.
.
.
.
JALE NEJDET ERZEN - MEHMET AKSOY
Bilim Sanat Galerisi, 1996
İstanbul
YAŞAM ÖYKÜSÜ’NDEN
4
“Dünyanın oluşumundan bu
yana, zamanı içinde saklıyor taş. Önümde duran taşlaşmış zaman kütlesi…
Taşı taşa vurarak çalışan
ilk çağ insanının elleri: benim vidia uçlu murcu, çekici, pnömatik aletleri,
elmaslı testereleri, diskleri tutan ellerimle karışıyor…”
10
Yerkürenin her köşesinde
yirmibeşbin yıldır sürdürülen heykel sanatı çoğunlukla yalnızca güzelliğe
öykünmeyip çok yönlü nitelikler taşıyor ve birkaç kültür dışında, toplumların
çoğunun 20. yüzyıla kadar, insanın karşısına diktikleri en önemli simgeyi
oluşturuyordu. Bugün ise, çağdaş kültür içinde ‘heykel’, sanatların en
tartışmalı olanı, belki de en unutulmuşu.
Otuz yılı aşkın
çalışmalarıyla Mehmet Aksoy… bu metin, heykelin uzun ve çok yönlü tarihi
boyunca simgelendiği değerlere, bir sanatçının uzun üretiminin nasıl sahip
çıktığını … anlatmaya çalışacaktır.
12
… bugüne dek adına heykel
denilen, ama bugün “heykel” tanımına pek zor uyan bir olgunun günümüzde yaşadığı
dönüşümler içinde, Mehmet Aksoy gibi genelde heykelin daha geleneksel
değerlerine sadık kalmış birinin işlerini önyargısız görebilmek için sanatın
zaman içindeki değişken ve sürekli değerlerini göz önünde tutmak, insanın kendi
hakkındaki imgesinin aynasında heykeli değerlendirmek gerekiyor.
(Bugünkü imgeler insana
benzemiyor, insanı tanınmaz hale getiren teknolojik ve kavramsal kopmalar
karşısında Mehmet Aksoy heykeli “insanı sürekliliği ve ilkörneksel varlığı ile
ele almaktadır.” Bugünkü sanatın çoğuna yansıyan olumsuz tavır ve çarpıklık
karşısında Aksoy’un heykellerindeki imge duygu ve biçim olumluluğu taşıyor. Onu
geleneksel kılan daha çok bu, yoksa biçimlendirme kaygıları yeniliklere açık.)
14
Aksoy’un işleri, heykeli
insanın insan elinden çıkan bir ikizi olarak ilk örnekse ve arkaik değerleri
ile tekrar canlandırmaktadır.
MEKAN VE FİGÜR
18
20. yüzyılda sanatın
yenilenmesinde, biçimsel öğelerin betimleme ötesinde anlam ifade ettiklerinin
anlaşılmasında ve böylece yeni biçim imkânlarının üretilmesinde, heykelin büyük
rolü oldu. (Hans Arp, Brancusi, Henry Moore, Giacometti, Lipchitz, Moholy Nagy,
Pevsner) … Heykel bir değer ve anlamın maddeleşmiş hali ve antromorfik bir
kütle olmaktan çıkmış…
… yeni malzeme
seçenekleriyle yeni yaşantılara imkân doğurdular.
20
Orta Çağların heykeli
temelde dini bir betimleme idi; öte yandan ikona kavramı sanatın tinsel bir
varlığı nasıl içereceğine dair temel bir inanç geliştirdi. Bu anlayıştan
ötürüdür ki çağdaş sanat bugün hala tinsel bir güç taşımaktadır.
David Smith gibi
heykeltıraşlar ve daha sonraları Barnett Newman ve Richard Serra gibi
Minimalistler heykeli, milli ya da sosyal bir anıt olmadan açık alana
taşıdılar. … Alice Aycock … heykeli yalnızca kütle sanatı olmaktan çıkarıp,
mimari nitelikleri bulunan bir tür mekân sanatı olarak geliştirdi.
