.
.
.
Biz Hiç Modern Olmadık, 1991
Simetrik
Antropoloji Denemesi
Bruno
Latour
(Çev.
İnci Uysal), Norgunk Yay. 2008 İstanbul
İçindekiler
I. Kriz: Karmaların çoğalışı.
Kördüğümü yeniden atarken. Eleştiri krizi. Mucizevi 1989 yılı. Modern nedir?
II. Anayasa: Modern anayasa. Boyle ve
nesneleri. Hobbes ve özneleri. Laboratuarın aracılığı.
İnsan-olmayanların tanıklığı. Laboratuarın ve Leviathan’ın çifte yapaylığı. Bilimsel temsil ve siyasal temsil.
Modernlerin anayasal güvenceleri. Dördüncü güvence:
Üstü çizili Tanrının güvencesi. Eleştirinin gücü. Modernliğin yenilmezliği. Anayasanın aydınlattığı ve kararttığı.
İhbarın sonu. Biz hiç modern olmadık.
III. Devrim: Başarılarının kurbanı modernler.
Modernleştirici felsefelerin büyük farkı. Sonların
sonu. Semiyotik dönemeçler. Varlığı kim unuttu? Geçen zamanın başı. Devrim mucizesi. Aşılmış geçmişin
sonu. Ayıklama ve çoklu zamanlar. Kopernikçi bir karşı-devrim. Arabuluculardan aracılara. Kendinde şeyden
sorgulamaya. Değişken geometrili
ontolojiler. Dört modern repertuarı bağlamak.
IV. Görecilik: Asimetriye nasıl son
verilebilir? Genelleştirilmiş simetri ilkesi. İki Büyük Paylaşımın ithalat-ihracatı. Antropoloji tropik
bölgelerden gelir. Kültür diye bir şey yoktur.
Boy farklılıkları. Arşimet’in darbesi. Mutlak görecilik ve göreci görecilik. Dünyanın büyüsünün bozulmasıyla ilgili
küçük hatalar. Uzun bir ağ bile her noktasında
yerel kalır. Leviathan bir ağ yumağıdır. Marjların zevki. Daha önce işlenmiş olan suçlara yenilerini
eklememek. Aşkınlıklar bolca bulunur.
V. Yeniden Dağıtım: İmkânsız modernleşme.
Geçme sınavları. Yeniden dağıtılmış hümanizm.
Modern olmayan Anayasa. Şeyler Parlamentosu.
I.
KRİZ
Karmaların çoğalışı
7
Gazetemin dördüncü sayfasında, Antarktika üzerindeki ölçüm
çalışmalarının bu yıl iyi olmadığını okuyorum… ozon… yüksek atmosfer
kimyagerleri… sanayileşmiş büyük ülkelerin devlet başkanları… çevrimsel
dalgalanmalar… meteorologlar…
Aynı makale böylece kimyasal tepkimelerle siyasal tepkileri
birbirine karıştırıyor. Aynı ip, bilimlerin en ezoteriğiyle en aşağı siyaseti,
en uzak gökyüzüyle Lyon banliyösündeki filanca fabrikayı, en küresel tehlikeyle
gelecek seçimleri ya da sonraki yönetim kurulunu birbirine bağlıyor. Boyutları,
riskleri, süreleri, oyuncuları karşılaştırılamasa da hepsi aynı hikayenin içine
sokulmuşlar.
[gazetenin
dördüncü sayfası: antartika üzerinde ölçüm çalışmaları, ozon tabakasındaki
delik, yüksek atmosfer kimyagerleri - ekosfer - Atochem ve Monsanto CEO'ları;
kimya, buzdolapları, spreyler ve atıl gazlarla meşgul olan sanayileşmiş büyük
ülkelerin devlet başkanları; çevrimsel dalgalanmalardan söz eden meteorologlar;
üçüncü dünya ülkeleri ve ekolojistlerin uluslararası anlaşmalardan, gelecek
nesillerin haklarından, gelişme hakkından ve moratoryumlardan söz etmeleri... gazetenin
altıncı sayfası: Paris'te AIDS virüsü - Bay Chirac ile Bay Reagan - dernekler -
kimya sanayi - salgının kara Afrika'da yayılması... sekizinci, dokuzuncu
sayfalar: Japonların denetiminde bilgisayarlar ve çipler; dondurulmuş
embriyolar; doğabilimciler - nadir türler - duman bulutları - yanan orman;
sinyal alıcı künyelerin takıldığı balinalar; gelişmiş nadir flora - ekolojik
rezerv - Kuzey; Papa, piskoposlar, Roussel-Uclaf - Fallop boruları - Teksaslı
köktendinciler --> doğum kontrol hapı; yüksek çözünürlüklü televizyondaki
çizgi sayısı --> Bay Delors'u, Thomson'ı, CEE'yi, standartllaştırma
komisyonlarını, Japonları ve televizyon filmi yapımcılarını birbirine bağlıyor]
8
Bununla birlikte, hiç kimse bundan kaygılanıyormuş gibi
görünmüyor. Ekonomi, Siyaset, Bilim, Kitap, Kültür, Din, Güncel Olaylar
sayfaları hiçbir şey olmamış gibi sayfa düzenini paylaşıyorlar. En küçük AIDS
virüsü sizi seksten bilinçaltına, Afrika’ya, hücre kültürlerine, DNA’ya, San
Francisco’ya götürüyor, ama analistler, düşünürler, gazeteciler ve karar
mercileri, virüsün oluşturduğu ince ağı, içinde yalnızca bilimin, yalnızca
ekonominin, yalnızca toplumsal temsillerin, yalnızca güncel olayların, yalnızca
merhametin, yalnızca seksin bulunacağı özel küçük bölmelere ayıracaktır.
9
… ama bu hassas ip, ne kadar saf disiplin varsa o kadar parçaya
ayrılacaktır: Bilgiyi, çıkarı, adaleti, iktidarı karıştırmayalım. “Ama bu
karışıklıklar karışımı oluşturuyorlar, diyeceksiniz, dünyamızın dokusunu
oluşturuyorlar?” - “Keşke hiç var olmasalardı”, diye yanıtlıyor analistler.
