05 Ağustos 2019

Arjun Appadurai - Küçük Sayılardan Korkmak

.
.



.
.
.

Küçük Sayılardan Korkmak
Öfkenin Coğrafyası Üzerine Bir Deneme

Arjun Appadurai

(Çev. Ferit Burak Aydar), timsahkitap Yayınları, 2008 İstanbul


İçindekiler
Yıkıcı Küresellik, Şiddet ve Öfke Coğrafyası, E. Fuat Keyman                   5
Giriş                                                                                                                      13
1. Etnik Kıyımdan İdeolojik Kıyıma                                                               17
2. Çatışmalar Medeniyeti                                                                                 27
3. Küreselleşme ve Şiddet                                                                                41
4. Küçük Sayılardan Korkmak                                                                        53
5. Bizim Teröristlerimiz ve Biz                                                                         79
6. İdeolojik Kıyım Çağında Tabandan Küreselleşme                                  101
Kaynakça                                                                                                             117


Yıkıcı Küresellik, Şiddet ve Öfke Coğrafyası, E. Fuat Keyman

5
kozmopolitan modernlik

11 Eylül (2001) uluslararası ilişkilerde devlet-merkezci siyasetin yeniden canlanmasına yol açtı… risk, güvensizlik, belirsizlik duygularının yaşamın her alanında hissedilmesine neden oldu…

7
Önce Afganistan’a, sonra Irak’a karşı başlatılan savaş, bu hegemonya pekiştirme sürecinin ilk ayağıydı.

8
[ABD dış politikasının hareket tarzını oluşturan dört nokta:] 3. Uluslararası ilişkilerin kültürel temelini, “medeniyet yaratma kapasitesine içsel olarak sahip toplumlar – medeniyet yaratma kapasitesini ancak dışsal müdehalelerle kazanabilecek toplumlar ayrımına” dayalı olarak kurgulayarak, savaşı medeniyet yaratma olgusuyla meşrulaştırmak…

9
Küresel fakirlik ve açlık sorunları etnik ve dinsel savaşlardan ve terörden çok daha fazla insan kaybına yol açmasına rağmen, küreselleşme bugün savaşla tanımlanıyor.

[Küresel bir sivil toplumun oluşması…] Anti-küresel hareket olarak başlayan bu direnç ve mücadele, bugün “alter-küreselleşme” diyebileceğimiz bir niteliğe dönüşüyor…

10
Arjun Appadurai, Geniş Ölçekte Modernite, 1996

11
Küreselleşme sadece ekonomik, finansal kapitalizm, bilişim/iletişim teknolojilerinde yaşanan ilerleme temelinde düşünülmemeli ve tartışılmamalıdır. Küreselleşme yaygınlaştırdığı, derinleştirdiği ve hızlandırdığı karanlık yüzüyle, eşitsizlikleri ve dışlanmaları, şiddeti ve öfkeyi küreselden yerele, makro ölçekten mikro ölçeğe kadar uzanan bir alanda tetiklemektedir. … bir öfke coğrafyası da yaratmaktadır.


Giriş

13
kolektif şiddet

14
tabandan küreselleşme (aşağıdan küreselleşme) gerçeği… Bu gerçek, devlete bağlı olmayan eylemci örgütlerinin ve hareketlerin tüm dünyada insan hakları, toplumsal cinsiyet, yoksulluk, çevre ve salgınlar gibi konularda küresel gündemi ele geçirme ve şekillendirme çabasıydı.

okumaya başladığınız bu kitap küreselleşmeyi ona en çok ihtiyaç duyan ama meyvesini en az yiyenlere, yani dünya üzerindeki yoksullara, mülksüzlere, zayıflara ve marjinal nüfuslara yararlı hale getirme yolları arayan, uzun vadeli bir projede –hem entelektüel hem de kişisel anlamda- bir geçiş ve durak oluşturmaktadır. … küreselleşmenin nasıl yeni nefret, etnik kıyım ve ideolojik temelli kıyım biçimleri üretebildiğini anlayana kadar, küreselleşme ve umudun küreselleşmesi hakkındaki kaynaklarımızı nerede arayacağımızı bilmiyor olacağız.


1. Etnik Kıyımdan İdeolojik Kıyıma

17
[Kitaptaki temel argümanlar iki büyük şiddet türünün gölgesinde şekillendi:] Bunlardan ilki 1990’ların başında Doğu Avrupa’da, Ruanda’da ve Hindistan’da görüldü ve 1989 sonrasında dünyanın tümüyle ilerleyen bir yer olmayacağını ve küreselleşmenin ulusların mukaddes ideolojilerindeki ciddi marazları ortaya serebileceğini herkese gösterdi. Resmi söylemde “teröre karşı savaş” adı verilen ikinci tür şiddetin alameti farikası ise, sanırım, 11 Eylül 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Virginia’daki Pentagon’a yapılan dehşetengiz saldırılardır.

[1940’lar, faşizm, totaliter yönetimler, Mao’nun Çin’i, Stalin Rusyası, vb]. 1990’lar liberal demokratik toplumların ve çeşitli karma devlet biçimlerinin de çoğunlukçu güçlere ve büyük çaplı etnik şiddete esir düşebileceğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlamıştır.

18
mebzul cömertçe verme

Küreselleşmenin etnik temizlikle ve terörle ilişkisini daha iyi anlamak için birbiriyle iç içe geçen bazı fikirler öne sürüyorum. İlk adım modern ulus-devlet fikrinin arkasında temel ve tehlikeli bir fikrin yatmakta olduğunu kabul etmektir. Bu fikir “ulusal etnos”tur. Siyasal sisteminin ne kadar yumuşak başlı olduğundan, hoşgörü, çokkültürlülük ve dâhil etme konusundaki kamusal seslerin ne kadar yüksek çıktığından bağımsız olarak, modern ulusların hiçbiri ulusal egemenliğinin etnik deha anlayışı üzerine kurulu olduğu fikrinden azade değildir. ... bir ulusal halk olma fikrinin modern liberal toplumların yumuşak karnı olduğu tespiti... Bana göre ulusal dehadan mukaddes ulusun bütünselleştirilmiş kozmolojisine ve dahası etnik saflığa ve temizliğe giden yol görece dolaysızdır. ... kan ve milliyetçiliği dünyanın her yerinde çok daha eksiksiz bir kucaklayıcılığa sahip olduğu gözükmektedir.

20
belirsizlik ve türleri...
... bugünün etnik guruplarının yüzbinleri buluyor olmasıyla ve bu gurupların hareketlerinin, karışımlarının, kültürel tarzlarının ve medya temsillerinin tam olarak kimin “biz”den, kimin “onlar”dan olduğu konusunda derin şüpheler uyandırıyor olması...

[nüfus sayımı kaygıları] Verili bir toprak parçası üzerinde gerçekte şu ya da bu türde kaç insan yaşamaktadır? Ya da hızlı göç ya da mülteci hareketi bağlamında “onların” kaçı şu anda aramızdadır? ... Bir diğer belirsizlik de belli bir insanın gerçekten iddia ettiği ya da göründüğü veyahut da tarihten bu yana olageldiği kişi olup olmadığı hakkındadır.

21
Büyük çaplı kitle hareketleri (hangi nedenle olursa olsun) ortaya çıktığında, büyük ölçekli etnik kimliklere yeni ödüller ya da riskler eşlik ettiğinde ya da mevcut toplumsal bilgi ağları dedikodu, terör ya da toplumsal hareket tarafından aşındırıldığında bütün belirsizlik türleri güç kazanır. Bu toplumsal belirsizlik biçimlerinden biri ya da daha fazlası devreye girdiğinde, şiddet korkunç bir kesinlik biçimini yaratabilir ve “onlar” hakkında ve dolayısıyla “biz” hakkında acımasız bir teknik (ya da halk buluşu işlemi) haline gelebilir.

Bu bağlamda, çeşitli şekillerde, modern ulus-devletin bazı temel ilke ve usulleri -ulusal egemenliğin olduğu istikrara sahip bir toprak parçası fikri, sınırlanabilir ve sayılabilir bir nüfus fikri, güvenilir bir nüfus sayımı fikri ve istikrarlı ve şeffaf kategoriler fikri- küreselleşme çağında başarısız olmuştur... Hepsinden öte, belirgin ve tekil halkların, sınırları net bir şekilde çizilmiş toprak parçalarından doğdukları ve bu toprakları kontrol ettikleri konusundaki kesinlik, Modernity at Large’da tarif ettiğim gibi, imgelerin, zenginliğin, silahların ve halkların küresel akışkanlığı karşısında kesin olarak sarsılmıştır.


2. Çatışmalar Medeniyeti

27
... terörizm adını verdiğimiz şeyin yaygınlaşması ve devlet karşıtı her türlü faaliyeti nitelendiren bir ad olarak terörizm söyleminin ateş hızıyla yayılması ulusların savaşı ile uluslar içindeki savaşlar arasındaki çizgileri kesin olarak silikleştirmiştir.

28
... 11 Eylül, yaratıcısı olmayan savaş...

Bu savaş Amerika’ya karşı yürütülen bir savaştı, ama aynı zamanda devletlerin oyundaki tek aktör olduğu fikrine karşı açılmış bir savaştı.

29
... İslam âlemi kendi içinde tartışmalarla doludur. En önemli tartışmalardan birisi hangi İslam devletlerinin kendi halkları tarafından adil devletler olarak görüldüğü, hangilerinin görülmediğidir.

Bir medeniyetler çatışmasından ziyade dünya çapında bir medeniyeti içinde olduğumuzu düşünmemin nedenlerine yeniden döneceğim...

ABD medyasının ve devlet organlarının görülmeyen ve bilinmeyen düşmanı tarif etmek için uygun sözcükler aradığı hakkında çok şey yazılıp çizilmiştir.

