.
.
.
melih apa, görünmez sergisinden
göç, karışık
teknik, 103 x 92 x 6 cm. 2017 mersin
.
.
Rota
Politikada
Yönümüzü Nasıl Bulacağız?
Bruno Latour
Où
atterir? Comment s’orienter en politique 2017
(Çev.
Orçun Türkay), Kolektif Yayınları, İstanbul, 2018
İçindekiler
I
Bir
siyasal kurmaca varsayımı: Eşitsizlik patlamasıyla iklim
durumunun
inkârı aslında tek bir olaydır. 9
II
ABD’nin
iklim anlaşmasından çekilmesi sayesinde, en sonunda
nasıl
bir savaşın ilan edildiğini açıkça öğrendik. 11
III
Göç
sorunu şimdi yeni ve çok sapkın bir evrensellik -toprağından
yoksun
kalma- sunarak herkesi ilgilendiriyor. 15
IV
Artı-dünyasallaşmayla
eksi-dünyasallaşmayı birbirine
karıştırmamak
gerekir. 20
V
Dünyasallaşmış
yönetici sınıflar dayanışmanın getirdiği tüm
yüklerden
yavaş yavaş kurtulmaya nasıl karar verdi? 25
VI
Ortak
dünyadan vazgeçilmesi olgulara bağlı güven duygusunu
belli
oranda altüst etti. 30
VII
Üçüncü
kutbun ortaya çıkışı Yerellikle Küresellik arasındaki
klasik
modernleşme yönelimini yıktı 34
VIII
“Trumpizm”in
icadı dördüncü bir çekim merkezinin,
Toprak-Dışı’nın
saptanmasını sağladı. 42
IX
Yerküreselliğin
çekim merkezini saptayarak,
yeni
bir jeopolitik yönelim tanımladık. 47
X
Politik
ekoloji nedenbahisler düzeyinde bir başarı kazanamadı? 53
XI
Politik
ekoloji neden Sağ/Sol karşıtlığından kurtulamadı? 57
XII
Toplumsal
mücadelelerle ekolojik mücadeleler arasında
nasıl
bir bağlantı kurulabilir? 64
XIII
Toplumsal
sınıf mücadelesi bir jeo-toplumsal
yer
mücadelesine dönüştü. 67
XIV
Bilimlerin
tarihine bakış belli bir “doğa” mefhumunun politik
konumların
donup kalmasına neden olduğunu anlamamızı sağladı. 72
XV
Modern
Sol/Sağ karşıtlığına dayalı bakışın ele geçirdiği
“doğa”nın
büyüsünü
ortadan kaldırmalıyız. 78
XVI
Nesnelerden
oluşan bir dünyanın direnci
faillerden
oluşan bir dünyanınkine benzemez. 81
XVII
Kritik
Bölge bilimlerinin siyasal işlevleri öteki doğa bilimlerininkine
benzemez. 85
XVIII
Üretim
sistemiyle doğurma sistemi arasındaki çelişki büyüyor. 89
XIX
Yaşam
alanlarının yeniden tanımlanması - olası
şikâyet
defterleri modeli. 97
XX
Kişisel
eski kıta övgüsü. 105
I
10
… kamusal
yaşamdaki duygulanımlar, … bahisler…
Bu deneme…
kimi politik duyarlıkların yeni nesnelere yönlendirilip yönlendirilemeyeceğini
araştırıyor.
II
11
jeopolitik
bahisler
Baba Bush,
1992, Rio “Yaşam tarzımız pazarlık konusu yapılamaz.”
12
Bir zamanlar
sınırların sistemli biçimde yıkılmasını öğütleyen ülkelerin şimdi birden
sınırlara düşkün olması zaten belli bir dünyasallaşma anlayışının sona erdiğine
işaret ediyor.
14
Herkes
toprağından yoksun kalma duygusuyla sınanıyor.
III
16
… hani
insanlar alışkanlıklarının ve mülklerinin dört bir yandan saldırıya uğradığını
duyumsuyormuş gibi.
Sizden
doğayı korumanız istendiğinde başka -sıkıntıdan esniyorsunuz-, yurdunuzu
korumanız istendiğinde başka -anında harekete geçiyorsunuz- duyguların devreye
girdiğini fark ettiniz mi?
adaletsizlik
duygusu
17
Yeni
evrensellik, zeminin çökmekte olduğunu duyumsamaktır. [Belki bu düşünce
dizgesinin başına Baudrillard’ın simulakr ve simülasyon kuramını koyabiliriz]
Göçler,
eşitsizlik patlaması ve Yeni İklim Rejimi’nin yarattığı tehdit aynıdır.
Yurttaşlarımızın çoğu yerkürenin başına gelenleri önemsemiyor ya da inkâr
ediyor, ama göçmen sorununun düşledikleri sağlam kimliği tehlikeye attığını çok
iyi kavradılar.
Şimdilik
“popülist” olarak nitelenen partilerin kışkırtması, işlemesi sonucunda ekolojik
değişimin tek bir boyutunu kavrıyorlar: Değişim onların istemediği insanların
sınırlardan geçmesine neden oluyor; buna da şöyle yanıt veriyorlar: “Sapasağlam
sınırlar kuralım, böylece işgalden kurtuluruz!”
Ama bu
aslında onların henüz tam anlamadığı aynı değişimin bir başka boyutu: Yeni
İklim Rejimi uzun süredir tüm sınırları ortadan kaldırıyor, dolayısıyla dört
bir yanımız açık. Bu işgalcilere karşı duvar örme olanağımız da yok.
18
Ne
devletlerin egemenliği ne de sınırların sağlamlığı politikanın yerine geçemez
artık.
En temel hak
insanın kendini güvende ve koruma altında hissetmesidir, özellikle de eski
koruma yöntemlerinin yok olmakta olduğu süreçte.
19
toprağa
bağlanmak ≠ dünyasallaşmak
Politik
sorun, yollara düşmek zorunda kalan tüm insanları bir yandan kimliklerin ve
sağlam sınırların düzmece koruyuculuğundan vazgeçirip, bir yandan da onlara
güven vermek ve barınak bulmakla ilgili.
Peki ama
nasıl güven vereceğiz onlara? Tüm göçmenlerin anında kökene, yerli ırka, sağlam
sınırlara ve genel güvenceye dayalı bir kimliğe yaslanmaksızın korunduklarını
hissetmelerini nasıl sağlayacağız?
Güven
verebilmek için, modernleşme deneyiminin çelişkili kıldığı, birbirini tamamlayan
iki hareketi başarmak gerekiyor: Bunlardan biri bir toprağa bağlanmak,
ötekiyse dünyasallaşmak. Şimdiye dek, böyle bir manevranın olanaksız
olduğu düşünüldü: İkisi arasında seçim yapılması gerektiği söyleniyordu. Şimdi
tarih belki de bu görünüşteki çelişkiyi sona erdirmek üzere.
IV
20
Yerel
bir bakış açısından küresel ya da dünyasal bir bakış açısına geçmek bakış
açılarının çoğalması, daha fazla çeşitliliğin saptanması, daha çok varlığın,
kültürün, olayın, organizmanın ve insanın göz önüne alınması demek olmalı.
21
Hepimiz
küçük toprak parçalarımızdan çıkmaya hazır olsak da bu kuşkusuz yalnızca daha
uzaktaki başka bir toprak parçasının dar görüşünün bize dayatılmasına tanık
olmak için değil.
Eksi-dünyasallaşma
savunucuları onun gelişimine direnenleri uzun süredir eski kafalı olmakla,
çağın gerisinde kalmakla, yalnızca küçük yörelerini düşünmekle, küçük evlerine
kapanıp her türlü tehlikeden korunmak istemekle suçluyor! (Ah! milleriyle
uçtukları her yerde güvende olanların salık verdiği şu enginlere düşkünlük yok
mu...)
“Modernleşin!”
diye atılan savaş çığlığının tek anlamı şu: Dünyasallaşmaya karşı sergilenecek
her türlü direnç anında gayrimeşru sayılacak. Geride kalmak isteyenlerle
pazarlık yapmak zorunda değiliz. Geri döndürülemez modernleşme cephesinin öbür
yanına sığınanlar baştan dışlanacak. Onlar yenik düşmekle kalmıyor, aynı
zamanda mantıksız davranıyorlar. Vae victis! [Yazık yenilenlere]
22
Bu
tür bir modernleşme çağrısı, tersine, yerellik düşkünlüğünü, toprağa bağlılığı,
geleneklere aidiyetin korunmasını, toprağa özeni tanımlayacaktır. Artık
birtakım meşru duygular olarak değil de, “eski kafalı” ve “gerici” konumlara
duyulan özlemin ifadesi olarak görülecektir.
...
yerelliğe bağlılığı tanımlamanın da ... karşıt iki farklı biçimi vardır.
Modernleşmeyi
reddetmek... toplum saldırılara karşı kendini savunmakta her zaman haklıdır.
Modernleşmeyi reddetmek aynı zamanda insanın kendi taşrasını daha da dar,
özellikle son derece uzak, dolayısıyla yerel çıkarlara çok daha ilgisiz bir
başka taşrayla -Wall Street, Pekin ya da Brüksel- değiştirmeyi reddederek yiğitçe
direnmesi demektir.