Kördüğümü iyi bilenmiş bir kılıçla kestiler. Dümen kırıldı: Solda şeylerin
bilgisi, sağda insanların çıkarı, iktidarı ve siyaseti.
[Bu
kitap içerisinde Latour'un sürekli kullandığı bazı anahtar kelimeler
bulunmaktadır. Bunlar,
nesnemsiler/öznemsiler
(64),
anayasa/modern
anayasa (109),
kültür-doğa,
kültür-doğalar,
arındırma
çalışması - aracılık çalışması; aracılık, tercüme (92, 97),
karmalar,
karmaları çoğaltma,
antropoloji,
eski antropolojik matris (109, 122)
ağ
(92),
insanlarla
insan-olmayanlar (arasındaki arabulucuların artışı),
çifte
avangardlık (87)
üstü çizili Tanrı, gibi kavram ve
deyimlerdir.]
9
Kördüğümü yeniden atarken
Yirmi
yıldan beri, ben ve arkadaşlarım, içinde yaşadığımız entelektüel kültürün
nereye koyacağını bilemediği bu tuhaf durumları inceliyoruz. Daha iyisi
olmadığından, adlarımız sosyolog, tarihçi, ekonomist, siyaset bilimci, filozof,
antropolog. Ama bu saygın disiplinlere her defasında tamlayan durumundaki
kelimeleri ekliyoruz: bilim ve teknik. İngilizlerin deyişiyle Science
studies ya da fazlasıyla ağır şu sözle: "Bilim, teknik, toplum".
Nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, söz konusu olan, kesin bilgi ve iktidarın
uygulanmasını, yani doğayla kültürü ayıran kesiği gerektiği her seferinde
geçerek kördüğümü sürekli yeniden atmaktır. Bilimsel kurumların içine ters
yönde yerleşmiş, yarı-mühendis, yarı filozof, istemeden bilgili üçüncü kişiler
ve bizzat karmalar olarak bizler, sürüklendiğimiz bu karışıklıkları betimlemeyi
seçtik. Mekiğimiz tercüme ya da ağ kavramı. Sistem kavramından daha esnek, yapı
kavramından daha tarihsel, karmaşıklık kavramından daha ampirik olan ağ, bu
karışık hikâyelerin kılavuz ipidir.
atalet tembellik, işlemezlik
peptit aminoasitlerin birbirlerine bağlanmasıyla
oluşan protein altbirimleri
olumsallık zorunlu olmadığı halde rastlantı ya da
tevafuk (iyi rastlantı) sonucu ortaya çıkan, gerçekleşen ancak pekâla da ortaya
çıkmayabilecek, gerçekleşemeyebilecek olan şeyin durumu; nedenselliğin reddi;
determinist olmayan süreçler sonunda meydana gelmiş olguların özelliği
10
McKenzie
kıtalararası füzelerin atalet merkezini betimlediğinde, Callon yakıt pillerinin
elektrotlarını betimlediğinde, Hughes, Edison'un karbon flamanlı akkor
lambasını betimlediğinde, ben Pasteur'ün önünü aldığı şarbon bakterisini ya da
Guillemin'in beyin peptitlerini betimlediğimde, eleştirmenler teknikten ve
bilimden söz ettiğimizi sanıyorlar. Bilim ve teknik onların gözünde marjinal
olduğundan, olsa olsa saf araçsal ve hesapçı düşünceyi ortaya koyduğundan,
siyasetle ya da ruhlarla ilgilenenler bunları bir kenara bırakabilir. Ama yine
de, bu araştırmalar, kendinde şeylerin doğasını ya da bilgisini değil, onların
kolektiflerimize ve öznelere angaje olmalarını ister. Araçsal düşünceden değil,
toplumlarımızın kendi maddesinden bahsediyoruz.
"Ama
bu politika mı? Bilimsel hakikati çıkarlara, teknik verimliliği ise
politikacıların manevralarına mı indirgiyorsunuz?" İşte ikinci yanlış
anlama. Eğer olgular hayranlıklarımızın onlara tahsis ettiği hem marjinal hem
de kutsal yeri işgal etmezse, hemen saf yerel olumsallıklara ve sefil dümenlere
indirgenirler. Bununla birlikte, toplumsal bağlamdan ve iktidarın çıkarlarından
değil, bunların kolektiflere ve nesnelere girişinden bahsediyoruz.
11
"Ama
ne kendinde şeylerden ne de kendi aralarında insanlardan bahsediyorsanız, o
halde yalnızca söylemden, yalnızca temsilden, yalnızca dilden, yalnızca
metinlerden bahsediyorsunuz." Üçüncü yanlış anlama budur. Dış göndergeyi
-şeylerin doğasını- ve konuşmacıyı -pragmatik ya da toplumsal bağlamı- dışarıda
bırakanlar aslında yalnızca anlam etkilerinden ve dil oyunlarından söz
edebilir. ... söz konusu olan pekâlâ retorik, metin stratejisi, yazı mizansen,
semiyotiktir, ama hem şeylerin doğası hem de toplumsal bağlam üstünde etkili
olup, yine de ne birine ne de diğerine indirgenebilen yeni bir biçimde.