31
[Afganistan, Usame bin Ladin; Irak Savaşı...] Öte yandan düşman, dünyanın dört bir köşesine yayılmış diğer isimsiz terörist şebekelerle gölge mekanizmalar aracılığıyla bağlantıya sahip küresel bir terörist şebekesi olarak adlandırıldığından, birçok devlet kendi muhaliflerini, devlet karşıtı eylemcilerini ve şiddete başvuran azınlıklarını tam da bu tür bir adlandırma sayesinde teşhis edebildi. Bu adın küresel çapta güçlü bir alıcısı vardı. Ve birçok devlet bunun yerel alanda sınırsız manipülasyon olanağı sunan bir ad olduğunu fark etmişti.

[Hücreli Sistemler Omurgalı Sistemlere Karşı]

Modern ulus-devletler omurgalı dünyaya ait olduklarını kabul ediyorlar ve tıpkı son dinazorlar gibi, küresel bir formasyon olarak korkunç bir hayatta kalma mücadelesi içinde olduklarını görüyorlar.

32
netameli gizli bir tehlikesi olduğu sanılan, tekin olmayan.

Küresel ekonomi trafiğinin karmaşık biçimlerini yönetmek üzere sınır ötesi hukuk, muhasebecilik ve enformasyon teknolojisi kuralları gibi çoğu bilinmeyen ya da uzmanlaşmış teknokrat elitler haricinde kimsenin kullanmadığı kurumlar ortaya çıktı.

... çeşitli düşünürler arasında ulus-devletin krizi, ulusal egemenliğin geleceği, güçlü bölgesel koalisyonların parçası olmayan devletlerin yaşama şansı konusunda tartışmalar durulmuyor. Tüm dünyada siyasal konuşmalarda ve kitle hareketlerinde benzerleri olan bu tartışmalar çoğu zaman yabancı mallar, yabancı diller, yabancı göçmenler ya da yabancı yatırımları konusunda duyulan yeni panik biçimleri halini almaktadır. Birçok devlet kendisini ulusal egemenlik oyunları sergileme ihtiyacı ile Batı sermayesinin kutsamalarını ve çoktaraflıları davet etmeyi amaçlayan eşzamanlı açıklık gösterileri arasında kaldığını görüyor.

33
... ulusal ekonomi kurmacasının bile neredeyse tamamen kaybedilmesiyle birlikte, bugün saflık, sahicilik, sınırlar ve güvenlik fantezilerinin sergilenebileceği esas alan olarak kültürel alan kalmıştır. ... her türlü ulusal muhasebeden kaçan offshore ekonomi imparatorlukları...

34
Siberuzam alanında ölümcül milliyetçilikler de çok prim yapıyor, ama yine de bunlar uzam, mekân ve kimlik arasındaki bağların sağlamlığını karmaşıklaştırıyor.

Karşılıklı olarak birbirine bağlı olan, teknolojinin önderliğindeki günümüz dünyasında yeni ortaya çıkan toplumsal ve siyasal biçimleri yakalamak için ağ imgelerinden yararlanılmaktadır. ... Ama yine de ağ imgesi, yakalamaya çalıştığı gerçeklik açısından çok genel görünmektedir.

Hücreli bir dünya fikri birazcık daha belirgin görünmektedir. ... ve elbette her benzetme gibi eksik ya da kusurludur. Modern ulus-devletler sistemi omurgalı yapının en belirgin örneğidir, zira uluslar kendi uydurdukları farklılık ve tekillik hikayelerinden beslenmelerine karşın, ulus-devletler sistemi ancak temelinde çeşitli normların, en başta da savaş normlarının garanti altına aldığı uluslararası bir düzen varsayımı olduğu için işlemektedir. ... Ulus-devletler sistemi başlangıçtan itibaren bayraklar, posta pulları ve havayolları gibi basit kalemlerden ve konsolosluklar, elçiler ve diğer karşılıklı tanıma biçimleri gibi çok daha karmaşık sistemlerden oluşan semiyotik bir tanıma ve iletişim sisteminden yararlanmıştır. Omurgalı sistemlere en büyük ve çapı bakımından en kapsamlı örnek ulus-devletler sistemidir. Omurgalı sistemler merkezî ya da hiyerarşik olmak zorunda değildir, ama temelde sınırlı sayıda eşgüdümlü, düzenleyici normlar ve işaretler üzerinde yükselir. Vestfalya Anlaşması’nın* ve Kant’ın ahlaki karşılıklılık ve simetri üzerine yazılarının zaman ve mekân açısından bu denli yakınlaşmış olmasının nedenini kavramak güç değildir.

* Otuz Yıl Savaşları sonunda 1648 yılında taraflar arasında imzalanan bir dizi antlaşma Vestfalya Barışı olarak adlandırılmaktadır. Augsburg antlaşmasının yeni bir düzenlemesi olan bu antlaşmaya göre; Kalvenizm herkes tarafından kabul edilen bir mezhep niteliğini kazanmış ve Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğundaki küçük prenslikler neredeyse bağımsız birer devlet niteliği kazanmışlardır. Antlaşmanın hükümleri İmparatorluğa bir dizi önlemler getirmiştir. Antlaşmanın hükümlerine göre; İmparator ne savaş ilan edebilecek, ne de vergi ve asker toplayabilecek gibi hükümlerle İmparatorluğun neredeyse tüm yetkileri elinden alınmıştır. Fransız yazar olan Voltaire’in şu sözleri bu durumu çok güzel özetlemektedir. Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu “artık ne Kutsal ne Romalı ne de İmparatorluktu”. Ayrıca İspanya, Hollanda’nın bağımsızlığını resmen tanımış ve İspanya-Hollanda arasındaki Seksen Yıl Savaşları sona ermiştir. [www.tarihiolaylar.com]

35
Küresel kapitalist sistemi hücreli sistemlerle omurgalı sistemler arasındaki karşıtlıkla kolayca açıklayamayız. ... Bu anlamda ulus-devletler sisteminin ve modern sanayi sermayesinin [modern kapitalizm?] omurgalı yapıları üst üste binen yapılara ve birbiriyle açıkça bağlantılı bir tarihe sahiptir.

[Küresel kapitalizm bir yandan açıkça omurgalı bir sistemdir, zira engin bir iletişim, ulaşım, uzun mesafeli kredi ve eşgüdümlü mali işlemler sistemine yaslanır. ... Öte yandan kapitalizm on dokuzuncu yy’dan bu yana gelişerek teknik açıdan hem daha karmaşık hem de daha hareketli bir niteliğe bürünmüş ve mali bileşeniyle sanayi ve imalat arasındaki doğrudan ilişkiler giderek ortadan kalkmıştır. Böylece kapitalizm peyderpey belli kritik hücreli özellikler geliştirmeye başlamıştır. Bu özellikler, “post-Fordist”, “örgütsüz”, “esnek” ya da “sanayi-sonrası” gibi çeşitli isimler almıştır.] ... 1980’lerin ortalarından bu yana yeni enformasyon teknolojilerindeki büyüme ve mali işlemlerin ulusal mali piyasaları ani ve çarpıcı krizlere tabi hale getiren baş döndürücü hızı ve kapsamındaki artışla bu hücreli özellikler daha da ivme kazanmıştır.

37
[yeni “terörist şebekeleri”nin hücreli doğası:] bağlantılı ama dikey olarak idare edilmeyen, eşgüdümlü ama azımsanmayacak derecede bağımsızlığı olan, merkezi ileti yapıları olmadan çoğalabilen [bu örgütler] ... para transferi, gizli örgütlenme, offshore cennetleri ve resmi olmayan eğitim ve seferberlik araçları gibi kritik araçlardan yararlanıyorlar. ... Genel olarak söylersek, küresel düzeydeki emek, silah, ilaç ve mücevher akışı çoğu zaman teknolojik açıdan ileri iletişim araçlarından ve devlete ait olmayan şiddet araçlarından yararlanır.

... sivil toplum [örgütleri de] yeni dayanışmalar ve yeni stratejiler yaratmak ve böylece ulus-devletin ve küresel şirketlerin egemenliğine karşı çıkmak için hücresellik araçlarından [yararlanmaktadırlar].

38
... küreselleşmenin mevcut dönemini, küresel sermayenin ruhsatsız ve sınırsız dolaşmak için duyduğu kural tanımaz dürtü ile ulus-devletin ulusal egemenliğe sahip bir ekonomik mekân sağladığına dair bitmeyen fantezi arasında yeni gerilimler yaratan bir dönem olarak nitelendirmek mümkündür.

40
Günlük hayatın garantili çıpası olarak barışın yerine şiddeti koymaya çalışan her türlü çabaya haklı olarak terör adı verilmelidir. Terör aciliyeti rutinleştirir ve norm olarak istisnai şiddet biçimlerine ve ihlale değer atfeder.


3. Küreselleşme ve Şiddet

41
Küreselleşme güçlü enformasyon ve iletişim teknolojilerinin başını çektiği yeni bir sanayi devriminin adıdır ve bu devrim henüz başlamıştır.

Kuzey’de ya da Güney’de olmamızdan bağımsız olarak, küreselleşme yeniliği idare edilebilir hale getirmek için sahip olduğumuz en güçlü araca da meydan okuyor. Bu araç tarihe başvurmaktır. Küreselleşmeyi kapitalizmin, emperyalizmin, yeni sömürgeciliğin, modernleşmenin ya da kalkınmacılığın yeni bir aşaması (ve yüzü) olarak görmek için elimizden geleni yapabiliriz. … Fakat bu tarihselleştirme hareketi (teknik açıdan sahip olduğu tüm meşruiyete karşın) tam da küreselleşmenin yeniliğiyle dengeleri alt üst eden kısmını açıklamaktan aciz olduğu için başarısızlığa mahkûmdur. Eski dünya sistemlerine, eski imparatorluklara ve bilinen iktidar ve sermaye biçimlerine başvurmak gerçekten de bizi teskin edebilir, ama belli bir noktadan öteye geçemez. … Küreselleşme insanlığın önüne tarihin, hattâ kötü insanların ve aşağılık dünya fatihlerinin tarihinin bile sunduğu rahatlıklarla çözülemeyecek yeni güçlükler çıkarmaktadır.

