04 Aralık 2023

Peter Handke - Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi

 .

.

.


.

.

.


Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi

Peter Handke

(Çev. Sunja Altınel), Ayrıntı Yayınları, [1970] 1988 İstanbul



Önsöz  (Sunja Altınel)

7

Denilebilir ki, Handke'nin büyük teması, gerçekle bilinç, doğayla kültür, dünyayla dil arasındaki uçurum, burada en titiz işlenişlerinden birini bulur.

[Bloch] ... her yerde tek tek gözüne çarpan ayrıntıları artık kalıplaşmış biçimlerde bir araya getiremez ve bilinen sıralara dizemez. Kantçı deyimle söylersek, o nesnelerin bizim için (für uns) taşıdıkları yüzeyin ötesine geçmiş, onların kendi içlerindeki (an sich) biçimlerini bulmuştur.


8

... bir yana ittiği dile karşı bir tutum alır ve dilsizliği temel simgelerinden biri olarak kullanır.


9

Ama sonunda Handke, aşılamaz bir çelişkiyle karşı karşıya kalır. Bir edebiyat yapıtı ne denli kalıplaşmaya karşı olursa olsun, sonunda kendisi de belirli anlatım biçimlerine dayanmak ve elle tutulur bir "düzen"e sahip olmak zorundadır.


10

Edebiyatın görevi, toplumsal koşullandırmayı yıkmak ve kültürün insan ve doğa üstündeki baskısını kaldırmaktır.


Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi


13

Bununla hiçbir şey kasdetmeksizin başını eğdi.


14

Birden bir akşam gazetesi almak için kuvvetli bir istek duydu.


15

Ama Bloch, kapının kapanmasının bile bir çıkışma niteliği taşıdığını anlamıştı, odasına çıktı.


16

...şaka sanan Bloch ... ... şaka araçları sandı ... ... anlaşarak girdikleri bir oyun gibi geldi.


17

... biri ona doğru dönünce yoluna devam etti.


18

... gazeteyi çıkarıp harflere baktı, ama okumadı.


Bir an kızın el çantası ona kızdan daha tanıdık geldi.


23

Burası sessizdi; gün ışığı içeriye süzülüyordu. Bloch, bir süre kıpırdamadan durdu.

Yer gösterici onun peşinden gitmiş ve polis çağırmakla tehdit etmişti. Bloch musluğu açmış, ellerini yıkamış, elektrikli kurutucunun düğmesine basmış ve yer gösterici gidene dek ellerini sıcak havanın altında tutmuştu.

Sonra Bloch dişlerini fırçalamıştı. Aynada, nasıl bir elinin dişlerini ovalarken, öteki elinin gevşek bir yumruk halinde garip bir biçimde göğsünün üstünde durduğuna bakmıştı. Sinemanın içinden çizgi film kahramanlarının bağırış ve kükreyişleri geliyordu.


26

[dilin tüketimi]


28

[ses]

Kız ona, otelcinin annesinin gündüzleri orada oturduğunu ve gece çalışanlar için gündüz gösterilen programları izlediğini söylemişti. [Söylenenleri doğrulatmaya, teyit etmeye çalışıyor. Doğrulanmadığında bozguna uğruyor. Söylenenlerin tam takibini yapıyor.]


31

[Hertha] ... bunu yanıtladı, ya da Bloch'a onun bir şey bağırdığını duymuş gibi geldi. ... Büyük bir olasılıkla, ocakta kaynayan suyun sesini bağrılmış bir şey sanmıştı.


36

Artık kendi varlığını duyamayacak olana değin elinden geldiği denli kıpırtısız oturdu.

[koku]


38

Bloch, son zamanlarda kendisinin saymaya ikiyle başladığını fark ettiğini söyledi. Örneğin bu sabah karşıya geçerken neredeyse ezilmişti, çünkü ikinci arabaya dek vakti olduğunu düşünüp ilk arabayı hiç hesaba katmamıştı. Patron kadın bunu sıradan bir sözle yanıtladı.


41

Bir süre sonra, kayıp parçayı bulanın kendisi olması için derin bir istek duydu, ötekilere katıldı. ... Birinin holden "Bulduk" diye seslendiğini duydu, ama buna inanmak istemedi ve aramasını sürdürdü. Sonra camdan içerdekilerin yine duaya başladıklarını duydu. Cep fenerini pervaza bırakıp uzaklaştı.


