.
.
.
.
.
.
Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi
Peter Handke
(Çev. Sunja Altınel), Ayrıntı Yayınları, [1970] 1988 İstanbul
Önsöz (Sunja Altınel)
7
Denilebilir ki, Handke'nin büyük teması, gerçekle bilinç, doğayla kültür, dünyayla dil arasındaki uçurum, burada en titiz işlenişlerinden birini bulur.
[Bloch] ... her yerde tek tek gözüne çarpan ayrıntıları artık kalıplaşmış biçimlerde bir araya getiremez ve bilinen sıralara dizemez. Kantçı deyimle söylersek, o nesnelerin bizim için (für uns) taşıdıkları yüzeyin ötesine geçmiş, onların kendi içlerindeki (an sich) biçimlerini bulmuştur.
8
... bir yana ittiği dile karşı bir tutum alır ve dilsizliği temel simgelerinden biri olarak kullanır.
9
Ama sonunda Handke, aşılamaz bir çelişkiyle karşı karşıya kalır. Bir edebiyat yapıtı ne denli kalıplaşmaya karşı olursa olsun, sonunda kendisi de belirli anlatım biçimlerine dayanmak ve elle tutulur bir "düzen"e sahip olmak zorundadır.
10
Edebiyatın görevi, toplumsal koşullandırmayı yıkmak ve kültürün insan ve doğa üstündeki baskısını kaldırmaktır.
Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi
13
Bununla hiçbir şey kasdetmeksizin başını eğdi.
14
Birden bir akşam gazetesi almak için kuvvetli bir istek duydu.
15
Ama Bloch, kapının kapanmasının bile bir çıkışma niteliği taşıdığını anlamıştı, odasına çıktı.
16
...şaka sanan Bloch ... ... şaka araçları sandı ... ... anlaşarak girdikleri bir oyun gibi geldi.
17
... biri ona doğru dönünce yoluna devam etti.
18
... gazeteyi çıkarıp harflere baktı, ama okumadı.
Bir an kızın el çantası ona kızdan daha tanıdık geldi.
23
Burası sessizdi; gün ışığı içeriye süzülüyordu. Bloch, bir süre kıpırdamadan durdu.
Yer gösterici onun peşinden gitmiş ve polis çağırmakla tehdit etmişti. Bloch musluğu açmış, ellerini yıkamış, elektrikli kurutucunun düğmesine basmış ve yer gösterici gidene dek ellerini sıcak havanın altında tutmuştu.
Sonra Bloch dişlerini fırçalamıştı. Aynada, nasıl bir elinin dişlerini ovalarken, öteki elinin gevşek bir yumruk halinde garip bir biçimde göğsünün üstünde durduğuna bakmıştı. Sinemanın içinden çizgi film kahramanlarının bağırış ve kükreyişleri geliyordu.
26
[dilin tüketimi]
28
[ses]
Kız ona, otelcinin annesinin gündüzleri orada oturduğunu ve gece çalışanlar için gündüz gösterilen programları izlediğini söylemişti. [Söylenenleri doğrulatmaya, teyit etmeye çalışıyor. Doğrulanmadığında bozguna uğruyor. Söylenenlerin tam takibini yapıyor.]
31
[Hertha] ... bunu yanıtladı, ya da Bloch'a onun bir şey bağırdığını duymuş gibi geldi. ... Büyük bir olasılıkla, ocakta kaynayan suyun sesini bağrılmış bir şey sanmıştı.
36
Artık kendi varlığını duyamayacak olana değin elinden geldiği denli kıpırtısız oturdu.
[koku]
38
Bloch, son zamanlarda kendisinin saymaya ikiyle başladığını fark ettiğini söyledi. Örneğin bu sabah karşıya geçerken neredeyse ezilmişti, çünkü ikinci arabaya dek vakti olduğunu düşünüp ilk arabayı hiç hesaba katmamıştı. Patron kadın bunu sıradan bir sözle yanıtladı.
