.
.
.
.
.
Günümüzde Felsefe Disiplinleri
Doğan Özlem (Der.) - İnkılap Kitabevi, 1997 İstanbul
İçindekiler:
Felsefe
- Alwin Diemer 11-30
Teorik Felsefe Disiplinleri
Mantık -
Robert Feys 31-56
Mantık -
Günther Patzig 57-76
Lojistik
(Sembolik Mantık) - Günther Patzig 77-96
Ontoloji
- Alwin Diemer 97-136
Metafizik
- Fritz Heinemann 137-162
Bilgi
Kuramı - Alwin Diemer 163-180
Bilgi
Kuramı - Fritz Heinemann 181-204
Bilgi
Kuramı Tarihçesi - H. Krings, H.M. Baumgartner 205-230
Doğa
Felsefesi - Gert König 231-262
Doğa
Felsefesi - Henry Margenau 263
- 298
Bilim
Kuramı - Wolfgang Stegmüller 299
- 332
Pratik Felsefe Disiplinleri
Etik
(Ahlâk Felsefesi) - Harald Delius 333
- 360
Etik
(Ahlâk Felsefesi) - Fritz Heinemann 361
- 388
Estetik
- Ivo Frenzel 389
- 400
Estetik
- Fritz Heinemann 401
- 426
Hukuk
Felsefesi - Günther Stratenwerth 427
- 440
Tarih
Felsefesi - Iring Fetscher 441
- 474
Siyaset
Felsefesi - Jürgen v. Kempski 475
- 508
Dil
Felsefesi - Waltraud Bumann 509
- 534
401
... Baumgarten [estetik sözcüğünü] iki anlamda
kullanmıştır: 1. Aşağı basamaktaki bilgisel olanak, yani aisthesis (duyum), 2. bugün "estetik" olarak
adlandırdığımız disiplin. Sanat hakkındaki düşünce çabaları, hiç kuşkusuz
Eskiçağdan beri şairler, sanatçılar, filozoflar tarafından bir estetik tarihi oluşturacak
kadar hep sürdürülegelmiştir. Ama bu düşünce çabalarından ilk kez bağımsız bir
disiplin çıkartanlar 19. yy filozofları olmuşlardır.
Güzelin doğasını bir felsefe disiplini içinde
temellendirmeyi istemek anlamsızdır; çünkü böyle bir güzel, kendi başına
güzellik diye bir şey yoktur. Dil eleştirisi bize, "güzel" sözcüğünün
hiç de tek anlamlı olmadığını öğretmiştir. Öyle ki artık biz, klasik güzellik
idealini ve geleneksel felsefi sistematiğin bu konuda getirdiği keyfi
sınırlamaları bir kenara bırakmak zorundayız. Sanat ya da sanatlar, tüm
insanların ve tüm insan topluluklarının yarattıklarıdır.
402
Sanat, bizim yarattığımız, dolayısıyla bizim
kavrayışımıza geçişli olan bir şeydir. Ama sanat uğraşı, aynı zamanda, bizi
doğanın derinliğine bir kavrayışına doğru sürükleyen bir uyarıcıdır da.
Sanatçının kendisi bir doğadır ve o kendisini çevreleyen evren ile bağlantı
içinde yaratır. ... Fenomenolojik olarak, estetik beğeni problemi estetiğin
başat problemi sayılabilir (Geiger). ... (403) Öbür yandan, sosyologlar sanat
yapıtına, yaratıcısının bireysel ürünü olduğu kadar, toplumsal yapıya bağlı ve
aynı zamanda ondan çıkan bir toplumsal ürün olarak bakarlar.
Tüm bu bakış tarzları ve yöntemler [metafiziksel olarak,
psikolojik, fenomenolojik, değerler problematiği, semantikçiler, sosyologlar],
mutlaklaştırılmadıkları sürece, kendi açılarından kısmi bir doğruluk taşırlar.
[tüm bu tarz ve yöntemlerle] elde edilmiş olan sonuçlardan yararlanmak gerekir.
... Sanat nedir? ... Sanat sözcüğünün çeşitli dillerdeki anlamı nedir? Eski
yüksek Almancada "Kunst" (sanat) sözcüğü "Kenntnis"
(bilgi)den gelir ve aynı zamanda işbilirlik, beceri anlamlarına da sahiptir.
