naif ressamlar gibi profesyonel resim dünyasıyla hiçbir
bağlantıları olmadan çalışırlar.
Naif resmi tanımlamanın güçlüğünün nedeni, onu yapan kişinin
kişisel yaşamı dışında herhangi bir dünyanın ölçülerine uymadan yapılmış
olmasıdır. Naif ressamlar tek başlarına, sanat dünyası katılımcılarını
engelleyen işbirliği kısıtlamalarından bağımsız bir biçimde, sanat eserlerinin
geleneksel sınıflandırmalarını umursamak zorunda olmaksızın, belli bir standart
biçime uymayan ve belli bir sınıfın örnekleri olarak tanımlanamayacak eserler
üretirler. Bu eserler sadece varlardır ve sadece özelliklerinin
sıralanması yoluyla tarif edilebilirler. Tarif edildiklerinde de bir sınıfa
konulamazlar; herhangi başka bir şeye başvurulmadan yapıldıklarından ve başka
hiçbir şey ona başvurularak yapılmamış olduğundan, her biri kendi sınıfını
oluşturur.
311
Bu tip ünlü bir eser Los Angeles'ta 1921 ve 1954 yılları arasında
Simon Rodia tarafından inşa edilen Watts Kuleleri'dir. Heykel olarak
adlandırılmak için çok büyük olan bu kuleler tam anlamıyla mimari yapılar da
değildir, onları anıt olarak adlandırmak da yanıltıcı olur.
[hademe James Hampton'un "Ulusal Milenyum Genel Kongresi İçin
Üçüncü Cennetin Tahtı" çalışması... folyolarla kaplanmış eşyalar...;
Clarence Schmidt'in bir arazide inşa ettiği binalar; vb]
Çağdaş görsel sanat dünyası bu çalışmaları artık tamamen
alışılmadık ve tuhaf bulmuyor, hal böyleyken bu çalışmalar günümüzde
meyhaneler, lokantalar ve insanların toplu halde bulunduğu başka mekânların Ed
Keinholtz ve George Segal gibi bazı heykelciler tarafından yapılmış ayrıntılı rekonstrüksiyonlarını
da kapsayabilecek bir kategoriye, "mekânlar" ve "asemblaj"
[İngilizce assemblage'dan, Türkçe'ye asemblaj
olarak geçmiş olan bu terim, birtakım toplama nesnelerin montaj vs
yöntemlerle bir araya getirilmesiyle yapılmış sanat eserlerini işaret eder.
Jean Dubuffet, Kurt Scwitters, Ed Keinholtz bu sanat biçiminin öncüleri
arasında sayılabilir ç.n.] başlıkları altına dahil edilebilirler.
314
Naif sanatçılar genellikle eserlerine şans eseri veya tasarlamadan
başlarlar; belki şöyle söylersem daha doğru olacak, onu gerçek bir
"başlangıç" yapacak profesyonel bir sanat dünyası dahilinde anlamlı
kabul edilen bir faaliyet tasarlayarak başlamazlar.
"Madem doğanın kendisi heykeller yapıyordu, o halde ben de
bir mimar veya duvarcı ustası olabilirdim!" (Cheval)
315
Sanatsal olarak tanımlanmış hiçbir soru ve çözüm geleneğine ait
olmayan bu eserler hiçlikten çıkmış gibi görünürler. Kimse onlara nasıl tepki
vereceğini bilmez. İzleyiciler (onları gören herhangi bir kimse) ne
düşüneceklerini bilemez. Bu eserlerin yaratıcıları, onları yaparken yerleşik
bir işbirliği ağının faydalarından yararlanamaz. Yalnız çalışırlar. [Oysa
Antoni Gaudi'nin böyle olanakları oldu]
Naif sanatçılar, profesyonel sanatçıların eğitimleri sırasında
zorunlu olarak edindikleri görü ve düşünce alışkanlıklarını kazanmadıklarından
ve bunları içselleştirmediklerinden, alışılmışın dışında olan kendilerine özgü
tarzlarını meydana getirir ve eşsiz, kendine özgü biçim ve türler yaratırlar.
Uyumsuz bir sanatçı, mesleki eğitimin bıraktığı alışkanlıklarla mücadele etmek
ve onların üstesinden gelmek zorundadır; naif sanatçı bunlara zaten hiç sahip
olmamıştır.
316
... toplumlar pek çok kimseye, sanatsal amaçlı olarak
kullanılabilecek becerileri, sanatsal olmayan bir çerçevede ve pratik
nedenlerle öğretir. Bu becerileri öğrenmiş olan kimseler geleneksel sanat
dünyasıyla ilişkiye geçmeksizin, kendilerine özgü sanat eserleri meydana
getirme girişimlerine başlayabilirler.
Herhangi bir sanat dünyasının çalışma organizasyonlarına bağlı olmayan
naif sanatçıların, profesyonel olarak standardize edilmiş malzemelerin devamlı
ikmaline erişimleri yoktur. Gayet becerikli bir şekilde çevreden
sağladıklarıyla idare ederler.
317
Hiçbir mesleki eğitimleri ve geleneksel sanat dünyasıyla hiçbir
bağlantıları olmadığı için, naif sanatçılar, eserlerini yapma saiklerini ve
eserlerinin özelliklerini açıklayacak geleneksel sanat dağarcığını
öğrenemezler. Ne yaptıklarını sanat terminolojisiyle açıklayamadıklarından ve
yaptıkları şeyler sanattan başka bir şey olarak pek açıklanamayacağından, naif
sanatçılar, kendilerinden bir açıklama talep eden insanlarla sorunlar yaşarlar.
[yaptıkları şeylerin kendilerini ilgilendirdiklerini veya Tanrıyla aralarında
dini bir anlamı olduğu gibi açıklamalarda bulunurlar]
318
... bu kişiler genellikle kaçık veya eksantrik olarak bilinen
şehir sakinleridir. Bu eserleri yapanlar, alay, hakaret, resmi ve gayrı resmi
taciz nesnesi haline gelirler.
320
Grandma Moses'ın eseri keşfedildikten ve müzelerde, galerilerde
beğeniye sunulduktan sonra da halen naif bir eser midir?
Sonuç
Uyumsuzların ve naif sanatçıların çalışmalarını yaparken ve
dağıtımını sağlarken karşılaştıkları zorluklar, izleyiciler ve otoritelerle
yaşadıkları sıkıntılar, entegre profesyonellerin, toplumun meşru unsurları
olarak kabul edilen sanat dünyalarına katılarak kendilerini kurtarmış oldukları
sorunlara işaret eder.
Entegre profesyonellerin, uyumsuzların, halk sanatçılarının ve
naif sanatçıların eserleri arasındaki fark, eserin dış görünüşünde veya
çıkardığı seste değil, bu eser ve bir sanat dünyasının az çok içinde bulunan
başkaları tarafından yapılmış olan eserler arasındaki ilişkide yatar.
321
Sanatın bu türleri arasındaki ayrımlar nitelik ayrımları değildir;
her kategori içerisinde her düzeyde eser yapılabilir ve yapılmıştır. Ancak biz
olmayan eserlere -bir sanat dünyasının meşru himayesi altında yapılmamış
eserlere- temeli bir dünyaya, muhtemelen iştirak ettiğimiz bir sanat dünyasına
dayanan bir estetik anlayışla bakarız.
9. Sanat ve Zanaat
322
Sanat dünyalarının üyeleri sanat ve zanaat arasında genellikle bir
ayrım yaparlar. Sanat eserleri yapmanın zanaatkârlık olduğu düşünülen teknik
beceriler gerektirdiğini kabul etmekle beraber, sanatçıların, meydana
getirdikleri ürüne, zannat becerisinin ötesinde bir şey, yaratıcı güçleri ve
yetenekleri sayesinde nesneye veya performansa eşsiz ve etkileyici bir özellik
kazandıran bir şey kattıklarında ısrar ederler. ... Benzer malzeme ve
becerilerin benzer biçimlerde kullanılmasını gerektiren benzer faaliyetler ve
onları yapan kişiler her iki isimle de anılabilir. ...
323
[Zamanında zanaat olarak tanımlanan bir faaliyet daha sonra sanat
olarak tanımlanmaya başlayabilir. Bu durumda, bir sanat dünyasının
katılımcıları bir zanaat dünyasından bazı unsurlar ödünç alır veya bu dünyada
hakim olmaya başlarlar... Ya da tam tersi, sanat olarak tanımlanagelen bir
faaliyet sonradan zanaat olarak tanımlanmaya başlayabilir. Bu durumda da
gelişmiş bir sanat dünyası zanaat dünyasına özgü bazı özellikleri sergilemeye
başlar].
Zanaatın Sanat Haline Gelmesi
Bir çalışma ideolojisi, bir estetik anlayış ve bir iş örgütlenmesi
biçimi olarak zanaat, sanat dünyalarından, bu dünyalarda çalışan kişilerden ve
onların tanımlamalarından bağımsız bir şekilde var olabilir, var olmaktadır da.
Basit gündelik anlamıyla zanaat, yemek yediğimiz tabak, oturduğumuz sandalye,
giydiğimiz giysi, çalışan bir su tesisatı veya akımı ileten bir elektrik
tertibatı gibi faydalı nesneler üretmek için kullanılabilecek bilgi ve
beceriler bütünüdür. Biraz farklı bir bakış açısından bakıldığında zanaat,
faydalı bir şekilde faaliyette bulunmaktır; dans edilebilecek bir müzik çalmak,
konuklara güzel bir yemek servisi yapmak, bir suçluyu asgari düzeyde kargaşaya
neden olarak tutuklamak, bir evi orada yaşayan kişileri memnun edecek şekilde
temizlemek...
324
... fayda ölçüsü bu dünyanın bilgili katılımcıları tarafından
geliştirilmiş ve kabul edilmiş standartlarca belirlenir.
325
Yaptığınız işin bir başkasının pratik ihtiyaçlarını karşılamak
için yapıldığını söylerseniz, ürünün içkin özelliğine dışsal bir şey olarak
tarif edilmiş olan işlev, bu durumda önemli bir ideolojik ve estetik etmen
olur. Yapılan ürünün hiçbir açık veya olası kullanım alanı yoksa veya
görünüşteki kullanımına hiç uymuyorsa, onu yapan zanaatkâr (zanaatın ideolojisini
kabul eden biri olarak zanaatkâr) muhtemel meslektaşlarından gelen sert
eleştirilere maruz kalacak ve savunmasız hissedecektir.
