.
.
.
WALTER BENJAMİN
(1927 – 1940)Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı
(Çev. Ahmet Cemal)  Yapı Kredi Yayınları, İstanbul:1995
“Güzel  sanatlarımızın kuruluşu ile çeşitli tiplerinin saptanışı, bizimkisinden  çok değişik bir zamana ve nesnelerle koşullar üzerindeki güçleri  bizimkisiyle karşılaştırıldığında neredeyse yok denecek kadar az olan  insanlara kadar geriye uzanır. Araçlarımızın esneklik ve yetkinlik  bakımından geçirdiği gelişme, “Güzel”e ilişkin antik endüstrinin yakın  gelecekte köklü değişimlere uğramasını çok olası göstermektedir.  Sanatların bütününde artık eskisinden farklı gözlemi ve işlemeyi  gerektiren fiziksel bir yan vardır; bu fiziksel yanın kendini çağdaş  bilimin ve uygulamaların etkilerine daha fazla kapayabilmesi  olanaksızdır. Yirmi yıldan bu yana ne madde, ne uzam, ne de zaman  eskiden beri olduğu konumdadır. Bu denli büyük yeniliklerin sanatların  tekniğini olduğu gibi değiştirmesine, böylece doğrudan buluş yeteneğini  etkilemesine ve sonunda belki de sanat kavramının kendisini  düşünülebilecek en sihirli biçimde değiştirmesine hazır olmalıyız. 
________________________________
Paul Valéry: Piéces sur l’art. Paris, p.103-104 Pléiade,1 (“La conquéte l’ubiquite”).
46
...Bu  savların diyalektiği üstyapıda, ekonomide olduğundan daha az belirgin  değildir. Bundan ötürü bu tür savların birer savaşım aracı olarak  değerini küçümsemek yanlış olur. Söz konusu savlar –yaratıcılık ve deha,  sonrasızlık değeri ve giz gibi- eskiden kalma birtakım kavramları saf  dışı etmiştir; ...
47
...sanat yapıtının teknik aracılığıyla yeniden-üretilmesi yeni bir olgudur; ...
Yunanlılar,  sanat yapıtlarının teknik yoldan yeniden üretimi için biri döküm,  biride sikke basmak olmak üzere yalnızca iki yöntem tanımaktaydılar.  Bronz yontular, terracotta ve sikkeler, Yunanlılarca kitlesel üretimi  gerçekleştirebilen tek sanat yapıtlarıydı. Bunların dışında kalanların  hepsi yalnızca bir defaya özgüydü ve teknik bakımdan yeniden  üretilemiyordu.
Litografi  (taşbaskı) ile birlikte yeniden-üretim tekniği bütünüyle yeni bir  aşamaya vardı. ...bu teknik, ilk kez olarak grafik ürünlerinin yalnızca  (önceden olduğu gibi) kitlesel değil, ama aynı zamanda her gün yeni  biçimlemelerle piyasaya sürülebilmesine olanak sağladı.
Fotoğrafla  birlikte insan eli, resmin yeniden-üretim süreci içerisinde ilk kez en  önemli sanatsal yükümlerinden kurtuldu; bu yükümler artık yalnızca  objektife bakan göz tarafından üstlenildi. Gözün algılaması, elin  çizmesinden çok daha az zaman aldığından, resmin aracılığıyla  yeniden-üretme süreci, konuşmayla atbaşı gidebilecek hıza erişti.  Stüdyoda çalışan film operatörü, görüntüleri oyuncunun konuşmasıyla eş  zamanlı yakalayabilecek konuma geldi.
48
En  etkin düzeydeki yeniden-üretimde bile eksik olan bir yan vardır: sanat  yapıtının şimdi ve burada’lığı – başka deyişle, bulunduğu yerde  biriciklik niteliğini taşıyan varlığı.
Özgün  yapıtın şimdi ve burada’lığı, o yapıtın hakikiliği kavramını oluşturur.  Bronz bir yapıtın üstündeki yeşil küfün kimyasal çözümlemesi o yapıtın  hakikiliğinin saptanmasına yardımcı olabilir... Hakikilik, teknik yolla  –doğal olarak aynı zamanda başkaca yollarla da- gerçekleştirilen  yeniden-üretimin bütünüyle dışında kalır.
