28 Temmuz 2013

M. Hardt & A. Negri - Dionysos'un Emeği

.
.
.
.
Dionysos' un Emeği (1994)
M. Hardt & A. Negri
(Çev. Ertuğrul Başer), İletişim Yayınları 2003 İstanbul

14
"Sahip olduğu üretim, mübadele ve mülkiyet ilişkileriyle, böylesine muazzam üretim ve mübadele araçlarını harekete geçirmiş modern burjuva toplumu, bizzat büyüyle çağırdığı yeraltı dünyasının güçlerini artık kontrol edemeyen bir büyücü gibidir." (Manifesto of the Communist Party, s.39)

22
Hukuk (ki kapitalist sistemde paranın büründüğü birçok biçimi aynen tekrar eder), tıpkı para gibi, kendine ait herhangi bir değer taşımaz; taşıdığı, toplumsal çatışmaların, kapitalist toplumun yeniden-üretimi için elzem şartların, işbölümünün ve sömürünün günbegün ürettiği değerlerden ibarettir.

Emeğin çoğu kez, kısıtlı bir tarzda, arzu ve zevkleri reddeden kapitalist çalışma ahlakı zemininde tanımlandığını görüyoruz.

25
… iktisadi yapıyı (emek) kültürel üstyapının (değer) kaynağı olarak koymak yeterli değildir; bu altyapı-üst yapı nosyonu terkedilmelidir. Eğer emek, değerin temeliyse, değer de eşit ölçüde emeğin temelidir. Neyin emek ya da değer-yaratıcı faaliyet sayılacağı her zaman yaşanan tarihsel, toplumsal bağlamdaki verili değerlere bağlıdır…

32
"Bir zamanlar insanlar hazır buldukları, içine doğdukları şartlar içerisinde, doğal bir şekilde büyür giderlerdi", diye yazıyordu Robert Musil yıllar önce, "ve kişinin kendisi olabilmesinin en emin yolu buydu. Ama şimdilerde, her şeyi altüst eden ve geldiği, yetiştiği topraktan ayrı düşüren bir hengamede, ruhun üretimi söz konusu olduğunda dahi, insan adeta, şu geleneksel el sanatlarını makine ve fabrika işi bir tür zeka ile değiştirsem mi diye düşünmeden edemiyor" (The Man Without Qualities).

35
Özerkliğini kazanmak ve kendisini emekten kesinkes ve ebediyen ayırmak sermayenin hep düşlediği bir şeydi.

Postmodern durumda, emeğin sermayece gerçek kapsanışı evresinde, sermaye bu düşünü nihayet gerçekleştirmiş ve kendi bağımsızlığını kazanmış görünüyor. Üçüncü Dünya'ya yayılmış üretici üsleriyle, belli üretim tiplerini Kuzey'den Güney'e kaydırmasıyla, daha büyük bir uyarlanma gücü ve geçirgenlik kazanmış piyasalarıyla ve hızlandırılmış para akış şebekeleriyle, sermaye gerçekten küresel bir pozisyona oturmayı başardı. Ancak … Kapitalist sömürü biçimi fabrikadan dışarı taşarak tüm toplumsal üretim biçimlerini teslim aldıkça, bu sömürünün reddi de tüm toplumsal alan boyunca yayılarak eşit ölçüde genelleşir.

36
… Spinoza'nın mutlak demokrasi diye adlandırdığı bir toplum biçimine, yani komünizme…

49
Wall Street'in iflas ettiği 1929 "Kara Perşembe", burjuvazinin egemenliğindeki bir yüzyılın siyasal ve Devlet mitolojilerini yerle bir etti. "Kara Perşembe", hukuk Devletinin tarihsel akıbetini, şu, burjuva "kanun ve hukuk kuralları uyarınca" kişisel hakları resmen güvence altına almayı hedefleyen bir iktidar, bir Devlet aygıtı olarak lanse edilen, burjuvazinin toplumsal ve hegemonyasını teminat altına almak üzere kurulmuş bir Devlet iktidarının sonunu noktalıyordu. Bu, Devletle pazarın ayrılması yönündeki klasik liberal mitin son cenaze töreniydi, "bırakınız geçsinler bırakınız yapsınlar"ın sonu.