326
Bir nesnenin işe yarar olması, yapılması için bir ustanın
becerisini gerektirmesi, bu nesnenin aynı zamanda güzel bir nesne olarak kabul
edilmesini engellemez. Bazı zanaat dallarının, gelenekleri içerisinde oluşmuş
bir güzellik anlayışı ve bu anlayışa uygun olarak ortaya çıkmış estetik
standartları ve beğeni kuralları vardır.
Zanaatlar genelde, düzgün işler yapmaya ve geçimlerini sağlamaya
çalışan sıradan zanaatkârlarla, daha tutkulu amaçları ve ideolojileri olan
sanatçı-zanaatkârlar arasındaki fark bakımından ikiye ayrılır.
[sanatçı-zanaatkârlar: çömlekçiler, dokumacılar, cam üfleyicileri, mobilya
ustaları, vb.]
327
Güzel zanaat nesneleri "el sanatları" başlığı altında
sergiler ve müzelerde teşhir edilir, ödüller kazanır, onları yapan
zanaatkârların şöhretlerine katkıda bulunur, kitaplara ve "nasıl
yapmalı" tarzı yayınlara konu olur, hatta onlar için kurslar açılır.
Sanatçı-zanaatkârların sıradan zanaatkârlardan daha büyük
tutkuları vardır. İzleyicileri, kurumları ve ödülleri sıradan zanaatkârlarla
paylaşmakla beraber, güzel sanatlar kurumlarıyla aralarında bir akrabalık
olduğunu düşünürler. ... yaptıkları arasında bir devamlılık görürler.
328
Zanaatkârlarla sanatçı zanaatkârların ayrışmasını tipik bir
tarihsel süreç olarak düşünebiliriz. ... Bu sanatçı-zanaatkârlar kendi
faaliyetleri etrafında bir çeşit sanat dünyası, bir "küçük sanat"
dünyası geliştirirler. Bu dünya tam donanımlı temel sanat dallarının
aygıtlarının çoğuna sahiptir: gösteriler, sergiler, ödüller, koleksiyonculara
yapılan satışlar, öğretmenlik mevkileri ve diğerleri. Bütün zanaat dünyaları bu
tip sanatsal, güzellik odaklı bölümler oluşturmazlar (örneğin, sıhhi
tesisatçılık bunu yapmaz). Demek su tesisatçılarıyla çalışmak, onların bunu
neden yapmadıklarını ya da yapmak istemediklerini bilmek gerekecek. Bir
tesisatın kendi içerisindeki kuruluşunu/kompozisyonunu, binanın
"içinde" kalan ve dolayısıyla retinal olmayan unsurların bilgisini
zihinde nasıl şemalaştırdıklarını/görünür kıldıklarını, konstrüksiyonu kaç
kaygı üzerinden gerçekleştirdiklerini, bir bina içerisindeki dolaşım içerisinde
oluşan sesin organizasyonunu, sızıntının çıplak gözle arkeolojik kazısını nasıl
gerçekleştirdiklerini ve bütün bunları neden bir "sanata"
dönüştürmediklerini bilmek gerekecektir. Ancak zanaat dünyası içinde ortaya
çıkan sanat bölümü genellikle, aynı dünya içinde bulunan ve ağırlıklı biçimde
yararcı olan zanaat bölümüyle uyum içinde bir arada var olur.
Bir diğer süreç, yerleşik ve halihazırda sanat dünyası olarak
tanımlanmış bir dünyanın üyeleri, çağdaş sanat dünyasının tipik faaliyetlerinin
ve ideolojilerinin içinde yer alan insanlar, yerleşik bir zanaat dünyasını, özellikle
onun sanatsal bölümünü istila (bu askeri benzetme burada uygundur) etmesidir.
Bu süreç, güzel sanatlar alanında çççalıışan bazı sanatçıların, yaşadıkları bir
ifade sorununu çözmek için yeni mecralar aramaları durumunda başlar.
329
Sadece düşük ısıda [dolayısıyla suyu tutamayacak sertlikte]
üretilen toprak kapların yapılmasında ısrar ederek, başkan aslında o andan
itibaren yaptıkları şeylerin çağdaş heykelin bir versiyonu olacağını ilan
ediyordu ['başkan' derken, bu sayfada verilen bir örnek]. Hiç kimse asıl
noktayı kaçırmasın diye açıkladı: "Bundan sonra kap yapmayacağız."
330
Yararlılık standardının önemini yitirmesine paralel olarak eski
ustalık standartlarının da değeri azalır. Eski sanatçı-zanaatkârların
ömürlerini öğrenmek için harcadıkları şeyler birdenbire yapılmaya değmeyecek
şeyler olurlar. İnsanlar onların yaptıkları işi en baştan savma şekilde
yaparlar ve sadece bu yüzden bu insanların daha üstün oldukları düşünülür.
331
Sanatçıların yarattığı yeni standartlar, bir eserin tek faydasının
sanat olmak -beğenilmek, takdir ve tecrübe edilmek- olmasını garanti eder.
Sanatçılar eski tarz zanaatkârlığın katıksız ustalığını kınarlar. Sanatın diğer
alanlarındaki, özellikle geleneksel resim ve heykel dallarındaki eserlerle
bilinçli bir devamlılık olduğunu düşünür ve bu ilişkiyi bilfiil kurarlar.
Çalışmalarının nasıl olması gerektiği hakkında diğerlerinin fikirlerinden
bağımsız olduklarını ilan eder, yararlılığın gereklerini sırtlarına yükleyecek
herhangi bir girişimi kınarlar. Sanatçıların yaptıkların şeyler genellikle
büyük oranda maharet ve hâkimiyet gerektirir; ancak söz konusu beceriler
sıradan zanaatkâr veya sanatçı-zanaatkârlar tarafından itibar edilen
becerilerden genellikle kasıtlı bir biçimde farklıdırlar ve çoğunlukla da bu
beceriler iyice gizlenmiştir.
332
Geleneksel zanaat ustalığını sergilememek bir meziyet haline gelir
ve sanatçılar ya şok etme amacıyla ya da geleneksel zanaatın belirli
sınırlamalarından bağımsız olduklarını göstermek için kasten kaba saba işler
yapabilirler (bu tip kaba saba eserlerin yapılması, bu ustalık
zanaatkârlarınkiyle aynı olmasa da hayli büyük bir ustalığı gerektirebilir).
Zanaat malzemelerini ve tekniklerini benimseyen sanatçılar,
çalışmalarını sanat olarak tanımlayarak, bir zanaat çevresinde gelişenden
farklı bir sosyal örgütlenme meydana getirir ve bu örgütlenmenin esaslarına
uygun olarak çalışırlar. Zanaat organizasyonları, zanaatkârı, isteği
doğrultusunda ve kullanımı için eserin yapıldığı bir işverene tabi kılar. Ancak
genel olarak benimsenen çağdaş sanat tanımlaması, sanatçının hiç kimse için
çalışmadığını; eserin, sanatın gelişimine içkin olan sorunlara karşılık olarak
üretildiğini ve sanatçı tarafından özgürce seçildiğini varsayar. Elbette
sanatçı, diğer kişiler ve kurumlarla ilişkisi bakımından bireysel bir kahraman
değildir, zamana ve mekâna göre değişiklik gösteren kurumsal sınırlamalar
çerçevesinde hareket eder. ... Koleksiyoncular, galeriler ve müzelerden oluşan
bir dünyada kapana kısılmış çağdaş sanatçılar normalde, akıllarında belirli bir
alıcı olmaksızın üretim yaparlar; eserlerinin, alıcının satın alarak veya
almayarak denetim kurduğu geleneksel tacirler ve galeriler mekanizması
aracılığıyla pazarlanmasını beklerler. Örgütlenme biçimi nasıl olursa olsun,
genel olarak benimsenen sanat tanımı ayrıca, bu alıcıların ve aracıların sanat
dünyaları tarafından tanımlanan gerekleri sanatçı kadar umursadıklarını ve bu
nedenle de mevcut sanat dünyasının dışında değil de içinde tanımlanmış
sorunları ve meseleleri umursadıklarını varsayar. Durum genellikle böyle olmasa
da sanatçılar kendilerini sanat tanımına göre yönlendirirler.
335
[Robert Arneson, Daktilo. Seramik, 1965] Bir zanaatın araçlarını
kullanmaya başlayan sanatçılar, eserlerinin geleneksel sanat dallarında yapılan
eserlerle bir süreklilik içinde olduğunu vurgularlar. Bu eser Pop Art
heykellerle benzer özellikleri taşır.
336
Arneson, günümüzde "ilerici" sanatçıların sıkça yaptığı
bir biçimde, sanatla ve geleneksel sanatçıların eserleri hakkında yaptıkları
açıklamalarla alay eder.
337
Müzeler ideolojik ve estetik modalardan özellikle etkilenirler.
Üsluplara karşı duyarlı olmaya eğilimlidirler. Bu, bazen istilacıların zanaat
yarışmalarının jürilerinde görev yapmak üzere davet edilmeleriyle sonuçlanır.
Kendi standartlarına göre iyi olan eseri seçer, eski standartlara göre yapılan
eserleri göz ardı ederler. Bir süre sonra, yeni ve sanatsal yönelimli olan
eserler sergilenmeye, ödüller kazanmaya, dergilerde haklarında yazılar
yazılmaya, hatta belki de satılmaya başlar. ... Eski zanaatkârlar çileden
çıkar, ekonomik olarak zarar görürler.
Yani bir grup -yeni sanatçılar- kısmen, eski sanatçı-zanaatkâr
grubun yerini alır. Bu olduğunda, büyük bir ihtilaf meydana gelir.
Zanaatkârlar, bir grup yeteneksiz vahşinin, hakları olmayan bir şeyi ele
geçirdiklerini düşünür. Sanatçılarsa, sanatsal ilerlemenin yolunda duran bazı
eski kafalılardan kurtulduklarını düşünürler.
338
"Dokumacılık ne zaman bir sanat olacak?"
Dokumacılığı bir sanat olarak kabul eden görüş, onun
kutsallaştırılmış sanat dalları arasında yerini alması için çabalar...
Seramikçilerin kullanıma uygun olmayan çömlekler için bir raison d'étre [varlık
sebebi] aradığı zamanları hatırlıyor insan.
