.
.
.
.
.
Bu Bir Pipo Değildir 1983
Michel
Foucault
(Çev.
Selahattin Hilav), Yapıkredi Yayınları, 2010, İstanbul
Önsöz
(James
Harkness)
8
Magritte,
bir üslubu uyguladığı zaman, ressamların estetik düşkünlüğüne tam anlamıyla
karşıt kaygılarla çalışıyordu. … Bazı eleştirmenlerin sitem etmelerine rağmen,
formel ve maddesel sorunlar, onun ilgi alanının tamamen dışındaydı. Kendine
sanatçı denmesinden hoşlanmıyor ve resim aracılığıyla iletişimde bulunan bir
düşünür olarak görülmesini tercih ediyordu.
9
Magritte
ile Foucault'nun, … Foucault'nun heterotopialar (bulunduğu durumdan çıkmış
olmak ve bu durumda farklılıklar) diye adlandırdığı şey karşısında ortak bir
büyülenme duydukları söylenebilir.
Foucault,
Les Mots et /es Choses (Sözcükler ve Şeyler)’de … “birbirine uymayan şeyler
arasında bağ kurmaktan, yani aykırı'dan daha berbat bir düzensizlik türünün de varolduğunu"
söyler ve şöyle devam eder: "Bundan, çok sayıda olanaklı düzenin ayrı ayrı
göze
göründüğünü ve bunun da, heteroklit'in (alışıla-gelmemiş) yasasız ve bilinmeyen
boyutunda gerçeklendiğini kastediyorum. Heteroklit sözcüğü tamıtamına
etimolojik anlamında ele alınmalıdır ve bu durumda, şeyler, birbirinden o kadar
farklı yerlere 'yerleştirilmiş', 'konulmuş' ve öyle farklı yerlerde
'düzenlenmiş'lerdir ki, bunların altında ortak bir zemin bulmak olanaksızdır.
Ütopialar, bir avunma sağlarlar; gerçek yerleri olmadığı halde yine de,
kendilerini açıp gösterdikleri fantastik ve dingin bir bölge vardır. Onlara
götüren yol bir hayalden başka şey olmadığı halde ütopyalar, geniş caddeli
kentlerden, göz kamaştırıcı bahçelerden, yaşamın çok kolay olduğu ülkelerden
söz ederler. Heterotopialar ise rahatsız edicidirler ve belki de bu durumun
nedeni, bunu ve şunu adlandırmayı olanaksız kılmaları; adları paramparça ve
karmakarışık etmeleri; sözdizimini, hem de cümleleri kurarken kullandığımız
sözdizimini değil, sözcükleri ve şeyleri hem yanyana hem de karşıtlık içinde 'birbirine
tutturma'ya neden olan ve göze daha az çarpan sözdizimini önceden yıkıma
uğrattıkları için, dilin altını gizlice kazıp oymalarıdır. Dolayısıyla
ütopyalar masallara ve söyleme olanak tanırlar; dile dayanırlar ve masal'ın
temel bir boyutudurlar; heterotopyalar
ise
... söylemi kuruturlar, sözcüklerin yolunu keserler, dilin var olabilirliğine
kaynağında karşı çıkarlar; mitlerimizi çözüp eritirler ve cümlelerimizin
lirizmini kısırlaştırırlar” (s. 48).
heteroklit:
alışıla-gelmemiş
heterotopia
anti-lirizm
12
“…
gerçek sözcüğe kulak vererek kendi üzerinde düşünen bir dünyanın
figürleştirilmesidir
...
Dillerin dünya ile olan ilişkisi, imlemden çok bir analoji ilişkisidir ya da
daha çok, im olarak taşıdıkları değer ve kopyalama işlevleri üst üste binmiştir
ve diller, imgeleri oldukları cenneti ve yeryüzünü konuşurlar; …” (s. 36-37).
onomatepe ne anlama geldiği
kolaylıkla anlaşılabilen yansımalar. Gacır gucur, ebik gübük, macık mıcık,
tapır tıpır, gibi; Ses yansımaları; Seslerin tanımladıkları sözlere
benzetilmesi, yansıtılması sanatı; Alliteration; Kelime telaffuzlarıyla
doğadaki seslerin verilmesi sanatı
onomatopoeia yansıma; yazıda karşılığı olmayan sesler
13
representation canlandırma
21
kerteriz Herhangi bir cismin yönü ile esas alınan yön
arasındaki açı. (Kuzey esas alınarak pusula ile ölçüm alındığında, hakiki
kerteriz
22
Kaligram
(concret poem)
23
piktogram
ideogram
fonogram
alegori
Bir güneş piktogramı,
yani basitçe çizgilerle oluşturulmuş bir güneş resmi, güneşi anlatmaktan öte
sıcaklığı, ışığı veya gündüzü anlatmak için kullanılmaktaysa ideogram olur.