42

Oteldeki odasında gün doğmadan hemen önce uyandı. Ansızın çevresindeki her şey dayanılmaz olmuştu. Acaba her şeyin gün doğmadan önce belirli bir anda birden dayanılmaz olduğu için mi uyandığını merak etti. Üstünde yattığı şilte göçmüştü, gardroplar ve şifonyerler uzakta duvarlara dayalı duruyorlardı, başının üstündeki tavan dayanılmaz derecede yüksekti. Yarı karanlık oda, dışarıdaki koridor ve özellikle sokak o denli sessizdiler ki, Bloch artık daha fazla duramadı. Korkunç bir bulantı içine doldu. Hemen lavaboya kustu. Bir süre kusmaya devam etti, ama açılmadı. Yeniden yatağa uzandı. Başı dönüyor değildi, tersine her şeyi dayanılmaz bir denge içinde görüyordu. Camdan eğilip sokağa bakmak bir fayda vermedi. Park edilmiş bir arabanın üstünde kıpırtısız bir kılıf duruyordu. Odanın içinde, bir duvarın dibinden tepesine uzanan, birbirlerine paralel bir çift su borusu gördü. Yukarıda tavan, aşağıda da yer onları kesiyordu. Gördüğü her şey en dayanılmaz biçimde kesilmişti. Bulantı ona esrik bir mutluluk vereceğine daha da içini kapadı. Sanki demir bir kaldıraç onu gördüklerinden ayırmış gibiydi; daha doğrusu sanki gördükleri çekilip ondan uzaklaştırılmıştı. Gardrop, lavabo, bavul, kapı: ancak şimdi kavradı ki önüne geçilmez bir itilim içindeymiş gibi her şeyin adını düşünüyordu. Gördüğü her şeyi onun adı izliyordu. Sandalye, askılar, anahtar. Şimdi her şey o denli sessizleşmişti ki hiçbir sesin ilgisini başka yöne çekmesine olanak yoktu ve bir yandan havanın çevresindeki her şeyi görmesine yetecek denli aydınlanması, öte yandan da ilgisini onlardan uzaklaştıracak bir ses olmaması nedeniyle her şeyi sanki onlar aynı zamanda kendilerinin reklamlarıymışlar gibi görmüştü. [Antikanti]


46

Tezgahın üstündeki telefon çalmaya başladı, o çaldığı sürece Bloch söylenenleri dinlemedi.


53

Dışarıda, otobüs durağının yakınında, pirinç bir levhanın yerel bankanın armağanı olduğunu belirttiği bir sıraya oturdu. Evler o denli uzaktaydılar ki, onları birbirlerinden ayırmak olanaksızdı. Çanlar çalmaya başladıklarında çan kulesinde görülebiliyorlardı. Bir uçak o denli yüksekten geçti ki, Bloch onu göremedi; metal gövde salt bir kez parladı. Yanında, sıranın üstünde kurumuş bir salyangoz izi duruyordu. Sıranın altındaki otlar dün geceden kalma çiğden ıslaktı; bir sigara paketinin jelatini buğulanmıştı. Soluna baktığında.... Sağında.... Ardında.... Karnı acıktı ve yoluna devam etti.


55

Tam uyuyakalmış olmalıydı ki yeniden uyandı. Bir an kendini sanki kendinin dışına düşmüş gibi duydu. Bir yatakta yatmakta olduğunu kavradı. "Yerinden kıpırdatmak olanaksız," diye düşündü. "Hasatlıklı bir büyüme." Sanki birden kötüye gitmişçesine kendi kendinin bilincine vardı. Artık kendisinin hiçbir önemi yoktu. Ne denli kıpırdamadan yatarsa yatsın büyük bir kıvranma ve öğürmeden başka bir şey değildi; orada yatışı o denli belirgin ve göze çarpıcıydı ki kendisini benzetip sığınabileceği tek bir görüntü bile yoktu. Bu durumuyla açık saçık, pis, yakışık almaz, tümüyle zararlı bir şeydi. "Gömün onu!" diye düşündü. "Önleyin, uzaklaştırın!" Kendine hoş olmayan bir biçimde dokunduğunu sandı, ama sonra kendi varlığının bilincinin o denli yoğun olduğunu ki, onu bir dokunuş gibi üstünde duyduğunu anladı. Sanki bilinci, düşünceleri elle tutulur bir biçim almış, aşağılayıcı ve saldırgan bir tavırla üstüne yürümüşlerdi. Korunmasız, kendini savunamadan orada yattı. İçi miğdesini bulandırarak -yabancı değil, salt itici bir biçimde başka- dışına çıktı. Bir sarsıntı geçirmiş ve bu sarsıntının sonucu olarak doğallığını yitirmiş, yerinden kopmuştu. Hem olanaksız hem de yadsınamaz denli gerçek, orada yattı: artık benzetmelere yer yoktu. Kendi kendinin bilinci o denli güçlüydü ki ödü koptu.


56

Dikkat ederse bir şeyin ardından bir başkası gelerek böyle sürebilirdi.

Bir süre sonra, hâlâ yemek odasında oturmuş, yolda olup bitenlerin listesini yapıyor olmasına karşın, Bloch bir tümcenin bilincine vardı: "Çünkü çok uzun zaman aylak kalmıştı." Bu tümce ona bir bitiş tümcesi gibi göründüğü için ona nasıl vardığını anımsamaya çalıştı. Ondan önce ne gelmişti? A, evet, ondan önce, "Şut karşısında şaşırıp topun bacaklarının arasından geçmesine izin vermişti," diye düşünmüştü. Bu tümceden önce de kalenin arkasında durup canını sıkan fotoğrafçıları anımsamıştı. Ondan önce de: "Birisi onun arkasında durmuş, ama salt köpeğini çağırmak için ıslık çalmıştı." Peki, o tümceden önce O tümceden önce bir parkta durmuş, dönerek onun ardındaki bir şeye tıpkı dişbaşlı bir çocuğa bakarmışçasına bakan bir kadın düşünmüştü. Peki ondan önce? Ondan önce otelci, gümrükçünün sınırdan hemen önce ölü olarak bulduğu dilsiz çocuktan söz etmişti? Çocuktan söz edilmeden önce de kale çizgisinden hemen önce seken topu anımsamıştı. Ve topla ilgili anısından önce de sokakta pazarcı kadının taburesinden fırlayıp bir okul çocuğunun peşinden koştuğunu görmüştü. Ve pazarcı kadından önce gazetede bir tümce gelmişti: "Marangozun önlük giyiyor olması, hırsızın peşinden doğru dürüst koşabilmesini engellemiştir." Ama gazetedeki tümceyi nasıl bir soygun sırasında ceketinin, kollarını kıpırdatamaması için aşağıya çekildiğini anımsarken okumuştu. ...


