.
.
.
.
.
.
Otorite
Kavramı 2004
Alexandre Kojéve
(Çev. Murat Erşen), Bağlam Yayınları,
2007 İstanbul
Ön Açıklamalar 7
A. Çözümlemeler 13
I. Görüngübilimsel Çözümleme 13
II. Metafizik Çözümleme 57
III. Varlıkbilimsel Çözümleme 66
B. Çıkarsamalar 69
I. Siyasi Uygulamalar 69
II. Ahlaki Uygulamalar 102
III. Psikolojik Uygulamalar 105
Ekler 107
Ön
Açıklamalar
7
Garip şeydir, Otorite
problemi ve kavramı çok az incelenmiştir. Özellikle Otoritenin aktarımıyla ve
kökeniyle bağıntılı sorularla ilgilenilmiştir, ama bu görüngünün (fenomen) özü
nadiren ilgi çekmiştir. Bununla birlikte, siyasi iktidarın ve Devletin
yapısının, neyse o olarak Otoritenin ne olduğu bilinmeksizin ele alınmasının
imkânsızlığı apaçıktır. O halde, Otorite kavramının incelenmesi, geçici
nitelikte de olsa, gereklidir ve bu, Devlet problemine dair tüm incelemeleri
öncelemelidir.
Otorite kavramları
nadir olsa da, hiç yok değildir. Eğer çeşitlemeler bir yana bırakılırsa, tarih
boyunca (asli olarak farklı ve indirgenemez) dört ayrı kuramın öne sürülmüş
olduğu söylenebilir.
(1) Tanrıbilimsel
(Teolojik) ya da Dinerkil (Teokratik) kuram: İlk ve mutlak
otorite Tanrı'ya aittir, tüm diğer (bağıntılı) otoriteler bunun türevleridir.
(Bu kuram özellikle skolastikler tarafından geliştirilmiştir, ama,
"meşru", hatta kalıt yoluyla geçen tekerkçilik (monarşizm)
taraftarları da bu kuramda hak talep ederler.)
(2) Platon'un kuramı.
("haklı" ya da "meşru") Otorite "adalet" ya da
"hakkaniyet" üstüne dayanır ve bu ilkelerden doğar. Başka bir
niteliğe sahip her "Otorite" ancak yalancı-otorite olup, aslında (az
ya da çok "kaba) güçten başka bir şey değildir.
8
(3) Otorite'yi şimdinin
dolaysızlığını aşmakta öngörü olanağı veren Bilgelikle, Bilgiyle aklayan
Aristoteles'in kuramı.
(4) Otorite ilişkisini,
ilki "tanınma" uğruna yaşamını tehlikeye atmaya hazır olan, ikincisi
boyuneğmeyi ölüme tercih eden olmak üzere, Efendi ve Köle (Galip ve Mağlup)
ilişkisine indirgeyen Hegel'in kuramı.
Maalesef, sadece bu
sonuncu kuram, gerek görüngübilimsel betimleme düzleminde, gerek metafizik ve
varlıkbilimsel çözümleme düzleminde geliştirilmek suretiyle tam bir felsefi
işlemeye tabi tutulmuştur. Diğer kuramlar görüngübilimsel düzeyi
geçememişlerdir (zaten bu alanda bile hiçbir şekilde tam değildirler).
(Ve Hegel'in kuramının
asla gerçekten anlaşılmamış olduğunu ve çok çabuk unutulduğunu söylemek
gerekir. Böylece Hegel'in en büyük devamcısı -Marx- Otorite problemini tamamen
ihmal etmiştir.)
Not: ...daha sonra,
Gücün Otorite ile hiç bir ilgisi olmadığını, hatta ona doğrudan karşıt olduğunu
göreceğiz. Otoriteyi Güce indirgemek, o halde yalnızca ilkinin varlığını
yadsımak ya da tanımamaktır.
9
... "Otorite"
sütununda sınıflandırlabilecek tüm olguların tam bir listesini çıkarmak...
Bu amaçla, "arı
olgular"ı, yani birbirlerine indirgenemez olguları gün ışığına çıkartmak
için (ya da "bileşik" olgular için, onları oluşturan "arı"
öğeleri görtererek) görüngübilimsel bir çözümlemeye tabi tutmak gerekir.
Eğer önerilen
kuramlardan hiçbirinin izah etmediği "arı" olgular bulunursa, daha
başka kuramlar geliştirmek gerekir.
... görüngübilimsel
çözümleme, ... tüm olgulara uygulanan, "bu nedir" sorusuna cevap
vermek zorundadır. Neyse O olarak Otorite...
Ama görüngübilimsel
çözümleme ancak gerçekten tam olmak koşuluyla işlevini yerine getirebilir.
Mümkün Otorite tiplerinin hepsinin sayıldığından ve bunlardan her birinin
gerçekten basit, yani başka öğelere indirgenemez öğelerine ayrıştırıldığından
emin olmak gerekir.
Fakat bu, eğer
çözümleme dizgesel [sistematik] ise mümkündür; işte bu yüzden, görüngübilimsel
düzlemi zorunlu olarak aşmalı, metafizik düzeye yükselmelidir.
10
Metafizik çözümleme
Otorite olgusunu, nesnel olarak gerçek Dünyanın temel yapısına bağlar.
Böylelikledir ki betimlenen olguların Dünya tarafından sunulan tüm olasılıklara
uygun düşüp düşmediğini ve verili bir olgunun basit mi yoksa bileşik bir
metafizik kökene mi sahip olduğunu görmeye olanak tanır.
Nihayet, ...
varlıkbilimsel düzeye dek nüfuz eden daha da derin bir çözümleme...
Varlıkbilimsel
çözümleme neyse o olarak Varlığın yapısını inceler ve gerçek Dünyanın
(metafizik) yapısının nedenini ve nasılını anlamaya olanak tanır, bu yapı da bu
Dünyada beliren söz konusu olguların (görüngübilimsel düzlemde) sistematik
olarak sınıflandırılmasına ve çözümlenmesine olanak tanır.
Not: Bu çözümlemelerin
hepsinde Tanrı kavramını kullanmak gerekecektir, hatta onun varolmadığını,
sadece bir "mit" olduğunu kabul ederek. ... Ve tam olarak eğer Tanrı
sadece bir "mit" ise tanrısal Otoritenin çözümlenmesi aslında insani
Otoritenin bir çözümlemesidir.
11
Her Devletin Otoriteyi
varsaydığını ve onun üstüne dayandığını kabul ederek, Devlet kuramı Otorite
kuramından çıkarsanabilir.
[Otorite kuramının Ahlâki,
Psikolojik uygulamaları olacaktır.]
[Psikoloji] Otoritenin
ne olduğu bilinerek, gerek bir Otorite yaratabilmek gerekse onun varlığını
devam ettirebilmek için, insan ve insanlar üzerinde nasıl etkimek gerektiği çıkarsanabilir.
Nihai ve eksiksiz bir
Otorite kuramı bildirdiğim iddiasında değilim. Söz konusu olan daha çok
problemleri ortaya koymak ve bunların çözümlerinin genel yönünü göstermektir.
A.
ÇÖZÜMLEMELER
I.
Görüngübilimsel Çözümleme
1.
13
a) ... Otoritenin bir
tanımını -tüm tikel vakaları kapsayan, yalın şekilde "biçimsel" ve
"adcı" bir tanımlama olacak, genel bir tanım vermekle başlamak
gerekir.
Ancak devinimin,
değişimin, (gerçek ya da en azından mümkün) eylemin olduğu yerde Otorite
vardır: ancak "karşı eylemde bulunabilen", yani Otoriteyi temsil eden
(onu cisimleştiren, gerçekleştiren, ifa eden) şey ya da kişiye bağlı olarak
değişen şey üzerinde otoriteye sahip olunur. Ve hiç kuşku yok ki Otorite
değiştirene aittir, değiştirene maruz kalana değil. Otorite özsel olarak etkindir,
edilgin değil.
O halde her otoritenin
gerçek "dayanak"ının zorunlu olarak terimin asıl ve güçlü anlamında
fail olduğu söylenebilir; yani özgür ve bilinçli diye kabul edilen bir fail
(dolayısıyla, ne ise o olarak, ya tanrısal bir varlık, ya insani bir varlık ve
asla bir hayvan değil vs.)
14
... otoriter edim, tüm
diğerlerinden, yöneldiği kişi ya da kişiler tarafından karşıtlıkla
karşılaşmaması olgusuyla ayrılır [Foucault]. Varsaydığı şey, bir yandan, bir
karşıtlık olasılığı ve, öte yandan, bu olasılığın gerçekleşiminin bilinçli ve
iradi reddidir. (Örnekler: eğer bir kişiyi pencereden atarsam, onun düşmesinin
benim otoritemle hiçbir ilgisi yoktur, ama ona verdiğim ve ifa etmesinin somut
olarak mümkün olamayacağı bir emirle kendisini pencereden atarsa, onun üstünde
açık bir otorite uygularım. Hipnozcunun hipnoz ettiği kişi üzerinde otoritesi
yoktur. Birine, kendisinin istediği ve ben ona söylemesem bile yapacağı şeyi
yaptırtmak için otorite kullanmama gerek yoktur.)
O halde Otorite zorunlu
olarak (fail ve maruz kalan arasında) bir ilişkidir: öyleyse özsel olarak
(bireysel değil) toplumsal [sosyal] bir olgudur; Otorite olabilmesi için en az
iki kişi olmak gerekir.
ÖYLEYSE: Otorite bir
failin, onlar da bunu yapmaya muktedir oldukları halde onun üzerinde eylemde
bulunmayan, ötekiler (ya da bir öteki) üstünde eylemde bulunmak için sahip
olduğu olasılıktır.
Ya da yine: Otorite ile
eylemde bulunurken, fail, kendisi karşı etkiye maruz kalmaksızın; yani eylemine
bağlı olarak kendini değiştirmeksizin, dışsal insani veriyi değiştirebilir.
15
(Örnekler: Eğer, birini
odamdan çıkartmak için, güç kullanmak zorundaysam, söz konusu edimi
gerçekleştirebilmek için, kendi tutumumu değiştirmek zorundayımdır ve böylece
otoriteye sahip değilimdir; eğer hareket etmiyorsam ve bahis konusu kişi odayı
terk ederse, yani benden gelen basit bir "çıkın" sözü üzerine değişiyorsa
durum bambaşkadır. Eğer verilen emir bir tartışmaya ... neden oluyorsa, otorite
yoktur.
Ya da, nihayet: Otorite
(terimin geniş anlamında) uzlaşma yapılmaksızın eyleme geçme olasılığıdır.
b) Bu tanım, Otorite
olgusunun Hak olgusunu andırdığını açıkça gösteriyor. Gerçekte:
Bir şeye, onu, bu
ilkede mümkünken, karşıtlıkla (tepkiyle) karşılaşmaksızın yapabildiğim zaman hakkım
vardır.
16
Yine de birbirini
"andıran" bu iki olgu arasında asli bir fark vardır.
Otorite durumunda,
"tepki" (karşıtlık) asla arı olasılık alanından çıkmaz (asla
edimselleşmez): gerçekleşimi Otoriteyi yıkar. Buna karşılık, Hak durumunda ise,
"tepki", bu yüzden Hakkı yok etmeksizin, edimselleşebilir.
Bu farktan şu çıkar ki
eğer, ilkede, Otorite gücü dışlıyorsa, Hak, yine de güçten başka bir şey olmak
üzere, onu gerektirir ve varsayar (Mahkeme olmaksızın Hak yoktur, Mahkemenin
kurallarını güç yoluyla uygulattırabilecek Polis olmaksızın Mahkeme yoktur.)
Öte yandan, Otorite ve
Hak arasında olduğuna işaret edilen bu yakınlık her Otoritenin (onu tanıyan
kişilerin gözünde) neden zorunlu olarak yasal ya da meşru bir
niteliğe sahip olduğunu açıklar. (Zira her Otorite zorunlu olarak, tanınmış
bir Otoritedir; bir Otoriteyi tanımamak onu yadsımak ve dolayısıyla onu yok
etmektir).
ÖYLEYSE: Bir Otorite
uygulamak, güç (şiddet) kullanmakla aynı şey olmamakla kalmaz, ama iki olgu
[Otorite ve Güç] karşılıklı olarak birbirlerini dışlarlar da. Genel bir tarzda,
Otoriteyi uygulamak için hiçbir şey yapmamak gerekir. ... insanlara,
-güç kullanmaksızın- onların kendiliğinden yapmayacakları şeyler ancak işin
içine Otorite sokularak yaptırılabilir.
17
Not. Eğer birisi ona
dediğimi bana olan "sevgi"sinden dolayı yapıyorsa, bunu kendiliğinden
yapıyordur, zira bunu, benim müdahale etmeme, onun üzerinde eylemde bulunmama
gerek kalmaksızın, beni hoşnut etmek için yapar. O halde Sevgi ilişkisi özsel
olarak Otorite ilişkisinden başka bir şeydir.
2) ... Hak ancak onu
"tanıyanlar" için otoriteye sahiptir, ama "tanımak"sızın
ona maruz kalanlar için bile bir Hak olarak kalır.
18
Not 1. Pek çok yazar,
... her siyasi iktidarın "meşru" olduğunu ileri sürmüştür. Bu ancak,
İktidarın bir Otoriteyi cisimleştirdiği ölçüde doğrudur. Fakat daha sonra,
İktidar ile Otorite arasında bir ayrışma olduğunu göreceğiz. Ve Otoriteden
yoksun bir İktidar zorunlu olarak meşru değildir. Kuşkusuz, Otoriteye bürünen
bir iktidara karşı yürütülen her (devrimci) eylemin "gayrisiyasal" ve
"gayrimeşru" olacağı söylenebilir; ama bu, tam da Otorite kendisine
karşı yürütülen her eylemi dışladığına göre, anlamdan yoksun bir totolojidir.
Not 2. Yasallığın,
Otoritenin kadavrası; ya da daha kesin olarak onun "mumya"sı, ruhtan
ya da hayattan yoksun olarak yaşayan bir beden olduğu söylenebilir.
3) ... tanrısal, bana
göre, onun üzerinde karşı eylemde bulunma olasılığına sahip olmaksızın benim
üzerimde eylemde bulunabilen her şeydir.
