.
.
.
.
Niçin Büyüyelim? 2014
Çocuksu Bir Çağ İçin Altüst Edici Düşünceler - Why
Grow Up? Subversive Thoughts for an Infantile Age
Susan Neiman
(Çev. Nagehan Tokdoğan), İletişim Yayınları, 2017
İstanbul
İçindekiler
Giriş 9
Birinci Bölüm:
Tarihsel Kaynaklar 25
Olanaklı dünyalar 25
Aydınlanma nedir? 34
Zincirleri kırmak 47
İkinci Bölüm:
Bebeklik, Çocukluk, Ergenlik 77
Doğmuş olmakla meşgul 77
Bir daha kanma! 88
Hoşnutsuz zihinler 104
Üçüncü Bölüm:
Yetişkin Olmak 121
Eğitim 121
Seyahat 137
İş 150
Dördüncü Bölüm: Niçin
Büyüyelim? 169
Giriş
9
Büyümek, genellikle umutlarımızdan ve hayallerimizden vazgeçme, verili
olan gerçekliğin çizdiği sınırlara rıza gösterme ve başlardaki varsayımınızın
aksine daha macerasız, değersiz ve önemsiz bir yaşama kendinizi teslim etme
meselesi gibi algılanıyor. ... Onunki [Simone de Beauvoir] kadar dolu yaşanmış
ve ziyan edilmemiş bir hayatı tahayyül etmek gerçekten zor. [Ama yaşamının ve
seyahatlerinin sonuna geldiğinde] ... nihayetinde kandırıldığı sonucuna
varıyordu.
10
Acaba felsefe bize olgunlaşmanın teslim olmakla, tevekkülle eşdeğer
görülmediği bir model bulmakta yardımcı olabilir mi? ... Immanuel Knat’ın Saf
Aklın Eleştirisi’nin sonuna doğru, aklın rüştünü ispatlama sürecini
betimlediği yerin iyi bir başlangıç noktası olduğunu düşünüyorum. ... [Kant’ın]
rüştünü kazanma modeli...
Akıl çocukken dogmatiktir. Küçük çocuklar onlara sunulan her şeyi
mutlak hakikatler olarak algılamaya meyillidirler. ... Ebeveynleri tarafından
yahut dini otoriteler tarafından tacize uğrayan çocukların, tacizin basitçe
yaşadıkları evrenin doğal bir parçası olmadığının farkına varmaları yıllar
sürüyor - ya da hiçbir zaman farkına varmıyorlar.
11
Aklın bir sonraki adımı kuşkuculuktur ve “ergenlik çağı” kavramı her
ne kadar Kant’ın döneminde icat edilmiş olmasa da, Kant onun tüm semptomlarını
güzelce ortaya koymuştur: Dünyanın olması gerektiği gibi bir yer olmadığını
fark eden ergenin yaşadığı hayal kırıklığı ve yaşama iştahıyla karışık tuhaf
bir ruh halidir bu. ... Ergenlik çağındayken ebeveynlerimizin ve
öğretmenlerimizin tahmin ettiğimizden çok daha az şey bildiklerini, bir sorunla
karşılaştığımızda umduğumuzdan çok daha az şeyi çözebildiklerini fark ederiz.
Yalan söylemeseler dahi söyleyebileceklerinin hepsini söylemediklerini biliriz;
yanlış zamanlarda bizleri korumaya kalkışır, korumalarına ihtiyaç duyduğumuz
zamanlarda ise çuvallarlar. Erken yaşlarında kaçınılmaz olarak edindikleri
alışkanlıklar ve inançlarla bizleri daraltırlar; anlamadıkları şeyleri
eleştirir ve geçmişe takılı kalırlar. Neden onlardan öğrendiğimiz hakikatlerin
ve kuralların yanlış olduğuna kanaat getirmeyelim ki; hatta hakikat ve kural
kavramının bizatihi kendisinin artık toprağın altına gömülmesi gerektiğini
söylemeyelim? Dünyaya yönelik sonsuz güvenimizin sonsuz bir güvensizliğe
dönüşmesini engelleyen ne olabilir?
12
Şaşırtıcı olmayan bir biçimde, olgunlaşma Kant’ın kendi felsefesi için
kullandığı bir metafordur ve size anlatılan her şeyi sorgusuz sualsiz kabul
etmek ve yine sorgusuz sualsiz reddetmek arasında bir yol bulmanızı
kolaylaştıracak bilgeliğe erişmenizi sağlar. Büyümek, yaşamımızı çepe çevre
saran belirsizlikleri kabullenme meselesidir; daha da vahimi, bir yandan
kesinlik arayışımıza kaçınılmaz bir biçimde devam ederken yaşamı belirsizlikler
içinde sürdürmektir.
13
[Göbek büyüterek kendi halinde yaşayıp giden iyi niyetli amcanız] ...
elinizdekiyle yetinmenizi söyler. Söyledikleri ne kadar sıradan olursa olsun
doğrudur da, fakat böylesi bir yaşam, uğruna çaba sarf etmeye değer görünmez.
“Aydınlanma Nedir?” ... Aydınlanma, insanın kendi sorumlu olduğu rüşt
yoksunluğundan çıkması olarak tarif edilir. Rüşt yoksunluğunu seçme nedenimiz
tembelliğimiz ve korkumuzdur: Karar vermeyi başkalarına devretmek ne kadar da
konforludur düşünsenize! “Anlama yetimi geliştirecek bir kitabım, vicdanımı
muhafaza edecek bir vaizim, diyetimi yazacak bir doktorum olsa, hiçbir şey için
çaba sarf etmeme gerek kalmazdı. Ücretini ödediğim sürece başkaları benim
yerime her şeyi düşünürdü.”
14
... kendi çıkarları uğruna vatandaşlarının kendileri için düşünmesinin
önüne geçen otoriter devletler... Devletin denetim arzusu ile bizlerin konfor
düşkünlüğü, çatışmasız bir toplum yaratmanın anahtarıdır, fakat böylesi
toplumlar yetişkinler için değildir.
... aklın idealleri bize dünyanın nasıl bir yer olması gerektiğini;
deneyim ise dünyanın olması gerektiği gibi bir yer olmadığını söyler durur.
İşte büyümek -ikisinden de vazgeçmeden- bu ikisi arasındaki uçurumla yüzleşmeyi
gerektirir.
15
Çocukluk dogmalarına takılıp kalan insanlar, tüm yaşamlarını dünyanın
önemsedikleri inançlarla bağdaşmadığı gerçeğini inkâr ederek geçirirler. ...
fakat günümüzde daha ziyade ergenlik çağına saplanıp kalmış insanlarla
karşılaşıyoruz.
16
[Bugün düşünürlerin çoğu, akıl mı deneyim mi türünden iki yüz yıllık
tartışmayı sonlandıranın,] bilginin kaynağı olarak hem aklı hem de deneyimi
işaret etmesi sebebiyle Kant olduğunu teslim ediyorlar. Onun da söylediği gibi,
deneyim olmaksızın kavramlar boştur, kavramlar olmaksızın da deneyimler kördür.
[Çağdaş nörobilimciler de Kant’ın bakış açısının tamamı olmasa da ruhunu
destekleyen bir yerde duruyorlar]. Yapılan deneyler belirli deneyimlerin beynin
şeklini değiştirdiğini ve aynı biçimde zihinsel çerçevelerin de deneyimleri
şekillendirmekte kilit bir rol oynadığını göstermektedir.
Peki, büyümek için ne türden deneyimler hayatidir? Dünyaya, olduğu
haliyle uyum sağlamak için ona dair bir şeyler görmüş olmanız gerekir.