Aynı sözcük eski sakson dilinde de benzer anlamlara sahiptir. Bu kök Got ve
İngiliz dilinde yoktur ve onun yerini "Art" almıştır. Art'ın iki
anlamı vardır: 1. beceri, hüner (skill), 2. bir beceriye, hünere dayalı olarak
yapımı gerçekleştirilen şeyleri öğrenme ve öğretme tarzları. Almanca'daki
"Kunst", İngilizcedeki "fine arts"a (güzel sanatlar)
karşılık olabilir. "Art", Latince "ars"dan gelir ki, daha
çok, bir kurala bağlı insani etkinliğin biçim ya da tarzı, genel olarak,
maharet, üslup, beceri, daha özel olarak da el becerisi, işleme, zanaat ve
bilim anlamlarına gelir. Görülüyor ki, "ars" terimi ne sanat
sözcüğüyle sınırlıdır; ne de onun bilime karşıt bir anlamı vardı. O, bir sanat
ya da bilimin temelinde yatan kuralları ifade eder; örneğin retorik için gramer
bir "ars"dır. Böyle bir dil çözümlemesi ile sanatın anlamının
çözümlenmesine ne gibi bir katkı getirilebilir? Hiç kuşkusuz bir dil
çözümlemesi sanatın ne olduğunu bize asla veremez. Ama sanat fenomeninin asla
ihmal edilmemesi gereken bir açıdan görülmesini de sağlayabilir. Bu açıdan
bakıldığında görünen şudur: Sanat, yapabilmekle, beceri ile, zanaatla, kurallı
eylemle ilgilidir ve giderek tüm insani etkinliğin temelinde yatan bir şeye
bağlıdır. Bunu saptadık mı, artık etkinlik olarak sanat ile ürün olarak sanat
arasına bir farklılık koyma gereği ortaya çıkar.
Etkinlik
Olarak Sanat
404
Özel olarak "sanatsal etkinlik" diye bir şey
var mıdır? Bu soru, sanatın teknik yanıyla ilgili değildir. Çünkü açıktır ki,
örneğin desen çizmek, ...belli bir teknik bilgi ve beceri gerektirir. Bu yüzden
sorumuz daha çok, insanda "sanatsal yaratıcılık" adı verilen bir
temel işlevin, dil ya da düşüncenin belli bir basamağında ortaya çıkabilecek
böyle bir işlevin bulunup bulunmadığıdır. Örneğin insanları sanat yaratıcısı
hayvan olarak da görebilir miyiz? Hayır. İnsanda, örneğin dil ve düşünce gibi
temel ve karakteristik sayılabilecek şekilde bir sanatsal etkinlik yoktur.
Herkes dile ve düşünceye sahip olmakla birlikte, herkes sanatçı değildir. Öte
yandan, sanatçı da, her insanda bulunandan apayrı şeylere sahip kişi de
değildir. Ama o, insanların sahip oldukları yeteneklerden bazılarına daha
yüksek oranda sahiptir ve o ayrıca, bu yeteneklerini belli bir tarz içinde
bütünleştirme gibi bir yeteneğe de sahiptir. Sanatsal yaratıcılığın, düşünce ve
dil gibi herkeste bir şey olması, belki bir eksiklik olarak görülebilir; ama o
aynı zamanda düşünce ve dil karşısında bir üstünlüğe de sahiptir. Çünkü sanat,
dilde ve düşüncede parça parça görünüme çıkan, ama aslında parçalanmaz bir
bütünlüğü olan insan tininin yaratıcılığının ürünüdür.
Öyleyse, ... "sanat nedir?" sorusuna ilk yanıt
şudur: Bir etkinlik olarak sanat, insan yaşamının bir temel hareketi, bir
boşalma alanı, bir mecrasıdır. İnsan yaşamı (istenirse "insan ruhu"
ya da "insan tini" densin) bir iç enerjiyle bu mecradan boşalır ve
bedenin duyusal veri içeriğinden kalkarak bir etkinlik geliştirir. Bu etkinlik,
insanın bedensel, psikolojik ve tinsel tüm olanaklarını kullanır. Bu haliyle
sanat, yaşamın toplu karakterine bağımlıdır. Onun temel özelliği, bir bütünlük
karakteri taşımasındadır. Bu yüzden o, ancak yaşama ilişkin bir kişi
bütünlüğünden çıkan şeylerle gösterilebilir; o, bilimlerin yaptığı gibi bir
parça-alan olarak objeleştirilemez.