12
Entelektüel
yaşamımız hiç kuşkusuz pek kötü yapılanmıştır. Epistemoloji [doğa], toplum
bilimleri [siyaset], metin bilimleri [söylem], her birinin belirli bir
tanınmışlığı vardır, fakat birbirinden ayrı olması koşuluyla. Peşinde olduğumuz
varlıklar üçünden de geçiyorsa, kesinlikle anlaşılmazsınız. Kurulu disiplinlere
bazı güzel sosyoteknik ağlar, bazı güzel tercümeler sunun, birinciler
kavramları çıkarıp onları toplumsala ya da retoriğe bağlayabilecek tüm
köklerini sökecektir; ikinciler toplumsal ve siyasal boyutunu alıp onu her
nesneden arındıracaktır; son olarak üçüncülerse söylemi koruyacak ama
gerçekliğe -horresco referens- (gerçek pratikler? çalışma?) ve iktidar
oyunlarına aykırı her yapışıklıktan onu kurtaracaktır. Kafalarımızın üstündeki
ozon deliği, yüreğimizdeki ahlak yasası, özerk metin, ayrı ayrı
eleştirmenlerimizi ilgilendirebilir. Ama ince bir mekiğin gökyüzünü, sanayiyi,
metinleri, ruhları ve ahlak yasasını bağlaması, işte bilinmedik, olmadık,
duyulmadık olan budur.
Eleştiri krizi
Eleştirmenler,
dünyamızdan bahsetmek için üç ayrı repertuar geliştirmiştir: doğallaştırma,
toplumsallaştırma, yapıbozum. Çabuklaştırmak için, biraz da haksızlık ederek,
Changeux, Bourdieu, Derrida diyelim. Birincisi doğallaştırılmış olgulardan
bahsettiğinde, ne toplum, ne özne, ne de söylemin biçimi vardır. İkincisi
toplumbilimselleştirilmiş iktidardan söz ettiğinde, ne bilim, ne teknik, ne
metin, ne de içerik vardır. Üçüncüsü hakikat etkilerinden söz ettiğinde, bu,
beynin nöronlarının ya da iktidar oyunlarının gerçek varoluşuna inanmak kadar
büyük bir saflık göstermek olacaktır. Bu eleştiri biçimlerinin her biri
bizatihi güçlüdür ama diğerleriyle birleştirilmesi imkânsızdır. Ozon deliğini
doğallaştırılmış, toplumbilimselleştirilmiş ve yapıbozuma uğratılmış bir şey
haline getirecek bir inceleme hayal edilebilir mi? ... Epistemologlar, sosyologlar
ve yapıbozumcular, eleştirilerini diğer iki yaklaşımın zayıflığıyla besleyerek
makul bir mesafede devam ettirdikleri sürece, entelektüel yaşamımız da kabul
edilebilir kalacaktır. Bilimleri genişletin, iktidar oyunlarını sergileyin, bir
gerçekliğe inanışı gülünçleştirin, ama üç kostik asidi karıştırmayın [!].
13
Bilimsel
olgular inşa edilmiştir ama toplumsala indirgenemez, çünkü toplumsal, kendisini
inşa etmek için seferber olmuş nesnelerle doludur. Bu çifte inşanın etmeni,
yapıbozum kavramının olabildiğince kötü yakaladığı bir pratikler bütünüdür.
Ozon deliği, gerçekten doğal olamayacak kadar toplumsal ve anlatımlıdır;
firmaların ve devlet başkanlarının stratejisi, iktidara ve çıkara
indirgenemeyecek kadar kimyasal tepkimelerle doludur; ekosfer söylemi, anlam
etkilerine indirgenemeyecek kadar gerçek ve toplumsaldır. Ağların doğa gibi
doğal, söylem gibi anlatımlı, toplum gibi kolektif olması bizim hatamız mı?
Eleştirinin kaynaklarını terk ederek bu ağları mı izlemeliyiz yoksa eleştirel
üç bölümlülüğün ortak anlamını paylaşarak ağları terk mi etmeliyiz? Zavallı
ağlarımız, İranlıların, Iraklıların ve Türklerin kendilerine mal ettikleri
Kürtler gibidir, gece olunca sınırları geçip kendi aralarında evlenirler ve
kendilerini bölen üç ülkeden alınacak bütün bir vatanın hayalini kurarlar.
Antropoloji
uzun zamandır doğa-kültürlerin dikişsiz kumaşını kriz ve eleştiri olmaksızın
işlemeye bizi alıştırmış olmasaydı, bu ikilem çözümsüz kalırdı. En rasyonalist
etnograf bile, bir kez uzaklara gönderildiğinde, incelediği halkların
mitlerini, etnobilimlerini, soykütüklerini, siyasal biçimlerini, tekniklerini,
dinlerini, destanlarını ve ayinlerini aynı monografi içinde birbirine tamamen
bağlayabilir. ... Orada hem gerçek, hem toplumsal hem de anlatımlı olmayan tek
bir öğe bile yoktur.
14
Geleneksel
antropologlar için, modern dünyanın antropolojisi yoktur, olamaz, olmamalıdır.
15
Modern
dünya sırası gelince antropolojisi yapılabilir hale geliyorsa, ona bir şeyler
olmuştur.
Mucizevi 1989 yılı
Tüm
tarihler uzlaşımsaldır, ama 1989 tarihi diğerlerinden daha az uzlaşımsaldır.
Berlin Duvarı'nın yıkılması tüm çağdaşları için sosyalizmin yıkılışını
simgeler. "Liberalizmin, kapitalizmin, batılı demokrasilerin Marksizmin
boş umutları karşısındaki zaferi"...
Ama
bu zafer kısa süreli olmuştur. Bu aynı görkemli 1989 yılında, Paris'te,
Londra'da ve Amsterdam'da, gezegenin küresel durumuyla ilgili ilk
konferansların yapılması, kimi gözlemciler için, hem kapitalizmin hem de
sınırsız fethe ve doğaya bütünüyle hakim olmaya ilişkin bu boş umutların sonunu
simgeler. İnsanın insanı sömürüşünü insanın doğayı sömürüşüne çevirmek
isterken, kapitalizm ikisini de sürekli çoğaltmıştır.
martingal (ekşi)
obskürantizm bilgiyi tekelinde tutanların, bu gücü
ellerinden kaçırmamak için geri kalanların bilgiye erişimini zorlaştırmak veya
imkansız kılmaya yönelik çabalarına, bilginin anlaşılmasını zorlaştırmalarına
verilen ad.
