.
.
.
.
.
.
Sıradan
Olanın Başkalaşımı 1981, 1983
Arthur C. Danto
(Çev.
Esin Berktaş ve Özge Ejder) Ayrıntı Yayınları, 2012 İstanbul
İçindekiler
Önsöz
Bölüm
1 Sanat yapıtları ve Salt Gerçek Şeyler
Bölüm
2 Bağlam ve Nedensellik
Bölüm
3 Felsefe ve Sanat
Bölüm
4 Estetik ve sanat Yapıtı
Bölüm
5 Yorum ve Tanımlama
Bölüm
6 Sanat Yapıtı ve Salt Temsiller
Bölüm
7 Metafor, İfade ve Üslup
Önsöz
14
[Duchamp]
... sıradan varoluşları olan, yaşamdan alınmış Lebenswelt'in sanat
yapıtlarına dönüşümünün ilk zekice mucizelerini o gerçekleştirmiştir. ... bir
güzelliğin bulunmasının en zor olduğu yerlerde bulunabildiği uygulamalı görsel
örnekler. ... Ancak Duchamp'ın eyleminin bu tür Hıristiyanlık estetiği
gösterisiyle ilgili bir vaaza dönüştürülmesi [Aziz Luke, sıradan porselen kase
-> beyaz ve parıltılı kase], onun derin felsefi özgünlüğünü gizler ve her
durumda böyle bir yorum, estetik boyutları olmasının beklenmediği bu tür
nesnelerin nasıl sanat eserine dönüştüğü sorusunu karanlıkta bırakır.
16
...sanatın
geleneksel tanımının reddedilemez içi boşluğu... Birdenbire, 1960 ve 1970'lerin
gelişmiş sanatında, sanat ve felsefe birbirleri için hazırdır. Birdenbire,
aslında ayrı olduklarını söylemek için birbirlerine ihtiyaç duyarlar.
Bölüm 1. Sanat Yapıtları ve Salt Gerçek
Şeyler
23
hareket
felsefesi
Daha
önceki yazılarımda, bilme yetisi ve performans arasında bir özdeşlik beyan
etmenin çekiciliğine kapılmadan, eylem kuramı ile bilgi kuramı arasındaki
yapısal pariteleri [eşlik, denklik, tam eşitlik, tam benzerlik] kullanmıştım.
Şİmdi,
eylem felsefesi alanında, Wittgenstein tarzıyla, kolunu kaldırma olgusundan,
kolunun yukarı doğru kalkması olgusunu çıkarttığında geriye neyin kaldığını
sormanın yol gösterici olduğu kanıtlanmıştır. Wittgenstein'ın bu para-aritmetik
soruya verilenler arasında tercih ettiği yanıtın "sıfır" olduğuna
kaniyim. Yani benim kolumu kaldırmam ile kolumun yukarı doğru kaldırılması
özdeştir. ... "Ne oluyorsa ben yapıyorumdur." ... kalkan kol kutsama
ve tembih arasındaki farkları belirsizleştirmenin yanısıra, İsa'nın sergilerken
temsil edildiği varsayılan türden basit bir eylemin aksine, sıradan bir
refleks, tik ya da spazm yüzünden istem dışı kalkan bir kolun eylemi ile başka
bir tür eylem arasındaki farkları da belirsizleştirir. Temel bir eylem ile salt
bir beden hareketi arasındaki fark ile sanat yapıtı ile salt bir
"şey" arasındaki farklar birçok açıdan paralellik içindedir.
24
Wittgenstein'ın
takipçileri, sonunda eylem alanında yine de geriye bir şeylerin kaldığını fark
ettiler. Bu da bir eylemin bedensel hareket artı x olduğu bir formül
ortaya koydu ki yapının paritesi gereği buradan da sanat yapıtının maddi bir
nesne artı y olduğu başka bir formül ortaya çıkardı. Her iki alanda da
problem, sırasıyla x ve y'nin felsefe için saygın bir çözümdür. Erken dönem
Wittgenstein çözümü şöyleydi: Bir eylem, bir kural içeren bedensel bir
harekettir. Söz konusu çözümün yanıtsız bıraktığı ayrımlardan birisi, faili
tarafından içselleştirilmiş ve kuralınca gerçekleştirilmiş sayılması için
-pratik ve ikna edici bir örnek vermek gerekirse, işaret etmekteki gibi-
yeterince istemli olan bedensel hareketler ile dışardan bunlardan kolaylıkla
ayrılamayan, tik ve spazmlarda olduğu gibi istem dışı bedensel hareketler
arasındadır.