49
...yeniden-üretimin ...şimdi ve burada’lık niteliğini değerinden yoksun kıldığı kesindir.
Bir  nesnenin hakikiliği, maddi varlığından tarihsel tanılığına değin,  başlangıçtan bu yana o nesnede gelenekleşmiş olanların bütününden  oluşur. Tarihsel tanıklık maddi varlıktan temellendiğinden, birinci  öğenin insanlarla bağını kesen yeniden-üretim, ikincinin, yani tarihsel  tanıklık öğesinin de sarsıntı geçirmesine yol açar. Sarsıntı geçiren,  yalnızca bu öğedir hiç kuşkusuz; ancak tarihsel tanıklıkla birlikte  zarar gören, nesnenin otoritesinden başka bir şey değildir.
Burada  varlığı son bulan şey, özel atmosfer kavramıyla özetlenebilir ve şöyle  denebilir: Sanat yapıtının teknik yoldan yeniden-üretilebildiği çağda  gücünü yitiren, yapıtın özel atmosferi olmaktadır.
Yeniden-üretim  tekniği, yeniden-üretilmiş olanı geleneğin alanından koparıp  almaktadır. Bu yeniden-üretilmişi çoğaltarak, onun bir defaya özgü  varlığının yerine, yine onun bu kez kitlesel varlığını geçirmektedir. Ve  yeniden-üretilmiş olanın, alımlayıcıya bulunduğu konumda seslenmesine  izin vermekle, üretilmiş olanı güncelleştirmektedir. Bu iki süreç,  gelenek yoluyla aktarılmış olanın dev bir sarsıntı geçirmesine yol  açmaktadır – bu gelenek sarsıntısı, şu andaki bunalımın öteki yüzünü ve  insanlığın yenilenişini dile getirmektedir.
50
Tarihin  uzun dönemleri boyunca insanlığın varoluş biçiminin bütünüyle birlikte,  duyularıyla algılama biçimi de değişime uğrar. Duyularla algılamanın  kendini örgütlendirme biçimi –bu algılamayı gerçekleştiren araçlar-  yalnızca doğal koşullardan değil, aynı zamanda tarihsel koşullardan  bağımlıdır.
Eğer  çağdaş algılama ortamındaki değişiklikler özel atmosferin çöküşü olarak  kavranabilirse, o zaman bu çöküşün toplumsal koşulları da  gösterilebilir.
51
Doğal  nesnelere ilişkin özel atmosferi, -ne denli yakınımızda bulunursa  bulunsun- bir uzaklığın biriciklik niteliğini taşıyan görüngüsü diye  tanımlamaktayız. Bir yaz günü öğleden sonra dinlenirken, bakışların  ufuktaki sıradağ çizgisini ya da gölgesi dinlenmekte olana vuran bir  dalı izlemesi, bu dağların ya da dalın özel atmosferini yaşamaktır. Bu  tanımın yardımıyla, özel atmosfer kavramının çağımızdaki çöküşünün  toplumsal kökenlerini saptamak kolaydır. Söz konusu çöküş, her ikisi de  kitlelerin günümüz yaşamındaki artan önemiyle bağıntılı iki olgudan  temellenmektedir. Günümüzde kitlelerin  nesneleri  uzamsal ve insani açıdan “yakınlaştırmaya” yönelik, tutku derecesine  varan isteği ile, her olgunun biriciklik niteliğini yeniden-üretim  yoluyla aşmak eğilimi atbaşı gitmektedir. Nesneyi betim aracılığıyla,  daha çok kopyalar, yani yeniden-üretim yoluyla en yakın görünümü  içerisinde el altında bulundurma gereksinimi günden güne artmaktadır.  ... Betimde biriciklik ve süreklilik nitelikleri, ötekilerde ise  geçicilik ve yinelenebilir olma nitelikleri yoğun bir kaynaşma  içerisindedir. Nesnenin çevresini saran kabuktan çıkarılması, özel  atmosferinin yıkılması, belli bir algılamanın belirtisidir; bu  algılamanın “nesnelerin tümel eşitliği”ne ilişkin duyumu o denli yoğun  bir düzeye varmıştır ki, bu duyum biriciklik niteliğini taşıyan bir  nesneden de yeniden-üretim yoluyla elde edilebilmektedir. Böylece  kuramsal alanda istatistiğin artan önemiyle belirginleşen olgu,  varlığını algılama alanında da  duyurmaktadır.  Gerçeğin kitlelere göre, kitlelerin de gerçeğe göre kendilerine yön  vermeleri, gerek düşünme gerekse görü bakımından boyutları sınırsız bir  olgu niteliğini taşımaktadır.