Eğer sanat dallarının titiz bir biçimde sınıflandırılmasına gerek
yoksa, fikirlerin cisimleşmesini sağlayan farklı yöntemleri nasıl
adlandıracağız? Ron Goodman ... yeni bir kategoriye işaret etti: Yumuşak heykel. Bu kadar büyük bir
kategori mantıksal olarak esnek parçalardan, elyaf malzemelerden, belirli bir
başı veya sonu olmayan bölümlerden yapılmış her şeyi; parçaları germek,
karşılıklı olarak dengelemek, ayırmak sonucunda yumuşak malzemelerin
sertleştirilmesiyle veya tam tersinin yapılmasıyla ve ağırlıksız, yerçekimi
gibi görünmeyen kuvvetlerin kullanılmasıyla üretilmiş olan her tür şeyi
kapsayabilir. [Kenneth Snelson, Gabo, Fuller, Eva Hesse, Alan Saret, Robert
Morris, Alice Adams...].
339
Bu sözler, zanaatın standartlarını hatta adını değiştirme ve diğer
alanlarda çalışan sanatçıların eserleriyle söz konusu zanaat arasında bir
devamlılık tesis etme mücadelesini anlatır.
Ancak değişiklik sadece bir grubun diğerinin yerini alması
değildir. Zanaatkârlar var olmaya, üretmeye, satmaya, şöhret kazanmaya, kariyer
sahibi olmaya devam ettikleri ve zanaat-yönelimli bir dünya inşa edip onu
sürdürdükleri için, sanatçılar zanaatkârların yerini tamamen almazlar. Bunun
yerine, içinde zanaat bölümlerinin, sanatçı-zanaatkâr bölümlerinin ve sanat
bölümlerinin bir arada varolduğu daha yeni ve karmaşık bir dünya oluşur.
Sanatın Zanaat Haline Gelmesi
Yıllar geçtikçe bu dünyalar yerleşir, içlerinde bölümler oluşur,
farklılaşmalar ve bölünmeler yaşanmaya başlar. Bu dünyanın içindeki ve
dışındaki insanlar tarafından ortak bir biçimde sanat dünyası olarak tarif
edilen, kendine ait ideolojileri, estetik anlayışları, örgütlenme biçimleriyle
olan gelişmiş bir dünya, genellikle (başka bir tipik süreci izleyerek) karşıt
doğrultuda değişir. Önceden ifadesel (expressive) ve özgür olan sanat eserleri
ve üsluplar giderek daha düzenli ve örgütlü, sınırlanmış ve kalıplaşmış bir hal
alır; söz konusu dünyanın dayattığı biçimler, sanatçıyı sanat dünyasının kısmen
veya tamamen dışında bulunan denetim kaynaklarına gittikçe daha çok tabi
kılmaya başlar; söz konusu dünya ve bu dünyadaki faaliyetler geleneksel zanaat
dünyalarına ve bu dünyalarda üretilen faaliyetlere benzemeye başlar. Bu
bağlamda, sanat zanaata dönüşür. Bu süreç iki şekilde olabilir. Sanatın zanaata
dönüşme süreci, "akademik" sanat veya "ticari" olarak
adlandırılan sanat biçiminde olabilir.
Akademik Sanat
340
Akademizm, yapılan eserden, eserlerin temsil ve ifade ettiği fikir
ve duygulardan çok, şeylerin nasıl yapıldığıyla, sanatçı veya icracının
sergilediği becerilerle ilgilenir. Bütün sanat dalları temel bir yetenek
gerektirdiği için, akademik sanat, ticari sanatta ifadesini bulan bir eğilimin
ara ve muğlak bir aşamasıdır.
Akademik sanatın, sanatçılar ve diğerlerinin ifadecilik
(expresiveness) ve yaratıcılıktan çok ustalıkla ilgilendikleri bir dünyada
üretilen sanat olduğunu söyleyebiliriz. Zanaatın beceriye olan ilgisine paralel
olan bu ilgi, geleneksel olarak bir sanat dalının tarihinden doğup gelişen
standartlar olarak kabul edilen standartlardan uzağa, zanaata özgü standartlara
doğru atılmış bir adımdır. Ancak eserin faydaları sanat dünyasına ait faydalar
-takdir edilme, koleksiyon yapılma, sergilenme- olduğu için, bu adım
tamamlanmış bir yolculuk değil, sadece tek bir adımdır. [gravür alanında camı
ve parlak metalleri, ipek ve kürkleri, ağaç yapraklarını ve sakal kıllarını
mükemmel biçimde betimleme... Dürer bile bu tür marifet gösterilerine
bulaşmıştır].
341
Klasik bale ve konser müzisyenlerinin ustalıklı enstrüman çalışı
da akademizme dair bazı örnekler sunar.
Sanatın zanaata dönüşümünü gösteren kalıplaşmış üslup
"akademik" sanatın tam anlamıyla kastettiği şeydir. Akademik olması
güzel ve etkileyici olamayacağı anlamına gelmez; ancak uyulması gereken çok
fazla doğru uygulama ve biçim kuralı olduğundan etkililik ve güzellik
ulaşılması zor bir hal alır. ... Eser görünüşte ne hakkında olursa olsun mesele
giderek daha çok, sanatçının becerisi ve ustalığına dönüşür. Böyle eserler
sadece, sanatsal kalıpları, kuralları ve becerileri neredeyse sanatçı kadar iyi
bilen ciddi izleyicilere hitap eder.
Ticari Sanat
342
Sanatçılar, ticarileşmiş sanat dallarında, izleyici ve
işverenlerin taleplerine çok daha güçlü ve mutlak bir biçimde bağlıdırlar. ...
Kişisel fikirler ve duyguların ifadesinden ziyade ustalığın sergilenmesiyle
ilgilenen bir sanatçı, önerilere, etkilere veya baskıya daha açıktır ve
başkaları tarafından teklif edilmiş çeşitli görevleri kabul etmeye daha
hazırlıklıdır. Sanatçının kendinden istenebilecek her şeyi yapmaya muktedir
olmasıyla övünmesi, zanaattaki işe yararlılık kaygısının başka bir biçimidir.
343
Bu tip teknik becerilere hâkim olan sanatçılar genellikle,
zanaatkârlar gibi düşünmeye, konuşmaya ve hareket etmeye başlarlar. Ürettikleri
sanatın içeriğinden çok ustalıklarıyla ve hâkimiyetleriyle gurur duyan bu
insanlar, karşılarına çıkan her şeyle baş edebilmeleriyle böbürlenirler.
345
İnsanlar, görsel sanatlar, müzik veya tiyatrodaki bu çalışma
biçimini genellikle 'ticari' olarak tanımlarlar. Ticari sanatlar, güzel
sanatlarla aşağı yukarı aynı beceri ve malzemeleri kullanırlar; ancak bu beceri
ve malzemeleri, hiç kimsenin sanatsal saymayacağı, anlam ve gerekçeleri sanat
olmayan bir faaliyet etrafında örgütlenmiş bir dünyadan kaynaklanan kullanım
biçimlerine koşarlar.
346
Görsel sanatlar alanında çalışan sanatçılar bir reklam veya
kullanma kılavuzu için çizim yaptıklarında, müzisyenlerin televizyon cıngılları
için müzik yaptıklarında olduğu gibi, iş veya sanayi dünyası tarafından
tanımlanmış amaçlara hizmet ederler. Müzisyenler düğün törenlerinde
çaldıklarında etnik kültür ve tarafından tanımlanmış amaçlara hizmet eder.
Çalışanlar ve tüketiciler ürünü, sanat dünyasının dışındaki bir başka dünya
tarafından tanımlanan anlamıyla, sanat dünyasının tanımladığından başka şekilde
bir işbirliği faaliyetiyle ilişkili olarak, yararlılığına göre yargılarlar.
Sanat akademileri bunu iyi bir şekilde yapmaya muktedir olmak için gerekli olan
teknikleri öğretirler.
Başkaldırı
Bir sanat dalı kalıplaşıp gelenekselleştikçe, standartlar giderek
daha katı bir hal alır. Çoğu sanatçı bu katı standartları kabul eder... Bu
sanatçılar, devrimlerin yaşanmadığı süreçlerde "normal bilim" yapan
bilim insanlarına benzeyen entegre profesyonellerdir (Kuhn, 1962). Ancak bazı
sanatçılar, bu katılığı sınırlayıcı ve bunaltıcı bulurlar. Bu sanatçılar,
yetkinliklerini kanıtlamak için, geleneksel bilgi ve becerileri öğrenmek
yolunda çok fazla zaman harcamak zorunda olduklarını, bu yüzden de istedikleri
şeyi yapmaya bir türlü fırsat bulamayacaklarını düşünürler.
347
Sanatsal kalıpların sınırlandırmalarını dayanılmaz bulan
eleştirmenler, hamiler ve sanatçılar, bu standartlardan olumsuz bir biçimde söz
ederek tepkilerini gösterirler. Bu sınırlandırmaları kabul eden eserleri
"akademik" olarak adlandırır, bu eserlerin "sadece" ustalık
ve zanaattan ibaret olduğunu söylerler.
[Bir sanat biçiminin zanaata dönüştüğü sürecin son halkası, ...
isyankâr sanatçılar... yeni bir oyun önerirler.] [Alvin Coburn, Clarence White,
Edward Steichen gibi fotoğrafçılar resimsel fotoğraflar çekmişleridir.]
348
Sanatın zanaata dönüşümü ve bunun tersi, tek başlarına hareket
eden bireyler tarafından gerçekleştirilmez; bu tip dönüşümler, oturmuş bir
sanat dünyasını ele geçirecek veya yeni bir tanesini meydana getirecek sayıda
insan bu işin parçası olduğu müddetçe başarılı olur.
Bazı Nihai Düşünceler
Günümüzde yüksek sanat olarak kabul edilen çoğu sanat dalı,
muhtemelen yola bir çeşit zanaat olarak koyulmuştur.
10. Sanat
Dünyalarında Değişim
351
Sanat dünyaları sürekli olarak değişir; bazen yavaş yavaş, bazen
hızlı ve köklü bir biçimde. Yeni dünyalar meydana gelir, eskiler yok olur.
Hiçbir sanat dünyası, ister dış kaynaklardan ister iç gerilimlerden
kaynaklansın, değişime yönelik dürtülere karşı kendisini tamamen veya uzun süre
koruyamaz.
İnsanların büyük sanat eserlerini teşhis ederken kullandıkları
temel ölçütün kalıcılık olduğunu unutmayın.
352
[biriciklik] Bununla sanat eserlerinin, sanatçı olmayan
kimselerin, sanayi çalışanlarının, zanaat alanında çalışanların, halk
sanatçılarının ve aynı nesneyi ve performansı (iddia edildiği üzere) fark
edilir hiçbir değişiklik olmaksızın tekrar tekrar meydana getiren insanların
yaptığı işlerden nasıl da farklı olduğunu göstermeyi amaçlarlar.
