.
.
.
.
Aşırılığın Peygamberleri (1985)
Allan Megill
(Çev. Tuncat
Birkan), Bilim ve Sanat Yay. 1998, Ankara
11
[Nietzsche,
Heidegger, Foucault ve Derrida] Bu yazarların yapıtlarında kriz öylesine bariz
bir unsurdur ki bunun önemine karşı çıkmak bile mümkün değildir.
Ben krizi,
özel olarak, 1880-1920 civarlarında tarihselciliğin ve tarihselciliğin yaygın,
düzeyi düşürülmüş biçimi olan ilerleme inancının çöküşüyle bağlantılı
görüyorum.
26-27
Aydınlanmanın
başarısızlığı
"Genellikle
kullanıldığı biçimiyle estetizm sözcüğü, estetik nesne ve duyumlardan oluşan
kendine yeterli bir alan içinde kapanma ve aynı zamanda estetik olmayan
nesnelerin oluşturduğu "gerçek dünyadan" bir şekilde ayrılma anlamına
gelir. Ama ben burada sözcüğü bu bildik anlamına neredeyse taban tabana zıt bir
anlamda kullanıyorum. Ben bu terimi estetik olanın sınırlı alanı içinde kapanma
durumuna değil, estetik olanı gerçekliğin tamamını kapsayacak şekilde genişletme
çabasına göndermede bulunmak için kullanıyorum. Başka bir şekilde ifade
edersek, ben bu sözcükle "sanat" ya da "dil" ya da
"söylem" ya da "metin"i birincil insan deneyimi alanını
oluşturan şey olarak görme eğilimini kastediyorum. Bu eğilim son dönemdeki
avant-garde düşüncenin büyük kısmında yaygınlaşmıştır."
Heidegger’in
son dönemlerinde … “sanat”ın ontolojik olarak yaratıcı bir potansiyeli olduğu
anlayışı mutlak anlamda tayin edici bir hal alır. “Sanat Yapıtının Kökeni”…
Burada sanatın dünyalar yarattığı ileri sürülür. Heidegger’in deyişiyle, “kendi
içinden yükselen yapıt bir dünya açar
ve onu tedavülde tutar.”
28
Foucault’nun
konumunun estetik temelleri en net olarak ilk önemli kitabı olan Deliliğin Tarihi’nde (1961) görülür. …
[Bundan böyle] “dünya (Batı dünyasında ilk kez olarak) yapıtla ilişkili olarak
kusurlu hale gelir; artık yapıt tarafından itham edilmekte, yapıtın dili
tarafından kendi kendine çeki düzen vermeye zorlanmakta, yapıt ona bir tanıma,
onarma görevi vermektedir.” Foucault’nun kariyerine aşina olanların bildiği
gibi, başlangıçta ‘sanat yapıtı’na duyulan bu ilgi yerini kısa zaman sonra bir ‘söylem’
kaygısına bırakmıştır. … Sanat, dil, söylem ve yoruma son kertede aynı şeyler
olarak bakılabilir. Her biri, görünüşte sadece kendisinin temsil ettiği dünyayı
yaratır.
38
Dünyaya
özne/nesne ayrımı açısından bakma üzerindeki Kartezyen ve Kantçı ısrara karşı,
Heidegger “Dünyada-olma” kavramını önerir.
41
Schiller … “estetik
birlik’in sadece sanatta değil aynı zamanda düşüncenin kendisinde de aktif
olduğunu gösterdiğini” gören ilk kişidir.
43
(Schiller,
26. mektupta) Estetik benzeti oyundur, mantıksal benzeti ise salt aldatmaca.
Estetik benzeti hakikate asla zarar vermez, çünkü “hiçbir zaman onu hakikatin
yerine ikame etme gibi bir tehlike söz konusu değildir; ki zaten hakikati
zedelemenin de başka yolu yoktur.
45
… estetiğin
birincilliği Kant’ta sadece biçimsel ya da düzenleyici nitelikteyken, Schelling’de
tözsel niteliktedir. Schelling bir yanda doğanın ve öte yanda sanat yapıtının
bir ve aynı faaliyetin, özü itibariyle estetik olan bir faaliyetin ürünü
olduklarını ileri sürer. Dünya ile sanat yapıtı arasındaki tek fark, ilkinde
yaratıcı faaliyet bilinçsizken ikincisinde bilinçli olmasıdır. … Nietzsche’nin
en yakın öncüsü, Schopenhauer dünyayı ‘fikir’ ya da ‘tasarım’ olarak görürken,
Nietzsche, tıpkı Schelling gibi, bir sanat yapıtı olarak görür.