42
küreselleşmeyi önceki devlet ve Pazar tarihleri üzerinden anlamayı zorlaştıran birbiriyle bağlantılı üç etken vardır. Birincisi … Mali sermaye bugün geçmişe nazaran daha hızlı, daha çoğalabilen ve daha soyut bir niteliğe sahiptir ve ulusal ekonomilere daha çok sirayet etmiştir. Ayrıca imalata ve üretken zenginliğin diğer biçimleriyle olan gevşek bağlarından ötürü bariz bir yapısal binicisi olmayan bir attır. İkinci neden elektronik enformasyon devriminin kendine özgü gücüyle alakalıdır. Elektronik enformasyon teknolojileri yeni mali araçların ayrılmaz birer parçasıdır ve bu araçların çoğu kendilerini düzenleyen kuralların açıkça ötesinde olan teknik güçlere sahiptir. Dolayısıyla ulus-devlet ortadan kalksın ya da kalkmasın, hiç kimse ulusal ekonomi fikrinin artık sürdürülebilir bir proje olduğunu savunamaz. Yine bunun bir uzantısı olarak, ulusal egemenlik de artık yeni türde ve ölçekte belli teknik nedenlerden ötürü sallantıda olan bir projedir. Üçüncüsü elektronik mali piyasalarının yarattığı yeni, gizemli ve neredeyse sihirli zenginlik biçimleri dünyanın en zengin ülkelerinde bile zenginlerle yoksullar arasındaki artan uçurumun doğrudan sorumlusu olarak gözükmektedir.

Daha da önemlisi, mali sermayenin gizemli hareketlerine, dünya emek pazarındaki birçok göçmen açısından köken kimlikleri, ikamet kimlikleri ve istek kimlikleri arasında eşi görülmedik gerilimlere yol açan yeni türde (hem elitler hem de proleterler tarafından) göçler eşlik ediyor. Geçirgen mali sınırlar, hareketli kimlikler ve hızlı hareket eden iletişim ve mübadele teknikleri birlikte alındığında hem ulusal sınırlar içinde hem de ötesinde şiddet konusunda yeni potansiyeller taşıyan tartışmalar ortaya çıkıyor.

43
Küreselleşme ve şiddet sorunlarını ele almanın pek çok yolu bulunuyor. Sözgelimi ABD’ye bakıp, hapishane sanayisindeki (ve kimi zaman kullanıldığı adıyla, hapishane devletindeki) büyümenin daha insani olan diğer istihdam ve zenginlik yaratma biçimlerinin dışına itilen bölge ekonomilerinin dinamikleriyle bağlantılı olup olmadığını sorabiliriz. Ya da Endonezya’ya bakıp, yerli halklar arasında devletin himayesindeki göçmenlere yönelik ülke içi şiddetin neden ölümcül bir artış gösterdiğini sorabiliriz. Ya da Sri Lanka’yı inceleyip, oradaki sonu gelmez iç savaş ile siber-ayrılıkçılığın bir örneği olarak eelam.com gibi sonuçlar doğuran Tamiller’in küresel diasporası arasında gerçekten bağ olup olmadığını sorabiliriz. Keza Çeçenistan ve Keşmir’den Bask ve Afrika’nın birçok bölgesine kadar dünyanın pek çok yerindeki geleneksel ayrılıkçı hareketler konusunda kaygı duyabilir ve bu hareketlerin uyguladıkları şiddetin gerçekten iç kaynaklı olup olmadığını sorabiliriz. Yine, Filistin’e bakıp iç sömürgeciliğin mahrem şiddetinin şu anda kitle iletişim araçları ve küresel müdahaleye sürekli kurumsallaşmaya mahkûm olacak denli derin bağlarla bağlı olup olmadığını sorabiliriz. Kendimizi Kosova ya da Irak’taymış gibi düşünebilir ve NATO hava saldırılarının şiddet dolu insancıllığının zamanımızın silahlı tanrıları tarafından uygulanan dinî misillemenin en yeni biçimi olup olmadığını sorabiliriz. Veyahut da Filistin, Timor ya da Sierra Leone gibi pek çok ulusal mekânda, genellikle mahalle ya da mülteci kampı diye geçen tecrit kamplarında yaşayan dehşete düşmüş azınlıkların gözünden bakabilir ve yerinden etme ve tehcirin şiddetinden bahsedebiliriz.

[Büyük küresel faktörler: Kadınlara karşı örgütlü şiddetteki artış (en bilineni Taliban rejimi) ev içi şiddetin hâlâ çok yaygın olduğu ABD); gençlik orduları (Afrika başta olmak üzere); çocuk emeği, erken yaşta şiddetle tanışma küreselleşmiş bir şiddet biçimi] Dahası tüm dünyada büyük baraj projeleri ya da gecekondu yıkımları nedeniyle yerinden edilen sayısız yoksulun maruz kaldığı daha sinsi şiddet biçimleri de vardır. [Ekonomik ambargo, polis şiddeti, etnik seferberlik, iş kayıpları] güvenlik devletlerinin küresel politikalarının mağduru olmaktadırlar. Yoksulların bedenlerini kimi zaman küresel organ mafyalarına parça parça satarak, kimi zaman güvenlikli olmayan ülkelerde ev işleri yapmak için bütün halinde satarak, kimi zaman da kız ve erkek çocuklarını seks batağına ve bunun gibi kalıcı yaralar açan başka işlere sürükleyerek kendilerini mahrem şiddete maruz bırakmalarının bir nedeni de budur.

44
Söylediklerimizin küreselleşmeyle ne alakası var? Buna tüm insanlık tarihinde görülebilecek iktidar, açgözlülük, tefessüh [bozulma, çürüme, kokuşma] ve dışlama hikâyesindeki yeni bir bölüm demek daha doğru olmaz mı? Ben tam tersini düşünüyorum. Yukarıda zikredilen örneklerin çoğu özellikle de 1970’den bu yana dünya ekonomisinde yaşanan dönüşümlerle ve özgürlük, demokrasi, Pazar ve haklar gibi önceki dönemlere nazaran farklı işleyen birbirine rakip evrenselcilikler arasındaki savaşın yol açtığı ulusal egemenlik ve yerel hareketler üzerinden yürüyen özgül savaşlarla bağlantılıdır. Hepsinden öte, yukarıda verdiğim birçok örnek, geçtiğimiz yirmi yılda görülen büyük ampirik bir olgu olarak makro-şiddetle, yani devletler arası şiddete karşı ülke içi şiddette görülen göreli ve belirgin büyümeyle uyum içindedir. … yerel örnekleri yerel mahiyette görmek zorlaşır.

45
En mahrem şiddetten (tecavüz, bedenin bir uzvunun kesilmesi ve kötürüm bırakma) en soyut şiddete (tehcir ve yasal olarak azınlık haline getirme) kadar tüm bu şiddet bağlamları içinde en kötüsü, tüm dünyada her türden azınlıklara karşı yürütülen saldırıdır. Bu noktada, her devlet (her aile gibi) kendi çapında mutsuzdur. Ama maden öyle, neden azınlıklara karşı dünya çapında bir soykırım dürtüsü var?

Mevcut cevaplar bizi çok uzağa götürmez. Yaşananlar bir medeniyetler çatışması mıdır? Pek denilemez, zira bu şiddet biçimlerinin çoğu medeniyetler arasında değil medeniyetlerin kendi içindedir. … genel anlamda insancıl dürtülerimizin hissizleştiğinden bahsedebilir miyiz? Olabilir, ama tüm dünyada değişim, eşitlik ve sağlık için tabandan gelişen kitle hareketlerindeki büyümeyi dikkate alırsak, insanın uzun mesafeli empati yetisinin henüz körelmediğini söylemek daha doğru olur. Sorun küçük silahları ve Kaleşnikofları devletler arasında büyük ve şaibeli anlaşmalarla resmî olarak gerçekleştirilen roket, tank ve radar sistemleri ticaretine bağlayan muazzam küresel silah trafiğindeki eşzamanlı büyüme olabilir mi? Evet, ama bu da bize yalnızca küresel şiddet için gerekli koşulları verir, yeterli koşulları değil.

46
O halde neden azınlıklar dünyanın birçok bölgesinde yeni türde ve ölçekte şiddet eylemlerine maruz kalmaktadır? Cevabın ilk adımı olarak şunu söyleyebiliriz: Gerek azınlıklar gerekse de çoğunluklar esasen on yedinci yüzyıldan itibaren yaratılmış olan istatistik, nüfus sayımı, nüfus haritaları ve diğer devlet araçlarının hâkim olduğu modern bir dünyanın ürünüdür. Azınlıkların ve çoğunlukların ortaya çıkışı esasen on sekizinci yy’ın demokratik devrimlerinden etkilenen yerlerde (sömürgeler dünyasının uydu mekânları da buna dâhildir) sayı, temsil ve oy kullanma hakkı fikirlerinin gelişim sürecine tekabül eder.

Dolayısıyla azınlıklar yakın döneme ait toplumsal ve demografik bir kategoridir ve bugün haklar (insan hakları ve diğerleri), vatandaşlık, aidiyet, otoktoni* ve devletten (ya da onun hayali kalıntılarından) alınan yetkiler hakkında yeni kaygıları harekete geçirmektedir. Ayrıca hem devletlerin yükümlülüklerini hem de siyasal insanlığın sınırlarını (bunlar gerçek anlamıyla yurttaş ile genel olarak insanlık arasındaki rahatsız edici gri alana düşmektedir) incelemek için yeni yollar olduğunu gösteriyorlar. Başkaları tarafından yetersiz olarak görülen insanların (örneğin sakatların, yaşlıların ve hastaların) genellikle marjinalleştirme ya da temizlik operasyonlarının ilk hedefi olmaları şaşırtıcı değildir. Nazi Almanya’sının Yahudi figüründe cisimleşen bu kategorilerin tamamını temizlemeye çalışmış olması düşünülmeye değer.

otokton [kendi kendini var eden, yerli/yerel varoluş], [yerleşik kadim ulus ya da halk], [jeolojide taşınmadan, bulunduğu yerde oluşmuş kayaçlar için kullanılan kelime], [yunanca kökenli ve eski, köklü aileleri kasteden "toprağın yerlisi" anlamındaki bileşik sözcükten (oto-khton) gelme kavram]

Ne var ki azınlıklar öncesinde şekillenmiş halde karşımıza çıkmazlar, aksine her ulusun ve her milliyetçiliğin özgül koşullarında üretilirler. … azınlıklar klasik anlamda birer günah keçisidir.

