02 Kasım 2025

gri

 .

.

.





.

.

oturma odasındaydı

bir koltuğun kenarında küçülmüştü

beni gördü

gözleri altıgen düz yüzeylere dönüşmüştü

çünkü bir açıda elmas gibi parlıyorlardı artık

bir açıdan

ışıl ışıl

gözleri dışarıyı içeriye alan

kavisli bir yüzey değil

içeriyi dışarıya yansıtan

altıgen düz yüzeylere dönüşmüştü

içeriyi yansıtıyordu artık

dışarıda bir şey kalmamıştı

bekliyordu

şartlar zorlaşıyor ve o buna hazır olmadığını söylüyordu

elindeki bir gurup anahtar

etrafa metal parıltısı yaymıyorlardı artık

gümüş bir kumla ovalanıp

matlaştırılmış gibiydiler

kılcal çizikler de griye bulanmıştı

açmıyorlar kapatıyorlardı

bekliyor bekliyor bekliyordu

çevresindeki olaylarla ilgilenmiyor

onları kısaca kopya ediyordu

kopya edip geçiştiriyordu

o her yanıyla griye bulanmıştı

çevresinde yanar döner ışıklar

eğer üzerine çarparsa

eğer öyle denilebilirse

sönümleniyorlardı

söbüleşiyorlardı

sönüyorlardı

diri ve patlamak üzere tüm parıltılar

daha fazlasıyla talep ettiği tüm bu patırtılar

onunla temas ettiği anda

anlamlarını yitiriyorlardı

tüm bu parıltılar, patırtılar

daha önce yaşanılabilecek olasılıkların

artık bittiğini

haber veriyorlardı

daha fazla

daha fazla

ama anında

anlamsız

biri ona şöyle dediğinde:

ilk başta bir şeyleri kaçırdım

sanırım

yani yanlış başladım

ve artık geriye dönemem

dediğinde

bu sözler de onda grileşiyor

bu sözler bu sesler

bu sözler de bu sesler de

bu sözler bu sesler bile

artık anlamlı gelmiyordu ona

bekliyordu

kopya etmek için hemen her zaman hazırdı

çünkü sadece bekliyordu

devam etmek için bekliyordu

ama asıl

beklediği için devam ediyordu

kopya etmek hemen hemen her şeyi bıraktığı için

vazgeçtiği için

bir reflekse dönüşmüştü sadece

 

içeriyi dışarıya yansıttığı için

tek tek

sevdiği her şeyi sıralıyordu

sevdiği şeylerin sadece onların başkaları için de anlamlı olabilecek elinde kalanlar olduğunu varsaydığı hayır varsaydığı değil öyle olduğu için elinde kalan yegane parçacıklar olduğu için öyle olduğunu varsaydığı için hayır vaysaydığı için değil öyle olduğuna inandığı için tek tek sıralıyordu

sıralıyor ve bekliyordu

sevdiği şeylerin başkalarının da sevebilecekleri olasılığına inanmadığı için beklemiyor

beklemenin bir yaşam biçimine dönüşmesinden dolayı bekliyordu

onların sevdikleriyle kendi sevdiklerinin buluşmasıyla bu müjdeli buluşmayla artık ilgilenmiyordu

sevdiği her şeyi tek tek sıralıyor

bunun bir anlamı olmadığı için

bu sıralamayı dudaklarını büzerek

yapmacıklığı abartarak

tek tek sıralıyordu

bu onun kendisiyle bırakılan dünyayla başbaşa kalışının

bir ültimatomu gibi

sevdiği şeyleri

yapmacık

tek tek

sıralı


2.11.25

.

.




10 Ağustos 2025

Anna Lowenhaupt Tsing - Dünyanın Sonundaki Mantar

.

.

.


.

.


Dünyanın Sonundaki Mantar

 

Kapitalizmin Enkazlarında Yaşam İmkânı Üzerine

 

 

Anna Lowenhaupt Tsing

 

 (Çev. Erdem Gökyaran), Yapı Kredi Yayınları, [2015], 2023 İstanbul

 

 

7

İnsan’ı Doğa’dan koparmış olan Hıristiyan eril ahlak…

 

11

… akademik araştırmanın, doğa bilimleri ile kültürel çalışmalar arasındaki sınırları sadece eleştiri yoluyla değil, yeni dünyalar kurma gücüne sahip bir bilgi aracılığıyla da aşabileceğini fark ettim.

 

… kapitalizmi kahramanca somutlaştırmaların ötesinde anlama gayreti… …betimleme söz konusu olduğunda bazen hantal kalmalarına rağmen Marksist kategorilere başvurmaya devam [ettim]…

 

Küresel tedarik zincirlerini yapısal açıdan bir tercüme makinesi olarak betimleme yönündeki ilk [girişimlerim]…

 

Öndeyiş

 

18

Sovyetler birliği 1991’de dağıldığında, devletin sunduğu güvencelerden bir anda mahrum kalan binlerce Sibiryalının mantar toplamak için ormanlara koştuğunu okumuştum.

 

… bir zamanlar hep birlikte nereye doğru gittiğimizi bildiğimizi bize düşündürmüş olan tüm o tutamaklar olmaksızın yaşama meselesiyle ilgileniyorum. … güvencesiz zamanlarda işbirliğine dayalı bir hayatta kalmak…

 

19

[dipnot] … bombanın patladığı Ağustos ayı, matsutakelerin meyvelenme dönemine denk düşüyordu. … Amerikan bombası, şehrin üzerinde 500 metreden fazla bir yükseklikte patladı; resmi açıklamalara göre, radyoaktivite küresel rüzgâr sistemleriyle taşındı ve yerel bulaşma sınırlı kaldı.

 

… çalışanlara sabit bir ücret ve sosyal haklar sunan “standart bir istihdam”. Böylesi işler günümüzde oldukça nadir; çoğu kişi çok daha düzensiz geçim kaynaklarına bel bağlıyor.