46
(Schelling)
Felsefenin düşüncede temsil ettiği şeyi yalnızca sanat nesneleştirebilir. …
Bilimler şiirle başlamıştır; şiirle bitecektir.
47
(Edebiyat ve
felsefe arasındaki engelleri yıkma) … Foucault’da da yapıtlarının çoğunun
görünüşteki bilimciliği (ki aslında bir bilim parodisidir bu) yüzünden üstü
kapalı kalmıştır.
Nietzsche ve Estetik
65
… Nietzsche ‘doğa’yı
ve ‘doğal olan’ı insanın yaratımları olarak görmektedir. Ona göre, içinde
yaşadığımız dünya sürekli olarak yaratılan ve yeniden yaratılan bir sanat
yapıtıdır; dahası, bu yanılsama ağının ne ‘ardında’ ne de ‘ötesinde’ hiçbir şey
yoktur. … “Varoluş ve dünya ancak estetik
olgular olarak ebedi gerekçelerini bulurlar”
(Tragedyanın Doğuşu).
67
[Tanrı’nın
ölümü… iki tür nihilizm vardır. Bir yanda, Nietzsche’nin dünyanın
hükümsüzlüğünün sunduğu fırsat olarak gördüğü şeye cevap vermeyi başaramayan
bir nihilizm vardır. … Öte yanda ise, aktif, estetik bir nihilizm vardır. …
sızlanacağımız yerde bir dünya icat ederiz. Doğal sınırlar tarafından
engellenmeksizin kendi varoluşumuzun sanatçıları oluruz. Nietzsche Nachlass’da şunları söylerken aklında bu
vardır: “Nihilizmin en aşırı biçimi”, “gerçek bir dünya” olmadığı ve bu yüzden
de her şeyin “kökeni bizde olan perspektifsel
bir görünüş” olduğu görüşüdür. Bu görüşü kabul ederek, yalanların zorunlu
olduğunu görürüz; yalanların zorunlu olduğunu kabul ederek kutsal -yani,
yaratıcı- bir düşünce yoluna gireriz.
77
Nietzsche’ye
göre, Apolloncu maya tülü bizi
varoluşun acımasız gerçekliklerine karşı korumaya çalışır. Bizi “şenlikli
yanılsamanın sağaltıcı merhemiyle” iyileştirir. Bize “güzellik tülüyle
uyumsuzluğun üzerini örtecek harika bir yanılsama [Illusion] verir. Ama Donysos da aynı şevkle, Apolloncu tülü yırtıp
atar, “Varlığın Anaları”na, “gizemli asli birliğe” giden yolu açar.
79
"...
Foucault, yaptığı tarihsel çalışmaların günümüzde belli siyasi sonuçlar yaratma
amacıyla yazılmış kurmaca yapıtlar olduğunu söylediğinde, kendini Nietzshe'yle
aynı konumda bulur. Eğer Foucault'nun okurları onun tarihle ilgili oldukları
iddia edilen yazılarının kurmaca olduğunu bilirlerse, o zaman bu yazıların
herhangi bir rasyonel standarda göre siyaset üzerinde istenen sonucu yaratması
mümkün değildir. Öte yandan, okurları onun yazılarının kurmaca olduğunu
bilmezlerse de, bu yazılar okurların uzlaşmayan bir gerçeklikle (bu gerçekliğe
de bir kurmaca desek bile) kurdukları ilk temasta yetersiz kalacaklardır.
Ancak
Nietzsche ile Foucault'nun benimsedikleri konumun anlamlı olabileceği bir bağlam
vardır: Estetik bağlam. Estetik alanında, kuşkularımızı kendi irademizle askıya
alırız. Seyrettiğimiz oyuna ya da okuduğumuz romana, betimlenen olaylar gerçek
olaylarmış gibi yaklaşırız. Yanılsamanın yanılsama olduğunu hem biliriz hem
bilmeyiz. Sanat yapıtının dünyasına gireriz ve bir süreliğine estetik-olmayan
dünya önemsizleşir ya da en azından bilincimizde bir kenara çekilir."
"heidegger,
foucault ve derrida da öznelcilik-karşıtı bir sanat görüşü ile bağlanıyorlar...
sanat doğrudan doğruya onu yaptığı varsayılan bir kişiye teşmil (yaymak,
yayılmak) edilemez..." 249
86
Nietzsche’nin
Apolloncu yanılsamacılıktan Dionysoscu gerçekçiliğe geçmesi…
89
Örneğin bir
yaprağı ele alalım. Her yaprak, ne kadar az olursa olsun, diğerlerinden
farklıdır. Bundan çıkan sonuç şudur ki yaprak
kavramı ancak bu farklılıkların göz ardı edilmesi yoluyla oluşabilir -
Nietzsche bu görmezden gelmenin tamamiyle keyfi olduğunu düşünür. Yani, yaprak kavramı yaprakların gerçekliğinin
yanlışlanmasıdır. Ona göre, kavram ilk olarak, gerçekliğe onun hiç bilmediği
bir varlık atfeder -bu örnekte, yaprak kavramı ve formunu, genelde yaprağı.