(Örnek: İnsanlar,
yıldızların kendileri üzerinde bir etkide bulunduklarını varsaydıkları ve
yıldızlar üzerinde eylemde bulunabilmek için hiçbir yolları olmadığını
düşündükleri sürece, yıldızları tanrısallaştırmışlardır. Ama Newton onlara, her
(fiziksel) eylemin/etkinin, neden olduğu tepkiye eşit olduğunu öğrettiği zaman,
yıldızlar -ve genel olarak tüm doğal Dünya- kesin olarak "kutsallık
niteliğini kaybetmiştir").
Bununla birlikte, Tanrısalın
tanımı Otoriteninkinden farklıdır: tanrısal eylem durumunda, (insani) tepki
mutlak olarak imkânsızdır; (insani) otoriter eylem durumunda ise, tersine,
tepki zorunlu olarak mümkündür ve bu imkânın bilinçli ve iradi bir reddi
sebebiyle yoktur.
19
... tanrısal
"Otorite"nin, asıl anlamında (insani) Otoriteden ebedi olmasıyla
ayrıldığı da söylenebilir.
Buna karşılık insani
otorite ise özsel olarak kalımsızdır: her an, iradi olarak bastırılmış tepki
olasılığı edimselleşebilir ve böylece Otoriteyi geçersiz kılabilir. (İnsani)
Otoritenin icrası o halde zorunlu olarak, tam da onu icra ediyor olması
dolayısıyla onu icra eden için bir risk unsurunu imler: bu, arkadan gelen tüm
neticeleriyle birlikte onu kaybetme tehlikesi olacaktır.
2.
a) [İnsani Otoritenin
tüm biçimleri]
21
... dört tip (basit,
arı ya da ilksel) Otorite ayırdedilebilir.
alfa) Babanın (ya da
genel olarak ebeveynlerin) çocuk üzerindeki Otoritesi. (Çeşitlemeler: Büyük bir
yaş farkından doğan Otorite - Yaşlıların gençlik üzerindeki Otoritesi;
Geleneğin ve bunu elde tutanların Otoritesi; Bir ölünün Otoritesi - vasiyet;
"Yazar"ın eseri üzerindeki Otoritesi; vs.)
beta) Efendinin Köle
üzerindeki Otoritesi. (Çeşitlemeler: Soylunun soylu sınıfından olmayan kimse
üzerindeki otoritesi; Askerin sivil üzerindeki Otoritesi; Erkeğin Kadın
üzerindeki Otoritesi; Galibin Mağlup üzerindeki Otoritesi; vs.)
gama) Reisin (Chef,
dux, Duce, Führer, leader, vs.) Güruh üzerindeki Otoritesi. (Çeşitlemeler:
Üstün -yönetici, subay, vs.- Alt -işçi, asker; vs.- üzerindeki Otoritesi.
Hocanın Öğrenci üzerindeki Otoritesi; Bilginin, Teknisyenin, vs. Otoritesi;
Kahinin, Peygamberin, vs. Otoritesi.)
delta) Yargıcın
Otoritesi (Çeşitlemeler: Hakemin Otoritesi; Denetçinin, Sansürcünün, vs.
Otoritesi; Günah çıkartıcının Otoritesi; adil ve dürüst İnsanın Otoritesi; vs.)
[Dört tip
"arı" Otorite ve dört kuram]
23
Elimizde ...
(zamandizimsel düzene göre) şu kuramlar vardır:
* Platon'un kuramı
* Aristoteles'in kuramı
* Skolastiklerin, vs.
kuramı (Tanrıbilimsel kuram)
* Hegel'in kuramı
Hegelci
kuram
Otoriteye dair bizim ikinci "arı" tipimizi; yani Efendinin Köle
üzerindeki Otoritesini mükemmelen izah eder.
24
[Hegel] Efendilik
"tanınma" (anerkennen) için ölümüne savaşımdan doğar. İki
rakip, hayvani değil, biyolojik değil, özsel olarak insani bir hedef koyarlar:
gerçekliklerinde ya da insani saygınlıklarında "tanınma" hedefi. Ama
gelecekteki Efendi Savaşım ve Risk deneyimine dayanır, oysaki gelecekteki Köle
(ölümün hayvani) korkusuna hakim olmayı başaramaz. Sonuç olarak pes eder, mağlup
olduğunu teslim eder, galibin üstünlüğünü tanır ve ona Kölenin Efendisine boyun
eğdiği gibi boyun eğer. Ve böylelikledir ki Kölesiyle ilişkilerinde Efendinin
mutlak Otoritesi doğar.
O halde: Efendi,
içindeki (korunma içgüdüsüyle kendini gösteren) hayvanı aşar ve onu
içindeki özgül olarak insani olan şeyin buyruğuna sokar (bu insani öğe
"tanınma" arzusuyla, tüm "yaşamsal", biyolojik değerden
yoksun olan "gurur"la kendini gösterir). Buna karşılık, Köle insaniyi
doğalın, hayvaninin buyruğuna sokar. Dolayısıyla Efendinin Köle üzerindeki
Otoritesi, insanın hayvan ve genel olarak Doğa üzerindeki Otoritesine benzer,
şu farkla ki [...] "hayvan" aşağı oluşunun bilincindedir ve
bunu özgürce kabul eder. Köle Efendinin eylemine karşı eylemde bulunma
olasılığından bilinçli ve iradi olarak vazgeçer; bu gerekir çünkü bu tepkinin
hayatını tehlikeye sokacağını bilir ve çünkü bu riski kabul etmek istemez.
25
[Aristoteles]
Aristoteles'e göre, Efendinin Köle üzerinde bir Otorite uygulamaya hakkı vardır
çünkü o öngörülebilir, oysaki Köle ancak [o anın] dolaysız
ihtiyaçlarını kafasına yerleştirir ve kendini yalnızca ve yalnızca onların
kılavuzluğuna bırakır. Bu öyleyse, denilebilirse, "akıl sahibi"nin
"hayvan", "medeni"nin "barbar",
"karınca"nın "ağustos böceği", "basiretli"nin
"kör" üzerindeki Otoritesidir. (Bu ayrıca, bir işin yürütülmesini
birine bırakanın o işi yürütecek kişi üzerindeki Otoritesidir.) Bir başkasından
daha az iyi ve daha az uzağı gördüğünü fark eden, kendini kolayca onun
tarafından yönetilmeye ve onun rehberliğine bırakır. Öyleyse
bilinçli olarak olası tepkilerden vazgeçer; karşı koymaksızın, itiraz
etmeksizin, bunları tartışmaksızın, hatta sorular sormaksızın ötekinin
edimlerine katlanır: ötekinin "körü körüne" izler.
26
... bu Otorite
kuramının [Aristoteles'in kuramının], Hegel'in kuramı tarafından gayet iyi
açıklanan Efendinin Otoritesiyle hiçbir ilgisi yoktur. Aristoteles'in
kuramı, Reisin Güruhuna göre Otoritesi durumuna uyar: dux'un, Duce'nin,
Führer'in, leader'in Otoritesini izah eder.
[Reisin Otoritesinin
kendiliğinden kaynağı için] Tanıdık bir örneği inceleyelim. Bir güruh çocuk
oynamak için toplanmıştır. İçlerinden biri komşu meyve bahçesinden elma çalmaya
gitmeyi önerir. Hemen, ve böylelikle, güruhun şefi olur. Şef haline gelmiştir
çünkü ötekilerden daha uzağı görmüş, diğerleri [o anın] dolaysız
verilerinin düzeyini aşamamışken, o bir tasarı oluşturmuş olan tek
kişidir. Fakat, her şey, ilk "gerçek" şeflerin aynı biçimde ortaya
çıktığını varsaydırtır: bir "Efendiler", "soylu eşkiyalar"
güruhu, bir talan planı öneren bir Şefin etrafında bir araya gelir; ve o, tasarısının
icrası devam ettiği sürece mutlak bir Otoriteye bürünür: o
"diktatör", hatta "kraldır".
Not: [Devlet Reisinden
değil, güruhun Reisinden bahsediyoruz]
... toplumbilimciler, Devletin genelde, bir fatihler,
"Efendiler" güruhu, fethedilmiş ve yerlileri az ya da çok
köleleştirilmiş bir ülkede kök saldığında doğduğunu ortaya koymuşlardır.
[Clastres?]. Bu mağluplar, kendilerine göre Efendinin Otoritesinden yararlanan
galiplerin "teba"sıdır. Galiplerin Reisi o halde ilk olarak (kendi
"eşitlerine", Efendilere göre) Reis ve ikinci olarak
("tebalarına", Kölelere, mağluplara göre) Efendidir. Aynı anda hem
Reis hem de Reis oluşundandır ki, o, terimin asıl anlamında, Devlet Reisi ya da
Egemen, "Kral" ya da "Diktatör"dür. Zaten bu onun sadece
Reis ve Efendi olduğu anlamına gelmez. Bundan başka Babanın ve Yargıcın
Otoritesinden de yararlanır.
27
Hocanın Öğrencileri
üzerindeki Otoritesi de aynıdır [güruhun Şefinin Otoritesi]: öğrenci Hocanın
edimlerine karşı tepki vermekten vazgeçer, çünkü kendisinin ancak daha sonra
geleceği yerde onun şimdiden olduğunu düşünür. Hocası ondan öndedir.
Bilginin, Teknisyenin,
vs. Otoritesi için de aynı saptamalar geçerlidir. Kültürsüzün sadece yüzeyi
gördüğü yerde onlar şeylerin temelini görürler.
Buna karşılık,
Aristoteles'in kuramı, ... Efendinin Köle üzerindeki Otoritesini izah etmez. Ve
Babanın ve Yargıcın Otoritesiyle de hiçbir ilgisi yoktur.
28
Yargıca gelince, onun
Otoritesinin bir tasarıyla, bir önbilgiyle, bir öndeyişle hiç ilgisi yoktur. O
hiçbir şey önermez, sadece olanı "yargılar". Yargıca Otoritesini
veren yasaların daha geniş bir bilgisi değildir: yalnızca onun
"adalet"idir.
O halde Yargıcın
Otoritesinin arı hallerini izah eden, Aristoteles'in kuramı değil, ama
Platon'unkidir.
Platon'a göre, her
Otorite Adalet (Doğruluk) ve Hakkaniyet üzerine dayanır -ya da en azından böyle
olmak zorundaydı. Otoritenin diğer tüm biçimleri gayrimeşrudur. Bunun anlamı o
otoritenin, fiilen, istikrarlı olmadığı, kalıcı olmadığı, geçici, eğreti, arızi
olduğudur. Bunlar sadece yalancı otoritelerdir.
29
... Adalet sui
generis [kendine has] bir Otorite için temel sağlar ve Platon sadece
Otoritenin diğer üç tipinin bağımsız varoluşunu yadsımakta haksızdı.
Medler'de tekerkin (monarşi)
doğuşuna ilişkin (Heredotus tarafından anlatılan I, 96-100) efsaneyi görelim.
Medler mutlak adaletsizliğin (Hobbes'un bellum omnium contra omnes'inin)
hüküm sürdüğü (daha sonraları Doğa Durumu denecek) bir anarşi içinde
yaşıyorlardı. İçlerinden (tutkuyla iktidara heveslenen) biri adalet uygulamaya
başladı. Ötekiler ona anlaşmazlıklarını götürdüler, o da saygın bir hakem
olarak bunları yargıladı. Müvekkillerin sayısı çok fazla artınca, kendi
işleriyle de ilgilenmek zorunda olduğunu söyleyerek, hepsini kabul etmeyi
reddetti. O zaman Medler, kişisel dertlerinden kurtarmak için onu Kral
seçtiler. Kral olduktan sonra, "iktidarını sağlamlaştırmak için
koruyucular" talep etti. Bunları elde edince, "adaleti izlemeye devam
etti, ama icrasına sertliği ekledi" kimse bunu ondan talep etmese
bile suçluları takip ederek. (Başka bir deyişle, hakemken yargıç
ve savcı haline geldi.)
Kuşkusuz bu sadece bir
efsanedir. Ama bir iktidar, ve sonrasında da, sadece Adalete dayanan mutlak bir
Otorite kurma psikolojisine aykırı olmadığını gösterir.
30
Kuşkusuz, asıl
anlamında Yargıç, bir siyasi iktidara, yani Devlete bağlı ve onu varsayan bir
memurdur. Gerçekten de bir Yargıç olmak için, güç ile desteklenmek ve bir
Devlet tarafından tanınan yasalara dayanmak zorunludur.
Başka bir deyişle, onun
iktidarı karmadır ve Otoritesi de zorunlu olarak Adaletten başka diğer
unsurları gerektiriyor görünür.
[Hakem] Eğer (özgürce
seçilmiş) bir Hakemin edimlerine ("yargıları"na) karşı eylemde
bulunulmuyorsa, bunun sebebi onun tarafsızlığının; yani tam olarak onun adeta
Adaleti cisimleştirdiğinin varsayılmasıdır.
31
Genel bir tarzda,
tarafsızlığın, nesnelliğin, çıkar gütmemenin, vs. potentiası hep bir Otorite doğurur...
Tanrı Otoritenin summununu
(en yücesini) cisimleştirdiğine göre, tanrıbilimsel kuramda, saydığımız dört
arı tipi bulmamızda şaşılacak bir şey yoktur. Tanrı insan için
"Efendi" ve "Rab"dır... ["Reis"tir,
"orduların Duxudur" (Seboath), "leader"dir, Yargıcıdır,
"Baba"dır]
32
[Babanın Otoritesi]
Not. ... tanrısal
kadir-i mutlaklık, son tahlilde sadece kaba gücün bir yüceltilmesi olduğundan,
hiçbir şekilde kendi Otoritesini kuramaz. [Tanrısal Otoritede risk söz konusu
değildir.]
33
Tanrı insanların
"Baba"sıdır çünkü gerçekten onları yoktan [ex nihilo]
"yaratarak" "hayat vermiştir": onların
("biçimsel") nedenidir. Fakat bir "etki"
"nedenini" "inkâr edemez": eğer neden (onu üreterek) etki
üzerinde eylemde bulunuyorsa, etki nedene karşı eylemde bulunamaz. Ve insanlar
Tanrı'nın eseri olduklarını anladıkları ölçüde, tanrısal edimlere karşı tepki
verme olasılığı gibi beyhude bir yanılsamayı terk etmişlerdir.
Otoritenin
"neden"in "etki"ye ilişkisi ile bu "aklanışı"nın,
"öngörü", "risk" ya da "hakkaniyet" ile
"aklanışları"yla hiç ilgisi yoktur. O halde bu, daha önce tartışılan
üç kuramdan ayrı bir kuramdır. [sadece Babanın Otoritesi'ne uyar].