405
Ne var ki sanat, tüm bu enerjileri, her zaman değişen
yeni bir zemin üzerinde bütünlüğe sokar. ... Algıları, tasarımları veya salt
imgesel şeyleri, yani tek tek tasarımlama, fantazi ve anımsamaya maledilen bu
şeyleri tek bir kuruluş içinde kavrama...
Bu nedenle "sanat nedir?" sorusuna ikinci
yanıtımızı şöyle veriyoruz: Etkinlik olarak sanat, insan tininin vazgeçilmez
bir denemesidir. O, mevcut malzemeden (içerikten) bir düzen ve şekle (Gestalt)
yükselme hamlesi, yani bir kurma ve şekil verme girişimidir. İnsan, sanatta bir
evren yaratır veya daha doğrusu, kendi kurduğu bir tarza göre kendi evrenlerini
yaratır.
Her iki yanıtı birleştirirsek şöyle diyebiliriz: Sanat,
insan tininin bir iç enerjiyle ve bütüncül biçimde dışavurumu olduğu kadar, bir
kurma ve şekil vermedir. Burada bilinçli ve bilinçsiz etkinliklerden söz
edilebilir. Ne var ki, ben içkin ve otonom sanat, ayrımını yeğliyorum.
Birincisi, yani insan tininin bir iç enerjiyle dışavurumu olarak sanat,
bilinçsiz etkinliklere bağlıdır. İkincisi, yani özel şekli vermelere, kurmalara
el veren etkinlik ise, otonomdur. Bu ayrım, hem doğa ile sanat arasındaki
ilişkiyi, hem de sanatın kendine özgülüğünü açık kılar. İçkin sanat hayvanlar
aleminde de vardır. Eskiler, insanın hayvanların sanatsal etkinliğini taklit
ettiğine inanırlardı. Onlar hareket sanatında (dans, bale), yapı sanatında ve
müzikte, arı kovanlarının, örümcek ağlarının, kuş yuvalarının ve kuş cıvıltılarının
taklit edildiğini söylemişlerdir. Gerçekten de doğa, çiçeklerde, yaprak, koza
ve meyvelerde ve özellikle kristallerde sanatçı gibi davranmıştır. Biz tüm
bunları neden güzel diye adlandırıyoruz? Çünkü onlar forma sahiptirler; çünkü
doğa, belli koşullar altında en az etki ilkesine göre basit çözümler bulmuş ve
böylece madde üzerinde bir zafer kazanmıştır.
Oyun
Olarak Sanat
406
Doğadaki her şey sanki bir oyunmuş gibi görünüyor ve doğa
kendisini sanata yine böyle açıyor. Çünkü sanat da bir oyundur. ... O, içkin ve
otonom sanatı birbirine bağlar ve her iki sanat, biyolojik ve antropolojik
bakımdan birbirlerine oyun yoluyla derinden bağlanırlar.
Kedi, köpek gibi hayvanlar tutkulu bir biçimde oyun
oynarlar... Biyologlar, hayvanlar alemindeki bu oyun karakterini zaten
bilmektedirler.
407
... Jean Poul, sanatın doğal kökenini sadece ve sadece
insan ruhunda bulmakta haklıdır.
Oyun etkinliği sanatçıda en yüksek noktaya varır. O,
doğanın ve tarihin, gerçekliğin ve imkânın, bu dünyanın ve öbür dünyanın, bu
arada hatta "bilgisel güçlerin, kurgucu gücün ve anlığın tüm
içerikleriyle" (Kant) oynar.
408
Aslında hâlis bir sanat yapıtı, bir oyun olsa da, bizde
bir gerçeklik duygusu uyandırmayı başaran sanat yapıtıdır ve hatta böyle bir
yapıt, oyun ve gerçeklik arasındaki gerginliği ortadan kaldırır.