25
[Kurumsal
Sanat Kuramı] Bizi hâlâ, biri sanat yapıtı olan, diğeri olmayan, ayırt edilmez
nesnelerle baş başa bırakır.
...
bir sanat yapıtına haklı olarak bir ifade denir; çünkü ona, onu yapanın bir
duygusu ya da hissi neden olmuştur ve o da aslında bunu ifade eder. O halde bir
sanat yapıtı ile bir eylem tam da zihni nedenlerin sıralı düzeni ve bir
duygunun ifadesi olmakla, bir niyetin uygulaması olmak arasındaki fark
bakımından ayrılır. Kuramın zorlukları da vardır şüphesiz. Sanat yapıtlarını,
duyguların ifadesi olan ama sanat yapıtı olmayan bir dizi şeyden -sözgelişi,
gözyaşı, ağlama, surat ekşitme- ve bir duygunun içsel ortaya çıkışı, sanat
yapıtlarını bir iç geçirmeden ayırt edemeyeceğinden, dışsal bir işaretin
aranması anlaşılırdır. Ancak ... dışsal bir işaret olamaz. Ayırt edici
özellikler ne içsel ne de dışsal olduğundan, Wittgenstein'ın başlangıçtaki
tepkisinde dile getirdiği sanatın tanımlanamaz olması gerekliliği görüşüne ve
(üzerine daha çok düşünülmüş olan tepkisinde daha sonraları dile getirdiği) bir
tanımın kurumsal faktörler tarafından kotarıldığı iddiasına sempati duymak
kolaydır. Ancak en azından ayırt edilemezlerle kuşatılmış hiçbir şeyin, iyi bir
sanat kuramı -ya da herhangi bir konudaki iyi bir felsefi kuram- için uygun
zemin olamayacağını görebilmiş olduk.
26
J.
... bir ayna sergiledi. Sanat dünyası bu
türden bir olaya hazırlıklıydı ve bunun bir sanat yapıtı olup olmadığı sorusu
kışkırtılmadı. Ancak bu aynayı, neyin bir sanat yapıtı yaptığı sorusu felsefi
açıdan önemsiz değildir.
27
"Sanat
yapıtı" ne türden bir sıfat ki kendini sanat yapıtı olarak kabul
ettirebiliyor.
29
Sartre
öznenin bilincinde hallerinin doğrudan ve dolaysız türden bilgisini, öznenin
nesnelere dair bilgisinden ayırır. Her ne kadar nesnelere dair bilgimiz de
onların bilincinde olmayı gerektirirse de, kendimizin de bir nesne olduğunun ve
neticede dünyada bir şey olduğumuzun bilincinde olmadan onların nesne
olduklarının, dünyamızın şeyleri olduklarının bilincindeyizdir. Kendi kendinin
bilincinde bir bilinç, Kendi-için (Pour soi), kendisinin bir
"kendilik" olarak ve bilincinde olduğu nesnelerden biri olmadığının
bilincinde olan bir varlıktır. Böyle karakterize edildiğinde, Pout soi'nin
içsel yapısı kendi kendini herhangi bir nesne olarak kavramaya izin vermez zira
salt şeylerin ait olduğu ontolojik düzenden radikal olarak farklı bir düzene
aittir.