34
... bu kuram [Babanın
Otoritesi] tüm insani Otoriteyi Tanrısal Otoriteye indirger. O halde tüm
(insani) Otoriteyi, Babanın Otoritesinin bir çeşitlemesi olarak yorumlama
eğilimine sahiptir. (Siyasi iktidarın Otoritesindeki "babasal"
unsurun altını çizme eğilimi de bunun sonucudur.) Fakat Babanın Otoritesi
nedenin etki üzerindeki "Otoritesi"dir. Ama neden, tanım gereği,
"öz"ünü (ya da "kuvvet"ini) etkiye aktarır. O halde Babanın
(=Nedenin) Otortesinin aktarımında kalıtım ilkesini kabul etmek tamamen
doğaldır. Ve böylelikledir ki tanrıbilimsel Otorite kuramı Tekerk [Monarşi]
kuramı haline gelmiştir.
Tanrı her zaman, az ya
da çok, koruyucu bir Tanrıdır: onun Otoritesini "tanıyan" siyasi ya
da toplumsal grubun bir tür "neden"idir. Devamlılığı ("soy sop
zincirini"), yani gurubun birliğini temin eden kökenini belirleyerek onun
"kişiliğini", (diğerlerinden ayrı) "bireyselliğini" tesis
eden odur. ... Şimdiyi belirleyen geçmiş genelde, nihayetinde, tanrısal bir
kökene indirgenir.
35
[Yaşlının gençler
üzerindeki Otoritesi]
[Yaşlılar] Geleneğin
temsilcileri olarak, çağdaşları neyseler o yapan, "nedeni"
cisimleştirmek suretiyle onların "ruhani babalarıdır". Ve, toplumsal,
siyasi, kültürel, verili gerçekliği belirleyen bu neden olarak da neyse o
olarak Gelenek bir Otorite uygular. Ona "karşı eylemde bulunmaktan"
bilinçli ve iradi olarak vazgeçilir, çünkü böyle bir "tepki" kendine
karşı bir tepki, bir tür intihar olacaktır.
3.
36
a) O halde şu sonuca
varıyoruz: (insani) Otoritenin birbirine indirgenemez dört tipi vardır:
Baba (Neden)
Efendi (Risk)
Reis (tasarı-Öngörü)
Yargıç
(Hakkaniyet-Adalet)
Bu tiplerden her birine
bir kuram tekabül eder:
Baba: Skolastik
Efendi: Hegel
Reis: Aristoteles
Yargıç: Platon
Aslında, gerçek
Otoritenin somut halleri her zaman karmadır: dört arı tipin hepsi aralarında
birleşir. Ama gene de onların bu arı tiplerden birinin -ya da birçoğunun-
baskınlığına göre ayırdedilmesi mümkündür.
37
Üstelik, birçok baskın
tip olduğunda, bunların bir hiyerarşisi oluşturulabilir.
Bu kabul edildiğinde,
Otoritenin tüm mümkün tiplerinin eksiksiz bir listesini çıkarabiliriz:
4 arı tip (B,R,E,Y)
[Baba, Reis, Efendi, Yargıç]
... iki arı tipin 6
bileşeni (BR, BE, BY, RE, vs.) ile her birinin iki çeşitlemesi (BR ve RB, vs.),
yani oniki tip.
6 çeşitlemesiyle iç
tipin 4 bileşimi, yani 24 tip.
24 çeşitlemesiyle dört
tipin 1 bileşimi (BREY, RBEY, YEBR, EBYR, vs.)
Böylece toplamda 64
Otorite tipi (4 arı ve 60 bileşik) ya da eğer "çeşitlemeler" hesaba
katılmazsa 15 tip (4 arı ve 11 bileşik) elde ederiz. Eğer kuramımız doğruysa,
bu liste tüm olasılıkları kapsar. Söz konusu olan sadece tüm bunların gerçekleşmiş
ya da gerçekleşebilir olup olmadığını görmektir.
38
... her geçek Otorite
aslında, az ya da çok, tam/totaldir. Başka bir deyişle, Otoritenin dört
arı tipten biri (örneğin Reisin Otoritesi) bir kimseye verildiğinde, doğallıkla
("türev" otoriteler olarak) diğer üçünün otoritesi de verilmiş olur.
... Öte yandan, Otoritenin arı tipinin eksiksiz namevcudiyetinin saptanması
genel olarak mevcut tipin iptaline neden olur (örneğin: bir Reisin Yargıç
olarak "sıfır" olduğu, hatta "adil" olmadığı saptandığında,
artık onun Reis Otoritesini de tanımama eğilimi gösterilir.)
Onu elde tutanın hiçbir
ediminin "tepki" yaratmadığı yerde mutlak Otoriteden
bahsedilebilir.
Kelimenin güçlü
anlamında mutlak Otoritenin gerçekte asla gerçekleşmediği açıktır. Sadece Tanrı
ona iye (ya da, daha kesin olarak, ona sahip olmalıydı) diye düşünülür.
39
b) ... Otoritenin
kökeni ve aktarımı problemi...
Kökenine gelince,
Otorite ya kendiliğinden ya da koşullu olabilir. İlk durumda,
hiçbir dışsal "edim", ne de, hatta, herhangi başka bir Otoritenin ön
varoluşu varsayılmaksızın, onu elde tutacak kişiden kaynaklanan edimler
tarafından kendiliğinden doğar. Koşullu Otorite durumunda ise, onu elde tutacak
olanınkilerinden başka edimlerin neticesinde doğar ve genelde bağlı olduğu bir
Başka Otoritenin varlığını varsayar.
Otoritenin her dört arı
tipi kendiliğinden bir köken ya da kaynağa sahip olmaya elverişlidir. Efendinin
Otoritesini doğuran kişisel risktir ve daha önceden herhangi bir otoritenin
olmasına hiç gerek yoktur.
40
Babanın Otoritesine
gelince, öyle görünür ki kendiliğinden kaynaktan bahsetmeye mahal yoktur, zira
birey bunu elde etmek için hiçbir şey yapmaz.
... "toplumsal
sözleşme" hipotezine göre "ilk" siyasi Otorite (kolektif) bir
karardan,, yani Otoriteyi uygulayacak olanın değil, buna tabi olacakların bir
ediminden doğmuştur.
42
O halde diyebiliriz ki
Otoritenin her gerçek kaynağı zorunlu olarak kendiliğindendir. Sözde koşullu
"kaynaklara" gelince, bunlar sadece aktarım durumlarıdır.
Not 1. Bir otoritenin
doğuşunu (kaynağını) onun “tanınışı”nın dışsal göstergeleriyle karıştırmamak
gerekir. Kuşkusuz, Otorite ancak “tanındığı” ölçüde vardır. Efendi ancak köle
onu olduğu gibi “tanıdığı” (ya da köle olarak “tanındığı”) ölçüde Kölesinin
Efendisidir; vs. O halde Otoritenin kaynağının ona tabi olacaklar tarafından
“tanınışı”nın kaynağı olduğu söylenebilir. Ama tam da bunun için denilebilir ki
-zira aynı şeydir- Otorite ona maruz kalanlara kendini dayatır.
Otorite ve Otoritenin “tanınması” aynı şeydir. [Sanat eserinin kaynağı
meselesinde de kaynak, sanat eserinin dışsal göstergelerinde değil, onun
tanınması, ona duyulan inanç vasıtasıyla gerçekleşir. Sanat eseri ile sanat
eserine duyulan inanç aynı şeydir]. … birisi bir mecliste bir “tasarı” önerir
ve ardından, Reis “seçilir”; onun Reislik Otoritesini doğurmuş olan, ötekilerin
“seçimi” değil, onun tasarısıdır; bir Otoritesi yoktur çünkü seçilmiştir;
seçilmiştir çünkü kendi “tasarısı”ndan doğan Otoriteden zaten yararlanmıştır;
seçim yalnızca, onun kendiliğinden (yani onun Otoritesinin “tanınması”
edimiyle) doğan Otoritesinin “tezahürü”, “dış göstergesi” olmuştur.
Not 2. "Toplumsal
sözleşme" ("demokratik") kuramı, (siyasi ya da diğer) seçimlerin
varoluşu olgusunun hatalı bir yorumundan doğar. Bir yandan, bu kuram, daha önce
söylediğimiz gibi, seçimin Otorite doğurmadığını görmez... Öte yandan,
bu kuram seçimin bilinen hallerinin ilkeye değil insanlara dayandığını unutur: seçim
zaten varolan (yani tanınan) Otoriteyi bir bireyden (ya da gruptan) bir
diğerine aktarır, ama asla daha önce başka hiçbir yerde varolmamış bir Otorite
yaratmaz.
43
... seçimde ve seçim
yoluyla aktarılan bu Otorite hangisidir?
Hiç kuşku yok ki, ve
tanım gereği, bir "tepki" fikrinin burada hiçbir anlamı olmadığından
kendimiz üzerinde otoriteye sahip olamayız. Bundan ötürü, ben'im
-yalıtılmış birey- birini "seçmem" "seçilmişe" benim
üzerimde hiçbir Otorite vermez (daha çok tersi olur!), eğer benim
"seçimimden" bağımsız (benim tarafımdan 'tanınmış') bir Otoritesi
yoksa. Bundan ötürü haklı olarak bireysel değil, kolektif seçimden
bahsedilir. Fakat burada Otorite kavramı bir anlama sahiptir. Zira, bir grup
içinde, bütünü (bu bütünün) parçalarından ve bir parçayı
diğerinden (ya da diğerlerinden) ayırtedebiliriz. Ve bütünün parçalar
üzerindeki ya da bir partinin diğeri (ya da diğerleri) üzerindeki bir
Otoritesinden, özel olarak da çoğunluğun azınlık üzerindeki (ya da azınlığın
çoğunluk üzerindeki) bir Otoritesinden bahsedilebilir. Ve seçim sadece zaten
varolan (yani tanınmış) bu Otoriteyi seçilmişe aktarır.
44
Söz konusu olan,
yalnızca bir parça olarak grubun bir parçasına düşen sui generis bir Otorite olup olmadığını bilmektir. Fakat bu Otorite
ancak grubun nicel değeri üstüne kurulabilir. Zira nitel değer
Babanın, Reisin, Efendinin ya da Yargıcın değerinden başka bir şey değildir...
Fakat nicel bakış açısından, sadece üç durum kendilerini gösterir: diğeri
üzerinde Otorite uygulayan bir parça ona eşit de olabilir, çoğunluğu ya
da azınlığı da oluşturabilir.
45
... bir Çoğunluk
Otoritesinden bahsedilebilirse, bir Azınlık Otoritesinden de bahsedilebilir.
Kuşkusuz birincisi daha apaçıkmış gibi görünür... Ve bu Otoritenin çok iyi
bilinen bir çeşitlemesi vardır: "Kamuoyu", "El alem ne
der?" Otoritesi, "göze batmama", "herkes gibi yapma"
arzusu; vs. Ama yine aksi halleri ihmal etmemek gerekir. "Özgün"ün
"sıradan" üzerindeki Otoritesi adı verilebilecek şey vardır;
"Büyük kitle", "kalabalık", "ayak takımı",
"ortalama insan" vs. kelimelerine bağlı aşağılayıcı küçük derece
ayrımı vardır.
46
[Çoğunluk]
... aslında, ve tanım
gereği, burada hiçbir mümkün Otorite yoktur. Gerçekte, kendimiz üzerinde
Otorite uygulayamayacağımıza göre, Çoğunluğun kendi kendisi üzerinde (yani
üyeleri üzerinde, zira, tanım gereği Çoğunluk bir niceliktir, yani iyelerinin
bir toplamıdır) Otoritesinden bahsetmenin hiç anlamı yoktur.
[Azınlık]
Azınlığa gelince, onun
varoluşunun kendisi onun Çoğunluğun Otoritesini tanımadığını ispatlar çünkü bir
çoğunluk oluşturmak tam da çoğunluğa karşıt olmak, dolayısıyla (şu ya da bu
biçimde) onun edimlerine "karşı eylemde bulunmak" anlamına gelir.
Fakat, Otoritenin olmadığı yerde, "tepkiler" ancak güç yoluyla
ortadan kaldırılabilir. O halde, Çoğunluk, sayı fazlasından ileri gelen sözde sui
generis bir Otorite talep ettiği yerde aslında basbayağı güç
talep ediyordur. (Sırf ve sadece çoğunlukçu bir yönetim biçimi sadece güce
dayanan bir yönetim biçimidir. O halde "çoğunlukçu" yönetim biçimi
"otoriter" yönetim biçiminin karşısına konabilir, ilki güç üzerine,
ikincisi Otorite üzerine dayanır.
47
Bir azınlığın büründüğü
Otorite nicelikle değil, "nitelik"le aklanır ya da açıklanır [sadece
bir azınlık olsak da, biz...]. ... Bunun anlamı Azınlığın sui generis
bir Otoritesi olmadığıdır. Ve somut durumların çözümlenmesi Azınlığın daima ya
Babanın, ya Reisin, ya Efendinin, ya da Yargıcın (ya da bunların
"bileşimleri"nin) Otoritesini talep ettiğini gösterir.
Kısacası, çoğunlukta ya
da azınlıkta olmak, sadece bu konumda bulunana ait bir Otorite doğuramaz...
48
hikmeti hükümet Devletin yararı
gereği
49
Bütünün genel olarak
Parçalarına ilişkisi nedir? Mekanik bir Bütün Parçalarının toplamından
başka bir şey değildir. Parçalarını belirlemek bir yana, bütünüyle bunlar
tarafından belirlenir. Ancak canlı organizma içindedir ki Bütün
Parçalarının karşısına konup, belli bir ölçüde, Parçaların Bütüne "boyun
eğdikleri" ve ne ise o olarak bu Bütün tarafından belirlendikleri
söylenebilir. (bkz. Aristoteles'in, aslında değerini, fiziksel, kimyasal, vs.
değil, özgül olarak biyolojik uslamlamalar içinde muhafaza eden entelechie* kavramı).
O halde ancak toplum (ya da Devlet) bir organizmaya andırımlı olarak
tasarlandığı ölçüde Bütünün Parçalar üzerinde bir Otoritesinden bahsedilebilir.
Öyleyse "genel istenç"e atfedilen Otoritenin görüngübilimsel
çözümlemesine rehberlik etmesi gereken işte bu analojidir.
