.
.
.
Sağduyu, Bilim ve Kuşkuculuk
(Bilgi
Kuramına Tarihsel Bir Giriş), 1993
Alan
Musgrave
(Çev.
Pelin Uzay), Göçebe Yayınları, 1997 İstanbul
Arda
Denkel’in Önsözü
10
Yüzyılımızın
ikinci yarısının analitik felsefe dünyası içinde bilgi-bilim alanında oluşan
ilerleme, felsefe tarihinin tüm öbür dönemlerinde gerçekleşmiş epistemoloji
birikimini aşmış bulunuyor.
11
bilim
felsefesi
(Musgrave)
… kuşkuculukla belli bir denge kuran özgün bir bakış açısı … sunuyor.
Bilgi,
algı, gerekçelendirme gibi, bilgi kuramının odaksal sorunları…
Önsöz
12
(Bu
kitap) … tarafsız olma çabasına girmemektedir. Bunun yerine, yanılabilircilik
ya da eleştirel gerçeklik olarak adlandırılan özel bir epistemolojik tutum
içindeki bir uslamlamadır.
13
… bu
Popperci bir kitaptır.
BÖLÜM 1
Bilgi
Sorunu
14
Birçok
önemli felsefi sorunda olduğu gibi, karşılaşılan ilk zorluk ortada gerçek bir
sorun olup olmadığıdır.
Bilgi güç
demektir.
15
Filozofların
söylediği gibi bir şeye inanmak, bilgi için gerekli fakat yeterli olmayan bir
koşuldur. … Başka hangi koşullardan söz edilebilir?
Bu
inancın ‘bilgi’ adını almasından önce, inanılan şeyin doğru olması gereklidir.
17
Sadece ve
ancak iddiamı gerekçelendirdiğim ve bu iddiamın şanslı bir tahmin olmadığını
gösterdiğim zaman o konuyu bildiğim söylenebilir.
18
Yunanlılar
bütünüyle kesin olan (bu) bilgiye episteme
adını vererek, bunu doxa, yani
sıradan kanıdan ayırmışlardır.
Bir şeyi
kesin olarak bilebilir miyiz?
20
…
görünürde üç değişik bilgi çeşidi bulunmaktadır.
(1)
Nesnelerin ya da şeylerin bilgisi (tanıdık bilgi - tanıyarak bilme)
(2) Bir
şeyin nasıl yapılacağına dair bilgi (yordam bilgisi) (tavuk çiftlikleri, dişi
tavuk, anatomik inceleme için veterinerin yüksek maliyeti,özellikle kadınların
bir bakışta cinsiyet ayrımı yapabilmeleri) (Kendileri de dahil olmak üzere
kimse bunun nasıl yapıldığını bilmemekte …
Bilgi sahibi, bildiği şeyi önermelerle ifade edememektedir ve şu ana
kadar kimse de bunu yapamamıştır)
(3) Yargı
ve önermelerin bilgisi (konular bilgisi ya da önermesel bilgi)
22
…
hayvanların, bu tür inanç ve gerekçelendirmeleri oluşturmaların olanak verecek
dilden yoksun (olmaları).
23
Eğer
bazılarının düşündüğü gibi hayvanların da gelişmiş bir dile sahip oldukları
ortaya çıkarsa, o zaman önermesel bilgiye ulaşabilecekleri anlaşılabilir.
25
(Yunan
düşünürleri) Kuşkucular ve dogmacılar
26
Bilgi
kuramı ya da diğer adıyla epistemoloji esasında dogmacılık ve kuşkuculuk
arasındaki uzun ve henüz son bulmamış bir savaştan ibarettir.
Kesin
doğruya bakarsak, hiç kimse bunu bilememiştir,
Hiç kimse
de bilemeyecektir, ne tanrılar hakkında bir şey,
Ne de
şimdi benim bahsettiğim tüm bu şeyler hakkında.
Eğer
insanoğlu şans eseri söyleyebilseydi en son gerçeği,
Bunun ne
olduğunu kendisi de bilemezdi;
Aslında
her şey örülmüş bir tahmin ağından ibarettir.
27
Kuşkucu,
inançları gerekçelendirme işleminin, kaçınılmaz sonsuz geri gidişlere maruz
kaldığını iddia eder.
28
Sonsuz
sayıdaki gerekçelendirmeleri tamamlamak imkansız olduğu için herkes inançlarını
gerekçelendirilmemiş varsayımlara bağlayacaktır. Yalnızca düşünceye dayanan
şeyler, yine sadece düşünceden oluşmakta, böylece bilginin yapısı
bozulmaktadır.