353
Sanatsal bir geleneği ortak olarak tanımlanmış bir soruna yönelik
birbiriyle bağlantılı bir dizi çözüm olarak düşünürsek, çözümlerin ve bu
çözümlerin çözmeyi amaçladığı sorunun böylesi bir aşamalı süreç içerisinde
değişebileceğini görürüz. Yalnızca benzer sorunlar için olası çözümlerin
çeşitliliğini değiştirerek de olsa, bilinçli olarak aranan her çözüm sorunu bir
şekilde değiştirir.
354
Leonard Meyer (1956), geleneksel uygulamadan sapmanın kendisinin
bir gelenek haline geldiği süreci anlatmaktadır.
355
Bazı yenilik ve buluşlar ise mevcut işbirliği biçimlerini bozarak,
Thomas Kuhn’un (1962) kavramını genişletirsek, bir ‘devrime’ neden olurlar.
İnsanlar bundan böyle diğerleriyle alıştıkları biçimde işbirliği yapamaz, nasıl
yapılacağını bildikleri eserleri her zamanki gibi üretemezler. … devrimler, …
menfaat, ilgi ve olağan uygulamalar bağlamında aşamalı bir biçimde gerçekleşen
değişikliklerden ayrılırlar. Devrimler, sanat dünyasının standart
faaliyetlerinin ideolojisine ve düzenlenme biçimine saldırırlar. İdeolojik
saldırı, eski idolleri, ideal kabul edilen eserlerin geçersizliğini ilan eden
ve yeni eseri evrensel estetik değerlerin temsili olarak öven manifestolar,
eleştirel denemeler, yeni estetik ve felsefi fikirler ve sanat dalının
revizyonist bir tarihi olarak vücut bulur. Sanat dünyasının mevcut düzenine
yönelen saldırı ise, destek kaynaklarını, izleyicileri ve dağıtım araçlarını
ele geçirmeyi amaçlar.
İzlenimciler ve kübistler, görsel dili, bir şeyin temsili olarak
algılanmasını sağlayacak biçimde değiştirmişlerdi. … Kübizm ve dizisel beste
köklü değişikliklerdi; çünkü insanların hiçbirinin yapmayı bilmediği şeyler
yapmalarını gerektiriyorlardı…
356
Sanatsal bir kalıba yapılan bir saldırı, onun bağlantılı olduğu
estetik görüşe de yapılmış bir saldırıdır. İnsanlar estetik inançlarını doğal,
doğru ve ahlaki şeyler olarak tecrübe ettikleri için, sanatsal bir kalıba ve
içerdiği estetik anlayışa yapılan bir saldırı, aynı zamanda bir ahlaka da
yapılmıştır.
Belirli sanatsal kalıplarda, yöntem ve uygulamalarda somutlaşan
estetik inançlara yönelik bir saldırı, neticede mevcut toplumsal tabakalaşma
sistemine yapılan bir saldırıdır. Hughes, ... geleneklerin ve ahlâk
kurallarının toplumsal statüyü oluşturduğunu iddia eder. Mezhepler -dinsel,
politik veya sanatsal- gelenekler ve ahlâk kurallarıyla savaş halindedir. Bu
nedenle (bu bağlamda sanatsal kalıplar, yerleşmiş yöntem ve uygulamalar olarak
yorumlanacak olan) geleneklere ve ahlak kurallarına yapılan bir saldırı, bu
nedenle (bu bağlamda bir sanat dünyasının mevcut düzeni ve örgütlenme biçimi
olarak yorumlanacak olan) toplumsal yapıya yönelik bir saldırıdır; sanat
dünyasındaki mezhepler ve yenilikçiler, sanatsal kalıplarına saldırdıkları ve
yerlerine yenilerini koymaya kalkıştıkları dünyalardaki mevcut rütbe
sistemleriyle savaş halindedirler.
357
Kendisinin sahip olduğu, benim olmadığım becerileri gerektiren
yeni bir sanatsal kalıbı -örneğin tökezlemeyi- başarılı bir şekilde ileri süren
birisi, sadece benim estetik anlayışıma saldırmış olmayacak, aynı zamanda dans
dünyasındaki pozisyonumu da tehlikeye sokacaktır. Hem estetik olarak nahoş, dolayısıyla
ahlaki olarak da kabul edilemez bulduğum için hem de eski sanatsal kalıbın
yerini aldığı takdirde kaybeden taraf olacağım için, yeni uygulamaya karşı
koyarım.
[Yeryüzü sanatı örneği...]
Her sanat dünyası, üyelerinin neyin değerli olduğu konusunda
uzlaşması yoluyla değer yarattığından, başka yöntem ve uygulamalardaki ustalığı
sanatsal değerin işareti olarak tanımlayan yeni bir dünya oluştuğunda, eski
dünyanın, bu yeni dünyada yer bulamayan bütün katılımcıları kaybeder.
358
Devrimler, ortak sanatsal yöntem ve uygulamalar tarafından
sağlanan işbirliği faaliyetlerinin hepsini değiştirmezler. Değiştirselerdi, bu
değişimlere devrim demez, onları bütünüyle yeni bir sanat dünyasının oluşumu
olarak görürdük.
Doğuş ve Yok Oluş
361
Bir sanat dünyası, önceden bilinmeyen veya bu biçimde
kullanılmayan yöntem ve uygulamalara dayanan ve bu yöntem ve uygulamaları
kullanan bir sanatı yapmak için daha önce işbirliği yapmamış insanları bir
araya getirdiğinde doğar. BUna bağlı olarak, bir sanat dünyası, artık hiç kimse
bu dünyaya özgü yöntem ve uygulamalara dayanan ve onları kullanan sanat
eserlerini üretmek için, bu dünyaya özgü biçimlerde işbirliği yapmadığında
ölür.
Yenilikle yeni bir sanat dünyasının ortaya çıkışını birbirine
karıştırmamalıyız. Yeni dünyalar yeniliklerin -teknik, kavramsal veya örgütsel
değişiklikler- etrafında gelişir; ancak çoğu yenilik yeni sanat dünyaları
üretmez. Uyumsuzların ilginç yenilikler üretebildiklerini; ancak bunların bir
tür açmaz veya çıkmaz sokak haline geldiğini gördük, bunun nedeni söz konusu
yeniliklerin uygulanamaz veya geliştitilemez olması değil, yenilikçinin bu
atılıma iştirak edecek yeterli sayıda insan bulamamasıdır. Bir sanat dünyası
haline gelebilecek olan bir yenilik keşfedilmemiş bir olasılık olarak kalır.
Diğer insanların da katılacağı umularak tasarlanan çoğu yenilik bu kaderi
paylaşır.
Yeni sanat dünyaları, sanatçılar için önceden alışıldık olmayan
bir uygulama etrafında gelişir. Sanat dünyalarında, eserleri yapmak için
kullanılan sanatsal kalıplardan sergileme yöntemlerine ve teknik ve maddi
bileşenlere kadar çok sayıda olağan uygulama biçimi olduğu için, bunlardan
herhangi birini yapmanın yeni bir biçimi yeni bir dünyanın temeli olabilir.
362
Bazı sanat dünyaları belirli birtakım yeni sanat ürünlerini
olanaklı kılan bir teknolojinin bulunması ve yaygınlaşmasıyla doğar. Sanatsal
meseleler genellikle ciddi mucitlerin dikkatini çekmediği için, teknik
gelişmeler muhtemelen sanatsal olmayan amaçlar için meydana getirilmiş
olacaktır. [fotoğraf ve sinemanın ilk eğilimlerinin bilimsel, ticari ve
eğlencelik olması; madenlerin çeşitli biçimlerde kullanılışından sonra heykel
ve mücevheratta kullanılması...]
Ses kayıt cihazının ve (osilatörlerden synthesizerlara) diğer bazı
elektronik aygıtların icadı, icra eden insanlar olmadan müzik yapmak için bir
yöntem sundu. Buna rağmen, elektronik müzik örneklerinin çoğu, makineleri
insanların icra ettikleri canlı müziğe tamamlayıcı olarak kullanan, müzik
eğitimi almış kişiler tarafından üretilir, az çok geleneksel konser müziğiyle
yetişmiş olan izleyiciler tarafından dinlenir, diğer ciddi müziklere
uyguladıkları standartları kullanan eleştirmenler tarafından değerlendirilir.
Elektronik müziğin diğer yaratıcıları da bilgisayar elektroniği ve
matematiği dünyasından çıkarlar. Müzikten ziyade programlama ve işleyişle
ilgilenen bu kişiler, icra eden insanlar olmadan sadece makinelerle müzik
yapmaya başladılar. Bunun sonucunda, sadece müzik pek çok bakımdan -hammadde
olarak söz gelimi rastgele sesleri veya elektronik cihazların ürettiği saf
sesleri kullanarak- farklılaşmıyor, besteciler de müziğin icrasıyla daha az
ilgilenip, birbirlerine kayıtlarını göndermekle ve insanların kayıtlarını
dinlemesini sağlamakla ilgileniyorlar. Halka açık performansı, müzik dinlemenin
sıradan bir yolu olarak görmeye alışık olmadıkları için; kayıtları bir yazar
için kitaplar neyse o şekilde, eserin kendisini içinde barındıran, her bir
kopyası bir diğeri kadar iyi olan nesneler olarak görür, nasıl ki bir edebi
eser, yazarı tarafından yüksek sesle okunduğunda, bu eserin esas değerini
belirleyen kulağa gelişi değilse, bir eserin halka açık icra edilmesinin onun
değerine bir şey katmayacağını düşünürler. Elektronik müziğin bu biçiminin yeni
bir sanat dünyasının ortaya çıkmasına neden olması daha muhtemeldir.
363
Bazı sanat dünyaları, teknik bir gelişme gibi olanakları
keşfedilebilecek ve kullanılabilecek yeni bir kavramın, bir şey hakkında yeni
bir düşünme yönteminin ortaya çıkmasıyla doğarlar. Ian Watt, romanın doğuşunun
kısmen, kurmaca yazında uygun bir söylem biçimi olarak "biçimsel
gerçekçilik" adı verilen yeni bir düşüncenin kabul edilmesine bağlı
olduğunu söyler. Romanın Defoe, Richardson ve Fielding gibi yaratıcıları,
gerçekçi bir biçimde karmaşık, yeni ve de eksiksiz olarak tasarlanmamış olan
olay örgülerinde, karakterlerin ve çevrenin anlatılmasındaki (tümelliğin
karşıtı olarak) tekillikte, hikâyenin anlatıldığı gündelik sade dilde kendini
gösteren, sıradan deneyimlerin ayrıntılarına yönelik sadakati, daha önceki
kurmaca yazının stilize edilmiş olay örgülerinin ve karakterlerinin yerine
koydular.