 

Matsutakenin tahrip edilmiş peyzajlarda ortaya çıkma becerisi, bizlere müşterek evimizin dönüştüğü bu enkazı keşfetme imkânı sunuyor.

 

Tıpkı sıçanlar, rakunlar ve hamamböcekleri gibi, matsutake de insanların yol açtığı kimi çevresel felaketlere uyum sağlayabilir. … Matsutake, ağaçlan besleme yeteneği sayesinde, ormanların en zorlu çevre koşullarında bile yetişmesine yardımcı olur.

 

… ABD'nin Pasifik Kuzeybatı bölgesinde ticari amaçla mantar toplayanların çoğu Laos ve Kamboçya kökenli mültecilerdir.

 

21

Bu kitap, matsutake ticareti ve ekolojisinin izini sürerek, güvencesiz yaşam koşullarının ve güvencesiz ortamların hikâyesini ele alıyor. Ne yana dönersem döneyim kendimi yamalı bir yapıyla, yani dolanık yaşam biçimlerinin açık uçlu kümelenmelerinden oluşan bir mozaikle çevrili buluyorum ve bu kümelenmelerin her biri, zamansal ritimler ve mekânsal kesitlerden oluşan bir diğer mozaiğe açılıyor. … Ne var ki heterojenlikle ilgili kuramlar henüz emekleme aşamasında. Mevcut durumumuzun yamalı öngörülemezliğini kavrayabilmek için, hayal gücümüzü yeniden harekete geçirmeye ihtiyacımız var.

 

22

Ben, umutların azaldığı bu dönemde, çok sayıda farklı türün kimi zaman bir uyum ya da fethetme çabası içinde olmaksızın bir arada yaşadığı, tahribat temelli ekolojilerle ilgileniyorum.

 

… ekonomi ile çevre arasında peşinen bahsetmenin önemli olduğunu düşündüğüm bir bağlantı var: Hem insanların hem insan-olmayanların yatırım kaynaklarına dönüştürülerek servet biriktirilmesinin tarihi.

 

[dipnot] Marx "yabancılaşma" terimini, özellikle, işçinin üretim süreci ve ürününden ve aynı zamanda diğer işçilerden koparılmasını ifade etmek için kullanır. Ben bu terimi, insanlar kadar insan-olmayanların da kendi yaşam süreçlerinden koparılmasını içerecek şekilde genişleterek kullanıyorum.

 

23

Yabancılaştırma ise yaşam alanındaki dolanıklıkları bertaraf eder ve sadece tek bir metanın önem taşıdığı peyzajlar yaratmaya yöneltir; geri kalan diğer her şey ya zararlıdır ya değersiz. … Bir yerdeki belirli bir metayı üretmek artık mümkün olmadığında, orası terk edilir. Ağaçlar kesilmiş, petrol tükenmiş, toprak artık ürünleri

beslemez olmuştur. Kaynak arayışı başka yerlerde devam eder. Dolayısıyla, yabancılaştırma amacıyla basitleştirme, meta üretiminin ardından terk edilmiş alanlar, yani enkazlar yaratır.

 

Bugün dünyanın dört bir yanı bu tür enkazlarla kaplı. Yine de, ölü ilan edilmiş olmalarına rağmen bu yerler hayat dolu olabiliyor. Terk edilmiş kaynak sahaları, bazen çok-türlü ve çok-kültürlü yeni bir yaşama kucak açabiliyor. Küresel bir güvencesizlik ortamında, bu enkazların içinde yaşam aramaktan başka seçeneğimiz yok.

 

Japon yazılı kayıtlarında matsutakeye ilk kez 8. yüzyılda, bu öndeyişin başında yer alan şiirde rastlanır. Daha o zamanlarda bu mantardan, sonbahar mevsimini haber veren kokusu nedeniyle övgüyle bahsediliyordu. Matsutake, tapınaklar inşa etmek ve demir ocaklarına yakıt sağlamak amacıyla dağlardaki ormanların yok edildiği Nara ve Kyoto civarında yaygınlaşmıştı. Nitekim Japonya'da Tricholoma matsutake'nin ortaya çıkmasına imkân sağlayan şey, insanların yol açtığı tahribat olmuştur. Bunun da nedeni, en yaygın konukçusunun, insan kaynaklı ormansızlaşmanın geride bıraktığı mineral topraklarda yetişen ve bol miktarda güneş ışığına ihtiyaç duyan Japon kızılçamı (Pinus densiflora) olmasıdır.

 

24

Matsutake seçkin bir hazzın, doğanın ince beğenilere hitap eden sanatkârane bir yeniden inşası içinde yaşama ayrıcalığının bir işaretiydi. Bu nedenle, seçkinlerin gezintileri için hazırlık yapan köylüler toprağa matsutake "diktiklerinde" (yani, kendiliğinden biten matsutake bulunmadığında, mantarları yapay bir şekilde toprağa yerleştirdiklerinde) buna kimse itiraz etmiyordu.

 

26

Avrasya genelinde yetişen çoğu matsutake bugün Tricholoma matsutake olarak kabul ediliyor. Kuzey Amerika'da, göründüğü kadarıyla, T. matsutake sadece doğuda ve Meksika dağlarında bulunuyor. Kuzey Amerika'nın batısında yetişen yerel matsutake ise T. magnivelare adı verilen farklı bir tür olarak değerlendiriliyor.

 

31

Bilmediğim bir ormanda eli boş bir şekilde kaybolduğumu fark ettiğimde, akşam karanlığı henüz çökmemişti. Bu, Oregon'daki Cascade Sıradağları'nda matsutake mantarlarını -ve toplayıcılarını- aramaya ilk çıkışımdı. O gün öğleden sonra, Orman

Hizmetleri'nin toplayıcılar için kurduğu "büyük kamp"ı bulmuştum, fakat oradaki herkes mantar toplamaya gitmişti. Ben de, onların dönmesini beklerken, kendi başıma mantar aramaya karar vermiştim.

