.
.
.
.
.
Küçük Sayılardan Korkmak
Öfkenin Coğrafyası Üzerine Bir Deneme
Arjun
Appadurai
(Çev.
Ferit Burak Aydar), timsahkitap Yayınları, 2008 İstanbul
İçindekiler
Yıkıcı
Küresellik, Şiddet ve Öfke Coğrafyası, E. Fuat Keyman 5
Giriş 13
1.
Etnik Kıyımdan İdeolojik Kıyıma 17
3.
Küreselleşme ve Şiddet 41
4.
Küçük Sayılardan Korkmak 53
5.
Bizim Teröristlerimiz ve Biz 79
6.
İdeolojik Kıyım Çağında Tabandan Küreselleşme 101
Kaynakça 117
Yıkıcı
Küresellik, Şiddet ve Öfke Coğrafyası, E. Fuat Keyman
5
kozmopolitan
modernlik
11
Eylül (2001) uluslararası ilişkilerde devlet-merkezci siyasetin
yeniden canlanmasına yol açtı… risk, güvensizlik, belirsizlik
duygularının yaşamın her alanında hissedilmesine neden oldu…
7
Önce
Afganistan’a, sonra Irak’a karşı başlatılan savaş, bu
hegemonya pekiştirme sürecinin ilk ayağıydı.
8
[ABD
dış politikasının hareket tarzını oluşturan dört nokta:] 3.
Uluslararası ilişkilerin kültürel temelini, “medeniyet yaratma
kapasitesine içsel olarak sahip toplumlar – medeniyet yaratma
kapasitesini ancak dışsal müdehalelerle kazanabilecek toplumlar
ayrımına” dayalı olarak kurgulayarak, savaşı medeniyet yaratma
olgusuyla meşrulaştırmak…
9
Küresel
fakirlik ve açlık sorunları etnik ve dinsel savaşlardan ve
terörden çok daha fazla insan kaybına yol açmasına rağmen,
küreselleşme bugün savaşla tanımlanıyor.
[Küresel
bir sivil toplumun oluşması…] Anti-küresel hareket olarak
başlayan bu direnç ve mücadele, bugün “alter-küreselleşme”
diyebileceğimiz bir niteliğe dönüşüyor…
10
Arjun
Appadurai, Geniş
Ölçekte Modernite,
1996
11
Küreselleşme
sadece ekonomik, finansal kapitalizm, bilişim/iletişim
teknolojilerinde yaşanan ilerleme temelinde düşünülmemeli ve
tartışılmamalıdır. Küreselleşme yaygınlaştırdığı,
derinleştirdiği ve hızlandırdığı karanlık yüzüyle,
eşitsizlikleri ve dışlanmaları, şiddeti ve öfkeyi küreselden
yerele, makro ölçekten mikro ölçeğe kadar uzanan bir alanda
tetiklemektedir. … bir öfke coğrafyası da yaratmaktadır.
Giriş
13
kolektif
şiddet
14
tabandan
küreselleşme
(aşağıdan küreselleşme) gerçeği… Bu gerçek, devlete bağlı
olmayan eylemci örgütlerinin ve hareketlerin tüm dünyada insan
hakları, toplumsal cinsiyet, yoksulluk, çevre ve salgınlar gibi
konularda küresel gündemi ele geçirme ve şekillendirme çabasıydı.
… okumaya
başladığınız bu kitap küreselleşmeyi ona en çok ihtiyaç
duyan ama meyvesini en az yiyenlere, yani dünya üzerindeki
yoksullara, mülksüzlere, zayıflara ve marjinal nüfuslara yararlı
hale getirme yolları arayan, uzun vadeli bir projede –hem
entelektüel hem de kişisel anlamda- bir geçiş ve durak
oluşturmaktadır. … küreselleşmenin nasıl yeni nefret, etnik
kıyım ve ideolojik temelli kıyım biçimleri üretebildiğini
anlayana kadar, küreselleşme ve umudun küreselleşmesi hakkındaki
kaynaklarımızı nerede arayacağımızı bilmiyor olacağız.
1.
Etnik Kıyımdan İdeolojik Kıyıma
17
[Kitaptaki
temel argümanlar iki büyük şiddet türünün gölgesinde
şekillendi:] Bunlardan ilki 1990’ların başında Doğu Avrupa’da,
Ruanda’da ve Hindistan’da görüldü ve 1989 sonrasında dünyanın
tümüyle ilerleyen bir yer olmayacağını ve küreselleşmenin
ulusların mukaddes ideolojilerindeki ciddi marazları ortaya
serebileceğini herkese gösterdi. Resmi söylemde “teröre karşı
savaş” adı verilen ikinci tür şiddetin alameti farikası ise,
sanırım, 11 Eylül 2001’de New York’taki Dünya Ticaret
Merkezi’ne ve Virginia’daki Pentagon’a yapılan dehşetengiz
saldırılardır.
[1940’lar,
faşizm, totaliter yönetimler, Mao’nun Çin’i, Stalin Rusyası,
vb]. 1990’lar liberal demokratik toplumların ve çeşitli karma
devlet biçimlerinin de çoğunlukçu güçlere ve büyük çaplı
etnik şiddete esir düşebileceğini şüpheye yer bırakmayacak
şekilde kanıtlamıştır.
18
mebzul
cömertçe verme
Küreselleşmenin
etnik temizlikle ve terörle ilişkisini daha iyi anlamak için
birbiriyle iç içe geçen bazı fikirler öne sürüyorum. İlk adım
modern ulus-devlet fikrinin arkasında temel ve tehlikeli bir fikrin
yatmakta olduğunu kabul etmektir. Bu fikir “ulusal etnos”tur.
Siyasal sisteminin ne kadar yumuşak başlı olduğundan, hoşgörü,
çokkültürlülük ve dâhil etme konusundaki kamusal seslerin ne
kadar yüksek çıktığından bağımsız olarak, modern ulusların
hiçbiri ulusal egemenliğinin etnik
deha
anlayışı üzerine kurulu olduğu fikrinden azade değildir. ...
bir ulusal halk olma fikrinin modern liberal toplumların yumuşak
karnı olduğu tespiti... Bana göre ulusal dehadan mukaddes ulusun
bütünselleştirilmiş kozmolojisine ve dahası etnik
saflığa
ve temizliğe giden yol görece dolaysızdır. ... kan ve
milliyetçiliği dünyanın her yerinde çok daha eksiksiz bir
kucaklayıcılığa sahip olduğu gözükmektedir.
20
belirsizlik
ve türleri...
...
bugünün etnik guruplarının yüzbinleri buluyor olmasıyla ve bu
gurupların hareketlerinin, karışımlarının, kültürel
tarzlarının ve medya temsillerinin tam olarak kimin “biz”den,
kimin “onlar”dan olduğu konusunda derin şüpheler uyandırıyor
olması...
[nüfus
sayımı kaygıları] Verili bir toprak parçası üzerinde gerçekte
şu ya da bu türde kaç insan yaşamaktadır? Ya da hızlı göç ya
da mülteci hareketi bağlamında “onların” kaçı şu anda
aramızdadır? ... Bir diğer belirsizlik de belli bir insanın
gerçekten iddia ettiği ya da göründüğü veyahut da tarihten bu
yana olageldiği kişi olup olmadığı hakkındadır.
21
Büyük
çaplı kitle hareketleri (hangi nedenle olursa olsun) ortaya
çıktığında, büyük ölçekli etnik kimliklere yeni ödüller ya
da riskler eşlik ettiğinde ya da mevcut toplumsal bilgi ağları
dedikodu, terör ya da toplumsal hareket tarafından aşındırıldığında
bütün belirsizlik türleri güç kazanır. Bu toplumsal belirsizlik
biçimlerinden biri ya da daha fazlası devreye girdiğinde, şiddet
korkunç bir kesinlik biçimini yaratabilir ve “onlar” hakkında
ve dolayısıyla “biz” hakkında acımasız bir teknik (ya da
halk buluşu işlemi) haline gelebilir.
Bu
bağlamda, çeşitli şekillerde, modern ulus-devletin bazı temel
ilke ve usulleri -ulusal egemenliğin olduğu istikrara sahip bir
toprak parçası fikri, sınırlanabilir ve sayılabilir bir nüfus
fikri, güvenilir bir nüfus sayımı fikri ve istikrarlı ve şeffaf
kategoriler fikri- küreselleşme çağında başarısız olmuştur...
Hepsinden öte, belirgin ve tekil halkların, sınırları net bir
şekilde çizilmiş toprak parçalarından doğdukları ve bu
toprakları kontrol ettikleri konusundaki kesinlik, Modernity
at Large’da
tarif ettiğim gibi, imgelerin, zenginliğin, silahların ve
halkların küresel akışkanlığı karşısında kesin olarak
sarsılmıştır.
2.
Çatışmalar Medeniyeti
27
...
terörizm adını verdiğimiz şeyin yaygınlaşması ve devlet
karşıtı her türlü faaliyeti nitelendiren bir ad olarak terörizm
söyleminin ateş hızıyla yayılması ulusların savaşı ile
uluslar içindeki
savaşlar arasındaki çizgileri kesin olarak silikleştirmiştir.
28
...
11 Eylül, yaratıcısı olmayan savaş...
Bu
savaş Amerika’ya karşı yürütülen bir savaştı, ama aynı
zamanda devletlerin oyundaki tek aktör olduğu fikrine karşı
açılmış bir savaştı.
29
...
İslam âlemi kendi içinde tartışmalarla doludur. En önemli
tartışmalardan birisi hangi İslam devletlerinin kendi halkları
tarafından adil devletler olarak görüldüğü, hangilerinin
görülmediğidir.
Bir
medeniyetler çatışmasından ziyade dünya çapında bir medeniyeti
içinde olduğumuzu düşünmemin nedenlerine yeniden döneceğim...
ABD
medyasının ve devlet organlarının görülmeyen ve bilinmeyen
düşmanı tarif etmek için uygun sözcükler aradığı hakkında
çok şey yazılıp çizilmiştir.