Bazı sanat dünyaları yeni bir izleyici kitlesinin ortaya
çıkmasıyla doğar. Bu dünyaların ürettikleri eserler, kendilerinden önceki
benzer türlerde üretilmiş eserlerden çok farklı olmayabilir; ancak yeni dağıtım
düzenlemeleri aracılığıyla yeni bir izleyici kitlesine ulaşırlar. 1960'ların
"yeni" rock müziği önceki müziklere benziyordu: siyahların Blues ve
rock'n roll'unun beyazlar tarafından yapılan taklitlerinin country-and-western
müziğiyle karışımı. Ancak bu müzik genç insanlara ulaşmak için yeni araçlar
kullandı: Woodstock gibi saatlerve hatta günlerce süren açık hava konserleri ve
"otuz yaş üstü" kalabalığının bütünüyle terk ettiği Fillmore Auditorium
gibi çalışan sınıfa yönelik dans salonları. ... bu müziğin yeni baştan bir
kurumlar bütünü oluşturduğu söylenemez. Yine de rock'n roll'un üretim ve
tüketiminde o kadar çok sayıda yeni insan grupları ve farklı türde insanlar
işbirliği yapıyordu ki yeni bir dünyanın doğmuş olduğundan söz edebiliriz.
romans Avrupa edebiyatında
özellikle ileri ortaçağda aristokrat çevrelerde üretilen ve kabul gören, konu
olarak şövalyelerin başından geçen olağanüstü ve fantastik maceraların
anlatıldığı, ağdalı bir Latince'yle kaleme alınmış bir edebi tarz (ç.n.).
364
Watt, romanın gelişimiyle ilgili olarak benzer bir noktaya işaret
eder. Yeni bir kurmaca kavrayışıyla birlikte yeni bir izleyici kitlesi gelişti
ve bu da gerçekçi bir kurmaca yazının sürekli üretimini olanaklı kıldı. 18. yy
İngiltere'sinde okuryazarlığın yayılması, iyi kurmacanın ne olduğuna dair
önceki aristokrat anlayışı paylaşmayan yeni bir sınıfa mensup bir okur grubunun
ortaya çıkmasını sağladı. Ticaret ve imalatla uğraşan orta sınıftan insanların
(çoğu durumda çıraklarının ve evdeki çalışanlarının da) eklenmesiyle büyüyen bu
yeni okur kitlesi, romandan önceki ciddi ve kapalı üslubu takdir etmek için
gerekli olan klasik eğitimi almamıştı.
365
Yeni bir teknik, [yeni bir] anlayış veya [yeni bir] izleyici
kitlesi yeni olanaklara işaret etse de olanakları tam olarak belirlemez. ...
Yenilikler, taşıdıkları olanaklarla birlikte, genellikle çabucak yayılırlar.
Yenilikleri deneyen insanların birbirlerine ulaşması ve iletişim kurması ise
daha uzun sürer. Örneğin, bir teknoloji pek çok farklı yerde eşzamanlı olarak
ortaya çıkabilir. İnsanlar malzeme ve gereçleri bir katalogtan ısmarlayabilir
ve kendi kendilerine kullanmayı öğrenebilirler; ancak aynı katalogtan bu
malzeme ve gereçleri ısmarlayan başka insanların neler yaptıklarını bilemezler.
... Bu denemeleri yapan kişiler ... yerel bir sanat dünyası oluştururlar.
[stereografinin devamı gelmedi, ama Amerikan cazı uluslararası ölçekte bir
başarı kazandı].
366
dagerroyotip gümüş iyodürle
kaplı plaka üzerine kaydedilmiş fotoğraf. Adını mucidi L.J. Dagurre'den alır.
372
Bu öncüler, yeni olanakları denemenin yanı sıra, bir sanat
dünyasının -tedarikçi ağları, dağıtım kanalları ve estetik sorunların
tartışıldığı, standartların ileri sürüldüğü, eserlerin değerlendirildiği
meslektaş grupları gibi- temellerini de atmaya başlarlar. Başarılı tedarikçiler
kısa zaman içinde kendi yerellerinin dışına çıkarak, mallarını yerel
denemelerin yapılabileceği yerlere satarlar. ... Üreticiler, ekonominin bunu
olanaklı kıldığı yerlerde, kısa sürede geniş pazarlar oluştururlar.
İzleyiciler de bir süre yerel kalırlar. ... İnsanların, uzak
yerlerde çalınan, bu yüzden duymadıkları bir müziği takdir etmeleri mümkün
değildir.
376
Dağıtım
Yeni iş ve dağıtım düzenlemeleri, gelişmekte olan sanat dünyasının
daha geniş bir bölgeye yayılmasına yardımcı olur. Bu düzenlemeler, nesne
üretimi yapan sanat dalları için bitmiş eserin satışını, performanslar içinse
devamlı sözleşmeye dayalı düzenlemelerin oluşturulmasını kapsar.
384
Değiştirilebilir Personel
Bir yeniliği deneyen insanların eserleri o kadar yereldir ki o
bölgeden olmayan insanların bu eserlerin üretim veya tüketimine katılmaları
mümkün değildir. İletişimin giderek artmasıyla çeşitli eserler incelenmek üzere
ulaşılabilir hale gelir ve diğerlerinin eserlerini görmüş veya dinlemiş olan
her yerden katılımcı başka yerlerden gelen insanlarla fazla güçlük çekmeden
işbirliği yapabilirler.
Bir sanat dünyasının önemli faaliyetlerinden birine katılmak için
gerekli olan beceriler yerel olmaktan çıkınca, söz konusu sanat dünyası kendini
tekrar tekrar yeniden üretebilir, herhangi bir yerden personel istihdam
edebilir, artık belli bir bölgeyi etkileyebilecek talihsizliklere karşı
savunmasız değildir. [yarı-özerk bir duruma gelmiş olmak...] Bu dünyanın
üyeleri seyahat ettiklerinde, sanat dünyasının çalışmalarının devam edebilmesi
için yapılması gerekenin nasıl yapılacağını bilen kişiler bulacaklarını
bilirler.
386
Sanat eserleri, onları deneyimleyen ve değerlendiren insanların az
çok bildiği malzemeleri kullanırlar... Bir sanat dünyası ulusal ve uluslararası
yayınlara konu olacak kadar genişlediğinde, pek çok kimse bu yeni kalıpları,
yabancı görüntüleri, tınıları ve fikirleri estetik olarak deneyimlemeyi
öğrenmek durumundadır.
390
Bir yenilik, ülke çapında, hatta belki de uluslararası çapta
işbirliği yapacak bir insan ağı geliştirdiğinde, bir sanat dünyası kurmak için
yapılması gereken tek şey, dünyanın geri kalanını yapılmakta olanın sanat
olduğuna ve sanat olmanın getirdiği hak ve ayrıcalıkları hak ettiğine ikna etmektir.
... Sanat olarak kabul edilmeyi amaçlayan bir yenilik, gelişmiş bir estetik
sisteme ve eleştirel tartışmaların gerçekleşmesini sağlayacak araçlara sahip
olmalıdır. Ayrıca sanat statüsünü isteyen yenilikçiler de ilgili zanaatlardan
ve ticari girişimlerden uzak durmalıdırlar. Yenilikçiler kendi dünyalarının
ürettiği eserleri, tescillenmiş sanat dalları ve eserleriyle ilişkilendiren
tarihçeler oluşturur, geçmişlerine ait en sanatsal olanları öne çıkarırken,
makbul saymadıkları köklerini gizlerler.
397
"Çiftçi Güvenliği İdaresi, 1930" [Susan Sontag]
398
Bir sanat dünyası, nihayet, bir tarih meydana getirir; bu tarih
onun başlangıcından itibaren sanatsal yeterliliği olan eserler ürettiğini ve
istikrarlı bir gelişim sürecinin başlangıçtan, yüksek sanat statüsüne kesin bir
biçimde ulaşıldığı bugüne kadar devam ettiğini gösterir. ... Tarihçiler bu
olağanüstü büyük mirastan geriye kalanlar arasından mevcut duruma geçerlilik
kazandıran bir tarih yazmak için titiz bir seçim yaparlar. (Kuhn [1962] bilim
tarihindeki benzer bir durumu anlatır).
400
Toplanabilecek azami kaynağın toplanmasından ve katılabilecek
azami sayıda insanın bu dünyaya azami sayıda insanın katılmasından sonra, bir
sanat dünyasının büyümesi er ya da geç durur ve uzun bir süre boyunca bu halde
devam eder. Bazı sanat dünyaları zirveye ulaştıktan sonra uzun süre boyunca bu
konumda kalır. Bu sanat dünyalarının, tıpkı roman, film veya klasik bale
dünyasının bugün bize göründüğü gibi, daimi oldukları düşünülür. Ancak
hiçbir şey, buna sanat dünyaları da dahildir, sonsuza dek sürmez. [Moissej
Kagan]. Pek çoğu, ... yavaş yavaş değişir. Pek çoğu da yok olduklarını
düşüneceğimiz ölçüde küçülürler, oysa gerçekte az sayıda sanat tamamen yok
olur. (... kurumlar, belirli bir zamanda hiçbir üreticisi ve izleyicisi olmayan
binlerce sanat eserini muhafaza eder).
Sanat dünyaları örgütlenmelerin ve kalıpların yayılması sayesinde
büyüdüğü için, bu iki çeşit büyümeden herhangi birini engelleyen bir şey sanat
dünyalarının büyümesini sınırlandırır. Mesela sınıfsal, etnik, bölgesel, cinsel
ve ulusal kültürler, bir sanat dünyasının eserlerini iletebileceği grupları
sınırlandırır.
11. Şöhret
403
Biz bir bakış açısını, bu bakış açısı meseleye bakmanın doğru ve
tek uygun yöntemi olduğu için değil, bu bakış açısının, farklı bir bakış
açısının gizlediği bir şeyi görmemize izin verdiği için yeğleriz. Bu stratejik
noktadan nelerin görülebileceğini görmek için, sanat üretiminin ve tüketiminin
kolektif niteliğini belki de aşırı vurguladım.