… kavramlar
gerçekliği çoğulluğundan, insan deneyimini de özgün zenginliğinden ve
canlılığından yoksun bırakan çıplak şemalardır.
90
Ama tek tek
kavramlarda durmamak gerekir… [büyük yapı, kast, tabaka, piramit, katı düzenlilik, matematik mantık, yasalar…]…
tek tek her kavramda bulunan yanlışlamanın daha yüksek ve daha karmaşık bir
düzeyde tekrarlanmasıdır.
91
Dil
gerçeklikle hiçbir temas kurmaz, yalnızca kendi kendine, kendine-yeterli bir
dünya uydurarak böylesi bir temas varmış yanılsamasını iletir.
93
“[Hakikat]
eğretilemelerden, düz değişmecelerden, insanbiçimciliklerden oluşan seyyar bir
ordudur: Kısacası şiir ve belagat yoluyla yoğunlaştırılmış, aktarılmış,
süslenmiş olan ve uzunca bir süre kullanıldıktan sonra herkese fazlasıyla
sabit, kural koyucu ve bağlayıcı gelmeye başlayan insan ilişkilerinin bir
toplamıdır; hakikatler yanılsama oldukları unutulmuş olan yanılsamalardır;
aşınıp duyumsal güçlerini yitirmiş olan metaforlardır; üzerlerindeki resimler
silinmiş olan ve artık para olarak değil sadece metal olarak bir işe yarayan
paralardır” (OTF - On Truth and Falsity in an Extra-Moral Sense, s. 184).
İnsan … ancak
metaforları ‘buharlaştırıp’ şemalar haline getirerek hayvan dünyasının dışına
çıkabilmiştir.
104
… “Mantık
gerçek dünyayı bizler tarafından koyutlanan bir varlık şeması yoluyla anlama;
daha doğrusu, onu kendimiz için formülleştirilebilir ve hesaplanabilir hale
getirme çabasıdır.
105
Bir yanda, “soluk,
soğuk, gri kavram ağları”, öte yanda ise “duyuların rengarenk girdabı” vardır. …
İnsanlık, kavramları dünyanın gerçek hali sanma yanlışına düşmüştür; bizler
neden, ardışıklık, görelilik, sayı ve benzerlerinden oluşan ve “sanki ‘kendi
başına’ varmış gibi şeylerin arasına katılıp karıştırdığımız” bir “simge dünyası”
yaratmışızdır. (BGE, 21).
106
Nietzsche bize
gerekçeler değil, imgeler; akıl yürütmeler değil, alegoriler sunar.
110
Nietzsche’nin
istediği, sanat ile hayat arasındaki bu tür bütün ayrımların ortadan
kaldırılmasıdır.
111
Ama -Nietzsche’ye
‘normal’ bir itiraz yöneltecek olursak- ‘sanat’ gerçekliği yaratamadığı gibi,
gerçeklikten kurtulmuş olduğumuzu da ilan edemez. Nihai olarak, “şeylerin
üzerinde özgürlük” diye bir şey yoktur, bu sadece estetiğin kendi sınırlı alanı
içinde, estetik-ütopik vizyon alanı içinde mümkün olabilir. (Bütün
ütopyacıların en gerçekçisi olan Marks bunu gayet iyi anlamıştı).
137
Nietzsche
burada (Şen Bilim) başka şeylerin yanı sıra, kendi sözleriyle modern kültürde “bilince
gülünç derecede fazla değer verme ve onu yanlış anlama” eğilimine saldırır ve
gelecek için en önemli ödevin “bilgiyi bütünleştirmek ve içgüdüselleştirmek”
olduğunu ileri sürer. Mit işte burada rol oynayacaktır, çünkü Nietzsche’ye göre
mitin değeri, belli bir kültürdeki herkesi birleştiren, kavramsal-olmayan,
bilinçdışı bir bilgi sistemi, bir dolayımsız tepki örüntüsü sunmasında yatar.
139
Şüphesiz,
Nietzsche’nin bengi dönüşü hem Hıristiyan kurtuluş mitinin hem de on dokuzuncu
yüzyıl burjuvazisinin ilerleme mitinin inkârı olarak kurguladığı açıktır.