17
[Kant’ın] ... çalışmalarında rastladığım tek ad hominem (kişiye
dair, kişiselleştirici) ve öyle olmasına niyet etmese de en komik iddiası bu:
Büyük bir kent, bir
ülkenin merkezi, hükümetin resmi binalarının konuşlandığı, (bilimi geliştirmek
için) üniversitesi olan bir yer, hepsinden öte, yalnızca ülkenin içinde değil,
farklı dillere ve âdetlere sahip olan komşu ülkeler arasında da deniz ticareti
yapılabilmesi için bir limanı var -Pregel Nehri’nin üzerine inşa edilmiş olan
Königsberg, insanın hem insanlığa hem de dünyaya ilişkin bilgisini seyahat
etmeye gerek duymaksızın geliştirmesi için son derece uygun bir yerdir.
(Immanuel Kant, Pragmatik Bir Bakış Açısından Antropoloji, s. 4)
“Kendim
kalkıp köye gitmeyebilirim, bunu ille de yapmam gerekmez; giyinik vücudumu
yollarım, tamam…” (Franz Kafka, Taşrada Düğün Hazırlıkları, s. 12) [Dünyanın en turistik cümlesi!:)]
“Eksi-dünyasallaşma
savunucuları onun gelişimine direnenleri uzun süredir eski kafalı olmakla,
çağın gerisinde kalmakla, yalnızca küçük yörelerini düşünmekle, küçük evlerine
kapanıp her türlü tehlikeden korunmak istemekle suçluyor! (Ah! milleriyle
uçtukları her yerde güvende olanların salık verdiği şu enginlere düşkünlük yok
mu...)” (Bruno Latour, Rota, s. 21)
“Fotoğraflar
bir yandan insanlara gerçekdışı bir geçmişin hayali sahipliğini verirken, diğer
yandan da insanların içinde güvensiz oldukları boşluğa sahip olmalarına yardım
eder. Böylece fotoğraf, modern etkinliklerin en tanımlayıcılarından biriyle,
turizmle ard arda yürür. Çok sayıda insan tarihte ilk kez düzenli olarak alışık
oldukları çevrenin dışına kısa süreler için geziye çıkıyorlar. Yanına bir
fotoğraf makinası almadan zevk için gezmekse kesinlikle çok garip bir davranış
sayılır. Fotoğraflar gezinin yapıldığının, programın yürütüldüğünün,
eğlenildiğinin su götürmez kanıtlarını sağlar. Fotoğraflar aile, dostlar ve
komşuların bulunmadığı yerlerde yürütülen tüketim dizilerini belgeler.
Deneyimi
doğrulamanın bir yolu olan fotoğraf çekme, aynı zamanda -deneyimi fotojenik
olanı aramayla sınırlayarak, onu bir görüntüye, bir anı eşyasına çevirerek-
deneyimi reddetmenin bir yoludur. Gezmek, fotoğraf biriktirmek için bir
strateji haline gelir. Fotoğraf çekme etkinliğinin kendisi rahatlatıcıdır ve
gezi sırasında şiddetlenebilecek olası genel yön kaybetme duygularını
yatıştırır. Turistlerin çoğu, karşılaştıkları her dikkate değer şeyle kendileri
arasına fotoğraf makinasını koyma zorunluluğunu hissederler. Başka bir tepki
göstermekten emin olamadıkları için fotoğraf çekerler. Bu hareket deneyime bir
biçim verir: dur, bir fotoğraf çek ve yoluna devam et. Bu yöntem özellikle
amansız bir iş ahlağıyla kötürüm olmuş insanlar -Almanlar, Japonlar ve
Amerikalılar- için çekicidir. Bir fotoğraf makinası kullanmak, iş hastasının
tatildeyken çalışmamasından ve eğleniyor olma gerekliliğinden kaynaklanan
huzursuzluğunu yatıştırır. Bu insanlar işin dostça taklidi olan bir şey
yapabilir, fotoğraf çekebilirler.” (Susan Sontag, Fotoğraf Üzerine
1973-77. (Çev. Reha Akçakaya), Altıkırkbeş Yayınları, 1993 İstanbul s. 23-24)
18
... son dönemde yapılan araştırmalar internetin çoğumuzu daha dar
görüşlü kıldığını gösteriyor. Arkadaşlarımızın okuduğu blogları okuyarak,
onların takip ettiği web sitelerine bakarak bakış açımızı giderek daraltıyoruz,
halbuki genişletme olanakları elimizin altında.
19
[Erasmus programı üzerine yapılan son dönem çalışmalar] ... pek çok
öğrenci ülkesine eskisinden çok daha kuvvetli bir bağlılık duygusuyla geri
döndüğünden bahsediyor.
20
[Bir rehberle seyahat etmek] ... size dünyayı deneyimlemeden onu
keşfetmiş olduğunuz izlenimini vererek bunu engelleyebilir. Ayağınızı
ıslatmıyor ve ellerinizi kirletmiyorsanız gezmek yerine evde de
oturabilirsiniz. İnternet sitesinden Sistine Şapeli’ni çok daha iyi görürsünüz.
J. J. Rousseau d. 1712 ö. 1778 (66)
I. Kant d.
1724 ö. 1804 (80)
22
İçinde yaşadığımız kültürün odağı, bizleri tatmin eden işlerden ziyade
meta tüketimi oldukça, ortaya çıkan (ya da razı olduğumuz) şey de daimi
ergenler toplumu olmuştu. [Goodman]
23
Yaşamı yokuş aşağı bir süreç olarak tasvir ettiğimizde, genç insanları
ondan pek az şey beklemeye -ve talep etmeye- sevk etmiş oluyoruz.
Birinci Bölüm: Tarihsel Kaynaklar
Olanaklı Dünyalar
25
Fransız tarihçi Philippe Ariés, ortaçağın erken dönemlerinde
Avrupalıların çocukluk diye bir kavrama sahip olmadıklarını söyler.
28
Günümüz tarihçileri, dikkate değer biçimde, çağımızda mutlulukla tarif
edilen çocukluk fikrinin kendisinin modern bir tasavvur olduğunu iddia
ediyorlar. ... Descartes’a göre insanın mutsuzluğunun temel sebebi, yaşamına
çocukluk dönemiyle başlamasıdır.
29
Devlet okullarının ortaya çıkışı, hane içindeki geleneksel yapının
baştan aşağı yeniden örgütlenmesini getirdi... Bizlerin çocukları, yetişkin
olduklarında üstlenecekleri görevlerin birer taklidi olarak bebeklerle ya da
oyuncak çay setleriyle oynuyorlar; Samoalı bir kız çocuğu ise küçük erkek kardeşine
bakarak annesinin balık tutmasını ya da hamilelik dönemleri dışındaki
zamanlarda tarlayla uğraşmasını mümkün kılan son derece önemli bir iş icra
ediyor.
30
[Samoalı kızlar ergenlik çağına geldiklerinde daha küçüklere yüklenen
işlerden kurtuluyor, evliliğe hazırlık için daha rahat sorumluluklar
üstleniyorlar.] Samoa’da cinsel maharet bakire kızları tatmin etme yeteneğiyle
tanımlandığı için, bu buluşmalar gayet hoş geçiyor ve (çoğumuzun) ilk aşk
deneyimimizden hatırladığı gibi allak bullak olup acı ve vicdan azabı
yaşamıyorlardı. Cinsel deneyimleri sayıca çok ve sürece kısa oluyordu. “Bir
çocuk, yaşamının ilk aylarından itibaren, bir kadının kucağından umursamazca
bir başkasınınkine verildiğinde yaşamının en büyük derslerinden birini de almış
olur: Herhangi birine çok düşkün olmamayı, herhangi bir ilişkiye büyük umutlar
bağlamamayı öğrenir.” [antropolog Margaret Mead]
32
Çocukluk, sabit bir kategori değildir, onu takip eden yaşam evreleri
de öyle.
33
Felsefenin en büyük görevi, olanaklı olana ilişkin anlayışımızı
genişletmektir.
[Kant, insan doğası]
Aydınlanma nedir?