31
[Afganistan,
Usame bin Ladin; Irak Savaşı...] Öte yandan düşman, dünyanın
dört bir köşesine yayılmış diğer isimsiz terörist şebekelerle
gölge mekanizmalar aracılığıyla bağlantıya sahip küresel bir
terörist şebekesi olarak adlandırıldığından, birçok devlet
kendi muhaliflerini, devlet karşıtı eylemcilerini ve şiddete
başvuran azınlıklarını tam da bu tür bir adlandırma sayesinde
teşhis edebildi. Bu adın küresel çapta güçlü bir alıcısı
vardı. Ve birçok devlet bunun yerel alanda sınırsız manipülasyon
olanağı sunan bir ad olduğunu fark etmişti.
[Hücreli
Sistemler Omurgalı Sistemlere Karşı]
Modern
ulus-devletler omurgalı dünyaya ait olduklarını kabul ediyorlar
ve tıpkı son dinazorlar gibi, küresel bir formasyon olarak korkunç
bir hayatta kalma mücadelesi içinde olduklarını görüyorlar.
32
netameli
gizli bir tehlikesi olduğu sanılan, tekin olmayan.
Küresel
ekonomi trafiğinin karmaşık biçimlerini yönetmek üzere sınır
ötesi hukuk, muhasebecilik ve enformasyon teknolojisi kuralları
gibi çoğu bilinmeyen ya da uzmanlaşmış teknokrat elitler
haricinde kimsenin kullanmadığı kurumlar ortaya çıktı.
...
çeşitli düşünürler arasında ulus-devletin krizi, ulusal
egemenliğin geleceği, güçlü bölgesel koalisyonların parçası
olmayan devletlerin yaşama şansı konusunda tartışmalar
durulmuyor. Tüm dünyada siyasal konuşmalarda ve kitle
hareketlerinde benzerleri olan bu tartışmalar çoğu zaman yabancı
mallar, yabancı diller, yabancı göçmenler ya da yabancı
yatırımları konusunda duyulan yeni panik biçimleri halini
almaktadır. Birçok devlet kendisini ulusal egemenlik oyunları
sergileme ihtiyacı ile Batı sermayesinin kutsamalarını ve
çoktaraflıları davet etmeyi amaçlayan eşzamanlı açıklık
gösterileri arasında kaldığını görüyor.
33
...
ulusal ekonomi kurmacasının bile neredeyse tamamen kaybedilmesiyle
birlikte, bugün saflık, sahicilik, sınırlar ve güvenlik
fantezilerinin sergilenebileceği esas alan olarak kültürel alan
kalmıştır. ... her türlü ulusal muhasebeden kaçan offshore
ekonomi imparatorlukları...
34
Siberuzam
alanında ölümcül milliyetçilikler de çok prim yapıyor, ama
yine de bunlar uzam, mekân ve kimlik arasındaki bağların
sağlamlığını karmaşıklaştırıyor.
Karşılıklı
olarak birbirine bağlı olan, teknolojinin önderliğindeki günümüz
dünyasında yeni ortaya çıkan toplumsal ve siyasal biçimleri
yakalamak için ağ imgelerinden yararlanılmaktadır. ... Ama yine
de ağ imgesi, yakalamaya çalıştığı gerçeklik açısından çok
genel görünmektedir.
Hücreli
bir dünya fikri birazcık daha belirgin görünmektedir. ... ve
elbette her benzetme gibi eksik ya da kusurludur. Modern
ulus-devletler sistemi omurgalı yapının en belirgin örneğidir,
zira uluslar kendi uydurdukları farklılık ve tekillik
hikayelerinden beslenmelerine karşın, ulus-devletler sistemi ancak
temelinde çeşitli normların, en başta da savaş normlarının
garanti altına aldığı uluslararası bir düzen varsayımı olduğu
için işlemektedir. ... Ulus-devletler sistemi başlangıçtan
itibaren bayraklar, posta pulları ve havayolları gibi basit
kalemlerden ve konsolosluklar, elçiler ve diğer karşılıklı
tanıma biçimleri gibi çok daha karmaşık sistemlerden oluşan
semiyotik bir tanıma ve iletişim sisteminden yararlanmıştır.
Omurgalı sistemlere en büyük ve çapı bakımından en kapsamlı
örnek ulus-devletler sistemidir. Omurgalı sistemler merkezî ya da
hiyerarşik olmak zorunda değildir, ama temelde sınırlı sayıda
eşgüdümlü, düzenleyici normlar ve işaretler üzerinde yükselir.
Vestfalya Anlaşması’nın* ve Kant’ın ahlaki karşılıklılık
ve simetri üzerine yazılarının zaman ve mekân açısından bu
denli yakınlaşmış olmasının nedenini kavramak güç değildir.
*
Otuz Yıl Savaşları sonunda 1648 yılında taraflar arasında
imzalanan bir dizi antlaşma Vestfalya Barışı olarak
adlandırılmaktadır. Augsburg antlaşmasının yeni bir düzenlemesi
olan bu antlaşmaya göre; Kalvenizm herkes tarafından kabul edilen
bir mezhep niteliğini kazanmış ve Kutsal Roma-Cermen
İmparatorluğundaki küçük prenslikler neredeyse bağımsız birer
devlet niteliği kazanmışlardır. Antlaşmanın hükümleri
İmparatorluğa bir dizi önlemler getirmiştir. Antlaşmanın
hükümlerine göre; İmparator ne savaş ilan edebilecek, ne de
vergi ve asker toplayabilecek gibi hükümlerle İmparatorluğun
neredeyse tüm yetkileri elinden alınmıştır. Fransız yazar olan
Voltaire’in şu sözleri bu durumu çok güzel özetlemektedir.
Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu “artık ne Kutsal ne Romalı ne
de İmparatorluktu”. Ayrıca İspanya, Hollanda’nın
bağımsızlığını resmen tanımış ve İspanya-Hollanda
arasındaki Seksen Yıl Savaşları sona ermiştir.
[www.tarihiolaylar.com]
35
Küresel
kapitalist sistemi hücreli sistemlerle omurgalı sistemler
arasındaki karşıtlıkla kolayca açıklayamayız. ... Bu anlamda
ulus-devletler sisteminin ve modern sanayi sermayesinin [modern
kapitalizm?] omurgalı yapıları üst üste binen yapılara ve
birbiriyle açıkça bağlantılı bir tarihe sahiptir.
[Küresel
kapitalizm bir yandan açıkça omurgalı bir sistemdir, zira engin
bir iletişim, ulaşım, uzun mesafeli kredi ve eşgüdümlü mali
işlemler sistemine yaslanır. ... Öte yandan kapitalizm on
dokuzuncu yy’dan bu yana gelişerek teknik açıdan hem daha
karmaşık hem de daha hareketli bir niteliğe bürünmüş ve mali
bileşeniyle sanayi ve imalat arasındaki doğrudan ilişkiler
giderek ortadan kalkmıştır. Böylece kapitalizm peyderpey belli
kritik hücreli özellikler geliştirmeye başlamıştır. Bu
özellikler, “post-Fordist”, “örgütsüz”, “esnek” ya da
“sanayi-sonrası” gibi çeşitli isimler almıştır.] ...
1980’lerin ortalarından bu yana yeni enformasyon
teknolojilerindeki büyüme ve mali işlemlerin ulusal mali
piyasaları ani ve çarpıcı krizlere tabi hale getiren baş
döndürücü hızı ve kapsamındaki artışla bu hücreli
özellikler daha da ivme kazanmıştır.
37
[yeni
“terörist şebekeleri”nin hücreli doğası:] bağlantılı ama
dikey olarak idare edilmeyen, eşgüdümlü ama azımsanmayacak
derecede bağımsızlığı olan, merkezi ileti yapıları olmadan
çoğalabilen [bu örgütler] ... para transferi, gizli örgütlenme,
offshore
cennetleri ve resmi olmayan eğitim ve seferberlik araçları gibi
kritik araçlardan yararlanıyorlar. ... Genel olarak söylersek,
küresel düzeydeki emek, silah, ilaç ve mücevher akışı çoğu
zaman teknolojik açıdan ileri iletişim araçlarından ve devlete
ait olmayan şiddet araçlarından yararlanır.
...
sivil toplum [örgütleri de] yeni dayanışmalar ve yeni stratejiler
yaratmak ve böylece ulus-devletin ve küresel şirketlerin
egemenliğine karşı çıkmak için hücresellik araçlarından
[yararlanmaktadırlar].
38
...
küreselleşmenin mevcut dönemini, küresel sermayenin ruhsatsız ve
sınırsız dolaşmak için duyduğu kural tanımaz dürtü ile
ulus-devletin ulusal egemenliğe sahip bir ekonomik mekân
sağladığına dair bitmeyen fantezi arasında yeni gerilimler
yaratan bir dönem olarak nitelendirmek mümkündür.
40
Günlük
hayatın garantili çıpası olarak barışın yerine şiddeti
koymaya çalışan her türlü çabaya haklı olarak terör adı
verilmelidir. Terör aciliyeti rutinleştirir ve norm olarak istisnai
şiddet biçimlerine ve ihlale değer atfeder.
3.
Küreselleşme ve Şiddet
41
Küreselleşme
güçlü enformasyon ve iletişim teknolojilerinin başını çektiği
yeni bir sanayi devriminin adıdır ve bu devrim henüz başlamıştır.
Kuzey’de
ya da Güney’de olmamızdan bağımsız olarak, küreselleşme
yeniliği idare edilebilir hale getirmek için sahip olduğumuz en
güçlü araca da meydan okuyor. Bu araç tarihe başvurmaktır.
Küreselleşmeyi kapitalizmin, emperyalizmin, yeni sömürgeciliğin,
modernleşmenin ya da kalkınmacılığın yeni bir aşaması (ve
yüzü) olarak görmek için elimizden geleni yapabiliriz. … Fakat
bu tarihselleştirme hareketi (teknik açıdan sahip olduğu tüm
meşruiyete karşın) tam da küreselleşmenin yeniliğiyle dengeleri
alt üst eden kısmını açıklamaktan aciz olduğu için
başarısızlığa mahkûmdur. Eski dünya sistemlerine, eski
imparatorluklara ve bilinen iktidar ve sermaye biçimlerine başvurmak
gerçekten de bizi teskin edebilir, ama belli bir noktadan öteye
geçemez. … Küreselleşme insanlığın önüne tarihin, hattâ
kötü insanların ve aşağılık dünya fatihlerinin tarihinin bile
sunduğu rahatlıklarla çözülemeyecek yeni güçlükler
çıkarmaktadır.