fonogram bir sesi ya da ses
dizimini belirten yazılı biçime verilen ad. Alfabetik dillerde kullanılan
harfler mesela bir fonogramdır.
alegori bir görüntü, bir
yaşantı veya bir davranışın daha iyi kavranmasını sağlamak için göz önünde
canlandırıp dile getirme sanatıdır (heykel, resim, vb.). TDK sembollerle
anlatılan metinlere alegorik denir. EKŞİ içindeki karakter ve olayların gerçek
hayattan birtakım karakterleri ve olayları temsil ettiği hikaye, film, resim,
vb. türü. “Bu hikayedeki kişiler kurgu ürünüdür” ibaresinin pek uygun
düşmeyeceği eserler… Genellikle karakterlerle aktarılmak, betimlenmek istenen
düşüncenin (kıskançlık, açgözlülük, üstinsanlık, siyasi veya ekonomik
sistemler, baskı, vb.) kişileştirilmiş halidir. Sembolik ve yazınsal bir anlam
barındırır.
24
perimetre iki boyutlu bir figürün
sınırları
32
Batı
resminde, onbeşinci yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar, iki ilkenin egemen
olduğunu sanıyorum. Bunların birincisi, plastik canlandırma (benzeyişi içerir)
ile dilsel gönderim (benzeyişi dışta bırakır) arasında ayrılık olduğunu ileri
süren ilkedir. Benzeyişle bir şeyi gösteririz, farkla da bir şeyden söz ederiz.
Öyle ki, bu iki sistem ne iç içe geçebilir ne de birbirinin içinde erir. Bunlar
arasında bir boyun eğme ilişkisinin bulunması gerekir. Yani, ya metin
görüntünün egemenliğindedir (bir kitabın, bir yazıtın, bir mektubun, bir kişi
adının canlandırıldığı tablolarda olduğu gibi) ya da görüntü metnin
egemenliğindedir (sözcüklerin
sunmak
zorunda oldukları mesajı, desenin kısa yoldan gidiyormuş gibi tamamladığı
kitaplarda olduğu gibi).
34
Önemli
olan, benzeyiş ile ileri-sürüşü birbirinden ayırmanın olanaksız olmasıdır. Bu
ilkenin çözüntüye uğratılmasını, Kandinski'nin gerçekleştirdiği söylenebilir.
Onun resminde benzeyiş ile kendisinin "eşya" dediği ve
kilise-nesneden, köprü- nesneden ya da oklu adam-süvariden daha az ya da daha
fazla nesne olmayan çizgilerin ve renklerin gittikçe daha ısrarla ortaya konmalarına
dayanan benzeyiş ve canlandırıcı bağ, ikili ve zamandaş olarak silinir. Bu
çıplak ortaya koyuş, hiçbir benzeyişe dayanmaz ve "bu nedir" diye
sorulduğunda, kendisini oluşturan harekete gönderimde bulunarak
"doğaçlama", "kompozisyon" diyerek ya da resimde görülene
gönderim yapıp "kırmızı form", "üçgenler", "mor
turuncu" diyerek ya da resimdeki gerilimlere ya da iç bağıntılara,
gönderimde bulunup "belirleyici pembe", "yukarı doğru",
"sarı alan" diyerek cevap verilebilir ancak.
38
süperpoze bindirme
40
Klee,
plastik göstergelerini göz önüne sereceği yeni bir mekân örüyordu. Magritte, canlandırmanın
eski mekânının egemenliğini sürdürmesine izin verir, ama sadece yüzeyde; çünkü bu
mekân, üzerinde figürler ve sözcükler bulunan kaymak gibi bir taştan başka şey
değildir artık; altında hiçbir şey yoktur. Bir mezar taşıdır bu: figürleri
çizen ve harfleri belirten oyuklar, sadece mermerin sertliği altında saklanan
boşlukla, yer-olmayan'la iletişmede bulunurlar. Bu bulunmayışın kimi zaman
kendi yüzeyine kadar yükseldiğini ve tablonun kendisinde yansıdığını
belirtmekle yetineceğim.
.
.
.
.