34
Geleneksel toplumsal rollerin gevşemeye başladığı bir dönemde,
Aydınlanma insanın bireysel gelişimini dikkate almaya başladı.
35
... Kant Aydınlanma’yı, rüşt kazanmak olarak tarif etti... ...
İnsan aklının ilk adımı, insanın, tek bir serüvene tabi olan diğer hayvanlardan
farklı olarak, kendi yaşam serüvenini seçme kapasitesinin farkına varmasıydı.
Bu kapasite, özellikle Aydınlanma dönemi insanları için büyük önem taşıyordu.
...insanlık tarihindeki büyük tabloya baktığımızda, bir yaşamın nasıl
sürdürüleceği hakkındaki bireysel tercihlerin çok küçük bir yer kapladığını
görürüz.
36
[Hayvanların aksine insanlar eğitime ihtiyaç duyar. –Kant’ın ötücü
kuşlar örneği- Yavru kuşlara güzel ötmenin eğitimini anneleri veriyor.
İddiaların aksine ötüş içgüdüsel öğrenilmiyor. Kanaryanın kafesine serçe
yumurtası koyun yavru serçeler kanarya gibi ötmeyi öğrenecektir.] Fakat bizler,
tek atımlık barutu olan canlılar değiliz, dolayısıyla da güzel bir ötüşten çok
daha fazlasını öğrenmeye açığız. Kant, “İnsanın insan olmasının yegâne koşulu
eğitimdir” der.
[Kant, Pedagoji Üzerine Dersler’de
eğitimi “insana sunulabilecek en büyük ve en meşakkatli mesele” olarak tarif
ediyor.]
37
Kant’ın da sıklıkla hatırlattığı gibi hükümetler özgür
vatandaşlardansa rüştten yoksun bir tebaayı tercih ederler. Bu tercihin
günümüzdeki tezahürleri elektronik gözetim mekanizmalarının giderek
geliştirilmesinden endüstrinin sayısız otomobil ve reçel seçeneğiyle gözümüzü
boyama yeteneğine kadar uzanan çok çeşitli biçimlerde karşımıza çıkıyor
–yaşamımızla ilgili çok daha hayati seçimler yapma yetimizi ise elimizden
alıyorlar. … Totaliter rejimler aslında hiç gerekli değildirler ve genellikle
de ters teperler… Totaliter olmayan [dolaylı denetim] toplumlarda daha basit ve
daha kurnazca yürütülen çocuklaştırma süreçleri, bizleri bir dizi oyuncakla
gevşetip tembelliğe teşvik eder. Elbette ne akıllı telefonlar ne de otomobiller
birer oyuncak olarak tanımlanabilir; hiçbir yetişkinin yaşamının, onlar
olmaksızın tam bir yaşam olamayacağı söylenir. Buna karşın, daha adil ve daha
insani bir dünyaya ilişkin fikirler, çocukça hayaller olarak tasvir edilir.
38
Kant’ın insanın kendi kendisini yok etmesine yol açan rüşt
yoksunluğundan kurtulmasını, insan yaşamının en önemli devrimi olarak
işaretlemesi tesadüf değildir. … En bayağı içgüdülerimizden biri olan
edilgenlik mesela, çok konforludur.
39
[Rousseau] … çocukları yetiştirme tarzımızı radikal bir biçimde
yeniden gözden geçirmeliydik. Çocuklarımızı toplumun dışında, her şeyin anlamlı olduğu bir dünya
yaratarak büyütmeliydik.
40
[Fransız Devrimi] Devrim fikrinin kendisinin ona seyirci kalanlarda
bile yarattığı o doğal heyecan, insanlığın ahlaki ilerleme kapasitesinin kanıtı
niteliğindeydi.
41
[Hem Rousseau hem de Kant] … reşit olmayı verili kabul etmektense bir
ideal olarak ortaya koydu.
[Kant’ın Königsberg’de yaşamayı, seyahat etmeye yeğlediğine dair
yorumu…]
42
Rousseau’nun seyahatleri, yaşadığı dönem için bile sıra dışıdır zira o
bir turist olarak gezmez; bazen gereklilikten, bazen de istediği için çok sık
ülke değiştirmiştir. … Kant, … doğup büyüdüğü yerden hiçbir zaman
ayrılmamıştır.
43
[Neden Aydınlanmaya geri dönmemiz gerekiyor?] [Aydınlanmayı yerden
yere vurmak günümüzde gözde bir spor halini aldı: [1] Avrupa merkezli… Oysa bizatihi kendisi, bütün tehlikelerine
rağmen Avrupamerkezciliğe ve ırkçılığa saldıran ilk modern harekettir.]
44
… Kant’ın sömürgeciliğe saldırısı görmezden
geliniyor:
“Dünyanın bizim yaşadığımız bölgesinde uygar insanların ve özellikle
ticaretle iştigal eden devletlerin düşmanca hareketlerine bir göz atın.
Gittikleri yerlere ve oralarda yaşayan insanlara yönelik adil olmayan tutumları
(ki bu tutum aslında oraları istila etmekle aynı şeydir) dehşet verici
boyutlara ulaştı. …” (Ebedi Barış,
Üçüncü Kısım)
Aydınlanma düşünürleri … ırkçılık karşıtı mücadelelerin zemininde yer
alan evrenselciliğin de teorik altyapısını oluşturdular.
Aydınlanma’ya yönelik suçlamalardan bir diğeri de insan aklını fazla
yücelttiği [2] yönündedir.
45
[Oysa] Saf Aklın Eleştirisi’nin
daha ilk cümlesi, aklın sınırlılıklarından bahseder. … tek yaptıkları kilisenin
ve devletin düşünce üzerindeki baskısını reddetmektir. Aklı duygunun karşısına
koydukları da doğru değildir, ki duygular Aydınlanma düşünürlerinin en az akıl
kadar üzerine kafa yordukları bir meseledir.
Kant’ın akıl kavrayışı … ilerideki hayatınız için isteyebileceğiniz
şeylere erişmenin en makûl yollarını bulmanızı sağlayan çok geniş bir
kavrayıştır. … Kant için matematik ve mantık akıl yürütmenin sıradan
türleridir. Onun aklın sahici kullanımı olarak adlandırdığı ve çok daha önemli
addettiği şey, bizleri Koşulsuz/Mutlak olana daha da yaklaştıracak olan
iyiliğe, doğruluğa ve güzelliğe dair ideler üretme yetisidir. Bu ideler
aracılığıyla akıl doğa üzerinde açıklamalarda bulunabilir ve en derin
özlemimizi doyurabilir.
46
Son olarak yakın dönemlerde Aydınlanma’yı ekolojik yıkımın müsebbibi [3] olarak suçlama eğiliminden
bahsedebiliriz. [Akıl ile doğa arasında bir karşıtlık yaratma ve bunun insanın
doğa üzerindeki tahakkümünü teşvik etmesi…] [Oysa] … aklın doğaya karşıt
kurgulandığı anlarda asıl gaye, geleneğin doğal addettiği uylaşımların
sorgulanmasıdır. [Yoksulluk, kölelik, kadınların ezilmesi, hastalıkların çoğu
vb. doğal kabul edilen meseleler…] … Aydınlanma, doğal addedilen ne varsa
tartışmaya açtı.
47
[Aydınlanma’ya geri döndük, çünkü daha iyi bir seçeneğimiz yok.] Eğer
Aydınlanma’ya bağlı biriyseniz, kendinizi dünyayı anlamaya ve geliştirmeye
adarsınız.
[Rousseau] “Birer yetişkin olmak için yaratıldık, fakat yasalar ve
toplum bizi çocukluğa geri yolladı. Zenginler, asiller, krallar, hepsi de
onların sefaletlerini hafifletmek için çabalayıp duranları gördükçe, bundan
çocuksu bir haz alan birer çocukturlar...”
