.
.
.
.
Çokluk (2004)
M. Hardt & A. Negri
(Çev. Barış Yıldırım) Ayrıntı
Yayınları 2004 İstanbul
9
... sürekli çatışma hali...
10
Hareket noktamız, asıl olarak ulus-devlet egemenliğinin modern
iktidarlarca yabancı topraklara yayılmasını anlatan emperyalizm teriminin
günümüz küresel düzenini artık yeterince açıklayamadığı tespitiydi.
13
Çokluk (halk gibi [halk kavramı üniter bir kavramsallaştırma; nüfusun
çeşitliğini bir tekilliğe indirger; nüfusa bir özdeşlik dayatır; halk,
birdir;]) bir özdeşlik içermediği ya da (kitleler gibi [farklı toplumsal
öznelerin kitleleri oluşturduğu söylenemez; kitlelerin özü farksızlıktır])
türdeş olmadığı için, çokluğun mensupları iç farklarına rağmen iletişim
kurmalarını ve birlikte hareket etmelerini mümkün kılan ortak paydayı bulmak
zorundadır.
23
... kalıcı, süresiz savaş hali...
25
"Güçkullanmak zorundayız, çünkü biz Amerikayız. Biz vazgeçilemez
ülkeyiz." Dış İlişkiler Bakanı Madeleine Albright
Amerika Birleşik Devletleri cumhuriyetçi erdemlerle hareket ettiğine
göre, tüm eylemleri iyidir, ... hukuk sadece kötü ülkeleri kısıtlamalıdır.
26
Cumhuriyetçi erdem fikri başından beri yöneticinin ya da herhangi
birinin hukukun üstünde olamayacağı fikrine dayanır.
27
Golem'in sözcük anlamı biçimlendirilmemiş ya da şekilsiz maddedir ve
onun hayat bulması, ... Tanrının dünyayı yaratmasının bir tekrarıdır.
... bir golem yaratmak tehlikeli bir iştir. ... Tanrıya şirk (eş)
koşmaktır. Bir golem yaratan kişi fiilen, aynen Prometheus'un yaptığı gibi,
Tanrı rolüne, hayatın yaratıcısı rolüne soyunmuş demektir. Böylesi bir kibir
cezasız kalamaz.
29
Modern saldırgan golemler bile Kabala'nın tüm gizemini ve bilgeliğini
barındırıyor: Yok etme tehdidi kadar yaratma vaadini ve mucizesini de
taşıyorlar.
30
... savaş, kan dökülsün, dökülmesin, tüm güç ilişkilerinin ve tahakküm
tekniklerinin genel matrisi haline gelir. Savaş bir biyoiktidar rejimi, yani
sadece nüfusu kontrol etmeyi değil toplumsal yaşamın tüm yönlerini üretme ve
yeniden üretmeyi amaçlayan bir idare biçimi haline gelmiştir.
31
... 1980'lerde başlayan uyuşturucuya karşı savaş ve özellikle de 21.
yüzyıldaki teröre karşı savaşla birlikte, savaş retoriği daha somut bir nitelik
kazanır.
Düşük yoğunluklu savaşla yüksek yoğunluklu polis müdahaleleri kesişir.
33
Cujus regio, ejus religio [yöneten kişi imanı da belirler]
35
Bazılarına göre gerçek demokrasinin imkânsız, hatta belki de
düşünülemez hale geldiği bir dünyada yaşıyoruz.
41
Ulusları yaratan modern devrimler ve ulusal kurtuluş hareketleri, uzun
bir toplumsal gelişim sonunda ulusal toplumun içinden doğan süreçlerdi. Oysa
günümüzde, ulus inşası "rejim değişikliği" denen bir süreç dahilinde,
dışarıdan, zorla dayatılır.
46
Churchill, her hayvan kendi şiddet kullanımının barış ve adalet
getirdiğini düşünür, der.
49
Yeni binyıl başlarken yeryüzünde yaklaşık iki bin silahlı çatışma vardı
ve bu sayı hâlâ artıyor. Ulus-devletlerin meşru şiddet tekeli kadar egemenlik
işlevleri de inişe geçince sonsuz sayıda arma, ideoloji, din, talep ve kimlik
temelinde çatışmalar yükselmeye başladı.
80
Aristokrasinin desteği olmaksızın monark kesinlikle güçsüzdür.
83
… ekonomik üretim ve yeniden üretim sistemleri… günümüzde emek ve
üretim sahnesi, maddi olmayan emeğin, yani enformasyon, bilgi, fikir, imaj,
ilişki ve duygulanımlar üreten emeğin hegemonyasıyla dönüşüyor. Bu sav, nasırlı
elleriyle makinelerde çalışan endüstriyel işçi sınıfı ortadan kalktı demek
olmadığı gibi, artık toprakla uğraşan tarım işçileri yoktur demek de değil.
Hatta, bu tür işçilerin sayısının küresel planda azaldığı anlamına bile gelmiyor.
Aslında maddi olmayan üretimle uğraşan işçiler, küresel bütün içinde küçük bir
azınlık. Bu savın asıl anlamı, maddi olmayan üretimin niteliklerinin diğer emek
biçimleri ve de toplumun bütününü dönüştürmekte olduğudur. Elbette bu
niteliklerin kimileri kesinlikle olumsuz. Örneğin, fikirlerimiz ve
duygulanımlarımız işe katılınca, dolayısıyla yeni bir biçimde patronun
komutasına tabi hale gelince, genelde yeni ve yoğun yabancılaşma ve taciz
biçimleri yaşarız.
84
… maddi olmayan emek salt ekonomik düzlemin sınırlı alanından çıkıp,
bütün toplumun üretimine ve yeniden üretimine yöneliyor. … Maddi olmayan emek,
toplumsal yaşamın biçimlerini üretmeye yönelik olması anlamında biopolitiktir…
Son tahlilde, felsefi açıdan bakarsak buradaki üretim öznelliğin üretimidir;
yani toplamda yeni öznelliklerin yaratılması ve yeniden üretimi. Kim olduğumuz,
dünyayı nasıl gördüğümüz, aramızda nasıl etkileşim kurduğumuz, bu toplumsal,
biyopolitik üretim kanalıyla belirlenir. İkincisi, maddi olmayan emeğin
toplumsal biçimi, iletişim, işbirliği ve duygulanım ilişkilerine dayalı ağlar
halini alır.
92
foco küçük otonom bir gerilla birimi (Küba)
96
Halk genelde, nüfusun
rızasıyla egemen iktidarın komutası arasında kalan bir ara terimdir ama çoğu
zaman hâkim otoriteyi haklı çıkarmaya yarar. İktidarı ve egemenliği
meşrulaştırmanın modern biçimleri, direniş ve devrim durumlarında bile, her
zaman aşkın bir öğeyi içerir…
102
… Zapatistaların hedefi asla devleti devirmek ve egemen bir otorite
kurmak değil, iktidarı almadan dünyayı değiştirmek olmuştur. Başka bir ifadeyle
Zapatistalar geleneksel yapının tüm öğelerini alıp dönüştürerek, örgütsel
biçimlerdeki postmodern geçişin doğasını ve yönünü en açık biçimde gösterir.
106
(Pierre Clastres) … savaşın doğasını antropolojik bir perspektiften
incelerken, ezilenlerin savaşlarını ezenlerin savaşlarıyla bir tutamayacağımızı
söylediğini hatırlayalım. Ona göre ezilenlerin savaşı iktidardakilere karşı
toplumu savunmayı amaçlayan kurucu hareketlerdir. Nasıl kimileri, tarihi olan
halkların tarihi sınıf mücadelesinin tarihidir diyorsa; biz de aynı
kararlılıkla, tarihi olmayan halkların tarihi de devlete karşı mücadelenin
tarihidir, demeliyiz.
107
Dağınık bir ağ saldırıya geçtiğinde düşmanı sarmalar: Sayısız bağımsız
güç adeta her yönden aynı noktaya saldırır ve ardından çevrede kaybolur.