52
Sanat  yapıtının geleneğin bağlamına en eski yerleşme ortamı, kült ortamıdır.  Bilindiği gibi, en eski sanat yapıtları önce büyüsel, sonra da dinsel  nitelikli kutsal törenlerin hizmetinde kullanılmak üzere  oluşturulmuştur. Burada belirleyici olan nokta, sanat yapıtının özel bir  atmosfer taşıyan varoluşu ile törensel işlevi arasındaki bağıntının  hiçbir zaman bütünüyle kopmamasıdır. Başka deyişle, “hakiki” sanat  yapıtının biriciklik değeri, temelini, özgün ve ilk kullanım değerine de  kaynaklık  etmiş olan kutsal törende bulur. Sözü edilen temel, ne denli dolaylı  olursa olsun, güzel’e hizmet edişin en dünyevi biçimlerinde bile dinden  bağımsız bir tören niteliğiyle belirgindir. Rönesansla birlikte  belirginleşen ve üçyüz yıl boyunca geçerliliğini koruyan bu güzellik  kültü, söz konusu sürenin ardından uğradığı ilk ağır sarsıntı sırasında  da temellerini açıkça sergilemiştir. Gerçek bir devrim niteliğindeki ilk  yeniden-üretim aracı olan fotoğrafın (sosyalizmin başlangıcıyla eş  zamanlı olarak) ortaya çıkmasıyla birlikte sanat, aradan bir yüzyıl daha  geçtikten sonra artık varlığı tartışmasız olacak bunalımın yaklaştığını  duyumsadığında, sanata özgü bir tanrıbilim diye tanımlanabilecek sanat  sanat içindir öğretisiyle tepki göstermiştir. Daha sonra bu öğretiden,  bir tür “arı” sanat düşüncesinin örtüsüne sarılmış olarak, neredeyse  olumsuz diyebileceğimiz bir tanrıbilim kaynaklanmıştır; bu öğreti  yalnızca her türlü toplumsal işlevi değil, ama her türlü belirlemeyi de  nesnel bir suçlama ile reddeder. 
Sanat  yapıtının teknik yoldan yeniden-üretilebildiği dünya tarihinde ilk kez  olarak yapıtı kutsal törenlerin asalağı olmaktan özgür kılmaktadır.  Yeniden-üretilen sanat yapıtı gittikçe artan ölçüde  yeniden-üretilebilirliği hedefleyen bir sanat yapıtının yeniden-üretim’i  olmaktadır.
Gelgelelim sanatsal üretimde hakikilik ölçütünün iflasıyla birlikte, sanatın toplumsal işlevi de  bir  bütün olarak köklü bir değişim geçirmiştir. Sanatın kutsal törenden  temellenmesinin yerini bir başka uygulama, yani sanatın politika  temeline oturtulması almıştır.
53.
Sanatsal  üretim, kültün hizmetindeki oluşumlarla başlar. Bu oluşumların asıl  önemli yanının görülmeleri değil, ama varlıkları olduğu varsayılabilir.  ... mağarasının duvarlarına çizdiği geyik... resim aslında ruhlar için  düşünülmüştür.
...birinci planda bir büyü aracı olması ve sanat yapıtı niteliğinin ancak geç sayılabilecek bir dönemde tanınması...