51
… istikrara giden yol şimdi, Devlet iktidarının bu yeni, istikrarsız temelinin tanınmasından geçiyor gibiydi: Dinamik devlet planlaması, kendi nesnesi olarak bir tür "sürekli devrim"i kabul ettiğini ima ediyordu - sermaye adına ünlü sloganın paradoksal bir aufhebung'u. (aufhebung  koruyarak aşma).

52
(politik mucize) … üretim tarzının toplumsallaştırılması ve sömürünün toplumsallaştırılması; örgütlenme ve şiddet; toplumun emekçi sınıfın sömürülmesine uygun bir şekilde örgütlenmesi.

68
... Keynes' in ilk buyruğu, gelecek korkusundan kurtulmaktır. Mukavele teminat altına alınmalıdır.

… Devlet, iktisadın bu temel mukavelesini teminat altına alma görevini üstlenmelidir. Devlet, geleceğe bakarak bugünü savunmalıdır. … sonuç, iktisadinin hukukiye dahil olmasıdır.

69
"Uzun vadede hepimiz birer ölüyüz" Keynes

Keynes'in ... bir dizi yıkım ihtimalini gündemden çıkarmak ve bugünü uzatarak geleceği iptal etmek için sürekli bir çaba içinde olduğunu unutmayalım.

70
"(Burjuvazi) toplumsal üretimin kontrolünü eline geçirdiği ölçüde, emek sürecinin teknik yapısını ve toplumsal örgütlenişini devrimcileştirir, ve onlarla birlikte toplumun iktisadi-tarihsel biçimini de" (Capital, cilt 2, s.57).

85
... işçi sınıfı aynı zamanda kapitalist üretim tarzının yıkım projesidir.

95
Emeğin genel toplumsallaşması, beraberinde değerin soyutlaşmasını ve sonuçta en genel, en kapsamlı yabancılaşmayı getirir.

98
Kapitalist Aufhebung, proletaryanın simge ve sloganlarını, tarihsel örgütlenme biçimlerini, onları kendi gelişmesinin tekil evreleri içinde dondurmak suretiyle felç eder, proleter Aufhebung, kapitalist gelişme evreleri silsilesini, onun kırılmasını ve aşılmasını gündemine almak suretiyle felç eder.

99
(Sermayenin) ... paradoksal bir şekilde kendisi de işçi sınıfı içinde örgütlenmek zorundadır. ... Bu noktada -tek tek kapitalistlerin kişisel ve bencil taleplerinden zaten arınmış bulunan- kapitalist toplumsal çıkar, kendisini, herkese şamil, nesnel toplumsal çıkar olarak sunmaya, tertiplemeye soyunur. ... Toplumsal üretimde kamu refahının her şeyden üstün tutulması, kapitalist birlik ve dayanışmanın nihai sloganıdır. (şamil  içine alan, kapsayan, kapsamlı)

104
... emek, iktidar düzenine varoluşsal bir temel sağlar - hukuki olarak resmi anayasada düzenlenebilecek, ve bu anayasanın yapılması sırasında bir motor işlevi, değiştirilmesi sırasında bir sınır işlevi üstlenerek onu canlandırabilecek ve bu düzenlemeye anlam ve birlik kazandırabilecek bir temeldir bu.

112
Hukuk devletinin ruhu ve tarihi "güvence" kelimesi etrafında döner. Kaderi bireysel kapitalist enerjilerin serbestçe ifade edilmesine ve koordinasyonuna bağlı iktisadi ve sosyal düzen, hukuk devleti tarafından, bireysel hakların ve bunların ifade vasıtalarının gardiyanı tarafından teminat altına alınmalıdır. Tüm araçları bu amaca yönelmiştir: Temel haklar, teminat altına alınması gereken bireysel çıkarların yüceltilmesinden, ve aynı zamanda özünden başka bir şey değildir...