[bir köpeğin araştırmaları, Kafka]
Yapay zekâ ve bilgisayarlar alanında yapılan son araştırmalarda,
"sürü zekâsı" terimi, merkezi kontrol ya da küresel bir model
olmadan, kolektif ve dağınık program çözme tekniklerini anlatmak için
kullanılıyor. Bu yazarlar, daha önceki yapay zekâ araştırmalarının sorununun,
zekânın bireysel bir zihinde yerleşik olduğunu varsaymak olduğunu, oysa zekânın
temelde toplumsal olduğunu belirtiyor. Bu yazarlar sürü mefhumunu, karınca, arı
ve termik gibi toplumsal hayvanların kolektif davranışından türeterek,
çokfailli dağınık zekâ sistemlerini araştırmada kullanıyor. Yaygın hayvan
davranışları kaba bir fikir verebilir bu konuda. Örneğin, tropik termitlerin
nasıl birbirleriyle iletişim halinde, mükemmel, görkemli kubbeli yapılar
kurduğunu düşünelim; araştırmacılar, her termitin sürüdeki diğer termitlerce
bırakılan feromonlara göre hareket ettiğini düşünüyor. … Sürünün zekası temelde
iletişime dayanır.
108
Hayvan topluluklarınca sergilenip bu araştırmacılarca geliştirilen sürü
modeli, sürüdeki her failin ya da parçacığın fiilen aynı olduğunu ve kendi
başına pek yaratıcı olmadığını varsayar. [Oysa kolektif zeka farklılıkları
korur.]
110
[(Biyopolitika - biyoiktidar) … -biyo öneki de bunu anlatır: Her ikisi
de toplumsal yaşamın bütününü kapsar.]
114
… çokluğun çoğul tekillikleri, halkın farksız birliğine zıttır.
Ancak çokluk her ne kadar çoğul kalsa da, parçalı, anarşik ya da
uyumsuz değildir. Dolayısıyla çokluk kavramı, çoğul kolektiviteleri ifade
etmede kullanılan, kalabalık, kitleler ve güruh gibi bir dizi başka kavramın da
karşısına konmalıdır. … Kalabalık, güruh ya da yığın ciddi toplumsal etkiler
yaratabilir (genelde son derece yıkıcı da olabilirler), ancak kendi başlarına
hareket edemezler.
118
günümüz toplumunda sadece ekonomik farklara değil ırk, etnik grup,
coğrafya, toplumsal cinsiyet, cinsellik vs. farklarına dayanan sayısız
potansiyel sınıf olduğu da doğrudur.
119
Sınıf, aynı anda hem siyasal hem ekonomik olan, biyopolitik bir
kavramdır. Dahası, biyopolitik demek aynı zamanda, emek anlayışımızın sadece
ücretli emekle sınırlı olmaması ve insanın yaratıcı kapasitesinin tümünü ifade
etmesi demektir.
Ancak çokluk sadece parçalı ve dağınık bir çoğulluk da değildir. (Ortak
hareket eden tekillikler)
121
Her ekonomik sistemde çeşitli emek biçimleri vardır ama her zaman bir
emek figürü diğerleri üzerinde hegemonyaya sahiptir. Bu hegemonik figür,
diğerlerinin adım adım kendi temel niteliklerini benimseyecek biçimde
dönüştüren bir girdap gibidir. Hegemonik figür sayısal anlamda değil, diğerleri
üzerinde dönüştürücü bir etki yaratması anlamında hakimdir. Burada hegemonya,
bir eğilimi anlatır.
XIX. ve XX. Yüzyıllarda endüstriyel emek küresel ekonomide hegemonik
bir konuma sahipti, ama tarımsal üretim gibi diğer üretim biçimlerine kıyasla
azınlıktaydı. … Tarım, madencilik ve hatta toplumun kendisi endüstrileşmeye
zorlandı. Endüstriyel emeğin mekanik pratikleri yanında, yaşam ritmi ve çalışma
günü de, tüm diğer toplumsal kurumları, örneğin aile, okul ve orduyu yavaş
yavaş dönüştürdü.
122
Yirminci yüzyılın son on yıllarında, endüstriyel emek hegemonyasını
yitirdi ve onun yerine "maddi olmayan emek", yani bilgi, enformasyon,
iletişim, ilişkiler veya duygusal ifade gibi maddi olmayan ürünler üreten emek
geçti. Hizmet işleri, entelektüel emek ve bilişsel emek gibi daha eski terimler
de maddi olmayan emeğin kimi yönlerini anlatsa da, hiçbiri onu bütünlüğü içinde
kavrayamaz. Bir ilk yaklaşım olarak, maddi olmayan emek iki ana biçimde
tahayyül edilebilir. Birinci biçim, asıl olarak entelektüel ya da dilsel
diyebileceğimiz, problem çözme, sembolik ve analitik görevler ve dilsel
ifadeler gibi emek türlerini ifade eder. Maddi olmayan emek, fikirler,
semboller, kodlar, metinler, dilsel figürler, imajlar gibi ürünler üretir.
Maddi olmayan emeğin diğer ana biçimine de "duygulanımsal emek"
diyoruz. Zihinsel olgular olan
duyguların aksine, duygulanımlar hem bedene hem zihne aittir. Hatta, neşe
ve üzüntü gibi duygulanımlar, organizmanın bütünündeki yaşamın o anki durumunu
yansıtır, belirli bir beden haliyle birlikte belirli bir düşünce halini de
ifade eder. Dolayısıyla, duygulanımsal emek, rahatlık, esenlik, tatmin, heyecan
ya da tutku gibi hisleri üreten ya da işleyen bir emektir. Duygulanımsal emek,
örneğin hukuki danışmanların, uçuş görevlilerinin ve fast-food işçilerinin
işinde karşımıza çıkar (güleryüzlü hizmet). Duygulanımsal emeğin, en azından
hâkim ülkelerde artan öneminin bir göstergesi, işverenlerin çalışanlarda aranan
asli vasıflar olarak eğitimi, hal ve tavırları, karakteri ve "sosyal"
becerileri öne çıkarmasıdır. İyi hal ve tavırları ve sosyal becerileri olan bir
işçi, duygulanımsal emekte uzman bir işçi demektir.
Günümüzde maddi olmayan emek içeren çoğu iş bu iki biçimi birleştirir.
(gazeteciler-medya)
123
Bu emek, bütün emek türleri gibi, bedenimizi ve beynimizi içerir. Maddi
olmayan şey emeğin ürünüdür.
… tarımsal emek, yüzyıllardır olduğu gibi, nicel açıdan baskın olmaya
devam ediyor ve üstelik endüstriyel emekçilerin küresel sayısı da azalmış
değil. … Bizim asıl iddiamız, maddi olmayan emeğin nitel açıdan hegemonik
olduğu ve diğer emek biçimlerine ve bizzat topluma bir eğilim dayattığı.
Bunun yanında, maddi olmayan emek neredeyse her zaman maddi emek
biçimleriyle iç içe geçer: Örneğin sağlık işçileri …
Maddi olmayan şey emeğin ürünüdür. Bu bakımdan maddi olmayan emeğin çok
muğlak bir terim olduğunun farkındayız. Yeni hegemonik biçimi “biyopolitik
amak”, yani sadece maddi mallar üretmekle kalmayıp ilişkileri ve de toplumsal
yaşamın kendisini de üreten emek olarak algılamak daha doğru olabilir.
Dolayısıyla biyopolitik terimi, ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel
arasındaki geleneksel ayrımların giderek bulanıklaştığını anlatır.
Maddi olmayan emeğin hegemonya kurmaya meyilli olduğunu söylediğimizde,
bugünün dünyasındaki işçilerin çoğunun asıl olarak maddi olmayan mallar
ürettiğini söylemiyoruz. Aksine, tarımsal emek, yüzyıllardır olduğu gibi, nicel
açıdan baskın olmaya devam ediyor ve üstelik endüstriyel emekçilerin küresel
sayısı da azalmış değil.