42
… küreselleşmeyi
önceki devlet ve Pazar tarihleri üzerinden anlamayı zorlaştıran
birbiriyle bağlantılı üç etken vardır. Birincisi … Mali
sermaye bugün geçmişe nazaran daha hızlı, daha çoğalabilen ve
daha soyut bir niteliğe sahiptir ve ulusal ekonomilere daha çok
sirayet etmiştir. Ayrıca imalata ve üretken zenginliğin diğer
biçimleriyle olan gevşek bağlarından ötürü bariz bir yapısal
binicisi olmayan bir attır. İkinci neden elektronik enformasyon
devriminin kendine özgü gücüyle alakalıdır. Elektronik
enformasyon teknolojileri yeni mali araçların ayrılmaz birer
parçasıdır ve bu araçların çoğu kendilerini düzenleyen
kuralların açıkça ötesinde olan teknik güçlere sahiptir.
Dolayısıyla ulus-devlet ortadan kalksın ya da kalkmasın, hiç
kimse ulusal ekonomi fikrinin artık sürdürülebilir bir proje
olduğunu savunamaz. Yine bunun bir uzantısı olarak, ulusal
egemenlik de artık yeni türde ve ölçekte belli teknik nedenlerden
ötürü sallantıda olan bir projedir. Üçüncüsü elektronik mali
piyasalarının yarattığı yeni, gizemli ve neredeyse sihirli
zenginlik biçimleri dünyanın en zengin ülkelerinde bile
zenginlerle yoksullar arasındaki artan uçurumun doğrudan sorumlusu
olarak gözükmektedir.
Daha
da önemlisi, mali sermayenin gizemli hareketlerine, dünya emek
pazarındaki birçok göçmen açısından köken kimlikleri, ikamet
kimlikleri ve istek kimlikleri arasında eşi görülmedik
gerilimlere yol açan yeni türde (hem elitler hem de proleterler
tarafından) göçler eşlik ediyor. Geçirgen mali sınırlar,
hareketli kimlikler ve hızlı hareket eden iletişim ve mübadele
teknikleri birlikte alındığında hem ulusal sınırlar içinde hem
de ötesinde şiddet konusunda yeni potansiyeller taşıyan
tartışmalar ortaya çıkıyor.
43
Küreselleşme
ve şiddet sorunlarını ele almanın pek çok yolu bulunuyor.
Sözgelimi ABD’ye bakıp, hapishane sanayisindeki (ve kimi zaman
kullanıldığı adıyla, hapishane devletindeki) büyümenin daha
insani olan diğer istihdam ve zenginlik yaratma biçimlerinin dışına
itilen bölge ekonomilerinin dinamikleriyle bağlantılı olup
olmadığını sorabiliriz. Ya da Endonezya’ya bakıp, yerli
halklar arasında devletin himayesindeki göçmenlere yönelik ülke
içi şiddetin neden ölümcül bir artış gösterdiğini
sorabiliriz. Ya da Sri Lanka’yı inceleyip, oradaki sonu gelmez iç
savaş ile siber-ayrılıkçılığın bir örneği olarak eelam.com
gibi sonuçlar doğuran Tamiller’in küresel diasporası arasında
gerçekten bağ olup olmadığını sorabiliriz. Keza Çeçenistan ve
Keşmir’den Bask ve Afrika’nın birçok bölgesine kadar dünyanın
pek çok yerindeki geleneksel ayrılıkçı hareketler konusunda
kaygı duyabilir ve bu hareketlerin uyguladıkları şiddetin
gerçekten iç kaynaklı olup olmadığını sorabiliriz. Yine,
Filistin’e bakıp iç sömürgeciliğin mahrem şiddetinin şu anda
kitle iletişim araçları ve küresel müdahaleye sürekli
kurumsallaşmaya mahkûm olacak denli derin bağlarla bağlı olup
olmadığını sorabiliriz. Kendimizi Kosova ya da Irak’taymış
gibi düşünebilir ve NATO hava saldırılarının şiddet dolu
insancıllığının zamanımızın silahlı tanrıları tarafından
uygulanan dinî misillemenin en yeni biçimi olup olmadığını
sorabiliriz. Veyahut da Filistin, Timor ya da Sierra Leone gibi pek
çok ulusal mekânda, genellikle mahalle ya da mülteci kampı diye
geçen tecrit kamplarında yaşayan dehşete düşmüş azınlıkların
gözünden bakabilir ve yerinden etme ve tehcirin şiddetinden
bahsedebiliriz.
[Büyük
küresel faktörler: Kadınlara karşı örgütlü şiddetteki artış
(en bilineni Taliban rejimi) ev içi şiddetin hâlâ çok yaygın
olduğu ABD); gençlik orduları (Afrika başta olmak üzere); çocuk
emeği, erken yaşta şiddetle tanışma küreselleşmiş bir şiddet
biçimi] Dahası tüm dünyada büyük baraj projeleri ya da
gecekondu yıkımları nedeniyle yerinden edilen sayısız yoksulun
maruz kaldığı daha sinsi şiddet biçimleri de vardır. [Ekonomik
ambargo, polis şiddeti, etnik seferberlik, iş kayıpları] güvenlik
devletlerinin küresel politikalarının mağduru olmaktadırlar.
Yoksulların bedenlerini kimi zaman küresel organ mafyalarına parça
parça satarak, kimi zaman güvenlikli olmayan ülkelerde ev işleri
yapmak için bütün halinde satarak, kimi zaman da kız ve erkek
çocuklarını seks batağına ve bunun gibi kalıcı yaralar açan
başka işlere sürükleyerek kendilerini mahrem şiddete maruz
bırakmalarının bir nedeni de budur.
44
Söylediklerimizin
küreselleşmeyle ne alakası var? Buna tüm insanlık tarihinde
görülebilecek iktidar, açgözlülük, tefessüh [bozulma, çürüme,
kokuşma] ve dışlama hikâyesindeki yeni bir bölüm demek daha
doğru olmaz mı? Ben tam tersini düşünüyorum. Yukarıda
zikredilen örneklerin çoğu özellikle de 1970’den bu yana dünya
ekonomisinde yaşanan dönüşümlerle ve özgürlük, demokrasi,
Pazar ve haklar gibi önceki dönemlere nazaran farklı işleyen
birbirine rakip evrenselcilikler arasındaki savaşın yol açtığı
ulusal egemenlik ve yerel hareketler üzerinden yürüyen özgül
savaşlarla bağlantılıdır. Hepsinden öte, yukarıda verdiğim
birçok örnek, geçtiğimiz yirmi yılda görülen büyük ampirik
bir olgu olarak makro-şiddetle, yani devletler arası şiddete karşı
ülke içi şiddette görülen göreli ve belirgin büyümeyle uyum
içindedir. … yerel örnekleri yerel mahiyette görmek zorlaşır.
45
En
mahrem şiddetten (tecavüz, bedenin bir uzvunun kesilmesi ve kötürüm
bırakma) en soyut şiddete (tehcir ve yasal olarak azınlık haline
getirme) kadar tüm bu şiddet bağlamları içinde en kötüsü, tüm
dünyada her türden azınlıklara karşı yürütülen saldırıdır.
Bu noktada, her devlet (her aile gibi) kendi çapında mutsuzdur. Ama
maden öyle, neden azınlıklara karşı dünya çapında bir
soykırım dürtüsü var?
Mevcut
cevaplar bizi çok uzağa götürmez. Yaşananlar bir medeniyetler
çatışması mıdır? Pek denilemez, zira bu şiddet biçimlerinin
çoğu medeniyetler arasında değil medeniyetlerin kendi içindedir.
… genel anlamda insancıl dürtülerimizin hissizleştiğinden
bahsedebilir miyiz? Olabilir, ama tüm dünyada değişim, eşitlik
ve sağlık için tabandan gelişen kitle hareketlerindeki büyümeyi
dikkate alırsak, insanın uzun mesafeli empati yetisinin henüz
körelmediğini söylemek daha doğru olur. Sorun küçük silahları
ve Kaleşnikofları devletler arasında büyük ve şaibeli
anlaşmalarla resmî olarak gerçekleştirilen roket, tank ve radar
sistemleri ticaretine bağlayan muazzam küresel silah trafiğindeki
eşzamanlı büyüme olabilir mi? Evet, ama bu da bize yalnızca
küresel şiddet için gerekli koşulları verir, yeterli koşulları
değil.
46
O
halde neden azınlıklar dünyanın birçok bölgesinde yeni türde
ve ölçekte şiddet eylemlerine maruz kalmaktadır? Cevabın ilk
adımı olarak şunu söyleyebiliriz: Gerek azınlıklar gerekse de
çoğunluklar esasen on yedinci yüzyıldan itibaren yaratılmış
olan istatistik, nüfus sayımı, nüfus haritaları ve diğer devlet
araçlarının hâkim olduğu modern bir dünyanın ürünüdür.
Azınlıkların ve çoğunlukların ortaya çıkışı esasen on
sekizinci yy’ın demokratik devrimlerinden etkilenen yerlerde
(sömürgeler dünyasının uydu mekânları da buna dâhildir) sayı,
temsil ve oy kullanma hakkı fikirlerinin gelişim sürecine tekabül
eder.
Dolayısıyla
azınlıklar yakın döneme ait toplumsal ve demografik bir
kategoridir ve bugün haklar (insan hakları ve diğerleri),
vatandaşlık, aidiyet, otoktoni* ve devletten (ya da onun hayali
kalıntılarından) alınan yetkiler hakkında yeni kaygıları
harekete geçirmektedir. Ayrıca hem devletlerin yükümlülüklerini
hem de siyasal insanlığın sınırlarını (bunlar gerçek
anlamıyla yurttaş ile genel olarak insanlık arasındaki rahatsız
edici gri alana düşmektedir) incelemek için yeni yollar olduğunu
gösteriyorlar. Başkaları tarafından yetersiz olarak görülen
insanların (örneğin sakatların, yaşlıların ve hastaların)
genellikle marjinalleştirme ya da temizlik operasyonlarının ilk
hedefi olmaları şaşırtıcı değildir. Nazi Almanya’sının
Yahudi figüründe cisimleşen bu kategorilerin tamamını
temizlemeye çalışmış olması düşünülmeye değer.
otokton
[kendi
kendini var eden, yerli/yerel varoluş], [yerleşik kadim ulus ya da
halk], [jeolojide taşınmadan, bulunduğu yerde oluşmuş kayaçlar
için kullanılan kelime], [yunanca kökenli ve eski, köklü
aileleri kasteden "toprağın yerlisi" anlamındaki bileşik
sözcükten (oto-khton) gelme kavram]
Ne
var ki azınlıklar öncesinde şekillenmiş halde karşımıza
çıkmazlar, aksine her ulusun ve her milliyetçiliğin özgül
koşullarında üretilirler. … azınlıklar klasik anlamda birer
günah keçisidir.