* Olmakta olan edime
karşılık tamamlanmış, gerçekleşmiş edimi ve tamamlanmışlıktan doğan
mükemmeliyeti belirtir. Metafizik, IX, 8, 1050a ve bir gücün edimselleşmesini
belirleyen biçimi (eidos) ya da nedeni (logos) belirtir; bkz. Ruh Üstüne, II,
2, 414a (ç.n.)
50
Fakat, (biyolojik)
Bütün fikrinin iki şeyi izah etmesi beklenir: 1) kalıtım, yani
organizmanın yapısının devamlılığı ("tavuk yumurtadan
öncedir") ve 2) bu organizmanın çeşitli öğeleri arasındaki ahenk.
Buna karşılık, Bütünün nedenselliği (erekselliği), organizmada her türden
"devrimci" dönüşümü dışlar ("mutasyon"): eğer tür (Bütün),
Parçaların birinde (ya da birçoğunda) bir değişimi takiben değişirse. O halde
ahenkin ve devamlılığın olduğu yerde Bütünün parçaları belirlediği, ama her
("özsel") değişimde Bütünün Parçalar tarafından belirlendiği
söylenebilir.
... Reis önerdiği bir
tasarının neticesinde, yani verili bir gerçekliğin değişimine bağlı olarak
kendi kendine Reisi yaratır. O halde bu sadece Reisin Otoritesine bürünebilen
"tikel" bir istençtir (Parça). ... (Ama kuşkusuz o,
"Parçalara" karşıt bir "Bütün" değildir: Bütüne karşıt bir
"Parça"dır.) Buna karşılık, Babanın Otoritesi, Bütünün
nedenselliğinin "kalıtsal" görünümünü, "sürekli" yanını
ifade eder. O halde "genel istenç"in Otoritesinin Baba tipinde olduğu
söylenebilir.
51
Çoğunluk (sayısından
aldığı) Otoriteye sahip olduğu ölçüde, geleneğin koruyucusu, vs. olarak baş
gösterir. Otoritesi, bir "Senato"nun, bir "Sansürcü"nün,
vs. Otoritesidir. Ve bu, ayrıca "el alem ne der" Otoritesidir. Bundan
ötürü iradi ve bilinçli olarak yeni şeyler öneren tüm kişiler Çoğunlukla alay
ederler. Ve bu Çoğunluk aynı zamanda, toplumun değişim halinde olduğunu bildiği
ve istediği "devrimci" dönemler boyunca tüm saygınlığını yitirir.
52
[Otoritenin aktarımı]
Bu aktarım ya kalıtım,
ya seçim, ya da atanma yoluyla gerçekleşir.
Tüm Otorite
aktarımlarında, Otoritenin belirli bir kişiye bağlı olmadığı (az çok bilinçli
olarak) varsayılır (geçerken söyleyelim, Otoritenin kolektif olarak elde
tutulabilmesinin mümkünatı buradan gelir.) Otorite aynı kalarak (onu temsil
eden kişiler onu cisimleştirir, gerçekleştirir, ona maddi dayanak sağlar, vs.)
bir başkasıyla yer değiştirebilir. Bunun anlamı, Otoriteyi doğuranın onu elde
tutanın varlığı değil, edimleri (ya da "nitelikleri") olduğudur
(Otoriteyi "töz" değil, "yüklemler" doğurur): eğer başka
bir kişi (ya da kişiler) aynı edimleri yaparsa, aynı Otoriteden
yararlanacaktır.
Fakat, kalıtsal
aktarım, edimlerin, ya da, daha kesin olarak, "erdemlerin" ya da
bunları yapabilme olasılıklarının babadan oğula aktarıldığı şeklindeki
(az çok bilinçli) kuram üzerinde dayanır. Buradan oğulun (ya da, genel olarak,
yakın bir kişinin) babanın Otoritesine varis olduğu fikri çıkar. Doğruyu
söylemek gerekirse, bu Otorite aktarımı kuramı çok "ilkel", hatta
"büyüsel" bir anlayış üzerinden temellenir. "Erdem", (=
edim olasılığı), bir aynı ailenin tüm üyelerinde bulunan ve babadan en
tam biçimde (kıza değil) oğula aktarılan bir nevi yarı-maddi töz
("mana") olarak anlaşılır. Ufak ufak azalır (küçük çocuk büyüğünden
daha az alır) (Daha geç tarihli çeşitlemesi: eğer Otorite tanrısal kökenliyse,
tanrısallık tercihen büyük erkek çocuğa aktarılır.) [Bourdieu, Bekarlar Balosu]
53
[Günümüzde kalıtım
yoluyla otorite aktarımı fikri saygınlığını kaybetmiştir; tümüyle reddedilmek
istenir gibidir]
Geriye aktarımın diğer
iki tarzı kalır: seçim ve atama.
[İlk başta bu iki terim
eşanlamlı gibi görünür, oysa aralarında ciddi bir fark vardır:] ... Çoğunluk
adayları atar (çünkü onları, kim olursa olsun istencini sınırlamaksızın,
kimseye danışmadan tayin eder) ve Diktatör işbirlikçilerini seçer (çünkü
en iyi olduklarını düşündüklerini seçer) de denilebilirdi.
54
...
"seçim"den, "atama"dan bahsedildiği zaman, iki ayrı siyasi
kategorinin kullanıldığı duygusu vardır. ... Otoriteye aday kişi, kendisi (ya
da kendileri) de bir Otoriteye sahip kişi (ya da kişilerce) tayin edildiğinde,
atama yoluyla Otoritenin aktarımı vardır ve bu Otorite aynı tiptendir (örneğin,
bir Reis tarafından atanan bir Reis); aday ya hiç Otoritesi olmayan ya da başka
tipte bir Otoriteye sahip kişi ya da kişilerce tayin edildiğinde (örneğin bir
Reis tarafından atanan bir Yargıç) seçim yoluyla aktarım vardır. [Birincisinde
aday, ilkede, herhangi biri olabilir ve 'erdem' (edim olasılığı) aktarılır;
ikincisindeyse otorite seçilen kişinin kendi kendisine borçlu olduğu bir
durumdur].
Not 1. Kesin olarak
konuşmak gerekirse, seçimin, kura çekmekten asli bir farkı yoktur. Kuşkusuz,
-bireysel ya da kolektif- seçmen en iyi olanları seçtiğine inanır. Ama eğer hiç
Otoritesi yoksa, seçiminin ötekiler için hiçbir değeri yoktur. O halde
bu, ötekilerin görüşü açısından, sanki adayı kura ile çekmiş olmak gibidir.
55
[seçmenin yetkin
olmadığı diğer durumlar:] ... doğrudan kamu oylaması [suffrage universal] -ve
halk oylaması [plébiscite]- kura çekiminden farklı değildir.
Not 3. Eğer kalıtsal
aktarım hatalı bir kuramı önvarsayıyorsa, yani kura çekimi yoluyla kalıtsal
aktarım da açıkça çok az tatmin edicidir. Atama o halde tek kabul edilebilir
aktarım tarzı olarak kalır.
56
[Babanın aktardığı
Otoritede] ... Galibin Otoritesinin kendiliğinden doğuşunda, rastlantı zaten
belli bir rol oynar] Not. Belki de "tiranlar"ın Otoritelerini halk
oylaması ile teyit ettirme eğilimnde olmalarının sebebi işte budur.
II.
Metafizik Çözümleme
57
Hiç şüphe yok ki
Otorite özsel olarak (doğal değil) insani bir olgudur; yani (bunu burada
tanıtlayamaksızın) toplumsal ve tarihseldir: Otorite bir toplumu (ya da geniş
anlamda Devleti; yani "tepki" olasılığının olmadığı bir hayvan
sürüsünden başka bir şeyi) varsayar ve toplum, (sadece biyolojik, doğal bir
evrim olmamak üzere) tarihi varsayar (ve imler).
Başka bir deyişle,
Otorite ancak zamansal yapıda bir Dünya içinde "ortaya çıkabilir"
(bir olgu olabilir). O halde Otoritenin metafizik temeli
(-"biyolojik" alanda- Geçmişin önceliği ya da -"fiziksel"
alanda- Şimdinin önceliği ile, "doğal" zamanlarla karşıtlık içinde,
Şimdi, Geçmiş, Gelecek ritmiyle "insani" ya da "tarihsel"
Zaman olarak anlaşılan) "Zaman" kendiliğinin bir
"dönüşümü"dür. Geleceğin önceliği olduğuna göre, Reisin Otoritesinin
de önceliği vardır: En üstün derecede Otorite, evrensel bir
"tasarı"ya sahip, (siyasi, dini, vs.) "devrimci" Reisin
(Stalin) Otoritesidir. Ne ise o olarak Ebedi için Otorite yoktur. ... bir
Otorite tipi metafiziksel olarak Ebediyet üstüne dayanıyorsa, Ebedi ancak Zaman
ile olan ilişkileri içinde Otorite biçimi altında "ortaya çıkar".
58
Fakat Zamanın, ne ise o
olarak, bir Otorite değerine sahip olduğu hiç kuşku götürmez. Garip şeydir ve
ilk bakışta paradoksal görünür, ama zaman otoriteye her üç tarzında da
sahiptir.
İlk önce Geçmiş. Bir
Geçmiş daima "saygıdeğerdir"; ona dokunmak "kutsala
saygısızlık"tır; ihmal etmek ise "insani değildir". ... bir
ailenin, bir Devletin eskiliği sadece bir medarıiftihar olmakla kalmaz, ayrıca
Otoritenin çok gerçek bir temelidir.
... Geleceğin de
tartışma götürmez bir Otoritesi vardır. "Geleceğin insanı",
"önünde tüm bir dünya" oluşuyla bir Otoriteye sahiptir.
"Gençler", zaman zaman, oldukça dikkate değer olabilen Otoritelerini,
cisimleştirdikleri Gelecekten alırlar. "Yarının insanı"nın Otoritesi
kolaylıkla tanınır. Ve gelecek bin yıllar içinde olduğu gibi (bkz. Hitler)
geçmiş bin yıllar için de hak talep edebilir (bkz. Mussolini).
Nihayet, Şimdinin
kendisi Şimdi olarak bir Otoriteye sahiptir. Up to date [çağa uygun] olmak
isteriz "zamanın gerisinde kalmak değil. "Moda"nın çok büyük -ve
"tiranik" Otoritesi, Şimdinin, "güncel"in Otoritesidir.
"Günün insanı"nın Otoritesi şuradan ileri gelir: "güncel"i,
Şimdiyi; geçmişin "şiirsel" gerçekdışılığına ve geleceğin
"ütopik" gerçekdışılığına karşıt olarak, dünyadaki bir şeyin
"gerçek mevcudiyeti"ni, en üst derecede temsil eden odur.
59
Öte yandan, tüm bu
"zamansal" Otoritelere, Ebediyetin Otoritesi karşı koyar. Sık sık
"ebedi ilkeler"den dem vurulur ve bunların Otoritesi, zamanın üç
kipinin dışında olmalarından ileri gelir. Yeryüzünde Tanrının temsilcileri
olanlar Otoritelerini Ebediyetten alırlar. Ama açıktır ki eğer Ebedinin bir
Otoritesi varsa, bu ancak "zamansal"a karşıt olarak; yani zamansala göre
olabilir.
[Daha önce kurulan dört
arı Otorite tipi ile bu üç zamansallık ile bir zamandışılık arasındaki ilişki nedir?]
60
... tek bir blok
oluşturan Babanın, Reisin, Efendinin Otoritelerine karşı Yargıcın Otoritesi.
... üç zamansal Otoriteye karşıt Yargıcın Otoritesiyle Ebedinin Otoritesi
arasında koşutluk kurma fikri...
... Yargıcın Otoritesi,
bir anlamda Zamanın dışında olduğundan, tüm "veraset"e (succession),
yani tüm "zamanlaştırma"ya direnir. Onun her zaman varolduğu
kabul edilir, ve böyle değilse, (arası kesilmeksizin) arkadan gelen şeye
"geçmek" yerine, (kendiliğinden yeniden doğmak üzere) bütünüyle yok
olur. ... Gerçekte, Yargıç, ilkede, Babayı, Efendiyi ve Şefi
"yargılayabilir", ama Yargıcın Otoritesinin doğası öyledir ki o,
diğer üç tip Otoriteden doğan tepkiden bağışık kalacaktır. Nihayet, nasıl ki
Ebedilik ancal zamanla olan ilişkileriyle ve zamanla olan ilişkileri yoluyla
"otoriter" bir niteliğe sahiptir, Yargıç da ancak diğer üç Otoriteye
(gerektiğinde) karşıt durduğu ölçüde gerçek Otoriteye sahip olur. (Eğer
Babalar, Reisler ve Efendiler tanım gereği ya da "öz" gereği
"adil" olsalardı, Yargıcın ayrı Otoritesi olmazdı; ve eğer
Yargıç "adaletini" Babaların, Reislerin ve Efendilerin istençlerine karşı
koyamasaydı, hiçbir "otorite"si olmazdı).
61
Ebedi, ancak, insani
eylemler arasından bazılarını; yani Ebediyet öğretisinin etkin
müdahalesine karşı "tepki" niteliğini taşıyan eylemleri geçersiz
kıldığı ölçüde, insani eylemlere göre gerçek anlamda bir Otoriteye
sahiptir. O halde Otoriteye sahip olan, ne ise o olarak Ebediyet değil, ama ebedi
nitelikte eylemlerdir. Fakat, bir eylem, ya zamanın "dışında"
(yani Geçmiş, Gelecek ve Şimdi tarafından yaratılan koşullardan bağımsız)
olduğunda ya da "tüm zamanlar" için (yani Şimdi, Geçmiş ve Gelecek
içinde) geçerli olduğunda "ebedi"dir. Ama bu tam da, "adil"
eyleme, niteliğini kazandıran şeydir: adil eylem zamanın dışındadır, çünkü o
(örneğin "doğru" hüküm) günün ne bir fonksiyonudur ne de
"çıkar"ınadır, ne geçmiş tarafından buyurulan
"tarafgirlik"tir ne de Geleceğe demir atmış "arzular"dır;
o, "tüm zamanlar" için geçerlidir, zira, adil olduğundan, "ebedi
olarak" adil kalır, hem de gerek Şimdiye dair gerekse Geçmişe ve Geleceğe
dair sonsuzluğa dek "hüküm" verebilir.
62
Otoritenin diğer üç
"arı" tipine gelince, bunların metafizik temeli ("insani")
Zamandır. Gerçekten, bu Otoritelerin "zamansal" niteliğinden hiç
şüphe yoktur.