153
Nietzsche
dilin çarpıttığı konusunda ısrarlıdır. Ona göre, böylesi bir çarpıtmanın en
meşum örneği, Hint-Avrupa dillerindeki keskin özne-nesne ayrımının Batı
felsefesi üzerinde yarattığı etkidir. (cogito ergo sum) “… ortada bir düşünce
olduğunda ‘düşünen’ bir şey de olması gerektiği fikri, her fiile bir fail
ekleyen dilbilgisi alışkanlığımızın bir ifadesinden ibarettir.”
156
Önemli olan
dildir, sadece dil -dilin “yine tek bir uzam içinde kapsanan… uçsuz bucaksız
oyunu.” Bu oyunun keşfedilmesi, Foucault’ya göre, “yepyeni bir düşünce biçimine
doğru atılan kesin bir adım” anlamına gelir.
157
“Korkarım ki
hâlâ dilbilgisine inandığımız için kurtulamıyoruz Tanrı’dan” … Nietzsche özne
kavramının dilbilgisindeki özne-nesne ayrımından kaynaklandığına inanır. Ama, ‘Tanrı’
en üst özneden başka bir şey olmadığına göre, Tanrı fikrinin kökeni de
dilbilgisindedir.
162
… eskiden
sanatın zamini olarak bakılan şeyin artık bizatihi bir sanat biçimi olduğunu
görürüz. Her türlü zemin yitirilmiştir ve yüzer-gezer bir estetik evrenle baş
başa kalırız. Foucault, Nietzsche’nin insanı ve Tanrı’yı “kendi dilinin iç-uzamında”
öldürdüğünü söylediğinde, beklide farkında olmadan bu sorunu ortaya koyar…
163
Ve -birçok
kişinin hatırlatacağı gibi- onu biliyor olma olasılığımızı temellendiremesek
bile, dünyayı biliyoruz ve onun
içinde yaşayabiliyoruz.
315
[Göstergeler
tarihi, göstergelerin aşamaları: Megill, Aşırılığı Peygamberleri]
336
jeoloji
347
[Foucault
burada hakikat karşısında yaptığı şeylerin niçin kurgusallık taşıdığını
belirtiyor]
496
Nietzsche,
Heidegger, Foucault ve Derrida "ıslah edici" bir söylemle konuşurlar;
Rotry'nin ifadesiyle "garipliğinin gücüyle bizi eski benliklerimizden
çıkarmak, yeni varlıklar olmamıza yardımcı olmak" üzere tasarlanmış bir
söylemdir onlarınki. Aynı noktayı başka bir biçimde ifade edecek olursak, bu
yazarlar ekstasis kapasitemizi
-içinde bulunduğumuz durumları aşma, zaman ve mekân içindeki benliklerimizin
dışına çıkma şeklindeki yaratıcı yeteneğimizi- teşvik etmeye çalışırlar. Bu son
derece önemli bir projedir, çünkü ekstasis
kapasitesi, bizim ahlaki varlıklar olarak eylememizi sağlayan, üzerinde eylemde
bulunduğumuz kişilerde kendimizi görmemize imkân veren şeydir tam da.
497
"O
halde, estetizm nedir? Estetizme, en geniş biçimde, Aydınlanma ve
Aydınlanma-sonrası dönemde büyük ölçüde sanat alanıyla sınırlanmış olan ıslah
etme biçimini, ekstasis'in canlandırılmasını düşüncemize ve hayatlarımıza geri
getirme çabası olarak bakılabilir. ... Estetizme eleştirel olarak yaklaşmak
için, estetizmin ıslah etmeyi amaçlayan bir öğreti olduğu şeklindeki genel
önermeden bu daha özgül önermelere geçmek gerekir."
498
"...
Heidegger'le Foucault'nun, onlardan önce de Nietzsche'nin estetist
önermelerinin bire bir ele alınmaması gerektiği açıktır. Bunlar daha çok
mübalağa sanatının örnekleridir. Belli retorik amaçlar göz önünde
bulundurularak yapılan abartmalardır. Ama yine de burada bir sorun vardır,
çünkü bu iddiaların retorik olarak etkili olması büyük ölçüde bire bir kabul
edilmelerine bağlıdır. Estetizmin büyük tehlikesi veya kusuru da buradadır."
501
'Aşırılığın
Peygamberleri' kitabında ele aldığı Derrida, Foucault, Nietzsche ve Heidegger
için Allan Megill, bu düşünürleri "sanatçı filozoflar" olarak
adlandırmaktadır. Çünkü bu düşünürler "hayal güçlerimizi genişletmeye
çalışmaları, bizi birçok olasılığa açmaları açısından" modern sanatçıları
izlediklerini dile getirmiştir. (1998:505) "Onların yazılarına, tıpkı
sanatçıların yapıtlarına baktığımız gibi, verili olanla bir gerilim içinde var olan
yapıtlar olarak bakmalıyız."
.
.
.
.