57

Bundan sonra bir süre her şey iyi gitmişti. Konuştuğu insanların dudaklarının kıpırtıları söylediklerini duyduğu sözlere uyuyordu; ...


60

Rahatsız edici ayrıntılar parçası oldukları insan ve çevreleri kirletiyor ve tümüyle biçimsizleştiriyor gibiydiler. Buna karşın tek savunma yolu onların adlarını tek tek söylemek ve bu adları insanlara karşı sövgü sözleri kullanmaktı. Barın ardındaki patrona "Dondurma kabı" denebilir, garson kıza da delik bir kulak memesi olduğu söylenebilirdi. Ve insanın içinden dergiye bakan kadına da, "Seni el çantası, seni," demek geliyordu; ...


61

Birinin bir tümceye başladığında sonunu nasıl getireceğini bilmesi ona inanılmaz görünüyordu.


63

... çevresindeki her şey ona bir şey anlatmaya çalışıyormuş gibiydi. "Sanki bana göz kırpıp işaretler yapıyorlarmış gibi," diye düşündü.


64

Öte yandan, bir yanının gülünç olması gerekliydi, yoksa ona niçin kalemle çizilmiş gibi görünsündü? Ya da bu da başka bir tuzak mıydı? Bu nesne Bloch'un dilinin sürçmesi için mi oraya konmuştu?


67

Gördüğü her şey gerçekten çarpıcıydı. Görüntüler doğal durmuyor, sanki kendisi için özellikle yaratılmışa benziyorlardı. Bir amaçları vardı. İnsan onlara baktığında gerçek bir biçimde gözüne batıyorlardı. "Telsiz şifreleri gibi," diye düşündü Bloch. Komutlar gibi. Gözlerini kapatıp sonra yeniden açtığında her şey başka göründü. Görülebilen kesimlerin kıyıları parlıyor ve titriyor gibiydi.


Bloch, oturma durumundan, gerçekten ayağa kalkmaksızın, hemen yürüyüş durumuna geçip uzaklaşmıştı. Bir süre sonra durdu, sonra durma durumundan  hemen koşma durumuna geçti. İşe hızlı başlamıştı, birden durdu, yön değiştirdi, sürekli bir hızla koştu, sonra adım değiştirdi, yeniden adım değiştirdi, birden durdu, sonra geri geri koştu, geri geri koşarken geriye döndü, yeniden ileriye doğru koştu, yeniden dönüp geri geri koştu, geriye gitti, dönüp ileriye koştu, bir iki adım sonra bir sürat koşucusu gibi koşmaya başladı, birden durdu, bir kaldırımın kıyısına oturdu ve yeniden oturma durumundan koşma durumuna geçti.


69

"Gerçekte hepsinin az çok bir konuşma bozukluğu var," dedi hademe.


71

Bir şey söylemek istiyordu, ama dilini oynattığında ağzındaki kan köpükleniyordu.


72

Her yerde döşeme tahtalarının çatlaklarında yatan kullanılmış kibritler artık onun ilgisini çekmiyor ve camın çerçevesindeki macundaki tırnak izleri onunla bir ilgileri varmış gibi görünmüyorlardı. Her şey onun üstünde etkisiz kalıyor ve yeniden ait olduğu yerde duruyordu... Otomatik pikabın üstündeki doldurulmuş keklik, insanı artık ondan bir sonuç çıkartmaya zorlamıyor ve tavanda uyuyan sinekler usa bir şey getirmiyorlardı.


73

O denli yorgundu ki her şeyi yalnız başına görüyor ve sanki nesnelerin sınırlarından başka bir şeyleri yokmuşçasına özellikle onların sınırlarını algılıyordu. Her şeyi anında görüyor ve duyuyor, onları daha önce olduğu gibi sözcüklere çevirmek ve sözcük oyunları olarak kavramak zorunda kalmıyordu. Her şeyin ona doğal göründüğü bir durumdaydı.


Bloch'a bu olaylardan sanki hep yinelenen şeylermiş gibi söz edilebilirmiş gibi geldi; bir günün akışı, diye düşündü: insanın bir kartpostala yazacağı bir şey. "Akşamları barda oturup plak dinliyoruz." Gitgide daha çok yorgunluk duymaya başladı ve dışarıda elmalar ağaçlardan dökülüyordu.


75

Eylemleri ve nesneleri algılayışı ona başka eylemler ve nesneler değil, sezişler ve duygular anımsatıyor ve duyguları geçmiştenmişlercesine değil, şimdi oluyorlarmış gibi yeniden yaşıyor; utanç ve bulantı duygularını anımsamıyor, utanç ve bulantıyı doğrudan nesneleri anımsayamadığı bu anda gerçekten utanç duyuyor ve içi bulanıyordu.


76

Sanki bunların hiçbirini görmüyor, onları salt bir yönetmeliğin yazılı olduğu bir afişten okuyordu.


80

Sonra uyuyakalmakta olduğunu hissetti; bir paragrafın sonuna gelmeden önceki gibi, diye düşündü.