47
Peki,
küreselleşme çağında bu günah keçilerinin özel statüsü
nedir? Sonuçta, yabancılar, hasta insanlar, göçmenler, dinî
muhalifler ve benzer küçük toplumsal gruplar her zaman ön
yargıların ve yabancı düşmanlığının hedefi olmuştur. Burada
tek ve basit bir hipotez ortaya atacağım. Küreselleşme mantığının
ayrılmaz bir parçası olarak ulusal egemenliğin sistemik şekilde
yara aldığı ve bu durumun yaşadığı toprak parçası bakımından
tanımlanmış ve sınırlanmış “halkın” çıkarlarının
bekçisi olarak davranmak konusunda devletlere bindirdiği artan yük
dikkate alındığında, azınlıklar, başına buyruk ekonomik
hareketlerin ve zedelenmiş ulusal egemenliklerin olduğu bir dünyada
birçok devletin kendi azınlık ya da marjinallik durumları
hakkında duydukları endişelerin aktarılabileceği büyük bir
alandır. Azınlıklar, tek kelimeyle, klasik ulusal projeye ihanetin
metaforları ve yadigârlarıdır. Ayrıca tüm dünyada gördüğümüz
azınlıkları sürme ya da ortadan kaldırma güdüsünün arkasında
da bu ihanet vardır ve aslında ulus-devletin ulusal egemenliğin
garantörü olma vaadini gerçekleştirememiş olmasından
kaynaklanmaktadır. Meseleye bu şekilde yaklaştığımızda, ülke
içindeki etnik kıyımlara neden genellikle devletin askerî
güçlerinin de dâhil olduğu anlaşılır.
Elbette
azınlıklara yönelik iç şiddetin her türlüsü yükselen
beklentiler, acımasız pazarlar, münfesih [geçerliliği kalmamış,
feshedilmiş] devlet kurumları, haddini bilmez dış müdahaleler ve
harekete geçirilmeyi bekleyen derin iç nefret ve kuşku tarihleri
gibi kendi gerçekçi sosyolojisine de sahiptir. Hikâyenin kendisi
için başka bir yere bakmamız gerekir. Dünya çapında geçerliliği
olan bu hikâye gerçek dünya oyununun devlet egemenliği ve
devletler arası diplomasi ağından kaçmış olmasından duyulan
haklı korkunun bir ürünüdür.
48
Her
şeye rağmen, neden azınlıklar dünya genelinde yaygın olan bu
eğilimin hedefidir? Bu noktada Mary Douglas’ın klasik antropoloji
argümanına dönebiliriz: “Kir yanlış yerdeki maddedir” ve
bütün ahlaki ve toplumsal sınıflandırmalar sınırları
belirsizleştiren unsurlara nefretle bakar (1966). Yukarıda tarif
ettiğim türdeki azınlıklar –hastalar, dinî sapkınlar,
sakatlar, gezginler, kaçaklar ve ulus-devletin sınırları içinde
istenmeyenler- “biz” ile “onlar”, burası ile orası, içerisi
ile dışarısı, sağlıklı ile sağlıksız, sadık ile hain,
ihtiyaç duyulan ile istenmeyen arasındaki sınırları
muğlaklaştırır. Burada kilit unsur ihtiyaç duyulan ile
istenmeyen arasındaki karşıtlıktır. Öyle ya da böyle ulusal
sınırlarımız içinde “azınlık” gruplara ihtiyaç duyarız
–hiçbir şey olmasa tuvaletlerimizi temizletmek ve bizim adımıza
savaşmaları için. Fakat azınlıkların kuraldışı kimlikleri ve
bağlılıklarından ötürü istenmeyen kişiler oldukları da
reddedilemez. İşte bu çifte nitelikleriyle azınlıklar birçok
ulus-devlet açısından küreselleşmenin esas sorununu
cisimleştirmektedir: Küreselleşme hem lazımdır (ya da en azından
kaçınılmazdır) hem de istenmeyen bir şeydir. Hem biz demektir
(iyimser bakışla ona sahip olabilir, onu kontrol edebilir ve
kullanabiliriz) hem de biz değildir (kötümser bakışla ondan
kaçınabilir, onu reddedebilir, onsuz yaşayabilir, onu inkâr
edebilir ve ortadan kaldırabiliriz). Dolayısıyla bu bakış
açısıyla, azınlıklara yönelik şiddetin küreselleşmesi ulusal
proje ve bu projenin küreselleşmeyle olan muğlak ilişkisi
hakkında duyulan derin endişeyi ifade etmektedir. Küreselleşme
yüzü olmayan bir güç olduğundan, etnik kıyımın hedefi olamaz.
Ama azınlıklar olabilir.
Azınlıklar
karma statülerinden ötürü ulusal benlik ve ulusal yurttaşlık
konusunda belirsizliklere yol açmaktadır. Yasal açıdan muğlak
statüleri anayasalar ve yasal düzenlemeler açısından bir baskı
kaynağıdır. Hareketleri sınır güvenliğini tehdit etmektedir.
Mali işlemleri hem ulusal ekonomiler hem de yasal ve yasadışı
işlemler arasındaki sınırları muğlaklaştırmaktadır. Dilleri
ulusal kültürün iç bütünlüğü konusundaki endişeleri
artırmaktadır. Yaşam tarzları toplumdaki, özellikle de kent
toplumundaki yaygın gerilimleri başka bir mahrece [çıkış yeri]
akıtmak için kolay yollar sunmaktadır. Politikaları genellikle
çok odaklıdır, bu nedenle güvenlik devletleri açısından her
zaman bir endişe kaynağı oluştururlar. Zengin olduklarında elit
küreselleşme hayaletini uyandırır ve onun parya araçları olarak
hareket ederler. Yoksul olduklarında ise birçok kalkınma ve refah
biçiminin başarısızlığını gösteren uygun sembollerdir.
Hepsinden öte, neredeyse bütün ulus ve halk olma fikirleri belli
bir etnik saflık ya da tekillik fikrine ve çoğulluk anılarının
bastırılmasına dayalı olduğundan, etnik azınlıklar ulusal halk
olmanın sınırlarını muğlaklaştırmaktadır. Küreselleşme
çağında birçok devletin ekonomik bağımsızlığını
koruyamaması nedeniyle şiddetlenen bu belirsizlik, kolayca, her
türlü kolektif yabancıya hoşgörüsüzlüğe dönüşebilmektedir.
49
...
azınlıkların şiddete yol açtıklarını söylemektense,
şiddetin, özellikle de ulusal düzeydeki şiddetin, azınlıklara
ihtiyaç duyduğunu söylemek daha doğru olur. Nitekim azınlıkların
bu şekilde yaratılmaları beraberinde bazı tarihlerin gün ışığına
çıkarılmasını, bazı tarihlerinse gömülmesini
gerektirmektedir. ... Hindistan’da yavaş yavaş sorunlu bir
azınlık haline getirilen Sihlerin hikâyesi bunun klasik bir
örneğidir.
4.
Küçük Sayılardan Korkmak
52
Zayıflardan
Kokmak
Çoğunluk
fikri özellikle de modern siyaset söylemlerinde azınlık fikrini
öncelemez ya da ondan bağımsız değildir. Çoğunluklar da
azınlıklar gibi sayım ve siyasal adaylığın bir ürünüdür.
Gerçekten de çoğunluklar var olabilmek için azınlıklara ihtiyaç
duyarlar, üstelik azınlıkların çoğunluklara ihtiyaç
duyduğundan da fazla.
Dolayısıyla
etnik-milliyetçi ortamların çoğunda zayıflar-dan korkulmasının
nedenlerini bulmak için atılacak ilk adım temel sosyoloji
teorisindeki “biz/onlar” sorusuna geri gitmektir. Bu teoride
kolektif ötekilerin ya da onlar’ın
yaratılması, tektipleştirme ve kimlik karşıtlığı dinamikleri
aracılığıyla sınırlar konmasına ve biz
dinamiklerinin sınırlarının çizilmesine yardımcı olmak için
bir gerekliliktir.
53
Ana
akım sosyoloji teorisinin, özellikle de grup oluşumu konusunda,
kolektif kimliklerin inşasında çatışmanın (Simmel’in
geleneğinde olduğu gibi), dinin (Durkheim’ın geleneğinde olduğu
gibi) ya da uzlaşmaz çıkarların (Marx’ın geleneğinde olduğu
gibi) rolünü araştırdığı doğrudur. Fakat bu gelenekler,
biz/onlar diyalektiğine hiç bulaşmadan, kısmen bağımsız bir
süreç olarak biz kimliklerinin oluşumuna belli bir açıdan ışık
tutuyor olsa da, başka bir yerde “yıkıcı kimlikler” (2000)
adını verdiğim kimliklerin oluşumu üzerine çok kafa yormuş
oldukları söylenemez.
Yıkıcı
Kimlikler
Ben
yıkıcı kimlikler derken, toplumsal açıdan inşa edilebilmesi ve
harekete geçirilebilmesi için, biz
diye tanımlanan bir grubun varlığına tehdit oluşturduğu
düşünülen yanı başındaki diğer toplumsal kategorilerin yok
edilmesini gerektiren kimlikleri kastediyorum. Yıkıcı kimlikler
dönemsel olarak kimlik çiftlerinden (bazen de daha fazla bileşenli
gruplardan) doğar. ... Bu kimlik çiftleri ya da grupları içinden
biri genellikle kendisini tehdit altındaki bir çoğunluk olarak
görmeye başlayarak yıkıcı hale gelir. Bu hareketlenme türü
yumuşak başlı bir toplumsal kimliğin yıkıcı bir kimliğe
dönüşmesinde kilit adımdır.