Babanın Otoritesinin
kalıtsal aktarıma en uygun olduğunu, oysa Reisin ve Efendinin Otoritelerinin,
sırasıyla, atama ve seçim (hatta kura çekimi) yoluyla aktarımlara yol açtığını
gördük. Fakat, kalıtım Geçmiş fikrinin hakimiyeti altında işler. Buna karşılık
atamanın Geleceğe (atanmışın gelecekteki tutumuna) başvurur gibi göründüğü
açıktır. Seçime (="kura") gelince, önemli olan basit seçim (=kura
çekimi) olgusudur; yani özsel olarak Şimdiye ait bir edime dayanır.
Doğa insandan daha
eskidir; bir taşın yaşı çok "kutlu" olabilir; gene de bu durumda hiç
bir Otorite yoktur. Benim üzerimde bir Otorite uygulayan Geçmiş,
tarihsel bir Geçmiştir; benim geçmişimdir; yani benim Şimdimin
"neden"i ve benim Geleceğimin "temel"i olan Geçmiştir;
Geleceğe yönelik olarak Şimdimi belirlediği kabul edilen şey, Geçmiştir. Başka
bir deyişle, Geçmiş ancak, kendini bir “gelenek” biçimi altında
gösterdiği ölçüde bir Otorite kazanır. Fakat, Babanın Otoritesinin tam olarak
tarihsel “neden”in [cause] ya da “gelenek”in Otoritesi olduğunu gördük.
O halde denilebilir ki -Geçmiş kipinde- Zaman, Babanın Otoritesi olarak
“otoriter” biçim altında “ortaya çıkar” ve Babanın Otoritesinin metafizik
temeli Şimdideki Geçmişin “mevcudiyet”indedir; yani zamansal bir dünyanın
parçası olan tüm gerçekliklerdedir.
63
Geleceğe geçelim. Yine
burada da, arı ve yalın Geleceğin hiçbir Otoritesi yoktur; her şeyin önünde bir
gelecek vardır ve bu, hiçbir şekilde saygınlığını arttırmaz. Gelecek ancak,
Geçmişle ilişkilerini devam ettiren Şimdiyi belirleyen (ya da belirlediği kabul
edilen) tarihsel gelecek, benim geleceğim olduğu ölçüde bir
Otorite uygular. Başka bir deyişle, Gelecek ancak, (geçmişin bilgisi temelinde,
geleceğe yönelik olarak şimdide tasarlanan) bir “proje” biçimi altında “ortaya
çıktığı” ölçüde bir Otorite uygular. Fakat, “tasarı”nın Otoritesi Reisin
Otoritesinden başka bir şey değildir. O halde denilebilir ki Gelecek, metafizik
temeli, (insani; yani tarihsel) bir Şimdi; yani (tarihsel olarak
anlaşılan) zamansal bir gerçeklik olan her şeyde Geleceğin gücül
“mevcudiyet”i olan Reisin Otoritesi olarak “otoriter” biçim altında “ortaya
çıkar”.
Son olarak da, Şimdiyi
irdeyelim. (Zamansal dünyada) varolan her şey “mevcut” [présent]
olduğundan, ne ise o olarak Şimdi [Présent] hiçbir Otoriteye sahip olamaz:
Otoriteye “maruz kalan” kişi, onu uygulayanla aynı sıfatla arı ve yalın Şimdide
hak talep edebilir. Tartışılmaz bir Otoriteye sahip olan, Fiziğin “şimdi”si
[z=0] değil, tarihsel Şimdidir [“tarihsel” an]. Otoritesi olan, sadece,
“mevcut” (yani; varolan) şeyler kütlesi içinde “gerçek mevcudiyete”
sahip kendiliktir: Tinin, “Madde” içindeki; (kelimenin kuvvetli anlamında) varolmayanın,
tüm fiilen varolanları temsil eden şey içindeki “gerçek mevcudiyeti”.
Fakat, zamansal dünya içinde varolmayan, ya artık varolmayandır ya da henüz
varolmayandır: ya Geçmiştir ya da Gelecek. O halde Geçmişin ve Geleceğin,
Otoriteye sahip olan Şimdi içinde “gerçek mevcudiyeti” saptanır: bu, Geçmişten
doğmuş ve Geleceğe gebe bir Şimdidir. Fakat (insani ya da “tarihsel”) böylesi
bir Şimdi, terimin kuvvetli anlamında, “eylem”den başka bir şey değildir, hem
geçmişin anısını hem de geleceğin tasarısını şimdide gerçekleştiren
eylemdir. Ama eylem, olmaka/varlığa karşıttır. Ve bu karşıtlık, haddinde,
varlığın, varlığın etkin yıkımı olan eylem tarafından dönüştürülmesi içinde
ya da dönüştürülmesi yoluyla [ya da, dilenirse, dönüştürülmesi olarak]
gerçekleşir ve “ortaya çıkar”. Fakat, Efendinin Otoritesini doğuran “Risk” tam
da, kelimenin asıl anlamında, varlığına (yaşamına) karşı koyan, onu tehlikeye
atan ve, gerektiğinde, onu bütünüyle yok eden, böylesi bir eylemdir. Ve
(bu “Risk” üzerine dayanan) Efendinin her eylemi, Şimdideki Geçmişin ve
Geleceğin gerçekleşmesi ve “ortaya çıkması”dır. Fakat, eylem tam da Şimdi
kipindeki zamanın “açığa çıkışı”dır. O halde denilebilir ki Efendinin
Otoritesinin metafizik temeli (tarihsel dünyanın) Şimdisidir ve Şimdi,
“otoriter” bir biçim altında, ancak, asıl anlamında eylem olarak; ona
destek sağlayan Varlığın tümden tahribi karşısında bile durmayan eylem olarak
gerçekleştiği ölçüde “Açığa çıkar”.
64
Öyleyse Efendinin
Otoritesi … “Riske atılmaya hazır” olanın, “eylemde bulunmayı bilenin”, “bir
karar alabilenin (tasarı)”, “seferber olanın” vs. yani kısaca gene de ve her
zaman “makul” ve “ihtiyatlı” olmayan kişinin Otoritesidir.
E Efendi – Şimdi
R Reis – Gelecek
B Baba – Şimdideki
Geçmiş
Y Yargıç – Ebedi
65
Ebedi ile ilişkiler
içinde, Zaman, Ebedinin “nedensel” yapısı tarafından zamansal Dünyada
gerçekleştirilir. Ayrıntıya girmeden, belirtelim ki eğer Ebediyet “biçimsel
neden” ile gerçekleşiyorsa, Zaman, Geçmişi “maddi neden” olarak, Geleceği,
“ereksel neden” ve Şimdiyi “etkili neden” olarak gerçekleştirir (bkz.
Aristoteles). Fakat, insan varoluşu düzleminde (yani; tarihsel zamansal
dünyada), “biçimsel neden”, “temaşa” ile, yani, genel olarak, “edilgen”,
“kuramsal”, “ilgisiz”, “dinginci” tavır ile “ortaya çıkar”. Buna karşılık,
diğer üç “neden”, bu düzlemde, “pratik” ya da “etkin”, “iradi”, “ilgili” tavır
tarzlarıyla “ortaya çıkarlar”. “Etkili neden”, kelimenin asıl anlamında eylem
ile, Şimdide gerçekleştirilen eylemle ortaya çıkar; “ereksel neden”
“Tasarı” ile, yani Geleceğe yansıtılmış eylem ile; ve “maddi neden”,
“varoluşsal anı” ya da “gelenek” ile, yani Nedenin varlığının “Etki”ye “geçiş”i
ile karşılaştırılabilir olan, âdeta eylemsizlik ile gerçekleştirilen
“geleneksel” eylem ile ortaya çıkar. Bu zuhurların “otoriter” görünümlerinin,
bir yandan (hepsi şu ya da bu şekilde) eylemde bulunan) Babanın,
Efendinin ve Reisin ve öte yandan (eylemde bulunmayıp “seyretmekle” ya da
başkalarının edimlerini “yargılamak”la yetinen) Yargıcın Otoritesinin
“fenomenler”inden başka bir şey olmadığını görmek kolaydır.
III.
Varlıkbilimsel Çözümleme
[Dört otorite
kuramlarının mimarlarının varlıkbilimleri kusurludur.]
67
Tanrı üstüne skolastik
tasavvurlar (causa sui, varoluş imleyen öz, teslisin üçlemeli yapısı,
“tecessüm”*) aslında varlıkbilimsel kuramlardır. Ama biz diyebiliriz ki
bu kuram Varlığın sadece tek bir görünümünü açımlar, böylece haksız yere onu
Bütün olarak alarak bozar ve saptırır. Otorite problemine gelince, skolastik
varlıkbilim ancak Babanın Otoritesinin varlıkbilimsel çözümlemesi için malzeme
sağlar.
Bu saptamaların
aynıları diğer üç varlıkbilim için de geçerlidir. Platon'un varlıkbilimi
(Bir-Agathon**, Bir ve Çok, varlığın ikici yapısı, vs.) Yargıcın Otoritesinin
varlıkbilimsel çözümlemesi için çıkış noktası sağlar.
Buna karşılık,
Aristoteles'inki (Devimsiz devindirici, Nous, Biçim ve Madde, vs.)
Reisin Otoritesinin... Hegel'in varlıkbilimi (Olumsuzluk, Bütünlük, Varlığın
diyalektik/eytişimsel yapısı, vs.) Efendinin Otoritesinin varlıkbilimsel
çözümlemesine temel teşkil eder.
68
Tüm bu varlıkbilimler,
tam da, sanki keşfettikleri şey Varlığın bütünüymüş gibi, Varlığın özel
görünüşlerini betimledikleri için değiştirilmeli (tamamlanmalı ve
düzeltilmelidirler).
Elbette, Varlık olarak
Varlığın yapısı herhangi bir fenomenin çözümlenmesinden yola çıkarak da
incelenebilir (çünkü her fenomen,
Dünya olarak "varolan" Varlığı "ortaya çıkarır"). Ama
Otorite fenomeni çok karmaşık olduğundan, varlıkbilimi başka çıkış
noktalarından itibaren incelemek ve Otoritenin varlıkbilimsel çözümlemesine,
varlıkbilimin ana hatlarını geliştirdikten sonar
girişmek daha yeğdir. Gene de, her farklı fenomen Varlığın belli taraflarını,
diğerlerinin yaptıklarından daha iyi "ortaya çıkarır". Bundan ötürü,
Otorite öneminde bir fenomen varlıkbilimsel incelemelerde ihmal edilemez.
Aslında, çalışma, sürekli bir gel-git içinde gerçekleştirilmelidir: (nihai
olduğu varsayılan) bir varlıkbilimden fenomene iniş; (nihai olduğu varsayılan)
bir görüngübilimden Varlık olarak Varlığa çıkış. Ancak böylelikledir ki bir gün
görüngübilimlere, metafiziklere ve varlıkbilimlere; yani gerçekten nihai; yani
mutlak surette doğru bir felsefeye
ulaşılabilecektir.
B. Çıkarsamalar
69
Önce siyasi Sonuçlar (kendi içinde Devlet) ile başlayıp, ardından ahlâki Sonuçlara (karşılıklı ilişkileri
içinde birey-yurttaş ve Devlet) geçeceğiz ve psikolojik Sonuçlar (kendi içinde birey-yurttaş) ile bitireceğiz …
I. Siyasi Uygulamalar
İktidarın/Gücün bölünmesi (1)
İktidarın aktarımı (2)
70
Siyasi "İktidar", bunu, onu temsil eden ya da
cisimleştiren kişi veya kişiler aracılığıyla icra eden Devletin iktidarıdır.
(Kelimenin geniş anlamında) Devlet
olmaksızın, (terimin asıl anlamında) siyasi İktidar yoktur. İktidarın
"kitle"ye aitmiş gibi göründüğü "demokratik" denen
Devletlerde bile, İktidarı elinde tutup icra eden aslında Devlettir: yalnızca,
bu durumda, Devlet "yurttaşlar"ın bütününde cisimleşmiştir ya da bu
bütün tarafından temsil edilmektedir; ama burada bile, bireyler siyasi İktidarı, "şahıslar"
olarak değil (örneğin, çocukların hiçbir siyasi İktidarı yoktur), ancak yurttaşlar oldukları; yani kolektif
olarak Devleti temsil ettikleri ya da
cisimleştirdikleri ölçüde elde tutarlar. Bu nokta üzerinde,
"demokratik" bir Devletin yurttaşlarının İktidarı, bir oligarşinin
[takımerk], ya da hatta "mutlak" bir monarkın [tekerk, hükümdar] ya
da bir "tiran"ın, "dictator"ün, vs. iktidarından özsel olarak farklılık göstermez.
Aslında, siyasi İktidar
güç üzerine dayanabilir. Ama ilkede bundan vazgeçebilmelidir: sadece bu
durumdadır ki Devletin varoluşu "ilineksel" olmayacaktır, başka
deyişle Devlet sonsuzluğa dek yaşayabilecektir. Öyleyse uygulamaya karşıt olarak bir Devlet kuramı "güç"
kavramını göz önünde tutmaz. Fakat, güç üzerine dayanmayan bir İktidar ancak
Otoriteye dayanabilir. [Foucault].
Not. Otorite üzerine dayanan bir iktidar, elbette, güç
kullanabilir; ama Otorite bir güç doğuruyorsa da, güç, tanımı gereği, asla bir
siyasi Otorite doğuramaz.
71
Tanım gereği, her
siyasi Otorite toptan, ne ise o olarak Devlete aittir. Ama Devlet,
uzay-zamansal dünyada varolabilmek
için "gerçek bir dayanak"a ("maddi dayanak"a) ihtiyaç duyan
"kavramsal" [idéel] bir kendiliktir. Bu "dayanak" bireyler
ya da insani bireylerden müteşekkil gruplar tarafından oluşturulur. Ve böylece
Otoritenin bölünmesi ve aktarımı problemleri belirir.
Devletin
"dayanak"ı aynı zamanda siyasi Otoritenin de "dayanak"ıdır.
Siyasi Otoriteyi "elde tutan" ve "icra eden" Devlettir;
siyasi Otorite Devlette ve Devlet yoluyla gerçektir
(etkindir). Bu gerçek siyasi Otorite
ya özerktir ya da bağımlı. Birinci durumda, bu, Devletin (bireysel ya da ortak/kolektif)
Reis Otoritesidir; ikinci durumda ise, Otoritesini, Reisin Otoritesine bağlı olarak icra eden, (bireysel ya da
toplu) Memur Otoritesidir.