124
… tarım aynı zamanda bir bilimdir de. Tarımcı (kimyacı, genetik
biyoloğu, meterolog, borsacı) yeryüzünü tanımalı ve onun ritmlerine uygun
çalışmalıdır. … Tarıma özgü olan ve doğanın öngörülemez değişimlerine paralel
hareket eden bu açık bilim faaliyeti, fabrikanın mekanik bilimlerinden çok
maddi olmayan emeğin merkezinde yer alan bilgi türlerine yakındır.
(kadın işi, hane içi yeniden üretim, akrabalık işi, bakım emeği,
annelik işi, hemşirelik, hukuki asistan olarak çalışan kadınlar)
125
… duygulanımsal üretimin ücretli emeğe dahil olması işçi için son
derece yabancılaştırıcı olabilir: Müşterimin ve patronumun talebiyle, insan
ilişkileri kurma yeteneğimi, son derece mahrem bir şeyi satıyorum. … birçok
insanın hâlâ emek olarak kabul etmediği bu alanda…
126
… tarlada saat falan yoktur … Kadınların ev içi emeğiyle ilgili
geleneksel düzenlemelerse, işgünü fikrini tamamen yok eder ve hayatın tamamını
doldurur.
Fordist emek ilişkilerini geliştiren ekonomik modernleşme, ölçek
ekonomisine (Üretim ölçeğinin büyümesiyle birim sabit maliyetin azalması ve
verimin artması) ve büyük üretim ve mübadele sistemlerine dayanırken,
postfordist emek ilişkilerini besleyen ekonomik postmodernleşme daha küçük
boyutlu, esnek sistemler geliştirir. (piyasaya çabuk yanıt veren üretim
sistemleri, piyasanın içindeki farkları dikkate alan pazarlama stratejileri)
127
… seralar, yapay ışıklandırma, topraksız tarım
… tarımda en ilginç mücadelelerden biri, tohumun içerdiği genetik
enformasyonun, yani germplasm'ın sahibinin kim olduğu üzerinedir.
129
… bir başka eğilim de, endüstri ve tarım gibi birçok maddi üretim
biçiminin dünyanın bağımlı bölgelerine aktarılması.
maddi olmayan mülkiyet biçimleri… patent, telif hakkı
135
Tarımsal yaşamın yeryüzüyle kendine özgü bir ilişkisi vardır ve bu
yaşam, toprak, su, güneş ışığı ve hava gibi öğelerin yaşamıyla sembiyotik (Ekşi
Sözlük: 1 ortak yaşam biçimlerinin genel adı. 2 iki organizmanin birlikte
yasamalarina verilen isimdir. ancak bu birlikteligin simbiyoz olarak
adlandirilabilmesi için iki tarafa da bir fayda saglamasi gerekmektedir. en
basarili simbioz örneklerine bitkiler ve hayvanlar arasinda rastlanmaktadir.)
bir ilişki geliştirir. (Bu noktada tarımın biyopolitik olma potansiyelini
açıkça görebiliriz.) Tarım tekil bir üretim ve yaşam biçimidir ve her zaman
öyle kalacaktır …
sembiyotik bağımlı bir ilişki içinde birlikte yaşama; bu
yaşam biçiminin her zaman her iki taraf için de yararlı olması gerekmez.
Psikiyatride iki insan arasında aşırı bağımlılıkla ve karşılıklı birbirini kullanmayla
veya taraflardan birisinin yaşamak için asalakça diğerine tutunmasıyla
tanımlanan patolojik bir ilişki olarak tarif edilmektedir.
137
Klasik antropoloji XIX. yüzyılda, Avrupalı benlikle ilkel öteki
arasında çizilen ikilik temelinde doğduysa da…
… Paul Gaugin, Henri Matisse, Pablo Picasso’nun estetik kurgularında
ilkel varlığın ve varoluşun figürleri boy gösterir. İlkelcilik ile
kurgulanmışlık arasındaki bu gerilim, modernizmi tanımlayan niteliklerden
biridir gerçekten de. (köylü dünyasının ortadan kaybolması – ilkel ve mitsel
arkakik tarihe yönelim)
138
Marx, köylülüğün siyasal pasifliğini, hem iletişim imkânlarının hem de
büyük çaplı işbirliği devrelerinin olmayışına bağlar.
141
Her yöntemin tekil bir özü olsa da tüm yöntemler aynı tözü paylaşır.
145
… İki gözlü, on el ve on ayak parmaklı bir beden formunu paylaşıyoruz;
bu dünyadaki yaşamı paylaşıyoruz; kapitalist üretim ve sömürü rejimlerini
paylaşıyoruz; daha iyi bir gelecek gibi ortak bir hayali paylaşıyoruz.
Dünyayı Avrupa’nın standardına göre (aynılığın ve farklılığın ölçütü
olarak) ölçmeyi bırakmak hiçbirimiz için kolay değil ama çokluk kavramı bunu
gerektiriyor. Bu büyük bir zorluk. Ona meydan okuyalım.
147
Toplumlarımızdaki yoksullar, işsizler ve eksik istihdam edilenler
(ücretsiz işçiler, evsizler), aslında ücretli bir işe sahip olmadıklarında bile
toplumsal üretime aktif biçimde katılırlar. Yoksulların ve işsizlerin hiçbir iş
yapmadığı zaten asla doğru olmadı. Bizzat hayatta kalma stratejileri,
olağanüstü bir yaratıcılık ve beceri gerektirir.
148
… bugün üretimin giderek dilsel beceri ve cemaatlere dayanması …
149
Göçmenler aşırı yoksulluk içinde, cepleri bomboş yola düştüklerinde
bile bilgiler, diller, beceriler ve yaratıcı kapasiteyle doludur: Her göçmen
beraberinde tüm bir dünyayı getirir.
Göçmenlerin zenginliği kısmen, mevcut vaziyeti reddetmelerinde, daha
fazlasını arzulamalarında yatar.
… yoksul, bütün yaratıcı toplumsal faaliyetin temsilcisi, daha doğrusu,
ortak ifadesi vazifesi görür.
158
Tarihte her gün çok küçük sayısız değişim yaşanır, ama aynı zamanda da
bizim düşünce tarzımızı, bilgi yapılarımızı, neyin normal neyin anormal, neyin
bariz neyin belirsiz olduğunu, hatta neyi düşünüp neyi düşünemeyeceğimizi uzun
süreler boyunca belirleyen büyük paradigmalar vardır …
(Faucault’un disiplinci paradigması.. ve sonra) Günümüzdeyse baktığımız
her yerde ağlar görüyoruz: Askeri örgütlenmede, toplumsal hareketlerde, şirket
yapılarında, göç biçimlerinde, iletişim sistemlerinde, psikolojik yapılarda,
dilsel ilişkilerde, sinir sistemimizde ve hatta kişisel ilişkilerde.
162
Sermayenin üretimi, hiç olmadığı kadar açık ve doğrudan bir biçimde,
toplumsal yaşamın üretimidir bugün (araçları değil, kendisi…)
Maddi üretim -örneğin araba, televizyon, giysi ve gıda üretimi-
toplumsal yaşamın araçlarını yaratır. Bu metalar olmaksızın, modern toplumsal
yaşam biçimleri mümkün olmazdı. Fikirlerin, imajların, bilgilerin, iletişimin,
işbirliğinin ve duygulanımsal ilişkilerin üretimini içeren maddi olmayan
üretimse, toplumsal yaşamın araçlarını değil toplumsal yaşamın kendisini
yaratır.
163
Maddi olmayan üretimin tüm bu biçimlerinde, işbirliğinin üretimi emeğe
içsel, dolayısıyla sermayeye dışsal hale gelmiştir.
164
Emek ve değer artık biyopolitiktir, çünkü yaşamak ve üretmek
birbirinden neredeyse ayırt edilemez hale gelmiştir.
167
öznelliğin üretimi
"O halde üretim sadece özne için bir nesne değil, aynı zamanda
nesne için de bir özne yaratmaktır" (Grundrisse, s.92). Sömürü deneyiminin
neden olduğu karşıtlık içinde, işçinin öznelliği de yaratılır.