23
Evet,
“gericiler” dünyasallaşma konusunda yanılıyor, ama “ilericiler” de kesinlikle
“gericiler”in gelenek ve göreneklerine neden bağlı kaldığı konusunda yanılıyor.
...
önemli olan tek şey ... dünyaya aidiyet konusunda azami seçeneği saptamayı,
korumayı, el üstünde tutmayı başarıp başaramadığımızı kavramaktır.
24
Hepimizi
aşan iki şey var: biri aşırı büyüklük, biri aşırı küçüklük.
V
kuralsızlaştırma -
eşitsizlikler - iklim değişikliğinin inkârı
27
1990’lı
yıllara dek (yararlanma koşuluyla) modernleşmenin ufku ilerleme, serbestleşme,
zenginlik, rahatlık, hatta lüks, özellikle akılcılık mefhumlarıyla
bağdaştırılabiliyorken, eşitsizlik patlaması, dayanışmanın bırakılması onu
yavaş yavaş yalnızca bir avuç insanın yararına birdenbire ortaya çıkmış keyfi
kararınkiyle bağdaştırmıştır. Dünyaların en iyisi en kötüsüne dönüşmüştür.
28
gated communities Etrafı
çevrili güvenikli yaşam alanları.
Eşitsizliklerin
ürkütücü artışını, “popülizm dalgası”nı, “göç krizi”ni anlamak istiyorsak, bir
toprağın küreselleşmenin ona yaptıklarına verdiği korkunç tepki nedeniyle
ortaya çıkmış, etkili olmasa da özünde anlaşılır üç durumla karşı karşıya
olduğumuzu anlamalıyız kesinlikle.
İnsanlar
tehditle yüzleşmek yerine kaçmaya karar vermiştir. Kimileri %1’in yaldızlı
sürgününe gitmiş (“Her şeyden önce süper zenginler korunmalıdır!”), başkaları
güvenli sınırlara sarılmış (“Ne olur, en azından sağlam bir kimliğin verdiği
güveni elimizden almayın”), en yoksullarsa sürgün yoluna düşmüşlerdir.
30
İleri
sürdüğüm şey şuydu: Bilmesinlerci seçkinler tehdidi ciddiye aldı, dolayısıyla
egemenliklerinin tehdit altında olduğunu düşündüler, herkesin gezegeni
ideolojisini yıkmaya karar verdiler, böyle bir yüzüstü bırakışın insanlara asla
duyurulmaması gerektiğini, bu nedenle çok gizlice hareket ederek bu etkinliğin
kökeninde yatan bilimsel bilgileri geçersiz kılmak zorunda olduklarını
anladılar. Tüm bunlar da son otuz kırk yıl içinde yaşandı.
31
[Gazeteciler]
İnsancıkları kendi dar görüşlerinden, korkularından, seçkinlere karşı doğuştan
gelen güvensizliklerinden, hakikat fikrine içler acınası biçimde
ilgisizliklerinden, özellikle kimliğe, geleneklere, arkaizme ve sınırlara
düşkünlüklerinden –bir de olgulara utanılası ilgisizliklerinden- hoşnut olmakla
eleştiriyorlar.
Bu, herkesle
birlikte modernleşmeyi gerçekten yaşama geçirme düşüncesinden, böyle bir şeyin
olanaksız olduğunu, yani herkes için kalkınma rüyalarına yetecek denli geniş
bir gezegen olmadığını herkesten önce anlayarak vazgeçenlerin o “halk”a soğukkanlılıkla ihanet ettiğini unutmak
demektir.
Bilindiği
gibi, hiçbir kesin bilgi tek başına ayakta kalamaz. Olgular ancak onlara destek
olacak ortak bir kültürün, güvenilir kurumların, doğru dürüst sayılabilecek bir
kamusal yaşamın, birazcık da olsa güven uyandıran bir iletişim ortamının
bulunması durumunda sarsılmaz.
32
Oval ofis
gerçek bir hayvanat bahçesine döndü.
Bunun nedeni
inkârın en az ona aldandığı varsayılan insanlar kadar o insanları yüzüstü
bırakanları da zehirlemesidir.
Aradaki tek
ama çok büyük fark, Trump’ın yalnızca aracı olduğu süper zenginlerin
kaçışlarına bağışlanmaz bir suç daha eklemelerinden kaynaklanır: iklim
bilimlerini takıntılı bir biçimde inkâr etme. Bu inkâr yüzünden, sıradan
insanlar çarpıtılmış bilgilerin sisinde yollarını bulmaya çalışmak zorunda
kalmış, modernleşmenin gerçekten sona erdiği ve rejim değişikliğinin kaçınılmaz
olduğu kendilerine asla söylenmemiştir.
Halk bir
acil çıkış kapısı bulabilecekken, iklim kuşkucuları o kapının önüne dikilip
çıkışı engellemiştir.
İnsanlar
iklim inkârcılığı sorununun günümüz politikasını bütünüyle belirlediğini fark
etmiyor pek.
VII
34
Her şey büyük
K’yle Küre’ye hem bilimsel hem ekonomik hem de manevi ufku belirleyen artı-dünyasallaşmanın
Küre’sine doğru hareket ediyordu. Bu hem uzamsal –haritacılık- hem de zamansal
–geleceğe doğru ilerleyen zaman oku- bir başvuru noktasıydı. Zenginlikle,
serbestleşmeyle, bilgiyle ve rahat bir yaşama erişimle eşanlamlı olduğu için
kuşaklarda hayranlık uyandıran bu Küre belli bir evrensel insan tanımını da
beraberinde getiriyordu.
Modernleşmek
için bırakılması gereken şey Yerellikti. … Modernleşmenin tüm eski bağlılıkları
yok etmesinden sonra yeniden
yaratılan bu alanda yerli, köklü, ilkel herhangi bir şey yoktur. Karşıtlık
oluşturan bir Yerellik söz konusudur. Bir Küresellik-karşıtı [Yerellik].
35
Bu iki kutbu
saptadıktan sonra, modernleşmenin sınır bölgesini belirleyebiliriz. Kendimizi
modernleştirmemiz buyruğunun ortaya çıkardığı, bizi “ileri gitmek”, genel
gelişim hareketine katılmak, sonuçta dünyadan yararlanmak istiyorsak her türlü
özveriye, doğduğumuz bölgeden ayrılmaya, geleneklerimizden uzaklaşmaya,
alışkanlıklarımızdan kopmaya hazırlayan şey odur.
Kuşkusuz
birbiriyle çelişen iki buyruk arasında kalmıştık: kalkınma idealine doğru
ileriye; eski doğrulara doğru geriye.
Böyle bir
saptama bugün tartışmaya açılan Sol/Sağ farkının bu vektöre yansıtılmasıyla
daha da kolaylaşıyordu. … Sol’la Sağ’ın izledikleri yönler tartışma konularına
göre değişiyordu.
36
Örneğin
ekonomiden söz ediliyorsa, her zaman Küreselliğe doğru ilerlemek isteyen bir
Sağ, bir de sınırlamayı, yavaşlamayı, Pazar’ın güçlerine karşı zayıfları
korumayı amaçlayan Bir Sol vardı.
Bunun
tersine, “ahlaki özgürlük”ten, daha doğrusu cinsel sorunlardan söz ediliyorsa,
her zaman küreselliğe doğru ilerlemek isteyen bir Sol, bu “kaygan zemin”e
sürüklenmeye kesinlikle karşı çıkan bir Sağ (ayrıca bir Sol) vardı.
Bu ince
farklara karşın, insanlar yönlerini bulmayı başarıyorlardı, bunun tek nedeni de
tüm konumların hâlâ aynı vektör boyunca
uzanmasıydı. Dolayısıyla konumlar bir sıcaklıkölçerin derecelerine göre ölçülen
hasta ateşi gibi saptanabiliyordu.
38
Ne var ki
söz konusu olan aynı Yerellik değildir artık. Eksi-dünyasallaşmaya çılgın
kaçışa bakışımlı olarak eksi-Yerelliğe, geleneği, korunmayı, kimliği ve ulusal
ya da etnik sınırların içinde güveni vaat eden Yerelliğe çılgın kaçış başlar.
İşin acıklı
yanı da budur: Yeni bir görünüm kazanan Yerellik eksi-dünyasallaşmadan daha gerçeğe
yakın, daha yaşanılabilir değildir. O geçmişe yönelik bir icattır, bir kalıntı
yurttur, insanların modernleşerek kesin olarak yitirdiği şeyden geriye kalan
şeydir.
39
Paylaşılan
bir ufuk kalmadı – kimin ilerici, kimin gerici olduğu konusunda karar vermek
için bile.
40
Modern dünya ifadesi bir oksimorona dönüşmüş
gibi. Ya modern ama ayaklarının altında bir dünya yok ya da gerçek bir dünya
ama asla modernleştirilemeyecek. Belli bir tarihsel eğrinin sonu.
Birdenbire,
her yerde, üçüncü bir çekim merkezi ortaya çıkmış … gibi.
İşte bugün
biz tarihin bu noktasında, bu eklemlenme noktasındayız.
Konumları
eskiden yeniye, Yerellikten Küreselliğe uzanan eksen boyunca yerleştiremeyecek
denli yönümüzü şaşırmış durumdayız, ama bu üçüncü çekim merkezine de bir ad
veremiyor, bir konum belirleyemiyor, hatta onu betimleyemiyoruz bile.