1990’larda adına
“yerleştirme” (Enstalasyon) denilen, biçimin ön planda olmadığı, malzemenin
eklemlemeli olarak kullanıldığı, bulunmuş ya da başka bir amaçla yapılmış
nesnelerin derme çatma olarak bir araya getirildiği bir tür nesne sanatı bütün
dikkatleri üstüne çekecek şekilde yaygınlaştı. “Yerleştirme” sanatı içindeki
uygulama serbestliği, madde ve teknik sınırlamaları olan disiplinlere ve
sanatlara karşı bir önyargı uyandırarak, bunların “geçmiş” olarak nitelendirilmesine
de neden olmuştur. Bu tür yanlış anlayışlar, sanatla ilgili kişilerin ve
kurumların yeterince geniş sayılarda olmadığı ve özellikle heykel uygulamasının
çok sınırlı olduğu ülkemizde özellikle yaygındır.
22
1980’lere kadar, sanatta
soyut yaklaşım ön planda iken figüratif heykel yeterince çağdaş görülmüyordu.
Öte yanda, Türk sanatında figürün bütün olanakları ile geliştirilmiş olduğu
söylenemez.
EROS VE KEDER
34
Mehmet Aksoy’un en fazla
hayran olduğu sanatlardan biri Mesopotamya’dan Asur ve Akad heykeli. Bunlar,
bütünlüğü giderilmeden, yüzeyi en az derinlikle yontulmuş, neredeyse blok
halinde bırakılmış hayvan ya da insan figürleri, ya da karmaşık yaratıklar.
… dinî mistikler,
Karmelitlerde ya da mutasavvıflarda olduğu gibi tanrı ile bütünleşme arzusunu
bedensel bir coşku ya da izdirap olarak duymuş…
40
Aksoy’un heykeli temelde
soyut değildir. Ancak, onun biçimin tüm olanaklarına duyduğu ilgi, soyut somut
gibi ayırımı aşarak birçok heykelinde iki dili bir arada kullanmasına olanak
tanımaktadır.
TAŞLAR
48
Aksoy’un en önemli
özelliklerinden biri yontu geleneğini sürdüren ender heykel sanatçılarından
olmasıdır. (Arada bir metal, ahşap, döküm olsa da) … Aksoy’un heykelinde biçim
özelliklerini yönlendiren ve heykelin asıl kimliğini oluşturan taş, ve
özellikle mermerin kullanımıdır. … Daha önceleri, batıdaki heykel geleneğine
baktığımızda yontunun özellikle malzemenin kendi doğal dokusunu unutturacak
şekilde kullanıldığını görüyoruz. (Aksoy’da tam tersi mermer niteliklerini ve
kimliğini koruyarak, daha çok ortaya çıkarılarak kullanılmıştır).
52
“Heykel ışık taşıyan
plastik satıhlardan oluşan kütlelerin organizasyonu diye de tarif edilebilir ve
doğaldır ki heykel kütlesinin etkisi bu ışık taşıyan satıhların duygu ve karakteri
ile doğrudan bağlantılıdır.”
YENİ İŞLER
58
Genelde Mehmet Aksoy’un
heykele olan tavrı zaman içinde pek büyük farklılık göstermemiştir. … Aksoy her
zaman üzerinde çalıştığı heykelin iç problemlerine kendini öylesine vermiştir
ki akım ve modalarla ilgilenmek gibi bir kaygıya kapılmamıştır.
Her şeyden önce, Aksoy’u
ilk planda ilgilendiren, vereceği mesajdır.
GENİŞ BİR AÇIDAN
66
… birçok sanat dalı gibi
heykel de hemen hemen her tür uygulamayı içerecek kadar genişlemiştir. Fakat
onun bu geniş spektrumu içinde izine en az rastlanan, bildiğimiz, sevdiğimiz,
asırlardır kendini geliştirdiği şekliyle, coşkuları ve umutları ile belki de
insandır. Bu bakımdan, Mehmet Aksoy’un büyük bir adanmışlık ile sürdürdüğü
heykel anlayışında insanı hala duygu ve umut ile donanmış olarak bulmak,
korunması gereken bir değerdir.