30
Platon,
... mimetik sanatın tehlikeli olduğunu öne sürmüştür... bu tür sanatın
gerçeklikle arasında garip bir mesafe vardır. Burada Platon'un gerçeklikten
kastı, esasen formlar olarak adlandırdığı gerçekliktir. Sonuçta sadece
formlar gerçektir; çünkü onlar değişikliğe kapalıdırlar. Şeyler gelip
geçicidir, şeylerin birer örnekleri olduğu formlar gelip geçmez -mutlaka
örnekleri azalıp çoğalabilir- ancak formların kendileri bu örneklerden bağımsız
olarak varolmaktadır. Dolayısıyla Yatak formu marangozlar tarafından
çalışılarak bu genel formdan pay alan tekil yataklardan ayrı tutulmalıdır. Bu
yataklar yataklıklarını adeta bu formdan pay aşmalarına borçludur ve bu durum
onları örnekleri oldukları formdan daha az gerçek kılar. Yatak taklitleri ise,
yatağın örneği dahi sayılmazlar: Bunlar sadece yatakmış gibi görünür, görünüşün
de görünüşü olmalarıyla gerçeklikten iki derece uzaklaşmışlardır; böylece ancak
en düşük ontolojik statüde yer alırlar. Ancak sanatçıların yaptıkları
sanatseverlerin ruhlarını gölgenin de gölgesi sayılacak şeylerle okşayarak
onların dikkatini sadece gündelik nesneler dünyasından uzaklaştırmakla kalmayıp
aynı zamanda bu gündelik nesnelerin dünyasını anlaşılır kılan ve daha derin bir
alanı oluşturan formlardan da uzaklaştırır. Felsefenin amacı tam da bu yüksek
gerçekliğe dikkat çekmektir.
32
O
halde sanata bakışımızı ... en ilkel hale getirelim... taklit ile gerçeğin
arasındaki boşluk / sanat ile yaşam arasındaki boşluk...
37
Belli
bir eylemin ardından "niyetim bu değildi" gibi bir ibarenin geldiğini
düşünelim. Bu ibare bahsettiğimiz eylemi niyetle yapılmış olan benzer bir
eylemin uyandıracağı değerlendirmeler ve tepkiler çerçevesinden uzaklaştırır.
Aynı etkiyi şu ibareler de yapar: "Sadece şakaydı" veya "sadece
bir oyundu" veya "sadece eğlence olsun diye" veya sonuçta
"bu bir sanat yapıtı". O halde bir sanat yapıtı olduğu halde tıpkı
bir yatağa benzeyen çünkü gerçekten bir yatak olan J.'nin yatağı hakkında ne
diyeceğiz? J. bize buyrun yatın, hiç sakıncası yok vs. demektedir. Biz ise
ihtiyatlı bir şekilde teklifini kabul ederiz, ihtiyatlıyızdır; çünkü yatakları
nasıl kullanacağımızı çok iyi bilsek de aynı zamanda sanat yapıtı olan
yataklarla ne yapacağımızdan hiç ama hiç emin değilizdir. Zaten alelade bir
yatakla ilgili böyle güvenceler vermek epey şaşırtıcı olurdu. Her halukarda
oyunlar, büyüler, rüyalar ve sanat, kavramsal olarak birbirine çok yakın olup
dünyanın dışındadırlar, dünyaya tam da bizim incelemeye çalıştığımız türden
benzer bir mesafede dururlar.
38
[temsil]
[Nietzsche, Tragedya'nın Doğuşu] [Dionizyak ayinler] [katılımcıların sarhoşluk
ve cinsel oyunlar yoluyla kendilerini Dionisos'la bağdaştırılan bir coşkunluk
haline soktukları orji-vari etkinlikler] [ölçüsüz cinsel ahlaksızlıklar; en
korkunç vahşi içgüdülerin salıverilmesi; şehvet ve zalimliğin birleştiği nokta]
Amaç kısaca rasyonel yetileri ve ahlaki engelleri köreltip benlikler arasındaki
sınırları yıkarak tanrının kendisini katılımcılara göstereceği doruk noktasına
ulaşmaktı. Her seferinde tanrının gerçekten orada olduğuna inanılırdı, bu da temsilin
ilk anlamıdır. Belli bir zaman sonra bu ayinler yerlerini sembolik
mizansenlerine, yani trajij dramaya bıraktılar. Sonradan koroya dönüşecek
katılımcılar ayinin gerektirdiği hareketleri yapacaklarına dansı taklit ederek
bir tür bale yapmaya başladılar. [Dionisos'un yerine çıkan temsili bir kişi]
... temsilin ikinci anlamı... Bir şeyin temsil edilmesi başka bir şeyin yerine
geçmesidir...