54
Bir
etnos’un modern bir ulus haline gelmesi genellikle yıkıcı
kimliklerin -yani hayatta kalabilmek için başka bir kolektivitenin
yok edilmesine ihtiyaç duyan kimliklerin- ortaya çıkması için
temel oluşturur. Yıkıcı kimlikler neredeyse her zaman çoğunlukçu
kimliklerdir. Başka bir deyişle, tehdit edilen bir çoğunluk
hakkında ve onun adına iddialar üzerinde yükselir. Aslında
birçok örnekte bunlar münhasıran [özellikle] ya da enikonu
ulusun kimliğiyle bağlantılı olmaya çalışan kültürel
çoğunluklar hakkındadır. Bazen de bu iddialar Hindular,
Hıristiyanlar ya da Yahudiler gibi dinî çoğunluklar üzerinden,
bazen de Almanlar, Hintler ya da Sırplar gibi başka türde
çoğunluklar üzerinden yapılır. Harekete geçirilen bu
çoğunlukların söyleminde, genellikle, karşısındaki azınlık
ortadan kalkmadığı takdirde kendisinin bir azınlık haline
dönüşebileceği fikri saklıdır ve bu nedenle yıkıcı gruplar
genellikle hedef aldıkları düşman azınlıklar arasında doğum
oranlarının arttığı gibi sahte demografik iddialar ortaya
atarlar. Dolayısıyla yıkıcı kimlikler, çoğunluklarla
azınlıkların yer değiştirebilecekleri tehlikesinin
inandırıcılığa sahip olduğu koşullarda ortaya çıkar.
Yıkıcı
kimlikler çoğunluk kimlikleri ile ulusal kimlikler arasındaki
gerilimde ortaya çıkar. ... Ulusal egemenlikleri hakkında, ...
eksiklik
endişesini
başarılı bir şekilde harekete geçirebilen çoğunluk kimlikleri
yıkıcı hale gelebilir. Eksiklik, bu anlamda, yalnızca etkili
kontrol ya da pratik egemenlik alanında değil, daha da önemlisi
saflık ve saflığın kimlikle ilişkisi hakkındadır.
55
ulusal
saflık ve bütünlük fantazisi... ulusal sınırlar içindeki en
küçük azınlığın bile ulusal bütünün saflığında
katlanılmaz bir leke olarak görüldüğü...
Küçük
sayılar çoğunluk ile bütünlük ya da bütünsel saflık arasında
küçük bir engeli temsil ederler. Bir anlamda, sayı ne kadar
küçük, azınlık kadar zayıfsa, çoğunluğun kendisini bir bütün
ve sorgulanmaz bir etnos yerine salt bir çoğunluk olarak
hissettirebilmesi hakkında duyulan öfke de o kadar büyüktür.
56
Almanlık
projesi bir kez etnik-ırkçı temellerde tanımlanınca ve saflık
mantığı devreye girince, çeşitli azınlıklar eksik saflık
hakkında duyulan öfkenin alanı haline geldiler: Eşcinseller,
yaşlılar, hastalar, Çingeneler ve hepsinden öte Yahudiler.
57
[yırtıcı
kimliklerin harekete geçirilme yöntemler: 1. mekanik, teknolojik ve
bürokratik yön... “kötülüğün sıradanlaşmışlığı”...
2. Alman askerlerinin, kamp muhafızlarının, milislerin ve sıradan
yurttaşların Nihai Çözüm’ün her kademesinde ve her alanında
hınçla giriştikleri korkutucu derecede mahrem şiddet, aşağılama
ve istismar.]
Yırtıcı
kimliklerin ortaya çıkardığı çelişkili mahremiyettir bu. Bu
çelişkiyi anlamanın yollarından biri, hedef gösterilen halkları
insanlık dışı konumlara indirgemenin büyük çaplı cinayetleri
kolaylaştırdığını görmektir. O bunu öldürenler ile
öldürülenler arasında bir mesafe yaratarak ve kurbanların
insanlık dışı, mikrop, böcek, cüruf, çöp oldukları ama her
şeye rağmen değerli ulusal bedenin kanserli bir parçasını
oluşturdukları argümanına kendi kendini tatmin edici bir kanıt
sağlayarak yapar.
[Almanya,
Ruanda, Kosova, Mumbai] ... bizi en fazla şok eden aşağılama
biçimlerini harekete geçiren sinir ve öfkeyi yaratan tam da ulusal
bütünsellik ile azınlıkların varlığı arasındaki mesafenin
küçük olmasıdır. [küçük farklılıkların narsisizmi].
58
...
bütün çoğunlukçulukların içinde soykırım tohumları vardır,
zira bunlar her zaman ulusal etnos’un tekilliği ve tamlığı
hakkındaki fikirlerle bağlantılıdır.
Zor
olan şey liberal çoğunlukçulukların nasıl ve hangi koşullar
altında liberallikten çıkıp potansiyel açıdan soykırımcı
hale geldiklerini saptamaktır.
60
...
liberal düşünce ile demokratik düşüncenin yol ayrımına
geldiği kategorilerden biri kitlelerdir. [Liberal düşünce, ‘bir’,
birey...] “Siyaset kitlelerin olduğu yerdir, binlerin değil
milyonların olduğu yerdir. Ciddi siyaset burada başlar” Lenin.
[liberal
düşünce, bireylerin toplamını pek çok “bir”in eklenmesiyle
oluşturulmuş olarak tahayyül eder.] Başka bir şekilde ifade
etmek gerekirse, liberal düşüncenin ana geleneklerinde
kolektivitelerin ortaya çıkışı birbirleriyle etkileşime geçmek
mecburiyetinde kalmalarına çözümler arayan tekil çıkarların ve
aracıların toplamıyla alakalıdır.
Kitleler
fikri liberal düşüncede bireye, bir sayısına kök salmış
rasyonaliteleri kaybetmiş olan büyük sayılarla bağıntılıdır.
Dolayısıyla kitleler her zaman faşizmin ve totalitarizmin ürünü
ve tabanı olarak görülür. Bunun nedeni hem kitlelerin birey
olmayanlardan (ya da kendi rasyonel çıkarlarını takip etmekten
aciz bireylerden) oluştuğunun düşünülmesi hem de bir devlet,
bir diktatör ya da bir mit gibi bireyler arasındaki katılımcı
etkileşime dayalı olmayan dışarıdan güçlerin yönettiği bir
kolektivite olarak görülmeleridir. ... [Liberal düşünce büyük
sayılardan korkmaktadır] Peki,
küçük
sayılardan duyulan korku nerede devreye giriyor?
61
Liberal
toplum düşüncesinde küçük sayılar, özel bir örnek olan bir
sayısı haricinde, çeşitli nedenlerle rahatsız edicidir. Bir
defa, küçük sayılar oligopoller [az sayıda satıcının çok
sayıda alıcının olduğu piyasa; genellikle 2,3 veya 4 oyuncunun
hakimiyetinde şekillenen piyasa; bir piyasaya birkaç şirketin
hakim olması durumu], elitler ve despotluklarla bağlantılıdır.
... Küçük sayılar aynı zamanda komplo, hücre, casus, hain,
muhalif ya da devrimci heyulasıı uyandırdıkları için de bir
tedirginlik kaynağıdır. Küçük sayılar özel alanın kamusal
alana zorla girmesi anlamına gelir ve bu da beraberinde iltimas,
danışıklı dövüş, yıkıcılık ve düzenbazlık gibi
tehlikelere yol açar. ... liberallerin rasyonel iletişim ve açık
müzakere anlayışı açısından hayati öneme sahip aleniyet ve
şeffaflık fikirlerine düşman olan gizlilik ve mahremiyet
konusunda potansiyellere sahiptir.
[küçük
sayıların “özel çıkarlar”a sahip olma olasılığı her
zaman vardır ve dolayısıyla “genel çıkar” fikrine tehdit
oluşturur.
62
[liberal
düşüncede] ... usule dair azınlıklar kültürel ya da toplumsal
azınlıklar değil, geçici azınlıklardır, yalnızca
düşünceleriyle ve düşüncelerinden ötürü azınlıklardır.
Toplumsal ve kültürel azınlıklar, yani deyim yerindeyse gerçek
azınlıklar ise sürekli azınlıklardır, ... toplumsal hale gelmiş
azınlıklardır.
64
-72
[Hindistan]
73
Bugün
canlı
bomba
ideal terörist tipidir, zira bu figürde birkaç kâbus yoğunlaşmış
haliyle mevcuttur. Bir defa, canlı bomba beden ile terör silahı
arasındaki sınırı tamamen kapatır. ... canlı bomba kendi kanlı
parçalarını dağıtmayı ve bunları yok etmeyi planladığı
sivil halkın kanlı parçalarıyla karıştırmayı taahüt eden bir
patlayıcı bedendir. Dolayısıyla ... düşmanlar arasında korkunç
bir beden ve kan karışımı yaratır ... kurbanların bedenlerini
de ihlal eder ve onları şehidin kanıyla kirletir. İkincisi, canlı
bomba Hıristiyan ve İslam dünyasında çok değer verilen şehit
fikrinin galiz (kaba ve çirkin) bir çeşididir... katil bir
şehittir. Üçüncüsü, canlı bomba ... her zaman için normal
ötesi bir inanç, vecd ve gaye durumundaymış gibi resmedilir ve bu
da genellikle suikast saldırısının arefesinde tecrit, fikir
aşılama ve ilaçla halüsinasyon gibi yarı-dinî teknikler yoluyla
oluşturulur. Bu imge kendi çıkarı için hareket eden liberal
bireyin tam karşıtıdır, zira isteyerek patlatılan bir beden
fikri rasyonel tercih modellerinin çoğuna kolayca uymaz.
Dördüncüsü, bir otomat olarak tahayyül edilen canlı bomba
bireyin, “bir” sayısının korkutucu bir örneği olmakla
beraber, aslında her zaman şirazesinden çıkmış güruhun ya da
kitlenin bir örneği, propaganda ve akıldışı inancın kurbanı,
kitlelerin mantıksızca tektipleştirilmesinin ve ayaktakımının
tehlikeli kestirilemezliğinin kusursuz bir örneği olarak görülür.