404
Ne de sosyolojiyi bir çeşit eleştiriye dönüştürerek, toplumsal
güçlerin ve etkilerin belirli sanat eserlerini etkileme ve biçimlendirme
şeklini değerlendirmeye çalışacaktım.
405
Şöhret Kuramı
Şayet oldukça bireyselci olan belirli bir sanat kuramına
inanıyorsanız, şöhretleri değerlendirmek için zaman ve enerji harcamak anlamlı
hale gelir. Başka türlüsüne değil de belirli, özellikle bireyci bir sanat
kuramına ve onun meydana getiriliş biçimine inandığınız takdirde, şöhretleri
değerlendirmek ve bağlantılandırmak için zaman ve enerji harcamak anlamlı hale
gelir. Bu kurama göre: (1) Özel yetenekleri olan insanlar (2) istisnai
güzellikte ve derinlikte eserler yaratırlar, (3) bu eserler köklü insani
duyguları ve kültürel değerleri ifade eder. (4) Eserin özel nitelikleri
yaratıcısının özel yeteneklerinin kanıtı, sanatçının malum yetenekleri eserin
özel niteliklerinin kanıtıdır. (5) Eserler yaratıcının temel niteliklerini ve
değerini açığa çıkardığı için, bu kişinin yaptığı bütün eserler, başka eserler
değil, şöhretinin dayandığı külliyata dahil edilmelidir.
Bu kuramın tarihsel ve kültürel bakımdan olumsallığına dikkat
ediniz. Pek çok toplumda böylesi bir kuram yoktur (ve bu nedenle bu toplumların
sanatçıları hakkında hiçbir şey bilmiyoruz).
"Ortaçağda birey olarak sanatçı, kilise ve loncanın kurumsal
varlıkları ardında görünmezdi. Sadece Greko-Romen ve Çin tarihleri, tek tek
sanatçıların yaşamlarına her ayrıntıyı altarır. [Eski mısır, Amerika, Afrika ve
Hindistan'daki diğer antik uygarlıkların kayıtları sanatçıların yaşamları
hakkında hiçbir şey söylemez]." (Kubler, 1962).
Orada olsaydık, muhtemelen bu sanatçılar hakkında bir şeyler
biliyor olurduk; çünkü sanat kuramımız onların kim olduklarını bilmeyi önemli
kılar.
406
"Toplumumuzun sanata ve sanatçılara dair, tartışmalı olsa da,
en yaygın anlayışı, kökeni Rönesans'a dayandırılabilecek, insan faaliyetlerinin
ayrılması sürecinin bir meyvesidir. 15. yy sonunda İtalya'dan başlayarak,
ressam, heykeltıraş ve mimarların faaliyetlerinin el işçiliğinden temelde
farklı olduğunun düşünülmesi sonucunda bu faaliyetler "özgür"
sanatlar* (liberal arts) payesini elde etti. Sanatçı artık bir zanaat işçisi
değil, bir yaratıcı, sıradan normlardan bağımsız bir çeşit alter deus'tu
(Diğer Tanrı, İkinci bir tanrı gibi anlamlara gelen Latince deyim ç.n.);
sanatçının bu karizmatik temsili, biricik ve paha biçilemez olarak temsil
edilen sanat eserinin asil imajıyla karışıp birleşir. Modern yaratıcı ve
yaratılmış eser fikrinin başlangıç noktasındayızdır.
İkinci aşama, 18. yy'daki birinci sanayi devrimine rastlar. Bu
devrimin başlamasıyla birlikte, sanatsal ürün sanayi ürününe karşıt bir biçimde
tanımlanmaya başladı. Makineye karşıt olarak insan eli, bölünmüş işe karşıt
olarak bölünmemiş iş, çok sayıda aynı nesnenin seri bir biçimde üretimine
karşıt olarak biricik eserin tekilliği. Hümanist ahlak felsefesi tarafından
montaj hattı yabancılaşması olarak ifade edilen endüstriyel gerçeklik, ekonomik
düzene, biricikliğin ve nadir oluşun özünün olumsuzlanmasına neden olur. Zanaat
ve sanayi ürünlerine kıyasla eserlerinin özgünlüğünü göstermek için sanatçılar,
diğer ikisinde ortak olan unsuru, faydacı maksadı, kendi faaliyetlerinden
çıkarmaya uğraştılar; bu sanat eserlerini, onların varlıklarını sürdürmelerini
gerekçelendiren hiçbir amaç olmaksızın nihai oluş olarak ele alan felsefi sanat
kuramıdır. Bu yüce amaçsızlığın ve (bir sınai ürün dizisindeki nesnelerin
benzerliğine ya da aynı zanaat ürünü dizindeki nesneler arasından bir ürünün
ayırt edilmesine olanak tanıyan ufak farklılığa karşıt olarak) özde farklı
oluşun üretiminin tekelini kendilerine mal ederek, 19. yy sanatçıları, nadir
oluşu ve onun sayesinde de ürettikleri sembolik nesnelere toplumsal ve ekonomik
değer verme olanağını muhafaza ettiler." (Moulin, 1978, s.241-42).
Kısacası, şöhretlerin oluşumunu mümkün ve önemli kılan sanat
kuramı ezeli değildir; bireysel olanı kolektif olandan üstün tutan kuramların
geçerli olduğu toplumlarda ve belirli toplumsal koşullar altında ortaya çıkar.
Bu kuram ortaya çıktıktan sonra, daha önceleri bu gibi şeyleri önemsemeyen
toplumlara ihraç edilebilir ve bu toplumlar tarafından benimsenebilirler.
* [Liberal Arts]
Özgür sanatlar, antikçağda ve ortaçağda eğitimi verilen çeşitli bilim ve
sanat alanlarıdır. Ortaçağda gramer, retorik, mantık alanlarından oluşan bir
grup ve aritmetik, geometri, müzik, gökbilim alanlarından oluşan diğer bir grup
ve bunların merkezinde en önemli disiplin olarak felsefe "özgür"
sanatlar olarak kabul edilirdi. Bu bilim ve sanat dalları el becerisine ve
ustalığa dayanan zanaatlardan kesin bir biçimde ayrılır ve üstün tutulurdu.
Becker'ın da aktardığı gibi, birtakım sanat dalları Rönesans'la birlikte zanaat
alanından ayrı düşünülmeye başlanmış ve yüksek sanatlara, "özgür"
sanatlara dahil edilmiştir. ç.n.
407
Şöhret kuramının ilk önermesi sanatçıların oldukça nadir özel yeteneklerinin
olduğunu iddia eder. ... "Bir sanatçı, aynı derecede yetenekli olmayan
biri tarafından sadece kötü bir biçimde yapılabilecek veya hiç yapılamayacak
şeyi az çok iyi bir biçimde yapmasını sağlayan bir yeteneği olan kişidir"
(Henry Carr).
408
Bu kuramın yandaşları, bu özel eserlerin sahip olduğu niteliklerin
ne olduğu hakkında uzlaşmazlar. Bu soru -sanat eserlerini ayırt eden
niteliklerin "ne" olduğu sorusu- estetikçileri, izleyicileri ve diğer
sanat dünyası katılımcılarını böler. Bu konudaki genel ve sıkça rastlanan bir
çatışmada bazıları, sanat eserlerinin gerçeğe sadık olması, yaşamın anlamı ve
insanların nasıl yaşaması gerektiği hakkındaki önemli felsefi meseleleri
açıklaması ve bu meselelerin önemini kavramamızı sağlaması gerektiğini düşünür.
... Bazılarıysa, sanat eserlerinin içsel bir düzenin üstün gücünü yansıtmasını,
söz konusu sanat dalının geleneği içinde tarif edilmiş meseleleri yeni, farklı
ve heyecan verici bir biçimde ele alması gerektiğini düşünür.
Sanatsal üstünlüğü oluştıran şeyin "ne" olduğu şüphesiz
zamana ve mekana göre değişiklik gösterir. Genel olarak, özel yetenekleri olan
sanatçılar tarafından yapılan bu özel eserlerin, derin duyguları ifade ettiğini
ve bu duyguları izleyicilerinde uyandırdığını, bunu da (bu daha az aksiyomatik
[kanıtlanması gerekmeyen durumlar] olabilir) temel (belki de evrensel) insani
değerler ve duygularla olan bağlantıları sayesinde yaptığını düşündüğümüzü
söyleyebiliriz.
410
[sanatçılar dışında eserlerin ve ekollerin de şöhretleri vardır]
411
[bunların dışında, ilgili sanatın türlerinin de şöhreti vardır:]
... White and White, Paris Kraliyet Akademisi'nin ağırbaşlı resim
için uygun olan türler hakkındaki kurallarını özetler:
(1) Klasik ve
Hıristiyanlıkla ilgili temalar münasip olan yegane konulardır.
(2) Bu tip
konuları resmetmek için sadece en "mükemmel" formlar seçilmelidir.
(3) İnsan
figürünün temsili için sadece belirli, insanı asil bir biçimde ifade eden duruş
ve jestler
uygundur.
(4) İnsan figürü
en yüksek formdur ve kusursuz "mutlak" güzelliği ifade eder.
(5) Resimsel
kompozisyon klasik dengeyi, uyumu ve birliği korumalıdır...
(6) Çizim resmin
hakikatidir. 1965 s.6-7
Son olarak, malzeme ve araçların da şöhretleri vardır.
413
"[Klasik resmin] arz aşamasında, nadirliklerini ve
niteliklerini garanti eden iki olgu şunlardır: Satışa çıkarılan her eser tektir
ve paha biçilemezdir; eser, biricik bir yaratıcının tek başına harcadığı emeğin
biricik ürünüdür. Eserlerin niteliği kadar hakikiliği ve özgünlüğü de sanat
uzmanları ve tarihçilerden oluşan bir heyet tarafından garanti edilmiştir"
(Moulin, 1978, s. 242-43).
"Her önemli sanat eseri hem tarihi bir olay hem de bir
sorunun güçlükle kazanılmış bir çözümü olarak kabul edilebilir (...) bir çözüm,
başka çözümlerin de bulunmuş olduğu bir sorunun varlığına işaret eder (...) bu
soruna yönelik geliştirilecek diğer çözümler muhtemelen şu anki mevcut çözümü
izleyeceklerdir. Çözümler biriktikçe, sorun da değişir" (Kubler, 1962,
s.63).
414
... şöhret oluşumu süreci, şöhret kuramını benimseyerek, şöhretin temelini
oluşturan eserlere başkalarının yaptıkları katkıları sistematik bir biçimde
görmezden gelir.