[Foucault ve 'oyun']
["Oyun" sözcüğü sizi yanıltmasın: Ben
"oyun" derken hakikat üretiminin kurallar bütününü kastediyorum. Bu,
taklit etmek ya da eğlenmek anlamında bir oyun değildir... belli bir sonuç
doğuran, ilkelerine ve prosedür kurallarına bağlı olarak geçerli ya da
geçersiz, galip ya da mağlup sayılabilecek olan bir prosedürler bütünüdür.]
[Michel Foucault, Seçme Yazılar 2, Özne ve İktidar, s.242]
Sanat
ve Yapabilmek
Sanat yapabilmektir. Doğal yapabilme (yetenek)
diye bir şey vardır. [Çocuklar eğitimden geçmeden dans edebilir, şarkı
söyleyebilirler, vb.] Bu yetenek büyük sanatçılarda doğuştan vardır ve asla
sonradan edinilmiş değildir. Doğa da yapabilir, hatta o kendi yapabilme gücüne
sınırsız olarak sahiptir. ... Tabii bunun yanı sıra, insanları hayvanlar
âleminde efendi kılan bir öğretilmiş yapabilme de vardır.
409
Gerçek bir sanatçı el işçiliğini esaslı olarak kavramak
zorundadır. O, el işçiliğini bir yardımcıya veya makineye de bırakamaz. Bu
yüzden, kuramsal olarak sanat ile zanaat arasında kesin bir ayrım yapılırsa da
[Andre Malraux, sanatçı formlar üretir, el işçisi (zanaatkâr) ise mevcut
formları yeniden üretir, demişti], bu ayrım asla kesin değildir ve bu ikisi
daima birbirlerine geçmiş haldedirler. Sanatçı, her şeyden önce tam bir
zanaatkâr veya teknisyen olmayı başarmak zorundadır.
410
[Fakat] Sanatçıda teknik yan ağır basarsa, teknik
yabancılaşma dediğimiz şey ortaya çıkar; onun yapıtı basmakalıp (stereotip)
hale gelir ve teknik onun için bir engel olmaya başlar; yapıtı gitgide yaşamını
yitirir, boşalır.
Estetik
Deney
Estetik olan şey, insani deneyin özel bir formunda ortaya
çıkar. Özgül ve varoluşsal bir deneye dayanmadığı sürece, sanat içi boş bir şey
olarak kalır. Bu varoluşsal deneyin yerini ne duyup-işitmeler, ne de öğrenme
alabilir. Bunun gibi, bu varoluşsal deney ne araştırma yoluyla dıştan elde
edilebilir, ne de kuramsallaştırılabilir.
Kuşkusuz bununla, sanat yapıtlarının salt biyografik veya
salt kişisel yaşantıya bağlı (bu anlamda tarihsel) şeyler olarak yorumlanmaları
gerektiği de öğütlenmiş olmuyor. ...
Sanatçı için iç deney söz konusudur ve onun etkinliği dış etkinlikten
farklıdır. ... Sanatçı, bu iç deney sayesinde sadece şimdi olanı değil,
geçmişte kalanı da, geleceğe ait olanı da, salt kurgusal bir düzlemde şimdi
oluyormuş gibi yaşayabilir.
411
Psikolojik açıdan bakıldığında, estetik deney, tek tek
öğelerin içimizde bir uyuma girdiği ve insanın tüm kişiliğiyle katıldığı bir
toplu algılamadır. ... Bu algılamanın kökü de duyusal-duyumsal seferdedir; ama
bu algılama, yine de arınmış, "rafine" bir algılamadır ve Kant'ın
'ilgiden bağımsız hoşlanma' dediği şeydir. Ama daha Hintlilerin Raba
kuramlarında da estetik hoşlanma şöyle tanımlanıyordu: "Arınmış, salt ve
coşkuya, hazza dayalı bir mutluluğa dönüşen sevinç." Bu hoşlanma,
içeriksel gereçler üzerinden geçerek biçimi kavrama sırasında duyulan bir
şeydir.