VIII
42
“Trumpizm”
politika alanında çok sık rastlanmayan ve ciddiye alınması gereken bir yenilik.
[iklim anlaşmasından çekilme, Brexit kampanyasının başarısızlığı, Hilary
Clinton’ın seçilmesi, Paris anlaşmasından çekilme…].
Aslında onu
destekleyenlerin kurnazlığı, iklim değişikliğinin bilinçli biçimde inkârı üstünden köktenci bir hareket
yaratmalarında yatıyor.
Trump dördüncü bir çekim merkezi saptamayı
başarmış görünüyor. Onu kolaylıkla şöyle adlandırabiliriz: “Toprak-Dışı”; eylemlerine tepki verecek
bir toprağın gerçekliklerine artık bağlı olmayan kişinin ufku. İlk kez, iklim
inkârcılığı bir ülkenin kamusal yaşamının yönünü belirliyor.
44
Trump’ın
özgünlüğü, önce dünyanın geri kalanını yazgısına terk ederek en yüksek kazanca
doğru ileri kaçış’la (“sıradan
insanlar”ı temsil etmek için milyarderlere çağrı yapılıyor!) sonra tüm halkın
ulusal ve etnik kategorilere dönüşüne doğru geri
kaçış’ı (“bir duvarın arkasında “Make
America Great Again”) tek hamlede birleştirmesidir.
Şimdilik, iş
yalnızca gerek dışarıda, ulusların arasındaki, gerek içeride, sınıflar
arasındaki her türlü dayanışma biçimini bozarak, Yeni İklim Rejimi’ni hiç
umursamamaya bağlı.
IX
47
Ne
Küreselliğin ne de Yerelliğin maddi ve kalıcı bir varlığı vardır.
49
Yakın zaman
dek, insanların “yerkürenin üstünde” ya da “doğanın içinde”, “modern dönemde”
yaşadığı, “eylemlerinden” az çok “sorumlu” oldukları söylenebiliyordu hâlâ.
“Fiziki”
coğrafyayla “beşeri” coğrafya birbirinden ayrılabiliyordu, bunlar üst üste
konmuş iki katmanmış gibi. İyi de kendimizi yerleştirdiğimiz bu “üstünde” ya da
“içinde”, eylemlerimize tepki vermeye başlarsa, üstümüze gelirse, bizi
hapsederse, bize egemen olursa, bizden bir şeyler isterse ve hepimizi alıp
sürüklerse, nerede olduğumuzu nasıl
söyleyebiliriz?
50
Yerküreselliğin
artık insan eyleminin çerçevesi olmaması o eyleme
katılmasından kaynaklanıyor. Uzam artık haritacılıktaki enlemlerle
boylamlara bölünmüş uzam değil. Uzam bizim de başka tepkilere tepki göstererek
katılımcılarından olduğumuz çalkantılı bir tarihe dönüştü. Görünüşe göre jeo-tarih’in tam ortasına ayak
basıyoruz.
Yerküresellik
bir Yeni Dünya’dır kuşkusuz, ama Modernlerin eskiden ilk iş olarak büyük ölçüde
nüfusunu azaltarak “keşfettikleri” dünyaya benzemez. Sömürgeci miğferleri
giymiş kâşifler için yeni bir bilinmeyen
toprak değildir o. Kesinlikle, sahip çıkılacak bir sahipsiz böle değildir.
Tam tersine
Modernler bu kez zaten meskûn olan, ezelden beri insanların yaşadığı bir yerküreye,
bir bölgeye, bir toprağa, ülkeye, alana göç etmekteler. Üstelik kısa bir süre
önce, modernleşme buyruğundan nasıl çabucak kaçmak gerektiğini başkalarından
çok daha önce fark eden birçokları da orayı yeniden
doldurdu.
51
Bu dünyada
her modern zihin sürgünde gibi. Şimdiye dek eski kafalı, geleneksel, gerici ya
da yalnızca “yerel” olarak gördüğü insanlarla birlikte yaşamayı öğrenmesi
gerekecek.
[Yer bir
çerçeve değil, karşılıklı eylem alanı -> Uexküll, umgebung x umwelt ->
Deleuze, geofelsefe -> antroposfer (daha da tartışmalı bir kavram!) ->
Agamben, dil içinde doğan hayvan x dilsiz doğan insan -> Kafka, dava
kulislerde, merdiven altlarında, bizzat kâtip ya da çaycı tarafından çözülür… …
]
…
Antroposen’de durum değişti – bu kimi uzmanların şimdiki döneme vermek
istedikleri tartışmalı bir addır. Burada söz konusu olan küçük iklim
dalgalanmaları değil, yer sisteminin kendisini harekete geçiren bir altüst
oluştur.
Bugün dekor
[bir zamanlar insanların çevreleri sandıkları şey], kulisler, sahne arkası,
bütün olarak yapı sahnede artık, oyunculardan başrolü kapmaya çalışıyorlar.
52
Geriye mi
döneceğiz? Eski çareleri baştan mı öğreneceğiz? Binyıllık bilgeliklere başka
bir gözle mi bakacağız? Evet, kuşkusuz, ama yanılsamalara da kapılmadan...
İstediği
kadar bilge, incelikli, sakınımlı, dikkatli olsun, hiçbir insan toplumu yer
sisteminin sekiz dokuz milyar insanının eylemine verdiği tepkileri kavramak
zorunda kalmamıştı. On bin yıl boyunca edinilen bilgelik, ona ulaşılabilse
bile, yalnızca birkaç yüz, birkaç bin, birkaç milyon insana, bugünkünün aksine
değişmeyen bir sahnede hizmet etti.
En azından
kaçmaya karar verenlerin tepkisini anlamak kolay. Dingin dingin evrensel
modernleşme ufkuna doğru gidilirken, nasıl bile isteye bu çekim merkezine
dönmeyi kabul etsinler ki?
X
53
Soğukkanlı
bir dikkati hak eden şey, modern dünyada ekolojinin geldiği yerdir. Aslında
adına “ekoloji hareketleri” diyebileceğimiz hareketler, rotamızı ona doğru
çevirmemiz gereken bu hem öylesine eski hem de içler acısı biçimde yeni yurdu,
Yerküreselliği her yönüyle daha önceden ölçüp biçmiştir. “Yeşil partiler” onu
kamusal yaşamın yeni eksenine dönüştürmeye çalışmış, ... bu üçüncü çekim
merkezine işaret etmişlerdir.
Modernlerin
zaman oku her şeyi dünyasallaşmaya sürüklerken, politik ekoloji onları bu öteki
kutba çekmeye çalışmıştır.
Her maddi
nesneye “ekolojik bir boyut” kazandırdıysa, tüm alanlarda -sığır etinden tutun
da iklime, çitlere, nemli bölgelere, mısıra, pestisitlere, dizele, kentçiliğe
ya da havaalanlarına kadar- şiddetli tartışmalar yarattığı için onun hakkını
teslim etmek gerekir.
Onun
sayesinde, artık her gelişim tasarısı protestolara, her öneri bir karşı çıkışa
yol açıyor. ... Bugün en kolay öldürülen politik aktörler çevreci militanlardan
oluşuyor.
54
... ekoloji
başarısızlığa uğradı. ... Yeşil partiler her yerde kalıntı partiler olarak
kaldı. Ne yapacaklarını asla bilemediler. “Doğa” sorunları konusunda çağrı
yaptıklarında, geleneksel partiler insanların çıkarları adına onlara karşı
çıktı. Yeşil partiler “toplumsal sorunlar”la ilgili çağrı yaptıklarındaysa aynı
geleneksel partiler onlara: “Siz niye burnunuzu sokuyorsunuz?” diye sordular.
Tanıyı
koymak oldukça kolay: Çevreciler ne sağcı ne solcu, ne eskiye bağlı ne ilerici
olmaya çalışmış, Modernlerin zaman okunun tuzağından kurtulamamışlardır.
İşin tuhafı
bu Sağ/Sol vektörünün değiştirilemez, su götürmez olduğu ya da iki yüzyıldır
tüm yurttaşların yüreklerine kazındığı ileri sürülürken, bir yandan da bu
ayrımların artık süresini doldurduğu itiraf ediliyor.
XI
57
Yine
de aşırı solu, sonra solu, merkezi, ardından sağı, en sona da aşırı sağı yan
yana sıralayan bu ünlü zihinsel yarım daire’yi sarsmanın bir yolu
olmalı. Tüm bunların nedeni de 1789’da, seçilmişlerin krala veto hakkının
verilmesi gibi karışık bir sorunla ilgili oylama yaparken, başkanın karşısına
bu sırayla yerleşmeyi alışkanlık edinmeleridir.
Buna
karşın bu derecelendirme ne denli basit ve olumsal olsa da tüm araştırmalara,
tüm konuşmalara, tüm sınıflandırmalara yön verir; tüm seçimlere ve tüm tarihsel
anlatılara hizmet eder, hatta en içgüdüsel tepkilerimizi bile belirler. Bu
“Sağ”, “Sol” sözcüklerinin nasıl da büyük bir ağırlığı vardır...
En
azından şimdilik, böyle bir duygulanım yükünden nasıl vazgeçebileceğimizi pek
bilmiyoruz. Kamusal eylem kabul edilebilir bir amaca yönlendirilmelidir.