118
Birer toplumsal hayvan olmaları ölçüsünde, üreticilerin doğal arzuları, onların (daha birçok şey yanında) basit üretici birlikleri altında buluşmalarında önemli bir rol oynar. Bir araya gelme ve sosyal temas, "hayvansal ruhları uyararak", bizzat emeğin üretkenliğini arttırır (Capital, cilt 1, s. 443). İşçi, planlı bir şekilde başkalarıyla işbirliğine girdiğinde, kendi bireyselliğinin zincirlerinden kurtularak türünün potansiyellerini geliştirmeye başlar.

121
… kapitalist üretim süreci, bütünsel, bağlantılı bir süreç, yani bir yeniden-üretim süreci olarak, sadece meta, sadece artı-değer üretmez, aynı zamanda sermaye ilişkisinin kendisini de üretir ve yeniden-üretir - bir yanda kapitalisti, bir yanda ücretli işçiyi". (Capital, cilt 1, s.724)

122
Sermayenin ulaştığı genel toplumsal güç ile bireysel kapitalistin bu toplumsal üretim koşullarına müdahale edebilme gücü arasındaki çelişki her zamankinden daha da uzlaşmaz hale gelir…

124
Bir toplumsal bütünlük suretinde zuhur eden iş-gücü, sermayenin yeniden-üretim mekanizması içerisindeki halk (the people) şeklinde tertiplenir: halk, fabrika-toplumun devletinde kuruluş yapısına dahil edilmiş iş-gücüdür. … O halde kapitalist örgütlenmenin bu düzeyinde halk, iş-gücü olarak, kendi toplumsal sömürü düzenini kurmaya, genel birikim akışının beka ve yeniden üretimini güvence altına almaya çağrılır.

129
… hukukun kaynakları sorununun üç farklı çehreyle karşımıza geldiği söylenebilir: hukuki normların kaynağı meselesi olarak; hukuki düzenlemenin biçimlenişi meselesi olarak; ve nihayet bu normların meşruiyet ve işlerliğine katkıda bulunabilecek, bunların düzenlenişine arka çıkabilecek toplumsal otoritenin teşkili meselesi olarak ki bu sık sık sahtekarca bir yana bırakılan tali ve örtük bir tarzda ele alınan bir konudur.

130
Maddi ve biçimsel kaynaklar, dahili ve harici kaynaklar, yazılı ve yazısız kaynaklar, birincil ve ikincil, dolaysız ve dolaylı, meşru ve gayri-meşru, kanuni ve örfi, vb.: sistemin bu sorunla karşı karşıya geldiği noktada tam bir kargaşa hakimdir. … Bu durumdan sıyrılmanın en itibarlı yolu, idealist felsefenin izlediği yoldur: hukuk felsefesini hukukun temeli yapmak.

137
Yasa tedrici olarak hukukun rakipsiz kaynağı haline geldi, hukuk sistemi bir yasa sistemi haline geldi ve yüzyıl başlarında hukuki pozitivizm, kanunlara kayıtsız şartsız riayet şeklinde sahneye çıktı ve bu sıfatla dayatıldı. Ancak bugün bu dev yapıdan geriye bir şey kalmadı - tek bir taş bile. Pozitivizm tam da zafer kazanmış göründüğü bir aşamada dört bir yandan yükselen sert eleştiri dalgalarına maruz kalmıştı; bu elli yıl boyunca sürdü, şimdi çeşitli düşünce akımları onun hukuk bilimine rakipsiz bir ideoloji ve doyurucu bir yöntem olarak hizmet edip edemeyeceğini sınamış ve görmüş bulunuyor.

144
Hukukun etkililiği sadece geniş bir rıza alanı içinde güvence altına alınabilir, hukukun geçerliliği, bir kumanda ve rıza sentezinden başka bir şey değildir. Hukuki üretim, rıza bakımından sürekli bir sentez, titiz ve kesintisiz bir planlayış, ve gelişmenin ihtiyaçları bakımından kesintisiz bir uzlaş(tır)ma sürecidir. Hukuki düzen(leme) hep daha öteye uzanır, toplumu giderek daha fazla örter.