29
‘tanımların
sonsuz geri gidişi’
İnandığımız
şeyi anlamak için öncelikle bu inancımızı dile getirirken kullandığımız
kelimelerin anlamlarını bilmemiz gerekir.. Bir kelimenin anlamını bilmek ise
onun ne anlama geldiğini söylemek (için yeni tanımlar gerektirecek başka başka
kelimeler kullanmamız anlamına gelir). Bu aynı şekilde devam ederek yeni bir ad infinitum oluşturmaktadır.
32
Gözlem
yargılarındaki dolaysız bilginin kaynağı olarak duyuları temel alan bilgi
kuramına ‘deneycilik’ diyoruz. Bu kavram tanımların sonsuz geri gidişlerinin
son bulmasını da duyularla açıklar. Anlamları tanım ya da açıklama
gerektirmeyen asli (ilkel) kavramlar, gözlem yargılarıdır. (kırmızı, sıcak,
soğuk, pürüzlü, düzgün, kaba, zarif, tatlı ve acı…)
33
Nihil in intellectus quod non fit
priori in sensu
Daha önce
duyulardan geçmeyen hiçbir şey zihinde yer alamaz.
(Sonsuz
geri gidiş açıklamasına verilen ikinci yanıt) … bilginin kaynağı olarak sebep
ya da zihinsel önseziye dayanan bir düşünceyi barındırmaktaydı.
Gerekçelendirmelerin sonsuz geri gidişi, açıkça ortada olan veya zihinsel
önseziyle doğruluğu anlaşılan ilk ilkeler ya da aksiyomlarda son bulmaktaydı. …
Bu, ‘akılcılık’ ya da ‘anlıkçılık’ adını taşıyan bilgi kuramının temel
düşüncesidir. (Akılcılığın temel dayanağı başta Eukleides geometrisi olmak
üzere matematiksel bilgidir.)
36
Kuşkucular
dogmacıların cevapları karşısında sessiz kalmamış ve hem duyumsal, hem de
zihinsel yaklaşımlara karşı çıkmışlardır.
BÖLÜM 2
Saldırı
Altındaki Kuşkuculuk
38
aldatmaca:
Sokrates’in bildiğimiz tek şeyin başka hiçbir şey bilmediğimiz olduğu
düşüncesi…
aldatmaca:
… eğer en az bir şeyi bilmek mümkünse aynı yolla diğerlerini bilmenin neden
imkansız olduğu… (sorusu).
aldatmaca:
bir yanlışlığı bilemeyiz.
40
“Eğer
dili eleştirirken -ki bu düşünen birey için en önemli vazifedir-, basamakları
tırmanmak istiyorsam arkamda kalan lisanı basamak basamak yok etmeliyim;
merdivene çıkarken, tüm basamakları yok etmem şarttır.” Fritz Mauthner
41
Mauthner’den
oldukça etkilenen Ludwig Wittgenstein, felsefenin esasında bir saçmalıktan
ibaret olduğunu savunan bir kitap yazmıştır; kuşkucu bir tezi destekleyen bu
çok ünlü eserin adı Tractatus
Logico-Philosophicus’tur.
… kesin
bir kuşkuculuk anlayışına sahip çok az filozof vardır.
46
Tarih
boyunca bu türden birçok yargılama olmuştur; günümüzde de devam edenleri
vardır: engizisyon, dinsel, ahlaki ya da politik konularda düşüncelerinin
yanlış ya da günahkar ‘olduğu’ bilinen insanlara zulüm yapan bir kurumdur.
Sadece dogmacılar bu türden engizisyonlar oluştururlar.
48
Makul
derecede bir kuşkuculuk anlayışının dünyayı daha yaşanabilir bir yer yapacağı
söylenebilir, kuşkucular da bugüne kadar hep bunu savunmuştur.
BÖLÜM 3
Duyular
Hakkında Kuşkuculuk
50
Sextus
Empiricus M.S. 160-210 civarında, Pyrrhon ise ondan beş yüz yıl önce, yaklaşık
M.Ö. 275 yıllarında yaşamıştı.
53
Belki de
Puss (kedi’nin ismi) dünyayı gerçekte olduğu gibi görmekte ve biz bunu
yapamamaktayız.
Hayvanlar
insanların hoşlanmadığı şeyleri yemeği severler, yani bunlar hayvanlara ve
insanlara farklı görünmektedir.
66
Otto
Neurath bilgimizi açık denizde yol aldığımız bir gemiye benzetmektedir;
yolculuk sırasında gemiyi sürekli onarmamız ve daha iyi duruma getirmemiz
gerekmektedir, geminin kutsal ve değiştirilemez ve hiçbir öze döşeme tahtası
bulunmamaktadır.