168
… canlı emeğin ikili bir doğası vardır: Bir yandan mutlak yoksulluk
olarak gözükür, çünkü zenginlikten yoksundur; ama diğer yandan da Marx
yoksulluğu insan faaliyetinin sıfır noktası ya da başlangıç noktası, tüm
zenginliğin genel potansiyeli ve kaynağı olarak görür.
169
Kasvetli bilim
ölüyor mu?
İktisatçı dostlarımızı en rahatsız eden şey, iktisadın oldukça gerici
bir disiplin olduğunun kendilerine hatırlatılması. … Neden gericilik diyoruz?
Çünkü toplumun yeniden üretimini incelemenin amacı, toplumu olduğu gibi
muhafaza etmek (bütünün sabitliği) ve onu, sömürü ilişkilerini kaçınılmaz ve
doğal bir ontolojik zorunluluk haline sokacak nicel ölçümlerin diliyle ifade
etmektir.
170
Ölçülemeyen nicelikler, mükemmel olmayan veya çarpık enformasyon, vahşi
ve barbarca sömürü biçimleri, yasal ve kurumsal değişiklikler ve de toplumsal
ve siyasal devrimlerin -kısacası kriz başlığı altında toplayabileceğimiz bütün
felaketlerin- gösterdiği gibi, denge teorisi, iktisadın genel çerçevesini
teşkil edemez ve gerçekte dengesizliklere hükmetmenin bir biçimidir. … Giderek
kesinlik kazanan şüphe, doğada dengenin var olmadığıydı!
new deal amerika birleşik devletleri başkanı franklin
d roosevelt tarafından 1929 büyük buhran'a karşı uygulanan önlemler bütünü.
1933 yılında ekonomik bunalımın etkilerinden kurtulma amacı ile hazırlanan
plana göre bunalımın gerçek sebebi tüketim harcamalarının azalmasıdır. bu
durumda ortaya çıkan talep azalmasına karşı devlet eliyle tüketimin artırılması
için bir dizi önlem sıralanmıştır. plan çerçevesinde abd'de önce büyük kamu
projeleri gerçekleştirilmiş, ardından satın alma gücünü arttırıcı önlemler
alınmış ve bunalımın bertaraf edilmesi yönünde gelişme sağlanmıştır. (ekşi)
171
Ama pek garip bir bilim bu! Bu bilim, ölçüm standartlarının bir Merkez Bankası
ya da Federal Reserve'ün (1913 tarihli Federal Reserve Kanını'yla düzenlenen,
on iki bankadan oluşan bankacılık sistemi. Her banka on iki bölgeden birinde
faaliyet görür ve kendisine bağlı olan bütün ulusal bankalarla tröst şirketlere
rezerv sağlar) dayattığı normlar hariç gerçek üretim ve mübadele dünyasıyla
hiçbir ilişkisinin olmadığı bir tür "parasal özcülük"ü temel alıyor.
172
Fakat, paranın merkezi bir rol oynadığı fikrini eleştirsek bile
iktisatçıların paraya atfettiği bu metafizik niteliğin bir ölçüde de olsa
gerçeği yansıttığını görmeliyiz. Üretim toplumsallaştıkça ve küreselleştikçe,
(finansal enstrümanların temeli olan) parasal bağlantılar genel toplumsal
üretimin ve farklı iktisadi aktörleri bir araya getiren çeşitli bağlantıların
bir ifadesi ve endeksi gibi sunulur. Gerçekten de, küresel çoklukların ifadesi
haline gelen üretim değerlerinin genelliğini sadece paranın gücü temsil
edebilir. Ancak bu benzetmeyi kavrayabilmek için … ölçüm standartlarını artık
doğada değil, emeğin ortak bileşiminde ve üretimde yer alan tekil öznelerin
(bireyler ve gruplar) gerçekleştirdiği somut işbirliğinde aramalıyız. … İktisat
eğer bir bilim olmak istiyorsa, antik Yunan'daki anlamına daha yakın bir biçim
almalı ve toplumsal yaşamın tamamını hesaba katmalıdır.
… artık gücünü tüketmiş olan iktisat kendini siyasete açmalıdır;
siyasal pratiğe boyun eğmeli ve başka türlü yola devam edemeyeceğini teslim
etmelidir. İktisat eğer bir bilim olmak istiyorsa, antik Yunan’daki anlamına
daha yakın bir biçim almalı ve toplumsal yaşamın tamamını hesaba katmalıdır.
(173) Amartya Sen’in dediği gibi iktisadi mühendislik, etiğe dönüşmelidir.
173
… iktisadın sonunun geldiği söylenemez. İktisat, yeni ortak
antropolojiyi ve üretken emeğin zihinsel ve duygulanımsal gücünü benimsemeye
başladığında ve de kapitalistler ve işçiler yanında, toplumsal varlığın
üretimine katılan yoksullar ve dışlanmışları da hesaba kattığında yeniden
doğabilir. … Amartya Sen'in dediği gibi iktisadi mühendislik, etiğe
dönüşmelidir.
176
… analizimiz artık sömürünün topolojisinden
topografyasına ilerlemeli. Topoloji
üretimdeki sömürünün mantığını incelerken, topografya iktidar sisteminin
hiyerarşilerini ve iktidarın yerkürenin Kuzey ve Güney yarımları arasındaki
eşitsiz dağılımını inceleyecek. (tahakkümün uzamsal boyutu)
Avrupa'da erken modern dönemde siyasal felsefe kitapları genelde De Corpore başlıklı bir bölümle başlardı
ve bu bölümde hem insan bedeni hem de siyasal beden incelenirdi. Buna göre
siyasal beden, yasanın düzenlenmiş bir toplumsal nizam olarak somutlaşmış
halidir. İnsan bedeni benzetmesi, bu düzenin doğal olduğu düşüncesini
pekiştirir: Karar verecek bir başa, savaşmak için kollara ve farklı doğal
işlevleri olan bir dizi başka … organa sahibiz.
181
Sömürünün bugünkü topografyasını çizmek için coğrafyacı olmak gerekli.
186
Örneğin merkezi New York'ta bulunan bir Fransız şirketinin
Kazakistan'daki kuyularından çıkardığı petrolü bir Alman şirketine sattığını
düşünelim. (Lex mercatoria, tüccarlar
arası hukuk)
188
… hukukun herkesin fırsat eşitliğini değil azınlığın ayrıcalığını
temsil ettiğini söylememiz yanlış olmaz.
194
Keynesçilik süresince ulus-devlet, ekonominin istikrarını ve büyümesini
desteklemek için toplumsal çelişkileri ve işçi sınıfının taleplerini
uzlaştıracak mekanizmalar oluşturdu ve bu arada üretime yönelik toplumsal
talebi de artırmış oldu. Şu anda gördüğümüz egemenlik biçimleriyse, aksine salt
sermayenin yanında yer alıyor ve sermayenin emekle çelişkili ilişkisini
uzlaştıracak hiçbir mekanizma sağlamıyor.
195
Tacitus'un dediği gibi, cumhuriyette yolsuzluk ne kadar artarsa,
yasalar da o kadar artar; ama şunu da ekleyelim ki, yasalar ne kadar artarsa
artsın yolsuzluğu engelleyemezler, zira yolsuzluk sistem için temel bir öneme
sahiptir.
196
Güçlü hükümetin ana görevlerinden birisi, özel mülkiyetin korunmasıdır.
Mülkiyet varolalı beri, hırsızlık, sahtecilik, yolsuzluk, sabotaj ve başka
suçlar da var olmuştur. … özel mülkiyet zaten hep polis koruması gerektirmiştir
…
197
Çoğaltma elbette geleneksel hırsızlık biçimlerinden farklıdır, çünkü
orijinal mülk, sahibinin elinden alınmaz; sadece başkalarının mülkiyeti artar. (maddi
olmayan mülk biçimlerinin sonsuz çoğaltılabilirliği)
[geleneksel olarak bir şeye sahip olabilirsiniz, ama bir şeyin yaşam
formuna sahip olamazsınız.]