47
Peki, küreselleşme çağında bu günah keçilerinin özel statüsü nedir? Sonuçta, yabancılar, hasta insanlar, göçmenler, dinî muhalifler ve benzer küçük toplumsal gruplar her zaman ön yargıların ve yabancı düşmanlığının hedefi olmuştur. Burada tek ve basit bir hipotez ortaya atacağım. Küreselleşme mantığının ayrılmaz bir parçası olarak ulusal egemenliğin sistemik şekilde yara aldığı ve bu durumun yaşadığı toprak parçası bakımından tanımlanmış ve sınırlanmış “halkın” çıkarlarının bekçisi olarak davranmak konusunda devletlere bindirdiği artan yük dikkate alındığında, azınlıklar, başına buyruk ekonomik hareketlerin ve zedelenmiş ulusal egemenliklerin olduğu bir dünyada birçok devletin kendi azınlık ya da marjinallik durumları hakkında duydukları endişelerin aktarılabileceği büyük bir alandır. Azınlıklar, tek kelimeyle, klasik ulusal projeye ihanetin metaforları ve yadigârlarıdır. Ayrıca tüm dünyada gördüğümüz azınlıkları sürme ya da ortadan kaldırma güdüsünün arkasında da bu ihanet vardır ve aslında ulus-devletin ulusal egemenliğin garantörü olma vaadini gerçekleştirememiş olmasından kaynaklanmaktadır. Meseleye bu şekilde yaklaştığımızda, ülke içindeki etnik kıyımlara neden genellikle devletin askerî güçlerinin de dâhil olduğu anlaşılır.

Elbette azınlıklara yönelik iç şiddetin her türlüsü yükselen beklentiler, acımasız pazarlar, münfesih [geçerliliği kalmamış, feshedilmiş] devlet kurumları, haddini bilmez dış müdahaleler ve harekete geçirilmeyi bekleyen derin iç nefret ve kuşku tarihleri gibi kendi gerçekçi sosyolojisine de sahiptir. Hikâyenin kendisi için başka bir yere bakmamız gerekir. Dünya çapında geçerliliği olan bu hikâye gerçek dünya oyununun devlet egemenliği ve devletler arası diplomasi ağından kaçmış olmasından duyulan haklı korkunun bir ürünüdür.

48
Her şeye rağmen, neden azınlıklar dünya genelinde yaygın olan bu eğilimin hedefidir? Bu noktada Mary Douglas’ın klasik antropoloji argümanına dönebiliriz: “Kir yanlış yerdeki maddedir” ve bütün ahlaki ve toplumsal sınıflandırmalar sınırları belirsizleştiren unsurlara nefretle bakar (1966). Yukarıda tarif ettiğim türdeki azınlıklar –hastalar, dinî sapkınlar, sakatlar, gezginler, kaçaklar ve ulus-devletin sınırları içinde istenmeyenler- “biz” ile “onlar”, burası ile orası, içerisi ile dışarısı, sağlıklı ile sağlıksız, sadık ile hain, ihtiyaç duyulan ile istenmeyen arasındaki sınırları muğlaklaştırır. Burada kilit unsur ihtiyaç duyulan ile istenmeyen arasındaki karşıtlıktır. Öyle ya da böyle ulusal sınırlarımız içinde “azınlık” gruplara ihtiyaç duyarız –hiçbir şey olmasa tuvaletlerimizi temizletmek ve bizim adımıza savaşmaları için. Fakat azınlıkların kuraldışı kimlikleri ve bağlılıklarından ötürü istenmeyen kişiler oldukları da reddedilemez. İşte bu çifte nitelikleriyle azınlıklar birçok ulus-devlet açısından küreselleşmenin esas sorununu cisimleştirmektedir: Küreselleşme hem lazımdır (ya da en azından kaçınılmazdır) hem de istenmeyen bir şeydir. Hem biz demektir (iyimser bakışla ona sahip olabilir, onu kontrol edebilir ve kullanabiliriz) hem de biz değildir (kötümser bakışla ondan kaçınabilir, onu reddedebilir, onsuz yaşayabilir, onu inkâr edebilir ve ortadan kaldırabiliriz). Dolayısıyla bu bakış açısıyla, azınlıklara yönelik şiddetin küreselleşmesi ulusal proje ve bu projenin küreselleşmeyle olan muğlak ilişkisi hakkında duyulan derin endişeyi ifade etmektedir. Küreselleşme yüzü olmayan bir güç olduğundan, etnik kıyımın hedefi olamaz. Ama azınlıklar olabilir.

Azınlıklar karma statülerinden ötürü ulusal benlik ve ulusal yurttaşlık konusunda belirsizliklere yol açmaktadır. Yasal açıdan muğlak statüleri anayasalar ve yasal düzenlemeler açısından bir baskı kaynağıdır. Hareketleri sınır güvenliğini tehdit etmektedir. Mali işlemleri hem ulusal ekonomiler hem de yasal ve yasadışı işlemler arasındaki sınırları muğlaklaştırmaktadır. Dilleri ulusal kültürün iç bütünlüğü konusundaki endişeleri artırmaktadır. Yaşam tarzları toplumdaki, özellikle de kent toplumundaki yaygın gerilimleri başka bir mahrece [çıkış yeri] akıtmak için kolay yollar sunmaktadır. Politikaları genellikle çok odaklıdır, bu nedenle güvenlik devletleri açısından her zaman bir endişe kaynağı oluştururlar. Zengin olduklarında elit küreselleşme hayaletini uyandırır ve onun parya araçları olarak hareket ederler. Yoksul olduklarında ise birçok kalkınma ve refah biçiminin başarısızlığını gösteren uygun sembollerdir. Hepsinden öte, neredeyse bütün ulus ve halk olma fikirleri belli bir etnik saflık ya da tekillik fikrine ve çoğulluk anılarının bastırılmasına dayalı olduğundan, etnik azınlıklar ulusal halk olmanın sınırlarını muğlaklaştırmaktadır. Küreselleşme çağında birçok devletin ekonomik bağımsızlığını koruyamaması nedeniyle şiddetlenen bu belirsizlik, kolayca, her türlü kolektif yabancıya hoşgörüsüzlüğe dönüşebilmektedir.

49
... azınlıkların şiddete yol açtıklarını söylemektense, şiddetin, özellikle de ulusal düzeydeki şiddetin, azınlıklara ihtiyaç duyduğunu söylemek daha doğru olur. Nitekim azınlıkların bu şekilde yaratılmaları beraberinde bazı tarihlerin gün ışığına çıkarılmasını, bazı tarihlerinse gömülmesini gerektirmektedir. ... Hindistan’da yavaş yavaş sorunlu bir azınlık haline getirilen Sihlerin hikâyesi bunun klasik bir örneğidir.


4. Küçük Sayılardan Korkmak

52
Zayıflardan Kokmak
Çoğunluk fikri özellikle de modern siyaset söylemlerinde azınlık fikrini öncelemez ya da ondan bağımsız değildir. Çoğunluklar da azınlıklar gibi sayım ve siyasal adaylığın bir ürünüdür. Gerçekten de çoğunluklar var olabilmek için azınlıklara ihtiyaç duyarlar, üstelik azınlıkların çoğunluklara ihtiyaç duyduğundan da fazla.

Dolayısıyla etnik-milliyetçi ortamların çoğunda zayıflar-dan korkulmasının nedenlerini bulmak için atılacak ilk adım temel sosyoloji teorisindeki “biz/onlar” sorusuna geri gitmektir. Bu teoride kolektif ötekilerin ya da onlar’ın yaratılması, tektipleştirme ve kimlik karşıtlığı dinamikleri aracılığıyla sınırlar konmasına ve biz dinamiklerinin sınırlarının çizilmesine yardımcı olmak için bir gerekliliktir.

53
Ana akım sosyoloji teorisinin, özellikle de grup oluşumu konusunda, kolektif kimliklerin inşasında çatışmanın (Simmel’in geleneğinde olduğu gibi), dinin (Durkheim’ın geleneğinde olduğu gibi) ya da uzlaşmaz çıkarların (Marx’ın geleneğinde olduğu gibi) rolünü araştırdığı doğrudur. Fakat bu gelenekler, biz/onlar diyalektiğine hiç bulaşmadan, kısmen bağımsız bir süreç olarak biz kimliklerinin oluşumuna belli bir açıdan ışık tutuyor olsa da, başka bir yerde “yıkıcı kimlikler” (2000) adını verdiğim kimliklerin oluşumu üzerine çok kafa yormuş oldukları söylenemez.

Yıkıcı Kimlikler
Ben yıkıcı kimlikler derken, toplumsal açıdan inşa edilebilmesi ve harekete geçirilebilmesi için, biz diye tanımlanan bir grubun varlığına tehdit oluşturduğu düşünülen yanı başındaki diğer toplumsal kategorilerin yok edilmesini gerektiren kimlikleri kastediyorum. Yıkıcı kimlikler dönemsel olarak kimlik çiftlerinden (bazen de daha fazla bileşenli gruplardan) doğar. ... Bu kimlik çiftleri ya da grupları içinden biri genellikle kendisini tehdit altındaki bir çoğunluk olarak görmeye başlayarak yıkıcı hale gelir. Bu hareketlenme türü yumuşak başlı bir toplumsal kimliğin yıkıcı bir kimliğe dönüşmesinde kilit adımdır.