Sanatçı, evreni, olduğu gibi, nasılsa öyle, taklit
edemez. O, daima belli bir bakış açısı içinde seçmek, indirgemek, ayıklamak,
soyutlamak [bu sıfatlar genellikle 'bilinç'e atfedilen sıfatlar] ve tüm
bunlardan sonra elindekileri yeni bir biçimde kurmak olanağına sahiptir. Ama bu
yeniden-kurma inandırıcı olmak [tutarlı olmak] zorundadır.
Estetik
İnanç
412
Sanatçı yüksek bir estetik inanç etkinliğine sahiptir.
Estetik inanç, doğrudan ve sezgiseldir ve bir şeyi rasyonel olarak doğru veya
yanlış kabul etmeyle hiçbir ilişkisi yoktur. Bu inanç, her türlü yarardan,
kullanılabilirlik ve denetlenebilirlikten bağımsızdır ve bu haliyle algılanan
gerçekliğin sınırlarını aşar. O, estetik oyun objelerinin gerçekliğine duyulan
bir inançtır. Büyük bir sanatçı bizi, Oidipus'un, Hamlet ve Ofelya'nın, Faust
ve Gretchen'in "gerçeklik"lerine inandırabilir ve bizi öylesine
bağlar ki; bilincimiz onların gerçek olmayışlarını paranteze alır ve onlar,
hatta gerçek kişilermiş gibi yaşamımızda yer alırlar. Sanatçının estetik inancı
çok çeşitli biçimler alabilir. ... Hatta o, sanatçının ödevinin evrenin
saçmalığını göstermek olduğuna da (Sartre) inanabilir.
Gerçeküstücü niteliklerinden dolayı, sanatsal inanç ile
dinsel inanç akrabadırlar. "Sanat aslında dinden ve dinle birlikte ortaya
çıkmıştır." (Goethe) ... (413) Dinsel inanç, kesinliğe, ahde, tekelciliğe
ve dinsel kurtuluşa yöneliktir; estetik inanç ise özgürlük, perspektivite ve
ifade peşindedir.
Dil
Olarak Sanat
413
Sanat pek çoklarınca duyguların ifadesi olarak
tanımlanır. Bu yanlış değildir, ama çok kısıtlı bir tanımdır. Sanat yalnızca
duyguları ifade etmez; hatta o aynı zamanda güdüleri, içtepileri ve iç yaşamın
gözlemlenemez her türlü zenginliğini de ifade eder. Ayrıca o dış dünyanın
betimine yöneldiği kadar, yeni dünyalar da kurar. Sanat bir bildirme formu, bir
dil olarak oluşur. İnsan konuşur hayvan olur olmaz, dil sanata etki etmeye
başlamıştır. Çünkü biz dili, sadece iletişim aracı olarak değil, tüm
deneyimlerimizin yorumlanmasında da kullanırız. Belli bir anlamda dil, sanatın
temel gizini de içinde tutar. Dil yapılarının dayandığı ilkeler, sanat
yapıtlarının da dayandığı ilkelerdir. ... Tinsel içeriklerin anlamlı bir
düzenine ulaşmak için, dil, duyusal malzemeyi (ses ve heceler) organize eder.
Bunun sonucunda çifte bir dil formu oluşur: Biri içsel, öbürü dışsal. Dışsal
dil formu, örneğin seslerin birbirleriyle olan ilişkisine karşılıktır ve bu
ilişki ses yasalarında ifadesini bulabilir. İçsel dil formu, örneğin objelerin
eril (maskulen) veya dişil (feminen) olarak keyfi biçimde gösterilmesinde
olduğu gibi, deney içeriğinin dilde kullanılmasının tarz ve türünü belirler.