158
Sermaye, doğruyu söylemek gerekirse, daima, toplumsal ilişkinin somutluğunu kendi tertiplenme biçiminin soyutluğu içinde dönüştüren bir sömürü temelinde doğmuş ve gelişmiştir. … Kapitalist sürecin değişmez hedefi, toplumsal düzeyde emeğin nihai yabancılaşmasıdır.

162
Mücadele ne kadar genellik kazandıysa, bu mücadelenin uzlaştırılma imkanı da o ölçüde genelleştirmelidir; yasa tüm toplumsal alanı ne kadar kuşatıyorsa, toplumsal alan da o ölçüde yasada, hukukta ve 'devlet idaresi'nde uzlaşmaya varacak şekilde tertiplenmelidir. Böylece sınıfsal mücadelenin sürece taşıyabileceği tehlike ya da şans boyutu, daha baştan ortadan kaldırılmış olur, artık süreçte herhangi bir sürprize yer yoktur.

167
(Hukuki sistemler, felsefi ve ilahi sistemlerin aksine, her zaman gerçeklikle yüzleşmek zorunda kalırlar.)

173
Sermaye, yabancılaşmanın yasını çekip duramaz; birleştirme yolunda mesafe almak zorundadır, çünkü kendi varoluş koşulları sadece bu birleşme sürecinde yatmaktadır.

181
Sosyal Devlet
Hukuk biliminin bakış açısı tümüyle alt üst olur: onun amacı önceleri anlamaktı, oysa şimdi yeniden inşa etmektir.

198
Karşıtların birlikte var olmasına izin veren ve zaman zaman da sınırlayan bir biçimdir bu. Tikel normların geçerliliği düzen(lemen)in bütünlüğüne havale edilecektir, …

201
Diyalektik bitti. Hegel öldü. Hegel'den geriye kalan burjuva dünyasının öz-bilinçliliğidir. Burjuva dünyası diyalektiktir ve diyalektik olmaktan başka çaresi yoktur.

205
… Marx'ın Louis Banaparte'ın Onsekizinci Brumaire'indeki iddiasıdır: tüm devrimler şimdiye kadar Devlet makinesini yalnızca daha da mükemmelleştirdiler; oysa aslolan onu yıkmaktır.

207
… tekelci sermaye (sık sık faşist de deniyordu) …

212
Bu tanım (Devlet), Grundrisse ve Kapital'de "burjuva toplumunun devlet formunda yoğunlaşması" şeklinde istikrarlı bir ifadeye kavuşur. Devlet kapitalist çıkarlara aracılık işlevini, toplumu düzenlemek, belli bir yapıya sokmak suretiyle, tedrici olarak hakimiyetin yeniden üretimine içsel bir işlev haline getirir. Devletin sivil toplumdan özgürleşmesi, onun tekrar, sınıf mücadelesinin tanımladığı bir ritme göre, sivil toplumun üzerine ve içine doğru, onun çatışmalı dokusu bünyesinde, birbiri ardına, diyalektik ve uzlaştırıcı dalgalar halinde yayılmasına imkân veren bir durumdan başka bir şey değildir. Baskıcı ve düzenleyici işlevler arasındaki diyalektik çözüm, Devletin tertiplenme biçimi, yaşamı ve hareketi haline gelir.

315
John Rawls
Adalet teorisi, aşkın normatif üretim kaynaklarına dayanmaz; sistemi kuran ne herhangi bir kayıtsız şartsız ve kategorik buyruk vardır ne de herhangi bir Grundnorm; Rawls, yaratıcı toplumsal güçlere genel ve biçimsel göndermeler aracılığıyla, içkin bir üretim kaynağına sahip bir hukuk sistemi geliştirir.

Canlı emek, hukukun kaynağı olduğu ölçüde, ta özünde, yasanın radikal eleştirisidir. Anayasacı düşünce bu yaratıcı toplumsal faaliyeti vahşi bir kuvvet, yırtıcı ve azgın bir hayvan olarak görmek zorundadır - Hegel'in de işaret ettiği gibi, evcilleştirilmesi gereken bir hayvan.