...sanatsal  işlev, günümüzde, yarın belki de ikincil sayılabilecek bir işlev  niteliğiyle belirginleşmektedir. Ancak fotoğraf ve filmin günümüzde sözü  edilen işlevin en kullanışlı araçlarını oluşturdukları kesindir.
55
Tekniğin  olanaklarıyla çoğaltım çağı, sanatı kült temelinden ayırdığında,  sanatın özerklik görünümü de sonrasız ortadan kalkmış oldu.
58
Oyuncudan  kapıya vurulması üzerine korkması istenebilir. ... O zaman yönetmen,  herhangi bir zaman, oyuncu yine stüdyoda olduğundan, arkasında onun  haberi olmaksızın bir silah attırabilir. Sanatın, onca zaman  gelişebileceği tek alan sayılmış olan “güzel görünüş” alanından artık  uçup gitmiş olduğunu bundan daha çarpıcı gösterebilecek bir örnek  yoktur.
59
Sinema, atmosferin (Aura) zayıflamasına, “personality”yi stüdyonun dışında yapay yoldan kurarak yanıt verir.
Hem  sinemanın, hem de sporun tekniği açısından ortak olan nokta, herkesin  bu alanlarda sergilenen edimleri yarı uzman niteliğiyle izlemesidir.
60
Okur, her zaman bir yazara dönüşmeye hazırdır.    ....    Yazınsal yeterlilik, kaynağını artık uzmanlık eğitiminde değil, ama politeknik eğitimde bulmakta, böylece de kamunun ortak varlığına dönüşmektedir.
61
Cerrah, karşı kutbunda büyücünün yer aldığı bir kutbu simgeler. 
Elini  hastasının üstüne koyarak onu iyi eden büyücünün tutumu, hastanın  bedeninin içine müdahalede bulunan cerrahın tutumundan farklıdır.  Büyücü, kendisiyle tedavi gören arasındaki doğal uzaklığı korur; ... 
Özetle,  operatör, büyücüden farklı olarak (ki, bugünün pratisyen hekiminde de  biraz büyücülük yanı vardır) asıl önem taşıyan anda hastasına bir insan  gözüyle değil, neşteriyle açacağı bir gövde gözüyle bakar. Büyücü ile  operatör arasındaki ilişki, ressamla kameraman arasındaki ilişki  gibidir. Ressam, çalışması sırasında verili olgu ile kendisi arasında  doğal bir uzaklık bırakır, buna karşılık kameraman, olgunun dokusunun  derinliklerine girer. Her ikisinin oluşturdukları resimler, birbirinden  çok ayrıdır. Ressamınki bütünsel bir resimdir ve bu resmin parçaları  yeni bir yasaya göre bir araya gelir.
62
...bir  sanatın toplumsal açıdan taşıdığı önem azaldığı ölçüde, izleyici  kitlesi içerisinde eleştirel tutum ile tad almaya yönelik tutum arasında  –resim sanatında açıkça görüldüğü gibi-, bir ayrılık ortaya çıkar.  Geleneksel olanın keyfi hiçbir eleştiri yöneltilmeksizin çıkarılırken,  gerçekten yeni olan, itici bulunup eleştirilir. Sinemada ise izleyicinin  eleştirel tutumu ile tad alan tutum birbiriyle örtüşür.
63
Filmin  sergilediği edimlerin, tabloda ya da tiyatro sahnesinde  betimlenenlerden çok daha kesin ve çok daha kabarık sayıda bakış  açılarından çözümlenebilir olması...
64
Perdede  canlandırılanın, sahnedekiyle karşılaştırıldığında daha geniş ölçüde  çözümlenebilir olması, perdedeki edimin çok daha kolaylıkla  yalıtılabilmesinden kaynaklanır. Bu durumda sanatla bilimin karşılıklı  birbirlerinin içine girmelerini destekleyici bir eğilim bulunmaktadır. –  zaten söz konusu durumun asıl önemi de burada yatar. Aslında belli bir  konumda net betimlenmiş bir devinimin -örneğin gövdedeki bir kas gibi-,  sanatsal değerinin mi, yoksa bilimsel değerlendirilebilirlik niteliğinin  mi daha çekici olduğunu söyleyebilmek, hemen hemen olanaksızdır.  Fotoğrafın daha önce çoğu kez birbirinden ayrı düşmüş iki niteliğini,  sanatsal kullanımı ile bilimsel değerlendirilmesini özdeş olarak  algılanabilir kılmak, sinemanın devrimci işlevlerinden biri olacaktır.