 

Bu kadar az şey vaat eden bir orman hayal edemezdim. Zemin kuru ve taşlıktı. Etrafta ince gövdeli kontorta çamlarından (Pinus contorta) başka ağaç görülmüyordu. Neredeyse hiç bitki, hatta ot bile yoktu. … Ne tarafa dönersem döneyim, orman hep aynı görünüyordu.

 

endüstriyel orman

 

35

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

96

 

 

99

Hayaletler sizi felç edebilir, hareket etme veya konuşma yeteneğinizi ortadan kaldırabilir.

 

 

 

 

 

 

 

172

Lakin kapitalizm için kabul edilemez olan tercümeler de vardır. ... Teknisyen ve yöneticilerden oluşan bir ordu, makinenin işleyişini tehdit eden parçaları söküp atmak için tetikte bekler - ve bunun için de mahkemelerin ve silahların gücünden faydalanır. ... Belirsizlik içeren karşılaşmalar, kapitalizmin şekillenmesinde önemli bir yere sahiptir. Ancak yine de dizginlenmemiş bir çokluk değildir bu. Kimi tutumlardan asla taviz verilmez ve bunun için gerekirse güç kullanılır.

 

 

173

birbirinden çok farklı çevrelerde bile kapitalist değer biçimleri yeşerebilir. Para

bir yatırım sermayesine dönüşür ve bu da daha fazla para üretir. Kapitalizm, insan ve insan-olmayan her türlü varolma biçiminden sermaye üretmeye yarayan bir tercüme makinesidir.

yamalar ve tercümeler

Feminist araştırmacılar, sınıf oluşumunun aynı zamanda kültürel bir oluşum olduğunu gösterdiler... [Malezya, elektronik işçileri. Malezyalı köylü kadınlar]

 

[Dipnot]

Sermaye birikimi, peri-kapitalist alanları kapitalist tedarik zincirlerine dahil eden tercümelere dayanır.

(1) devşirme yoluyla birikim, kapitalist-olmayan değer biçimleri altında yaratılan

değerin kapitalist mallara tercüme edildiği ve böylelikle birikimin sağlandığı süreçtir;

(2) peri-kapitalist alanlar, hem kapitalist hem kapitalist-olmayan değer biçimlerinin

eşzamanlı olarak boy gösterebileceği, dolayısıyla da tercümelere imkan sağlayan yerlerdir;

(3) tedarik zincirleri bu tercümeler sayesinde örgütlenir ve büyük firmaların

envanter oluşturma sürecini kapitalist olsun veya olmasın her türlü pratiğin boy

gösterdiği peri-kapitalist alanlarla buluşturur;

(4) ekonomik çeşitlilik, kapitalizmi mümkün kılar - ve aynı zamanda, kapitalist yönetişimi reddeden istikrarsızlık alanlarına da imkan tanır.



.

.

.

28 Temmuz 2025

Marcel Mauss - Armağan Üzerine Deneme

 .

.

.





.

.


Armağan Üzerine Deneme

 

Marcel Mauss

 

(Çev. Nihal Özyıldırım), Alfa Yayınları, 2018, İstanbul

[Essai Sur le Don, 1925]

 

 

 

 

1. Sunuş - Florence Weber       s.11-65

 

 

11

Potlaç gibi Kızılderili kökenli ya da kula gibi Okyanusya kökenli kavramları antropolojinin çok ötesine, iktisat, yönetim, pazarlama bilimlerinin uluslararası dünyasına yayarak, …

 

12

"toplumun ve kurumlarının tamamını [. . . ] harekete geçiren," "toplumun yakaladığı kısa

anın" kavranmasını ve "fikirler ya da kurallardan ziyade, […] insanların, grupların ve onların davranışlarının" anlaşılmasını sağlayan karmaşık olguların somut geniş bütünlüğünü, "bütün sosyal olguları" yerleştirerek ihtiyatlı bir Kopernik devrimi gerçekleştirmiştir.

 

13

Etnograf, gözlemleyebildiği kadarıyla insanlar arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkilerini izlemeye çalışır; …

 

14

Bir kere maaşlarını verdikten sonra toplumun, onun hayatını var eden çalışanlara karşı borcunun bitmiş olmadığını, yaşlılık ve işsizlik durumlarında da onlara insani yaşama koşullarının sağlanmasının bir borç olduğunu ifade ederek Mauss, o dönemde sosyal politikaları oluşturan hayırseverlik ilkelerinden, Armağan Üzerine Deneme'nin sonuç bölümünde hatırlattığı "zengin 'sadakacı'nın bilinçsiz ve onur kırıcı himayesi"nden ayrılır.

 

15

… onun ilkel ve arkaik toplumlardaki armağan analizleri , "hukukumuzun ve iktisadımızın

içinde bulunduğu krizin ortaya koyduğu bazı sorunlara" cevap bulmak zorunluluğundan ileri geliyordu; … Mauss'un önsezilerinin, salt ücretin ötesinde bir karşılık getiren armağan gibi, ücretli çalışmayı toplumsal dayanışmanın merkezine yerleştiren uygun bir model biçiminde gerçekleşmesi için yirmi yıl, bir dünya savaşı ve Fransa'da bir iç savaş gerekecekti.

 

"teoride gönüllü, gerçekteyse zorunlu olarak verilen ve geri verilen" hediye değiş tokuşları … (geri verme zorunluluğu nereden geliyor?)

 

16

Gerçekten de bazıları maussian gift' te armağanın özünü, radikal müphemliğini görürken, başkaları onda sadece basit devirle ticari işlem arasında bir karışıklığın kaynağı görür; bazılarının maussian gift'te bir paradigma gördükleri yerde, başkaları ticari olmayan yükümlülüklerin bir formunu görür yalnızca.

 

17

verme zorunluluğu (bu zorunluluk nereden geliyor?)

 

18

… ancak etnografik, diğer bir deyişle gözlemlenebilir bir konunun inşası söz konusudur, soyut bir konunun değil. Armağan Üzerine Deneme aynı zamanda, tamamıyla etnografik bir metindir, etnografyayı bir bilimsel teori saygınlığına yükselten bir metindir, her ne kadar yazarı ikincil kaynaklardan etnografya yapıyor olsa da.