[temsilin
iki anlamıyla görüntünün iki anlamının benzeşmesi] Görüntünün birinci anlamı,
nesnenin kendisinin görünmesidir. ... İkinci anlamı ise, ... görüntüyü
gerçeklikle kıyasladığımız ve örneğin güneş olduğunu sandığımız bir şeyin
aslında "sadece bir görüntü", mesela güneş benzeri bir biçim, bir
parça ışık çıkması durumunda oluşur. [Ayindeki Dionisos birinci, trajik
mizansenlerdeki Dionisos ikinci anlamda görülür.
43
Niyet
edilen gerçeklik derecesi ne kadar büyük olursa, bunun gerçeklik değil sanat
olduğunu hatırlatan dışsal işaretlere duyulan ihtiyaç da o kadar büyük olur.
Yapıtın gerçekçiliği azaldığında, bu tür bir ihtiyaç da azalır. ... Tiyatroyu
sokağa taşıdığımızda da aynı durum geçerlidir. Bu insanların gerçek eylemler
içindeki gerçek insanlar değil rol yapan aktörler olduğunun, izleyiciler
açısından çok açık olduğuna güvenmek gerekir. Maske, özel kostüm, makyaj,
karakteristik tonlamalar ve benzeri araçlara duyulan ihtiyaç bu sebepledir.
45
...
sanat, tam da olanaklı olana benzemesi bakımından, taklittir. Bu bir anlamda
Sokratizm ise de Republic'in 10. kitabında Sokrat tarafından sorulan şu soruyu
karşısında bulur: Sanatın, içsel içerik bakımından yaşamla arasındaki farkın
belirmesine engel olacak kadar ona benzer olanı barındırmasının anlamı nedir?
Halihazırda sahip olduğumuz bir şeyin kopyalanması, hangi iyiye ya da ihtiyaca
yanıt verir?
50
Sanatta
devrimlerin, ... iki uç arasındaki -aşırı gerçekçilikten, aşırı gerçekçiliğe-
salınımlar üzerinden betimlendiği düşünüldüğünde, hangi yöne gidersek gidelim,
ikilem kaçınılmaz gibi görünüyor. ... bir sanat kuramını neyin üzerine
oturtacağız? ... Buraya kadar elimizdeki tek şey, bu diyalektik komedinin kendi
kendini sahnelemesine izin verilen uzamda tanımlanan "adetler"di. Bu
doğal olarak bir sonraki yanıtı gündeme getiriyor ki o da sanat ve gerçeklik
arasındaki farkın salt bu adetlerle ilişkili olduğu ve adetler neyin sanat
yapıtı olmasına izin verirse onun sanat yapıtı olduğudur.
...
"sanat yapıtı olmak" onurlu bir yüklem midir?
Bölüm 2.
Bağlam ve Nedensellik
53
...
herhangi bir şiirin basılı olduğu bir kitabın bir kopyasını yakabilirim, ancak
bunu yaparak şiiri yakmış olmam zira sayfa zarar görmüştür şiir değil.
[Platonik
form] ... kopyaları zarar görse de form etkilenmeden kalır, zira form mantıksal
olarak yıkılamaz olandır; çünkü ebedidir... Çoğu zaman şairler ve filozoflar
sanat yapıtının fiziksel varlığı ile ilişkisini yüzeysel olarak düşünmüşlerdir.