74
Sayılar,
azınlıklar ve terör sorunu Irak’ta canlı ve yakıcıdır.
Ayrıca Şiilerin, Kürtlerin ve diğer azınlıkların kaotik büyük
politikalarından bir Irak “halkı”nın yaratılıp
yaratılamayacağı sorunu vardır. Bir yanda Irak’taki ABD
yönetimi kafa karıştırıcı azınlıklar sorunuyla karşı
karşıyadır. Örneğin mutlak sayı bakımından çok büyük olan
ve İran’daki rejimle yakın bağı bulunan Şiiler ya da İran,
Irak ve Türkiye sınırları içinde dağılmış büyük bir
azınlık oluşturan Kürtler var. ABD çıkış işlemlerini
tamamlarken, tıpkı Afganistan’da yaptıkları gibi, bir gecede
Irak anayasası oluşturmak için bölgeye uzmanlarla akın ettikten
sonra, şu anda, sayıca büyük azınlıkların da parçası olduğu
derin bir kavramsal tıkanıklık, çoğu Iraklının yeni yönetimin
“İslami” olması gerektiği konusundaki ısrarı ve gerçek
demokrasinin -kelimenin en içi boşaltılmış anlamı hariç-
“İslami” olamayacağı hissi vardır.
76
[küçük
farklılıklar meselesi - küreselleşme ile azınlıklara karşı
artan öfke arasındaki özel bağ] Ben bu izleklerin birbiriyle
ilintisiz olmadığını düşünüyorum.
77
[azınlıkların
çoğunluk, çoğunlukların azınlık haline dönüşebilecekleri
korkusu]
Ulusal
sınırların içine ve ötesine yapılan göçler insanları toprak
ve sınır ideolojilerine bağlayan bağları sürekli
gevşetmektedir. Kitle dolayımlı, bazen metalaştırılmış olan
benlik ve öteki imgelerinin küresel hareketliliği, büyük çaplı
kimliklerin sivri uçlarını törpüleyen bir melezlikler arşivinin
büyümesine yol açmaktadır.
...
büyük ölçekli fonların devletler arası resmî kanallardan, yarı
yasal ticari kanallardan ve El Kaide gibi şebekelerle bağlantıya
sahip tümüyle gayrimeşru kanallardan akışının değişik, hızlı
ve genellikle gözle görülmez niteliği küresel çapta para
aklama, elektronik transferler, yeni sınır ötesi muhasabe
biçimleri ve hukuk kurumlarıyla -ki bunların hepsi mali sermayenin
küreselleşme çağında ayrılmaz birer parçasıdır- sıkı
bağlara sahiptir. Paranın ulusal sınırların ötesindeki bu hızı
... geniş çevreler tarafından haklı olarak bugünün azınlığını
yarının çoğunluğu haline getirecek araçların yaratıcısı
olarak görülmektedir. [Bütün bu etkenler... -> toplumsal
belirsizliğin şiddetlenmesi -> çoğunlukçu endişeden tam
ölçekli yıkıcılığa -> soykırım]
5.
Bizim Teröristlerimiz ve Biz
80
Tüm
bölgelerin uzun vadeli ve büyük ölçekli göçlerle oluşturulduğu
toplumlar... Afrika]
Etnisite
adına uygulanan bedensel şiddet maskenin arkasındaki gerçekliği
saptamak için bir teşhir aracı haline gelir. Elbette bu tür bir
şiddet her zaman için kendi varsayımını onaylar, zira
şüphelilerin ölü, sakat ya da parçalar ayrılmış bedenleri
ihanetten duyulan şüpheyi her zaman doğrular. Kitlesel etnik
şiddet üzerine en iyi etnografik yazının çoğu maskeler, ihanet,
hainlik ve teşhir retoriğiyle doludur. ... Elbette bu tür bir
şiddet karşı şiddeti doğurur ve o da benzer teşrihçi biçimler
edinir. ... Teröristler maske giydikleri zaman, hattâ maske
giymediklerinde bile sıradan davranışları gerçek kimlikleri,
şiddete başvurma niyetleri, hıyanet dolu sadakatleri ve gizli
ihanetlerinin organik maskeleri olarak görülür. Dolayısıyla ne
zaman resmî bir polis gücü ölü ya da diri ele geçirilmiş bir
teröristin maskesini sıyırsa, maskenin arkasında başka bir maske
daha olduğu açığa çıkar: Sıradan bir Müslüman, Filistinli,
Afgan ya da Çeçen, yani tanımı gereği bir hain.
81
[Bu
şiddeti yüzyıllardır devam eden dinî ve etnik şiddetle tamamen
aynı kefeye koyamayız.] 1990’lardaki acımasız etnik şiddet
fevkalade özgül bir modernlik türünü ifade eden etkenlerin izini
fazlasıyla taşır: Pasaporta dayalı ulusal kimlikler; nüfus
sayımı temelli çoğunluk ve azınlık fikirleri; medyanın
belirlediği benlik ve öteki imgeleri; yurttaşlıkla etnisiteyi
birleştiren anayasalar ve en yakın dönemde, birçok toplumda oy
hakkı ve yetki konusunda yeni şiddetli mücadelelere yol açan
demokrasi ve serbest pazar fikirleri.
Devlet
propagandası ve çeşitli fundamentalist ideolojiler etnik düzen
hakkında -fiziksel özellikleri, planları, yöntemleri,
ikiyüzlülükleri ve yok edilmesi ihtiyacı hakkında- tahripkâr
kesinlikler yaymaktadır.
82
[Ruanda
bağlamında] Bu tür bir aşırı şiddetin gerçekleşebilmesi
için, derin bir toplumsal belirsizlik yüksek düzeylerde doktrinel
kesinliği komşu ve arkadaşlara karşı şiddetle karıştırmalıdır.
Bunun yol açtığı endişe günlük hayatın (farklı adları,
eylemleri ve inançları olan) sıradan yüzlerinin, aslında, etnik
ötekilerin değil, bir etnos olarak tasavvur edilen ulusa ihanet
eden hainlerin gerçek kimliklerini gizleyen günlük hayat maskeleri
takmış olduğundan duyulan endişedir. [Küçük şüpheler, küçük
garezler ve önemsiz vehimler, dedikodu...] Hem kesinlik hem de
belirsizlik konusunda daha büyük senoryaların gelmesiyle, bu küçük
hikâyeler etnik kıyımcı yönü olan bir anlatı haline gelirler.
Toplumsal
belirsizliğin terörizmle alakası nedir? Şöyle ki, terörizm
belirsizlik araçlarını kullanarak yolunu bulur... Öncelikle,
teröristler saldırıp kaçtıklarında, kim olduklarını tam
olarak bilemeyiz. Bazen ne istediklerini ya da tam olarak kime
saldırıp kimi öldürmek istediklerini de bilemeyiz. Özellikle
cesur olduklarında, hattâ intihar eylemlerine başvurduklarında,
güdüleri aklımızı karıştırır ve daha da belirsizliğe yol
açar. Ayrıca bir sonraki adımın ne olabileceğine dair daha büyük
bir belirsizliği tetikler. Terör öncelikle bir sonraki saldırının
terörüdür.
83-88
[Hindistan
- Mumbai]
89
Her
durumda öfkenin coğrafyası basit bir etki-tepki, azınlıklaştırma
ve direniş, iç içe geçmiş uzam ve alan hiyerarşileri, açıkça
görülebilen neden-sonuç ilişkileri haritası değildir [Faisal
Devji... 1. Cihat anlayışı İslam âleminin ana bölgesinden
ziyade kenar bölgelerinin karmaşık tarihsel encamıdır. 2.
Cihatçıların şiddete dayalı bakış açısını gerçek
anlamıyla Batı karşıtı bir anlayıştan ziyade radikal,
alternatif bir etik evrenselcilik olarak görmenin daha doğru
olması...]. Daha ziyade bu coğrafyalar uzak olaylar ile yakın
korkular, eski tarihler ile yeni provokasyonlar, yeniden yazılmış
sınırlar ile yazılmamış düzenler arasındaki karmaşık
etkileşimlerin uzamsal sonucudur. Bu coğrafyaların yakıtı
kuşkusuz medya dolayımlıdır (haber yayın organları, internet,
siyasi konuşmalar ve mesajlar...) ... Öfkenin coğrafyası ulusal
ve küresel siyaset haritaları (bunlar çoğunlukla resmî kurumlar
ve usullerce üretilmektedir) ile kutsal ulusal uzam haritaları
(siyasi ve dinî partiler-hareketler eliyle üretilmektedir)
arasındaki kırılgan ilişkinin ürünüdür.
90
Hepimizin
bildiği gibi, gerek basılı gerekse elektronik medya tüm dünyada
en başta gelen kanaat oluşturucularından biridir. Fakt şunu da
biliyoruz ki küresel denetim ve dolaşımın en üst düzeylerinde
bile hiç kimsenin tek başına borusu ötmez. Arapça yayın yapan
bir küresel ağın (El-Cezire) CNN ve BBC’ye rakip olarak çarpıcı
yükselişi belki de belirleyici örnektir, zira bize küresel
enformasyon ve kanaat oluşturma kavgasının henüz bitmediğini
gösteriyor. ... tüm bunlar kamuoyu oluşturulması ve korku, panik
ve aciliyet hissinin dolayımı için çok karmaşık bir dolaşım
sistemi yaratmaktadır.
Ve
elbette bir de küresel ekonomi, yani gerçek küreselleşme vardır:
Açık pazarlar, ekonomiler arası bütünleşmenin artması ve
spekülatif sermayenin hızlı dolaşımından oluşan bu düzen
altında en azından otuz yıldır yaşıyoruz. Birçok kişi
tarafından belirtildiği gibi, kuralları, dinamikleri ve
yasallıkları şu anda kilit şekillerde oluşturulup da bu küresel
ekonominin dışında kalabilen kaydadeğer hiçbir nüfus yok.
92
Geride
bıraktığımız anlaşılan gerçekçi dünyada devletlerin
güvenlik kaygıları [savaş ve barış, diplomasi ve sınırlar,
savunma bütçeleri ve dünya siyaseti] ile yurttaşların (ya da
sivillerin) günlük belirsizlikleri [yerel hukuk ve düzen,
toplumsal kestirilebilirlik ve rutin, arkadaşlar ve komşular
dünyası hakkında güvenilir bilgi, yerel mekân ve yerel kamusal
alanlar hakkında belli bir sahiplik hissi ve yarının her yönüyle
bugünden farksız olacağı hissi] birbirinden görece ayrıydı.