16
Sonunda,
ekolojik obskürantizmi ya da antisosyalist obskürantizmi reddedenler ile
postmodernlerin kuşkuculuğundan tatmin olamayanlar, hiçbir şey olmamış gibi
devam etmeye karar verip kararlı bir şekilde modern kalıyorlar. Hâlâ bilimin
vaatlerine ya da özgürleşmenin vaatlerine veyahut ikisine birden inanıyorlar.
Bununla birlikte, modernleşmeye olan güvenleri ne sanatta, ne ekonomide, ne
siyasette, ne bilimde, ne de teknikte artık pek doğru tınlamıyor. Konser
salonlarında olduğu gibi resim galerilerinde de, gelişim enstitülerinde olduğu
gibi binaların cepheleri boyunca da, kalbin artık orada atmadığı hissediliyor.
Modern olma istenci kararsız, hatta kimi zaman modası geçmiş görünüyor.
17
Antimodern,
modern ya da postmodern de olsak, hepimiz mucizevi 1989 yılının çifte yıkımıyla
tartışma konusu edildik. Ama bunu tam bir çifte yıkım olarak, hayranlık
uyandıran simetrisinin bütün geçmişimizi başka şekilde ele almamıza izin
verdiği iki ders olarak düşünürsek, düşüncenin ucunu yakalarız.
Modern nedir?
...
tüm tanımlar şu ya da bu şekilde zamanın geçişini gösterir. Modern sıfatıyla,
yeni bir rejim, bir hızlanma, bir kopukluk, zamanın bir devrimi belirtilir.
"Modern", "modernleşme", "modernlik" sözcükleri
belirdiğinde, bir karşıtlık içinde arkaik ve yerleşmiş bir geçmişi tanımlarız.
18
Eskilerle
modernlerin sayısız tartışmasında, ... artık hiçbir şey devrimlerin eski
rejimlerin sonunu getirdiğini ya da onları tamamladığını söylememize izin
vermez. Sonsuza dek modernlerin yerini alıp alamayacağı bilinmemesine rağmen,
kuşkuculuğun gülünç bir şekilde "post"modern olarak adlandırılmasının
nedeni budur.
Bu
denemenin varsayımı "modern" sözcüğünün, etkili olmak için ayrı
kalması gerektiği halde son zamanlarda ayrı kalmayı bırakan tamamen farklı iki
pratikler bütününü belirtmesidir. İlk pratikler bütünü, "tercüme"
yoluyla, bütünüyle yeni varlık türleri arasında karışımlar, doğa ve kültür
karamaları yaratır. İkincisi "arındırma" yoluyla, bütünüyle ayrı iki
ontolojik bölge yaratır, bir yanda insanlarınki, diğer yandaysa
insan-olmayanlarınki. Birinci bütün olmadan, arındırma pratikleri boş ya da
yararsız kalacaktır. İkincisi olmadan, tercüme çalışması yavaşlayacak,
sınırlanacak, hatta yasaklanacaktır. Birinci bütün, benim ağlar adını verdiğim
şeye, ikincisiyse eleştiri adını verdiğim şeye tekabül eder. Birincisi,
örneğin, yüksek atmosfer kimyasını, bilginlerin ve sanayicilerin
stratejilerini, devlet başkanlarının kaygılarını, ekolojistlerin sıkıntılarını
sürekli bir zincir halinde birbirine bağlayacaktır; ikincisiyse, her zaman
orada olmuş olan bir doğal dünya, öngörülebilir ve kalıcı çıkarları ve riskleri
olan bir toplum ve toplumdan olduğu kadar gönderimden de bağımsız bir söylem
arasında bir bölümleme oluşturacaktır.
Bu
iki pratiği ayrı ayrı düşündüğümüz ölçüde, gerçekten modernizdir, yani
kendimizi bütün yüreğimizle eleştirel arındırma projesine veririz, oysa bu
proje ancak karmaların çoğalmasıyla gelişir. Dikkatimizi hem arındırma hem de
karmalaştırma çalışmasına verir vermez, tamamen modern olmaktan çıkarız,
geleceğimiz değişmeye koyulur. Tam da aynı zamanda, geçmiş zaman kipinde modern
olmuş olmayı da bırakırız, çünkü geçmişe dönük olarak, iki pratikler bütününün
tamamlanan tarihsel dönem içinde zaten her zaman işlemekte olduğunun bilincine
varırız. Geçmişimiz değişmeye koyulur. Son olarak, en azından eleştirinin bize
anlattığı şekilde, hiç modern olmamışsak, öteki doğa kültürlerle girmiş
olduğumuz karışık ilişkiler dönüşmüş olacaktır.
19
Tercüme
ya da aracılık çalışmasıyla arındırma çalışması arasında ne gibi bir bağ
vardır? Aydınlatmak istediğim soru budur. Henüz çok üstünkörü olan varsayım,
ikincinin ilkine imkân tanıdığıdır; karmaları düşünmekten kaçındığımız ölçüde,
kesişmeleri mümkün hale gelir, içinde bulunduğumuz istisnai durumun nihayet
kavramamıza imkân verdiği, modernlerin paradoksu budur. İkinci soru
premodernlerle, öteki doğa-kültürlerle ilgilidir. Yine çok kaba olan varsayım
şudur ki, kendilerini karmaları düşünmeye verirken, çoğalmalarını engellediler.
Onlar ile Biz arasındaki Büyük Paylaşımı açıklayacak ve çözümsüz görecilik
sorununu sonunda çözmeye imkân verecek olan bu farktır. Üçüncü soru güncel
krizle ilgilidir: Modernlik, ayırma ve çoğaltma çalışmasında bu denli etkili
olduysa, bugün neden gerçekten modern olmamızı engelleyerek zayıflıyor? Aynı
zamanda en zoru da olan son soru bundan kaynaklanmıyor: Artık modern olmayı
bıraktıysak, artık çoğaltma çalışmasıyla arındırma çalışmasını ayıramıyorsak,
sonumuz ne olacak? Modernlik olmadan Aydınlanma nasıl talep edilir? Yine
fazlasıyla büyük varsayım şudur ki, varoluşlarını resmi olarak temsil ederek
canavarların [Negri & Hardt] çoğalmalarını yavaşlatmak, saptırmak ve
düzenlemek gerekecektir. Bir başka demokrasi mi gerekli olacaktır? Şeylere
yayılmış bir demokrasi? ... Nietzsche
büyük sorunları soğuk duşlara benzetirdi: Hemen girilip çıkılması gereken soğuk
duşlar.