200
Bazıları, genetik olarak değiştirilmiş "Frankenstein
gıdalar"ın sağlığımızı tehdit ettiğini ve doğanın düzenini bozduğunu
söyleyip uyarıda bulunuyor. Yeni bitki türleriyle deney yapılmasına karşılar,
çünkü doğanın orjinal halini ya da tohumun bütünlüğünün ihlal edilmemesi
gerektiğini düşünüyorlar. Bizim gözümüzdeyse bu, neredeyse teolojik bir
halislik iddiası. Bizse, … doğanın ve yaşamın bütününün zaten hep suni olduğunu
ve maddi olmayan emek ve biyopolitik üretim çağında bunun daha da geçerli hale
geldiğini iddia ediyoruz. Bu elbette, bütün değişimler iyidir demek değil.
Bütün canavarlar gibi genetik olarak değiştirilmiş tahıllar da topluma yararlı
ya da zararlı olabilir. En iyi tedbir, deneylerin açık ve demokratik, ayrıca
ortak denetime tabi bir biçimde yürütülmesi olabilir ki, özel mülkiyetin
engellediği de budur. … genetik müdahale bir patent seli yaratarak, kontrolün
çiftçilerden tohum şirketlerine kaymasına yol açmıştır. … Başka bir deyişle,
ana mesele insanların doğayı değiştirmesi değil, doğanın ortak olmaktan çıkması
ve özel mülkiyet haline gelip yalnızca yeni sahipleri tarafından kontrol
edilmesidir.
202
Mikrobiyoloji, genetik ve benzeri alanlarda çalışan bilim adamları
bilimsel yeniliklerin ve bilginin ilerlemesinin, açık bir işbirliğine ve fikir,
teknik ve bilgilerin serbest dolaşımına dayandığını savunuyor. Bilim adamlarını
yenilik yapmaya iten şey genelde patentlerden kazanılacak para değilken,
şirketler ve üniversiteler için bunun tersi doğrudur. Bilgi ve enformasyonda
özel mülkiyet, toplumsal ve bilimsel yeniliğin temelinde bulunan iletişim ve
işbirliği önünde bir engeldir sadece.
204
Bir kez daha, bilginin ve enformasyonun tek tek bireylerce değil
kolektif biçimde üretildiğine dair en iyi kanıtları bizzat bilim adamları
veriyor.
"Özel mülkiyet bizi öylesine aptal ve tek yönlü yaptı ki,"
diyor Marx, sırf sahip olma hırsı
adına, bütün var olma biçimlerini
aşağılıyoruz. Bilme, düşünme, hissetme ve sevme de dahil bütün insani yetiler
-kısacası hayatın tamamı- özel mülkiyet yüzünden yozlaşıyor.
208
Spinoza'nın ifadesiyle, "insan bedeni, her biri kendi başına
karmaşık bir bileşim olan birbirinden farklı bireylerin bir bileşimidir,"
ve buna rağmen
bu çokluklar çokluğu tek bir beden olarak hareket edebilir. (Ethics, 2. kitap,
13. önerme, 1. postulat)
210
… modern araçlara ve modellere kıyasla, bugünün toplumsal biçimleri,
hatta ekonomik gelişmeleri tamamen kaotik ve anlaşılmaz gözüküyor. Olaylar ve
gerçekler tutarlı bir anlatı izlemek yerine, ayrı ve bağlantısız imajlar
halinde art arda yanıp sönüyor.
211
Çokluğun eti, saf potansiyeldir, biçimlenmemiş yaşam gücüdür.
Bir beden teşkil etmeyen canlı toplumsal et, kolaylıkla bir canavar
gibi görünebilir. … Biçimlenmemiş ve düzenlenmemiş olan, dehşet saçar. Oysa
etin canavarsılığı, doğa haline dönüş değil, toplumun, yani suni bir yaşamın
sonucudur. Bir önceki çağda, bütün yenilik ve ilerlemeye rağmen modem toplumsal
bedenler ve modern toplumsal düzen en azından ideolojik olarak doğal bir
karaktere sahipti: Örneğin aile, cemaat, halk ve ulus gibi doğal kimlikleri
düşünelim. Modernlik boyunca, dirimselcilik [vitalism] felsefeleri hâlâ
teknolojinin, endüstrileşmenin ve varoluşun metalaşmasının yıkıcı sonuçlarına
karşı çıkıp doğal yaşam gücüne sahip çıkabiliyordu. Dirimselciliğin bir tür
nihilizm ve estetik halini aldığı Martin Heidegger'in teknoloji eleştirisinde
bile, eski varoluşçu direniş geleneğinin yansımaları vardır. Oysa bugün, yaşama
yapılan her gönderme suni bir yaşama, toplumsal bir yaşama işaret etmek
durumundadır.
212
… Merle-Ponty'nin belirttiği gibi, et ortaktır. Hava, ateş, toprak ve
su gibi elementseldir. … Çokluğun bu canavarsı doğasını en açıkça öngören kişi
bir kez daha Spinoza'dır. O, yaşamı, tekil tutkularımızın ortak bir dönüştürme kapasitesi
(arzudan aşka, etten kutsal bedene doğru) ördüğü bir kilim olarak kurgular.
213
XVII. yüzyılda, … ilk kez canavarsı nesnelerle dolu salonlar da
açılmaya başladı.
XVII. ve XVIII. yüzyıllarda canavarların yükselişi, antik öjenik
[eugenic] inanışların krize girmesine denk düşüyordu ve yeni gelişen doğa
bilimlerindeki eski teleolojik varsayımların zayıflamasını getiriyordu. Öjenik
inanışlar derken, hem kozmosun hem etik düzenin kökenini "İyi soydan gelen
kişi mutlu bir yaşam sürecektir," şeklindeki metafizik ilkede bulan
belirli bir felsefi çerçeveyi kastediyoruz. Antik Yunan kökenli bu ilke bin bir
kanaldan geçerek, Yahudi-Hıristiyan geleneğindeki yaratılışçı dünya görüşünü
etkilemişti. Teleolojik varsayımlara gelirsek, bunlar da her yaratığın ve onun
gelişiminin, onu kozmosun düzenine bağlayan sonuçlara ya da ereğe göre
belirlendiğini savunur.
214
Öjenik düşüncenin ve ereksellik düşüncesinin "Batı
uygarlığı"nda iç içe geçmesi tesadüf sayılamaz: Dünyanın düzenini sağlayan
şey, kökenlerin ve sonuçların sabit olmasıdır. Ancak XVII. ve XVIII.
yüzyıllarda söz konusu eski uygarlık düzeni sorgulanmaya başlandı. Modernliğin
temellerini atan büyük savaşlar müthiş ıstıraplar yaratırken, öjenizm ve
erekselliği temel alan düzene yönelik itirazlar da canavarlarda vücut buldu.
Bunun siyasetteki sonuçları metafıziktekinden bile daha şiddetli oldu: Canavar
bir kaza değil, otoritenin doğal düzenini aileden krallığa dek her alanda yok
edebilecek sürekli bir tehdittir.
D'Holbach'ın dediği gibi, bundan önce zarlar hileliydi ve doğanın
gelişiminde gördüğümüzü sandığımız düzenli sonuçlar sahteydi; artık nihayet
oyun hilesizdir. Canavarlara borçlu olduğumuz şey de bu: Teleolojiden ve
öjenizmden kopuş, yaratılışın kaynağının ne olduğu, nasıl bir ifade bulduğu ve
nereye doğru gittiği sorularını gündeme getirir.
Canavarların etkisi bugün daha da yaygın. Teleoloji günümüzde ancak
cehalet ve batıl itikat olarak görülebilir. Bilimsel yöntem giderek
belirlenimsizlik çerçevesinde tanımlanıyor ve her gerçek olgu, tesadüfi ve tekil
bir biçimde, yeni olanın ani bir tezahürü şeklinde üretiliyor. Frankenstein
artık aileden biri sayılabilir. Öyleyse, bu durumda, canlı varlıklara dair
söylemimiz, canlıların inşasının ve onları bekleyen olası geleceklerin bir
teorisi olmak durumunda. Bu istikrarsız gerçekliğe gömülü halde ve biyosferin
giderek sunileşmesi ve toplumsalın giderek kurumlaşmasıyla karşı karşıya olan
bizler, canavarların her an karşımıza çıkmasına hazırlıklı olmalıyız.