320
19. yüzyılda Marx, sadece, o zamanlar ekonominin ufak bir parçasını oluşturan büyük-ölçekli fabrika üretiminde gerçek iltihakın kimi özelliklerini teşhis etmişti. Aralıksız teknolojik gelişmeler ve bu emek süreçlerinin fabrika duvarlarının dışında uğradı toplumsallaşma sayesinde gerçek iltihakın ayırdedici çizgileri toplumsal alanın daha büyük ve daha büyük bölümlerinde yayılmaya başlamıştır.

321
Emek antagonist bir Grundnorm olarak iş görür, sistemin dışında doğan ama onun gerek eklemlendirilme gerekse meşrulaştırılmasında bir temel yerine geçen, düşman ama elzem bir istinat noktası vazifesi görür. Ancak gerçek iltihak aşamasına geçtiğimizde, Marx'a göre, emek süreçleri öyle bir noktaya doğru evrilmiştir ki, her şeyden önce üretim artık dolaysız ve bireysel bir faaliyet değil, doğrudan doğruya toplumsal bir faaliyettir.

325
Burada hukuki form normatif üretim ve dolaşımın soyut bir modeli, motoru haline gelmiştir. Usul kavramı bu rol için biçilmiş kaftandır: usul, hareket halindeki biçimdir, dinamik modeldir.

335
Richard Rorty, Rawls'un hoşgörü ve uzak-durma kavramlarını toplumsal varlığın belirle(n)mellerine karşı külli bir kayıtsızlık anlamına gelecek şekilde genişletirken bu usulün özünü kavramış ve onu daha da geliştirmiş gözüküyor.

336
Sosyal farklılıkların ifade biçimleri, kamusal alan açısından kayıtsız kalınabilecek meseleler olarak görmezlikten gelinir ya da bir kenara atılır; siyaset böylece, soyut toplumsal girdiler arasında, düzen ve meşruiyet açısından zorunlu dengenin sağlanmasına yönelik mekanik ve pragmatik bir denge sistemi haline gelir. Tıpkı önceki demokrat siyaset bilimcileri kuşağının, Tanrı fikrinin modern-öncesi ilahi otoritesinden kurtulmamızı önerdikleri gibi, bugün de Rorty, özne fikrinin modern felsefi otoritesinden kurtulmamızı önermektedir. Emek, üretim, cinsler arası farklılıklar, ırksal farklılıklar, cinsel tercih, arzu, değer gibi tüm sorunlar bir yana bırakılır, çünkü bunlar özel ve, dolayısıyla da, siyaset açısından kayıtsız kalınabilecek meselelerdir. Demokrasi ellerini kirletmez.

339
Toplumsal ahengi koruma adına yapılan -o müşfik- sorunlardan uzak-durma uygulaması kolayca kötü niyetli bir politikaya dönüşebilir.

340
Rawls'un uzak-durma mefhumu ve Rorty'nin aziz kaygısızlığı, böyle bir pratik siyasi koşullar çerçevesinde sahneye sürüldüğünde vahşi bir dışlayıcı karakter kazanır. Postmodern "polis bilimi" ile tahakkuk eden hayati gelişmede, toplum şimdi, nüfuz ve müdahalenin ötesinde, tecrit ve kontrol altına alınmıştır: disipliner bir toplum değil, kaynaşmış bir kontrol toplumu.

341
… Devletin özü polistir: "Devlet … ancak ve düzeni sağlayabildiği oranda vardır. Yani Vattimo, postmodern zayıf toplumsal özne teorisi ve küçük devlet arasındaki çoğu kez ifade edilmeyen ama vazgeçilmez menteşeyi ifşa ve ilan eder. Polis kuvveti, biraz karanlıkta kalmış ve ancak son tahlilde görünebilmiş olsa da, postmodern liberal devlet düzeninin teminatı ve dingil çivisidir.

342
1980'ler buna paralel bir tarzda, devletin toplumsal ve iktisadi istikrara dönük planlama ve meşrulaştırma faaliyetlerinde yararlandığı yöntemler olarak toplu sözleşme, pazarlık ve korporatizmin sona erişine tanık oldu. Refah Devleti siyasal iktisadının kutsal üçlüsü -üretimde Taylorizm, siyasal planlamada Fordizm ve iktisadi planlamada Keynescilik- artık siyasal düzen ve iktisadi gelişme açısından bir güvence olmaktan çıktı.