“İlerici” sözcüğü ne kadar tartışmaya açık olsa da, “geriye gitmeyi” önererek
birilerinin seferber edilebilmesi güç. “İlerlemenin sona ermesi”yle, anne
babalar kadar iyi yaşayamama öngörüsüyle, yavaş yavaş bir kenara büzülmeyi
öğrenme tasarısıyla, kalabalıkları heyecanlandırmak güç olacak.
58
Sonuçta
pusula asla yalnızca bir mıknatıs iğnesi ve bir manyetik yoğunluktan oluşmaz.
Keşfedilmesi gereken şey, iğnenin oluşturduğu açı ve o yoğunluğun bileşimidir.
59
Yeni
politikayı -yine son derece soyut bir biçimde- tanımlamak istiyorsak, bu
pazarlığa bel bağlamamız gerekiyor. Kendimize, eski derecelendirmeye göre,
açıkça “gerici” olan insanlar arasından müttefikler bulmalıyız. Kuşkusuz yine
eski başvuru noktasına göre, açıkça “ilerici”, belki liberal, hatta neoliberal
olanlarla ittifak kurmamız da gerekecek!
60
Öyle
görünmemesine karşın, politikada önemli olan tutumlar değil, dünya’nın
biçimi ve ağırlığıdır. O tutumların işlevi de bunlara tepki vermektir.
Politika
her zaman nesnelere, bahislere, durumlara, maddelere, cisimlere, manzaralara,
yerlere yönelmiştir. Savunulacak değerler adını verdiğimiz şeyler, bir yurdun
her zaman betimlenebilmesi gereken zorluklarına verilen yanıtlardır. Aslında
politik ekolojinin belirleyici keşfi de budur: O nesne-yönelimli-politikadır.
Yurtları değiştirirseniz, tutumları da değiştirirsiniz.
61
Yersiz
olan şey köklerden kopmadır, yoksa aidiyet değil. Bir toprağa ait olmak, orada
kalmak istemek, bir toprağa özen göstermek, bağlanmak, daha önce gördüğümüz
gibi, ancak modernleşmenin dayattığı ileriye kaçış karşısında “gerici” olur.
Kaçmayı bırakırsak, bu bağlanma arzusu neye benzer?
Yerellik
yandaşlarıyla Yerküresellik yandaşları arasındaki pazarlık -belki de dostluk
anlaşması- bir toprağa aidiyetin önemine, meşruluğuna, hatta gerekliliğine
dayanmalıdır, ama işin en zor yanı da budur, Yerelliğin ona eklediği
şeylerle karıştırılmaması gerekir: etnik bağdaşıklık, ulusal mirasçılık,
tarihselcilik, geçmişe özlem, otantik olmayan otantiklik.
Yerküre’nin
geri dönüşünü üzücü “toprağa dönüş”le karıştırmamak gerekir. Savunulacak
Alanlar denilen şeyde bahis bütünüyle budur: toprağa aidiyetin yeniden
politikleşmesi..
Yerellikle
yenice biçimlenen toprak arasındaki ayrım, farklı göçmen türlerinin yaşayacağı
yerlerin baştan yaratılması gerektiği için daha da önem kazanır. Yerellik
kapanarak farklılaşmaya elverişliyken, Yerküresellik açılarak farklılaşmaya
elverişlidir.
62
Kurmamız
gereken ittifaklar ne olursa olsun, politikanın her zaman yönünü üstünde
belirlediği gerçek dünya tamamıyla değişmişken, politik tutumlardan,
duygulanımlardan, tutkulardan ve konumlardan söz etmeyi sürdürdükçe, ittifak
kuramayacağımız kesindir.
Başka
bir deyişle politik duygulanımlarımızı yenilemekte geç kaldık.
63
Siyasetbilimciler
Sol’dan Sağ’a uzananlar kadar temel değerlere yeni bir yönelimin asla
yaratılamayacağını söyleyecektir, ama tarihçiler de onlara şu yanıtı verebilir:
“18. yy’dan önce ‘sağcı’, ‘solcu’ var mıydı?”
XII
64
Sosyalizmle
ekolojizm, ikisi de tarihin yönünü değiştirmek isterken, güçlerini etkili
biçimde birleştiremediklerinden, akışını yavaşlatabildiler yalnızca.
Aşırı
zayıf kalmalarının nedeni ya toplumsal sorunlarla ya da ekolojik sorunlarla
ilgilenmek zorunda olduklarına inanmalarıdır...
65
Bu
iki yön farklı aktörleri hedeflemez. Basmakalıp bir düşünceyi yenilersek,
işçilerin ücretiyle küçük kuşların yazgısı arasında değil, işçi ücretleriyle
küçük kuşların iki durumda da var olduğu, ama birbirine başka türlü
bağlandığı iki farklı dünya arasında seçim yapmak gerekiyor.
66
Buridan’ın
eşeği gibi, hem açlıktan hem susuzluktan ölene dek duraksamayı sürdürmek
gerekiyormuşçasına, karşımızdakilere iki farklı küme olarak bakıldı [Buridan
13. yy’ın sonunda doğmuş bir felsefecidir. Onun olduğu ileri sürülen ünlü eşek
aç ve susuz olmasına karşın, karşısına eşit uzaklığa konan bir kova suyla bir
yem çuvalı arasında seçim yapamadığı için ölür]. Ama ne doğa bir yem çuvalıdır
ne de toplum bir kova su... Bir yanda çıplak insanların,öte yanda insan olmayan
nesnelerin durmayışı seçim yapmanın gereksiz olduğunu açıkça gösterir.
Ekoloji
bir partinin, belli bir kaygının değil, “Yerküreselliğe” doğru yön değiştirme
çağrısının adıdır.
XIII
67
Ortak
öfkenin bayrağı devredişinin kesintiye uğraması nasıl açıklanabilir?
Bunun
nedeni “ilericiler”i “gericiler”den ayırmayı sağlayan eski şemanın, 19. yy’da
“toplumsal sorun”un ortaya çıkışından beri, toplumsal sınıf
mefhumlarıyla tanımlanmasıdır. Bu mefhumlar da söz konusu sınıfların “üretim
süreci” olarak adlandırılan şeyin içindeki konumlarına bağlı oluşudur.
Genel
olarak hâlâ düpedüz Marksist’iz.
Bu
tanımların artık işe yaramamaya başlamasının nedeni, toplumsal sınıflar
bakımından yapılan çözümlemeyle onu olanaklı kılan maddeciliği, açıkça daha
önce Yerelliğin karşıtı olarak Küresellik adını verdiğimiz çekim merkezinin
tanımlamasıdır.
68
Sanayileşme,
kentleşme, sömürgeleştirilen toprakların işgali gibi önemli olaylar ilerlemeye
anlam kazandıran -uğursuz ya da parlak olmasının önemi yok- bir ufuk
tanımlıyordu. Bunun da iyi bir nedeni vardı: Bu ilerleme etkinlikleri tümüyle
kaçınılmaz görünen serbestleşmeye yönelmesi gereken yüz milyonlarca insanı
bağımlılıktan olmasa da yoksunluktan kurtarıyordu.
Sağ’lar
ve Sol’lar ... reforma ya da devrime başvurma konusunda birbirlerini yiyip
durdular.
Ama
asla modernleşme yolundaki halklara, ilerlemenin onları götüreceği dünyanın nasıl
bir dünya olacağını açıkça anlatmadılar.
Öngöremedikleri
şey (oysa pekâlâ öngörebilecekleri şey), bu ufkun yavaş yavaş tam da basit bir ufka,
düzenleyici basit bir düşünceye, Yerküre onu somutlaştıramadıkça gitgide
belirsizleşen bir ütopyaya dönüşecek olmasıydı.
Derken,
13 Aralık 2015’te yaşanan olayda, ... COP21 Konferansı’nın sonunda, artık
Küreselliğin ufkuna uygun bir Yerküre’nin olmadığı bir biçimde resmileşti.
Sonuçta
sınıf bakımından yapılan çözümlemeler Sol’ların düşmanlarına kalıcı biçimde
direnmelerine asla izin veremedi. Çünkü çözümlemeler maddi dünyayı bu yeni
gerçekliği doğru kavrayamamalarına neden olacak denli soyut, hatta idealist
demeliyim de ideal biçimde tanımlıyordu.
Maddeci
olmak için bir madde gerekir; etkinliğin dünyayla ilgili bir tanımını yapmak
için
bir dünya gerekir; bir yurdu işgal etmek için bir toprak gerekir; Real
Politik’e atılmak için bir gerçeklik gerekir.
69
Oysa
20. yy boyunca, bir yandan klasik bir sınıf kavgası tanımını temel alan
çözümlemeler ve deneyler gelişirken, az çok gizlice, en azından Sol’ların
ilgisini pek çekmeden, her şeyin üstünde durduğu maddenin, dünyanın, toprağın
tanımı kökten değişti.
Dolayısıyla
sorun Yerküreselliğe yönelimin dayattığı bu yeni maddiliği, bu yeni maddeciliği
göz önünde bulundurarak, sınıf kavgalarını daha gerçekçi bir biçimde
tanımlamakta yatıyor artık.
71
Aslında
modern dönemin tuhaflıklarından biri, maddeye ilişkin ortaya koyduğu tanımın
çok az maddi, çok az yerküresel olmasıdır.
XIV
72
[Zadistler:]
“Biz doğayı savunmuyoruz, biz kendini savunan doğayız.”