 

19

nexum [bağlanma, borç esareti]

 

Mauss'un ortaya koyduklarını ve yolunu açtığı okumalar palimpsestos'unu ele almadan önce, …

 

20

Mauss'un hau kavramı, karşılıklı etkileşimlerin nesneleri ve maddi çerçevesiyle ilgilenen bir etnografya için heyecan verici perspektifler açtığı halde, Mauss'un bu kavramı kullanma şeklinin eleştirisi alanın kalıp yargılarından biri haline gelmiştir.

 

Etnografya, yerli kategorileri ciddiye almak için, yapısalcı kesinlikleri bıraktı; hem fiili boyutları içinde -söylemek yapmaktır- hem de tasviri boyutları içinde: …

 

yerli ya da yerel kavramlarla (emics)

 

21

… oldukça fazla anlam taşıyan armağan kavramını …

 

Yerli kategorilerini (emics) anlamak için yabancı gözlemcinin merkezi kaydırması, onu kendi toplumunun geçerli kategorilerinden (etics) vazgeçirir. Mesafe almak yoluyla bir etnografya oluşturmak, bu merkez kaydırmayı bir anlamda vekalet yoluyla gerçekleştirmek ve böylece antropolojik yaklaşıma niteliğini veren mesafeli bakışı elde etmek için geçmişteki ya da egzotik

bir Başka Yer hakkında çalışmaları gözden geçirmektir.

 

22

Mauss, "hediye sisteminin bir tür devasa üretimi" dediği potlaç'ı, "armağan değiş tokuşunun yüce bir hali" olarak sunduğu kula'nın ardından ikinci bölümde incelediyse de, potlaç'ı girişten

itibaren "agnostik türde bir toplam yükümlülükler sistemi"nin varlığını göstermek için kullanır.

 

itibarlı mallar

 

Potlaç, bütün bir kabileyi hatta birçok kabileyi bir araya toplayan, zenginliklerin neredeyse tamamen tahribine (bazı yerliler zenginliği "öldürmek"ten söz ederler) kadar varan ve kabile reisleri arasındaki rekabet ve mücadele ilkesine dayanan muazzam bir şölendir. Bu cömertlik mücadelesinde peşinden koşulan amaç, farklı gruplar ve bunların temsilcileri arasında hiyerarşi oluşturmaktır: …

 

23

[Polinezya’da] “potlaç'ın temel şartlarından biri eksiktir; reislerin rekabeti sonucu anlık olarak belirlenecek hiyerarşinin değişkenliği." Bir potlaç'ın, maddi bir kazanç arayışından uzak olan önderleri, zenginliğin kendisine duydukları bütün küçümsemeyi ve kendi onurlarına, itibarlarına verdikleri bütün değeri açığa vurmak zorundadırlar; her biri kendisini, en cömert, en savurgan olarak göstermelidir.

 

24

Hediye vermeksizin potlaç yapmanın hiçbir anlamı yoktur; hediye getirmeden oraya gitmenin de.

 

Bir yandan Bataille, diğer yandan Claude Lefort Armağan Üzerine Deneme'den yalnızca potlaç'ı almışlardır. Bunda armağanın, değiş tokuşun, hatta modern tüketimin özünü görmüşlerdir. Onların okuması karamsardır: bütün değiş tokuş mücadeledir, bütün cömertlik mücadelesi iktidar mücadelesidir ve armağan, sınır tanımayan bir yıkım sürecinden başka bir şey değildir.

 

25

… itibarlı ortaklara kalıcı olarak bağlanmak …

 

Kula'ya paralel olarak, gimwali adı altında, paranın olmadığı, pazarlığın ve kazanç arayışının dışarıda bırakılmadığı bir pazar biçimi de işlemektedir ve "gimwali yapıldığı" gibi "kula yapmak" açıkça yasaktır.

 

26

Mauss, potlaç'ın kula'dan eski olduğu ve potlaç'ın Polinezya'da ortadan kalkmasının hiyerarşinin sürekli hale gelmesiyle bağlantılı olduğu tarihsel hipotezini ortaya attı: …

 

27

yeniden dağıtım armağanıyla (sadaka) yaratılan bağımlılıktan kaçınmak; potlaç'ın rekabeti

içindeki gidiş gelişlerden kaçınarak, armağanın pozitif bir modeli olarak kula'dan ilham almak.

 

28

diğer yandan armağan, armağan vereni yüceltir, armağan alanı alçaltır.

 

Bourdieu'ye göre, Maussçu armağanı, iki eşdeğer malın anlık değiş tokuşundan ayıran, armağan ile karşı-armağan arasındaki süredir; anlık olma hali diğer üç değiş tokuş türünün de özelliğidir: ticari ve parasal işlem, parasız ticari işlem (trampada olduğu gibi, partnerlerin aradıkları iki mal arasında tam bir denklik varsa), ritüel işlem (yüzük örneğinde olduğu gibi, değiş tokuş edilen

mallar birbirinin aynıysa). İşte hem armağan verenin armağan alana şiddet uygulamasına -bu zaman zarfında armağan verene borçlu kalmaya zorlanmıştır-, hem de bu şiddeti hesapsız bir cömertlik görüntüsüyle maskelemesine izin veren, bu süredir.

 

30

şeylerin gücü

 

31

talep edilebilir karşılık ile talep edilebilir olmayan karşılık arasındaki can alıcı fark … beni terminolojimi belirlemeye ve geniş yükümlülükler bütünü içinde, talep edilebilir karşılığı olan ticari işlem <A’ya karşılık B borç> ile talep edilebilir karşılığı olmayan devri <A> ayırt etmeye itti. Dolayısıyla her zaman üç ayrı analiz seviyesi belirliyorum: ilişkinin niteliği, yükümlülüğün biçimi (ticari işlem ya da devir), devredilen malların niteliği (parasal ya da değil).