54
Bir etnos’un modern bir ulus haline gelmesi genellikle yıkıcı kimliklerin -yani hayatta kalabilmek için başka bir kolektivitenin yok edilmesine ihtiyaç duyan kimliklerin- ortaya çıkması için temel oluşturur. Yıkıcı kimlikler neredeyse her zaman çoğunlukçu kimliklerdir. Başka bir deyişle, tehdit edilen bir çoğunluk hakkında ve onun adına iddialar üzerinde yükselir. Aslında birçok örnekte bunlar münhasıran [özellikle] ya da enikonu ulusun kimliğiyle bağlantılı olmaya çalışan kültürel çoğunluklar hakkındadır. Bazen de bu iddialar Hindular, Hıristiyanlar ya da Yahudiler gibi dinî çoğunluklar üzerinden, bazen de Almanlar, Hintler ya da Sırplar gibi başka türde çoğunluklar üzerinden yapılır. Harekete geçirilen bu çoğunlukların söyleminde, genellikle, karşısındaki azınlık ortadan kalkmadığı takdirde kendisinin bir azınlık haline dönüşebileceği fikri saklıdır ve bu nedenle yıkıcı gruplar genellikle hedef aldıkları düşman azınlıklar arasında doğum oranlarının arttığı gibi sahte demografik iddialar ortaya atarlar. Dolayısıyla yıkıcı kimlikler, çoğunluklarla azınlıkların yer değiştirebilecekleri tehlikesinin inandırıcılığa sahip olduğu koşullarda ortaya çıkar.

Yıkıcı kimlikler çoğunluk kimlikleri ile ulusal kimlikler arasındaki gerilimde ortaya çıkar. ... Ulusal egemenlikleri hakkında, ... eksiklik endişesini başarılı bir şekilde harekete geçirebilen çoğunluk kimlikleri yıkıcı hale gelebilir. Eksiklik, bu anlamda, yalnızca etkili kontrol ya da pratik egemenlik alanında değil, daha da önemlisi saflık ve saflığın kimlikle ilişkisi hakkındadır.

55
ulusal saflık ve bütünlük fantazisi... ulusal sınırlar içindeki en küçük azınlığın bile ulusal bütünün saflığında katlanılmaz bir leke olarak görüldüğü...

Küçük sayılar çoğunluk ile bütünlük ya da bütünsel saflık arasında küçük bir engeli temsil ederler. Bir anlamda, sayı ne kadar küçük, azınlık kadar zayıfsa, çoğunluğun kendisini bir bütün ve sorgulanmaz bir etnos yerine salt bir çoğunluk olarak hissettirebilmesi hakkında duyulan öfke de o kadar büyüktür.

56
Almanlık projesi bir kez etnik-ırkçı temellerde tanımlanınca ve saflık mantığı devreye girince, çeşitli azınlıklar eksik saflık hakkında duyulan öfkenin alanı haline geldiler: Eşcinseller, yaşlılar, hastalar, Çingeneler ve hepsinden öte Yahudiler.

57
[yırtıcı kimliklerin harekete geçirilme yöntemler: 1. mekanik, teknolojik ve bürokratik yön... “kötülüğün sıradanlaşmışlığı”... 2. Alman askerlerinin, kamp muhafızlarının, milislerin ve sıradan yurttaşların Nihai Çözüm’ün her kademesinde ve her alanında hınçla giriştikleri korkutucu derecede mahrem şiddet, aşağılama ve istismar.]

Yırtıcı kimliklerin ortaya çıkardığı çelişkili mahremiyettir bu. Bu çelişkiyi anlamanın yollarından biri, hedef gösterilen halkları insanlık dışı konumlara indirgemenin büyük çaplı cinayetleri kolaylaştırdığını görmektir. O bunu öldürenler ile öldürülenler arasında bir mesafe yaratarak ve kurbanların insanlık dışı, mikrop, böcek, cüruf, çöp oldukları ama her şeye rağmen değerli ulusal bedenin kanserli bir parçasını oluşturdukları argümanına kendi kendini tatmin edici bir kanıt sağlayarak yapar.

[Almanya, Ruanda, Kosova, Mumbai] ... bizi en fazla şok eden aşağılama biçimlerini harekete geçiren sinir ve öfkeyi yaratan tam da ulusal bütünsellik ile azınlıkların varlığı arasındaki mesafenin küçük olmasıdır. [küçük farklılıkların narsisizmi].

58
... bütün çoğunlukçulukların içinde soykırım tohumları vardır, zira bunlar her zaman ulusal etnos’un tekilliği ve tamlığı hakkındaki fikirlerle bağlantılıdır.

Zor olan şey liberal çoğunlukçulukların nasıl ve hangi koşullar altında liberallikten çıkıp potansiyel açıdan soykırımcı hale geldiklerini saptamaktır.

60
... liberal düşünce ile demokratik düşüncenin yol ayrımına geldiği kategorilerden biri kitlelerdir. [Liberal düşünce, ‘bir’, birey...] “Siyaset kitlelerin olduğu yerdir, binlerin değil milyonların olduğu yerdir. Ciddi siyaset burada başlar” Lenin.

[liberal düşünce, bireylerin toplamını pek çok “bir”in eklenmesiyle oluşturulmuş olarak tahayyül eder.] Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, liberal düşüncenin ana geleneklerinde kolektivitelerin ortaya çıkışı birbirleriyle etkileşime geçmek mecburiyetinde kalmalarına çözümler arayan tekil çıkarların ve aracıların toplamıyla alakalıdır.

Kitleler fikri liberal düşüncede bireye, bir sayısına kök salmış rasyonaliteleri kaybetmiş olan büyük sayılarla bağıntılıdır. Dolayısıyla kitleler her zaman faşizmin ve totalitarizmin ürünü ve tabanı olarak görülür. Bunun nedeni hem kitlelerin birey olmayanlardan (ya da kendi rasyonel çıkarlarını takip etmekten aciz bireylerden) oluştuğunun düşünülmesi hem de bir devlet, bir diktatör ya da bir mit gibi bireyler arasındaki katılımcı etkileşime dayalı olmayan dışarıdan güçlerin yönettiği bir kolektivite olarak görülmeleridir. ... [Liberal düşünce büyük sayılardan korkmaktadır] Peki, küçük sayılardan duyulan korku nerede devreye giriyor?

61
Liberal toplum düşüncesinde küçük sayılar, özel bir örnek olan bir sayısı haricinde, çeşitli nedenlerle rahatsız edicidir. Bir defa, küçük sayılar oligopoller [az sayıda satıcının çok sayıda alıcının olduğu piyasa; genellikle 2,3 veya 4 oyuncunun hakimiyetinde şekillenen piyasa; bir piyasaya birkaç şirketin hakim olması durumu], elitler ve despotluklarla bağlantılıdır. ... Küçük sayılar aynı zamanda komplo, hücre, casus, hain, muhalif ya da devrimci heyulasıı uyandırdıkları için de bir tedirginlik kaynağıdır. Küçük sayılar özel alanın kamusal alana zorla girmesi anlamına gelir ve bu da beraberinde iltimas, danışıklı dövüş, yıkıcılık ve düzenbazlık gibi tehlikelere yol açar. ... liberallerin rasyonel iletişim ve açık müzakere anlayışı açısından hayati öneme sahip aleniyet ve şeffaflık fikirlerine düşman olan gizlilik ve mahremiyet konusunda potansiyellere sahiptir.

[küçük sayıların “özel çıkarlar”a sahip olma olasılığı her zaman vardır ve dolayısıyla “genel çıkar” fikrine tehdit oluşturur.

62
[liberal düşüncede] ... usule dair azınlıklar kültürel ya da toplumsal azınlıklar değil, geçici azınlıklardır, yalnızca düşünceleriyle ve düşüncelerinden ötürü azınlıklardır. Toplumsal ve kültürel azınlıklar, yani deyim yerindeyse gerçek azınlıklar ise sürekli azınlıklardır, ... toplumsal hale gelmiş azınlıklardır.

64 -72
[Hindistan]

73
Bugün canlı bomba ideal terörist tipidir, zira bu figürde birkaç kâbus yoğunlaşmış haliyle mevcuttur. Bir defa, canlı bomba beden ile terör silahı arasındaki sınırı tamamen kapatır. ... canlı bomba kendi kanlı parçalarını dağıtmayı ve bunları yok etmeyi planladığı sivil halkın kanlı parçalarıyla karıştırmayı taahüt eden bir patlayıcı bedendir. Dolayısıyla ... düşmanlar arasında korkunç bir beden ve kan karışımı yaratır ... kurbanların bedenlerini de ihlal eder ve onları şehidin kanıyla kirletir. İkincisi, canlı bomba Hıristiyan ve İslam dünyasında çok değer verilen şehit fikrinin galiz (kaba ve çirkin) bir çeşididir... katil bir şehittir. Üçüncüsü, canlı bomba ... her zaman için normal ötesi bir inanç, vecd ve gaye durumundaymış gibi resmedilir ve bu da genellikle suikast saldırısının arefesinde tecrit, fikir aşılama ve ilaçla halüsinasyon gibi yarı-dinî teknikler yoluyla oluşturulur. Bu imge kendi çıkarı için hareket eden liberal bireyin tam karşıtıdır, zira isteyerek patlatılan bir beden fikri rasyonel tercih modellerinin çoğuna kolayca uymaz. Dördüncüsü, bir otomat olarak tahayyül edilen canlı bomba bireyin, “bir” sayısının korkutucu bir örneği olmakla beraber, aslında her zaman şirazesinden çıkmış güruhun ya da kitlenin bir örneği, propaganda ve akıldışı inancın kurbanı, kitlelerin mantıksızca tektipleştirilmesinin ve ayaktakımının tehlikeli kestirilemezliğinin kusursuz bir örneği olarak görülür.