84

Burada yürüyor olması gerçeğinden bir şey çıkarılması neden gerekliydi? Burada durması için bir neden bulmak zorunda mıydı? Yüzme havuzunun yanından geçtiği o an neden bir amacın olmuş olması gerekti?






.

.




24 Nisan 2023

Michel Foucault - Kelimeler ve Şeyler

 .

.

.



.

.

Kelimeler ve Şeyler


Michel Foucault


(Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), İmge Kitabevi, 2017 Ankara

Les Mots et les Choses, 1966



İçindekiler

Sunuş (Mehmet Ali Kılıçbay) 9

Önsöz 11


Birinci Bölüm 27


Birinci Ayırım: Arkadan Gelenler 27


İkinci Ayırım: Dünyanın Üslubu 45

I. Dört Benzerlik 45

II. İmzalar 57

III. Dünyanın Sınırları 63

IV. Şeylerin Yazısı 69

V. Dilin Varlığı 79


Üçüncü Ayırım: Temsil Etmek 83

I. Don Quichotte 83

II. Düzen 89

III. İşaretin Temsili 100

IV. İkiye Katlanmış Temsil 107

V. Benzerliğin Hayal Edilmesi 112

VI. “Mathesis” ve “Taxinomia” 118


Dördüncü Ayırım: Konuşmak 127

I. Eleştiri ve Yorum 127

II. Genel Gramer 132

III. Fiil Teorisi 147

IV. Eklemleşme 153

V. Adlandırma 164

VI. Türeme 172

VII. Dil Dörtgeni 180


Beşinci Ayırım: Sınıflandırmak 187

I. Tarihçilerin Söyledikleri 187

II. Doğa Tarihi 191

III. Yapı 197

IV. Karakter 205

V. Süreklilik ve Felaket 215

VI. Canavarlar ve Fosiller 223

VII. Doğanın Söylemi 232


Altıncı Ayırım: Mübadele Etmek 241

I. Zenginliklerin Çözümlenmesi 241

II. Para ve Fiyat 245

III. Merkantilizm 252

IV. Güvence ve Fiyat 261

V. Değerin Oluşması 274

VI. Yarar 282

VII. Genel Tablo 289

VIII. Arzu ve Temsil 298


İkinci Bölüm


Yedinci Ayırım: Temsilin Sınırları 307

I. Tarih Çağı 307

II. Emeğin Ölçüsü 313

III. Varlıkların Örgütü 319

IV. Kelimelerin Bükümü 328

V. İdeoloji ve Eleştiri 334

VI. Nesnel Sentezler 343


Sekizinci Ayırım: Emek, Hayat, Dil 351

I. Yeni Ampiriklikler 351

II. Ricardo 355

III. Cuvier 369

IV. Bopp 392

V. Nesne Haline Gelen Dil 413


Dokuzuncu Ayırım: İnsan ve İkizleri 423

I. Dilin Geri Dönüşü 423

II. Kralın Yeri 429

III. Sonluluğun Anlitiği 435

IV. Ampirik ve Aşkın 444

V. Cogito ve Düşünülmemiş 449

VI. Kökenin Geri Çekilişi ve Geri Dönüşü 458

VII. Söylem ve İnsan Varlığı 467

VIII. Antropolojik Uyku 474


Onuncu Ayırım: İnsan Bilimleri 479

I. Bilgiler Üçgeni 479

II. İnsan Bilimlerinin Biçimi 485

III. Üç Model 494

IV. Tarih 511

V. Psikanaliz, Etnoloji 520

VI. 538




_________

kart için hazırlıklar

* pozitifliğin oluşması

* kaderi saptayan anatomi

__________________






Önsöz 11


11

Bu kitabın doğum yeri, Borges’in bir metninin içindedir. Okunduğunda, düzene sokulmuş tüm yüzeyleri ve varlıkların kaynaşmasını bizim için yatıştıran tüm düzlemleri sarsalayarak, bizim bin yıllık Aynı ve Başka uygulamamızı şirazesinden çıkartarak ve onu uzun bir süre boyunca kaygılara sevk ederek, tüm düşünce alışkanlıklarını -bizimkileri: bizim çağımız ve coğrafyamızın sahip olduklarını- sarsan gülüşün içindedir. Bu metin “bir Çin ansiklopedisi”ni zikretmektedir, bu eserde, “hayvanlar: a) İmparatora ait olanlar, b) içi saman doldurulmuş olanlar, c) evcilleştirilmiş olanlar, d) süt domuzları, e) denizkızları, f) masalsı hayvanlar, g) başıboş köpekler, h) bu tasnifin içinde yer alanlar, i) deli gibi çırpınanlar, j) sayılamayacak kadar çok olanlar, k) devetüyünden çok ince bir fırçayla resmedilenler, l) vesaire, m) testiyi kırmış olanlar, n) uzaktan sineğe benzeyenler olarak ayrılırlar” diye yazılmıştır.


14

Roussel


15

Ütopyalar teselli etmektedirler...

Bu türdeş olmayan yerler (heterotopyalar), ... dili gizlice tahrip etmekte, ... ortak adları parçalamakta..., ... “sentaks”ı önceden tahrip etmektedirler, ... sözü kurutmakta, kelimeleri kendi üzerlerinde durdurmakta, her tür gramerin olabilirliğini daha kökünden itibaren reddetmektedirler; ... cümlelerin lirizmine kısırlığın darbesini indirmektedirler.