Sinema,  dağarcığından yakın çekimler yaparak, tanış olduğumuz nesnelerin gizli  ayrıntılarını vurgulayarak, kameranın dahice yönetimiyle sıradan  ortamları irdeleyerek, yaşamımızı yöneten zorunluluklara ilişkin  bilgileri arttırdığı gibi, bize daha önce hiç düşünülmemiş, dev bir  devinim alanı da sağlar.
Kameraya  seslene doğanın göze seslenenden farklı olduğu da böylece  somutlaşmaktadır. Bu farklılık, özellikle insanın bilinciyle etkin  olduğu bir uzamın yerini, bilinçsiz etkinliğe sahne olan bir uzamın  almasında ortaya çıkmaktadır.
65
Eskiden  beri sanatın en önemli görevlerinden biri, eksiksiz karşılanabilmeleri  için zamanın henüz erken olduğu istemleri üretmek olmuştur. Her sanat  biçiminin geçmişinde bunalımlı dönemler vardır; bu dönemlerde söz konusu  biçim, zorlamasız olarak ancak değişik bir teknik konumunda, başka  deyişle yeni bir sanat biçimi içerisinde ortaya çıkabilecek etkilerin  gerçekleşmesi için zorlamada bulunur. Sanatta özellikle bu türden çöküş  dönemlerinde görülen taşkınlıklar ve kalabalıklar, kaynaklarını gerçekte  sanatın en zengin tarihsel güçlerinin odak noktasında bulur. Bu türden  barbarlıkları en son olarak Dadaizm, kabarık sayıda sergilemişti. Bu  akımın yönelimi, şimdi saptanabilmektedir: Dada akımı, izlerçevrenin  bugün sinemada aradığı etkileri, resim sanatının (ya da yazının)  araçlarıyla üretmeye çalışmıştı.
İstemlere yönelik, tam anlamıyla yeni ve dönüm (dönem) noktası niteliğindeki her üretim, ereğinin dışına taşar.
68
Bu sanatın (mimari) tarihi, öteki bütün sanatlarınkinden eskidir.
Yapılar,  ikili yoldan alımlanır: Hem kullanımla, hem de bu yapıların  kullanılmasıyla. Daha iyi deyişle bu alımlama, hem dokunsal, hem de  görsel yoldan gerçekleşir.
Böyle  bir alımlama, örneğin turistlerin ünlü yapıların önündeki konumları  gibi bir konumda tasarımlandığı takdirde, anlaşılamadan kalacaktır.  Çünkü görsel alandaki yoğun iç gözlemin karşılığı, dokunsal alanda  yoktur. Dokunsal alımlama, hem dikkatin yoğunlaştırılması, hem de  alışkanlık aracılığıyla gerçekleşen bir alımlama değildir. Mimari söz  konusu olduğunda alışkanlık, geniş ölçüde olmak üzere, görsel alımlamayı  bile yönlendirir. Görsel alımlama da aslında yoğun bir dikkatten çok,  geçerken şöyle bir ayırdına varma olgusundan kaynaklanır. Ancak mimarlık  alanınca belirlenmiş bu alımlama, belli koşullar altında genel bir  kurallar bütünü niteliğini de kazanır. Çünkü: Tarihin dönüm noktalarında  insanın algılama aygıtına verilen görevlerin, salt görsellikle, yani  yoğun iç gözlem aracılığıyla yerine getirilmesi olanaksızdır. Bu  görevlerin üstesinden zamanın akışı içerisinde dokunsal alımlamanın,  yani alışkanlığın yönlendirilmesiyle gelinir.