74
Sayılar, azınlıklar ve terör sorunu Irak’ta canlı ve yakıcıdır. Ayrıca Şiilerin, Kürtlerin ve diğer azınlıkların kaotik büyük politikalarından bir Irak “halkı”nın yaratılıp yaratılamayacağı sorunu vardır. Bir yanda Irak’taki ABD yönetimi kafa karıştırıcı azınlıklar sorunuyla karşı karşıyadır. Örneğin mutlak sayı bakımından çok büyük olan ve İran’daki rejimle yakın bağı bulunan Şiiler ya da İran, Irak ve Türkiye sınırları içinde dağılmış büyük bir azınlık oluşturan Kürtler var. ABD çıkış işlemlerini tamamlarken, tıpkı Afganistan’da yaptıkları gibi, bir gecede Irak anayasası oluşturmak için bölgeye uzmanlarla akın ettikten sonra, şu anda, sayıca büyük azınlıkların da parçası olduğu derin bir kavramsal tıkanıklık, çoğu Iraklının yeni yönetimin “İslami” olması gerektiği konusundaki ısrarı ve gerçek demokrasinin -kelimenin en içi boşaltılmış anlamı hariç- “İslami” olamayacağı hissi vardır.

76
[küçük farklılıklar meselesi - küreselleşme ile azınlıklara karşı artan öfke arasındaki özel bağ] Ben bu izleklerin birbiriyle ilintisiz olmadığını düşünüyorum.

77
[azınlıkların çoğunluk, çoğunlukların azınlık haline dönüşebilecekleri korkusu]
Ulusal sınırların içine ve ötesine yapılan göçler insanları toprak ve sınır ideolojilerine bağlayan bağları sürekli gevşetmektedir. Kitle dolayımlı, bazen metalaştırılmış olan benlik ve öteki imgelerinin küresel hareketliliği, büyük çaplı kimliklerin sivri uçlarını törpüleyen bir melezlikler arşivinin büyümesine yol açmaktadır.

... büyük ölçekli fonların devletler arası resmî kanallardan, yarı yasal ticari kanallardan ve El Kaide gibi şebekelerle bağlantıya sahip tümüyle gayrimeşru kanallardan akışının değişik, hızlı ve genellikle gözle görülmez niteliği küresel çapta para aklama, elektronik transferler, yeni sınır ötesi muhasabe biçimleri ve hukuk kurumlarıyla -ki bunların hepsi mali sermayenin küreselleşme çağında ayrılmaz birer parçasıdır- sıkı bağlara sahiptir. Paranın ulusal sınırların ötesindeki bu hızı ... geniş çevreler tarafından haklı olarak bugünün azınlığını yarının çoğunluğu haline getirecek araçların yaratıcısı olarak görülmektedir. [Bütün bu etkenler... -> toplumsal belirsizliğin şiddetlenmesi -> çoğunlukçu endişeden tam ölçekli yıkıcılığa -> soykırım]


5. Bizim Teröristlerimiz ve Biz

80
Tüm bölgelerin uzun vadeli ve büyük ölçekli göçlerle oluşturulduğu toplumlar... Afrika]
Etnisite adına uygulanan bedensel şiddet maskenin arkasındaki gerçekliği saptamak için bir teşhir aracı haline gelir. Elbette bu tür bir şiddet her zaman için kendi varsayımını onaylar, zira şüphelilerin ölü, sakat ya da parçalar ayrılmış bedenleri ihanetten duyulan şüpheyi her zaman doğrular. Kitlesel etnik şiddet üzerine en iyi etnografik yazının çoğu maskeler, ihanet, hainlik ve teşhir retoriğiyle doludur. ... Elbette bu tür bir şiddet karşı şiddeti doğurur ve o da benzer teşrihçi biçimler edinir. ... Teröristler maske giydikleri zaman, hattâ maske giymediklerinde bile sıradan davranışları gerçek kimlikleri, şiddete başvurma niyetleri, hıyanet dolu sadakatleri ve gizli ihanetlerinin organik maskeleri olarak görülür. Dolayısıyla ne zaman resmî bir polis gücü ölü ya da diri ele geçirilmiş bir teröristin maskesini sıyırsa, maskenin arkasında başka bir maske daha olduğu açığa çıkar: Sıradan bir Müslüman, Filistinli, Afgan ya da Çeçen, yani tanımı gereği bir hain.

81
[Bu şiddeti yüzyıllardır devam eden dinî ve etnik şiddetle tamamen aynı kefeye koyamayız.] 1990’lardaki acımasız etnik şiddet fevkalade özgül bir modernlik türünü ifade eden etkenlerin izini fazlasıyla taşır: Pasaporta dayalı ulusal kimlikler; nüfus sayımı temelli çoğunluk ve azınlık fikirleri; medyanın belirlediği benlik ve öteki imgeleri; yurttaşlıkla etnisiteyi birleştiren anayasalar ve en yakın dönemde, birçok toplumda oy hakkı ve yetki konusunda yeni şiddetli mücadelelere yol açan demokrasi ve serbest pazar fikirleri.

Devlet propagandası ve çeşitli fundamentalist ideolojiler etnik düzen hakkında -fiziksel özellikleri, planları, yöntemleri, ikiyüzlülükleri ve yok edilmesi ihtiyacı hakkında- tahripkâr kesinlikler yaymaktadır.

82
[Ruanda bağlamında] Bu tür bir aşırı şiddetin gerçekleşebilmesi için, derin bir toplumsal belirsizlik yüksek düzeylerde doktrinel kesinliği komşu ve arkadaşlara karşı şiddetle karıştırmalıdır. Bunun yol açtığı endişe günlük hayatın (farklı adları, eylemleri ve inançları olan) sıradan yüzlerinin, aslında, etnik ötekilerin değil, bir etnos olarak tasavvur edilen ulusa ihanet eden hainlerin gerçek kimliklerini gizleyen günlük hayat maskeleri takmış olduğundan duyulan endişedir. [Küçük şüpheler, küçük garezler ve önemsiz vehimler, dedikodu...] Hem kesinlik hem de belirsizlik konusunda daha büyük senoryaların gelmesiyle, bu küçük hikâyeler etnik kıyımcı yönü olan bir anlatı haline gelirler.

Toplumsal belirsizliğin terörizmle alakası nedir? Şöyle ki, terörizm belirsizlik araçlarını kullanarak yolunu bulur... Öncelikle, teröristler saldırıp kaçtıklarında, kim olduklarını tam olarak bilemeyiz. Bazen ne istediklerini ya da tam olarak kime saldırıp kimi öldürmek istediklerini de bilemeyiz. Özellikle cesur olduklarında, hattâ intihar eylemlerine başvurduklarında, güdüleri aklımızı karıştırır ve daha da belirsizliğe yol açar. Ayrıca bir sonraki adımın ne olabileceğine dair daha büyük bir belirsizliği tetikler. Terör öncelikle bir sonraki saldırının terörüdür.

83-88
[Hindistan - Mumbai]

89
Her durumda öfkenin coğrafyası basit bir etki-tepki, azınlıklaştırma ve direniş, iç içe geçmiş uzam ve alan hiyerarşileri, açıkça görülebilen neden-sonuç ilişkileri haritası değildir [Faisal Devji... 1. Cihat anlayışı İslam âleminin ana bölgesinden ziyade kenar bölgelerinin karmaşık tarihsel encamıdır. 2. Cihatçıların şiddete dayalı bakış açısını gerçek anlamıyla Batı karşıtı bir anlayıştan ziyade radikal, alternatif bir etik evrenselcilik olarak görmenin daha doğru olması...]. Daha ziyade bu coğrafyalar uzak olaylar ile yakın korkular, eski tarihler ile yeni provokasyonlar, yeniden yazılmış sınırlar ile yazılmamış düzenler arasındaki karmaşık etkileşimlerin uzamsal sonucudur. Bu coğrafyaların yakıtı kuşkusuz medya dolayımlıdır (haber yayın organları, internet, siyasi konuşmalar ve mesajlar...) ... Öfkenin coğrafyası ulusal ve küresel siyaset haritaları (bunlar çoğunlukla resmî kurumlar ve usullerce üretilmektedir) ile kutsal ulusal uzam haritaları (siyasi ve dinî partiler-hareketler eliyle üretilmektedir) arasındaki kırılgan ilişkinin ürünüdür.

90
Hepimizin bildiği gibi, gerek basılı gerekse elektronik medya tüm dünyada en başta gelen kanaat oluşturucularından biridir. Fakt şunu da biliyoruz ki küresel denetim ve dolaşımın en üst düzeylerinde bile hiç kimsenin tek başına borusu ötmez. Arapça yayın yapan bir küresel ağın (El-Cezire) CNN ve BBC’ye rakip olarak çarpıcı yükselişi belki de belirleyici örnektir, zira bize küresel enformasyon ve kanaat oluşturma kavgasının henüz bitmediğini gösteriyor. ... tüm bunlar kamuoyu oluşturulması ve korku, panik ve aciliyet hissinin dolayımı için çok karmaşık bir dolaşım sistemi yaratmaktadır.

Ve elbette bir de küresel ekonomi, yani gerçek küreselleşme vardır: Açık pazarlar, ekonomiler arası bütünleşmenin artması ve spekülatif sermayenin hızlı dolaşımından oluşan bu düzen altında en azından otuz yıldır yaşıyoruz. Birçok kişi tarafından belirtildiği gibi, kuralları, dinamikleri ve yasallıkları şu anda kilit şekillerde oluşturulup da bu küresel ekonominin dışında kalabilen kaydadeğer hiçbir nüfus yok.