343
Bir tasarruf kampanyası çerçevesinde, sosyal-yardım programları daraltıldı ve işsizlik oranı kendi haline bırakıldı. Toplumun yoksullar tabakasının ve çalışanlar için işsizlik tehdidinin büyümesi, işverenler karşısında işçilerin toplu pazarlık gücünü büyük ölçüde zayıflattı. … sanayide deregülasyon ve özelleştirme yönündeki çabalar … görüşmelerin yeniden başlaması şeklinde değil, sessiz bir kuvvet gösterisi ve işçi çıkarmayla cevap verilmeye başlandı. Örgütlü emeğin gücü ve korporatist temsil 1980'ler boyunca sürekli zayıfladı. [deregülasyon  devletin karar alanını daraltan düzenlemelerin, azaltılması veya kaldırılması, kamuya ait olduğu varsayılan iradenin özel sektöre ve sermayeye devredilmesi yönünde yapılan yasal düzenlemelerdir.]

344
Bir toplu pazarlık taraflı olarak emeğin geriletilmesine yönelik bu siyasal mekanizmaları tamamlayıcı mahiyette, bir de, otomasyon ve bilgisayarlaştırma yardımıyla işyerinin yeniden düzenlenmesi ve bu sayede emeğin üretim sahasından bilfiil uzaklaştırılması yönünde bir eğilim söz konusuydu. Bu hem sermayenin akışkanlaşmasına hem de, Marksist terminolojiyle, değişken sermaye oranının düşmesi, sabit sermaye oranının yükselmesi yönünde bir eğilime yol açtı. ... Tüm bunlara genel olarak sendikacılığın gerilemesi eşlik eder.

346
… liberal hukuki aktivizmin yerini basitçe muhafazakâr hukuki aktivizm almıştı. Bu yeni aktivizm çoğu zaman federalizm paravanası altında faaliyet gösterse de, yürütme organları, davaları federal düzeyde değerlendirmeyi reddederek ve onları gerisingeri eyaletlerin yargı bölgesine iterek, yargı organları aracılığıyla kendi tutarlı ideolojik projelerini kovalamaktan hiç de geri kalmadılar. Bu kaymanın en ciddi sonuçları, kürtaj vakalarını resmî makamlara haber veren doktorlar hakkında mecliste konuşma yasağından kürtaj hakkının kendisine, kadınların doğurma hakları konusunda hissedildi. Küçük, ideolojiden-azade devlet retoriğine rağmen, tıpkı Refah Devletinin korunan ve yeni bir istikamete çevrilen iktisadi yapıları gibi, bu şekilde, geniş hukuki yetkiler aynen korunuyor ve yeni hedeflere yöneltiliyordu.

347
Uyuşturucu -ve mafya- bağlantıları konusunda oluşturulan "profiller" şimdi yaygın bir şekilde, polisin yurttaşları sokak ortasında durdurup araması için yeterli ölçüt kabul ediliyordu. "Yeterli şüphe" kavramı, neredeyse kural olarak ırksal ve kültürel hatlar üzerinde delillendiriliyordu. Gerek içeride gerekse dışarıda yükselen militarizm, giderek daha çok toplumsal alarm politikasına başvurma, korku ve ırkçılık, tüm bunlar devlette belli faşist öğelerin ortaya çıkışına ve bir polis devletinin teşkili yönünde bir eğilime işaret ediyor: Hukuk Devleti'nden Polis Devleti'ne her zaman korku, nefret ve ırkçılık köprüsünden geçilir.

348
(Reagan projesi) Bu projeye katkılardan biri, devletin müdahale alanını ahlakı da kapsayacak şekilde genişletmek isteyen bir hareketten geldi. … Kadın hakları, uyuşturucu kullanımı, dinsel faaliyetler, aile değerleri ve cinsel tercihler gibi alanlar, sürekli önem kazanan ve devletin doğrudan müdahil olduğu alanlar haline geldi. … güçlü neoliberal devlet öznesi, ahlaki düzlemde, ulusa belli bir ahlaki birlik kazandırma çabaları eşliğinde kısmen sağlamlaştırıldı.