Rousseau uygarlığın bize pek çok farklı yöntemle nasıl çocuk muamelesi
yaptığını açıklığa kavuşturur. ... Sanatlar ve Bilimler Üzerine Söylev,
Aydınlanma’nın en temel varsayımı olan, kültür ve bilimin ilerlemenin ve
özellikle de özgürleşmenin yegâne araçları olduğu fikrine meydan okur. Ona göre
kültür de bilim de ilerlemeyi sağlamak şöyle dursun, bizleri köleleştirir. ...
Aslında ... ister güzel bir yemek isterse de yüksek teknoloji ürünü bir oyuncak
olsun ... kendinde kötü değildir. Sorun, bunların, bizleri kendilerine bağımlı
kılan sahte ihtiyaçlar yaratmalarıdır.
49
Toplumu yönetenler bağımlılıklarımızı da düzenliyorlar; bizlere lüks
içinde yaşadığımızı hissettirmek için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar, daha
fazla lüksün kendimizi daha seksi ve hoşnut hissettireceğini düşünmemizi
sağlıyorlar. Böylelikle de bizleri, hayatlarımızı belirleyen asıl koşullar
üzerine düşünmekten alıkoymuş oluyorlar. Herhangi bir elektronik mağazasına
gidip çeşit çeşit akıllı telefon içinden birini seçebilirsiniz. Peki, sizi
temsil eden hükümeti seçmek, o hükümetin sizden alacağı vergileri nereye
kullanacağını tayin etmek, tabi olacağınız kanunları belirlemek hususunda ne
kadar söz hakkınız var?
Marcuse, Adorno, Horkheimer
… işleri tam olarak gerçekten önemli olan şeylere
odaklanmak olan eleştirmenler, sanatçılar ve düşünürler…
50
… dünyanın gidişatını gerekçelendirmek…
İlk Söylev’in ardından,
Rousseau’nun eşitsizlik ve özel mülkiyetin, tüm sıkıntıların kaynağı olduğunu
iddia ettiği ve doğal duruma dönüşü salık verdiği ikincisi geldi.
[Voltaire] “İnsanlık karşıtı yeni kitabınız elime geçti bayım…”
Her ne kadar Rousseau doğal durumun içinde olduğumuz durumdan çok daha
iyi olduğunu iddia etse de, oraya dönüşü salık vermiyordu. … Daha dikkatli
okunsaydı Emile’in Aydınlanma’nın en
açık ve en ayrıntılı pratik el kitabı olduğu görülürdü.
52
Batı felsefesinin ilk eseri olan Devlet’in
fantezi ile düşünce arasında salınıp duran, araya mitler ve konuyla alakasız
cümleler sokan, doğru cinsel ilişkinin nasıl olması gerektiğine dair
tartışmalara dalan, ahenkle ilerlemeyen ve şüphe götürmez biçimde metafiziğin
tam ortasında konumlanan bir kitap olduğunu hatırlarsanız, Emile size tuhaf gelmeyecektir. … Dünyada yapıp ettikleriniz
dünyanın size ne yapıp ettiğiyle ilgili değil midir? Bu soru eşliğinde doğru bir yaşam sürmek, yetişkin olmak
yönündeki en önemli ve yegâne ödevdir.
Emile akıl ve doğa
arasında ortaya çıkan ve adeta bir açık yara halini alan yarılmayı
iyileştirmenin zeminini oluşturmak yönünde bir hamleydi. [Bu açıdan,
Baumgarten’ın estetik’i de bir yarılmayı iyileştirmek yönünde…].
Emile ->
Layıkıyla yetişkin olmak.
53
Rousseau’nun çocukluğu “aklın uyku dönemi” olarak tarif edişi gayet
zekicedir.
54
Rousseau’nun çocuklara rahat kıyafetler giydirilmesi ve onları
kirletmelerine izin verilmesi yönündeki talebi bugün önemsiz görünebilir, fakat
o dönem için çocukluğun, yetişkinliğin kusurlu bir biçimi olmadığı, kendi
başına bir yaşam evresi olarak kavranması gerektiği yönündeki ısrarının bir
parçasıdır.
56
Çocuklar, yalnızca doğanın dayatmalarını kabul etmelidirler, başka
insanlarınkini değil.
57
Özgürlük dediğimiz şey salt bir yapma yetkisi değildir; Rousseau da
Kant da bize özgürlüğün kendi kendimize koyduğumuz kurallara itaat etme
kabiliyeti olduğunu söylerler. ... Sahici bir özgürlüğün yolu, bir bütün olarak
hayatımızın denetimini sağlamak, plan yapmayı ve karar vermeyi öğrenmek, yapıp
ettiklerimizin yaratacağı sonuçların sorumluluğunu üstlenmektir.
60
... eşitsizlikler yaratan kültür ve cinsellik...
68
... Kant’ın da söylediği gibi mantık, aklın en önemsiz edimidir...
71
Rousseau tüm hastalıkların muntazam bir diyet ve egzersiz
eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyordu. ... temiz hava, fiziksel aktivite,
biraz et, taze meyve ve sebzeler...
74
[Rousseau, çocukluğun kâşifi olarak adlandırılır.]
İkinci Bölüm: Bebeklik, Çocukluk, Ergenlik
78
... ölüm bilinci, insan olmanın esasıdır. (Heidegger) ... Arendt’in
doğuma odaklanması ise devrimci bir hamledir; o, doğumu siyasal düşüncenin esas
kategorisi addeder. … Göçmenler devletin içine yeni doğmuş oldukları için, onu
mütemadiyen yenileyebilme kapasitesine haizdirler. … Arendt’e göre yaşamın
inorganik bir maddeden türüyor oluşu öyle umulmadık bir şeydir ki, her türlü
eylemin olanaklılığını müjdeler.
79
… dünyayı değiştirebilme yeteneğimizin farkına varmamızı
sağlayan Aydınlanma oldu.
81
Psikologlar, üç yaşına dek yaşamımızın geri kalanında öğreneceğimiz
her şeyden çok daha fazla şey öğrendiğimiz görüşündedirler.
84
ontogenetik (gelişimsel)
87
Dünyanın anlamlı olması gerektiği fikri, tam da onu olabildiğince
anlamlandırmada bize kılavuzluk eder.
88
Aslında çok küçük çocuklar bile gerçeklikle oyunu birbirinden
ayırabilirler, ancak yine de odalarındaki gardrobun kapağının başka bir evrene
açıldığına inanmak isterler.
89
Bazı hayvanlar dahi adaletsizliği algılayabilirler. [Konu yapılan
deneylerle örneklendiriliyor. Bu deneyler] … kabaca da olsa bir tür adalet
duygusunun evrim tarihinde homo sapiens’ten
çok daha önce başladığını gösteriyor.
90
Antik Yunan bir sofist olan Thrasymachus hakkında pek fazla şey
bilinmez. [adaletin tanımı]
91
Onun tepesini attıran şey … [diğerlerinin] adalet ve ahlak gibi
konuları konuşarak zamanlarını boşuna harcamalarıdır. … Ahlak denilen şeyin
sadece iktidarı elinde bulunduranlar tarafından, onu tesisi etmek için bizleri
de aptal yerine koyarak ortaya atılmış kurallardan ibaret olduğunu bilmiyorlar
mıdır? … [Sokrates ve arkadaşlarının bir toplantısında] Odadakilerin adaleti
tanımlamakta zorluk çekmeleri şaşırtıcı değildir; o, güçlü adamlar tarafından
daha zayıfları aşağıda tutmak için icat edilmiş bir masaldır çünkü.