Bugün devletlerin güvenliksizlikleri ve sivil mekânların ve
insanların belirsizlikleri rahatsız edici şekilde iç içe
geçmiştir ve terör, terörizm ve teröristler bu bulanıklığı
en iyi görebileceğimiz alandır.
Yerel
hizip mücadeleleri, seçimler, dedikodular ve çatışmalar
özellikle komşular ve yereldeki diğer yurttaşların kimliği
hakkında günlük belirsizlik kaynakları haline gelmektedir. Etnik
kimlik bu tür bir belirsizlik için özel bir tutuşma noktasıdır,
fakat dil, kıyafet, toplumsal cinsiyet, gıda ya da ırk gibi başka
somatik biçimler de edinebilir. Bu tür bir belirsizlik kitle
dolayımı ve devlet ya da devlet kisveli propaganda aygıtlarının
aşırılıkları nedeniyle şiddetlenen demografik değişim,
ekonomik korku ve nüfus değişimleri gibi daha geniş alanlara
kaydığında, toplumsal kesinlik ve belirsizlik karışımı uçucu
hale gelebilir ve her tarafa yayılabilen bir şiddet ortaya
çıkarabilir. Tersinden bakıldığında, devlet güvenliksizlikleri
kasıtlı kitle seferberliği çabaları, silahlı kuvvetlerin kısmen
ya da tamamen siyasallaştırılması, hapsetme ya da baskı
politikalarının dayatılması, etnik açıdan hedef alınmış
belli cemaatlerin gözetlenmesi ve azınlıklara göçmenlere ve
diğer zayıf yurttaşlara karşı yasal ayrımcılık yönünde
kasıtlı çabalarla sivil toplumun kılcal damarlarından içeri
süzülebilir.
94
...
bu tür bir şiddetin savaş metaforunu günlük yaşamın
çatlaklarına daha da sokmak isteyenlerin elini ziyadesiyle
güçlendirdiği...
95
...
11 Eylül saldırıları biz ve onlar hakkında günlük toplumsal
belirsizliklerle büyük ve öfkeli bir devletin güvenliksizlikleri
arasında yakınlaşmanın olduğu yeni bir boyut kazanmıştır.
...
yasadışı göçmenler, şüpheli gezginler ve her türlü
muhalif...
96
...
terörisler, dünyanın her yerinde bizim ulusal kimlik, devlet
iktidarı ve tüm ulusların bir şekilde bağımlı olduğu etnik
saflık hakkındaki en derin kaygılarımıza karanlık bir gölge
düşürmektedir. Bu nedenle teröristlerimiz, ister ABD’de ister
Hindistan’da ister başka yerde olsunlar, iki anlamda
korkutucudurlar: Art niyetli olduklarına kuşku yok, ama aynı
zamanda bir şekilde kendi toplumsal ve siyasi bedenlerimizdeki derin
rahatsızlığın emareleri oldukları görünmektedir. Bunları kötü
ruhlar olarak görüp defetmek ya da kötü uzuvlar olarak kesip
atmak kolay değildir. Bizim devletlerimizle, bizim dünyamızla ve
bizim benliklerimizle daha derin birliktelikler dayatmaktadırlar.
Temmuz
2005’te, ... Londra, Britanya ulusunu sarsan bir dizi bombalama
eylemiyle altüst oldu. ... bombaların ... yerli olmamaları
temelinde bir araya gelmiş bir grup genç tarafından patlatıldığı
anlaşıldı.
97
...
birçok Müslüman genç hiçbir açıdan tam vatandaş olmadıkları
çokkültürlü bir dünyada Britanya’da diaspora üyesi olarak
yetişmektedir.
98
Bu
süreçte, bazı örneklerde, kendilerini yaralanmış azınlıklar
olarak algılamayı bırakır ve aslında mukaddes bir çoğunluk
(dünyadaki Müslümanlar) adına konuşan bir öncü azınlık
olarak görmeye başlarlar. Kendi kendine oluşturulmuş bu azınlık
İngiliz devletinin tahayyül ettiğinden farklı türde bir
azınlıktır. ... Londra bombacılarını çıkartmış olan yeni
azınlıklar gerçekten de korkulması gereken bir azınlıktır,
çünkü yaralı bir küresel çoğunluğun çatlak sesidir.
Bu
hikayeyi iki şekilde okumak mümkündür. Birincisi ... İngilizlerin
sömürge Hindistan’da önayak oldukları birtakım kurumsal
değişiklikler olmadan Hint altkıtasının bölünmesi hayal
edilemez. Bu değişiklikler arasında ondokuzuncu yüzyıl nüfus
sayımlarındaki dinî sayımlarda ve yirminci yüzyılın başında
Hindular ve Müslümanlar için ayrı seçimlerden, 1947’de
doğrudan iki ulusun yaratılmasına götüren böl ve yönet
stratejilerine kadar pek çok şey sayılabilir. Bu sömürge
hikâyesi, akabinde, modern tarihin en kanlı siyasi bölünmelerden
biri için ortam hazırlar. Bu bölünme Hindistan ve Pakistan’da
yarım yüzyılı aşkın bir süredir sürekli bir düşmanlık
durumunun oluşmasına yol açmıştır.
99
Öte
yandan bu hikâyeyi yapısal ve eşzamanlı şekilde, yirminci
yüzyılın son on yılında birçok demokratik toplumda azınlıkların
ve çoğunlukların statüsünü belirleyen kaypak dinamiklere dair
bir ders olarak da okuyabiliriz. Bazı demokratik uluslar kılık
değiştirmiş dış çoğunluklar olarak algıladıkları iç
azınlıklar yaratma eğilimindeyken, bu azınlıklar arasında
bazıları da -genellikle eğitimli, hoşnutsuz gençler- kendilerini
ulusal azınlıkların yalıtık dünyasından ziyade küresel
terörün hücreli dünyasıyla özdeşleştirmeye başlıyorlar.
Böylece zayıf, yetkileri ve hakları elinden alınmış ve kızgın
bir azınlık olmaktan çıkıp başka tür bir azınlık haline
geliyorlar: Hücreli, küreselleşmiş, ulus-ötesi, silahlı ve
tehlikeli. Bu dönüşüm küresel terörizme adam devşiren bir
potadır.
Dünya,
hücreli örgütlenme potansiyeline sahip hiddetli azınlıklarla
doludur.
6.
İdeolojik Kıyım Çağında Tabandan Küreselleşme
100
Samuel
Huntington’ın (1993) medeniyetler çatışması argümanı temelde
sakattır. Ama 11 Eylül’den sonra girdiğimiz dünyada sezgisel
açıdan belli bir çekiciliği de yok değildir.
Huntington
medeniyetleri kısmen ırklar, kısmen coğrafyalar, kısmen dinî
iltihaklar [katılmak, bitişmek] üzerinden ve genel olarak da
kültürün fiziksel müfrezeleri olarak tasavvur eder. Buna
makro-coğrafi tabanı olan bir ilkçilik (ezeliyetçilik) demek
mümkündür [Dünya yavaş yavaş hareket eden bir dizi büyük
kültürel buzul -sınırlarında keskin karşıtlıkları olan ama
içinde çok az çeşitlilik bulunan buzullar- olarak gözüküyor].
Bu görüş medeniyet alanları arasındaki küresel etkileşimin
büyük bir kısmını görmezden gelmekte, coğrafi bölgelerin
kendi içlerinde diyalogları ve tartışmaları bir kenara atmakta
ve kesişen noktaları ve melezlikleri silmektedir.
Haklıydı,
çünkü ... yalnızca ideoloji adına yürütülen yeni bir savaş
aşamasına girdiğimiz anlaşılıyor
101
Fakat
Bush ve şükerası bile ilk baştan beri yeni düşmanın küresel,
ele avuca sığmaz ve uzamsallaşmamış -gerçekten de sanal- bir
yönü olduğunu kabul etmişlerdi. ... Fakat dünyada, özellikle de
ABD’ye duyulan nefret bakımından yeni türde bir ideolojik
bütünselciliğin gelişmekte olduğunu söylerken haklıydı.
İdeolojik
Kıyım ve Sivil Kıyım
İdeolojik
kıyım yaygın, hattâ küresel bir olguya, yeni ve ciddi bir olguya
işaret eden bir terimdir. Buna göre tüm halklar, ülkeler ve yaşam
tarzları zararlı görülmekte ve insanlık çemberinin dışında
... değerlendirilmektedir. ... Söz konusu siyaset etnik kıyımın,
hattâ soykırımın da ötesindedir, zira bu terimler son kertede
“içerideki” azınlıklara duyulan nefreti ifade eder. İdeolojik
kıyım ya da sivil kıyım bu duyguyu dışarı çevirir ve
insanlığın etik kaygılarının dışındaki adacıklar olarak tüm
ideolojilere, geniş bölgelere ve yaşam tarzlarına saldırır.
etnik
kıyım -> soykırım -> ideolojik kıyım/sivil kıyım
102
İdeolojik
kıyımın ve sivil kıyımın yeni mantığını gerçekten
aydınlatabilmek için en iyi karine dünya çapında azınlıklara
yönelik etnik temizlik kampanyalarının muazzam derecede artmış
olmasıdır. ... -içerideki ahlaki muarızları [karşı çıkan,
karşıcı] küreselleştirmek ve uzaktaki ahlaki düşmanları
yerelleştirmek- ideolojik kıyım ve sivil kıyım mantığının
kilit öğesidir.
103
[Amerikalılara
duyulan genelleşmiş nefret] Dünyanın büyük otellerinin
kapısında ensesi kalın bir Amerikalı çiftin kendisine bir
güzellikte bulunması ya da birkaç bozukluk vermesi için bekleyen
her dilenci, 1945’ten bu yana oluşum halindeki bir küçük
mücahittir.