 

1 . Bir yandan, ticari değiş tokuş sistemi gimwali, sıradan mallara dayanan ticari işlemden <A'ya karşılık <B> oluşmuştur; bu işlem esnasında iki partner arasındaki ilişki silinir ve bu iki mal arasındaki denklik, ticari işlemler ve bağlamsallıktan çıkarılmış hesap işlemleri dizisinin hem sonucu hem şartıdır;

2 . Diğer uçtaysa potlaç, tartışmacı bir kişisel ilişkininin schismogenetique mantığıyla birbirlerine

bağlanan <A> <B> <C> devirlerinden oluşur, burada herkes, bir bağımlılık ilişkisini kabullenmediği sürece kendi sunduğu hediyenin aldığı hediyeden daha güzel olması için rekabet eder;

3. Bu ikisinin arasındaki kula, kendine özgü törensel şeylere dayanan işlemlerden -mwali'ye karşılık soulava <M'ye karşılık S>- oluşur ve bu işlemler esnasında partnerler arasındaki ilişki siyasi ittifak olarak belirlenir.

 

33

Ticari işlem ile devir arasındaki biçimsel ayrım

mevcut kişilerin durumu tanımlaması

 

İncelenen yükümlülüğün, iki kahraman arasında dengeli bir ittifaka mı, bağımlılığa ya da rekabete mi tekabül ettiğini anlamak için, ona anlamını veren karşılıklı eylem kısmını, belirsizliğe yer bırakmayacak şekilde ayırabilmek çok önemlidir. Bir başka deyişle kahramanların, "ilk armağan"ın hangisi olduğunu ve dolayısıyla "karşı-armağan"ın hangisi olduğunu belirlemek için mutabakata varmaları gerekir. Bu durumda, eğer karşılık verildiyse ittifak, verilmediyse bağımlılık söz konusudur. Bu mutabakat olmaksızın, sonu gelmez bir rekabet sarmalına girme tehlikesi büyüktür.

 

34

… alınan hediyenin zorunlu olarak geri verilmesini sağlayan hukuk ve menfaat kuralı nedir? Hediye edilen şeyde, hediye alanın geri vermesini gerektirecek hangi güç vardır?"

 

geri verme zorunluluğu

 

Gerçekte mecburi, zorlanmış ve çıkarcı olsa bile, armağan her zaman için gönüllü olarak, özgürce ve ücretsiz verildiğine göre, hukuk ve menfaat kuralı ancak kahramanların bilgisi dışında işleyebilir.

 

35

Hediye edilen şeyde, hediye alanın geri vermesini gerektirecek hangi güç vardır?

 

Şeylerin doğrudan doğruya kendileriyle, maddi tertibatlarla ilgilenen, [etnografya]

 

36

… değiş tokuş edilen şeylere, taonga'lara orada bir ruh, hau bahşedilmiştir.

 

Mauss ise hau'da, mana'da insanlar için gördüğü büyülü gücün, şeyler için bir dengini görür ve bunu çoğu kere "şeref," "yüz" olarak çevirir.

 

37

Gimwali tipinde bir sistemde, piyasanın temelini oluşturan hukuki kurumlarda olduğu gibi, nesneler, onları değiş tokuş eden bireylerden ayrıdır ve (şeylerle ilgili olan) "ayni hak" (kişilerle ilgili olan) "şahsi hak"tan ayrıdır.

 

38

Belirlenmiş olan, verilen şeyin bir karşılığı olması gerektiğidir.

 

belirli bir güçle donatılmış bu şeyler, sıradan nesnelerden ayrıdır, …

 

Demek ki Maori toplumunda değerli şeyler, yani taonga'lar, kendine özgü bir kişilikle ve hatta bir isimle donanmıştır. Diğer yandan Mauss, bu şeyler ile onları elinde bulundurmuş olan kişiler arasındaki ilişki üzerinde durur: dolaşımda olan şey, arasında dolaştığı kişilerin izlerini kendisinde taşır. "Armağan veren tarafından bırakılmış olsa da, hala ondan bir parçadır."

 

39

Taç'ın üzerindeki mücevherler gibi verilmesi mümkün olmayan bazı değerli şeylerin aktarılamaz niteliği…

 

şeyler, bütün tarihlerini kendi üzerlerinde taşırlar.

 

zengin sınıflarda gösterişli hediyeler pazarının ilerlemesi, internet üzerinden değiş tokuş edilen bir "gereksiz hediyeler" sapması yarattı.

 

hediye kuralları değişmez değildir.

 

40

Nexum terimi somut olarak "düğüm," daha net olaraksa, bir rehin, rehin bırakılmış şey anlamına gelir.

 

42

kurban analizi

dua

 

Mauss, bu dini fenomenlerin sözleşme ve armağanla akrabalığına dikkat çekmişti.

 

… hem Avustralya cenaze ritüellerinde duyguların ifadesinin zorunlu niteliğini göstermek hem de yalan hipotezini reddetmek söz konusudur: bu zorunluluk o duyguların samimiyetinden ve yoğunluğundan bir şey eksiltmediği gibi, tam aksine onları üretir de.

 

44

… bir göz kırpma, iki kişinin toplumsal anlamda birlikte var oluşunu ve birbirlerini etkileme kapasitelerini temin eder. Daha genel olarak, ritüeller, toplumsal hayatın akışı içinde, kendine

has kurallarıyla bir mekan, bir "toplumsal alan" ayırır.

 

Hau, iki şey arasındaki ilişkiyi dile getiriyor ve oluşturuyorsa, nexum iki kişi arasındaki ilişkiyi dile getiriyor ve oluşturuyorsa, nezaket ifadeleri de bir etkileşimi başlatır ve bitirir, yani başka şeyler arasında ticari işlemlerin ve devirlerin ayırt edilmesine izin verir.