414
Sanat genişletilmiş ve genelleştirilmiş bir dil olarak
anlaşılabilir. O, dilin yetersiz kaldığı yerde, onun yerini alan, onu
genişletip tamamlayan bir dildir. ... Sonlu sayıdaki ses ve hecelerin yerine,
sanatçının elinde sınırsız bir ses, renk, çizgi kümesi ve plastik malzeme,
işlenmek üzere durur. Bu yüzden bir kez, dışsal sanat formu dışsal dil
formundan çok daha zengindir ve bunlar büyük bir çok-çeşitlilik içinde sanatsal
yaratmanın çeşitli alanlarında işlenmeye hazır dururlar. Bunun gibi içsel sanat
formu da içsel dil formundan daha kapsayıcıdır. Bu içsel sanat formu somut bir
şey değildir. İnsan gören hayvan olarak adlandırılır. Oysa hayvanlar insana
göre daha keskin gözlere sahiptirler [kartallar, kediler, vb.]. Ama insan,
görme'den ayrı olarak vizyon dediğimiz şeye, özgörüye, içten bakmaya sahiptir.
... Her sanatçı kendisine göre bir dil
yaratır. ... Sanatçılar için ana problem hep şu olmuştur: 1. Kişisel
yaşantılarına uygun ve 2. bireyüstü ve genel olarak anlaşılabilir olan bir dil
bulmak. Örneğin 18. yy müziğinde olduğu gibi ortak bir sanat dili varsa, bu iş
kolaydır. Ama günümüzde olduğu gibi, böyle bir ortak dil yoksa sanatçının işi
çok zordur. Bu sanat dillerinin bulunuşu bir sanat stilinin kurulmasında en
önemli adım olmuştur.
415
Sözsüz sanat dilleri doğal dillerden, gidimli (diskursif)
olmamaları ve hiçbir çeviriye olanak tanımamaları veya sözlük tanımlarına uygun
düşünmemeleri ile ayrılırlar. Başka bir deyişle bunlar her şeyden önce anlık
dilleri değildirler; tersine, kendi, nüfuz edilemezlikleri içinde tüm
insanlığın malı olan dillerdir. Bu yüzden onlar tek-anlamlı değil, çok-anlamlı
dillerdir. Bu durum, sanat yapıtlarını özgürlüğe götürür ve onları yorumlamada
sınırsızlığa yol açar. Onların yanlış anlaşılabilirliğini yapan şey de budur.
Biçim
Verme Olarak Sanat
... sanatı sanatçının biçim vermesinden başka bir şey
belirlemez. ... sanat formları, aslında sonradan varolan, göreli ve dinamik
şeylerdir. Onlar sanatsal yaratma süreci içinde oluşurlar, bu süreç içinde
ortaya çıkarlar ve herhangi bir içerikle belirlidirler. [Onlardaki ideal-tipler:]
1. Kendiliğinden biçimlenen biçim (forma
se formalis): Buna rastlantısal olarak oluşan biçim de denebilir.
416
2. Biçim verici biçim (forma formans): Konstrüksiyon sanatçısı, örneğin mimar önce
ayrıntılı bir taslak (plan, kroki, vb.) yaparak işe başlar. ... nihai olarak
burada sanatçının tini biçim verici biçimdir. (417) ... konstrüksiyon,
sanatçının belli bir estetik etki sağlamak üzere başvurduğu biçim verici
biçimdir.
Arındırıcı
Olarak Sanat
417
Schopenhauer, sanatın nesneleri nedensellik ilkesinden
bağımsız bir şekilde görme ve biçimleme etkinliği olduğunu iddia etti. Ama bu,
sanatın gerçek evreni ve dolayısıyla nedenselliği aştığı bir yere kadar
doğrudur. Sanat bizi nesnelerin ve zorunluluğun baskısından, her türlü belirsizlikten,
arı-olmayışlardan, bulanıklıklardan ve kaostan, tüm bunları bir kosmos olarak
düzenlemekle kurtarır. (418) Ama sanat, gerçek evren karşısında olumlayıcı bir
tutum da alabilir. Hatta Nietzsche'nin dediği gibi, bir amor fati'den
(olan'a, kadere duyulan sevgi) de hareket edebilir, kaderine şükredebilir, dost
güçlerle uzlaşabilir.
Sanatta
Yapı Yasaları [Morfoloji?]
418
Schopenhauer'in nedensellikte saydığı formlar (varlık
nedeni, olgusal neden, hareket nedeni ve bilgi nedeni) sanatta geçerli
olmasalar da, sanatın kendisi de, her türlü oluşun dayandığı bir yeterli
neden ilkesinden bağımsız olamaz. Sanatın nedeni görüngüler (fenomenler)'dir, yani sanat görüngü
nedene (ratio apparendi) dayanır.