365
Bush yönetiminin 1988'de ahlaki ve ailevi değerleri öne çıkarması … [Reagan'ın] çağrısının en güçlü yanı, aile ve komşuluk, din ve yurt sevgisi gibi cemaatçi değerleri uyandırmasıydı. … Taylor, ulusu bir araya getirecek yeni bir "yurtseverlik" ruhunu savunurken, Reagan'ın projesine doğrudan bir atıfta bulunmaksızın, aynı duyguyu yansıtır.

367
Devlet bu argümanlara bir zorunluluk suretinde girer, cemaatin yegane gerçek öznesi, cisimleşmiş öznel(l)iğin eksiksiz gerçekleşmesi olarak. Tanrının dünya üzerindeki muzaffer yürüyüşü için devlet şarttır.

371
[Deleuze] Toplumsal uzay düz(gün)dür, ama disipliner dokusal hatlardan temizlenmiş manasında değil, dokusal hatların birörnek bir şekilde tüm topluma genelleştirilmesi manasında. Toplumsal uzay disipliner kurumlardan tahliye edilmemiş, ağzına kadar kontrol modülasyonlarıyla doldurulmuştur. Toplumun devlete iltihakı o nedenle biçimsel değil gerçektir; bu iltihak artık disiplin, denetim ve yönetimin tesisi bakımından kurumların aracılığını ve düzenlenmesini gerektirmemekte, devleti doğrudan müebbet toplumsal üretim devresinde işlemeye bırakmaktadır. Artık aracı, uzlaştırıcı sivil toplum kurumları telakkisinde temel önem taşıyan altyapı-üstyapı metaforunu kullanamayız. Disipliner toplumları tanımlamakta başvurduğumuz örülmüş köstebek yuvaları imgesi bu yeni alanda artık geçerli değildir. Kontrol toplumlarının düz(gün) uzayının ayırt edici özelliği, diyor Deleuze, köstebek yuvalarına benzer yapılaşmış geçitler değil, bir yılanın sonsuz dalgalanmalarıdır. Sivil toplumun dokusal hatlarındaki geçitlerde kurulan direnişlerin, açıktır ki, bu yeni hüküm modelinin kaygan yüzeylerinde tutunacak bir yer bulma şansı yoktur.

382
Peki, eğer bunalımı ateşleyen kurulu bir iktidar değil de kurucu bir iktidarsa…

383
Sivil toplumun fiziksel öğeleri ortadan kaybolduğunda bile, onun sureti daha üst bir düzeyde yeniden sahneye sürülür.

387
… seçmen kitlelerin demokratik temsilinden, temsilcilerin kendi seçmen kitlelerini oluşturduğu bir "temsil"e geçiş.

389
1968 den sonra, … Yeni üretim koşulları ve biçimleri, emek-gücünün bileşimindeki değişikliklerle birlikte, bizim "toplumsal işçi" dediğimiz bir figürün doğmasına yol açtı; toplumsal ve üretken ağlar arasında son derece gelişmiş işbirliği biçimleri ile birbirine bağlanmış karma bir maddi ve gayri-maddi emek harcama faaliyeti ile tanımlanan bir özneydi bu.

391
Eğer, daha önce de iddia ettiğimiz gibi, reel sosyalizmin bünyesindeki kapitalist kalıntılardan ölüp gittiği doğruysa, görünen o ki, kapitalist toplumlar da sadece bünyelerindeki komünizmi müjdeleyen öğeleri eklemlendirerek hayatta kalmayı başarıyorlar.