Kaldı
ki nesnelere yüklenen dışsallık deneyle elde edilen bir veri değil, politikaya
yeniden manevra alanı kazandırmak için kısaca incelememiz gereken çok özel bir
politik-bilimsel tarihin sonucudur.
Alışılmış
bilgikuramı olduğu gibi kabul edersek, tam da insan eylemini doğanın
tartışılmaz nesnel yasalarına çağrı sayesinde sınırlandırmak için
yaratıldığından, politikleştirilemeyecek bir “doğa” anlayışının tutsağı oluruz.
Bir yanda özgürlük, öte yanda katı gereklilik: İkili oynamaya izin verir bu
durum. Ne zaman başka aktörlerin edim gücüne güvenmek istesek, bize şöyle
diyerek karşı çıkarlar: “Dalga mı geçiyorsunuz? Bunlar basit nesneler, tepki gösteremezler.”
Tıpkı Descartes’ın Hayvanların acı çekmeyeceğini söylemesi gibi.
73
Ama
“doğa”yla aramızdaki bağları kavramanın daha özel, daha öznel, daha köklü, daha
küresel ya da daha “ekolojik” bir yolunu bularak “bilimsel akılcılığa” karşı
çıkmak istesek iki oyunu da kaybederiz: Gelenekten aldığımız “doğa” düşüncesini
korurken pozitif bilimlerin katkısından yoksun kalırız.
Yapmamız
gereken şey, doğayla ilişkilendirilen “doğa” ideolojisi olmaksızın
bilimin bütün gücü’ne güvenmektir. Maddeci ve akılcı olmalı, ama bu
erdemleri doğru yere taşımalıyız.
Başta
Küresellik arayışının akılcılığı ne denli kötüye kullandığını kabul etmeden
akılcılık övgüsü yapamayacağımız aşikâr.
Yeryüzünün
insan eylemlerine vereceği tepkileri öngörmeyi iki yüzyıldır “unutan” bir
modernleşme tasarısına nasıl “gerçekçi” diyebiliriz? Bir yandan kaynakların
tükenişini öngörmeyi amaçlarken, azlığını hesaba katmayı başaramamış ekonomik
kuramlara “nesnel” denilebilir mi? Planlarına birkaç on yıldan daha fazla
ayakta kalabilecek şeyler katmayı başaramamış teknik sistemlerin “etkili
olduğu” söylenebilir mi? Anne babaların çocuklarına meskûn bir dünya
bırakmalarına engel olacak denli büyük bir öngörü hatasının sorumlusu olan bir
uygarlaşma ideali “akılcı” olabilir mi?
74
[Küresellikten
Yerküreselliğe yönlendirme...]
Bu
yön değişikliğini nasıl tanımlayacağız? İki kutup neredeyse birbirinin
tıpkısıdır, ne var ki Küresellik şeyler toplumsal dünyanın dışındaymış,
insanların kaygılarına karşı tamamıyla ilgisizmiş gibi, her şeyi uzaktan
kavrar. Yerküresellikse aynı düzenekleri yakından, kolektiflerin içindeki,
capcanlı bir biçimde tepki verdikleri insan eylemine duyarlı
görünümleriyle kavrar. Aynı bilginler için söylendiği gibi, ayakları yere
basmanın birbirinden çok farklı iki yolu.
Gerek
yolumuzu yeniden bulmamız, gerek politik duygulanımların yeniden canlanması
açısından söz konusu olan, temel metaforların, duyarlıkların yeniden
dağılımıdır, yeni bir libido sciendi’dir [bilme tutkusu].
Yeryüzünü
özleri bakımından birbirine benzer cisimlerle sonsuz bir evrenin içindeki
gezegenlerden biri olarak kavrama yönündeki gerçekten de devrimci düşünceyi
modern bilimlerin doğuşuna borçluyuz. Buna basitleştirmek için Galileo
nesneleri’nin icadı diyoruz.
75
[jeolojik
mesafe]
Yerden uzaklara erişilebilmesi uzaklardan yere ulaşma gerekliliğini
doğurur.
...
bu evrenden bakış (the view from nowhere) “akılcı”, hatta “bilimsel”
sözcükleriyle kalıcı bir biçimde ilişkilendirilecek yeni sağduyuya
dönüşecektir.
Yaşlı
asal yeryüzü artık bu Büyük Dışarısı’ndan hareketle tanınacak, tartılacak,
yargılanacaktır. Aslında yalnızca bir sanallık olan şey, gerek en büyük gerek
en küçük zihinler için heyecan verici bir tasarıya dönüşür: Bilmek demek
dışarıdan bilmek demektir. Her şeye Sirius’tan [bir çift yıldız] -kimsenin
asla erişemediği, imgelemdeki bir Sirius’tan- bakılmalıdır.
77
Sirius’tan
bakınca ister istemez birçok olay gözden kaçırılır, dünya gezegeninin
akılcılığı ya daakıldışılığı üstüne bir sürü konuda yanılgıya düşülür!
XV
78
Öznellik
eski kafalılıkla ve çağdışılıkla, nesnellikse modernlikle ve ilericilikle
ilişkilendirilir. Şeyleri içeriden görmenin geleneğe, kişiselliğe, eskiliğe
gönderme yapmaktan başka bir özelliği kalmaz. Öte yandan şeyleri dışarıdan
görmek önemli gerçekliği kavramanın, özellikle de geleceğe yönelmenin
tek yolu olarak görülür.
Modernleşme
yolunda ilerlemek asal topraktan kopup Büyük Dışarısı’na ulaşmak için yola
çıkmak, doğal olmasa da en azından doğalcı olmak demektir.
79
Feministlerin
cadı davalarını çözümleyerek gösterdiği gibi, bu acıklı dönüşümden kadına özgü
değerlerin büyük bölümüne karşı bir nefret ortaya çıkacak, eski topraklara
bağlılığın her türlüsünü grotesk kılacaktır. Toprağa aidiyetten kaçmak demek,
“Kapatın şu memenizi, görmesin gözüm” demektir.
Ya
“doğa”dan söz edilir ama ondan uzak durulur ya da ona yakın olunur ama yalnızca
duygular ifade edilir.
80
Evren-doğa
politika geliştirebilecek bir şey değil. Bu tür varlıkları -Galileo nesneleri-
jeo-toplumsal çatışmalarda bizi seferber edecek şeyin modeli olarak görmek,
başarısızlığa koşmak demektir.
XVI
81
[kadim
kültürler]
82
Evren-doğa
bilimlerinin savunucuları Lavelock gibi biyo-kimyacıların savını pek
anlayamamışlardı: Bu sava göre, Yerküre’nin üstünde canlıları gezegendeki
kimyasal, hatta kısmen de olsa jeolojik koşulların yaratılması süreçlerine
bütünüyle katkı sağlayan failler olarak görmek gerekiyordu.
Soluduğumuz
havanın bileşimi canlılara bağlıysa, hava canlıların içinde konumlandıkları ve
evrildikleri çevre olmaktan çıkıp, kısmen de olsa, eylemlerinin sonucuna
dönüşür. Başka bir deyişle, bir yanda organizmaların, bir yanda çevrenin
olmasından değil, karşılıklı düzeneklerin üst üste gelişinden söz edilebilir.
Eylem yeniden paylaştırılır.
83
Aslında
her hareket için model olarak cisimlerin düşüşünü alırsanız, tüm öteki
hareketler, çalkantılar, dönüşümler, girişimler, birleşimler, başkalaşımlar,
süreçler, karışıklıklar, üst üste gelişler tuhaf görünür. Onları kavramak için,
eski gökbilimcilerin gezegenlerin hareketini kavramak için yarattıklarından
daha çok ilmek düşünmeniz gerekir.
Yerküre
olaylarının anlaşılmasında Lavelock’un devreye soktuğu basitleştirme kesinlikle
Yerküre’ye “yaşam” katmakla ya da Yerküre’yi “canlı bir organizma”ya
dönüştürmekle ilgili değildir. Tam tersine, o canlıların bio- ve jeo-kimyasal
olayların hepsine etkin biçimde katkı sağladığını inkâr etmeyi bırakır.
Onun indirgemeci savı dirimselciliğin tam tersidir. Karşı çıktığı şey, uzun bir
nedensellik zincirinde devreye giren çoğu aktörün ortadan kaldırılmasıyla
gezegenin cansızlaştırılmasıdır. Hepsi bu.
Model
olarak Galileo nesneleri sayesinde, doğayı “yararlanılacak bir kaynak” olarak
görebiliriz. Ama Lavelock failleriyle yanılsamalara kapılmaya gerek yoktur:
Onlar etki ederler, -önce kimyasal, biyokimyasal, jeolojik- bir tepki
göstereceklerdir.
84
[Sirius’tan
bakanlar] Özünde, Yerküre’nin üstünde acı çekip tepki gösterebilecek bir yaşam
olduğuna inanmıyorlar.
XVII
85
[125
- 1. dipnot]
Kritik Bölge Yerbilimleri alanındaki
bir araştırmacı ağında, şimdiye dek ayrı ayrı çalışan dallarda elde edilmiş
sonuçları birleştirerek, araştırma gereçleriyle donatılmış bölgeleri
-çoğunlukla birikme havzalarını- karşılaştırmak için kullanılan terim. Tek
başına kullanıldığında Kritik Bölge terimi, yaşamın -gerek ötedeki uzayın,
gerek berideki derin jeolojik yapının tersine- atmosferi ve jeolojik yapıyı
kökten değiştirdiği ince katmanı tanımlar.