41
Bir süre sonra, kayıp parçayı bulanın kendisi olması için derin bir istek duydu, ötekilere katıldı. ... Birinin holden "Bulduk" diye seslendiğini duydu, ama buna inanmak istemedi ve aramasını sürdürdü. Sonra camdan içerdekilerin yine duaya başladıklarını duydu. Cep fenerini pervaza bırakıp uzaklaştı.
42
Oteldeki odasında gün doğmadan hemen önce uyandı. Ansızın çevresindeki her şey dayanılmaz olmuştu. Acaba her şeyin gün doğmadan önce belirli bir anda birden dayanılmaz olduğu için mi uyandığını merak etti. Üstünde yattığı şilte göçmüştü, gardroplar ve şifonyerler uzakta duvarlara dayalı duruyorlardı, başının üstündeki tavan dayanılmaz derecede yüksekti. Yarı karanlık oda, dışarıdaki koridor ve özellikle sokak o denli sessizdiler ki, Bloch artık daha fazla duramadı. Korkunç bir bulantı içine doldu. Hemen lavaboya kustu. Bir süre kusmaya devam etti, ama açılmadı. Yeniden yatağa uzandı. Başı dönüyor değildi, tersine her şeyi dayanılmaz bir denge içinde görüyordu. Camdan eğilip sokağa bakmak bir fayda vermedi. Park edilmiş bir arabanın üstünde kıpırtısız bir kılıf duruyordu. Odanın içinde, bir duvarın dibinden tepesine uzanan, birbirlerine paralel bir çift su borusu gördü. Yukarıda tavan, aşağıda da yer onları kesiyordu. Gördüğü her şey en dayanılmaz biçimde kesilmişti. Bulantı ona esrik bir mutluluk vereceğine daha da içini kapadı. Sanki demir bir kaldıraç onu gördüklerinden ayırmış gibiydi; daha doğrusu sanki gördükleri çekilip ondan uzaklaştırılmıştı. Gardrop, lavabo, bavul, kapı: ancak şimdi kavradı ki önüne geçilmez bir itilim içindeymiş gibi her şeyin adını düşünüyordu. Gördüğü her şeyi onun adı izliyordu. Sandalye, askılar, anahtar. Şimdi her şey o denli sessizleşmişti ki hiçbir sesin ilgisini başka yöne çekmesine olanak yoktu ve bir yandan havanın çevresindeki her şeyi görmesine yetecek denli aydınlanması, öte yandan da ilgisini onlardan uzaklaştıracak bir ses olmaması nedeniyle her şeyi sanki onlar aynı zamanda kendilerinin reklamlarıymışlar gibi görmüştü. [Antikanti]
46
Tezgahın üstündeki telefon çalmaya başladı, o çaldığı sürece Bloch söylenenleri dinlemedi.
53
Dışarıda, otobüs durağının yakınında, pirinç bir levhanın yerel bankanın armağanı olduğunu belirttiği bir sıraya oturdu. Evler o denli uzaktaydılar ki, onları birbirlerinden ayırmak olanaksızdı. Çanlar çalmaya başladıklarında çan kulesinde görülebiliyorlardı. Bir uçak o denli yüksekten geçti ki, Bloch onu göremedi; metal gövde salt bir kez parladı. Yanında, sıranın üstünde kurumuş bir salyangoz izi duruyordu. Sıranın altındaki otlar dün geceden kalma çiğden ıslaktı; bir sigara paketinin jelatini buğulanmıştı. Soluna baktığında.... Sağında.... Ardında.... Karnı acıktı ve yoluna devam etti.