416
Dağıtım sistemlerinden kaynaklanan bir diğer sorun dille
ilgilidir. Müzik ve görsel sanatlar, anlamlı bir biçimde, uluslararası
denilebilecek diller kullanırlar. Ancak edebiyat, dünya dillerinden bir
tanesini kullanır...
417
Şayet dil cemaatiniz küçük veya önemsizse, büyük bir ün
kazanamazsınız. [Kafka]
418
Sanat şayet temel kültürel değerleri ve insani duyguları ifade
ediyorsa, belli sanat eserleri bunu diğerlerinden daha iyi yapacaktır...
420
Naif sanatçıların eserleri özel yetenekleri sergileyebilir ancak
aşırı kişisel oldukları için genellikle çok insana hitap etmez. Halk
sanatçılarının eserleri ise pek çok kimseye hitap eder; ancak özel bir şey
olmak için fazla aleladedir.
421
Bir eserin farklı bir zamanda ve mekânda, farklı insanların
çabalarıyla yeniden değerlendirilmesi, "sanat" kategorisinin
içeriğinin aslında olumsal olduğunu gösterir; "sanat" kategorisinin
içeriğinin olumsal olmasının asıl nedeni, [şöhreti olmayan birçok sanatçının
dışarıda bırakılmasıdır].
422
... birlikte hareket eden insan ağları tarafından yapılmış olması
nedeniyle [sanat toplumsaldır.]
423
"toplumsal örgütlenme", "toplumsal yapı"…
bunların mecaz olduklarını unutmamalıyız. ... Sosyologlar toplumsal yapıdan
veya toplumsal sistemlerden söz ettiklerinde, bu
mecaz söz konusu ortaklaşa faaliyetin düzenli olarak veya sıklıkla
meydana geldiğini ve bu işin içindeki insanların çok çeşitli etkinlikleri
gerçekleştirmek için birlikte hareket ettiklerini gösterir.
İnsanların yaptığı kolektif eylemler ve etkinlikler sosyolojik
araştırmanın temel birimidir.
... katılımcıların
faaliyetlerini koordine etmek için alışılagelmiş yöntem ve uygulamaları nasıl
kullandıklarına... bakarak, her tür toplumsal örgütlenmeyi araştırabiliriz.
424
... bir sanat dünyasına göre konumlanmanın şu dört biçimi: entegre
profesyonel, uyumsuz, halk sanatçısı ve naif sanatçı...
Yirmi Beşinci Yıl Özel Baskısına Sonsöz:
"Dünya" ve "Alan" Kavramları Üzerine Bir
Diyalog
(Alain Pessin'le)
425
Alain Pessin: Sanat Dünyaları'nda açımlanan "dünya"
kavramı ... insan bu kavramın kullanıldığı anlamların her zaman çok açık
olmadığını ve bu kavramı karşılamadığını hissediyor. ... Bazen de özgüllüğü
tamamen yadsınarak, en nihayetinde Pierre Bourdieü'nün "alan" adını
verdiği şeyin daha iyimser bir benzerine dönüştürülüyor. Bu nedenle pek çok
yazar ... alan ve dünya kavramlarının, aynı çalışmada eşit ölçüde doğru bir
biçimde kullanılabilecek, biri çatışmayı, diğeri aktörlerin ve eylemlerin
birbiriyle uyumunu ve bütünleyiciliğini öne çıkaran, iki alternatif yaklaşım
olduğunu düşünüyor.
426
Alan kavramı size neyi çağrıştırıyor?
Howard S. Becker: İlk olarak, kavram oldukça mecazi görünüyor,
mecaz muhtemelen fizikten alınmış. Burada belirlenmiş ve kapalı bir uzam söz
konusu, burası alan, burada hareket için çok az imkân var, bu nedenle bu alanda
ne olursa olsun hiç kimse bir şey kazanmıyor. Bende olan şey sende olamaz.
Sonuçta insanlar doğal olarak, bu sınırlı uzam için mücadele eder ve
birbirleriyle savaşırlar. Bu sınırlı uzamı denetiminde tutan kimseler, ona
sadece kendilerinin ve yandaşlarının sahip olmasını ister, yeni gelenlerin pay
almasını engellemeye uğraşırlar.
427
[Bourdieu için uzam, itibar ve tanınma gibi mecazlarla ifade
edilebildiği gibi, para veya kitabının basılması gibi maddi şeyler de
olabiliyor]
AP: Dünya kavramıyla çok farklı bir yaklaşım önermiş biri olarak,
sizi Bordieu'nün yaklaşımından en açık biçimde hangi noktanın ayırdığını
söylerdiniz?
HSB: Alan kavramı bana basit tanımlayıcı bir terim olmaktan ziyade
bir mecaz gibi geliyor. Bourdieu sanatın yapıldığı toplumsal düzenlemeleri -o
bunlara bir alan der- bir şeyi beraber yapan çok sayıda insandan ziyade
fizikteki gibi bir kuvvetler alanı olarak tanımladı. Bir alandaki temel
varlıklar; kuvvetler, uzamlar, ilişkiler ve ellerindeki değişken miktarlardaki
iktidarı kullanarak stratejiler geliştiren (göreli iktidarlarıyla belirlenen)
aktörlerdir.
Bir alanda hareket eden insanlar, tüm karmaşıklıklarıyla etten ve
kemikten insanlar değildir; onlar daha ziyade, kuramın davranacaklarını ileri
sürdüğü biçimde davranmaları için gereken asgari eyleme gücünü taşıyan,
ekonomistlerin homo economicus'u tarzında karikatürlerdir. Aralarında,
rekabete ve çatışmaya dayalı tahakküm ilişkilerinden başka ilişki yok gibidir.
"Newtoncu anlamıyla hakiki bir çevre olan, fenomenal
tezahürlerini aşk veya ihtiras gibi psikolojik güdülenme biçimleri olarak açığa
vuran toplumsal güçlerin, çekmelerin veya itmelerin etken olduğu iktidar
alanının iki kutbunu konumlandırdıktan sonra, Flaubert bir nevi toplumsal deney
için gerekli koşulları oluşturur: Öğrenci konumlarının geçici, bir süreliğine
bir araya getirdiği -aralarında romanın kahramanı Frédéric'in de olduğu- beş
genç bir güç alanının parçacıkları gibi uzama fırlatılacak ve yörüngeleri
alanın güçleriyle kendi eylemsizlikleri arasındaki bağıntıyla belirlenecektir.
Bu eylemsizlik, bir taraftan kökenlerine ve yörüngelerine borçlu oldukları ve
bir varoluş biçiminde korunması gereken bir eğilimi, dolayısıyla bir yörüngeyi
içeren yatkınlıklarda, diğer taraftansa miras aldıkları ve alanın onlara
sağladığı olanak ve olanaksızlıkları belirlemeye katkıda bulunan sermayeye
kazınmıştır" (Bourdieu, 1996, s.9-10).
Dünya kavramı, benim kafamdaki haliyle, çok farklı. Elbette yine
de bir mecaz. Ancak dünya metaforu -ki alan metaforunun hiç de aynısı gibi
görünmez- birbirlerini dikkate almalarını, diğerlerinin varlığını bilinçli bir
biçimde hesaba katmalarını ve yaptıklarını diğerlerinin yaptıklarının ışığında
biçimlendirmelerini gerektiren bir şey yapmakta olan insanları, her türden
insanı kapsar.
429
Her şeyden önce dünya metaforu uzamsal değildir. Söz konusu
tahlil, bir tür kolektif faaliyet, insanların birlikte yaptıkları bir şeyi
merkezine alır. Bu faaliyete ve onun sonuçlarına ne şekilde olursa olsun
katılan bir kimse bu dünyanın bir parçasıdır. Bu dünyayı, bu dünyanın parçası
olmayan şeylerden ayırmak için çekilen hat, doğada mevcut olan bir şey
değildir, bilimsel inceleme sonucunda bulunabilen bir şey de değildir, analitik
bir kolaylıktır.
Kimileyin, elbette, üniversite dünyası gibi, bazı oluşum ve
insanların oluşturduğu belli kümelerin, söz konusu faaliyet üzerinde tekel
oluşturduğu sınırlandırılmış bir faaliyet alanı vardır.
Bir sosyoloji bölümünde veya araştırma merkezinde bir işiniz
olmadıkça, çalışmalarınızı sosyolojik çalışmaların yayımlandığı geçerli
yerlerde yayımlamadıkça bir sosyolog da olamazsınız.
430
Bu şekilde düşünmek sorunludur. Bu tip durumlarda bile bir tekel
neredeyse hiçbir zaman mutlak ve kesinlikle hiçbir zaman kalıcı değildir.
431
International Visual Sociology Association (Uluslararası Görsel
Sosyoloji Derneği)
Çalışmak istediğini alanda biri tekel mi oluşturuyor? Başka bir
yere gidin ve kendi alanınızı oluşturun. Hatta diğer insanlarla rekabet etmek
zorunda da değilsiniz. Takipçilerinize onları eleştirebilir veya onları
görmezden gelebilirsiniz ancak onlar yeterince güçlü olmamakla beraber, bir şey
yapmanızı engellemeye yetecek bir tekele de sahip değillerdir.
Totaliter rejimlerde bile hemen her zaman, bir faaliyetin meşru
alanına hâkim kişilerin yasakladığı şeyleri yapan muhalif entelektüel
hareketler olduğunu unutmayınız.
432
Şu halde, şu veya bu ürünü meydana getirmek için iş birliği yapan
insanlardan oluşan bir dünya fikri, yaptıkları şeyi kendi disiplinlerindeki
daha iktidarlı kimseler onaylamayacak veya kabul etmeyecek olsa da insanların
iş birliği yapabilecekleri başkalarını bulduğu bir dünya [fikri], ... bu
durumda dünya kavramı anlam kazanır. Bu kavram analitik olarak da yararlıdır;
çünkü neyin keşfedilmesi, hangi olayların açıklanması gerektiğini hesaba katar.
"Alan" kavramının aksine "dünya" kavramı bana
göre çok daha fazla amprik temellidir. Gözlemleyebildiğimiz şeylerden söz eder;
fizikteki teknik anlamlarıyla anladığınızda, gözlemleyemeyeceğiniz
"güçlerden", "yörüngelerden", "eylemsizlikten"
değil, bir şeyler yapan insanlardan. Elbette bu şeyleri eksiksiz bir biçimde
gözlemleyemeyiz; ancak onlar üzerine tartışmaya yetecek kadar gözlemleyebiliriz
ve amprik bilimin yöntemleri bize, bilimin verdiği türde, koşullu yanıtlar
verir.