398
Yeni üretim tarzının temel özelliği, öyle anlaşılıyor ki asli üretici gücün, toplumsal emeğin genel, kapsayıcı ve niteliksel olarak üstün bir sentezi olması ölçüsünde, teknik-bilimsel emek olmasıdır. Diğer bir deyişle canlı emek hepsinden önce (nitelik bakımından) soyut ve gayri-maddi emek olarak, (nicelik bakımından) karmaşık ve işbirliğine dayalı emek olarak ve (biçim bakımından) giderek daha fazla zihinsel ve bilimsel emek olarak boy gösterir. Bu emeğin, basit emeğe indirgenmesi mümkün değildir - aksine, yapay dillere dayalı teknik-bilimsel emekte, sibernetik eklentiler arası karmaşık akıl yürütmelerin, yeni epistemolojik paradigmaların, gayri-maddi belirlenimlerin ve iletişimsel makinelerinin büyüyen bir yakınlaşması söz konusudur. Bu emeğin öznesi, toplumsal işçi bir cyborgdur, maddi ve gayri-maddi emek arasındaki sınırları sürekli bir o yönde bir bu yönde kat eden, makine ve organizma karışımı bir varlık, bir melezdir.

402
Modernlik, Batı akılcılığının doğrusal bir sonucu, Batı aklının mukadder varış noktası değildir. Bu tespit, birçok postmoderniste göre, Weberci kaba devlet teorisyenlerine göre, ve diyalektik maddecilerin pozitivist Marksizmine göre, yanlıştır. Bu kitapta geliştirmeye çalıştığımız bakış açısından modernlik, kesintisiz ama sürekli eksik bir devrimin tarihidir: özgür üretici güçlerin gelişmesi ile kapitalist üretim ilişkilerinin tahakkümü arasında her zaman bir alternatifi olan çelişik bir gelişmedir. Rönesans diye andığımız devrimden bugüne doğru modernliği, gasp, özel servet ve araççı aklilik kuvvetlerinin karşı koyduğu üretici güçlerdeki olağanüstü özgürleşme ve insani etkinliğe atfedilen her türlü aşkın hedeften kurtuluş karakterize eder. Burada Makyavelci terimlerle, "talih"in despot somutluğu "erdem"in evrenselliğine karşı koyar. Spinozacı terimlerle, devlet potestas'ı (İktidar) çok'un potentia'sına (iktidar) karşı koyar. Modern aklilik, bilimsel gelişme temelinde açıklanabilecek bir süreklilik değildir; biri tarihin ve hayatın inşasında insani işbirliğinin üretici potansiyeline, diğeri güç düzenine ve bu gücün yeniden üretimine adanmış toplumsal işbölümü örgütlenmesine güvenen iki farklı akliliğin çelişik ürünüdür.

404
Sermayenin kazandığı her zafer, kendi temel alternatifi olarak ortaklaşmacı canlı emeğe daha büyük bir toprak terketmek zorunda kaldı. Sosyalist devrim bu süreçte simgesel doruk noktasını temsil eder: burada üretici kitlelerin payına düşen demokrasi değil, egemenlikti - ve bu Doğu Avrupa sosyalizmi ve Batı sosyal demokrasisi için de eşit ölçüde doğrudur. Bugün, modernliğin bunalımında gündem, egemenliğe karşı demokrasidir.

405
… özgürlük daima ve hep kurucu bir güçtür.

Baskıcı alternatif yoksun ve çaresizdir. Doğrudan doğruya gizemlileştirici bir işlev taşır, yararsızdır ve böyle bilinir. Çokluk, ontolojik olarak örgütlenmişse, kumanda ne işe yarar?

407
Ontoloji bir temel arayışı, bir temel teorisi değildir. Varlığa bulanmışlığımız ve varlığın kesintisiz inşası hakkında bir teoridir.

Varlık telakkimiz süreksizliğin üretimine, öngörülemeyene, olaya açık olmalıdır. Spinoza kavramı genel bir nosyon olarak tanımlar, adcı bir çerçevede, gerçekliği anlamak için inşa edilmiş bir araç olarak görür, ama bu mantıksal yapıda, aynı zamanda, varlığın bir montaj, bir araya geliş, bir proje olarak büyümesine çıkan bir yol bulunduğunu da fark eder. Öznel montajlar, gerek bilim ve sanatta, gerekse mantıkta, bizim varlıkta büyümemize, varlığın kendisinin büyümesine ilişkin parametreleri ayağa diker.
.
.
.
.