69
Faşizm kendi içinde tutarlı olarak, politik yaşamın estetize edilmesini amaçlar.
70
...savaş,  yıkımlarıyla toplumun tekniği kendi organı kılmaya yetecek olgunlukta  olmadığının, tekniğin de toplumun temel güçlerini yenecek ölçüde  gelişmediğinin kanıtını sergilemektedir.
Emperyalist  savaş, toplumun doğal malzemesinden yoksun kıldığı istemleri “insan  malzemesi”nin yardımıyla karşılayan tekniğin bir başkaldırısıdır.  Teknik, nehirleri kanalize edecek yerde, insan selini siperlere  yöneltmekte, uçaklarından tohum atacak yerde kentlere yangın bombaları  yağdırmaktadır; gaz savaşında ise Aura’yı yeni bir biçimde ortadan  kaldırmaya yarayan bir araç bulmuştur.
“Fiat ars, pereat mundus”  (Sanat olsun –isterse dünya batsın) diyen faşizm, tekniğin değişime  uğrattığı, duyusal algılamanın sanatsal düzlemde doyuma ulaştırılmasını,  Marinetti’nin itiraf ettiği gibi, savaştan bekler. ... (İnsanın)  Kendine yabancılaşması, ona kendi yıkımını birinci sınıf bir estetik haz  kaynağı niteliğiyle yaşatacak boyutlara varmıştır. Faşizmin politikayı  estetize etme çabalarının vardığı nokta, işte budur. Kominizm, buna  sanatın politize edilmesiyle yanıt verir.
__________________________
7)  Aura’nın “bir uzaklığın, ne denli yakınında bulunursa bulunsun, bir  defaya özgü görünüşü” diye tanımlanması, sanat eserinin kült değerinin  uzamsal-zamansal (olmasından) başka bir şey değildir.  Uzak, yakının karşıtıdır. Asıl uzak ise, yaklaşılamaz olan’dır. Gerçekte  yaklaşılamazlık, kült imgesinin temel bir niteliğidir. Kült imgesi,  doğası gereği “ne denli yakında bulunursa bulunsun, uzak kalır”. İnsanın  kendi malzemesi aracılığıyla elde edebileceği yakınlık, imgenin  görünüşünün ardından da koruduğu uzaklığı kesintiye uğratmaz.
9) ...Sinema eserinin teknik yoldan yeniden-üretilebilirliği, doğrudan bunların üretim tekniğinden kaynaklanır.
10)  ...(Hegel)  Tarih Felsefesi Üzerine Dersler’de bu konuda şöyle demektedir:  “Resimler, uzun zamandan beri vardı; Din, ibadet sırasında kullanmak  için resimleri gereksinmişti, ama güzel resme gereksinimi yoktu, dahası  güzel resimler, din açısından rahatsız ediciydi. Güzel resimde dışsal  bir yan da vardır; fakat resim güzel olduğu ölçüde, insana ruhuyla da  seslenir; buna karşılık ibadet çerçevesinde bir nesneyle kurulan ilişki  önem taşır, çünkü ibadetin kendisi, insan ruhunun tinden yoksun bir  körelmesinden başka bir şey değildir... Sanatın salt ilke açısından bile  kilisenin dışına çıkmış olmasına karşın... güzel sanatlar kilisede  doğmuştur.” (Georg Wilhelm Friedrich Hegel: Werke,  Vollstaendige Ausgabe durch einen Verein von Freunden des Verewigten.  BD. 9: Vorlesungen über die Philosophie der  Geschichte. Hrsg. von Eduard Gans. Berlin 1837, s.414) Estetik Üzerine Dersler’deki (Vorlesungen über die Aesthetik)  bir yerden de, Hegel’in burada bir sorunun varlığını sezdiği  anlaşılmaktadır. Sözü edilen yerde şöyle denmektedir: “Artık sanat  eserlerini kutsal varlıklarmışçasına görmenin ve onlara tapmanın ötesine  geçmiş bulunmaktayız; sanat eserlerinin yarattığı etki, daha çok  düşünsel düzeydedir ve daha yüksek düzeyde bir ölçütü gerektirir.” (Hegel, I.c. Bd. 10:Vorlesungen über die Aesthetik. Hrsg. von H.G.Hotho. Bd. I. Berlin 1835s. s. 14.)