Benim anladığım şekliyle bir "dünya", çoğunlukla
çalışmalarında kendilerine yardım ederek şeyler yapmaları için başka insanları
ikna ederek, işlerini yapmaya çalışan gerçek insanlardan oluşur.
433
Toplumsal yaşam, her şeye karşın büyük ölçüde bir düzenlilik ve
süreklilik sergiler. İnsanlar öyle ha deyince akıllarına gelen şeyi yapmazlar.
Aksine çoğu zaman şeyleri daha önce onları nasıl yapıyorlarsa öyle yaparlar.
Ben bu açıklamayı esasen "alışılagelmiş-yerleşmiş yöntem ve
uygulama" kavramında buldum. İnsanlar, her zaman değilse de genellikle
şeylerin geçmişte nasıl yapıldığını, genelde nasıl yapıldığını bilirler ve
diğerlerinin de bütün bunları bildiğini bilirler. Öyleyse ben şeyleri,
herkesin, genel olarak yapıldıklarını bildiklerini bildiğim biçimde ve onların
hazırlıklı olduğu biçimde yaparsam, yaptıklarımın onların yaptıklarına
uyacağından ve yapmaya çalıştığımız şeyi en az sıkıntıyla ve yanlış anlamayla
başaracağımızdan emin olabilirim.
434
[örnek] ... Batılı müzisyenler, çok uzun bir zaman boyunca, on iki
tonluk kromatik gamı müziklerinin temeli olarak kabul etmişlerdir. Bu gam şimdi
çaldığımız enstrümanların ayrılmaz bir parçasıdır, tekrar çalmak için müziği
yazdığımız notasyon ve Batı müziğiyle bağlantılı diğer her şey, herkesin, bu
notaları çalmak için yapılmış enstrümanlarla, bu biçimde yazılmış müziği
çalacağını varsayar. Bu nedenle, başka bir sistemde bestelenmiş bir müziktense,
bu geleneksel kalıba dayanan müziği çalmak daima daha kolaydır. Harcanan zaman
ve enerji, bu geleneksel kalıpları kabul etmediğinizde çok daha fazla olur.
Öyleyse -işte, korkarım, fiziksel bir mecaz!- bir tür eylemsizlik, insanları
şeyleri geçmişte yapıldıkları gibi yapmaları için tanzim eder; bu da toplumsal
yaşamın düzenliliğine ve sürekliliğine büyük ölçüde açıklama getirir.
AP: Alan kavramı kullanılarak süreç bağlamında düşünülemez. Her
şey zaten önceden belirlenmiş görünür. Mücadele, faaliyetin normal çerçevesi
olarak önceden tayin edilmiştir. Habitus'un* gücü ondan etkilenen kişilerin
davranışlarını büyük ölçüde öngörülebilir kılar.
* habitus felsefi terminolojiye Aristoteles tarafından
sokulmuş olan terim, edinilmiş bir duyarlılıklar, yatkınlıklar ve beğeni dizisi
tarafından karakterize edilen bir zihin yapısını işaret eder. *** Bourdieu'nün
nesnel'i işaret eden 'alan' kavramının karşısına koyduğu ve 'öznel'i işaret
eden habitus terimi, ... "geçmiş deneyimleri, işlevleri, her an bir algılar,
değerlendirmeler ve eylemler matrisi olarak bütünleştiren ve benzerliğin
biçimlendirdiği sorunların çözümlerine olanak tanıyan şemaların analojik
transferleri sayesinde sonsuz bölünmemiş görevlerin yerine getirilmesini
olanaklı kılan bir kalımlı aktarılabilir yatkınlıklar sistemi" dir. Buna
göre kişi bu yatkınlıkları karşılaştığı nesnel koşullara karşılık olarak
geliştirir, bu süreç içerisinde de bir yandan toplumsal yapıların öznel olana
aşılanması söz konusuyken, diğer yandan da bir anlamda kalıt olarak aldığı
"sermayeden" de pay alır. ç.n.
HSB: Olaylar ve sonuçlar bu şekilde belirlenmiş değildir. Sosyal
bilimcilerin şu ya da bu durumda ne olacağını öngörme girişimlerinin tarihi,
bizim bu hülyadan vazgeçmemizi sağlamak için kâfi gelmelidir.
Habitus veya daha kesin ve belirli bir şeye, kantitatif
sosyologların çalışmayı sevdiği türde bir "değişkene" dayanarak, bir
sonucu tahmin edecek kadar şey bildiğimizi, Bay Jones'un yarın bir otomobil
kazası yapacağını bildiğimizi hayal edin. [sarhoş+yağmur+fren+X kişisi+vb, vb.]
Olayları çoğalttığınız zaman gerçekleşme ihtimalleri azalır. ... Bu nedenle,
... herhangi bir olayı öngörmenin fiili olabilirliği sıfıra yaklaşır. Buna
insanların habitus ve benzer bireysel nitelikler temelinde ne yapacakları
hakkındaki öngörüler de dahildir. Bu tür şeyler anlamsız değildir; ancak
insanların ve örgütlerin edimleriyle alakalı yüzlerce şeyden sadece birini
oluşturur.
436
AP: Şimdi, işbirliği kavramı hakkında tüm yanlış anlamaları açığa
kavuşturmanın zamanıdır diye düşünüyorum. Ara sıra sizin hakkınızda çatışmayı
unutmuş sosyolog dendiğini duyuyoruz.
HSB: Kolektif eylem -iki veya daha fazla (genellikle çok daha
fazla) kişinin bir şeyi beraber yapması- çatışmasızlığı, birbiriyle iyi
anlaşmayı ve iyi niyeti çağrıştıran alışılmış ve dar anlamıyla işbirliği
değildir. Tam tersine, kolektif eylem içindeki insanlar, birbirleriyle veya
Bourdieu'nün toplumsal alanlar hakkındaki ifadelerinde öne çıkan diğer
şeylerden biriyle savaşıyor veya bunları yollarından çekmek için planlar
yapıyor olabilirler.
Buna rağmen, bir şey yapmak için beraber çalışıyor da olabilirler
veya birbirlerini tanımasalar da birinin diğerinin yaptığı bir şey için gerekli
bir şey yaptığı, dolaylı bir ilişki içinde olabilirler.
İnsanlar arasındaki ilişkilerin doğası a priori belirlenmemiştir,
bu tanımlayarak kurabileceğimiz bir şey değildir.
437
AP: Şu halde, çatışmayı a
priori bir üst belirlenim olarak değil, bir durum olarak ele aldığınız
müddetçe, çatışma dünya kavramına dahil edilebilir. ... Öte yandan, alan
kavramında öne çıkan sadece çatışmanın her yerde oluşu değil; çatışmaların
çatışması, yani tüm toplumsal ilişkileri üstbelirleyen toplumsal sınıfların
çatışmasıdır. [çatışma, toplumsal yaşamın temel ilkesidir, demiyorsunuz]
HSB: Tek bir temel ilke olduğunu düşünmüyorum.
AP: Bourdieu geniş açılı bir mercek kullanırken Becker
mikro-ilişkilere odaklanır; birinin kapsayıcı genel bir bakış açısı varken,
diğeri vaka çalışmaları yapar. Sonuçta insanlar, vaka çalışmalarının kaçınılmaz
olarak kısmi olduğunu ve toplumsal yaşamda gerçekten belirleyici olan şeyi
kavrayamayacaklarını söylerler.
HSB: "Dünya" deyimi, sanat eserleri incelenirken hangi
aktörlerin hesaba katılacağı hakkında bizi kapsayıcı bir anlayışa götürür... Bu
totolojiktir: Bir eserin yapımına katılan herkes onun yapımına katılır.
438
Merkezine "dünya" kavramını almış bir analizin temel
sorusu, kimin kiminle sonuçta oluşan sanat eserini etkileyen ne yaptığıdır. ...
Ancak Bourdieu'nün alan kavramı üzerine kurulu bir analiz bu kadar çok soru
soramaz.
Aslında Bourdieu ve Becker farklı türde sorular soruyor ve farklı
türde yanıtlar arıyorlar, bu yüzden biri diğerine indirgenebilir değildir.
439
[sosyologlar hiç kimsenin bilmediği bir şeyi biliyor değiller]
Herkes her şeyi bilmez. [şeyler onlardan kurumsal düzenlemeler
yoluyla gizlenmiştir.]
Pek çok toplumsal kuram, hakikatin sıradan fanilerden saklı olduğu
ve bu sınırların ardındakini görmek ve Hakikat'i keşfetmek için özel beceri,
hatta belki de fevkalade bir yetenek gerektiği önermesiyle başlar.
[“"İnsan zihni" diye yazmaktadır
Batteux, "ancak kusurlu bir şekilde yaratabilir: onun ürünlerinin tümü bir
modelin damgasını taşır... Hoşa gitmeye çalışan deha, doğanın kendisinin
sınırlarını aşmamalıdır ve aşamaz. Dehanın işlevi, olabilecek olanı hayal
etmekten değil, fakat varolanı bulmaktan oluşur. Sanatlarda icadetme, bir
nesneye varlık verme sorunu değil, nesneyi olduğu yerde olduğu şekliyle tanıma
sorunudur."
“Batteux'ya göre, sanatçı bir
orijinaliteye sahip olsa bile, bu orijinalite, onun yaratıcı yetilerinden
çıkmaz, sadece bir konu seçip onu kompoze etmekten ibarettir. Sanatçı, yalnızca
ifade etmek istediği doğal ide'yı sözgelimi mermer, renk, ses vbg. malzemeler
aracılığıyla algılanabilir bir form içerisinde sunar. Sanatçının dehası,
doğanın en güzel parçalarından bir seçki oluşturmak ve bu seçkiyi doğallığına
zarar vermeksizin bizzat doğadan daha mükemmel bir bütün haline getirmekle
sınırlıdır. Sanatların işlevi, doğanın özelliklerini, artık içerisinde doğal
olmadıkları nesnelere aktarmaktır. (çizilen bu taslak 18. yüzyılda 17. yüzyıla
göre büyük bir değişim yaşanmadığını gösterir:) sanatta bilimi model almak;
kurmacanın ve hayalgücünün reddi, icadetme yerine keşfetme, doğanın taklidi,
baroque stilin yasaklanması, ifadenin açıklığı, akıl ilkesi, vb.” (Hünler,
106)]
.
.
.
.