55
Tam uyuyakalmış olmalıydı ki yeniden uyandı. Bir an kendini sanki kendinin dışına düşmüş gibi duydu. Bir yatakta yatmakta olduğunu kavradı. "Yerinden kıpırdatmak olanaksız," diye düşündü. "Hasatlıklı bir büyüme." Sanki birden kötüye gitmişçesine kendi kendinin bilincine vardı. Artık kendisinin hiçbir önemi yoktu. Ne denli kıpırdamadan yatarsa yatsın büyük bir kıvranma ve öğürmeden başka bir şey değildi; orada yatışı o denli belirgin ve göze çarpıcıydı ki kendisini benzetip sığınabileceği tek bir görüntü bile yoktu. Bu durumuyla açık saçık, pis, yakışık almaz, tümüyle zararlı bir şeydi. "Gömün onu!" diye düşündü. "Önleyin, uzaklaştırın!" Kendine hoş olmayan bir biçimde dokunduğunu sandı, ama sonra kendi varlığının bilincinin o denli yoğun olduğunu ki, onu bir dokunuş gibi üstünde duyduğunu anladı. Sanki bilinci, düşünceleri elle tutulur bir biçim almış, aşağılayıcı ve saldırgan bir tavırla üstüne yürümüşlerdi. Korunmasız, kendini savunamadan orada yattı. İçi miğdesini bulandırarak -yabancı değil, salt itici bir biçimde başka- dışına çıktı. Bir sarsıntı geçirmiş ve bu sarsıntının sonucu olarak doğallığını yitirmiş, yerinden kopmuştu. Hem olanaksız hem de yadsınamaz denli gerçek, orada yattı: artık benzetmelere yer yoktu. Kendi kendinin bilinci o denli güçlüydü ki ödü koptu.
56
Dikkat ederse bir şeyin ardından bir başkası gelerek böyle sürebilirdi.
Bir süre sonra, hâlâ yemek odasında oturmuş, yolda olup bitenlerin listesini yapıyor olmasına karşın, Bloch bir tümcenin bilincine vardı: "Çünkü çok uzun zaman aylak kalmıştı." Bu tümce ona bir bitiş tümcesi gibi göründüğü için ona nasıl vardığını anımsamaya çalıştı. Ondan önce ne gelmişti? A, evet, ondan önce, "Şut karşısında şaşırıp topun bacaklarının arasından geçmesine izin vermişti," diye düşünmüştü. Bu tümceden önce de kalenin arkasında durup canını sıkan fotoğrafçıları anımsamıştı. Ondan önce de: "Birisi onun arkasında durmuş, ama salt köpeğini çağırmak için ıslık çalmıştı." Peki, o tümceden önce O tümceden önce bir parkta durmuş, dönerek onun ardındaki bir şeye tıpkı dişbaşlı bir çocuğa bakarmışçasına bakan bir kadın düşünmüştü. Peki ondan önce? Ondan önce otelci, gümrükçünün sınırdan hemen önce ölü olarak bulduğu dilsiz çocuktan söz etmişti? Çocuktan söz edilmeden önce de kale çizgisinden hemen önce seken topu anımsamıştı. Ve topla ilgili anısından önce de sokakta pazarcı kadının taburesinden fırlayıp bir okul çocuğunun peşinden koştuğunu görmüştü. Ve pazarcı kadından önce gazetede bir tümce gelmişti: "Marangozun önlük giyiyor olması, hırsızın peşinden doğru dürüst koşabilmesini engellemiştir." Ama gazetedeki tümceyi nasıl bir soygun sırasında ceketinin, kollarını kıpırdatamaması için aşağıya çekildiğini anımsarken okumuştu. ...
57
Bundan sonra bir süre her şey iyi gitmişti. Konuştuğu insanların dudaklarının kıpırtıları söylediklerini duyduğu sözlere uyuyordu; ...
60
Rahatsız edici ayrıntılar parçası oldukları insan ve çevreleri kirletiyor ve tümüyle biçimsizleştiriyor gibiydiler. Buna karşın tek savunma yolu onların adlarını tek tek söylemek ve bu adları insanlara karşı sövgü sözleri kullanmaktı. Barın ardındaki patrona "Dondurma kabı" denebilir, garson kıza da delik bir kulak memesi olduğu söylenebilirdi. Ve insanın içinden dergiye bakan kadına da, "Seni el çantası, seni," demek geliyordu; ...
61
Birinin bir tümceye başladığında sonunu nasıl getireceğini bilmesi ona inanılmaz görünüyordu.
63
... çevresindeki her şey ona bir şey anlatmaya çalışıyormuş gibiydi. "Sanki bana göz kırpıp işaretler yapıyorlarmış gibi," diye düşündü.