… Reisin Otoritesinin
Memura aktarımı … Memurun bağımlı Otoritesi ile onun özerk Otorite ile
ilişkisinin doğasını belirler.
1.
Otoritenin Bölünmesi
a)
72
(Not.) Öyle görünüyor
ki, siyasi Otoritelerin, yani Devletlerin tarihi boyunca gerçekleşen sadece tek
bir “arı” Otorite tipi olmuştur. Büyük Yunan trajedilerinin bize pek güzel
gösterdiği gibi, “Baba” tipinden olan ailenin Otoritesi ile Devlet Otoritesi
arasındaki şiddetli çatışmalar, başlangıçta iki karşıt Devlet tipinin olduğunu
gösterir gibidir: B → (Y, R) ya da B → (R, Y) Otorite tipinden olan,
aile-Devlet ya da klan [oymak/kabile]-Devlet ve E → (R, Y), hatta E → (Y, R) ya
da R → (Y, E) hatta R → (E, Y) Otorite tipinden olan, kelimenin en modern
manasında Devlet. - Yunanlıların “tiranlık” rejimi ile “özgürlük” rejimi
arasında yaptığı ayrım -ki bu ayrımı tanımlamakta ve anlamakta güçlük çekiyoruz-
E → ve R → tiplerinin karşıtlığından başka bir şey olmayabilir.
(Zaten, asla bütünüyle
gerçekleşmemiş olan) ortaçağ kuramına göre, her Otorite tanrısal
Otoriteden doğar. Özel olarak, Devlet Reisi Tanrı'nın Memurundan başka bir şey
değildir. Fakat, Tanrı aynı anda hem Baba, hem Reis, hem Efendi, hem de Yargıç
olduğundan, tanrısal Otorite, Otoritenin dört “arı” tipinin hepsini içinde
toplar. Ve bu unsurların hepsini Memuruna aktarır. Üstelik, kendisi de
bir tek kişi [personne] olan Tanrı, Otoritesini, böylece kendisinde Otoritenin
dört tipinin hepsini toplayan tek bir Memura aktarır. (“İlk” Memur, Tanrı
tarafından atanır; Memurun bu şekilde doğan Otoritesi, daha sonra kalıtım
yoluyla aktarılır; Tanrı'nın bu “ilk” Memurunun Memurlarının Otoritesine
gelince, bunların otoritesi Tanrının ilk Memurunun onları atamasıyla
doğar ve aktarılır. Ama bu kuram Tanrı iki Memur atadığı için
karmaşıklaşıyordu: bir memur zorunlu olarak bireyseldir (ilkede evrensel
olan Kilisenin Papa'sı), diğeri ise kimi kez bireysel (ilkede evrensel
olan, İmparatorluğun İmparatoru), kimi kez kolektiftir (ulusal Krallar, vs.) Bu
karmaşıklıktan ileri gelen ikircim ihmal edildiğinde bile, skolastik kuramın bu
iki Memur arasındaki ilişkileri ve Otoritelerinin doğasını asla açıkça ve net
olarak tanımlayamadığını söylemek gerek. Başka bir deyişle, Ortaçağ, dini
“alan” ile siyasi “alan”ı net olarak birbirinden ayırmayı bilememiştir (ya da
bunu istememiştir). Bu güçlükler, kilise Memurunu ortadan kaldıran Mutlakiyet
kuramı tarafından giderilmiştir. Siyasi Otoritenin kaynağı burada
bulanık kalır; ama onun, Otoritenin dört tipinin hepsini birarada
topladığı ve tek bir kişide gerçekleştiği [Monark] net olarak ileri sürülebilir.
Ardından, siyasi Otoritenin birçok bağımsız “dayanak” arasında
bölüştürülmesi gerektiğini ileri süren “anayasal” kuramlar gelir. Böylece,
modern “demokrasiler”in temelinde yer alan (ve Rousseau tarafından şiddetli bir
şekilde eleştirilen!), (Montesquieu'nün popüler kıldığı) “güçler ayrımı” ilkesi
(ve problemi) belirir.
73
Şu son zamanlara kadar
siyasi düşünceyi egemenliği altına alan bu kuramı kısaca tartışalım.
74
İlkin, bu kuramın
sadece üç “Güç/İktidar” ayırdettiğini kaydedelim. Adli Güç [Pouvoir judiciaire]
elbette Yargıcın Otoritesine karşılık düşer. Yasama Gücü [Pouvoir législatif],
Reisin Otoritesinden başka bir şey değildir, zira burada söz konusu olan,
“inisiyatif”, “tasarı”, geleceğe ilişkin alınacak kararlardır. Yürütme Gücüne
[Pouvoir exécutif] gelince, şimdide icra edilen, en üst derecede “eylem” olan,
temsilcisinden tam bir “feragat” talep eden, her şeyin, hatta yaşamın bile
Devlete, yani özünde biyolojik olmayan bir şeye bağlılığını isteyen
Efendinin Otoritesine tekabül eder. Başka bir deyişle, -re'sen* ve tartışmasız
itirazsız-, bu kuram, dördüncü kurucu unsuru, yani Babanın Otoritesini siyasi
Otoritenin dışında bırakır. Öyleyse skolastik ve mutlakiyetçi kuramların niyeti
Otoriteyi budamaktır**. Ve siyasi Otorite tam da bu budama nedeniyle
bozulmuştur ya da dağılmıştır (“bölünmüş”tür) denebilir.
* d'office: görev
dolayısıyla, yönetim kararıyla, istemeden; kendiliğinden, otomatik.
** “Amputer” fiili
tıpta “bir organı kesip almak” anlamına gelir.
Burada her şey
anlamlıdır: hem budama olması, hem budanan uzvun tam da Babanın Otoritesi
olması, hem de bu budamanın üstü kapalı olarak, yani bilinçdışı olarak
gerçekleşmesi. Babanın Otoritesi “geleneği”, geçmiş tarafından belirlenimi,
Geçmişin Şimdi içindeki “gerçek mevcudiyeti”ni belirtir. O halde, Babanın
Otoritesinin ortadan kaldırılmasının net olarak “devrimci” bir niteliği vardır:
“anayasal kuram” başkaldırı ve devrim tininden doğar ve gerçekleştiği
ölçüde (“kentsoylu” [burjuva]) devrimini doğurur.
Not. Bu kuram ve,
varsaydığı, imlediği ve doğurduğu Devrim kentsoyludur: Kentsoylu, “soylu
olmayan”*** “aşağı” kökenlerini unutmak ister; “utanç verici” geçmişini
-bilinçdışı olarak- inkâr eder. Babanın Otoritesinin iptaline dair bilinçdışı
bundan ileri gelir. Kentsoylu kendi geçmişinden gurur duyduğu ve kendini
kendine göre ayarladığı ölçüde devrimci değildir. Ancak soyluya karşıtlık
içinde ve bu karşıtlık yoluyla devrimci hale gelir. Fakat, bu karşıtlığın
kendisi yoluyla, soyluluğun exclusive, yani tek bir topluluğa ait olma
değerini tanır, çünkü artık onunla birlikte-varolma olanağı göremez. Ve
onda bir değer görür, çünkü soylunun yerine geçmek ister. Öyleyse
-bilinçdışı olarak- kentsoyluluk değerini; yani, kendi gözünde, sadece
“soylu olmayanlar”ın [roturier] geçmişi olan kendi kentsoylu geçmişini yadsır.
Ancak o zamandır ki “anayasal” hale gelir, yani bundan böyle kendisi için üç
tane olan Güçler ayrımını ileri sürer. Böylece devrimci olur, ya da devrimci
hale gelir.
75
Ama, Geçmişten yoksun
Şimdi, ancak, Geleceği imlediği ölçüde insanidir; yani tarihsel ve
siyasidir (yoksa, bu sadece hayvan gibi insanların şimdisidir. Fakat, Gelecek,
Reisin Otoritesiyle temsil edilir. Bu Otorite, özsel olarak verili olanı aşan
ve sadece verilinin basit sonuçları olmakla kalmayıp, şimdiden onun
içinde gücül olarak mevcut olan “tasarılar”a bağlıdır. “Baba” uzvu malul olmuş
siyasi Otorite, öyleyse zorunlu olarak, siyasi kaldığı sürece, her
şeyden önce (R → (E, Y) ya da R → (Y, E) tipindeki) Reisin Otoritesi haline
gelir. Böylece, “anayasal” kuram, “kentsoysal” devrimci gerçekleşimi
içinde ve bu gerçekleşim yoluyla, zorunlu olarak bir Napolyon'un ya da bir
Hitler'in “Diktatörlüğü”ne varır. Ama, Geçmişten yoksun Şimdinin, insani, hatta
siyasi olabilmek için zorunlu olarak Geçmişi imlemesi gerektiğinden,
Diktatör-Reis her zaman icraat yolunda “devrimci bir tasarı”yı temsil etmek
zorundadır. Böylece, bir Montesquieu'nün “anayasal” kuramı, bir Troçki'nin
“sürekli devrim” kuramıdır.
(Fransa'daki)
1848 olayları üstüne Not. "Kentsoylu" dönem sembolik olarak 1789 ile 1940
tarihleri arasına yerleştirilebilir. 1789/1848 "kentsoylu
devrimi"dir; 1848/1940 ise "kentsoylu egemenlik"tir.
"Devrimci" dönemde, Burjuvazi [Kentsoylu sınıfı] Geçmişe karşı
ve Geleceğe doğru dönmüştür. Bundan ötürü, Geleceğe dayanmak suretiyle,
Şimdiyi aynı zamanda Geçmiş tarafında aşabilmiştir: bir taraftan "Eski
Rejim"in dolaysız Geçmişini yadsırken, "tarihsel" geçmiş yoluyla
ortak belirlenimi kabul edebilmiştir -ya da kabul edebilirdi ya da kabul etse
gerekti. Ama 1848'de, Gelecek başka bir "sınıf" tarafında hak olarak
talep edildi: daha kesin olarak, Gelecek, Şimdi içine, 1789'dakinden başka bir
"devrimci tasarı" biçim altında karışır. 1789 "tasarısı"
tarafından siyasi Otorite olarak yaratılan Burjuvazi, 1848'in tasarısını kabul
etmez ve ona karşı mücadele eder. Öyleyse bu yazgısal tarihten itibaren sadece
Geçmişe karşı değil, ama Geleceğe karşı da döner: Şimdi içinde kapanır. Ancak
böylelikledir ki gerçekten mevcuttur: ancak 1848'den sonradır ki gerçekten
neyse odur; o olmayan her şeye karşıt olarak sadece odur; "burjuva
tini" 1848'de doğmuştur. Aynı anda, Geleceğin olumsuzlanmasıyla, nasıl
olursa olsun tüm Geçmişle bağını koparır. Şimdi tek gerçek olduğu için,
Burjuvazi neyse o olarak gerçekleşir: bu, onun egemenlik dönemidir. Ama ne
Geçmişi ne de Geleceği olan bir Şimdi, sadece "doğal" bir şimdidir,
ne insanidir, ne tarihsel ne de siyasi. O halde Burjuvazinin egemenliği, ne ise
o olarak siyasi gerçekliğin; yani Devletin İktidarının ya da Otoritesinin
tedrici bir yokoluşudur: yaşam, hayvansı yanının, beslenme ve cinsellik
sorunlarının egemenliği altındadır. İnsani, Şimdi, gerek Geçmiş gerekse Gelecek
tarafından aşkınlaştırılmasından bir kalan barındırdığı ölçüde hâlâ ayakta
kalır; ama Şimdide imlenen Geçmiş ve Gelecek artık etkin bir değere sahip
değildir, Geçmiş ve Gelecek Şimdide artık "bilfiil" değildir; bu,
onların sadece "gücül", "kavramsal" ya da
"ideal"; yani salt "estetik" ya da "sanatsal"
mevcudiyetidir. Gelenek "Romantizm" ve Devrim
"gelecekçilik" [futurisme] biçimi altında yaşar; "klasisit"
Şimdi, fiili eylem olan kendi öz unsurundan yoksun olduğundan, tüm yaşamdan
yoksundur. Öyleyse burjuva "Klaisisizm"i yoktur.
77
Ayrıca denilebilir ki
Babanın Otoritesi Köyde demirlemiştir, oysa Kent onu "tanımama"; yani
onu yok etme eğilimi gösterir. Köy "süre"yi yaşar, Kent ise "zaman geçirir". Fakat süre; yani
zamanın tamamı, sadece "an"ı
değil, zorunlu olarak Geçmişi imler: Geçmişte ve geçmiş yoluyladır ki uçup
giden "an" sürer ve ve varolur. Buna karşılık, Geleceğin
baskısı zamanın geçişine, akışına yol açar. Şimdi ancak in statu nascendi* "etkin"dir,
"etkili"dir, "fiili"dir. O halde Kent, anlık Şimdiyi
"fiili hale getiren" Geleceği düşünerek, Geçmişi unutma
eğilimindedir, oysa ki Köy, onu Geçmişe yansıtmak suretiyle Şimdinin süresini
yaşar (mevsimlerin yenilenmesi, vs.) Başka bir deyişle, Babanın Otoritesini
tanımak için doğal bir eğilim taşıyan Köydür, oysa ki Kent, "Baba"
unsurunu dışlayan ve ona karşı koyan bir Reis Otoritesini kolayca tanır.
Budanmış (ve sonra da bölünmüş) iktidara dair “anayasal” kuram gibi onun siyasi
gerçekleşimi de, öyleyse, Kentin Köy üzerindeki bir hakimiyetini imlerler ve
varsayarlar: bu, özsel olarak kentsel bir kuram ve bir gerçekliktir.
Budanmış, yani “Baba”
unsurundan yoksun siyasi Otoritenin ne olduğu sorulabilir.
* doğum anı itibariyle,
"asıl biçiminde" (in its original form)
78
Eğer Babanın Otoritesi,
ancak siyasi Otoritenin dışına yansıtılarak korunursa, gelip Ailede
yerleşecektir. Bu “otoriter” Aile tanım gereği (Baba Otoritesi olmayan) Devlete
karşıt olacaktır.
Not. Aslında yenik düşmüş
olan Ailedir. Ve bunun “görüngübilimsel” ve “metafizik” sebebi gösterilebilir.