Aslında
uzaydan bakıldığında, üçüncü çekim merkezi Yerküresellikle ilgili bilinmesi
gereken tek şey, atmosferle anakayalar arasında birkaç kilometre kalınlığındaki
küçücük bir bölgedir.
86
Kritik
Bölge’yle ilgili süreç-doğa bilimleri açısından... O alanda, araştırmacılar
karşılarında asla önsel olarak geçersiz kılamadıkları, birbirleriyle yarışan
bilgiler buluyorlar. Çatışmaları, onların içinde yaşayan ve onlarla ilgilenmeme
gibi bir hakkı da, olanağı da olmayan her fail açısından ele almak zorundalar.
Az
insan kara deliklere ya da manyetik tersinmeye farklı bir bakış açısı için
mücadele eder, ama deneyimlerimizden bildiğimiz gibi, toprak, aşı, yer
solucanları, kurt, ayı, nörotransmitterler, mantarlar, suyun dolaşımı ya da
havanın bileşimi konularında yapılan en ufak araştırma anında bir yorum
savaşının ortasında bulur kendini. Kritik Böle bir derslik oladığı gibi,
araştırmacılarla kurulan ilişkinin de pedagojik bir yanı yoktur.
Evren-doğa
bilimlerini koruyan felsefenin süreç-doğanınkilere hiçbir katkısı olmayacaktır.
87
Yerküresellik
bundan böyle, hepsinde farklı pozitif bilgiler olan, çıkarları farklı başka
taraflarla meşruluk ve otorite mücadelesi içindeki Kritik Bölge bilimlerinin
bildiği faillerin birbirine bağlı eylemi olarak anlaşılmalıdır; bu
Yerküresellik “doğa”dan olduğu kadar “insanların dünyası” ya da “toplum” olarak
adlandırılan şeyden de farklı, bambaşka bir dünyayı yansıtır. Bu üçü kısmen
politik varlıklardır, ama toprağın aynı şekilde ele geçirilmesine, aynı “torak
zaptı”na neden olmazlar.
XVIII
89
...
toplumsal dediğimiz mücadelelerle ekolojik dediğimiz mücadelelerin kesişme
noktası...
Yeni
eklemlenme, üretim sistemleri bakımından çözümlemeden doğurma sistemleri
bakımından çözümlemeye geçtiğimizi gösterir. İki çözümleme öncelikle ilkeleri
açısından birbirinden ayrılır - birinde özgürlük, ötekinde bağımlılık. Sonra
insana yükledikleri rol açısından ayrılırlar - birinde insan merkezdedir,
ötekinde roller paylaştırılır. Son olarak da üstlendikleri hareket türleri
açısından ayrılırlar - birinde mekanizma, ötekinde yaratılış.
Üretim
sistemi doğayla, maddecilikle ve bilimin rolüyle ilgili belli bir anlayışı
temel almıştır; politikaya başka bir işlev kazandırmış, insan aktörlerle
kaynaklar arasındaki bölünmeye dayanmıştır. Temelinde insan özgürlüğünün, her
mülkiyetin sınırlarının açıkça belirlenebileceği doğal bir çerçeveden
gelişeceği düşüncesi yatar.
Doğurma
sistemiyse hepsi farlı tepkiler gösterebilen failleri, aktörleri, canlıları karşı karşıya getirir. [Latour’u “canlı-cansız
ayrımı” konusunda izle] Maddecilik anlayışı gibi hareket etmez, bilgikuramı farklıdır,
aynı politikalara yol açmaz.
Bunun
nedeni insanlar için kaynaklar üstünden mallar üretmekle değil, yerküreliler
-tüm yerkürelileri, yalnızca insanları değil- doğurmakla ilgilenmesidir.
Canlıların sınırlandırılmış olmaması, durmaksızın üst üste binmeleri, iç içe
geçmeleri ölçüsünde güçleşen bağlılıklar ve harekâtlar geliştirme düşüncesini
temel alır.
90
İki
sistemin çatışmaya girmesi, bu kez yalnızca serbestleşme tasarısından değil,
bağımlılıkta daha yeni keşfedilmiş niteliklerden hareketle eski soruların
yeniden sorulmasını gerektiren bir başka otoritenin ortaya çıkmasından ileri
gelir.
Bağımlı
olmak önce sınırlandırır, sonra karmaşıklaştırır, sonra serbestleşme tasarısını
yeniden ele alıp genişletmek zorunda bırakır. Bir kez daha, yeni diyalektik bir
dönüşümle Hegelci tasarı tersine çevrilmişçesine [125, 1. dipnot: “Komünistlerin
sorduğu soru doğru sorulmadı, öncelikle toplumsal bir soru olarak, demek
ki bütünüyle insanla ilgili bir soru olarak sorulduğu için. Buna karşın dünyayı
altüst etmeye devam ediyor” Görünmez Komite, 2017]. Tin durmadan
diriliyormuşçasına.
91
[Başka
bir tür güç]
Tarihi
ve tanımıyla ilgili tartışmalar ne olursa olsun, Antroposen terimi de bu
çelişkiyi özetler: “Yer sistemi artık eylemlerinize tepki gösteriyor, öyle ki
artık içine modernleşme arzularınızı yerleştirebileceğiniz değişmez ve
aldırışsız bir çerçeveniz yok”. Bu kavrama yönelik tüm eleştirilere karşın,
jeolojik bir döneme uygulanan “antropos” öneki gezegene ilişkin tüm sorunların
yeniden politikleştiğinin belirtisidir pekâlâ. Tüm eski doğal kaynakların
üstüne bir Made in Human yaftası kazınmış gibi [‘İnsan Yapımı’].
Trump’ın,
Beyaz Saray’daki gül bahçesinde, gösterişli bir tavırla Paris anlaşmasından
çekildiğini duyurduğu gün de yine bu çelişki açığa çıkmıştır. Bu tüm öteki
ülkeleri, askeri birliklerle değilse de en azından ABD’nin yayma hakkını
kendine sakladığı CO2 aracılığıyla işgal etmeye izin veren bir savaş ilanıdır.
Hadi
şimdi anlaşmayı imzalayan başka ülkelere, aralarında binlerce kilometre
olmasına karşın atmosferlerinin bileşimine etki eden ABD’nin onları tam
anlamıyla ele geçirmediğini söyleyin! Burada yeni bir Lebensraum yorumu
adına egemenlik hakkının yeni bir ifadesi söz konusudur [lebensraum yaşam alanı].
92
Yüzyıldır
doğa sorunları yüzünden insanmerkezciliği bırakmalı mıyız, yoksa tersine insanı
yine merkezde mi tutmalıyız diye tartışıyoruz - hani az çok derin bir
ekolojiyle az çok “insancıl” bir ekoloji arasında seçim yapmamız
gerekiyormuşçasına.
Kuşkusuz
insanlara özgü ve onların yararına olmayan bir politikadan söz edilemez! ...
Yeni İklim Rejimi’nin tartışmaya açtığı şey, insanın merkezdeki konumu değil,
bileşimi, varlığı, biçimlenişi, kısacası alınyazısıdır. Kaldı ki bunları
değiştirirseniz, onun çıkarlarının tamamını da değiştirirsiniz.
Aslında
modernliğin gözünde, insanın belli bir yerde konumlandırılması
olanaksızdı. O hem tüm ötekiler gibi (evren-doğanın klasik anlamıyla) doğal bir
varlıktı hem de her şeyden önce ruhu, kültürü ya da zekâsı sayesinde (yine eski
tarzda anlaşılan) doğadan kendini koparabilen bir varlık. Ama insanlığı belli
bir görünüme yerleştirerek bu salınımı dengelemeyi asla başaramadık.
Bugün
durum değişti, çünkü iklim krizi iki tarafı da küplere bindirdi.
İnsanmerkezcilik’ten
yana ya da ona karşı bir seçim yapma düşüncesini pek de akla yatkın göstermeyen
şey, burada bir merkezin, daha doğrusu aralarında sözümona bir seçim yapılması
gerekecek iki merkezin -insan ve doğa- olmasıdır. Daha da tuhafı, bu çemberin
kenarları öyle iyi tanımlanmıştır ki, geriye kalan her şey dışarıda kalır.
Dışarısı diye bir şey varmış gibi.
93
Pascal’in
sözünü bu kez sonsuz evrenden çok Yerküre için yinelersek, “onun merkezi her
yerde, çevresiyse hiçbir yerdedir”.
Bu
noktaya dikkat çekmek için, artık insanlardan değil de yerküreliler’den
(Earthbound) söz etmemizin, böylece “humain” sözcüğünün
kökenindeki humus’u, kısacası kompost’u
vurgulamamızın zamanı gelmiştir belki (Yerküreli’nin yararı ne cinsi, ne türü
belirtmesidir...).
Üretim
sistemleriyle doğurma sistemleri arasındaki üçüncü fark davranışları
doğallaştırmaksızın etki eden öğeleri çoğaltma olasılığına bağlıdır. Maddeci
olmak demek artık ister istemez dünyayı nesnelere indirgemek değil, göz önüne
alınması gereken hareketlerin, tam olarak Sirius’tan bakışın yakından izlemeye
izin verdiği yaratılış hareketlerinin listesini genişletmektir.