Sanatçı nesneleri oldukları gibi (essse
est) betimlemez; tersine, onları kendi duygu ve arzularına, kendi fantazi
veya sezgisine nasıl görünüyorlarsa (apprehensio)
öyle betimler. O, bu haliyle görünüşe çıkarmak istediği şeye bağlıdır. Bu
yüzden burada da şu ilke geçerlidir; bir sanat yapıtında görünüşe çıkan şeyin
de yeterli bir nedeni vardır. Sanat için bu ilke düzenleyicidir, ama kurucu (konstitutiv) değildir.
419
Sanatçı açısından bakıldığında, bir şekil nedeninden
(ratio fingendi) sözedilebilir. Çünkü sanatçının içinde şekilsiz olan şey,
bilinçli veya bilinçsiz şekil almaya zorlanır. Bu yüzden, yaratılmış olan şey,
bir şekil nedenine bağlı olmak zorundadır. Bu yaratma, bilinçli veya bilinçsiz,
bir uyum içinde düzene sokma idesi altında gerçekleşir. Kural şudur:
"Görünür evrenin kaotik malzemesini (içeriğini) şekil ve resme dönüştürmek
üzere düzenle! En ilkel tarzda da olsa, ona bir bütüncül anlam ver!" Öyle
ki, sanat yapıtında gerçekleştiğini gördüğümüz düzen bir anlam düzenidir.
... Ama bir sanat yapıtı şu kurallar içinde anlamlıdır: 1. İçselliğin (yani,
duyguların, eğilimlerin, düşüncelerin, vb.) ifadesi olarak, 2. dışsallığın
betimi olarak (örneğin sadece resim değil, müzik de "çizebilir",
evreni betimleyebilir), 3. görüngü evrenine ait olmayan şeylerin simgesi olarak
(örneğin kutsal ruh/tin için güvercinin simgesi olması gibi). Olgun bir santta
bu üç işlev zaten bir arada bulunur. ... Sanatçı yaratıcı doğanın (natura
naturans) bir parçasıdır. Onun yapıtlarından her biri kendi evreninde bir
bölümü yansıtır ve sanatçının kendi şekil yasasına uygun bir kimlik kazanır.
Yapı
Olarak Sanatın Çeşitliliği
420
Eskiçağ sanatı, önemli ölçüde evren-merkezci (kosmosentrik)'dir. Burada doğanın bir
kosmos olması gibi sanatın da bir kosmos olması gerekliliğine inanılır. ... Çinliler
kosmik olarak belirlenmiş ölçü normlarına, Grekler harmonik uyuma (armonia proportionata) inanıyorlardı ve
onlar için evrenin ve nesnelerin yapısını belirleyen temel yasa buydu. ...
Ortaçağ sanatı, önemli ölçüde tanrı-merkezci (teosentrik)'dir. ... Yeniçağ sanatı, önemli ölçüde insan-merkezci (antroposentrik)'dir ve otonomdur. Bu
sanat kendi varoluşunu ne yetkin bir evrende (kosmos) ne de tanrıdan yola
çıkarak bulur. Tersine bu sanat, insanlara yetkin olmayan bir evrenin üyeleri
olarak bakar ve insanı yeni evrenlerin yaratıcısı olarak görmek ister. Bu
yüzden modern sanatçı, kendi konstrüksiyon ilkelerini seçmekte tamamen
özgürdür.
Çok
Değerli Estetik
421
Croce, püriten (Platon), hazcı (hedonistik), pedagojik
(Schiller) ve mitosçu (Plotinos) estetikler ayırır. ... Bizim taslağımız,
şimdiye kadar kuramları, onların kısmi doğruluklarını tanımak yoluyla ve bir çok
değerli estetik ile aşmak istemektedir. ... Sanatın da tek bir görünümü
yoktur (oyun, yapabilme, deney, inanç, dil, biçim verme, arındırma, vb.). ... Tüm çağların ve tüm ulusların
sanatlarında içerilmiş olan ortak ilke, gerçekliğe biçim verme ilkesidir.
.
.
.
.