Buna karşılık eğer
Babanın Otoritesi tamamen yok olursa, (bunun, az çok, “anayasal” kuram ve
gerçeklik durumu olması gibi) Devlet artık onunla uğraşmak zorunda
olmadığından, (siyasi Otoriteden “Baba” unsurundan başka unsurların budanmış
olduğu durumlardan bahsetmezsek) her biri iki çeşitlemeye sahip üç olasılık
kendini gösterir:
R → (E, Y) ya da (Y, E)
E → (R, Y) ya da (Y, R)
Y → (E, R) ya da (R, E)
R → (-) durumu, siyasi
Otoritenin içten ve bilinçli olarak devrimci olduğunu; yani ona özsel
olarak yeni bir gelecek “tasarı”sının, hatta gelecek üstüne dayanan geçmişe
ve şimdiye karşıt bir gelecek tasarısının hükmettiğini ifade eder. R →
(E, Y) çeşitlemesi, “bolşevist” (Lenin) tipini, R → (Y, E) çeşitlemesi ise
(asla bütünüyle gerçekleşmemiş) “menşevist” ya da “sosyal demokrat” tipini
verir. Buna karşılık, E → (-) durumu, Şimdinin, eylemin, “risk”in üstünlüğünü
ifade eder; bu, nihayetinde, asli olarak askeri bir Otoritedir. E → (R, Y)
çeşitlemesi, belli bir ölçüde, germanik ya da hitlerci “emperyalizm”e tekabül
eder (ki bu emperyalizm gene de, diğer üç unsurla gerçek bir ahenk içinde
olmayan Babanın Otoritesi unsurunu imler); E → (Y, R) çeşitlemesi -aslında daha
karmaşık olan gerçekliği biraz zorlayarak- anglosakson, hatta “burjuva”
“emperyalizmi”ne karşılık düşer.
79
Fakat, R → (-) durumu
tanım gereği “sürekli bir devrim”i, yani özsel olarak istikrara ve
gerçek süreye sahip olmayan belirsiz bir Devleti ifade eder. E → (-)
durumuna gelince, bu da, istikrarlı, yani nihai bir siyasi biçimi temsil
etmez, böyle değildir çünkü, dünya yuvarlak olduğundan, (her savaşçı girişimden
beklenen risklerden bahsedilmediğinde bile) askeri olanaklılıklar sınırlıdır. O
halde (basit uygulamaya karşıt olarak) bir Devlet kuramı bu iki
olasılığı reddetmek zorundadır.
Geriye üçüncü çeşitleme
kalır: Y → (-). Adaletin “ebedi” ilkeleri üstüne dayanan bu Otorite
biçimi istikrarlı ve nihai olabilirmiş gibi; yani kavramsal olarak bile
kabul edilebilirmiş gibi görünür. Ama bu sadece bir yanılsamadır. Siyasi
Otorite Geçmişi imlemediği ölçüde, (artık iki kipe sahip olmayan)
“zamansal” unsuru artık “ebedi” unsur ile uyum içinde değildir: Efendinin
Otoritesi (Şimdi) ve Reisin Otoritesi (Gelecek), o halde, Yargıcın Otoritesine
(Ebediyet) zorunlu olarak karşı koymak zorundadır. Fakat, eğer Zaman karşıt,
ya da daha kesin olarak, zamandan ayrı Ebediyet, artık hiçbir gerçekliğe
sahip değildir, Reisin ve Efendinin Otoritesinden ayrı Adalet de tüm gerçek
Otoritesini yitirir. Öyleyse gerçekliğini ya Reisin Otoritesinden, ya da
Efendinin Otoritesinden almalıdır. Ama o zaman “boyun eğer” ve biz de yeniden R
→ ve E → durumlarına geri döneriz. Eğer onu, hakim yalıtımı içinde
tutmak istiyorsak, öyleyse onu asıl anlamda Devletten başka bir siyasi
gerçeklik üstüne dayandırmak gerekir. Ama siyasi olan bir gerçeklik gene
de Devletin kendisinden başkadır -bu, “Sınıf” adı verilen şeydir- (zira
Aile Babanın Otoritesine dayanak sağlamakla birlikte Yargıcın Otoritesine sağlamaz).
O halde, söz konusu Adalet zorunlu olarak Marx'ın “sınıfın adaleti” adını
verdiği şey olacaktır. Bu durumda, Y → tipinde Devlet özsel olarak “burjuva”
olacaktır, Devlet aslında burjuva “sınıfı” tarafından soğurulmuştur. O halde,
burjuva egemenliği dönemi için karakteristik olan, Y → tipidir, Y → (E, R)
çeşitlemesi, burjuva “muhafazakarlığı”na tekabül eder, Y → (R, E) çeşitlemesi
ise “liberalizm”e ya da “radikalizm/köktencilik”e karşılık düşer (örneğin,
“radikal-sosyalistler”).
81
Not. … bir Aile ve bir
“aile Babası” nedir? Kesinlikle çiftin kendisi ya da koca değildir: çift,
hayvani değil, insani olsa da; yani “sevgi” üstüne dayansa da, siyasi
bir kendilik oluşturmaz. Ama çocukların birinin, ikisinin ya da hatta
“birçoğunun” mevcudiyeti de, siyasi kendilik olarak, bir aile
oluşturmaz: çocuk yapmak tamamen biyolojik, hayvani bir etkinliktir ve
çocukların sayısı durumda hiçbir değişiklik yapmaz. Aile sadece sui generis
insani bir kendiliktir ve “yurttaş” olmaya elverişli; yani siyasi Otoriteyi
-Devleti- “tanıyan” siyasi bir kendiliğe dönüşmesi ancak: 1) çocuklarını
eğittiği (yani, yeni-doğan hayvanı insan haline dönüştürdüğü) ve 2)
“malvarlığı” [Patrimoine] adı verilen bir eserin yaratımında ve korunmasında
ortaklaşa çalıştığı ölçüde mümkündür. Eğer Devlet aileden çocuklarını
eğitme hakkını ve ödevini alırsa, Ailenin siyasi özünün tek gerçek temeli
bu halde Malvarlığıdır. Bu Malvarlığı, toptan düşünüldüğünde Aileye aittir; bu
Aile kendi gerçek siyasi (kolektif) “bireyliğini” ancak bu Malvarlığının
birliğinden alır. O halde Malvarlığı özsel olarak bölünmez ve
devredilemezdir; öyleyse zorunlu olarak bir “gayrimenkul”, bir “toprak”tır.
“Aile babası” tarafından “idare edilir” ve aile babası ancak Malvarlığının
“idarecisi” olarak yurttaş olabilir.
83
Eğer Baba unsuru
silinirse, Yargıç unsurunun zorunlu olarak Reis ve Efendi unsurlarına karşı
duracağını görmüştük. Öyleyse adli gücün, diğer iki “güç”ten ayrılması doğal
bir süreçtir. Kaydedelim ki “güçler ayrımı” fikrinin (daha Orta çağda; bkz. Magna
Charta libertatis) tarih sahnesinde belirmesi, bağımsız bir “yargı
gücü”nün icap etmesiyle olmuştur. Ve en aklanmış olarak görünen “ayrım” budur:
bugün biz onda ister istemez siyasi bir “aksiyom” görüyoruz.
84
… siyasi kurama dair
bir (“Kantçı”) antinomi karşısındayız... Ve bu, burada özsel olarak ayrı
kendiliklere dair bir karışıklık olduğunu varsaymamıza yol açar: Bu kendilikler
şunlardır: (Devlet Reisini ve onun memurlarını olduğu gibi yurttaşları da
yurttaş olarak yargılayan) “siyasi” adalet ve (insanları birey ya da
ailelerin ve “toplum”un üyeleri olarak yargılayan: medeni kanun ve ceza
kanunu) “özel” adalet.
… Yargıç, ya da siyasi
Mahkeme, (siyasi) Yargıç Otoritesinin tamamını üstlenmek ve diğer
Otoritelerden ayrılmak, hatta onlardan bağımsız olmak zorundadır. Bunun anlamı
şudur ki o, kendisinin temsil ettiği “yasalar”dan başka hiçbir yasanın
kılavuzluğunu izlemeksizin yargılamak zorundadır. Bilhassa, Anayasaya dayanarak
hüküm vermemelidir: zira bu durumda (Anayasada değişiklik yapabilecek olan)
“yasama gücünün” Otoritesini tanımış ve ondan “ayrılmamış” olacaktır.
85
Not.
… “güçler”in ayrılmış olduğu Devletlerde,
yasama “gücü”, yürütme “gücü”nü zayıflatma, hatta ortadan kaldırma
eğilimindedir, oysa ki yürütme gücü -aslında gerçek iktidarı elinde
tuttuğundan, daha az “inançla”- yasama “gücü”nü bir yanılsama haline getirmeyi
dener.
Metafizik dilde
konuşursak, -salt güç olmadığı ölçüde- Reisin Otoritesinden başka bir şey
olmayan yasama “gücü”, Geleceğin varlığının “otoriter” yanını temsil ederken,
Efendinin Otoritesini gerçekleştiren yürütme “gücü” ise Şimdiyi temsil eder.
Fakat, Şimdiden ayrı Gelecek tüm metafizik “töz”den yoksun arı bir
soyutlamadır. … yürütmeden ayrılmış yasama, sonradan, gerçekleşemeyen
(yani; Şimdide ayakta kalamayan) Şimdiyle (yani; gerçeklikle)
bağı olmayan bir “Ütopya” oluşturur ve kendisini üreten Otoriteyi ve bu
otoriteyle birlikte, “ayrılmış” biçimi altında Devletin kendisini de yıkıma
sürükler. Şimdiye gelince, Gelecekten koptuğu ölçüde, “insani niteliğinden
uzaklaşır”. Bunun siyasi düzlemde anlamı, “ayrılmış” yürütme “gücü”nün, basit
“yönetim” [administration] ya da “polis” (“Jandarma-Hükümet [gouvernement]”)
haline dönüştüğüdür: sadece olanı, yani; “ham” veriyi hesaba katan arı
bir “teknik” haline gelir. Fakat, “ham veri” karşı karşıya gelmiş kuvvetlerin
durumundan başka bir şey değildir.
88
Not
2. Reis Otoritesi “tasarı”nın ya da, bir
“program”ın otoritesidir. O halde bu Otoritenin kendiliğinden doğuşu … bir
oylama yoluyla açığa çıkan “tanıma” edimi içinde ve yoluyla gerçekleşir.
90
Her zaman, siyasi
suçlar, diğerlerinden daha sert biçimde cezalandırılmıştır... Modern
demokrasilerde siyasi yumuşaklık eğiliminde olunması tek bir şeyin delilidir:
genel olarak “siyasi”nin her anlamda kaybolması.
O halde, budanmış
siyasi Otoritenin bölünmesi iki parçalıdır: (siyasi) adli Otorite ve (aynı zamanda
yürütmeci-Efendi de olan yasamacı-Reisin, ya da tersinin) hükümet Otoritesi. Ama Babanın Otoritesi
unsurunu siyasi Otorite içine yeniden sokmanın faydalı olduğunu görmüştük.
Yurttaşların sayısını “aile Babaları”nın sayısına indirgemenin mümkün olmaması
(ya da arzu edilir olmaması) ölçüsünde, bu, Hükümetin ya da Yagıcın
Otoritesinden ayrı; yani, bağımsız bir “dayanak”a sahip bir Baba Otoritesinin
yaratılmasına eşdeğerdir. Böylece, siyasi Otoritenin üç parçalı, ama “anayasal”
kuram tarafından salık verilenden daha farklı bir bölünüşünü buluyoruz. Siyasi
Otorite (Devlet Otoritesi) şöyle bölünür: 1) “dayanak”ı “aile babaları”nın
“temsilcileri”nin sansürcü-Senatosu olan (Babanın) arı Otoritesi; 2) Hükümet
Otoritesi; yani, dayanak olarak a) (bireysel ya da kolektif) Devlet Reisini b)
Memurları c) (atanmış ya da “seçilmiş” olarak) “açığa çıkan” Meclisi olan
“bileşik” Reis-Efendi ya da Efendi-Reis Otoritesi; 3) “dayanak”ı (kura çekimi
yoluyla üye toplayan) siyasi Mahkeme olan Yargıcın (arı) Otoritesi. Devlet, bu
üçlü Otoritenin gerçekliğinden başka bir şey değildir.
b)
94
Eğer siyasi Otoriteler
bölünürse, doğaldır ki her biri ayrı bir “dayanak”a sahip olmalıdır. Başka bir
deyişle, her Otorite özel bir kişi tarafından cisimleştirilmelidir. Ama yine,
bu kişinin tek bir birey mi yoksa bir “kurul” mu olacağını sormak gerekir. Ve
aynı soru siyasi Otorite bölünmediğinde de kendini gösterir.
Genelde problem, bu son
biçimi altında tartışılır.
“Klasik” sınıflandırma
şu şekildedir:
Bir ve bölünmez siyasi
Otorite:
1. bir tek kişiye
-Monarşi/Tekerki (Tirani/Despotizm)
2. bir partiye (yani:
azınlığa) – Aristokrasi (Oligarşi/Takımerki)
3. herkese – Demokrasi
4. aittir
Bu bölünme çok
“Kantçı”dır... üç nicelik kategorisi … birlik-çokluk-bütünlük … Ama siyasi
bakış açısından, doğru değildir.
Gerçekte, siyasette
önemli olan şey, eylemin/etkinin son tahlilde bir tek insandan mı yoksa bir
“kurul”dan mı kaynaklandığını bilmektir. Bu bakış açısından, bir tek kişi ve,
hangisi olursa olsun, bir grup arasındaki fark, az çok geniş gruplar arasındaki
farktan daha büyüktür. Çünkü, siyasi olarak, Otoritenin kolektif “dayanak”ı
asla ona tâbi olanların hepsini imlemez. Hatta en aşırıcı “demokrasi”de
bile, “herkes” terimi, (Devlet içinde yaşayan) tüm insanları değil, ama “tüm
yuttaşlar”ı ifade eder. Fakat yurttaşlar ile yurttaş olmayanlar arasındaki
sınır her zaman az çok keyfidir (bkz. Kadınlar, çocuklar, deliler, vs.
problemi), öyle ki Otoritenin “dayanak”ı her zaman az çok bir “kısım”*, bir
“birçok” değerine sahiptir. Dahası, siyasi gerçeklik içinde,
“iktidar/güç” tüm yurttaşlara bile ait değildir: çoğunluğa, yani;
bir kısma aittir.
* partie: bölüm, parça,
kısım
96
Siyaseten doğru sınıflandırma
öyleyse şu şekilde olacaktır:
(Bölünmez) siyasi
Otorite bir “dayanak”a sahiptir:
I. bireysel
II. kolektif:
aşağıdakiler tarafından oluşturulur.