16

Borges okunduğunda gülmeye neden olan rahatsızlık, hiç kuşkusuz, dili tahrip olmuş kişilerin huzursuzluğuyla derinden akrabadır: yer ve ad “ortak”lığını kaybetmiş olmak. Yoldan çıkma (atopia), konuşma yeteneğini kaybetme (aphasia).


18

Bir kültürün temel kodları -onun diline, algılama şemalarına, alışverişlerine, tekniklerine, değerlerine, uygulamalarının hiyerarşisine hükmedenleri-, daha işin başında, her insan için, karşılaşacağı ve kendini onların içinde bulacağı ampirik düzenleri saptar. Düşüncenin öteki ucunda bilimsel teoriler veya filozofların yorumları, genelde neden bir düzen olduğunu, bunun hangi yasaya boyun eğdiğini, hangi ilke sayesinde fark edilebildiğini, hangi nedenden ötürü başka biri değilde bu düzenin yerleşik hale geldiğini açıklamaktadırlar. Fakat, bu birbirine çok uzak iki bölgenin arasında, esas olarak aracı bir role sahip olmakla birlikte, hiç de temelli olmaktan geri kalmayan bir alan hüküm sürmektedir: Burası daha karışık, daha karanlık ve hiç kuşkusuz, çözümlenmesi daha güçtür. [-----------] Bir kültür, ona ilksel kodları tarafından hükmedilen ampirik düzenlerden hissedilmeden uzaklaşarak, onlara karşı ilk mesafeyi koyarak, işte burada onlara başlangıçtaki şeffaflıklarını kaybettirmekte, onlar tarafından edilgin bir şekilde kat edilmeye son vermekte, onların dolaysız ve görünmez güçlerinden sıyrılmakta, bu düzenlerin herhalde yegâne mümkün olanları ve en iyileri olmadıklarını fark edecek kadar özgürleşmektedir; öylesine ki, bu kendiliğinden düzenlerin ötesinde, sessiz bir düzene uyan, kendiliklerinden düzene sokulabilir şeylerin olduğu ham gerçeğiyle, kısacası düzen olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu, sanki-kültür, dilsel, algısal, uygulamasal şifre anahtarlarının bir bölümünden kurtulurken, onların üzerine, onları yararsızlaştıran, onları iki katına çıkartırken aynı anda hem açığa çıkartan, hem de dışlayan ve bu arada kendini düzenin ham varlığının karşısında bulan ikinci bir şifre anahtarı uyguluyormuş gibi olmaktadır. Dil, algı, uygulama kodları, işte bu düzen adına eleştirilmekte ve kısmen geçersiz kılınmaktadır. Şeylerin düzenine ilişkin genel teoriler ve bunların davet ettiği yorumlar, ilkel taban sayılan bu düzenin fonu üzerinde inşa edileceklerdir. Böylece zaten kodlanmış bakış ile kendini tanıyan bilince ilişkin bilginin arasında, düzeni bizatihi kendi varlığı altında serbest bırakan medyan bir bölge vardır: düzeni işte burada, kültüre ve dönemlere göre sürekli ve basamaklı veya parçalı ve süreksiz olarak, mekâna bağlı veya zamanın ilerlemesi tarafından her an oluşturularak, bir değişkenler tablosuna benzeşerek veya tutarlılıktan ayrılmış sistemler tarafından tanımlanarak, birbirine yakın olanları izleyen veya kendi kendilerine aynada denk düşen benzerliklerden meydana gelerek, artan farklılıkların çevresinde düzenlenerek vb., ortaya çıkmaktadır. Öylesine ki, bu “medyan” bölge düzenin varlığının tarzlarını dışa vurduğu ölçüde, kendini en temelli unsur sayabilir: onu artık az çok kesinlik veya geçerlilik içinde aktardığı yer, sayılan kelimelerden, algılardan ve hareketlerden öncedir (işte bu nedenden ötürü, bu düzen deneyi kitlesel ve ilksel varlığı içinde, her zaman kritik bir rol oynamaktadır); onlara açık bir biçim, tüketici bir uygulama veya felsefi bir temel vermeye çalışan teorilerden daha sağlam, daha eski, daha az kuşku uyandırıcı, her zaman daha “doğru”dur. Böylece her kültürde, düzenleyici kodlar denilebilecek şeylerle düzen üzerindeki düşünme arasında, düzenin ve onun varoluş tarzlarının çıplak deneyi vardır.


20

Bu incelemede çözümlemek istenilen işte bu deneydir. Söz konusu olan, bu deneyin XVI. yy’dan bu yana, bizimki gibi bir kültürün ortasında ne hale gelebildiğini göstermektir: konuşulduğu haliyle dilin, algılandıkları ve bir araya toplandıkları halleriyle doğal varlıkların, uygulandıkları halleriyle alışverişlerin başlangıçlarına sanki akıntıya karşı yüzermiş gibi giderek, kültürümüzün kendinin düzen olduğunu hangi biçimde dışa vurduğunu ve alışverişlerin yasalarını, canlı varlıkların düzenliliklerini, kelimelerin bağlantı ve temsil etme değerlerini bu düzendeki değişmelere borçlu olduklarını göstermek söz konusudur; gramer ve filolojinin, doğa tarihi ve biyolojinin, zenginliklerin incelenmesi ve ekonomi politiğin içinde serpilen bilgilerin pozitif dayanağını meydana getirmek üzere, hangi düzen değişmelerinin kabul edildiğini, konulduğunu, bunların birbirine bağlandığını göstermek söz konusudur. Görüldüğü üzere, böylesine bir çözümleme fikirler veya bilimler tarihi alanına mensup değildir: bu daha çok, bilgilerin ve teorilerin nereden itibaren mümkün olduklarını, bilginin hangi düzen mekânına göre oluştuğunu, bilimlerin oluşmaya, deneylerin felsefelere yansımaya, rasyonelliklerin ortaya çıkmaya -herhalde çözülmek ve sonra da yok olmak için- başlamalarının hangi tarihsel a priori ve fikirlerin hangi pozitiflik unsurunun içinde görülür hale geldiklerini bulmaya çabalayan bir incelemedir.