 

Bu sürekli üst üste gelişlere rağmen onları ayrı tutan kurumsal, maddi ve hukuki mekanizmalar nelerdir? Bireyler bir dünyadan diğerine geçişi nasıl belirlerler? Bir dünyanın diğerini ele geçirmesinden nasıl kaçınırlar?

 

rasyonalite dünyasını armağan dünyasından ayıran…

 

45

İndirgemeci teoriler, bütün insan davranışlarını rasyonaliteye ya da aksine duyguya ve rutine bağlı kabul eder. İç içe geçmiş dünyalar teorileri ise, yerlilerin akıl yürütmelerinin ortaya çıkışı ve bir arada varoluşuyla ilgilenmeden önce, zamana ve duruma göre bu akıl yürütmelerin çoğulluğunu esas alır.

 

Yükümlülüğün partnerlerinden her biri ne yapmakta olduğunu biliyordur ve bu zımni bilgiyi diğerleriyle paylaşır. Genel durum budur: yemeğimi kasabımın lütuf kârlığından beklemem; …

 

46

… etnografik çalışma, karşılıklı etkileşimlerin incelikli analizinden b aşlayarak, bu etkileşimlerin partnerleri açısından kendi anlamını bulduğu toplumsal bağlamları günışığına çıkarmaktan ibarettir. Benim toplumsal alan diye adlandırdığım bu bağlamlardır ve bunlar, öncelikle dilin ve etkileşimin nitelendirilmesinin çeşitli prosedürlerinin oluşturduğu, bilişsel çerçeveler gibi iş görür.

 

Ritüellerin ötesinde, maddi mekanizmalar, "burada ne olduğu"nun anlamını belirler. Bu maddi mekanizmalar arasında yerler, duruşlar, hareketler (duruma uyarlanmış bedensel alışkanlık, hexis) sayılabilir, …

 

47

Böylelikle, bir çubuğun üzerine, bir kere borç ödendikten sonra üzeri çizilen çentikler atmak

suretiyle tutulan bir borç kayıt sistemi, dünyanın öbür ucunda hediye değiş tokuşuyla farklılaşan

işlemin ne olduğuna dair maddi bir iz bırakır.

 

48

Aynı şekilde, para biçimi de dahil olmak üzere mirasın devri, canlıları, onları bütün kişisel ilişkilerden bağımsızlaştırmaktan daha fazlasını miras aldıkları ölülere bağlamaya katkıda bulunur: …

 

… modernite tarafında, anonim birey, pazar, modern para; karşı tarafta, kişisel ilişkiler, pazarın yokluğu ve ilkel para. Birey ve pazarsız para: işte sosyal güvenlik. Pazar, para ve kişisel ilişki: işte son derece sık rastlanan, öyle ki profesyonel aşamaların çoğunda gerçek anlamda yasaklamanın mümkün olmadığı ticari ilişki. Kişisel ilişkiler, pazarın yokluğu ve modern para: para şeklindeki törensel armağanlar. Birey ve parasız pazar: ticket-restoranlar …

 

49

refah devletinin başlangıcından yirmi yıl önce, ideolojik olarak sarsılmasından yirmi yıl sonra.

 

50

Mauss hediye değiş tokuşuyla ilgilenerek, 20. yüzyılın dönemecinde, sosyologlar, insanseverler ve işçi hareketi arasındaki, ilk sosyal kanunların ortaya çıkışını mümkün kılan konsensüsün sarsılmasıyla damgalanan bir dönemde, pazarın natüralist tasavvurunun teorik bir eleştirisiyle, sosyal yardımlaşmanın hayırsever tasavvurunun siyasi bir eleştirisini gerçekleştirir.

 

Armağan Üzerine Deneme'den önce, daha önceden incelenmiş olan bu ticari olmayan yükümlülükler bilimsel bir konu oluşturmuyordu.

 

Böylelikle Mauss, muazzam bir kişisel etkileşimler evrenini ya da Durkheim'ın" sosyal hayatın serbest akımları" dediği şeyi, bireysel tuhaflıklar psikolojisinden kopararak sosyolojiye bağlar. Gerçekten de, gönüllü bireysel eylemlerde bile toplumsal kuralların varlığını açığa çıkarır.

 

Büyü hakkındaki çalışmasında, toplumsal kurum olarak Durkheimcı din sosyolojisini, tam olarak kendisini en çok zorlayan konuya, iki birey yani büyücü ve müşterisi arasındaki özel ilişkiye uyguladığı gibi, Mauss burada da Durkheimcı sözleşmeler ve kurumlar analizini, tam olarak

kendisini en çok zorlayan konuya, gönüllü hediyeye, serbest ve menfaatsiz eyleme uygular.

 

52

görünüşte bireysel ve egzotik bir fenomen olan armağan

 

53

… armağanın, fakat aynı zamanda hırsızlığın da aksine, değiş tokuş bir devir değil, karşılığın talep

edilebilir olduğu bir ticari işlemdir, …

 

54

Mauss'un ayrı tuttukları, görünüşte serbest ve ücretsiz, gerçekteyse zorunlu ve çıkarcı bireysel eylemlerdir.

 

55

Amerikalı iktisatçı Thorstein Veblen'in çalışmalarından bu yana, iktisatçılar itibar mallarını tanıyorlar ve bir tüketicinin gösterişli mallar konusundaki bireysel tercihlerini hesaba katmayı biliyorlar.

 

56

Sadaka, geri dönüşü olmayan, geri veremeyecek durumdaki fakirler almayı kabul ettiklerinde gurur kırıcı olan bir armağan türüdür.

 

Sosyal politikaları hayırseverliğe dayalı kökenlerinden kurtarmak, kabul edilebilir ve tahkir edici olmaktan uzak hale getirmek için öncelikle bunun anlamını dönüştürmek gerekir.

 

Ne patronlar ne de toplum, der Mauss, ücretlerini verdikten sonra onlara karşı "borcunu ödemiş" sayılmazlar.

 

insansever burjuvazi

 

57

Hayırseverliğe son vermek için Mauss, bunun karşılığı olarak düşünülebilecek bir sosyal politikanın cevap vereceği "ilk armağan"ı öne çıkarmayı seçmişti.