93
Eğer bir devlet adamının pratikte uygulamadığı bir ahlaki ilkeyi,
halkı susturmak umuduyla diline pelesenk ettiğine şahit olmadıysanız, haberlere
pek göz atmıyorsunuz demektir. … Thrasymachus ise ahlaki ilke kokan her şeyi
reddetmeye yeminlidir. … Gelin onu ilk post-modern nihilist olarak
adlandıralım. O, ahlakın taleplerinin bizleri kandırmaya çalışan birinin ortaya
attığı –bizim de bir nebze kendimizi kandırarak inandığımız- şeyler olduğunu
iddia eden ilk kişidir. Sonraları bu iddia Machiavelli’den Hobbes’a ve
Foucault’ya kadar pek çok düşünür tarafından kâh daha incelikli, kâh daha
kabaca bir yorumla yeniden ortaya atılmıştır.
95
... görünürdeki dinsel ve ahlaki kesinliklerin manipülatif iç yüzünü
ancak bugün fark ederiz. ... Sünni ve Şii Müslümanlar arasında günümüzde
cereyan eden kanlı savaşlar... ... dinin hüküm sürdüğü toplumların
bizimkilerden daha güvenli olduğu iddiasının yalan olduğunu ortaya serer. ...
Sokrates tam da Batı düşüncesinin neşet ettiği yerde dine saldırdığı için ölüme
mahkûm edilmiştir.
[İngiliz filozof Bernard Williams] Bilginin iktidara indirgenebileceği
yönündeki önermeler “birini dinlemekle onun saldırısına uğramak arasındaki
farkı dahi açıklamaktan” acizdir.
96
Eğer her ahlaki talep bir iktidar talebini maskelemek üzere ortaya
atılıyorsa, neden kendinize bir duble viski koyup, ot sarıp yahut başka
herhangi bir uyuşturucuya başvurup egemen güçlerle barış yapmayasınız ki?
97
... içine doğduğumuz dünya... Çoğunlukla onunla ahenk içinde
değilizdir.
98
Rousseau, olanla olması gereken arasındaki uçuruma yönelik
eleştirilerinde takılı kalmak yerine, daha yerinde bir hamle yaparak şunu
önerir: Ne kadar ileri gitmek istediğimiz tamamen bize bağlıdır.
99
Hume ciddiyete karşı şüphe duyuyordu; Rousseau olanla olması gereken
arasındaki uçurumun dünyayı değiştirmemizi gerektirdiğini söylerken Hume olması
gerekenden vazgeçmeyi tercih ediyordu. O, matematiksel akıl yürütme ya da
olgularla ilgili konular dışında yazılmış herhangi bir metnin yakılması
gerektiğini [düşünüyordu]. Ona göre olması gereken apaçık biçimde, ne
matematiğin konusu ne de bir olguydu.
... dünyadaki sekiz milyon çocuğun köle olarak çalıştırıldığı
gerçeğini öğrenebilirsiniz, fakat bu olguya dair hiçbir şey, size bunun böyle
olmaması gerektiğini söylemez. Bu olgu size dünyanın nasıl bir yer olduğunu
söyler; başka türlü olması gerektiği konusunda yargıda bulunmak içinse bir
sıçrama yapmanız gerekecektir. Hume’a göre bu sıçrama onun zayıf olduğunu
düşündüğü akıl aracılığıyla yapılamaz; bu türden verilecek her türlü yargı,
daha ziyade tutku meselesidir. ... aklın bu meseleyle ilgili söyleyebileceği
hiçbir şey yoktur.
100
[Hume] Bu mantıksal yapı meselesidir: Olan basitçe olandır ve olması
gerekene ilişkin her talep isteklerimiz ve arzularımızla ilgilidir. Neden bu
ikisinin birbiriyle bağlantılı olacağını düşünelim ki? ... Hume hiçbir zaman
olanı olması gerekenle bağlantılandırma arzusunu çocukça bulduğunu söylemez ama
yazma üslubundaki o hafiften tahrip edici aksan, onun çıkarımlarına ayak
direyen herkesi ümitsizce naif bulduğunu ima eder.
103
Olanla olması gereken arasındaki boşluk, tam da soruların baş
gösterdiği yerdir. Olması gerekeni temelsiz addederek ondan vazgeçerseniz
nereden başlayacaksınız ki?
[Fransızlar Hume’u “hoş David” olarak anar.] Güneş her zaman olduğu
gibi sabah doğacak ve akşam batacaktır, bunun için yasa, nedensellik ya da adalet
fikirlerine ihtiyaç yoktur. Hume’unki, rahatlamamızı amaçlayan bir tür
teslimiyet çağrısıdır ve okurlarının çoğu da gerçekten rahatlarlar.
105
[Küçük bir çocukken duyduğunuz o merak...] Zamanında, sizde huşu
duygusu uyandıran şey bir demet anahtarken şimdi bu duyguyu yeniden
yaşayabilmek için Yosemite milli parkına yahut İrlanda’nın batı yakasına
seyahat etmek zorundasınızdır.
whistleblower Çalıştığı
kurumdaki yolsuzlukları ifşa eden kişi. e.n.
106
Aslında gerçekler aynıdır fakat artık onları eskisi kadar güçlü bir
şekilde hissetmez olursunuz. [olanla olması gereken arasındaki boşluğa karşı
alışkanlıklar, hissizlikler oluşur]
107
Açık söylemek gerekirse Kant’ın dünya görüşü kolaylıkla
Stoacılarınkiyle karıştırılabilir.
Kant etik hakkındaki en bilinen eserine, güç, zenginlik, sağlık ve
mutluluk gibi talihin bir lütfu olan şeylerin, erdem olmaksızın birer hiç
olduğunu hatırlatarak başlar. Dolayısıyla da kendinde iyi olan yegâne şey, iyi
niyettir.
109
Kendi erdeminin bilincinde olan hoşnut bir zihin, Stoacılar için, hem
en yüce hem de en sahici iyidir zira onu hiçbir şey yok edemez.
... Kant’ın tutkularla herhangi bir derdi yoktu. O açık bir biçimde
tutkuların kötülüğün kaynağı olduğu yönündeki iddiayı reddeder ve iyi tutkular
geliştirmek için çabalamamız gerektiğine inanırdı. Bir nebze aklıselim sahibi
olan herkes gibi Kant da, insanların yapmaları gereken şeyleri yaparken ne
kadar mutlu olurlarsa o konuda başarılı olma ihtimallerinin o kadar artacağını
biliyordu. [yapmanız gereken şeyler sizi mutlaka mutlu kılar gibi yanlış
önermelere başvurmadan...]
110
Erdem ile mutluluk başka şeylerdir... Dürüstlüğün ve rüştün sizden
kabullenmenizi talep ettiği hakikat budur.
111
Onurlu bir yaşam sürmeye çalışabiliriz fakat bu hususta başarılı olup
olmadığımızı asla bilemeyiz.
Kant mutluluğu hak etmek kavramını ortaya atarak bize bir akıl
kavramı sunar.
Akıl, Kant’ın düzenleyici ilkeler diye adlandırdığı ve bize dünyanın
nasıl bir yer olduğunu değil, onun içinde nasıl eyleyeceğimizi söyleyen
idelerin kaynağıdır. Akıl bizi şeylerin neden böyle olduğu sorusunu sormaya
iterek anlamlı bir dünya arayışını sürdürmemizi sağlar. Teorik akıl için bu arayışın
çıktısı bilimdir; pratik akıl içinse çok daha adil bir dünya
112
[Hume] ... Kant’ı deneyimin bileşenlerinin haritasını çıkarmaya
yönlendirmiştir.
113
Veri bize dolayımsız gelmez, zihinlerimizin deneyimi oluşturmak üzere
başvurduğu kategoriler tarafından şekillendirilip kalıba dökülür. [doğrudan
deneyim mümkün olmaz.] ... neden, dünyaya bizim sunduğumuz bir
kavramdır. [nedensellik her türden tutarlı deneyimin zorunlu koşuludur.] O ve
madde yahut bütünlük gibi diğer kategoriler olmaksızın, aralarındaki ilişkiler
şöyle dursun, nesnelerin kendilerini dahi algılayamazdık.