Gilles Deleuze insanlığın içindeki canavarı görür. Ona göre, insan
kendi türünü değiştiren hayvandır.
215
Artık mesele bu insani dönüşüm tekniklerini kabul edip etmemek değil,
bunlarla ne yapılabileceğini öğrenmek ve onların bizim yararımıza mı yoksa
zararımıza mı işleyeceğini kavramak. … Suni yaşamın mutasyon geçirip metalara
dönüşmesine, kapitalist iktidarın doğanın başkalaşımlarını satışa çıkarmasına
ve hâkim iktidarı destekleyen yeni öjenizme meydan okumak için çokluğun
canavarsı ifadelerini kullanmalıyız. İnsanlığın kendi geleceğini eline almak
zorunda olduğu yer, bu yeni canavarlar dünyasıdır.
teleoloji her yaratığın ve onun gelişiminin, onu kozmosun
düzenine bağlayan sonuçlara ya da ereğe göre belirlendiği varsayım.
216
alışkanlık
219
Performans
Satıştan finansal hizmetlere dek, problem çözme veya enformasyon sunma
gibi ya da bir ilişki veya duygulanım gibi maddi olmayan bir ürün üreten her
emek biçimi temelde bir performanstır: Ürün eylemin kendisidir.
… fabrika emeği dilsizken maddi olmayan emek konuşkan ve girişkendir
220
Fabrika emeği uzmanlaşmaya ve sabit, belirli etkinliklerin uzun süreler
boyu tekrarına meylederken, maddi olmayan emek -yukarıda bahsettiğimiz esneklik
ve hareketlilik uyarınca- sürekli yeni bağlamlara uyum sağlama becerisini ve bu
istikrarsız ve belirsiz bağlamlarda çeşitli performanslar sergilemeyi
gerektkir: Problem çözme, ilişki yaratma, fikir üretme vs.
(dil becerisi) … ne söylendiği değil, söyleyebilme gücünün kendisi…
221
… ortak paydanın üretimi, birey ve toplum, özne ve nesne ve de özel ve
kamusal arasındaki geleneksel ayrımları geçersiz kılma eğilimindedir.
[kürtaj, homoseksüellik, … "bu eylemlerin ve kararların kamusal
alanın dışında, dolayısıyla hükümet kontrolünün dışında olduğu iddia
edilmiştir.", gözetim (istihbarat, telefon, e-mail), uydu, iletişim,
özelleştirilen 'kamusal' demir yolları, hapishaneler, parklar…]
222
… eskiden ortak olan yaşam alanlarına özel mülkiyetin nasıl patentler,
telif hakları ve başka araçlarla girdiğini… mevcut eğilim, toplumsal açıdan,
her şeyi kamusal hale getirmek, böylece hükümet gözetimine ve kontrolüne açık
hale getirmek; ekonomik açıdansa, her şeyi özel kılıp mülkiyet haklarına tabi
kılmak şeklindedir. … “Özel” hem toplumsal öznelerin haklarını ve özgürlüklerini hem de
özel mülkiyet haklarını anlatmak için kullanıldığından ikisi arasındaki ayrımı
bulandırır. (modern huku teorisindeki “mülkiyetçi bireycilik” ideolojisi bu
karışıklığın kökenidir: bir öznenin her tür özelliği ya da niteliği, çıkar ve
arzularından tutun ruhuna kadar, bireyin sahip olduğu “mülkler” olarak kabul
edilir ve öznelliğin bütün boyutları ekonomik olana indirgenmiş olur.)
… "özel" kavramı gerek öznel gerek maddi tüm
"mülkiyet"imizi aynı kefeye koyar. "Kamusal" da bir yanda
devlet kontrolüyle diğer yanda ortak olarak sahip olunan ve idare edilen şeyler
arasındaki ayrımı bulandırır. Farklı bir hukuki strateji ve çerçeve düşünmeye
başlamak durumundayız: (özel mülkiyeti değil) toplumsal öznelliklerin
tekilliğini ifade eden bir özel ya da mahrem kavrayışı ve (devlet kontrolüne
değil) ortak paydaya dayanan bir kamusal kavrayışı…
Bildiğimiz kadarıyla, tekillik ve öznellik üzerine kurulu bir hukuk
teorisinin en başarılı güncel örneği olan “sistemler sonrası teorisi”
[postsystems theory] okulu, … hukuki sistemi şöyle tanımlar: Her biri sayısız
özel (daha doğrusu tekil) rejimi örgütleyen çoğul alt-sistemlerin oluşturduğu
şeffaf ve demokratik öz-örgütlenme ağı.
223
Cemaat terimi genellikle nüfusun ve nüfusun etkileşimlerinin üzerinde
adeta bir egemen iktidar gibi yükselen ahlâki bir birliğe gönderme yapar. Ortak
paydaysa, … tekillikler arasındaki iletişime dayanır… Birey, cemaatin
birliğinde erir; oysa tekillikler ortak paydada erimez ve kendilerini özgür
biçimde ifade eder.
225
Gerçekte, (monarşik mutlakıyetçilik döneminde gelişen) modern ve
patrimonyal disiplinci devlet kavramı, olduğu gibi cumhuriyetçi devletin hem
Jakoben hem sosyalist versiyonunun tüzel biçimlerine ve yasal yapılarına olduğu
gibi aktarılmıştı. Böylelikle, kamusal mallar ve hizmetler kavramlarının
geliştirildiği hukuki çerçeve, kamusal olanı devlete ait bir miras [patrimony]
olarak ve genel çıkarı da egemenliğin bir sıfatı olarak görüyordu.
227
(Bakhtin) … simge sistemlerinin tarihini anlamak için, konuşan öznelere
ve onların kullandığı ifade biçimlerine
bakmak gerektiğini kabul eder. Burada materyalist edebi eleştirinin derdi,
poetik biçimleri ekonomik, siyasal ya da toplumsal koşullara indirgemek değil,
bir dilsel üretim olarak edebiyatın nasıl bu gerçekliğin bir parçası olduğunu
görmek ve kendini ifade eden özneyi bu ilişkiler dünyası içinde kavramaktır.
229
(Dostoyevski) Çoksesli bir anlatıda anlamı dayatan bir merkez yoktur ve
anlam diyaloğa giren tekillikler arasındaki etkileşimden çıkar. Tekillikler …
ortak anlatı yapıları yaratırlar.
Küreselleşme meselelerinden doğan çeşitli protesto hareketlerinin
performatif ve karnavalesk doğasını görmek zor değil. Bu gösteriler şiddetli
kavgalara dönüştüğünde bile, dev kuklalarla, kostümlerle, danslarla, esprili
şarkılarla, sloganlarla vs. son derece teatral bir karaktere sahip. Başka bir
deyimle protestolar aynı zamanda, protestocuların öfkesiyle karnavaldan
aldıkları neşenin iç içe geçtiği bir sokak festivali. Ancak
protestoları karnavalesk kılan şey, bunların atmosferi kadar
örgütlenmesi de.
231
Bu ortak yaşam tarzı her zaman yerel gelenek ve alışkanlıklarla diyalog
halinde biçimlenir.
… iktidarla doğrudan çatışmaya girdikçe, sonuç olumlu ya da olumsuz
olsun, ortak yoğunluk daha da artar: Göz yaşartıcı gazın acı kokusu
duyularınızı keskinleştirir ve sokakta polisle çalıştıkça kanınız öfkeyle
kaynar; yoğunluk patlama noktasına yaklaşır. Ortak paydanın yoğunlaşması
sonunda antropolojik bir dönüşüm yaratır ve mücadelelerin içinden yeni bir
insanlık çıkar.