 

Tahkir edici olmayan bir cömertliği ortaya koymak için uğraşılabilir: Luc Boltanski'nin yapmaya çalıştığı budur; kendine has bir tutum, agapê, hesapsız, eşsiz bir aşk tanımlamak. Bir başka analiz çizgisi bağışçıların anonimliğini öne çıkarır. Bağış alan, bağış yapanın kimliğinden haberdar olmazsa, nasıl istemeyerek eşit olmayan bir kişisel ilişki içine girebilir?

 

* agapê   Yunancada "karşılık, menfaat ya da herhangi bir cinsel dürtü gözetmeyen aşk" anlamına gelen agape, "eros" kavramıyla zıtlık oluşturur. Skolastik felsefede Tanrı için duyulan sevgiyi anlatmada kullanılmıştır. Ahlak felsefesinde erdemin merkezinde "sevgi" olduğu düşüncesini yansıtan "agapizm" buradan gelmektedir.

 

60

1925'te Mauss, hayırseverliğe son vermek için siyasi olmaktan çok hukuki ve kolektif olmaktan çok ilişkisel çözümler aramaktadır. … serbestçe ve zorunlu olarak vermek.

 

 

1.   Armağan Üzerine Deneme     Marcel Mauss       s.66-272

 

 

76

Bizimkilerden önceki iktisat ve hukuklarda, bireyler arasındaki bir alışveriş esnasında, malların, zenginliğin ve ürünlerin basit değiş tokuşuna neredeyse hiç rastlanmaz. Öncelikle karşılıklı olarak yükümlülük altına giren, değiş tokuş ve sözleşme yapan, bireyler değil topluluklardır; …

 

78

"Potlaç" esasen "beslemek," "tüketmek" anlamına gelir. [besleyici, karın doyurulan yer]

 

83

evlilik, bir çocuğun doğumu, sünnet, hastalık, kızların ergenliği, cenaze ayinleri, ticaret..

Ayrıca potlaç'ın iki temel unsuru kesin olarak kanıtlanmıştır: biri onur, itibar, zenginliğin verdiği "mana," diğeriyse bu "mana"yı , bu otoriteyi , bu tılsımı ve otoritenin kendisi olan bu zenginlik kaynağını kaybetmek kaygısıyla bu armağanları geri vermenin mutlak zorunluluğu.

 

84

geri vermeme durumu "mana"nın, Çinlilerin deyimiyle "yüz"ün kaybını getirir; …

 

"Doğum kutlamalarından sonra, erkeğin malları yani oloa'ları ve kadının malları yani tonga'ları alınıp verildikten sonra, karı ve koca eskisinden daha zengin olmazlar. Fakat büyük bir onur kabul ettikleri şeyi görmüş olmanın tatminini yaşarlar: oğullarının doğumu vesilesiyle toplanmış mal mülk yığınlarını."

 

89

Hediyeyi veren bırakıp gitmiş olsa da, o şey hala ondan bir parçadır.

 

taonga, kendi ormanının, kendi bölgesinin, kendi toprağının hau'su ile can bulmuştur; gerçek anlamda "yerli"dir: hau, malları elinde bulunduranların hepsini takip eder.

 

91

Taonga'lar, sahipleriyle ilişkilerinin onlara sağladığı hau'nun dışında bile bireyselliğe sahip gibi görünmektedirler. İsimleri vardır.

 

Bundan şu sonuç çıkar; birisine bir şey sunmak, kendinden bir şey sunmaktır.

 

93

Alma zorunluluğuyla ilgili çok sayıda olgu kolayca bulunabilir. Çünkü bir klan, bir ev ahalisi, bir topluluk, bir konuk, konukseverlik talep etmemekte, hediye almamakta, alışveriş yapmamakta, kadınlar ve kan yoluyla ittifak kurmamakta serbest değildir.

 

94

Verme zorunluluğu … Vermeyi reddetmek, davet etmeyi ihmal etmek, aynı şekilde almayı reddetmek, savaş ilanıyla denktir;

 

95

… armağan alanın, armağan verene ait olan her şey üzerinde bir tür mülkiyet hakkı vardır.

 

103

İnsanlara ve tanrılara sunulan armağanların bir amacı da birbirleriyle barış ortamını kazanmaktır.

 

118

Bize göre insanlık uzun süre, el yordamıyla arayışlar içinde olmuştur. Öncelikle, ilk evrede, neredeyse tamamı büyülü ve değerli bazı şeylerin kullanımla yok olmadığını bulmuştur

ve onlara satın alma gücü vermiştir; (Bu sırada biz ancak paranın uzak kökenini bulabilmiştik.)

Daha sonra, ikinci evrede, kabile içinde ve dışında bu şeylerin dolaşımını sağlamayı başardıktan sonra insanlık, bu satın alma enstrümanlarının, zenginliklerin sayılmasının ve dolaşımının aracı olarak kullanılabileceğini buldu. Bu, bizim tasvir etmekte olduğumuz dönemdir. Ve işte bu dönemden itibaren, Sami toplumlarda epey eski bir çağda -ama başka yerlerde belki o kadar eski değil-, üçüncü evrede, bu değerli şeylerin gruplarla ve insanlarla ilgisini kesmek, onları değer ölçüsünün, hatta rasyonel değilse bile evrensel ölçünün daimi enstrümanları yapmak düşüncesi gelişti.

 

121

Bunlara sahip olmak, "kendi içinde neşelendirici, kuvvetlendirici ve yatıştırıcıdır." Sahipleri bunları ellerler ve saatler boyunca bakarlar. Basit bir temas, bundaki erdemlerin aktarılmasını sağlar.

 

127

uluslararası ve kabileler arası kula, bu hayatın en yüksek noktası gibidir; şüphesiz ki varoluşun ve büyük seyahatlerin amaçlarından biridir.