114
Kant’ın tasarladığı zihin haritası, deneyimleri yetiler olarak
ayrıştırır, yeti dediğimiz şeyi işlevler olarak düşünebiliriz ve onları tefrik
etmek [parçaları bölmek, ayırmak] çok önemlidir. Herhangi bir veriyi onlar
aracılığıyla algıladığımız zaman ve uzam formları, Kant’ın duyusallık olarak
adlandırdığı şey tarafından sağlanır. [en yüksek yeti, akıldır.], [duyusallık
ve anlama yetisi tarafından sağlanan formların aksine akıl, deneyimin zorunlu
bir parçası değildir, deneyim sürecinde bir adım geriye çekilir, bu sayede
sorular sormamız, yargıda bulunmamız mümkün hale gelir].
115
[Kant’a göre] Bilim için gerekli olan aklın bizatihi kendisi, aynı
zamanda ahlak yasasının da kaynağıdır. Aklın en önde gelen idesi olan anlamlı
bir dünya, bütünüyle bir anlam ifade etmelidir. Şeylerin bizlere sunulduğu
biçiminden farklı da olabileceğini tasavvur etmemizi sağlayan dürtünün aynısı,
bilimde ve toplumsal adalet alanında da devreye girer. Bu sevdiğimiz ya da
sevmediğimiz şeylerle, temenni ya da tutkuyla alakalı bir mesele değil,
aklımızın yerinden söküp atılamayacak bir ihtiyacıdır. Öfke ve teslimiyet
duyguları eşliğinde inkâr edilebilir ama asla büsbütün yok edilemez. Bir Stoacı
için dünyayı size sunulduğu şekliyle kabullenmeyi reddetmek, insanın
zayıflığıyla ilgili bir meseledir ve duygularını değiştirdiği takdirde
geçecektir. Kant için ise bu reddiye insanın bir gücüdür. [Bazıları gerçekliği
kabullenmekteki başarısızlığın kurtulmamız gereken çocukça isteklerden
kaynaklandığını söylemişlerdir.] Kant için ise bu eleştirel aklın sesidir ve
ona kulak kabartılmalıdır.
119
... akıl ile doğayı bir araya getirmenin olanaksızlığı, gerçekten
bilmek isteyeceğimiz bir hakikat değildir.
Üçüncü Bölüm: Yetişkin Olmak
Eğitim
122
“Eğitim, dünyayı, ona karşı sorumluluk hissedecek kadar sevip
sevmediğimize ve yenilenmeye, yeni ve genç olana yer açarak, dünyayı aksi
takdirde kaçınılmaz olan kendi yıkımından kurtarıp kurtarmamaya karar
verdiğimiz bir noktadır. Eğitim, aynı zamanda, çocuklarımızı dünyanın dışına
itmeyecek, yeni olan, kimsenin öngöremeyeceği bir şeyin sorumluluğunu üstlenme
şansını onların elinden almayacak, bilakis onları müşterek bir dünyayı yenileme
görevine önceden hazırlayacak kadar sevip sevmediğimize de karar verdiğimiz
noktadır.” (Hannah Arendt, Geçmişle Gelecek Arasında)
124
Kant eğitimle ilgili yorumları arasında en şaşırtıcı olanında, okulun
temel görevlerinden birinin bizleri hareketsiz kılmak olduğunu söyler: “...
gelecekte akıllarına düşen her şeyi mutlaka ve anında fiiliyata dökmeye
kalkışmasınlar diye...”
125
[Kant için eğitim, çocuğun öz-disiplinini geliştirmesini teşvik eder.]
... Çocuklar, ertelenen doyumların yaşattığı hazzı bilmezler, birilerinin bunu
sıklıkla onlara anlatması gerekir. Kant disiplini, daha fazla özgürlüğün aracı
olarak görür... [“Özgürlük, yırtılmaz bir kağıt zarftır.” Bilge Karasu]
127
[Kant, bağış toplamak, kraliyet ailesinden destek] “Deneyim bizlere
prenslerin umursadığı şeyin dünyanın durumundan ziyade gayelerine ulaşmak için
kendi saltanatlarını sürdürmek olduğunu gösterdi. Bir tasarıya mali destek
sağladıklarında tasarının onların ellerine terk edilmesi kaçınılmazdır.”
Kant özerk finansmanın eğitimde dönüşümü sağlamak için en güvenilir
kaynak olduğunu düşünüyordu zira “bütün bir kültür müstakil bireylerle başlayıp
sonra etrafa yayılır”dı.
[Kant’ın eğitim üzerine üç ilkesi:] 1) Küçük yaştan itibaren çocuğun
her konuda özgür olmasına imkân tanınmalıdır (kendine zarar verebileceği
vakalar haricinde). 2) Çocuğa ancak eğer başkalarının da amaçlarına ulaşmasını
mümkün kılarsa kendi amaçlarına ulaşabileceği öğretilmelidir. 3) Çocuğa
karşılaşacağı kısıtlamaların kendi özgürlüğü için olduğu, bu kısıtlamaların
ileride özgür olmasını sağlayabileceği, böylelikle de başkalarına bağımlı
yaşamasına gerek kalmayacağı anlatılmalıdır. (Pedagoji Üzerine Dersler)
130
“Dünyadaki hiçbir şey özgür ve mutlu bir çocuk yetiştirmekten daha
önemli değildir.” (Emile)
132
Yasal düzlemde reşit olduğumuz dönem -her ne kadar yapılan araştırmalar
beyinlerimizin yaklaşık 25 yaşına gelene dek tam olarak olgunlaşmadığını ortaya
koysa da, reşitlik genelde 18 ila 21 yaş arasına tekabül eder- muhtemelen
yaşamımızın en zor zamanı olacaktır.
134
... Aydınlanmanın yazarları hem evrensel ilkeler hem de tikel
farklılıklara eşit değer atfetmeyi bilmişlerdi.
[Klasikleri okumakla (bir tür edilgenlik gerektirir) internetten bir
şeyler okumak (duraksız etkinlik) arasındaki fark, fast food ile
pişirilmiş bir yahni arasındaki farka benzer.]
135
Size sadece siber uzamda geçirdiğiniz vakti sınırlamanızı ve tıklama
imlecini takip etmektense daha dişe dokunur bir eylem gerçekleştirmenizi
tavsiye ediyorum.
136
İnternetsiz bir hayat sürmeyi önermiyorum, yalnızca onun ipleri ele
geçirmesini reddetmemiz gerektiğini söylüyorum.
Seyahat
137
Sicilya’ya gidip uzun süre çevrimiçi olacaksanız evde oturup
başkalarının sosyal medyada paylaştığı Sicilya fotoğraflarına bakmanız daha iyi
olur.
139
Seyahat etmezseniz, kendi kültürünüzdeki varsayımların bütün bir
insanlık için geçerli olduğunu düşünürsünüz.
140
Rousseau seyahatin diğer türlerini [yürüyerek olandan farklı
türlerini] hor görüyor ve acınası buluyordu: Yürümeyen insanlar “tıpkı
tutsaklar gibi o küçük, kapalı kafeslerinde üzgün üzgün” otururlardı.
142
Kuzey Avrupa ülkelerinin çoğu birkaç ufak kısıtlamayla ülkenin her
yerini yürüyerek gezme hakkınızı temin eder. İskoçya, Norveç ve Estonya, özel
arazilere giriş hakkını yasalarla korumaya alan ülkeler arasındadır.
144
[uluslararası değişim programı öğrencisi] Roma’dan ya da Paris’ten
döndüğünde, gitmeden öncekine nazaran kayıptadır; üniversitenin ona sunduğu
yurt dışı deneyimini yaşamış olduğunu düşünür, halbuki aslında basitçe bir
kozadan diğerine naklolmuştur.