64
Öte yandan, bir yanının gülünç olması gerekliydi, yoksa ona niçin kalemle çizilmiş gibi görünsündü? Ya da bu da başka bir tuzak mıydı? Bu nesne Bloch'un dilinin sürçmesi için mi oraya konmuştu?
67
Gördüğü her şey gerçekten çarpıcıydı. Görüntüler doğal durmuyor, sanki kendisi için özellikle yaratılmışa benziyorlardı. Bir amaçları vardı. İnsan onlara baktığında gerçek bir biçimde gözüne batıyorlardı. "Telsiz şifreleri gibi," diye düşündü Bloch. Komutlar gibi. Gözlerini kapatıp sonra yeniden açtığında her şey başka göründü. Görülebilen kesimlerin kıyıları parlıyor ve titriyor gibiydi.
Bloch, oturma durumundan, gerçekten ayağa kalkmaksızın, hemen yürüyüş durumuna geçip uzaklaşmıştı. Bir süre sonra durdu, sonra durma durumundan hemen koşma durumuna geçti. İşe hızlı başlamıştı, birden durdu, yön değiştirdi, sürekli bir hızla koştu, sonra adım değiştirdi, yeniden adım değiştirdi, birden durdu, sonra geri geri koştu, geri geri koşarken geriye döndü, yeniden ileriye doğru koştu, yeniden dönüp geri geri koştu, geriye gitti, dönüp ileriye koştu, bir iki adım sonra bir sürat koşucusu gibi koşmaya başladı, birden durdu, bir kaldırımın kıyısına oturdu ve yeniden oturma durumundan koşma durumuna geçti.
69
"Gerçekte hepsinin az çok bir konuşma bozukluğu var," dedi hademe.
71
Bir şey söylemek istiyordu, ama dilini oynattığında ağzındaki kan köpükleniyordu.
72
Her yerde döşeme tahtalarının çatlaklarında yatan kullanılmış kibritler artık onun ilgisini çekmiyor ve camın çerçevesindeki macundaki tırnak izleri onunla bir ilgileri varmış gibi görünmüyorlardı. Her şey onun üstünde etkisiz kalıyor ve yeniden ait olduğu yerde duruyordu... Otomatik pikabın üstündeki doldurulmuş keklik, insanı artık ondan bir sonuç çıkartmaya zorlamıyor ve tavanda uyuyan sinekler usa bir şey getirmiyorlardı.
73
O denli yorgundu ki her şeyi yalnız başına görüyor ve sanki nesnelerin sınırlarından başka bir şeyleri yokmuşçasına özellikle onların sınırlarını algılıyordu. Her şeyi anında görüyor ve duyuyor, onları daha önce olduğu gibi sözcüklere çevirmek ve sözcük oyunları olarak kavramak zorunda kalmıyordu. Her şeyin ona doğal göründüğü bir durumdaydı.
Bloch'a bu olaylardan sanki hep yinelenen şeylermiş gibi söz edilebilirmiş gibi geldi; bir günün akışı, diye düşündü: insanın bir kartpostala yazacağı bir şey. "Akşamları barda oturup plak dinliyoruz." Gitgide daha çok yorgunluk duymaya başladı ve dışarıda elmalar ağaçlardan dökülüyordu.
75
Eylemleri ve nesneleri algılayışı ona başka eylemler ve nesneler değil, sezişler ve duygular anımsatıyor ve duyguları geçmiştenmişlercesine değil, şimdi oluyorlarmış gibi yeniden yaşıyor; utanç ve bulantı duygularını anımsamıyor, utanç ve bulantıyı doğrudan nesneleri anımsayamadığı bu anda gerçekten utanç duyuyor ve içi bulanıyordu.
76
Sanki bunların hiçbirini görmüyor, onları salt bir yönetmeliğin yazılı olduğu bir afişten okuyordu.
80
Sonra uyuyakalmakta olduğunu hissetti; bir paragrafın sonuna gelmeden önceki gibi, diye düşündü.
84
Burada yürüyor olması gerçeğinden bir şey çıkarılması neden gerekliydi? Burada durması için bir neden bulmak zorunda mıydı? Yüzme havuzunun yanından geçtiği o an neden bir amacın olmuş olması gerekti?
.
.