67
Yarısı
suyun içinde olan çubukla karşılaştığımızda ‘Çubuk eğridir’ demez, bunun yerine
çubuğun sadece eğriymiş gibi durduğunu ya da böyle göründüğünü ama gerçekte
öyle olmadığını söyleriz. Eğer bunu neye dayanarak yaptığımızı sorarsak, genel
anlamda cevap, gözlemlediğimiz şeyler hakkındaki bilgi ya da kanaatlerimizi,
deneylerimizi gerçeğe uygun ya da uygunsuz olarak sınıflandırabilmek için kullandığımız
olacaktır.
Bu cevap
beraberinde üç ilginç soru getirmektedir. İlk soru deneyimimizdeki çelişkileri
çözümlememize yardım eden kanılara nasıl vardığımızdır: bunların kendisi de bir
şekilde deneyimden çıkarılmamış mıdır? Tam olarak anlaşıldığı gibi bu
psikolojik ya da olgulara dayanan bir sorudur. Ancak bu daha felsefi olan ve
geri dönüşler gerektiren ikinci bir soruyla bağlantılıdır. İkinci soru
deneyimlerimizi anlamak için önceki inançlarımıza güvenmemiz durumunda, bu
inançların hata yapmamıza yol açıp açmayacağıdır. Eğer yanlış bir inancımız
varsa buna dayanarak gerçeğe uygun bir deneyimi gerçek dışı ya da gerçek
olmayan bir deneyimi gerçek olarak nitelememiz durumunda ne olacaktır? Bu,
üçüncü bir soruyu ortaya çıkarmaktadır. Deneyimlerimizi anlamak ya da
yorumlamak için önceki inançlarımıza güvenirsek, o zaman güvendiğimiz
inançların doğru olduğundan emin olduğumuz sürece doğru bir şey yaptığımızdan
kuşku duymayabiliriz. Ancak bundan gerçekten emin olabilir miyiz?
72
Yazım
hatalarını bulmak için bir yazıyı kontrol eden kişi, yazıların manasıyla
ilgilenmemesi gerektiğini bilir.
73
Bu
‘beklenti’ ya da kanılarımızın farkında olmayabiliriz.
Kısaca
özetlersek, ilgilerimiz, önceki inanç ve beklentilerimizin hangi duyusal
uyaranı dikkate alacağımızı belirlememize yardımcı olduklarını gördük. Önceden
sahip olduğumuz kanı veya beklentilerin deneyimlerimizi yorumlamamız,
bazılarını gerçeğe uygun, bazılarını ise gerçeğe uymayan şeklinde adlandırmamız
konusunda bize nasıl yardım ettikleri üzerinde birkaç örnekle karşılaştık.
75
“İnsanın
anlama yetisi kendi doğasından dolayı dünyada olduğundan daha fazla düzen ve
düzenliliğin varlığını varsaymaya eğilimlidir” Bacon
Bir
düzenin geçerli olduğunu kabul eder, yani bununla ilgili bir inanç
oluşturursak, önyargılarımızla uyuşmayan her deneyimi yok sayarız.
83
Bir şeyin
ne olduğunu görmek önermelerle ilgili bir durumdur ve söz konusu önermenin
ortaya çıkabilmesi için gözlemcinin gerekli olan sözcük ya da kavramlara sahip
olması gerekir. Görmek ise önermelerle ilgili bir durum değildir ve herhangi
bir kavrama sahip olmayı gerektirmez. Bir şeyin ne olduğunu görebilmemizi
mümkün kılan şey dil ya da kavramların anlayışına önceden sahip olmamızdır.
(fizik laboratuarında bir galvonametre gören kedi)
BÖLÜM 4
Deneyci Psikoloji
92
Görme
özürlü kişi etrafındakilerin renkleri, duyma özürlü de çıkardıkları sesler
hakkında bir şey bilmez. Eğer bizim sahip olmadığımız duyularla donatılmış
canlılar varsa, o zaman onların bu duyularla ne tür deneyimler yaşadığını
bizler asla bilemeyiz.
97
Dil,
etrafımızdakileri başka insanların gözüyle görmemizi ve onların anlama
yetisiyle bilmemizi sağlamaktadır. Bizi varolan en üstün canlılar yapan da bu
özelliğimizdir.
görme ve
duyma yetiler…
İnsan
bilgisinin en az beşte ikilik bir bölümü beş duyumuzdan bu ikisine aittir.
98
Bilincin,
insanın kendisiyle ilgili bir his gerektirdiği ve buna bağlı olarak da dilin
kazanılmasına bağlı olduğu ilginç bir düşünce tarzıdır. (Helen Keller vakası)
100
Dil
öğrenimi sadece belirli kelimelerin anlamlarının öğrenilmesi değildir, bundan
daha önemli olarak cümlelerin oluşturulması için gereken dilbilgisi
kurallarının kavranmasını içerir. Bu tür bir kural aralarında ilişki kurulan
uyaranların tekrarıyla öğrenilebilir mi? Eğer bu mümkünse, bu ne tür bir uyarandır?