Aslında
yerküreliler varlıklarını sürdürebilmek için başka kaç varlığa gereksinim
duyduklarını anlamak gibi çok hassas bir sorunla karşı karşıyalar. Bu listeyi
yaparak yaşam alanlarını (bu ifade çoğunlukla devletin basit yönetim
bölgesine indirgenen yurt sözcüğünün yerine kullanılabilir) belirliyorlar.
94
Ne
istiyorsunuz? Elinizden ne geliyor? Kimlerle birlikte yaşamaya hazırsınız? Kim
sizi tehdit edebilir?
Aradığımız
şey birbirine eklenen tüm bu faillerle uzlaşmak değildir; onlara bağımlı olmayı
öğreniriz. Herhangi bir indirgeme, herhangi bir uyum söz konusu değildir.
Bir
doğurma sisteminde, etki eden tüm öğeler, tüm canlılar kendilerinden sonra
gelecekleri, atalarını sorgular, özetle kalıcı olabilecek soy zincirleri
keşfedip içlerinde yer almaya çalışırlar.
Eski
modernler için büyük ölçüde mantığa aykırı bir işlemdir bu. Onlar açısından,
bir satırla geriye dönülmez biçimde birbirinden ayrılmış eskiyle yeni arasında
bir seçim yapmak gerekmiştir her zaman. Geçmiş artık geçişe izin veren
şey olmaktan çıkmış, yalnızca aşılmış olan şeye dönüşmüştür. Bu seçimin
tartışılması, duraksamak, tartmak, acele etmemek, zaman okundan kuşkulanmak,
eski kafalı olmak demektir.
Modernleşme
cephesinin sapkınlığı, gelenek mefhumunu eskimiş bir şey olarak
gülünçleştirerek, her türlü aktarım, miras, yeniden canlanma, dolayısıyla
dönüşüm, kısacası doğurma biçimini olanaksız kılmasıdır. Bu çocukların eğitimi
için olduğu kadar manzaralar, hayvanlar, hükümetler ya da tanrılar için de
geçerlidir.
95
Bir üretim
sistemi çerçevesinde, yalnızca insanlar -her zaman çok geç- başkaldırabilir;
bir doğurma çerçevesindeyse, -felaketten önce- daha pek çok haykırış
duyulabilir.
Bir üretim
sisteminden bir doğurma sistemine geçildiğinde, adaletsizliğe karşı başkaldırı
kaynakları çoğaltılabilir, bunun sonucunda da Yerküresellik mücadelelerindeki
potansiyel müttefik yelpazesi büyük ölçüde genişleyebilir.
Böyle bir
jeopolitik değişim felsefi bir karara bağlı olsaydı güçsüz kalırdı. Öte yandan,
Yeni İklim Rejimi’ne dek, inanılmaz, karmaşık, korkunç görünmüştür.
Bizi
insanın, yurdun, politikanın, uygarlığın tanımını elden geçirmek zorunda
bırakan, deyim yerindeyse, zincirinden boşanmış faillerin katkısından
yararlanıyoruz artık.
Şu anki
durum, yanlamasına bakıldığında, yalnızca üretim sistemleri dahilindeki maddi
tarih boyunca bir sürü örneğine rastladığımız gibi bir çelişkiyi değil, bir
yanda üretim sistemiyle öte yanda doğurma sistemi arasındaki bir çelişkiyi
yansıtır. Bu yalnızca bir ekonomi sorunu değil, aynı zamanda bir uygarlık
sorunudur.
96
Yerküresellik
henüz bir kurum değildir, ama şimdiden bir aktördür ve Modernlerin
“doğa”sına yüklenen politik rolden açıkça farklı bir rol üstlenir.
(Bununla
birlikte, belki bir bilimsel alana işaret etmek dışında ekoloji sözcüğünü
kullanmaktan vazgeçmenin zamanı gelmiştir. Sorun yalnızca aynı bahislerle
boğuşan başka yerkürelilerle birlikte ya da onlara karşı yaratılacak yaşam
alanlarıyla ilgilidir. Bundan böyle politik sıfatı, çok uzun süre onu
sınırlayan polis’in anlamı genişletilirse, bu yaşam alanlarını
tanımlamaya yetebilir.)
XIX
97
“Sürdürülebilir
tarımla mı uğraşmalıyım, gösterilerde başa mı geçmeliyim, Kış Sarayı’na mı
yürümeliyim, Aziz Francesco’nun öğütlerini mi dinlemeliyim, bilgisayar korsanı
mı olmalıyım, komşularım arasında eğlenceler mi düzenlemeliyim, yeniden cadı
ayinleri mi keşfetmeliyim, yapay fotosenteze mi yatırım yapmalıyım, yoksa
kurtların izini sürmeyi öğrenmemi mi istiyorsunuz?”
Bu
denemenin amacı kuşkusuz hayal kırıklığı yaratmak değil, ama onun tarihin
akışından daha hızlı gitmesi beklenemez: Bir yandan Yerküreselliği herkes bilir
-kim modern saptamaları bırakmayı aklından geçirmemiştir ki?-, öte yandan Yeni
İklim Rejimi’nin paylaşılan bir kurumu yoktur. İşte biz bu arada kalmışlıkla,
bu tuhaf savaşta, hem cepheye doğru harekete geçiriliyoruz hem de geriye çekiliyoruz.
98
Yerküreselliğin
hem boş hem de meskûn olması, durumu daha da belirsizleştiriyor. Sayısız
toprağa dönüş girişimi yaşanıyor. Bu terim gerek sanat sergilerinde, gerek
bilim dergilerinde, gerek komünlerin yeniden ortaya çıkışında, gerekse kırsal
bölgelerin derinliklerinin yeniden işgalinde; her yerde karşımıza çıkıyor. Her
ne kadar elimizde başka bir koordinat sistemi bulunmadığı için seçimler
sırasında ya da iletişim ortamlarında gezinirken farkında olmasak da ok yaydan
çoktan çıktı: Büyük yer değiştirme gerçekleşti bile.
Buna
karşın, doğruya doğru, üçüncü çekim merkezinin çekici renkleri yok. Çok fazla
özen, çok fazla dikkat, çok fazla zaman, çok fazla diplomasi istiyor. Bugün
bile Küresellik hâlâ ışıldıyor, özgürleştiriyor, heyecan yaratıyor, bilmezden
gelmeyi bunca hoş görüyor, serbestleştiriyor, sonsuz gençlik izlenimi
yaratıyor. Ne var ki, aslında varolan bir şey değil. Yerellik de güven veriyor,
yatıştırıyor, bir kimlik sunuyor. Ama o da aslında varolan bir şey değil.
“Kimliğe
ve sınırların savunulmasına acil dönüş yapmadan, insanlara korundukları
duygusunu nasıl kazandıracağız? Modernleşmenin birbiriyle çelişkili kıldığı,
aslında birbirini tamamlayan iki hareketle: bir yandan bir toprağa bağlanarak,
öte yandan dünyasallaşarak.”
99
Toprak
bağlanmaya, dünya kopmaya izin verir. Bağlılık Büyük Dışarısı yanılsamasından
kurtulmamızı sağlar, kopuş da sınır yanılsamalarından kurtulmamızı. Gözetilmesi
gereken budur.
...
yurt mücadelelerinden kurtulup, “küresel düzeye geçme”ye ve Yerküre’yi “bir bütün
olarak” kavramaya kalkışmak da anlamsız. Yerküresellik zamansal ya da uzamsal
ölçeklerin ve sınırların altüst edilişiyle tanımlanır. Bu güç her yere birden
etki eder ama birliği yoktur. Politiktir ama devletle ilgili değildir. Tam
anlamıyla atmosferiktir.
100
CO₂’nun
uzamsallaşması kentsel ulaşımınki gibi değildir; sutaşırların yerelliği kuş
gribininki gibi değildir; antibiyotikler dünyayı İslamcı teröristlerden farklı
biçimde küreselleştirir; köpeği Cayenne, Donna Haraway’i aklından bile
geçmeyecek yerlere gitmek zorunda bırakır; daha önce gördüğümüz gibi, kömürün
ortaya çıkardığı mücadeleler petrol kaynaklı olanlara benzemez, vb.
Ne
yapacağız peki? Öncelikle betimleyeceğiz. Yerküreselliğin bizim için
nelerden oluştuğunu santimetre santimetre, her canlıyla, her insanla sayıp
dökmezsek, ölçüp biçmezsek, politik anlamda nasıl harekete geçebiliriz? Olsa
olsa kurnazca görüşler dile getirebilir ya da saygın değerleri savunabiliriz,
ama politik duygulanımlarımız boşa kürek çeker.
101
Bunun
için, yaşam alanlarını bir yerkürelinin yaşamını sürdürebilmek için bağlı
olduğu şey olarak tanımlamayı kabul etmek, bunu yaparken de başka hangi
yerkürelilerin ona bağımlı olduğunu sorgulamak gerekir.