hamlet'i
oynayan adama olgun bir domatesle vurabilirim ama Hamlet'e vuramam... [Yeats]
"Bir kere doğanın dışına çıkınca bir daha asla girmeyeceğim/Doğal olanın
formuna" ... Schopenhaeur da sanatı benzer şekilde yüceltir... "Sanat
deha işidir" diye över ve ekler: "saf tefekkür ile kavranan dünyadaki
fenomenler arasındaki en özsel ve kalıcı olan ebedi düşünceleri tekrarlar ve
üretir." Bütün bunlar övgü dolu kuramlardır ve ironik şekilde sanat
yapıtlarına tam da Platon'un formlara kıyasla sanat yapıtlarında mevcut
olmadığını iddia ettiği birtakım muhteşem özellikler bahşetmektedir. Ancak
şimdi sadece, bir şarkının kayıtları ile arasındaki ilişkinin, bir hava
raporunun kayıtları ile arasındaki ilişkiyle aynı olmasına tekrar dikkati
çekmeye değer. ... bütün bu kavram kargaşası... tümeller tartışmasının basit
bir tezahürüdür. ... Leibniz'e ait bir kurama göre eğer iki şey tıpatıp aynı
özellikleri taşıyorsa özdeştir. ... [Borges] bakışlarımızı şeylerin
yüzeylerinden kaydırmaya ve belirgin sanat yapıtları arasındaki farkların, eğer
yüzeyde değilse, nedere olduğunu sormaya zorlar.
55
[Menard,'ın
Kişot'u ile Cervantes'in Kişot'u]
66
... Picasso,
sıradan olanı başkalaştırmakla ünlüdür.
68
apropos de
rien Hiçbir şeye göndermede
bulunmadan.
Bölüm 3.
Felsefe ve Sanat
75
... sanat ve
felsefeyle alakalı diğer şeylerin kesiştiği noktalarda filozof, sanattan tam da
kendi dertlerine uygun olanları seçerek sisteminin tüm yükünü bunlara taşıtmaya
meyleder.
76
Sanat
aslında Hegel'in, tinin kendi kendinin bilincine yönelimini ortaya koyan tarih
öğretisinde açıklık kazanır. Sanat, tarihin bu kurgusal seyrini kendi
kendisinin bilincine dönerek tekrar eder. Sanatın bilinci, sanatın düşünümsel olmasındadır
ki bu da felsefeyle ilişkisine dayanır. Zira bu, felsefenin de bilincidir.
77
Wittgenstein'a
göre, Tractatus'ta saçma olarak damgalanan felsefe, her zaman sorunlu olmuştur;
çünkü kendi önermelerinde -onlara önerme denebilirse- dünyanın nihai temsilinde
yer bulamamaktadır. Önce amaçsız sonra da nihayet Felsefi Soruşturmalar'da
saçma damgasını yemesinin sebebi, sözlerine yaşadığımız hayatların formunda yer
bulunamamasıdır.
78
...
Wittgenstein'ın tezi bir sanat tanımının yapılamaz dahası yapılmasının gereksiz
olduğu yönündedir.
83
... sanatsal
istikrar dönemlerinde sanat yapıtı olanları tümevarım yoluyla tanımış ve
elimizde son derece tesadüfi bir genellemeden başka bir şey yokken bir sanat
tanımımızın olduğunu düşünmüş olabiliriz. Weitz ve Kennick kendileri de bir
şeyin, genellemeleri tepetaklak ederek sanat dünyasına girebileceğini hatta
gerçekten sanat yapıtı olabileceğini ve sanatta genellemelerin olamayacağını
-sınırlarda sanatın her zaman devrim yapması olanaklı olduğundan- kabul
etmiştir: Bugünün genellemesi, yarın unutulmuş olacaktır.
99
Felsefenin
olmadığı kültürlerde gerçekliğin temsili, tutarsız semantiğinden emin olmak
adına arındırılmış Tractatuscu bir dil olurdu. Üyeleri tabii ki dünyayı temsil
edebilirlerdi ve kesinlikle bir tür doğa bilimleri olurdu. Ancak felsefeleri
olmazdı zira felsefe gerçekliğin, onu elde etmek için, bir tür mesafede
tutulmasını ve dolayısıyla da bir tarafında gerçekliğin, diğer tarafında da
evrensel olarak ona karşıt olduğu düşünülen başka bir şeyin yerleştirildiği bir
aralık gerektirir.
102
Bir sınıf
olarak sanat yapıtları "başka her anlamda" gerçek de olsalar, gerçek
şeylerle karşıttır, tıpkı kelimeler gibi.
.
.
.
.