 

132

Kula ilişkisine fazlasıyla benzer bir ilişki de wasi ilişkisidir. Bu ilişki bir yanda tarım kabilelerinden diğer yanda denizci kabilelerden partnerler arasında düzenli ve zorunlu değiş tokuşlar tesis eder. Çiftçi ortak, ürünlerini gelip balıkçı ortağın evinin önüne koyar. O da bir başka sefer, büyük bir balık avının ardından, avının ürününü misliyle geri vermek üzere tarımla uğraşan köye gidecektir

 

226

Cermen uygarlığında da uzun süre pazar yoktu. Temelde feodal ve köylü olarak kalmış olan bu uygarlıkta, satın alma ve satış fiyatı kavramının hatta bu sözcüklerin kökeni çok yakın tarihli gibi görünüyor.

 

232

verilen ya da devredilen şeyin temsil ettiği tehlike… Bu durum, bu dillerin bütününde gift kelimesinin, bir yandan armağan diğer yandan zehir ifade eden çifte anlamını açıklar.

 

233

Hediyeler verdin,

Ama aşk hediyeleri vermedin,

İyicil bir kalple vermedin,

Hayatlarınızdan çoktan sıyrılırdınız,

Tehlikeyi bilmiş olsaydım eğer.

 

235

Bizim ahlakımızın ve hayatımızın hatırı sayılır bir kısmı da, armağan, zorunluluk ve özgürlüğün birbirine karıştığı bu aynı atmosferde durmaktadır. Neyse ki henüz her şey yalnızca alış ve satış terimleriyle sınıflandırılmış değildir. Şeylerin satış değerlerine ek olarak hala bir duygusal değeri de vardır, eğer yalnızca bu türden değerlerin var olduğunu kabul edersek tabii.

 

236

… bizim ahlakımızın bütün çabası, zengin "sadakacı"nın bilinçsiz ve onur kırıcı hamiliğini ortadan kaldırmaya yöneliktir.

 

"altta kalmak" istemeyiz.

 

237

Satılan şeylerin de ruhları vardır, bu şeyler eski sahipleri tarafından takip edilirler, onlar da eski sahiplerini takip ederler. … birçok Fransız adeti, satılan şeyi satıcıdan koparmak gerektiğini gösterir, mesela; satılan şeye vurmak, satılan koyunu kamçılamak, vs.

 

Günümüzde eski ilkeler, kanunlarımızın keskinliğine, soyutlamalarına ve insaniyetsizliğine mukavemet ediyor.

 

238

Elyazmalarının, ilk kez yapılan makinanın ya da orijinal sanat eserlerinin, yalnızca satış eyleminin ötesinde, sanatsal, edebi ve bilimsel mülkiyetinin tanınması için çok uzun süre beklemek gerekti. … bunların, bireysel zihnin olduğu kadar kolektif zihnin ürünü olduğu ilan edilir; herkes bunların bir an önce kamu malı olmasını ya da zenginliklerin genel dolaşımına girmesini arzu eder. Bununla birlikte, yaşayan sanatçıların ve onların hemen ardından gelen mirasçılarının resimlerinin, heykellerinin ve sanat nesnelerinin kıymet artışı skandalı, 1923 Eylülünde çıkan bir Fransız kanununa ilham verdi; bu kanun, bu sanat eserlerinin müteselsil satışındaki bu müteselsil kıymet artışı üzerinden sanatçıya ve onun hak sahiplerine bir takip hakkı veriyordu.

 

239

Bütün sosyal güvenlik mevzuatımız, çoktan gerçekleşmiş olan bu devlet sosyalizmi, şu ilkeden ilham alır: çalışan kişi hayatını ve emeğini bir yandan kamuya bir yandan patronlarına vermiştir ve sosyal güvenlik için işbirliği yapması gerekiyorsa, onun hizmetlerinden yararlanmış olanlar, maaş ödemesiyle ona karşı borçlarını ifa etmiş olmayacaklarından, kamunun temsilcisi olarak bizzat devlet, patronlarının ve kendisinin işbirliğiyle işçiye, işsizliğe, hastalığa, yaşlılığa, ölüme karşı bir güvence borçludur.

 

yardım sandıkları

 

Kentler ve devlet, sanayi ve pazarın genel koşullarının sebebiyet verdiği muazzam harcamaları, iş sizlere yapılan ödemeleri sırtlanmaktan bitkin düşmüş durumdadır.

 

240

yeniden bir grup ahlakına varıyoruz.     J

 

241

Bizim kültürümüzün de kaynağı olan antik uygarlıkların birinde borçların affı [Liübile], diğerinde kamu hizmetleri [liturgies], korolara veya kadırgaların donatımına mali katkı sağlama [choregies ve trierarchies ], toplu ziyafetler tertipleme [syssities] gibi kamu görevleri, ayrıca şehrin valisinin

ve konsül üyelerinin zorunlu harcamaları vardı. Bu tür kanunlara yeniden ulaşmalıyız. Bunun dışında, birey için, bireyin hayatı, sağlığı, eğitimi -ki bu zaten karlı bir şey-, ailesi ve ailesinin geleceği için daha fazla kaygı olmalıdır.

 

242

Dolayısıyla arkaik olana, temel bilgilere geri dönebiliriz ve dönmeliyiz; birçok toplumun ve sınıfın tanıdığı hayat ve eylem motiflerini orada buluruz: halka vermenin sevinci; cömertçe yapılmış sanatsal harcamaların zevki; konukseverliğin, özel ve halka açık kutlamaların zevki. Sosyal güvenlik, yardımlaşma ve işbirliğinin getirdiği özen, meslek gruplarının, İngiliz hukukunun "Friendly Societies" adıyla süslediği bütün bu tüzel kişilerin yarattığı özen; soylunun işletmecisine

sağladığı basit kişisel güvenceden daha değerlidir, işverenin tahsis ettiği günlük ücretin sağladığı küçük hayattan daha değerlidir hatta değişken bir kredi üzerine kurulu kapitalist tasarruftan da daha değerlidir.






.

.

.