233
yeni küresel dalgada harekete geçen güçlerin ortak noktası sadece
düşmanın ortak kalması değil –bu düşmana ister neoliberalizm, ister ABD
hegemonyası, ister küresel İmparatorluk diyelim-, ortak pratikler, diller,
davranışlar, alışkanlıklar, yaşam biçimleri ve daha iyi bir gelecek arzusu.
Başka bir deyişle bu dalga sadece tepkisel değil etkin ve yaratıcıdır.
235
Her mücadele yerel koşullara bağlı ve tekil kalıyor ama aynı zamanda
ortak ağın parçası oluyor.
1999 Seattle protestolarında, gözlemcileri en çok şaşırtan ve hayrete
düşüren şey, o zamana kadar birbirine zıt olduğu düşünülen grupların -sendikacılarla
çevreciler, kilise gruplarıyla anarşistler vs.- aralarındaki farkları bastıran
herhangi bir merkezi yapı olmaksızın birlikte davranmasıydı. Kavramların
diliyle söylersek çokluk, özdeşlik/farklılık şeklindeki çelişki çiftinin yerine
ortaklık/tekillik şeklindeki tümleyici çifti geçirir.
237
Hem Sovyet stili devlet sosyalizmi hem de sosyal demokrasinin refah
modeli…
239
Elbette özgürlüğü doğa vermez: Özgürlük ancak sürekli olarak engelleri
ve sınırları aşarak gerçekleştirilir. Nasıl ki insan dünyaya geldiğinde etine
kazılı sonsuz yetileri bulunmuyorsa, tarihe kazılı nihai bir amaç ya da
teleolojik hedef de bulunmaz. İnsan yetilerinin ve tarihsel teleolojilerin
varolmasının tek nedeni, insanın tutkuları, aklı ve mücadelesidir. Özgürlük
yetisi ve otoriteyi reddetme eğilimi, insan içgüdülerinin en sağlıklı ve asil
olanlarıdır, sonsuzluğun gerçek belirtileridir diyebiliriz. Öyleyse ikisini
birleştirirsek, anlarız ki çokluğun garip ve ikili bir zamansallığı vardır:
Hep-mevcut ve henüz-oluşmamış.
242
… biyopolitik üretim bağlamında ekonomik, toplumsal ve kültürel gibi
ayrımlar bulanıklaşmaya başlar.
… toplumsal cinsiyet farklarının ortadan kalktığı bir dünya değil,
toplumsal cinsiyetin önemli olmadığı (yani hiyerarşilere temel olmadığı) bir
dünya … ırklardan arındırılmış bir dünya değil, ırkın önemli olmadığı bir dünya
için mücadele…
251
küreselleşmenin geleneksel, muhafazakar değerleri tehdit etmesi
253
demokrasinin yukarıdan getirilmesinin ya da dayatılmasının imkansızlığı
254
Modernliğin başlangıcındaki çözülmemiş sorunlar modernliğin sonunda da
karşımıza çıkıyor. (demokrasi:Atina şehir devleti-modern ulus-devletlerin geniş
toprak parçaları/ulusal sınırlar-küresel ölçek)
256
… antik Atina'da Perikles'in demokrasiyi çok'un idaresi olarak
tanımlayıp, az'ın idaresinden (aristokrasi ya da oligarşi) veya bir'in
idaresinden (monarşi ve tiranlık) ayırdığını hatırlayalım. Moder Avrupa ve
Kuzey Amerika'nın miras aldığı, çok'un demokrasisi fikri, 17. ve 18.
yüzyıllarda herkesin demokrasisi fikrine dönüştü.
… "herkesin demokrasisi" fikrinin oklokrasi kavramıyla
karıştılmaması gerek… Güruhun iktidarı anlamına gelen oklokrasi…
257
Avrupa'daki başat gelenek elbette tiranlığa karşı çıkmıştır ama bunu
neredeyse hep aristokratik bir konumdan hareketle yapmıştır; yani totalitarizme
karşı olduğu kadar, tekilliklerin … demokrasisine de yani
"herkes"in kendisini ifade
etmesine de karşı olmuştur.
262
… günümüzde IMF veya Dünya
Bankası gibi ulusüstü örgütlerin Tayland veya Arjantin gibi devletlerin
çıkarlarını temsil etmesi de … patriyarkal ya da mülkleşmiş temsile girer.
265
Servet bölünmelerini sürdürecek biçimde tasarlanmış bir sistemde
sürekli borçluluk, ümitsiz, saldırgan eylemlere davetiye çıkarır.
269
Sovyetler Birliği’nin ilk yılları: kadınların kurtuluşu, köylü dünyasının
dönüşümü, sanatsal yenilik, özel hukuktan kamu hukukuna …………. Ancak sonunda,
sosyalist ve komünist temsil hayallerinin bir yanılsama olduğu anlaşıldı.
Devletin birliğine olan ihtiyaca sıkışıp kalmak…
270
Siyasal bilinç tamamen geleneğe gömülüdür ve ondan beslenir; kitlesel
katılım çağrısıysa, bir savunma ve kurtarma çağrısıdır. Bütün sağcı projeler,
ister aristokratik, ister laik, ister ruhban kökenli olsun, zihinlerin ya da
ruhların aynılaşmasını tahayyül eder ve kendi temsil biçimini de gelenek
temelinde meşrulaştırır.
271
Demokratik bir düzen yaratmak için modern temsil modellerine geri
dönemeyiz.
274
kamuoyu [public opinion]
276
Sivil toplum, devletin dışında kalan bütün toplumsal, ekonomik ve
siyasal örgüt ve kurumların alanıdır. Sivil topluma sadece bireyler değil, daha
önemlisi aileler, yurttaş grupları, sendikalar, siyasal partiler, çıkar
grupları ve diğer toplumsal cemiyetler girer.
XX. yüzyılın ortalarından beri medyanın –gazeteler, radyo, televizyon,
internet vs.- inanılmaz genişlemesiyle birlikte kamuoyu dönüşüm geçirmiştir.
Enformasyonun hızı, başdöndürücü sembol yağmuru, imajların durmak bilmez
dolaşımı ve anlamların uçuculuğu sonucunda, kamuoyu mefhumu gerek çoğul
bireysel ifadeler anlamında gerekse birleşik rasyonel bir ses anlamında
zayıflıyor gibi.
277
Komuoyu, Habermas’ın perspektifinden, bir anlayışa varıp bir değerler
dünyası oluşturmayı hedefleyen iletişimsel mübadelelere olanak tanıdığı ölçüde
demokratiktir. … Habermas’ın demokratik bir kamusal alanda etik iletişim kavrayışı
tam da bu noktada ütopik ve gerçekleştirilemez bir hal alır; zira kendimizi,
ilişkilerimizi ve iletişimimizi sermayenin araçsallığından ve kitle iletişim
araçlarından yalıtmamız imkansız. Hepimiz zaten içerideyiz, virüsü kapmış
durumdayız. Eğer bir etik kurtuluş söz konusu olacaksa, bunun sistemin içinde
kurulması gerekecektir.
279
Her ne kadar sürekli olarak kültürün ve medyanın mesaj ve anlam
bombardımanına tutulsak da, pasif birer alıcı ya da tüketici değiliz. Sürekli
olarak kültürel dünyamızdan yeni anlamlar üretiriz, hakim mesajlara direniriz
ve yeni toplumsal ifade tarzları keşfederiz.
280
Kamuoyu, demokratik bir özne olmak bir yana, güç ilişkilerince
belirlenen bir çatışma alanıdır ve bizim de iletişimle, kültürel üretimle ve
bütün diğer biyopolitik üretim biçimleriyle bu alana müdahale etmemiz mümkün ve
gereklidir.
294
Dünya Bankası'na göre, dünyadaki insanların neredeyse yarısı günde 2
dolardan az, beşte biri de 1 dolardan az parayla geçiniyor.