21

... bu arkeolojik araştırma, Batı kültürünün episteme’si içinde iki büyük süreksizlik göstermiştir: klasik çağı başlatanı (XVII. yy’ın ortasına doğru) ve XIX. yy’ın başında bizim modernliğimizi belirleyeni.


22

[arkeolojik düzeyde] ... pozitiflik sistemlerinin XVIII. yy ile XIX. yyların dönemecinde kitlesel bir şekilde değiştikleri görülmektedir. Bunun nedeni, aklın gelişme kaydetmiş olması değil de, şeylerin varoluş tarzının ve onları paylaştırırken bilgiye sunan düzenin derinlemesine bozulmuş olmasıdır. ... arkeoloji, bilginin genel uzayına, onun temsillerine ve buraya mensup şeylerin varoluş tarzına atıfta bulunarak, yeni bir pozitifliğin eşiğini eşanlılık sistemleri kadar çerçevelemek için gerekli ve yeterli olan mütasyonlar dizisini tanımlamaktadır.


[XIX. yy’dan itibaren,] ... mümkün bütün düzenlerin genel temeli olarak temsil teorisi, şeylerin dolaysız tablosu ve ilk çerçevesi, temsil ile varlıklar arasındaki vazgeçilmez menzil olarak dil ortadan silinmişlerdir. ... mübadelelerin ve paranın çözümlenmesi yerini üretimin incelenmesine bırakmış, organizmanın çözümlenmesi tasnife yönelik nitelikteki araştırmaya uyum sağlamış ve özellikle de dil ayrıcalıklı yerini kaybederek sırası geldiğinde geçmişinin ona sağladığı tüm kalınlıkla birlikte, tutarlı tarihin bir çehresi haline gelmiştir.


... insanın yeni bir icattan, iki yüzyıldan daha fazla bir geçmişi olmayan bir biçimden, bilgimizin içindeki sıradan bir konumdan ibaret olduğunu ve bu bilginin yeni bir biçim bulmasıyla hemen yok olacağını düşünmek rahatlatıcıdır ve derin bir sükûnet vermektedir.




Birinci Bölüm 27


Birinci Ayırım: Arkadan Gelenler 27


35

Görünene kaçınılmaz olarak uygun düşmeyen bir dili sonsuza kadar sürdürmek yerine, Velazquez’in bir tablo yaptığını, bu tabloda kendini kendi atölyesinin içinde veya Escurial sarayının bir salonunda, kralın çocuklarından Margarita’nın dadılaroyla, hizmetçileriyle, saraylılarla ve cücelerle çevrelenmiş olarak seyrettiği halde, iki kişinin resmini yaparken temsil ettiğini, bu grubun içindekilere çok kesin adlar verilebileceğini söylemek yeterlidir... [dona Maria Agustina, Sarmienta, Nieto, Nicolaso Pertusato, Kral IV. Felipe ve karısı Marianna]


Bu özel adlar yararlı atıf noktaları oluşturacaklar, ikircikli işaretleri önleyeceklerdir; ... Fakat, dilin resimle olan bağlantısı sonsuz bir ilişkidiri Bunun nedeni sözün yetersizliği ve görünenin karşısında kapatmaya boşuna uğraşacağı bir açığının olması değildir. Bunlar birbirlerine indirgenemez niteliktedirler: gördüğümüz şeyleri istediğimiz kadar anlatalım, görünen şey hiçbir zaman söylenen şeyin içine sığmaz ve söylenmekte olan şey imgeler, eğretilemeler, kıyaslamalar aracılığıyla istendiği kadar gösterilmeye çalışılsın, bunların ışıklarını saçtıkları yer gözlerin gördüğü değil de, sentaksın ardışıklığının tanımladığı yerdir.


43

Kralın kraliçeyle birlikte tahtta oturduğu yer, aynı zamanda sanatçının ve seyircinin de yeridir.



İkinci Ayırım: Dünyanın Üslubu 45


I. Dört Benzerlik 45


45

Benzerlik, Batı kültüründe XVI. yy’ın sonuna kadar yapıcı bir rol oynamıştır. ... Dünya kendi üzerine dolanmaktaydı: yeryüzü gökyüzünü tekrarlamakta, çehreler yıldızlarda yansımakta ve bitki insana yarayan sırlarını saplarında geliştirmekteydi. Resim, mekânı taklit etmekteydi. Ve temsil -ister şenlik, ister bilgi olsun-, kendini tekrar olarak sunmaktaydı: hayatın tiyatrosu veya dünyanın aynası; her dil onun kendini haber verme biçimine bu başlığı koyuyor ve onun konuşma hakkını böyle formüle ediyordu.