2.
ANAYASA
Modern anayasa
21
Gerek
insanın doğuşunu selamlamak, gerekse ölümünü ilan etmek için, modernlik çoğu
zaman hümanizmle tanımlanır. Ama bizzat bu alışkanlık bile moderndir çünkü
asimetrik kalır. "İnsanlık-olmayanın"; şeylerin, ya da nesnelerin, ya
da hayvanların; ve onlardan daha az yabancı olmayan, oyunun dışındaki, üstü
çizili bir Tanrının birlikte doğuşunu unutur. Modernlik, üçünün birlikte
yaratılışından, sonra da bu birlikte doğuşun kapsamından ve üç topluluğun ayrı
ayrı işlenmesinden kaynaklanır, bu arada alttan alta, bizzat bu ayrı işlenişin
etkisiyle, karmalar çoğalmaya devam eder. Bir yandan üstle alt arasında, diğer
yandan insanlarla insan-olmayanlar arasında yeniden inşa etmemiz gereken bu
çifte ayrımdır.
Doğal
dünya ile toplumsal dünya arasındaki modern ayrım aynı anayasal karaktere
sahiptir, şu hariç, şimdiye kadar hiç kimse siyasilerle bilim adamlarını
simetrik olarak inceleme konumuna girmemiştir çünkü merkezi bir noktaları
yokmuş gibi kabul edilmiştir. Bir anlamda, temel yasanın çifte ayrımla ilgili
maddeleri o kadar iyi kaleme alınmıştır ki, bir çifte ontolojik ayrım olduğu
sanılmıştır. Bu simetrik mekân çizildiğinde ve doğal iktidarlar ile siyasal
iktidarların ayrımını düzenleyen ortak anlaşma böylelikle yeniden
sağlandığında, modern olmaktan çıkarız.
Bu
anlaşmayı ve bu ayrımı tanımlayan ortak metne anayasa adı verilir. Onu kim
yazmalıdır? Siyasi anayasalar konusunda görev hukukçulara düşer, ama şimdiye
kadar işin ancak çeyreğini yapmışlardır çünkü karmaların çalışması olarak
bilimsel iktidarı unutmuşlardır. Şeylerin doğası konusundaki görev bilim
adamlarınındır, ama onlar da işin çeyreğini yapmışlardır, çünkü siyasi iktidarı
unutmuş gibi görünmüşler ve bir yandan karmaları çoğaltırken diğer yandan
onların herhangi bir yararını kabul etmemişleridir. Tercüme çalışmasında,
görev, ağları inceleyenlerindir, ama sözleşmelerinin ancak yarısını yerine
getirmişlerdir çünkü üstlerinde yapılan ve bu çoğalışı açıklayan arındırma
çalışmasını açıklamamaktadırlar.
22
Yabancı
kolektifler konusunda, aynı anda dört koldan konuşma görevi antropolojinindir.
Aslında, ... her etnolog mevcut kuvvetlerin tanımını, iktidarların insanlar,
tanrılar ve insan-olmayanlar arasındaki dağılımını, anlaşma prosedürlerini, din
ile iktidarlar arasındaki bağları, ataları, kozmolojiyi, mülkiyet hakkını ve
bitkilerin ya da hayvanların sınıflandırılmasını aynı monografide yazabilir.
Biri bilgiler, diğeri iktidarlar, sonuncusu da pratikler için üç kitap
yazmamaya özen gösterecektir.
23
Bu
Anayasa nasıl betimlenmelidir? Örnek bir duruma yoğunlaşmayı seçtim,
hazırlanışının en başında, 17. yüzyılın ortasında, bilim adamı Boyle ile
siyaset bilimci Hobbes, bilimsel ve siyasal iktidarların dağılımı konusunda
tartışırlar.
25
Boyle ve nesneleri
[Steven
Shapin ile Simon Schaffer'in kitaplarının güzelliği], Hobbes'un bilimsel
çalışmalarını bulup çıkarmalarından -siyaset bilimciler bunları görmezden
geliyorlardı çünkü kahramanlarının matematiksel zırvalarından utanıyorlardı- ve
Boyle'un siyaset kuramlarını unutulmuşluktan kurtarmalarından -bilim
tarihçileri bunları görmezden gelirler çünkü kahramanlarının örgütlenme
çalışmasını gizlemeye çalışırlar- kaynaklanmaktadır. Bir asimetri ve bir
paylaşım yerine -Boyle'a bilim, Hobbes'a siyaset kuramı- Shapin ve Schaffer,
pek güzel bir kuadrant [galaktik kadran; çeyrek daire] çizerler: Boyle bir
bilime ve bir siyaset kuramına sahiptir; Hobbes da bir siyaset kuramıyla bir
bilime. ... neredeyse her konuda uyuşurlar. Bir kral, bir Parlamento, uysal ve
birleşik bir Kilise isterler ve mekanik felsefesinin ateşli yandaşıdırlar.
[Boyle...
boşluk içindeki boşluk deneyi...]
26
Bir
düzine sivil savaş ortalığı yakıp kavururken, Boyle bir kanıtlama yöntemi
seçer, en eski skolastik geleneğin alay ettiği kanı yöntemini. Boyle ve
meslektaşları, zorunlu akıl yürütmenin kesinliğini doxa için terkeder.