297
… finans sermayesinin geleceğe işaret eden bir yüzü olduğunu da görmek
gerek. Finans, bazılarının iddia ettiği gibi, diğer sermaye biçimlerinden daha
az üretken değildir. Bütün sermaye biçimleri gibi finans da, para biçiminde
ifade edilen birikmiş emektir. Finansı diğerlerinden ayıran birinci özellik,
yüksek soyutlanmışlık düzeyi sayesinde (para kanalıyla) büyük emek miktarlarını
temsil edebilmesi, ikincisi de geleceğe yönelik olmasıdır. … sermayenin emeği
giderek toplumsallaştırması eğilimi, muğlak bir biçimde çokluğun komünizmine
işaret eder.
299
Bilimsel bilgi öylesine ekonomik üretimin parçası haline geldi ki,
hakim ekonomik paradigma somut malların üretiminden bizzat yaşamın üretimine
kaydı.
306
Şeffaflık illa ki daha fazla temsil anlamına gelmez: Tiranlar da
tamamen şeffaf olabilir.
314
Yoksulların yaşamlarını iyileştirmeye çalışanların –dini örgütler,
STK’lar, BM’ye bağlı kuruluşlar ve Dünya Bankası gibi ulusüstü
kurumlardakilerin- kahramanca çabalarını teslim etmek gerek. Ancak aynı
zamanda, sisteme dokunmayan bütün bu çabaların sınırlılığını da görmek şart.
321
"Medyadan nefret etme medya haline gel" (Indymedia'nın
sloganı)
322
Demokrasi Avrupa ve Kuzey Amerika’da tutabilir, diyorlar, ama diğer
yerlerdekiler henüz demokrasiye hazır değil. Bizim serbest piyasamızı ve hukuki
sistemimizi görüp özel mülkiyete saygıyı ve hürriyet duygusunu edindikçe…
323
(tüm dünyada üretimimiz giderek biyopolitik hale geliyor.) Başka bir
deyişle, hakim üretim biçimlerinin artık bilgilerin, duygulanımların,
iletişimin ve toplumsal ilişkilerin üretimini, kısacası yaşamın ortak toplumsal
biçimlerinin üretimin içerdiğini savunuyoruz.
326
(Spinoza'ya göre) … demokrasi insan toplumunun doğal gerçekleşmesidir.
327
Kısa vadede ciddi değişikliklerin gerçekleşmesi olasılığına kuşkuyla
yaklaşan kişiler bile, mevcut hâkimiyet, şiddet, mistifikasyon, yabancılaştırma
ve gasp biçimlerinin yeni gerçekliğimizde daha fazla süremeyeceğini fark
ediyor.
334
… en yoksul ülkelerin ekonomik gelişimi güvence altına alınmadıkça …
küresel güvenlik asla sağlanamayacak.
335
Aristokrasiden para ve destek istediğinde, bunun karşılığında
aristokrasi de monarkın hukukun üstünlüğüne boyun eğmesini ve kimi anayasal
garantiler sağlamasını istedi ve böylelikle Magna Carta'yı kaleme aldı.
… küresel üretici güçlerin yenilenmesi ve tüm küresel nüfusun üretim ve
mübadele devrelerine dahil edilmesi de aristokratlar için bir o kadar önemli.
[bu bir hayır işi değil, üretici potansiyelin gerçekleştirilmesi işi]
339
[1500 yıl önce] … Basileus denen Kutsal Roma İmparatoru,
aristokratların ve halkın kontrolünden kurtuldu. … İmparator ve başrahip … aynı
kişide toplanmıştı.
"Cennette bulunan herhangi bir varlığın putunu ya da tasvirini
yapmayacaksın…" [konu, temsil gücüydü]
imperium : imparator
sacerdotium : başrahip
340
… estetik temsil bir tür siyasal temsil kanalı vazifesi görüyordu. …
Tanrı çokluktan tamamen ayrı olmalıydı ki, Basileus ikisinin arasındaki tek bağ
ve kurtuluş kapısı haline gelebilsin.
Ancak Bizans'ın iktidar kavramı bir şekilde günümüze kadar gelmeyi
başardı. [ahlaki egemenli; belirsiz ve bilinmeyen düşmanlara karşı "haklı
savaş"; "güvenlik" ve "sıfır hoşgörü" söylemi; siyasal
liderlerin, yönetenle yönetilen arasındaki ilişkiyi koparan bir egemenlik
mefhumunu önermesi]. İşte bugünün ikona kırıcıları!
341
[Tanrıyla maddi bir bağ kurma riski]
344
Sadece "bir" yönetebilir.
Bir'in Avrupa düşüncesinde bu kadar vurgulanması, genelde Platon'un
mirası olarak karşımıza çıkar.
(20. yüzyılın başında) … hukuk felsefecileri, bir "pür hukuk
teorisi" olarak kavradıkları "doğal hukuk" mefhumunun temelinde
bu tercihi (bir'in iktidarı) yerleştirdiler.
348
Hükümdar, ekonomik alanda da, aynı şekilde yönetilenle pazarlık etmek
ve onun rızasını almak durumundadır. Adam Smith ve David Ricardo gibi ilk
ekonomi politikçiler, kapitalist üretimin merkezindeki bu ilişkiyi kavramıştı.
Kapitalist toplumda tüm zenginliğin kaynağının emek olduğunu düşünüyorlardı.
Emek sermayeye muhtaç olduğu kadar sermaye de emeğe muhtaçtı.
352
Zihnin bedenden özerk olduğu ve bedene egemen olduğu fikrine dayanan
geleneksel Kartezyen model, yıllardır nörobiyologlar tarafından eleştiriliyor.
Onların araştırmaları, zihnin ve bedenin aynı maddeden türediğini … gösteriyor.
… düşünceyi kimyasal bir olay olarak ya da tutarlı bir örüntü çerçevesinde
milyarlarca nöronun eşgüdümü olarak anlamak daha doğru.
353
Yeniliğin bir bireyin dehasına bağlı olduğu fikrinden kurtulalım artık.
Beynin karar vermesi, bir komuta merkezinin dayatmasıyla gerçekleşmez.
Alınan karar, tüm sinir ağının bedenin bütünüyle ve çevresiyle iletişimi
sonucunda çıkan ortak eğilim ya da kümelenmedir.
Çokluğun ürettiği şey sırf mal ve hizmetler değildir: Çokluğun ürettiği
asıl önemli olan şey, işbirliği, iletişim, yaşam biçimleri ve toplumsal
ilişkilerdir.
354
Geleneksel, müseccel yazılımlarda, programın işleyişini gösteren kaynak
kodun kullanıcılar tarafından görülmesi imkansızdır. Eric Raymond'un da dediği
gibi, programcılar kendi programlarını dahi sanatçıların yarattığı antik
katedraller gibi görüyordu. Açık kaynak hareketiyse tam zıttı yaklaşımı
benimser. Kaynak kodu herkese açık hale gelince, koddaki "bug"lar
temizlenir ve daha iyi programlar üretilir: Bir programa ne kadar çok göz
değerse ve ne kadar çok insan katkı sunarsa, program o kadar iyileşir. Katedral
tarzının tam zıddı olan bu yazılım tarzına Raymond'un taktığı isim, Pazar
[bazaar] tarzı; çünkü farklı yaklaşımları ve gündemleri olan farklı
programcılar ortak bir katkı sunar. (sürü zekası;
bazı yaratımlar 'yalnız' gerçekleştirilir?)
364
Yeni toplumun gelecekteki kurumsal yapısı; toplumsal üretimin duygulanım,
iletişim ve işbirliği ilişkilerine gömülüdür.
365
Bugün insanlar aşkın nasıl siyasal bir kavram olabildiğini anlayamıyor
... Modern aşk kavramı neredeyse tamamen burjuva çifte ve çekirdek ailenin
klostrofobik kutusuna kapatılmıştır. Aşk tamamen özel bir olgu haline
gelmiştir. Daha cömert ve sınırsız bir aşk kavramına ihtiyacımız var. Premodern
geleneklerdeki kamusal ve siyasal aşk kavramını geri getirmeliyiz.
Demokrasinin küresel krizi, dünyadaki her çeşit hükümeti etkiler.
369
Çokluğun çoğulluğu sadece farklı olmayı [being different] değil farklı
hale gelmeyi [becoming different] de içerir.
.
.
.
.