145
... sahici karşılaşma olanaklarını imkânsız kılan bir deneyim...
146
[uluslararası bilimsel konferanslar] ... profesyonellikle turizmi
birleştirmenin ve tüm bunların masrafını sizin yerinize başkalarının
karşılamasının cazibesi bu.
148
Kültürün içine girmek [en az 1 yıl] turistlerin bilemeyeceği şeyleri
öğrenmenizi sağlar. Sorumluluk almak ve sorumluluktan kaçınmak nedir, amaçların
belirlenmesi ve görevlerin paylaşımı nasıl yapılır, ortak ve müstakil olan
nedir gibi soruların yanıtları, kültürden kültüre değişiklik arz eder. ...
İdeal olan, anadiliniz dışındaki bir dili öğrenmenizi gerektirecek bir yerde
yaşamaktır zira her yeni dil, içinde başka bir dille kıyaslanmadan açığa
çıkmayacak varsayımları saklar.
İş
150
... Platon da Aristoteles de tefekküre adanmış bir yaşamın en yüce
yaşam biçimi olduğunu düşünüyorlardı. [Modernitede bu ters yüz oldu] En insani
yaşam biçimi olarak tefekkür değil etkinlik görülmeye başlandı. [John Lock.
Doğa durumunda bile kendi bedenlerimizin sahibiyizdir ve bedenin emeğiyle bir
şey yaratırsak onun da sahibiyiz demektir -özel mülkiyet-].
Kant için etkinlik, yaşama anlam katan şeydir, hatta başlı başına bir
ödevdir.
152
Hegel’in emeğe yönelik şükran beyanı daha da ileri gider. ...
iş/çalışma, en yüksek mevkidedir. ... galibin zaferi kısa sürer zira onun için
çalışmaya zorlanan köle, aslında onu dünya tarihinin motoru kılacak bir şey
yapıyordur; maddeye şekil vererek tanrının yeryüzündeki imgesi olur [melek?].
... [Marx] Elbette bazı yüksek becerili hayvanlar nadiren de olsa bir şeyler
üretirler fakat üretimin araçlarını da üreten yalnızca insanlarıdır.
153
[Arendt, Marx’ı emek ile iş arasında bir ayrım yapmadığı için
eleştirir]. Emek, zorunluluktan, hayatta kalmak için yaptığımız ve sürekli
tekrarladığımız bir üretim... Bu süreç hiçbir zaman özgür işlemez zira doğanın
talepleri doğrultusunda ilerler, ayrıca kalıcı bir şeyin üretimini de mümkün
kılmaz. İş ise, aksine ... özür ve kutsal niteliklere sahiptir. Masadan sanat
eserlerine kadar her türden kalıcı nesnenin yaratımını içerir, bu nesneler ise
evrende kendimizi sabitleyeceğimiz bir dünyanın yaratımına önayak olur. İş
olmasa, evrendeki yerimiz de tıpkı bizler gibi değişken ve fani olacaktır.
Üstelik yok olacağımız gerçeğini, yaşamımızın çok başlarında öğreniriz.
155
“Zengin veya yoksul, güçlü veya güçsüz olsun, her işsiz vatandaş bir
dolandırıcıdır.” Emile. Rousseau
[Çiftçi kaderin her tür cilvesine tabidir.] Bir zanaatkar ise aksine
nereye isterse oraya gidebilir. Korkmasına ya da dalkavukluk etmesine gerek
yoktur.
156
[Rousseau] Marangozluk temiz iştir, yararlıdır, hatta şık ve zarif
bile olabilir, özen ve beceri gerektirdiği için bedeni de güçlü tutar.
Hepsinden önemlisi, marangozluk her daim sahici ihtiyaçları karşılayan bir
meslek olduğu için, sahte ihtiyaçlardan ve onların yarattığı, zorunlu kıldığı
bağımlılıklardan azadedir.
157
... zanaat, bir insanın talihi alt etmesini sağlayabilecek yegâne
kuvvettir. ... Zanaat, bir insanın nerede isterse orada hayatını idame
ettirmesini mümkün kılar. ... artık işler, 18. yy’da yaşamış olan en ileri
görüşlü düşünürün bile tahayyül edemeyeceği kadar kötüye gitmiştir.
159
Reklamcılık sektöründe zihnimize sızarak bizleri ihtiyaç duymadığımız
şeyleri satın almaya ikna edecek fikirler bulmak için çalışanların “kreatif”
olarak adlandırılması tam isabettir. Bizlere anlamlı gelecek işlerin peşinde
koşmak için bundan daha iyi rol modellere sahip olmadığımız bir çağda,
büyümekle ilgili gönülsüzlüğümüz hiç de şaşırtıcı bulunamaz.
160
... sendikacılığın gözden düştüğü, maaşların azaltıldığı ve elektronik
aletlere bağımlı bir yaşam sürerken çoğumuz günde sekiz saatimizi
anlamsız işlere harcamaktan memnuniyet bile duyarız.
[planlı eskitme, 1924 General Elektrik, Osram, Philips ampüllerin
ömrünü 2500 saatten 1000 saate düşürme kararı aldılar -> reklamcıların
tüketicileri kullandıkları ürünlerin eskimeden modasının geçtiğine ikna etme
yöntemi, tamir edilmesi mümkün olmayan ürünler bu yasal kararların yerini aldı
1950.
163
Dayanıklı bir masaya şekil veren, kaldırım taşını döşeyen ya da bir
ayakkabı yapan, cümle kuran ya da ekmek yapan zanaatkârın yüzündeki tatmin
duygusu... [zanaat sözcüğü hobi ile ilişkilendirilir oldu; küçük çocukların,
Alzheimer hastalarının oyalanmak için yöneltildiği işler...]
[Zanaat] Ben, bu kişi olarak dünyaya bir şey bırakmak, imzamı atmak
istiyorum. Dünyada benden bir parça kalsın istiyorum.
164
[iletişim ve özgürleştirme karakteri olan internetin gözetim aracına
dönüşmesi; bazıları özgürleştirici yanı hâlâ olduğunu, aktivistlerin
uluslararası bağlantıları onun üzerinden kurduğunu söylüyorlar.] ... fakat
çevreci aktivistler suçu yanlış yere atıyorlar. Mesela iklim değişikliği
konusunda Aydınlanma’yı suçlayan açıklamalarla [karşılaşıyoruz.]
165
Başkaları ise daha büyük resmi görüyor: Şu andaki durumumuzun
Aydınlanma mirasının uygulanmasından değil, bu mirasın altüst edilmesinden
kaynaklandığının farkındalar. ... insan ihtiyaçlarını tersyüz eden bir dünyanın
içine düşerek onunla suç ortağı olduk.
166
[1989’da olan şey] Soğuk savaş bittiğinden beri neoliberalizm
-kontrolsüz serbest piyasanın giderek çoğalan beş para etmez ürünlerinin insan
mutluluğunun kaynağı olduğu fikri- yalnızca dinsel değil mutlakçı bir tona da
büründü. Alternatiflerin peşine düşenler gizli Stalinist yahut yaşlı hippi gibi
görülerek bir kenara fırlatıldılar. Margaret Thatcher’ın meşhur sözü -alternatif
yok-, bugün bu doğru olamaz diye düşünenler tarafından bile kabul
görüyor.
Dördüncü Bölüm: Niçin Büyüyelim?
172
“Hepimiz açık denizde terk edemeyeceğimiz gemimizi tamir etmeye mecbur
olan, onu en iyi parçalarını kullanarak yeniden inşa etmesi gereken birer denizciyiz.”
(Otto Neurath, Anti-Spengler)
174
... yaşlanmayı sönen ışık gibi tasvir eden resme duyacağımız öfke...
İnsanların çoğu yaş aldıkça daha mutlu oluyorlar. ... küresel
düzlemdeki ortalama yaş [orta yaş] kırk altı fakat bu rakam ülkeden ülkeye epey
değişiklik gösteriyor.