Bu doxa çabuk kanan kitlelerin başıboş hayal gücü değil, denklerin
birlikteliğini sağlamak için yeni bir düzenektir. Boyle, mantıktan,
matematikten ya da retorikten çok hukuk-yanlısı bir metafora dayanır: Eylem
sahnesi etrafında toplanmış güvenilir, iyi seçilmiş, iyi niyetli tanıklar bir
olgunun varlığını, gerçek doğasını tanımasalar da, the matter of fact,
teyit edebilirler. Boyle böylece bugün hâlâ kullandığımız ampirik tarzı icat
eder.
Beyefendilerin
kanısını değil, kapalı ve korunaklı laboratuar ortamında yapay olarak üretilmiş
bir fenomenin gözlemlenmesini ister. İronik olarak, konstrüktivistlerin anahtar
sorusu -olgular laboratuarda bütünüyle inşa edilmiş midir?- tam olarak Boyle'un
ortaya koyup çözdüğü sorundur. ... "Olgular olmuştur" diyecektir
Bachelard. Ama insan tarafından inşa edilince, yanlış mı olurlar? Hayır, zira
Boyle, tıpkı Hobbes gibi, Tanrının "konstrüktivizmini" insana yayar
-Tanrı şeyleri tanır çünkü onları kendi yaratır. Olguların doğasını biliyoruz
çünkü onları tam olarak kontrol ettiğimiz koşullar altında biz hazırladık.
Zayıflık bir kuvvet haline gelir, yeter ki bilgi araçsallaştırılmış olguların
doğasıyla sınırlansın ve nedenlerin yorumlanması bir kenara bırakılsın. Boyle
bir kusuru -yalnızca laboratuarda yaratılmış ve ancak yerel değeri olan matters of fact'ler üretiyoruz- yeniden
kesin bir avantaja çevirir: Kuram, metafizik, din, siyaset ya da mantık
alanında bunun dışında ne olursa olsun, bu olgular asla değiştirmeyecektir.
27
Hobbes ve özneleri
Hobbes
için, iktidar bilgidir ki bu şu anlama gelir, sivil savaşlara bir son verilmek
isteniyorsa, ancak tek bir bilgi ve tek bir iktidar var olabilir. Bu nedenle Leviathan'ın
en büyük kısmı, Eski ve Yeni Ahit'i yorumlar. Sivil barış için en büyük
tehlikelerden biri, insanların sivil iktidarın yargısı karşısında başvurduğu
tinler, hayaletler ya da ruhla gibi maddesiz cisimlere inançtan
kaynaklanmaktadır.
28
Bu
indirgemecilik totaliter bir devlete götürmez çünkü Hobbes bunu bizzat
cumhuriyete uygular: Hükümdar her zaman toplum sözleşmesiyle tayin edilen bir
aktörden başka bir şey değildir. Hükümdarın istediği gibi hareket etmek ve
Leviathan'ı yıkmak amacıyla başvurabileceği tanrısal hukuk, üst merci yoktur.
Bilginin iktidara eşit olduğu bu yeni rejimde, her şey indirgenmiştir: hükümdar,
Tanrı, madde ve çokluk. Hobbes, kendi devlet bilimini herhangi bir aşkınlığa
başvuru haline getirmekten bile kaçınır. Tüm bilimsel sonuçlarına kanıyla,
gözlemle ya da vahiyle değil, herkesi kendi rızasını vermeye zorlayabilecek tek
kanıtlama yöntemi olan matematiksel kanıtlamayla ulaşır; ve bu kanıtlamaya,
Platon'un kralı tarzında aşkınsal hesaplarla değil, bir saf kompütasyon
aracıyla [bilgisayarları problem çözme aracı olarak kullanmak], son halini
almamış bilgisayar olan mekanik beyinle erişir.
Thomas
Hobbes 1588 - 1679
Robert
Boyle 1627 - 1691
30
Araştırmacılarımız
(Shapin ve Schaffer) toplumsal bir makro-bağlamın varolduğu -İngiltere,
hanedanlık savaşı, kapitalizm, devrim, tüccarlar, Kilise- ve bu bağlamın, bir
şekilde, maddeye, havanın esnekliğine, boşluğa ve Torricelli'nin tüplerine
[Hava basıncını, deniz seviyesindeki hava basıncının 76 cmciva olduğunu bulan
bilim insanı] "ilişkin fikirleri" etkilediği, oluşturduğu,
yansıttığı, yankıladığı ve onların üstünde bir baskı uyguladığı ilkesinden yola
çıkarlar.
31
Deneyler
asla yolunda gitmez. Pompa kaçırır. Onu üstünkörü onarmak gerekir. Nesnelerin
insani kolektife saldırısını, gerektirdikleri tüm manipülasyonlar ve
pratiklerle açıklayamayanlar, antropologlar değildir, çünkü Boyle döneminden
beri, kültürümüzün en temel yönünü oluşturan şey gözlerinden kaçmıştır:
Toplumsal bağı laboratuarda üretilmiş nesneler olan toplumlarda yaşıyoruz;
fikirlerin yerine pratikler, zorunlu akıl yürütmelerin yerine denetim altındaki
doxa ve evrensel uyum yerine meslektaş
grupları konmuştur.
(Hobbes)
Modern iktidarın asıl karakteri haline gelecek olanı inkâr eder: Laboratuar
çalışmasının önvarsaydığı ölçek değişikliği ve yer değiştirmeler
İnsan-olmayanların tanıklığı
32
[Boyle]
Bugüne kadar tanıklar her zaman insani ya da tanrısal olmuştu -asla
insan-olmayanlar olmamıştı. ... Oysa Boyle'a göre, laboratuar deneyleri,
namuslu tanıkların teyit edilmemiş ifadelerinden daha fazla otorite
oluşturmaktadır.
33
Anayasaya
göre, kuşkuya düşülmesi durumunda, insanların insan-olmayanlara başvurması daha
iyidir. Yeni semiyotik iktidarlarıyla donatılmış insan-olmayanlar, yeni bir
metin biçimine katkıda bulunacaklardır, ... deneysel bilim makalesi. ... Eski
hermenötik devam edecektir ama parşömenlerine bilimsel araçların titrek imzasını
ekleyerek.