92
Geride bıraktığımız anlaşılan gerçekçi dünyada devletlerin güvenlik kaygıları [savaş ve barış, diplomasi ve sınırlar, savunma bütçeleri ve dünya siyaseti] ile yurttaşların (ya da sivillerin) günlük belirsizlikleri [yerel hukuk ve düzen, toplumsal kestirilebilirlik ve rutin, arkadaşlar ve komşular dünyası hakkında güvenilir bilgi, yerel mekân ve yerel kamusal alanlar hakkında belli bir sahiplik hissi ve yarının her yönüyle bugünden farksız olacağı hissi] birbirinden görece ayrıydı. Bugün devletlerin güvenliksizlikleri ve sivil mekânların ve insanların belirsizlikleri rahatsız edici şekilde iç içe geçmiştir ve terör, terörizm ve teröristler bu bulanıklığı en iyi görebileceğimiz alandır.

Yerel hizip mücadeleleri, seçimler, dedikodular ve çatışmalar özellikle komşular ve yereldeki diğer yurttaşların kimliği hakkında günlük belirsizlik kaynakları haline gelmektedir. Etnik kimlik bu tür bir belirsizlik için özel bir tutuşma noktasıdır, fakat dil, kıyafet, toplumsal cinsiyet, gıda ya da ırk gibi başka somatik biçimler de edinebilir. Bu tür bir belirsizlik kitle dolayımı ve devlet ya da devlet kisveli propaganda aygıtlarının aşırılıkları nedeniyle şiddetlenen demografik değişim, ekonomik korku ve nüfus değişimleri gibi daha geniş alanlara kaydığında, toplumsal kesinlik ve belirsizlik karışımı uçucu hale gelebilir ve her tarafa yayılabilen bir şiddet ortaya çıkarabilir. Tersinden bakıldığında, devlet güvenliksizlikleri kasıtlı kitle seferberliği çabaları, silahlı kuvvetlerin kısmen ya da tamamen siyasallaştırılması, hapsetme ya da baskı politikalarının dayatılması, etnik açıdan hedef alınmış belli cemaatlerin gözetlenmesi ve azınlıklara göçmenlere ve diğer zayıf yurttaşlara karşı yasal ayrımcılık yönünde kasıtlı çabalarla sivil toplumun kılcal damarlarından içeri süzülebilir.

94
... bu tür bir şiddetin savaş metaforunu günlük yaşamın çatlaklarına daha da sokmak isteyenlerin elini ziyadesiyle güçlendirdiği...

95
... 11 Eylül saldırıları biz ve onlar hakkında günlük toplumsal belirsizliklerle büyük ve öfkeli bir devletin güvenliksizlikleri arasında yakınlaşmanın olduğu yeni bir boyut kazanmıştır.

... yasadışı göçmenler, şüpheli gezginler ve her türlü muhalif...

96
... terörisler, dünyanın her yerinde bizim ulusal kimlik, devlet iktidarı ve tüm ulusların bir şekilde bağımlı olduğu etnik saflık hakkındaki en derin kaygılarımıza karanlık bir gölge düşürmektedir. Bu nedenle teröristlerimiz, ister ABD’de ister Hindistan’da ister başka yerde olsunlar, iki anlamda korkutucudurlar: Art niyetli olduklarına kuşku yok, ama aynı zamanda bir şekilde kendi toplumsal ve siyasi bedenlerimizdeki derin rahatsızlığın emareleri oldukları görünmektedir. Bunları kötü ruhlar olarak görüp defetmek ya da kötü uzuvlar olarak kesip atmak kolay değildir. Bizim devletlerimizle, bizim dünyamızla ve bizim benliklerimizle daha derin birliktelikler dayatmaktadırlar.

Temmuz 2005’te, ... Londra, Britanya ulusunu sarsan bir dizi bombalama eylemiyle altüst oldu. ... bombaların ... yerli olmamaları temelinde bir araya gelmiş bir grup genç tarafından patlatıldığı anlaşıldı.

97
... birçok Müslüman genç hiçbir açıdan tam vatandaş olmadıkları çokkültürlü bir dünyada Britanya’da diaspora üyesi olarak yetişmektedir.

98
Bu süreçte, bazı örneklerde, kendilerini yaralanmış azınlıklar olarak algılamayı bırakır ve aslında mukaddes bir çoğunluk (dünyadaki Müslümanlar) adına konuşan bir öncü azınlık olarak görmeye başlarlar. Kendi kendine oluşturulmuş bu azınlık İngiliz devletinin tahayyül ettiğinden farklı türde bir azınlıktır. ... Londra bombacılarını çıkartmış olan yeni azınlıklar gerçekten de korkulması gereken bir azınlıktır, çünkü yaralı bir küresel çoğunluğun çatlak sesidir.

Bu hikayeyi iki şekilde okumak mümkündür. Birincisi ... İngilizlerin sömürge Hindistan’da önayak oldukları birtakım kurumsal değişiklikler olmadan Hint altkıtasının bölünmesi hayal edilemez. Bu değişiklikler arasında ondokuzuncu yüzyıl nüfus sayımlarındaki dinî sayımlarda ve yirminci yüzyılın başında Hindular ve Müslümanlar için ayrı seçimlerden, 1947’de doğrudan iki ulusun yaratılmasına götüren böl ve yönet stratejilerine kadar pek çok şey sayılabilir. Bu sömürge hikâyesi, akabinde, modern tarihin en kanlı siyasi bölünmelerden biri için ortam hazırlar. Bu bölünme Hindistan ve Pakistan’da yarım yüzyılı aşkın bir süredir sürekli bir düşmanlık durumunun oluşmasına yol açmıştır.

99
Öte yandan bu hikâyeyi yapısal ve eşzamanlı şekilde, yirminci yüzyılın son on yılında birçok demokratik toplumda azınlıkların ve çoğunlukların statüsünü belirleyen kaypak dinamiklere dair bir ders olarak da okuyabiliriz. Bazı demokratik uluslar kılık değiştirmiş dış çoğunluklar olarak algıladıkları iç azınlıklar yaratma eğilimindeyken, bu azınlıklar arasında bazıları da -genellikle eğitimli, hoşnutsuz gençler- kendilerini ulusal azınlıkların yalıtık dünyasından ziyade küresel terörün hücreli dünyasıyla özdeşleştirmeye başlıyorlar. Böylece zayıf, yetkileri ve hakları elinden alınmış ve kızgın bir azınlık olmaktan çıkıp başka tür bir azınlık haline geliyorlar: Hücreli, küreselleşmiş, ulus-ötesi, silahlı ve tehlikeli. Bu dönüşüm küresel terörizme adam devşiren bir potadır.

Dünya, hücreli örgütlenme potansiyeline sahip hiddetli azınlıklarla doludur.


6. İdeolojik Kıyım Çağında Tabandan Küreselleşme

100
Samuel Huntington’ın (1993) medeniyetler çatışması argümanı temelde sakattır. Ama 11 Eylül’den sonra girdiğimiz dünyada sezgisel açıdan belli bir çekiciliği de yok değildir.

Huntington medeniyetleri kısmen ırklar, kısmen coğrafyalar, kısmen dinî iltihaklar [katılmak, bitişmek] üzerinden ve genel olarak da kültürün fiziksel müfrezeleri olarak tasavvur eder. Buna makro-coğrafi tabanı olan bir ilkçilik (ezeliyetçilik) demek mümkündür [Dünya yavaş yavaş hareket eden bir dizi büyük kültürel buzul -sınırlarında keskin karşıtlıkları olan ama içinde çok az çeşitlilik bulunan buzullar- olarak gözüküyor]. Bu görüş medeniyet alanları arasındaki küresel etkileşimin büyük bir kısmını görmezden gelmekte, coğrafi bölgelerin kendi içlerinde diyalogları ve tartışmaları bir kenara atmakta ve kesişen noktaları ve melezlikleri silmektedir.

Haklıydı, çünkü ... yalnızca ideoloji adına yürütülen yeni bir savaş aşamasına girdiğimiz anlaşılıyor

101
Fakat Bush ve şükerası bile ilk baştan beri yeni düşmanın küresel, ele avuca sığmaz ve uzamsallaşmamış -gerçekten de sanal- bir yönü olduğunu kabul etmişlerdi. ... Fakat dünyada, özellikle de ABD’ye duyulan nefret bakımından yeni türde bir ideolojik bütünselciliğin gelişmekte olduğunu söylerken haklıydı.

İdeolojik Kıyım ve Sivil Kıyım

İdeolojik kıyım yaygın, hattâ küresel bir olguya, yeni ve ciddi bir olguya işaret eden bir terimdir. Buna göre tüm halklar, ülkeler ve yaşam tarzları zararlı görülmekte ve insanlık çemberinin dışında ... değerlendirilmektedir. ... Söz konusu siyaset etnik kıyımın, hattâ soykırımın da ötesindedir, zira bu terimler son kertede “içerideki” azınlıklara duyulan nefreti ifade eder. İdeolojik kıyım ya da sivil kıyım bu duyguyu dışarı çevirir ve insanlığın etik kaygılarının dışındaki adacıklar olarak tüm ideolojilere, geniş bölgelere ve yaşam tarzlarına saldırır.

etnik kıyım -> soykırım -> ideolojik kıyım/sivil kıyım

102
İdeolojik kıyımın ve sivil kıyımın yeni mantığını gerçekten aydınlatabilmek için en iyi karine dünya çapında azınlıklara yönelik etnik temizlik kampanyalarının muazzam derecede artmış olmasıdır. ... -içerideki ahlaki muarızları [karşı çıkan, karşıcı] küreselleştirmek ve uzaktaki ahlaki düşmanları yerelleştirmek- ideolojik kıyım ve sivil kıyım mantığının kilit öğesidir.

103
[Amerikalılara duyulan genelleşmiş nefret] Dünyanın büyük otellerinin kapısında ensesi kalın bir Amerikalı çiftin kendisine bir güzellikte bulunması ya da birkaç bozukluk vermesi için bekleyen her dilenci, 1945’ten bu yana oluşum halindeki bir küçük mücahittir.