20)  ...Demokrasiler iktidar sahibini kendi kişiliğiyle doğrudan ve  temsilcilerin önünde sergilerler. ...Parlamentolar, tiyatrolarla  birlikte geri plana itilmektedir.
21)  ...Gelgelelim sanatsal yetenek, çok ender rastlanan birşeydir; ...Oysa  bugün sanatsal üretimin bütününde döküntü diye adlandırılabilecek  olanların yüzde oranı, bugün her zaman olduğundan daha büyüktür... gerek  mutlak, gerekse görece olarak, bütün sanatlarda değer taşımayanların  üretimi, eskiye oranla daha çoktur; ...
24) Bu durumun bir benzerini aradığımız takdirde, aydınlatıcı bir örnekle Rönesans dönemi resim sanatında karşılaşırız.
Çünkü  bu dönemde de karşımıza, eşsiz yükselişini ve önemini başka nedenlerin  yanı sıra, bir dizi yeni bilimi ya da en azından yeni bilimsel verileri  özümsemesine borçlu bulunan bir sanatla karşılaşmaktayız. Bu, anatomi,  perspektif, matematik, meteoroloji ve  renkler  öğretisi alanlarında savlar ileri süren bir bilimdir. Bu konuda Paul  Valéry, şöyle yazar: “Bir Leonardo’nun kimi istemleri bugün bize son  derece yadırgatıcı gelmektedir; Leonardo, resim sanatını en yüksek hedef  ve bilginin en üstün düzeyde sergilenmesi saymıştı, ama bunu yaparken,  kendi inancı doğrultusunda, her şeyi bilmeyi bir istem olarak ileri  sürüyordu ve bu arada, derinliği ve netliğiyle bugün bizleri şaşkınlığa  sürükleyen kuramsal bir çözümlemeye girişmekten de korkmuyordu.” (Paul Valéry: Piéces sur I’art, 1.c.,p. 191, “Autour de Corot”.)
26)  ...Önce teknik, belli bir sanat biçimine yönelik olarak işlerlik  kazanır. ... –Ayrıca, geleneksel sanat biçimlerinin, gelişmelerinin  belli evrelerinde, daha sonra yeni sanat biçimlerince zorlamasız  hedeflenen etkileri elde etmek için büyük çaba harcadıklarına tanık  olunur. ...,çoğu kez belirgin olmayan, toplumsal değişimler, alımlama,  daha sonra yeni sanat biçiminin işine yarayacak değişimlere yol açarlar.
29)  Sinema, günümüzde yaşayan insanların göğüslemek zorunda oldukları,  yoğunluğunu arttırmış yaşam tehlikesine uyan sanat biçimidir.  Kendilerini şok etkilerine açma gereksinimi, insanların kendilerine  yönelik tehlikelerle uyum sağlama biçimlerinden biridir.
30)  Sinemadan, Dadaizm için olduğu gibi, Kübizm ve Fütürizm için de önemli  ip uçları elde edebilmek olanaklıdır. Her iki akım da, aygıt yardımıyla  gerçekliğe inebilme konusunda yetersiz sanatsal girişimler niteliğinde  ortaya çıkmaktadır. Bu akımlar deneyleri sırasında, sinemadan farklı  olarak, aygıtı gerçekliği sanatsal düzlemde betimlemek için değil, fakat  betimlenen gerçeklikle betimlenen aygıt arasında bir tür kaynak  işlemini gerçekleştirmek için kullanmaktadırlar. Bu arada kübizmde  ağırlıklı rol oynayan nokta, optiği temel alan bu aygıtın yapısına  ilişkin sezidir; fütürizmde ise, bu aygıtın film şeridinin hızlı dönüşü  sırasında geçerlik kazanan etkilere yönelik bir önsezi söz konusudur.
.
.
.