Laboratuarın ve Leviathan'ın çifte yapaylığı
34
Hem
Hobbes'u hem de Boyle'u işlemeyi seçmiş olmak deha gerektirir, zira hem doğayı
hem de toplumu açıklamaya yönelik yeni simetri ilkesi bize ilk kez modern çağın
en başındaki iki önemli şahsiyet üzerinden bilim incelemelerinde
benimsetilmiştir. Hobbes ve emsalleri, iktidardan söz etmek üzere sahip
olduğumuz başlıca kaynakları yaratırken -temsil, hükümdar, sözleşme, mülkiyet,
yurttaşlar- Boyle ile onu devam
ettirenler, doğadan söz etmek üzere en önemli repertuarlardan birini
hazırlarlar -deney, olgu, tanıklık, meslektaşlar. Bizim henüz bilmediğimiz şey,
bir çifte icadın söz konusu olduğudur.
Bilimsel temsil ve siyasal temsil
38
Boyle,
siyasetin dışında tutulması gereken siyasal bir söylem yaratırken, Hobbes da
deneysel bilimin dışında tutulması gereken bir bilimsel siyaset hayal eder.
Diğer bir deyişle, modern dünyamızı, şeylerin laboratuar aracılığıyla
temsilinin, yurttaşların toplum sözleşmesi aracılığıyla temsilinden ebediyen
ayrıldığı bir dünya icat ederler. O halde, siyaset felsefecileri Hobbes'un
bilimine ilişkin olan her şeyi unuturken, bilim tarihçilerinin de Boyle'un
bilim siyasetine ilişkin tavırlarını
unutmaları hiç de yanlışlıkla olmamıştır. Bundan böyle her birinin "çift
görmesi" ve insan-olmayanların temsiliyle insanların temsili arasında,
olguların yapaylığıyla siyasal organların yapaylığı arasında doğrudan bağıntı
kurmaması gerekiyordu. ... Artık tamamen modern olmadığımız günümüzde, iki
anlam yeniden birbirine yaklaşmaktadır.
Hobbes'un
devleti bilim ve teknoloji olmadan güçsüzdür, ama Hobbes yalnızca çıplak
yurttaşların temsilinden söz eder; Boyle'un bilimi, din, siyaset ve bilim
alanlarının kesin bir sınırlaması olmadan güçsüzdür ve bu nedenle Hobbes'un
monistliğini ortadan kaldırmak için bu denli uğraşır. Onlar, siyaset kuramında
bir tek ve aynı icadı gerçekleştirmek için elbirliği eden iki kurucudur:
İnsan-olmayanların temsili bilime düşer ama siyasete her tür başvuru imkânı men
edilmiştir; yurttaşların temsili siyasete düşer ama bilim ve teknolojinin
üretip seferber ettiği insan-olmayanlarla herhangi bir bağıntı men edilmiştir.
Hobbes,
Leviathan'ı, bu ölümlü tanrıyı, bu yapay yaratığı oluşturan hesapçı bir çıplak
yurttaşı tanımlar. Leviathan'ı ayakta tutan nedir? Herkesin kuvvetinin geriye
dönüş olmadan tek birinin elinde toplamasına karar veren sözleşmeye yol açan
insan atomlarının hesaplanmasıyla. Bu kuvvet neden oluşmaktadır? Tüm çıplak
yurttaşlardan tek birine onlar adına konuşma yetkisi vermesinden. O harekete
geçtiğinde kim harekete geçer? Ona iktidarımızı kesin olarak devreden bizler.
Cumhuriyet, herkesi temsil etme yetkisinin tek bir kişiye verilmesiyle birleşen
yurttaşlardan oluşmuş paradoksal bir yapay yaratıktır. Hükümdar kendi adına mı
yoksa ona yetki verenler adına mı konuşur? Modern siyaset felsefesinin durmadan
çözmeye çalışacağı çözümsüz sorun budur.
39
Ama
Boyle daha da tuhaf bir artefaktı tanımlar. Yapay makinelerin, içinde
fenomenleri bütünüyle yarattığı laboratuarı icat eder. Yapay olmalarına rağmen
maliyetlidirler, yeniden üretilmeleri güçtür ve az sayıdaki güvenilir ve idmanlı
tanığa rağmen, bu olgular pekâlâ mevcut haliyle doğayı temsil ederler. Olgular,
doğmakta olan tanıklar topluluğu tarafından kabul edilmiş ve yetkilendirilmiş
laboratuarda ve bilimsel yazılarda üretilmiş ve temsil edilmiştir. Bilim
adamları olguların titiz temsilcileridir. Onlar konuştuğunda kim konuşur? Hiç
kuşkusuz bizzat olgular, ama aynı zamanda yetkilendirilmiş sözcüleri. O halde
kim konuşur, doğa mı yoksa insanlar mı? Modern bilim felsefesinin üç yüzyıl
boyunca savaşacağı çözümsüz sorun budur. Bizatihi olgular dilsizdir, doğal
kuvvetler ham mekanizmalardır. Ve yine de bilim adamları kendilerinin
konuşmadığını, ama bizatihi olguların konuştuğunu iddia ederler. O halde bu
dilsizler, laboratuarın yapay ortamında ya da hava pompasının daha da seyrelmiş
olan yapay ortamında konuşmaya, yazmaya, bildirmeye muktedirdirler. Küçük
beyefendi grupları, hem doğal kuvvetlere tanıklık ederler hem de ihanet etmeyip
[şirk koşmayıp! Ama neye şirk koşmayıp?] nesnelerin sessiz davranışını tercüme
ettikleri yolunda birbirlerine tanıklık ederler. Boyle ve öğrencileriyle
birlikte, bir doğal kuvvetin, dilsiz ama anlam yüklü bir nesnenin ne olduğunu
kavramaya başlarız.