[Bir araştırma] Katılımcılar toplumsal ya da ekonomik statülerinden
bağımsız olarak, yaş aldıkça hayatlarını daha mutlu biçimde sürdürdüklerini
ifade ediyorlardı.
175
[yaş aldıkça hafızalarındaki olumsuz imgeleri azalttıkları teziyle bir
araştırma:] Yaşlandıkça hipokampusun [beyin çıkıntısı] daha hoş deneyimleri
seçerek geri kalanını bastırdığı öne sürüldü. ... yaşlı insanlar duygularını
sağlıklı biçimde yönetmekte daha başarılıydılar. ... Yaş aldıkça daha mutlu
oluruz çünkü daha küçük şeylerden mutlu olmayı öğreniriz.
176
Büyüdükçe daha güzel şeyleri keşfetmeye başlıyoruz.
177
Büyümek, yaşamınızın hiçbir evresinin en iyisi olmadığının farkına
varmak ve erişilebilir sevinçlerin her anının tadını çıkarmaya karar vermektir.
179
Nasıl düşündüğümüzü anlarsak, daha iyi düşünmemiz mümkün hake gelir.
... Kant’ın amacı da aynıydı... ... Saf Aklın Eleştirisi’nde zihnin üç
temel işlevi olduğunu söylüyordu. Duyusallık sayesinde uzam ve zamandaki
hammaddeleri alır; anlama yetimizle bu verileri işleyerek cismani ve somut ve
başkaca nitelikleri olan nesnelere dönüştürür; ve akıl yürütme aracılığıyla
onlar üzerine düşünürdük. ... akıl, gerçekliğin salt bilgisiyle işlemez, tam da
bu yüzden bir adım geri çekilir ve gerçekliğin neden şöyle değil de böyle
olduğu sorusunu sorar.
180
Dünyadaki bazı şeylerden rahatsız olarak onları reddetmeniz,
hayalperest ve çocuksu olmanızdan değil, bizatihi aklın ilk yasasından
kaynaklanır. Yeter sebep ilkesi basitçe, dünyanın bir anlam ifade etmesi
gerektiği talebidir.
Yargıda bulunmak, belirli vakalara belirli ilkeleri uygulama
yeteneğidir ve Kant bunun, öğretilmesi mümkün olmayan, ancak pratikle
edinilebilecek tuhaf bir kabiliyet olduğunu söyler. ... Yargı yetimiz olmadan
da evrensel bir ilkeyi anlayabiliriz fakat onu belirli bir vakaya uygulamakta
çuvallarız.
181
[Kant’ın Kategorik Emir’i: başkalarına bir araç olarak değil kendinde
bir amaç olarak yaklaşmayı buyuran ahlak yasası.]
182
Kısacası düşünme sürecinde en önemli rolü yargı yetisi üstlenir zira
hangi düşüncenin (idenin, kavramın, ilkenin) dünyanın hangi parçasına
uygulanması gerektiğine karar veren yargı yetisidir. Bu yetimiz sayesinde
teoriden pratiğe bir sıçrama gerçekleştiririz.
183
... Kant için toplumsallık, insanlığın esasıdır.
Kant, kendisinden önceki tüm filozoflara keskin bir eleştiri getirerek
felsefenin imtiyazlı bir zümreye hitap eden bir meşgale olmadığına ... inanır.
Çünkü felsefe, hepimizi ilgilendiren üç soruyla boğuşma girişimidir: Neyi
bilebilirim? Ne yapabilirim? Ne umabilirim?
184
Yargı yetisi, yaş aldıkça gelişen yegâne yetidir. [De Beauvoir’e göre
daha yaşlı olanlar gençlerin mahrum oldukları sentetik bakış becerisine
sahiptirler.]
187
[Aydınlanma dönemi] ... dünya tarihinde ilk kez, tek tek insanların
yaşamının değişime maruz kaldığı bir dönemdir. Aydınlanma öncesinde yaşamış
olsaydınız, hayatınız büyük oranda babanızın babasının babası tarafından
belirlenmiş olacaktı...
189
Hume, insanlıkla ilgili kasvet dolu görüşlerini neşeli bir zerafetle
anlatmak gibi emsalsiz bir kabiliyete sahipti...
192
Yaşamımın hangi evreleri gerçekten bana ait? Şayet yaşamınızı kendi
tercihlerinizle değil de, miras aldığınız şekilde sürdürdüyseniz kendiniz için
ne kadar az düşündüğünüzü fark etmeniz bile mümkün değildir. … İnsanlar
büyümeyi, büyümek yaşlanmak anlamına geldiği için reddetmiyorlar mı?
193
“Yaşlanmadan ölmeyi umut ediyorum.” … kadim bir duygudur bu. De
Beauvoir Reşit Olmak’ta bu deyişin
yazılı ilk versiyonunun MÖ 2500 yılında Mısır’da yaşamış olan filozof ve şair
Plathotep’e ait olduğunu söyler.
Yaşlı bir insanın son
günleri nasıl da zor ve acı dolu geçer! Gün geçtikçe daha da güçsüzleşir;
gözlerinin feri gider, kulakları duymaz olur; kuvveti azalır; içinde huzur
namına hiçbir şey kalmaz; dudakları sükûta erer, kelimeler ağzından çıkmaz olur.
Zihninin kudreti eksilir ve dünü dahi anımsamaz hale gelir. Bütün kemikleri
ağrır. Az bir zaman önce zevkle yaptığı şeyler artık ona acı verir; tat alma
duyusu yok olur. Yaşlılık bir insanın başına gelebilecek talihsizliklerin en
kötüsüdür.
Yaşlanmak, ölümden bile kötüdür. [De Beauvoir] … yaşlılığın bir sorun
olarak algılanmasının arkasında, -tıpkı İkinci
Cins’te kadınlığın erkekler tarafından kadınlara atfedilen bir statü
olduğunu söylemesi gibi- yaşlılık statüsünün kazanılan değil, gençler tarafından
atfedilen bir statü olmasının yattığını söyler. … İyi eğitimli, varlıklı ve
yaratıcı insanlar seksenli yaşlarına kadar üretken ve dolu dolu bir hayat
yaşarken, yaşlanmış bir işçinin dünyası adeta başına yıkılıyordur. [Fakat
Neiman’ın bu anlatımları ve alıntıları daha önceki sayfalarda yaşlılıkla ilgili
sözleri karşısında çelişkili bir durum yaratıyor.]
“Yaşlılık, medeniyetimizin tümüyle çuvallamış olduğunu açığa çıkarır.
Yeniden yapılması gereken şey, bütün bir insanlıktır. …değiştirmemiz gereken,
insanlar arasındaki bütün ilişkilerdir. …” [De Beauvoir]
197
18 ile 30 yaş arasındaki insanlara hayatlarının en güzel dönemini
yaşadıklarını söyleyip duruyoruz, halbuki bu yıllar genellikle hayatlarının en
zor zamanıdır. Hele hele yerleşik normların ve ekonomik istikrarın çözüldüğü bu
dönemde daha da zorlaştı. … [Bir gence “Hayatının en güzel döneminin tadını
çıkar” demek, aslında “Bundan böyle her şey daha da kötü olacak” demek…]
202
Gerçek bir soruna dair her felsefi yanıt, o sorunu nasıl görmezden
geldiğimizi ortaya koyarak başlar.
“… öğrenmekten kaçındığınız şeyi zaten bildiğiniz
fikrine göz yummayı getirir.” [Stanley Cavell]
Felsefe, çocukların sorduğu, yetişkinlerinse zaten cevaplandığını
düşündükleri sorulara yanıtlar arar. “Felsefe tam da bu noktada yetişkinler
için bir eğitim imkânıdır.” [Cavell]
.
.
.