Bir
yerküreli açısından bir yaşam alanını tanımlamak, kalıcılığı için gerek duyduğu
şeyleri, dolayısıyla da yeri geldiğinde yaşamı pahasına savunmaya hazır
olduğu şeyleri listelemek demektir. Bu bir kurt için olduğu kadar bir bakteri
için, bir şirket için olduğu kadar bir orman için, bir tanrı için olduğu kadar
bir aile için de geçerlidir. Belgelenmesi gereken şey, bir yerkürelinin ona
sahip olan ve bağlı olduğu iyeliklerdir - iyelik sözcüğünün her anlamıyla. Öyle
ki, söz konusu iyelikler onlardan yoksun kalırsa, yok olmasına yol açabilirler.
Kuşkusuz
asıl güçlük böyle bir listenin çıkarılmasıdır. Üretim süreciyle doğurma süreci
arasındaki çelişkinin doruğa taşındığı nokta da budur.
Üretim
sisteminde listeleme kolaydır: insanlar ve kaynaklar. Doğurma sistemindeyse
liste yapmak çok daha güçtür, çünkü onu oluşturan faillerin, canlıların, etki
edenlerin her birinin kendine özgü bir güzergâhı ve çıkarı vardır.
Bir
yurt aslında tek bir fail türüyle sınırlı değildir. Bir yerkürelinin yaşamını
sürdürebilmesi için vazgeçilmez olan şey soruşturma, deneyim, alışkanlık,
kültür yoluyla saptanan -uzak ya da yakın- bütün canlılardır.
Söz
konusu olan, sınıf tanımlarını yaşamın sürmesini sağlayan her şeye yayarak
genişletmektir. En çok neye bağlısınız? Kiminle birlikte yaşayabilirsiniz?
Kimin yaşamını sürdürebilmesi size bağlı? Kiminle mücadele etmeniz gerekecek?
Tüm bu failleri nasıl bir hiyerarşiye oturtabilirsiniz?
103
Halk
olarak varolmakla kendi yaşam alanlarını betimleyebilmek aynı şeydir - işte
eksi-dünyasallaşmanın bizi yoksun bıraktığı şey de budur.
104
Şu
anki durumun çarpıcı yanı, eksik olan halkların içinde bulundukları durumları
ve çıkarlarını öyle betimleyemedikleri için kendilerini büyük ölçüde yolunu
şaşırmış, yitik hissetmeleri ve hepsinin aynı şekilde davranması; hareket
edenlerin hareket etmeyenler gibi, göç edenlerin yerlerinde kalanlar gibi,
“köklü” olduklarını söyleyenlerin kendilerini yabancı hissedenler gibi olması:
Ayaklarının altında kalıcı ve üstünde yaşanabilir bir zemin yokmuşçasına, bir
yerlere sığınmaları gerekiyormuşçasına.
XX
105
Kentsoylu
ve taşra kökenli bir üniversite öğretim üyesiyim. ... Kuşkusuz, ayrıcalıklı
biriyim. Okur bundan jeo-toplumsal çatışmalar üstüne konuşabilecek biri
olmadığım sonucunu çıkarabilir.
Ayak
basmak [kitabın özgün adı “Nereye İnmeli?] demek, ister istemez ayağın bir yere
basması demektir. Bundan sonra yazdıklarım birlikte yaşamak istediğimiz
insanlarla yürütülecek son derece riskli diplomatik pazarlığa bir giriş olarak
okunmalı. Sonuçta, ben ayağımı Avrupa’ya basmak istiyorum!
Avrupa’da,
bu Eski Kıta’da, İngiltere onu yüzüstü bırakması gerektiğine inanalı ve Yeni
Dünya Trump sayesinde, görünüşe göre, kendine ideal olarak 1950’li yılları alan
bir modern yaşam yorumunda donup kalmaya başlayalı beri jeopolitik değişti.
106
Avrupa
yalnız, orası doğru, ama yalnızca Avrupa kendi tarihinin akışına yeniden egemen
olabilir. Bunun nedeni tam olarak Ağustos 1914’ü dünyanın geri kalanını
arkasından sürükleyerek yaşamış olmasıdır.
Avrupa’nın
kusurlarından kaynaklanan nitelikleri de var. ... Modernden çağdaş’a geçiş için
umutlanmak...
Bir
sorunun yanıtı ortada artık: Ulus-devlet uzun süre boyunca eski aidiyetlere
karşı modernleşme vektörünü oluştururken, şimdi artık Yerelliğin öteki adı
yalnızca. İçinde yaşanabilir dünyanın adı olmaktan çıktı.
107
Peter
Sloterdijk günün birinde Avrupa’nın imparatorluktan kesin olarak vazgeçmiş
ulusların kulübü olduğunu söylemişti. Brexit savunucularını, Trupm’ın
seçmenlerini, Türkleri, Çinlileri, Rusları bırakalım yaşasınlar imparatorluk
düşleriyle. Biliyoruz ki, haritacılık anlamında bir bölgede hüküm sürmeyi hâlâ
istiyorlarsa, bu açıdan bizim bugün hem bize hem de onlara egemen olan
Yerküre’ye egemen olma şansımızdan daha fazla şansları yok.
Avrupa
küresel uzam üstündeki etki alanının ne denli hassas olduğuna tanık oldu. Artık
bir dünya düzeni dayatmaya kalkışamaz, hayır, ama üstünde yaşanabilir bir
toprağa kavuşmanın ne demek olduğunu gösterecek bir örnek sunabilir.
Sonuçta,
haritacılık araçlarıyla saptanan uzam anlamında Küre’yi icat etme savında olan
odur. Bu öyle güçlü -aşırı güçlü- bir koordinat sistemidir ki, yaşam
biçimlerinin çokluğunun gözlemlenmesini, korunmasını, toplanmasını sağlar. Bu
ilk olarak dünya tasarımıdır; basitleştirilmiştir kuşkusuz ama ortaktır; etnik
merkezcidir kuşkusuz, ama ortaktır; nesnelleştiricidir kuşkusuz ama ortaktır.
108
Küre’yi
yeniden etkili kılabilmek için bu tasarıyı “küresellikten uzaklaştırmak” ona
düşer. Her şeye karşın, modelini kendisinin yarattığı o ulus-devletlerin
egemenliğini yeniden tanımlama görevi de onundur.
Evet,
Avrupa dünyaya “egemen” olabileceğini düşündüğü zamanlarda tehlikeliydi, ama
küçülüp ufacık bir fare gibi tarihten gizlenmeye çalışsa daha da tehlikeli
olmaz mıydı sizce? Kendi yarattığı modernleşme biçimini “çağırma”nın her
anlamıyla çağırma eğiliminden nasıl kurtulabilirdi ki? Kendi işlediği suçlardan
ötürü, küçüklük ona yasaklanmıştır.
Bu
suçlar arasında en önemlisi yerlere, yurtlara, ülkelere, kültürlere
yerleşebileceğine inanmaktı, gerek oraların sakinlerini ortadan kaldırarak,
gerek yaşam biçimlerinin yerine kendininkini getirerek - bunu da zorunlu
“uygarlaşma” adına yaptı. Bildiğimiz gibi, Küre’nin imgesini ve bilimsel
biçimini olanaklı kılan şey de bu suçtur.
Şu
anda modernleşmenin açtığı uçurumlara dönmüyorsa Avrupa’nın bir anlamı kalmaz.
Düşünümsel bir modernleşme düşüncesine kazandırılabilecek en iyi anlam budur.
109
Kuzu
postuna bürünmüş kişiler onca insanın Avrupa sınırlarını aşıp, “evimize” “kendi
evleriymiş gibi” yerleşmesine kızıyorlar. Bunu önceden, “büyük keşifler”den
önce, sömürgeleştirmeden önce, bağımsızlaşmalardan önce düşünmek gerekiyordu.
Büyük
Yer Değiştirme’den korkuyorsanız, işe, “bakir topraklara” kendi yaşam
biçiminizi getirmekle başlamamalıydınız.
Avrupa
potansiyel göçmenlerle yüzyıllık bir anlaşma imzalamış gibi: Size sormadan
evinize geldik; siz de sormadan evimize geleceksiniz. Her şey karşılıklı.
Bundan kaçış yok. Tüm halkların topraklarını ele geçirdiği için, tüm halklar
şimdi ona doğru yürüyor.
Avrupa
ayrıca başka yerkürelilerle de bir anlaşma imzalamış gibi görünüyor, onlar da
sınırlarını ele geçirmek için ilerlemeye başladı: Okyanusların suları, kurumuş
ya da kabarmış ırmaklar, iklim değişikliğine yakalanmamak için olabildiğince
çabuk göç etmek zorunda kalan ormanlar, mikroplarla asalaklar, hepsi bir büyük
yer değiştirmenin peşinde. Sormadan evimize geldiniz; biz de sormadan evinize
geleceğiz. Tüm kaynaklardan yararlanıldığı için, haklı olarak aktörlere dönüşen
bu kaynaklar, tıpkı Birman Ormanı gibi, kendilerinin olan şeyleri geri almak
üzere ilerlemeye başladı.
Zamanın
üç büyük sorunu kısmen onun topraklarına yöneltilebilir: Eksi-dünyasallaşmadan
nasıl kurtulacağız? Yer sisteminin insan eylemlerine tepkisine nasıl göğüs
gereceğiz? Sığınmacıları ağırlamak için nasıl örgütleneceğiz?
110
Başkaları
bunu yapamayacak demek değil bu. Avrupa’nın, tarihi yüzünden, bu konuda ön ayak
olması gerekiyor demek, çünkü baş sorumlu o.
.
.
.