40
Ortak
tartışmalarında, Hobbes ve Boyle'un ardılları bize bugüne kadar kullandığımız kaynakları
sunarlar: Bir yanda, toplumsal kuvvetler, iktidar; diğer yanda, doğal kuvvet,
mekanizma. Bir yanda, hukuk öznesi; diğer yanda, bilim nesnesi. Siyasal
sözcüler, kavgacı ve hesapçı yurttaşlar yığınını temsil edecektir; bilimsel
sözcüler, bundan böyle, dilsiz ve maddi nesneler yığınını temsil edecektir.
Birinciler hep birlikte konuşamayan müvekkillerini tercüme ederler; ikinciler
doğuştan dilsiz olan temsilcisi oldukları şeyleri tercüme ederler. Birinciler
ihanet edebilir, ikinciler de. 17. yüzyılda simetri hâlâ görünürdür,
birbirlerini çatışma kaynaklarını çoğaltmakla suçlayarak hâlâ sözcüler arasında
tartışırlar. Ortak kökenlerinin görünmez olması için, insanlar tarafının
dışında hiçbir yerde sözcü bulunmaması için ve bilim adamlarının aracılığının görünmez
olması için yalnızca küçük bir çaba gerekmektedir. Pek yakında
"temsil" sözcüğü, seçilmişlerin ya da şeylerin söz konusu olmasına
göre iki farklı anlam kazanacaktır.
Modernlerin anayasal güvenceleri
40
Hobbes,
Leviathan'ında, aynı anda fiziği, teolojiyi, psikolojiyi, hukuku, İncil
yorumunu ve siyaset bilimini yeniden kurar. Boyle, yazılarında ve
mektuplarında, aynı anda bilimsel retoriği, teolojiyi, bilim siyasetini,
siyaset bilimini ve olguların hermenötiğini yeniden oluşturur. Birlikte, Tanrının
nasıl hükmetmesi gerektiğini, yeni İngiltere kralının nasıl yasaması
gerektiğini, ruhların ya da meleklerin nasıl hareket etmesi gerektiğini,
maddenin özelliklerinin neler olduğunu, doğayı nasıl sorgulamak gerektiğini,
bilgece ya da siyasal tartışmanın sınırlarının ne olması gerektiğini, plebin
iplerinin nasıl elde tutulacağını, kadınların hak ve ödevlerinin neler
olduğunu, matematikten ne beklenmesi gerektiğini betimlerler. O halde eski
antropolojik matris içinde yer alır, şeylerle insanların yeterliklerini bölüştürür
ve saf toplumsal kuvvetle saf doğal mekanizma arasında henüz hiçbir ayrım
yapmazlar.
41
Bütün
modern paradoks buradadır: Karmaları dikkate alıyorsak, işimiz yalnızca doğa ve
kültür karışımlarıyladır; arındırma çalışmasını dikkate alıyorsak, doğa ile
kültür arasındaki tam bir ayrımla karşı karşıyayızdır. Anlamak istediğim, iki
görev arasındaki bağıntıdır. Boyle ve Hobbes ... şeylerin bilimiyle ...
insanların siyasetiyle sınırlayacak şekilde görevleri bölüşürler. Bu iki
hareket arasındaki içsel bağıntı nedir? Bu çoğalmaya izin vermek için bu
arındırma gerekli midir? ... O halde modern dünyanın sırrı nedir? Bunu kavramak
için, ... tam Anayasayı tanımlamamız gerekir.
Her
Anayasa gibi, bunu da sunduğu güvencelerle ölçmek gerekir. [doğal iktidarın temel
güvencesi:] Doğayı yapanlar insanlar değildir, ezelden beri vardır ve her zaman
zaten orada olmuştur, biz yalnızca sırlarını keşfederiz. [siyasal iktidarın
temel güvencesi:] Toplumu inşa eden ve yazgılarına özgürce karar veren yalnızca
ve yalnızca insanlardır.
Şayet
modern siyaset felsefesinin yaptığı gibi, bu iki güvenceyi ayrı ayrı dikkate
alırsak, anlaşılmaz kalırlar. Doğa ne insanlar tarafından ne de onlar için
yapıldıysa, o zaman yabancı, ebediyen uzak ve düşman kalır. Bizzat aşkınlığı
bizi ezer ya da onu erişilmez kılar. ... şayet toplum yalnızca insanlar
tarafından ve onlar için yapıldıysa, hem biçimi hem de maddesi olduğumuz yapay
yaratık Leviathan, ayaklarının üstünde duramayacaktır.
42
Onlar
birlikte yaratılmıştır. Karşılıklı olarak vardırlar. İlk ve ikinci güvence,
birbirleri için terazi ağırlığı ... görevi görürler. Aynı yönetimin iki
kolundan başka bir şey değildirler.
Onları
ayrı ayrı değil de birlikte dikkate aldığımızda, güvencelerin tersine döndüğünü
görürüz. ... Hava pompası içindeki yapay inşalarına rağmen -bu aracılık ya da tercüme
evresidir- olgular insan eliyle yapılan her imalattan bütünüyle kaçıp
kurtulurlar -bu arındırma evresidir. ... İnsan eliyle gerçekleşmiş inşasına
rağmen, Leviathan, kendisini yaratmış olan insanı olabildiğince aşar, zira
gözeneklerinde, damaralarında, dokularında ona dayanıklılığını ve sürerliğini
veren sayısız şeyi seferber eder.
Ama
bu iki güvence çelişkilidir, yalnızca birbirleriyle değil, her biri kendi
içinde çelişkilidir, çünkü hem aşkınlıktan hem de içkinlikten yararlanırlar.
Boyle ve sayısız ardılı, hem doğayı yapay olarak inşa etmeyi hem de onu
keşfettiklerini söylemeyi sürdürecektir; Hobbes ve yeni tanımlanmış yurttaşlar,
Leviathan'ı hesap ve kuvvetle durmadan inşa edecek, ama onun kalıcı olmasını
sağlamak için her zaman daha çok nesne arayıp bulacaktır.
.
.
.
.