46

Benzerliğin semantik dokusu XVI. yy’da çok zengindir: ... (contractus, consensus, ... societas, ...), Consonantia, Concertus, Continuum, ... Similitudo, Conjnunctio, ... Ve düşüncenin yeryüzünde birbirlerine dolanan, karışan, birbirini güçlendiren veya sınırlandıran daha birçok kavramı vadır. ... esaslı olan dört tanesi...


convenientia ... bu kelime yerlerin birbirlerine yakınlığını benzerlik’ten daha güçlü bir şekilde işaret etmektedir.


II. İmzalar 57

III. Dünyanın Sınırları 63

IV. Şeylerin Yazısı 69

V. Dilin Varlığı 79


Üçüncü Ayırım: Temsil Etmek 83

I. Don Quichotte 83

II. Düzen 89

III. İşaretin Temsili 100

IV. İkiye Katlanmış Temsil 107

V. Benzerliğin Hayal Edilmesi 112

VI. “Mathesis” ve “Taxinomia” 118


Dördüncü Ayırım: Konuşmak 127

I. Eleştiri ve Yorum 127


II. Genel Gramer 132


133

Dili böylece tüm işaretlerden ayıran ve onun temsilin içinde belirleyici bir rol oynamasını sağlayan nokta, bireysel veya kolektif, doğal veya keyfi olması değil de, temsili zorunlu olarak ardışık bir düzene göre çözümlemesidir: nitekim, sesler birbirlerine ancak birer birer eklemlenebilirler; dil düşünceyi, bütünlüğü içinde hemen temsil edemez, onu doğrusal bir düzene göre uzun uzadıya hizaya sokması gerekir. Oysa bu durum temsile yabancıdır. ...


134

... “düşünce basit bir işlemse de, ifade edilmesi ardışık bir işlemdir. Dilin onu hem temsilden hem de işaretlerden farklılaştıran özelliği burada yatmaktadır.


III. Fiil Teorisi 147

IV. Eklemleşme 153


V. Adlandırma 164


167

... eylem dilini meydana getiren unsurlar (sesler, jestler, yüz buruşturmalar) doğa tarafından birbiri peşi sıra sunulmuşlardır, ama bunların çoğu, işaret ettikleriyle hiçbir içerik özdeşliğine sahip olmayıp, özellikle eşanlılık ve ardışıklık ilişkilerine sahiplerdir. Çığlık korkuya, uzatılan el de açlığa benzememektedir. Üzerlerinde anlaşmaya varıldıktan sonra, bu işaretler “fantezisiz ve kaprissiz” olacaklardır, çünkü bunların hepsi, bir kerede ebediyen geçerli olmak üzere, doğa tarafından ihdas edilmişlerdir; ama işaret ettiklerinin doğasını ifade etmeyeceklerdir, çünkü hiç de onun imgesinde değillerdir. Ve insanlar buradan itibaren, anlaşmaya dayalı bir dil kurabilirler: ... Eşitsizliğin Kaynağı Üzerine Söylev’inde, Rousseau hiçbir dilin insanlar arasındaki bir anlaşmaya dayanamayacağını, çünkü bunun zaten bilinen ve uygulanan bir dili gerektirdiğini, öyleyse dilin insanlar tarafından kurulduğunun değil de, ona maruz kalındığının düşünülmesi gerektiğini ileri sürüyordu.


VI. Türeme 172

VII. Dil Dörtgeni 180


Beşinci Ayırım: Sınıflandırmak 187

I. Tarihçilerin Söyledikleri 187

II. Doğa Tarihi 191

III. Yapı 197

IV. Karakter 205

V. Süreklilik ve Felaket 215

VI. Canavarlar ve Fosiller 223

VII. Doğanın Söylemi 232


Altıncı Ayırım: Mübadele Etmek 241

I. Zenginliklerin Çözümlenmesi 241

II. Para ve Fiyat 245

III. Merkantilizm 252

IV. Güvence ve Fiyat 261

V. Değerin Oluşumu 274

VI. Yarar 282



VII. Genel Tablo 289

VIII. Arzu ve Temsil 298


İkinci Bölüm


Yedinci Ayırım: Temsilin Sınırları 307

I. Tarih Çağı 307

II. Emeğin Ölçüsü 313

III. Varlıkların Örgütü 319

IV. Kelimelerin Bükümü 328

V. İdeoloji ve Eleştiri 334

VI. Nesnel Sentezler 343


Sekizinci Ayırım: Emek, Hayat, Dil 351

I. Yeni Ampiriklikler 351

II. Ricardo 355

III. Cuvier 369

IV. Bopp 392

V. Nesne Haline Gelen Dil 413


Dokuzuncu Ayırım: İnsan ve İkizleri 423

I. Dilin Geri Dönüşü 423

II. Kralın Yeri 429


III. Sonluluğun Analitiği 435


435

Doğal tarih biyoloji haline geldiğinde, zenginlikler çözümlemesi iktisat haline geldiğinde, özellikle dil üzerindeki düşünce kendini filoloji haline getirdiğinde ve varlık ile temsilin ortak yerlerini buldukları şu klasik söylem ortadan silindiğinde, insan bir bilgi için nesne ve bilen için de özne olan ikircikli konumunun içinde, böylesine arkeolojik bir değişimin derin hareketinin içinde ortaya çıkmıştır: ...