[Amerikan
karşıtlığının kültürel boyutu] Saldırgan Almanlar ve
Japonlar kendi rejimlerinin elçileri olarak görülmezler, oysa
Amerikalılar neredeyse her zaman böyle görülürler. Neden? Çünkü
Amerikalılar kıyafetleriyle, tarzlarıyla, mülkleriyle ve
pratikleriyle (üçüncü dünya otellerinin çevresinde jogging
yapmak gibi) dünya ekranlarında Amerika’yı temsil eden kültür
makinelerinin özel bir tecessümüdür: Sahil Güvenlik’in güzel
bedenleri; Schwarzenegger’lerin ve Stallone’lerin fizikî
boyutu... [vd]. Sıradan Amerikalılar toplumlarının büyük kültür
makinelerini bu şekilde kendilerinde tecessüm ettirmekle Amerikan
devletinin güç ve kibirliliğini akla getirmektedir, zira
tüm dünyada hayat tarzı ahlak tarzının başlıca işareti haline
gelmiştir. Dolayısıyla
tuhaf bir şekilde, Amerikalıların bedenlerini, Amerika’nın
kültürel pırıltısını ve Amerikan devletinin bilinen erkini
birbiriyle bağlantılı olarak gören eğilim her geçen gün
güçlenmektedir. Tüm dünyada bedenen ahlaklı olmayı istikrarlı
bir devletin temel özelliği haline getirmiş olan bu ideologların
elinde, Amerikalılar, görünen o ki, aynı anda hem ayaklarındaki
hem de roket hangarlarındaki Nike’ları simgelemektedir. Söylemek
bile yersiz, dünyanın yoksul bölgelerinde yaşamış, çalışmış
ya da dolaşmış olan birçok Amerikalı neleri temsil edebiliyor
olduklarını bilseler dehşete düşerlerdi.
104
Nitekim
Amerika’nın yoksul ülkelere askerî saldırıları (bunun için
Hiroşima ve Nagazaki’den başlayıp, Kore ve Vietnam’a
ilerleyip, Küba, Şili, Panama, İran, Irak ve Af-ganistan’da ve
keza Bangladeş, Somali ve Haiti’de mola verebiliriz) ve
Washington’ın Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası
tarafından dayatılan politikalara icazet vermesi nedeniyle dünyanın
birçok bölgesinde bu denklem durmadan güçlenmektedir.
Anlaşılması
en zor olan nokta şudur: ... Neden nefret ettiğiniz bir ülkeye
gelmek için yoğun bir çaba harcarsınız? [İkiyüzlülük]
Bu
bilmecenin çözümü küreselleşme adını verdiğimiz sürecin
başka bir ayağında saklıdır. İster bilgisayar ister matematik
ister sosyal bilimler ister insan hakları olsun çoğu meslekte
gelecek ABD örgütleri, profesyonel ağlar ve kurumlar tarafından
üretilen ve dayatılan standartlarla oluşturulmaktadır. Başka bir
deyişle, dünyanın yoksul bölgelerinde devlet dışı alanların
neredeyse tamamında başarınız muhtemelen Amerikan yapımı
standartlarla ya da bu standartları dayatan Amerikalılar tarafından
ölçülmektedir.
107
Yoksul
ülkelerin ve bölgelerin çoğu bu bağlamda şehirlerini yıkmış,
akademik kurumlarını zayıflatmış, ciddi araştırma ve öğretimi
olanaksız hale getirmiş ve birçok profesyonel alanı (gerek cebir
yoluyla gerekse de rüşvetle) devletin kolonisi haline getirmiş
olmasaydı çok bir önemi olmayacaktı. [ABD’de kariyer peşinde
koşan, çocuklarının rahat yüzü görmesi için çabalayan ve
kendi profesyonel ağlarını kurmaya çalışan bu insanlar] ...
tıpkı üçüncü dünyadaki taksi şoförleri gibi, kültür,
siyaset, hattâ yaşam tarzı konusunda Amerikan karşıtı olma
haklarını saklı tutuyorlar. [Bu kişiler kendi ülkelerinde bile
bu çifte ilişkiyi koruyorlar] ve ABD’ye yönelik büyük sivil
kıyım makinesine bu da yakıt sağlıyor.
...
ABD’den duyulan nefret ABD’nin bir parçası olma arzusuyla iç
içe geçmiştir.
Öte
yandan bu şekilde çiftedeğerli olan daha pek çok unsur vardır.
Birkaç bin dolar için Dünya Bankası’na el açmak zorunda olan
sivil toplum kuruluşlarının üyeleri, ABD’de doktorluk yapmak
için gerekli sınavları geçemeyen doktorlar; eğitimlerini
tamamladıktan sonra işverenler karar değiştirdikleri ya da
ortadan kayboldukları için geri dönüş yapmak zorunda kalan
öğrenciler; ... Amerika’daki bir dergide tek bir makalesini
yayınlatmak için on yıllarca uğraşan ama sonunda Amerikalı
üniversite öğrencilerinin yerli bilgi kaynakları haline döndüğünü
gören araştırmacılar. Nefret tohumlarını büyütmek için
medreselere ne hacet!
109
[uzun
mesafeli nefret]
...
birçokları açısından bu nefret, imge ile mesajın, medya ile
propagandanın zaferidir. Medya filmler, televizyon ve internet
yoluyla Amerka’daki refah, ahlaki gevşeklik ve küresel güç
imgelerini sunar. ... Sorulması gereken şudur: Bu mesajları
inandırıcı, bu imgeleri mücbir [zorlayıcı, zorlayan] kılan
nedir?
110
Uzun
mesafeli nefret ahlaki açıdan eksiksiz bir şer imgesi yaratır ve
ona tam bir toplum, halk ya da bölge çehresi kazandırır.
İdeolojik kıyımın ve onun siyasi sonucu olan sivil kıyımın
yakıtı budur.
111
...
yeni hücreli biçimlerde örgütlenmiş olan uzun mesafeli siyaset
yalnızca haydut kapitalistlerin ya da siyasal teröristlerin
tekelinde değildir. Uzun mesafeli siyaset aynı zamanda küresel
toplumdaki en ilginç ilerici hareketlerin de örgütlenme tarzıdır:
tabandan küreselleşme...
Tabandan
Küreselleşme
112
Hücreli
küreselleşme... kimi zaman uluslararası sivil toplum diye
adlandırılmıştır: İnsan hakları, yoksulluk, yerli hakları,
acil yardım, ekolojik adalet, cinsiyet eşitliği ve diğer hümanist
özlü hedeflerle ilgilenen ve ulusal sınırların ötesinde devlete
bağlı olmayan ağlar ve çıkar grupları oluşturan eylemci
ağları. Greenpeace’ten Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü’ne
Narmada Bachao Andolan’dan Davos’u Gözleme Grubu’na kadar
geniş bir yelpaze oluşturan bu hareketlerin sayıları her geçen
gün artmaktadır.
[ulus-ötesi
eylemci ağları] Bu tür ağlar şu anda sağlık ve çevreden insan
hakları, konut, cinsiyet ve yerli halkların haklarına kadar insan
eşitliği ve refahıyla alakalı neredeyse her alanda aktiftir.
113
Bu
ulus-ötesi eylemci ağlarının çoğu küreselleşme üzerine büyük
tartışmalarda açıkça taraftır ve bazıları Seattle, Milano,
Prag, Washington, Davos ile Avrupa ve ABD’nin diğer yerlerinde son
yıllarda büyük ilgi gören sokak gösterilerinde fevkalade yankı
uyandırdılar ve görülür hale geldiler. Fakat bu hareketlerin
büyük çoğunluğu yerel, ulusal ve küresel düzeylerdeki özgül
politika değişikliklerinin peşinde çok daha az tanınan ama çok
daha fazla hedef alınan savunma ve eşgüdüm biçimleriyle
ilgilenmektedir.
Fakat
bu hareketlerin çoğunda kilit sözcük protesto değildir, zira
onlar da çoktaraflılarla, kendi devletleriyle, büyük küresel
finansörlerle ve yerel ve uluslararası sivil toplumdaki diğer
güçlerle sık sık ortaklıklar peşinde koşmaktadır.
[Uluslararası
Baraka ve Gecekondu Sakinleri Örgütü (SDI)] Hindistandaki SDI üç
farklı eylemci grubun birleşmesinden oluşuyor. ... SDI Asya ve
Afrika’da yaklaşık 20 ülkede faaliyet yürütüyor.
114
[SDI
- hücreli - demokratikleşme - ulus-ötesi konut hareketi]
115
Bu
hareketler küresel olanı evrensel sorunların, hakların ya da
normların genel diliyle değil verili bir anda tek bir meseleyi, tek
bir güç birliğini, tek bir zaferi ele alarak inşa ediyorlar.
116
Son
birkaç yüzyılın ilerici hareketleri, en başta da ondokuzuncu ve
yirminci yüzyıla damgasını vurmuş olan işçi sınıfı
hareketleri her zaman dayanışma, kimlik ve çıkar gibi evrenselci
ilkelerle ve yine evrenselci ve genel terimlerle tasavvur edilen
amaçlar için ve muarızlara karşı faaliyet yürütmüştür. Yeni
ulus-ötesi hareketler ise küçük çıkar yakınlaşmalarından bir
dayanışma örmek için daha fazla alana sahiptir ve bu hareketler
de kendi siyasetlerini yaratmak için “kent yoksulları” gibi
büyük kategorilerden dem vuruyor olsalar da, gerçek
dayanışmalarını daha ziyade bir-defalık, tümevarımcı ve
bağlama duyarlı tarzda örüyorlar. Böylece küresel ağın yerel
iktidar tahayyüllerinin hizmetine sokulduğu yeni bir dinamik
geliştiriyorlar.
[ulus-ötesi
ve kent-ötesi eylemci hareketleri] Devasa bir merkezîleşme olmadan
eşgüdümlü davranan, kesin bir merkezî otorite olmadan kendini
yeniden üretebilen, ara ara toplumun gözü önünde olsa da sık
sık gözden uzak faaliyet yürüten, devletten ve pazardan kendi
amaçları için kaynak elde edebilen ve yirminci yüzyıldaki
kalkınma ve demokrasi modellerinin birçoğuna uymayan eşitlik ve
erişim vizyonlarının peşinde koşabilen yapılardır.
Her
halükârda, umut edelim ki hücreselliğin bu ütopik biçimi
mücadelelerimizin sahnesi olsun. Aksi takdirde hem sivillere hem de
nezakete elveda demek zorundayız.
.
.
.