1. yurttaşların bir kısmı,
a. bir azınlık
b. bir çoğunluk, oluşturmak üzere
2. tüm yurttaşlar (sınır durum)
97
Not. … burada söz konusu
olan … dini Otoriteye karşı durabilen siyasi Otoritedir. Yurttaşların hepsi,
siyasi Otoriteye “dayanak”lık etme görevi görseler bile, yine de bir
siyasi Otorite vardır, zira her biri bu otoriteye ancak örneğin homo
economicus ya da homo religiosus değil de, yurttaş olduğu
ölçüde “dayanak”lık etme görevi görür. Öyleyse, dindar, vs. olarak, yurttaş
sıfatımla benim kendisine “dayanak” hizmeti yaptığım siyasi Otoriteyi
“tanıya”bilirim, yani yaratabilirim. Bu durum o halde kuramsal olarak bir
varlığa sahiptir. Ama siyasi olarak gerçek dışıdır, bu şekilde
“desteklenmiş” Otorite ayakta kalmayı başaramaz.
98
… aslında, siyasi
Otoritenin “dayanak”ı sadece Devletin (ya da “Hükümet”in) Reisi değil, bir de
memurların toplamıdır. O halde sorumuz, memurlar gövdesinin yurttaşların
çoğunluğunu oluşturup oluşturmaması gerektiği sorusuna; yani mümkün olduğunca
yurttaşı “memurlaştırmak” gerekip gerekmediği sorusuna indirgenir.
2.
Otoritenin aktarımı
99
… her Otorite
içinde:
1) Otoriteyi dolaysızca
elde tutan kişi: (Devlet Reisinin) “özerk” Otoritesi;
2) Otoriteye ancak
Reise bağlı olarak sahip olan kişi: (Memurun “bağımlı” Otoritesi.
Ayırtedilebilir.
… kendiliğinden doğuşuna
karşıt olan Otoritenin aktarımı:
1) kalıtım
2) seçim
3) atama
yoluyla gerçekleşir.
II.
Ahlaki Uygulamalar
102
“Otorite ahlâkı” ya
da “otoriter ahlâk” diye (bireysel ya da kolektif) insani bir varlığın etkin
davranışının, Otoriteye “dayanak” hizmeti yapabilmek için, tabi olmak zorunda
olduğu kurallar bütününe diyoruz.
103
… otoriter ahlâkın dört
“arı” tipi arasında, “burjuva” ahlâkına en çok yaklaşanı, Yargıç Otoritesinin
ahlâkıdır.
104
Pratikte, Otorite
neredeyse hiçbir zaman yalıtılmış “arı” bir tip biçimi altında varolmadığından,
ayrıca “bileşik” otoriter ahlâkları geliştirmek de gerekeceğini ekleyerek, probleme
işaret etmekle yetinelim.
III.
Psikolojik Uygulamalar
105
“Otorite psikolojisi” ile, insanın, (verili bir tipin) icra edilen ya da maruz kalınan Otoritesini hissetme biçimini anlıyoruz.
... maruz kalınan Otoritenin psikolojisinin kuramsal incelenişi içkin faydasına ek olarak tartışma götürmez bir pratik değere sahiptir.
Gerçekte, her ussal, yani hakikaten etkili “propaganda” ya da “demagoji” için temel hizmeti yapması gereken şey, işte bu psikolojinin bilgisidir. (“Demagoji” ile halkın siyasal eğitimini, yani; bugün “propaganda” adı verilen şey tarafından sağlanan olanakları kullanan pedagojik bir etkinliği anlıyoruz.) Ancak tipik insanın bir Otoriteye maruz kaldığında hissettiklerini; yani, dolayısıyla, Otoriteyi icra edenlerden beklediği şeyleri bilerektir ki onun gerçekten bir otoriteyle ve “uygun biçimde” icra edilen bir Otoriteyle muhatap olduğu gösterilebilir; ya da en azından, o, bunun böyle olduğuna inandırılabilir. Ve hatta, ona, “doğru biçimde” icra edilen ya da maruz kalınan Otoritenin “normal” (hatta “ahlaki”) halinde hissedilen şeyi fiilen hissettirmek suretiyle, psikolojik tepkileri düzeltilebilir – ve düzeltilmelidir.
106
... siyasi Otoritenin “normal psikoloji”sini oluşturmak, onun ahlâkını bilmeksizin, mümkün değildir; bu da Devlet biçimi altındaki Otoritenin siyasi gerçekleşiminin bilgisini gerektirir
Ekler (1942'de Fransa'da varolan Otorite)
107
Mareşal (Philippe Pétain) halka sık sık
“Önünüzden gidiyorum, beni takip edin!” derken, bu Reis Otoritesine
dayanıyordu. Bir tasarının ya da bir programın, halk tarafından
anlaşılmadığında bile, sadece Mareşal tarafından önerilmiş ya da desteklenmiş
olması dolayısıyla, “tepki” gösterilmeden kabul edilmesi işte bu Reis
Otoritesinden geliyordu.
108
… Mareşalin ilerlemiş
yaşı, çoktan utkunun (zaferin) doruğuna ulaşmış olması ve, genel olarak,
karakterinin aşikar “soyluluğu”, tüm bunlar Yargıç Otoritesine de bürünmesine
yardımcı olmuşlardır. … “Şahsımı Fransa'ya bağışlıyorum.” [John Berger, Sanat
ve Devrim, s.8: Deli Pedro: "Sizlere yeryüzünün en değerli şeyini -şanımı-
emanet ediyorum."]
Mareşal ... “babacan”
tutumu ve tonuyla bu Baba otoritesini açığa vurur. Ve halka, Mareşali Reis
olarak takip ederse, ona bir Efendi olarak gözü kapalı güvenirse, onu bir
Yargıç olarak kabul ederse, sadece günün doğrudan çıkarlarına ve gelecek
perspektifine değil, ama geçmişin geleneklerine de ihanet etmemiş olacağı
güvencesini veren işte bu Baba Otoritesidir.
109
(Not.) “Hükümet”
Otoritesi, yani; 1940'ın mütareke zamanında ER tipinde olmuş gibi görünen
Efendi-Reis “bileşik” Otoritesi, CM tipinde “hükümet” Otoritesine dönüşme
eğilimi gösterir. [Baba, Efendi, Yargıç, Reis]
110
... Geleceğin Otoritesi
(=Reis Otoritesi) Geçmişinkinden (=Baba Otoritesi) daha güçlüdür. ... Baba
Otoritesi, Reisinkini “kurmaz”, ama ona “yardım eder”.
... Baba ve Yargıç
Otoritelerine temel hizmeti yapması gereken, “hükümet” Otoritesidir (Reis ya da
Efendi Otoritesidir); ve hükümet Otoritesinde ağır basması gereken, Reis
Otoritesidir. Öyleyse tam Otorite, REBY (ya da belki REYB) tipine yönelirmiş
gibidir.
111
Bir Şef, belirli bir
gelecek gözönünde tutularak şimdinin dönüştürülmesini öneren, iyice tanımlanmış
bir “tasarı”, geliştirilmiş bir “program” bildirmeksizin sonsuza değin Reis
olarak kalamaz.
112
Kuşkusuz, böylesi bir
“program” için “Topos”, “mantıki yer” çoktan vardır ve buna “ulusal Devrim”
denir. Ama itiraf etmek gerekir ki bu “yer” hâlâ boştur.
(Not.) ... Mareşalin
Otoritesi güncel olarak siyasi bir ideali temsil etmektedir. Ama her
ideal, eğer gerçekleşmezse ya da en azından gerçekleşme eğilimi göstermezse,
yitip gider. Fakat gerçekleşme yolundaki her ideale, fikir [idée] denir;
bununla edimi doğuran, veriyi ideale bağlı olarak dönüştüren somut ve yapıcı fikir
anlaşılır (ideal, gerçekleşimini takiben en az veri kadar dönüşüme uğrar). O
halde Mareşalin bir siyasi fikir haline gelebilmek için bir ideal
olmayı bırakması gerekir. Bunun anlamı, Mareşalin bir ulusal Devrim programını
beyan etmek ve seferber etmek zorunda olduğudur.
113
Ulusal
Devrim Üzerine Açıklamalar
“Devrim” diye, mevcut
siyasetin geleceğe bağlı olarak etkin dönüşümüne diyoruz, ki bu dönüşüm mevcut
verinin bir olumsuzlanmasını imler, yani mevcut veride şimdiden (tohum
olarak) imlenen şeyin basit bir gelişimi değildir. (Öyleyse gelecek,
terimin güçlü ve asıl anlamında, yani henüz olmayan ve önceden olmamış
olan şey olarak anlaşılmalıdır).
Devrim, mevcut
siyasetin etkin dönüşümü, geçmişin bütünüyle devamlılığın çözünümü
olmaksızın, gerçekleştiğinde “ulusal”dır. (Doğrudan geçmiş yadsınabilir
ve yadsınmalıdır, zira şimdinin “doğal” ya da “otomatik” evrimini, devrimci
eylemin ona atfetmek istediği yöne karşıt bir yönde yönlendiren odur.)
Bu tanım ulusal
Devrimin “çerçeveler”ini tesbit eder: “mantıksal yer”ini, Aristotelesçi “topos”unu
gösterir. Söz konusu olan, bu toposa bir “içerik” vermektir.
Bu “içerik”, “devrimci fikir”
diye adlandırılabilir. Devrimci fikir (tutarlı mümkün ölçüsünde
ve evrensel, yani; bütün somut vakaları “çıkarsamaya” olanak tanıyan
ilke olarak), şimdinin dönüştürücü ve siyasi geleceğin yaratıcı eylemini/etkisini
doğurabilen ve doğurmak zorunda olan bir kuram [teori] ya da öğretidir
[doktrin]. Fikir, bir tasarı “açıklayarak”, bir “hedef” göstererek eylemi
başlatır; ve bir “program” hazırlayarak eylemi belirler ve ona rehberlik eder.
“Ütopik” olmamak için, bu tasarı ve bu program, bir yandan mevcut siyasete
karşı durarak, öte yandan onu hesaba katmak zorundadır: bunlar, (varolmayan
koşullar varsayılarak değil) ama verili şimdiden yola çıkılarak
gerçekleştirilebilir olmalıdır.
114
(Not.) Genelde ulusal
Devrimin henüz gerçekleşmemesinden ya da yapılmamasından söz edilir. Ama
bir Devrim asla gerçekleşmez. Bir şey gerçekleştiği ölçüde, bu
bir şey devrimci olmayı keser. Devrim daima gerçekleşmekte olan, olma
yolunda olan bir şeydir. Ve verinin olumsuzlanması edimiyle gerçekleşmekte
olan şey, tam da devrimci fikirdir. O halde, yeni siyasi bir gerçekliğin
namevcudiyetinden değil, devrimci bir fikrin olmayışından “şikayet
etmek” gerekir. Ve işe bu fikrin geliştirilmesiyle başlamak gerekir.
Eğer kendimizi
“devrimci bir durum” karşısında, yani; belirli bir şimdiden doğrudan geçmiş
dolayısıyla vazgeçmeye ve (bir yandan geçmişin bütününe bağlanan)
olumsuzlayıcı eylemin müdahalesi olmaksızın bundan doğacak olandan başka bir
geleceğe temel hizmeti yapması gereken bir şimdinin etkin (yani yaratıcı)
gerçekleşimine katkıda bulunmaya hazır bir ulusla yüz yüze bulunuyorsak, bu
durumu “iyiye kullanmak”ta fayda vardır. Bu, halka devrimci bir fikir diye
sunularak kullanılabilir. Ama henüz böyle bir fikre sahip değilsek (ya da eğer,
herhangi bir sebeple, onu hemen açıklamak ya da seferber etmek istemiyor ya da
bunları yapamıyorsak), bu fikir varmış gibi davranmak [simuler] gerekir.
Devrimci bir durum ancak devrimci bir eylem haline gelmek koşuluyla
ayakta kalabilir. Devrimci eylem, devrimci fikrin gerçekleşme sürecinden başka
bir şey değildir. Fikir olmaksızın, asıl anlamda devrimci eylem yoktur,
yani; gerçekten yeni siyasi bir gerçekliğin yaratımı yoktur. Ama bir
fikir simulakr'ı, bir devrimci eylem simulakr'ı doğurabilir ve bu
yalancı-devrimci etkinlik (belli bir zaman boyunca) (onsuz hiçbir gerçek
devrimci eylemin mümkün olmadığı) devrimci durumun ayakta
tutulmasına katkıda bulunabilir.
115
Bir “simulakr”,
“içeriği” değiştirerek ya da silerek, “biçimi” muhafaza eder. O halde söz
konusu olan, ulusa, devrimci havaya sahip siyasi biçimler sunmaktır, bir
yandan da bunlara “saldırgan olmayan” bir içerik, yani; ya hiçbir içerik ya da
devrimci olmayan; başka bir deyişle, mevcut veriyle (siyasi güçlerin ve
olasılıkların verili bölüşümüyle) uyumlu bir içerik yüklemektir.
Fakat öyle görünür ki
böylesi ulusal devrimci fikir simulakr'ı bulmak, bu fikrin kendisini
sunmaktan daha kolaydır.
116
RE Otoritesi, “hükümet”
Otoritesidir. R → tipinde olan bütünsel siyasi Otorite (Devlet), orada ağır
basan Hükümettir. Başka bir deyişle, tüm inisiyatifler ona çıkar.
Devlet
Reisi
kendi (sivil ya da askeri) “hükümet” Otoritesini atama yoluyla aktarır
(ama ardılını atamaz). R Otoritesinden (“yasama” Otoritesinden)
faydalanan ve devrimci fikrin (yasa tasarıları, vs.) ayrıntılarını (somut
uygulamalarını) hazırladıkları kabul edilen Devlet sekreterlerini
kendisi atar. E Otoritesinden (“yürütme” Otoritesinden) yararlanan, ve onları
atamış olan Devlet Sekreterlerinin hazırladığı tasarıları hayata geçirmek
zorunda olan Bakanların hepsini atar. Bu bakanlar da kendi Memurlarının
her birini atarlar.
Devlet Reisinin
Otoritesi kendiliğinden doğar. Bu Otorite, başka bir aday gösteremeksizin
sadece bu oylamayı reddedebilen, (üyeleri öncüsü tarafından atanmış) bir açığa
çıkarıcı Meclisin güven oyu ile “açığa çıkar”.
119
… hükümet Otoritesi,
barış zamanında RE tipinde ve savaş zamanında ER tipindedir.
.
.
.
.