68
Çağdaş sanatın ve onun
temelini oluşturan avant-garde ideolojinin en büyük çıkmazı, … Pazar
ekonomisinin, güç kazandırabilecek bir çare iken, aynı zamanda onun değerlerine
karşı olmasıdır. Zira topluma yansımayan bir şey hiçbir zaman bir güç
oluşturamaz. Heykel, toplumla kurabileceği daha dolaysız ilişkilerden ve hiçbir
zaman kolayca yok edilemeyen antropomorfik özelliklerinden ötürü, bugünün
karşı-hümanist nesneler dünyası içinde insana özgürlüğünü ve özgünlüğünü
uyarabilecek en önemli sanat dallarından biri olabilmektedir.
Vurgulanması gereken,
Anadolu’nun çok güçlü bir heykel geleneğinin canlandırılması ve bunun yanında,
figür konusunu yoğun bir içerik olarak ele almamış olan sanatımıza heykel
dolayısıyla bu boyutun kazandırılmasıdır. Bu açıdan Aksoy’un sanatı “Anadolu
kökenli bir Hümanizma” olarak tanımlanabilir.
Tüm avant,gadre
ideolojisine karşın, çağdaş heykel yenilenmeyi tarihle ilişkisini devam
ettirerek sağlayabilmektedir.
Türk sanatının ve belki de
daha belirgin bir şekilde Türk heykelinin, yalnızca güncel olanla ilgilenmiş
olması onun en büyük zaafıdır. O vakit güncel olanı da iyi anlamak
güçleşmiştir.
236
Akademi’ye girdiğimde
Heykeltıraş olacağımı hiç düşünmüyordum. Hep ressam olmak vardı kafamda. Ama
modlaj dersinde Prof. Sadi Çelik yaptığım büstü görünce “Boşver resmi, sen
heykeltıraş olmalısın” dedi. Ve de öyle olduk sonunda.
Öğrenciliğim parasal
zorluklar içinde geçti. … En sonunda bakır tabaklara yaptığım kazıma portreler,
cami resimleri kurtardı bizi. En çok da Amerikalı askerler yaptırıyordu.
… İşte bu üstlerin
Amerikan askeriydi bunlar. Ve de tabii eşlerine, dostlarına orijinal oriyental
el işlemeli hediyeler gönderiyorlardı ucuzundan. Biz de yapıyorduk geçim
derdine.
240
… 1970 yaz sonu devlet
bursuyla Londra’ya gidiş ve ilk kez formalist sanat hastalıklarıyla karşılaşma.
Büyük bir kültür şoku. Ne yapacağını bilememe, heykeli bırakma düşünceleri.
Akademi’de heykele
Yunan’dan, resme Fransa’dan, empresyonizmden başlanır. Üstünde yaşadığımız
Anadolu’nun 3000 yıllık kültürü “ekstradan salata” gibi verilir. Yani yok
sayılır. El yordamıyla bulursunuz her şeyi. Tesadüfler ve kendi gayretiniz
kurtarır sizi. İşte böyle benim gibi, Asur’u, Mısır’ı hatta İslâm Sanatı’nı
İngiltere’de keşfedersiniz ilk kez.
Batı Berlin’deki politik,
kültürel yaşamın hareketliliği çekiciliği ve bunun içinde aktif yer almam,
yaşamla sanat arasındaki bağlantıyı kurmama ve toplumcu gerçekçiliği
benimsememe yardımcı oldu. Bu dönemde yaptığım “Dur: Böyle gelmiş, böyle
gitmez” heykeli kendimle bir hesaplaşma, üstümdeki formalist kalıntıları atma
sürecinin izlerini taşır.
Şimdi çıkmaz bir yolda
olmadığımın bilincinde ve güvencindeyim. Gerçekçiliğin, yaşam kadar zengin,
yaşam kadar çeşitli, yaşam kadar perspektifli ve açık yolundayım. Bu bağlamda
ne sanat, ne de dünya benim için sır değil. Anlaşmazlığı savunmuyorum. Benim
derdim tam tersine anlaşılabilmek. … Yeni malzeme, yeni teknikler bize
toplumsal özü kavrayacak formu, daha değişik, daha çeşitli, daha uygun vermede
hizmet etmelidir.*
* Mehmet Aksoy, “Özgürlük
Çiçekleri” Slapluren, Kunsamt, Kreuzheng, Berlin 1982, s.26-37.
.
.
.
.