[Amerikan karşıtlığının kültürel boyutu] Saldırgan Almanlar ve Japonlar kendi rejimlerinin elçileri olarak görülmezler, oysa Amerikalılar neredeyse her zaman böyle görülürler. Neden? Çünkü Amerikalılar kıyafetleriyle, tarzlarıyla, mülkleriyle ve pratikleriyle (üçüncü dünya otellerinin çevresinde jogging yapmak gibi) dünya ekranlarında Amerika’yı temsil eden kültür makinelerinin özel bir tecessümüdür: Sahil Güvenlik’in güzel bedenleri; Schwarzenegger’lerin ve Stallone’lerin fizikî boyutu... [vd]. Sıradan Amerikalılar toplumlarının büyük kültür makinelerini bu şekilde kendilerinde tecessüm ettirmekle Amerikan devletinin güç ve kibirliliğini akla getirmektedir, zira tüm dünyada hayat tarzı ahlak tarzının başlıca işareti haline gelmiştir. Dolayısıyla tuhaf bir şekilde, Amerikalıların bedenlerini, Amerika’nın kültürel pırıltısını ve Amerikan devletinin bilinen erkini birbiriyle bağlantılı olarak gören eğilim her geçen gün güçlenmektedir. Tüm dünyada bedenen ahlaklı olmayı istikrarlı bir devletin temel özelliği haline getirmiş olan bu ideologların elinde, Amerikalılar, görünen o ki, aynı anda hem ayaklarındaki hem de roket hangarlarındaki Nike’ları simgelemektedir. Söylemek bile yersiz, dünyanın yoksul bölgelerinde yaşamış, çalışmış ya da dolaşmış olan birçok Amerikalı neleri temsil edebiliyor olduklarını bilseler dehşete düşerlerdi.

104
Nitekim Amerika’nın yoksul ülkelere askerî saldırıları (bunun için Hiroşima ve Nagazaki’den başlayıp, Kore ve Vietnam’a ilerleyip, Küba, Şili, Panama, İran, Irak ve Af-ganistan’da ve keza Bangladeş, Somali ve Haiti’de mola verebiliriz) ve Washington’ın Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası tarafından dayatılan politikalara icazet vermesi nedeniyle dünyanın birçok bölgesinde bu denklem durmadan güçlenmektedir.

Anlaşılması en zor olan nokta şudur: ... Neden nefret ettiğiniz bir ülkeye gelmek için yoğun bir çaba harcarsınız? [İkiyüzlülük]

Bu bilmecenin çözümü küreselleşme adını verdiğimiz sürecin başka bir ayağında saklıdır. İster bilgisayar ister matematik ister sosyal bilimler ister insan hakları olsun çoğu meslekte gelecek ABD örgütleri, profesyonel ağlar ve kurumlar tarafından üretilen ve dayatılan standartlarla oluşturulmaktadır. Başka bir deyişle, dünyanın yoksul bölgelerinde devlet dışı alanların neredeyse tamamında başarınız muhtemelen Amerikan yapımı standartlarla ya da bu standartları dayatan Amerikalılar tarafından ölçülmektedir.

107
Yoksul ülkelerin ve bölgelerin çoğu bu bağlamda şehirlerini yıkmış, akademik kurumlarını zayıflatmış, ciddi araştırma ve öğretimi olanaksız hale getirmiş ve birçok profesyonel alanı (gerek cebir yoluyla gerekse de rüşvetle) devletin kolonisi haline getirmiş olmasaydı çok bir önemi olmayacaktı. [ABD’de kariyer peşinde koşan, çocuklarının rahat yüzü görmesi için çabalayan ve kendi profesyonel ağlarını kurmaya çalışan bu insanlar] ... tıpkı üçüncü dünyadaki taksi şoförleri gibi, kültür, siyaset, hattâ yaşam tarzı konusunda Amerikan karşıtı olma haklarını saklı tutuyorlar. [Bu kişiler kendi ülkelerinde bile bu çifte ilişkiyi koruyorlar] ve ABD’ye yönelik büyük sivil kıyım makinesine bu da yakıt sağlıyor.

... ABD’den duyulan nefret ABD’nin bir parçası olma arzusuyla iç içe geçmiştir.

Öte yandan bu şekilde çiftedeğerli olan daha pek çok unsur vardır. Birkaç bin dolar için Dünya Bankası’na el açmak zorunda olan sivil toplum kuruluşlarının üyeleri, ABD’de doktorluk yapmak için gerekli sınavları geçemeyen doktorlar; eğitimlerini tamamladıktan sonra işverenler karar değiştirdikleri ya da ortadan kayboldukları için geri dönüş yapmak zorunda kalan öğrenciler; ... Amerika’daki bir dergide tek bir makalesini yayınlatmak için on yıllarca uğraşan ama sonunda Amerikalı üniversite öğrencilerinin yerli bilgi kaynakları haline döndüğünü gören araştırmacılar. Nefret tohumlarını büyütmek için medreselere ne hacet!

109
[uzun mesafeli nefret]
... birçokları açısından bu nefret, imge ile mesajın, medya ile propagandanın zaferidir. Medya filmler, televizyon ve internet yoluyla Amerka’daki refah, ahlaki gevşeklik ve küresel güç imgelerini sunar. ... Sorulması gereken şudur: Bu mesajları inandırıcı, bu imgeleri mücbir [zorlayıcı, zorlayan] kılan nedir?

110
Uzun mesafeli nefret ahlaki açıdan eksiksiz bir şer imgesi yaratır ve ona tam bir toplum, halk ya da bölge çehresi kazandırır. İdeolojik kıyımın ve onun siyasi sonucu olan sivil kıyımın yakıtı budur.

111
... yeni hücreli biçimlerde örgütlenmiş olan uzun mesafeli siyaset yalnızca haydut kapitalistlerin ya da siyasal teröristlerin tekelinde değildir. Uzun mesafeli siyaset aynı zamanda küresel toplumdaki en ilginç ilerici hareketlerin de örgütlenme tarzıdır: tabandan küreselleşme...

Tabandan Küreselleşme

112
Hücreli küreselleşme... kimi zaman uluslararası sivil toplum diye adlandırılmıştır: İnsan hakları, yoksulluk, yerli hakları, acil yardım, ekolojik adalet, cinsiyet eşitliği ve diğer hümanist özlü hedeflerle ilgilenen ve ulusal sınırların ötesinde devlete bağlı olmayan ağlar ve çıkar grupları oluşturan eylemci ağları. Greenpeace’ten Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü’ne Narmada Bachao Andolan’dan Davos’u Gözleme Grubu’na kadar geniş bir yelpaze oluşturan bu hareketlerin sayıları her geçen gün artmaktadır.

[ulus-ötesi eylemci ağları] Bu tür ağlar şu anda sağlık ve çevreden insan hakları, konut, cinsiyet ve yerli halkların haklarına kadar insan eşitliği ve refahıyla alakalı neredeyse her alanda aktiftir.

113
Bu ulus-ötesi eylemci ağlarının çoğu küreselleşme üzerine büyük tartışmalarda açıkça taraftır ve bazıları Seattle, Milano, Prag, Washington, Davos ile Avrupa ve ABD’nin diğer yerlerinde son yıllarda büyük ilgi gören sokak gösterilerinde fevkalade yankı uyandırdılar ve görülür hale geldiler. Fakat bu hareketlerin büyük çoğunluğu yerel, ulusal ve küresel düzeylerdeki özgül politika değişikliklerinin peşinde çok daha az tanınan ama çok daha fazla hedef alınan savunma ve eşgüdüm biçimleriyle ilgilenmektedir.

Fakat bu hareketlerin çoğunda kilit sözcük protesto değildir, zira onlar da çoktaraflılarla, kendi devletleriyle, büyük küresel finansörlerle ve yerel ve uluslararası sivil toplumdaki diğer güçlerle sık sık ortaklıklar peşinde koşmaktadır.

[Uluslararası Baraka ve Gecekondu Sakinleri Örgütü (SDI)] Hindistandaki SDI üç farklı eylemci grubun birleşmesinden oluşuyor. ... SDI Asya ve Afrika’da yaklaşık 20 ülkede faaliyet yürütüyor.

114
[SDI - hücreli - demokratikleşme - ulus-ötesi konut hareketi]

115
Bu hareketler küresel olanı evrensel sorunların, hakların ya da normların genel diliyle değil verili bir anda tek bir meseleyi, tek bir güç birliğini, tek bir zaferi ele alarak inşa ediyorlar.

116
Son birkaç yüzyılın ilerici hareketleri, en başta da ondokuzuncu ve yirminci yüzyıla damgasını vurmuş olan işçi sınıfı hareketleri her zaman dayanışma, kimlik ve çıkar gibi evrenselci ilkelerle ve yine evrenselci ve genel terimlerle tasavvur edilen amaçlar için ve muarızlara karşı faaliyet yürütmüştür. Yeni ulus-ötesi hareketler ise küçük çıkar yakınlaşmalarından bir dayanışma örmek için daha fazla alana sahiptir ve bu hareketler de kendi siyasetlerini yaratmak için “kent yoksulları” gibi büyük kategorilerden dem vuruyor olsalar da, gerçek dayanışmalarını daha ziyade bir-defalık, tümevarımcı ve bağlama duyarlı tarzda örüyorlar. Böylece küresel ağın yerel iktidar tahayyüllerinin hizmetine sokulduğu yeni bir dinamik geliştiriyorlar.

[ulus-ötesi ve kent-ötesi eylemci hareketleri] Devasa bir merkezîleşme olmadan eşgüdümlü davranan, kesin bir merkezî otorite olmadan kendini yeniden üretebilen, ara ara toplumun gözü önünde olsa da sık sık gözden uzak faaliyet yürüten, devletten ve pazardan kendi amaçları için kaynak elde edebilen ve yirminci yüzyıldaki kalkınma ve demokrasi modellerinin birçoğuna uymayan eşitlik ve erişim vizyonlarının peşinde koşabilen yapılardır.

Her halükârda, umut edelim ki hücreselliğin bu ütopik biçimi mücadelelerimizin sahnesi olsun. Aksi takdirde hem sivillere hem de nezakete elveda demek zorundayız.





.
.
.