436

Cuvier ve çağdaşları, hayattan kendi kendini ve varlığının derinliğinde de, canlının olabilirlik koşullarını tanımlamasını istemişlerdi; Ricardo da aynı şekilde, emekten mübadelenin, kârın ve üretimin olabilirlik koşulunu sormuştu; ilk filologlar da, söylem ve gramerin olabilirliğini dillerin tarihsel derinliğinin içinde aramışlardı. Temsil bizatihi bu olgudan ötürü, canlılar için, ihtiyaçlar için ve kelimeler için, onların kökenleri ve gerçekliklerinin ilkel makamı olma değerini taşımaya son vermişti; temsil artık onlara nazaran, onları kavrayan ve ihya eden bir bilincin içinde, onlara az çok bulanık bir şekilde karşılık veren bir etkiden başka bir şey değildir. Şeylere ilişkin temsil artık bağımsız bir tablonun içinde, onların düzene sokulmasının sergilenişi değildir; temsil artık insanın olduğu şu amprik bireyin cephesinden, şimdi bizzat şeylerin kendine ve onların iç yasasına ait olan bir düzenin olgusudur -belki de bundan da az olmak üzere, görünüşüdür-. Varlıklar temsilin içinde kimliklerini değil de, insanla kurdukları dış ilikiyi açık etmektedirler.


IV. Ampirik ve Aşkın 444


V. Cogito ve Düşünülmemiş 449


452

... konuştuğum ve düşüncemin onun içinde, tüm kendine özgü olabilirliklerini onda bulacak kadar kaydığı, ama aslında hiçbir zaman tamamen güncelleştiremeyeceği çökeltilerin ağırlığı içinde var olabilen şu dil olduğumu (şu dil olarak var olduğumu) söyleyebilir miyim? Ellerimle gerçekleştirdiğim, ama yalnızca bitirdiğimde değil, daha girişmeden önce ellerimden kaçan şu çalışma olduğumu (şu çalışma olarak var olduğumu) söyleyebilir miyim? Kendi derinliklerimde hissettiğim, ama beni hem kendiyle birlikte ileri ittiği ve beni ân için doruğuna tüneten müthiş zamanla, hem de ölümümü hükmeden kaçınılmaz zamanla sarmalayan şu hayat olduğumu (şu hayat olarak var olduğumu) söyleyebilir miyim? Bütün bunları olduğumu da, olmadığımı da söyleyebilirim: cogito bir olmak iddiasına götürmemekte, sadece olmak’ın söz konusu olduğu bir dizi soruyu gündeme getirmektedir: ...


VI. Kökenin Geri Çekilişi ve Geri Dönüşü 458

VII. Söylem ve İnsan Varlığı 467

VIII. Antropolojik Uyku 474


Onuncu Ayırım: İnsan Bilimleri 479

I. Bilgiler Üçgeni 479

II. İnsan Bilimlerinin Biçimi 485

III. Üç Model 494

IV. Tarih 511


V. Psikanaliz, Etnoloji 520


537

[insanın yok olmakta olduğu...] Bunun nedeni, modern episteme’nin -XVIII. yy’ın sonunda oluşan ve hâlâ bilgimize pozitif zemi olarak hizmet edeni, insanın kendine özgü varoluş tarzını ve onu ampirik olarak tanımanın olabilirliğini meydana getireni- tümünün Söylem’in ve tekdüze hükümranlığının yok olmasına, dilin nesnellik cephesine kaymasına ve çok kereler yeniden ortaya çıkmasına bağlı olmasıydı. ...........................................


538

... insan kendi biçimini, parçalar halindeki bir dilin aralıklarında meydana getirmiştir. Tabii ki bunlar ... cevaplandırılmaları mümkün olmayan sorulardır; yalnızca onları sorabilme olabilirliğinin kuşkusuz gelecekte ortaya çıkacak bir düşünceye açıldığını bilerek, onları kendilerini ortaya koydukları yerde boşlukta bırakmak gerekmektedir.


VI. 538





Jorge Luis Borges

1899 - Buenos Aires, Arjantin / 1986 - Cenevre, İsviçre

1923 Buenos Aires Tutkusu

1929 San Martin Defteri (Cuaderno San Martín)

1933 Alçaklığın Evrensel Tarihi, öykü dizisi

1935 Al-Motasim'e Bir Bakış, öykü

1936 Sonsuzluğun Tarihi, denemeler

1937 Virginia Woolf ve William Faulkner çevirileri

Pierre Menard, Don Quixote'un Yazarı, hikaye

Tlön, Uqbar, Orbis Tertius, hikaye

1941 Yolları Çatallanan Bahçe, öyküler

1942 Don İsidro İçin Altı Problem, polisiye hikâyeler

1949 Alef (El Alef), kısa hikâyeler

1975 Kum Kitabı (El libro de arena), toplama hikayeler

1984 Atlas


İletişim Yayınları - Borges - Toplu Eserler

Brodie Raporu

Dantevari Denemeler / Shakespeare'in Belleği

Yedi Gece

Sonsuz Gül

Alef

Ficciones

Düşsel Varlıklar Kitabı

Yaratan

Tartışmalar

Evaristo Carriego

Şifre

Sonsuzluğun Tarihi

Kum Kitabı

Öteki Soruşturmalar

Atlas

Alçaklığın Evrensel Tarihi