Dil
öğreniminin çabukluğu ve öğrenilmekte olanların karmaşık doğası Noam Chomsky’e
çocukların doğuştan birtakım dilsel bilgilere sahip olduklarını ve bu
bilgilerin öğrenme gerektirmeyerek, öğrenilmesi gereken bilgilere bir yapı ve
öğrenmede hız kazandırdığını düşündürmüştür.
Cohomsky,
doğuştan gelen bu bilginin tüm dillerin yapısına ait genel özellikleri
taşıdığını farzetmektedir.
101
“Çocuklar
kelimelerin anlamlarını abartılı bir şekilde genelleştirerek, algıladıkları tüm
kelimeleri bilmediklerinin yerine de kullanırlar… Bir sözcük çocuğun kelime
dağarcığında belirdiği anda belli nesneye gönderme yapmaktadır, fakat çocuk
hızla bu kelimenin anlamsal kapsamını genişleterek aynı kelimeyle pek çok
farklı şeye gönderme yapar. Kelimenin anlamı yetişkinlerin kullanımıyla bir
oluncaya kadar gittikçe daralır… Çocuklar bir kelimenin anlamsal açılımını en
çok o kelimeyle ima edilen ilk nesnenin biçimine dayandırırlar.” Moskowitz
102
Eğer
iletişim kurmak istiyor, fakat dağarcığımızda yeteri kadar sözcük bulundurmuyorsanız,
o ana kadar sahip olduğunuz kelimeleri kullanmamanız için ne sebep olabilir ki?
104
Canlılar
acı verici ya da hoş olmayan deneyimlerden çok çabuk öğrenirler: Bu türden
tekrarsız deneyimlere dayanarak ani çıkarımlar yaparlar.
105
İnançların
çoğunlukla aniden sonuca ulaşmak suretiyle oluşturulduğuna yönelik düşünce bazı
deneyciler tarafından fark edilmiştir.
108
…
hayvanlar kendileri için önemli olan bazı uyaranları seçmek, onları belli
şekillerde yorumlamak ve bunlara uygun şekilde tepki vermek için
‘ayarlanmışlar’dır.
(Dipnot:
Tabii ki bu ‘seçim’ ve ‘yorumlama’nın bilinçli birer işlem olduklarını
düşünmemeliyiz.)
109
Yumurtadan
yeni çıkan Ringa martısı yavruları… ebeveynin gagasının ucundaki kırmızı nokta…
111
(hayvanlar)
… eğer doğru uyaran uygun zamanda verilmezse, tepki oluşmayacaktır.
su
soreksleri
114
Aşağıda
Amerika’da yapılan bir araştırmayla ilgili gazete haberi bulunmaktadır:
Bildiğim
kadarıyla kurbağa ya da maymununkine benzeyen özel tepkiler insan gözünde
bulunmamaktadır.
115
arılar
mor ötesi ışınlara tepki gösterirler…
… farklı
canlılar belli uyaranları seçmek ve bunlara çeşitli yollardan tepki vermek için
programlanmışlardır; bu programların bazıları duyu organlarının yapısına bile
işlenmiştir.
(Tavuk –
yumurta) (‘Hangisi önce gelmektedir; varsayım mı, yoksa gözlem mi?’) bir cevap
verme durumunda kaldığımızda, ilk önce gelenin, algısal uyaranları ‘seçmek’ ve
‘yorumlamak’ için bizde ilkel ve yaratılıştan gelen bir mekanizma, bir tür
ilkel önsav (hipotez) olduğunu öne sürmek en iyi yanıt gibi görünmektedir.
(Popper 1972)
116
‘Doğuştan
gelen idealara yönelik saldırısından yola çıkılarak kendisine hiçbir deneyim
olmadan yuvalarını nasıl ve hangi malzemeden yapacaklarını bilen kuşlarla
ilgili bir soru sorulmuştur. Locke bu soruya oldukça belirsiz bir yanıt
vermiştir: ‘kitabımı hayvanların davranışlarını açıklamak için yazmadım’ 1690.
doğuştan
gelen eğilimler
Locke,
hayvanların doğuştan gelen algısal becerileriyle ilgili ayrıntılı keşiflerden
haberdar değildi; bu buluşlar oldukça yeni olduğu için Locke’u bu konuda
suçlayamayız.
117
Martı
yavrularıyla karşılaştırıldıklarında insan yavruları oldukça savunmasız bir
konumdadırlar. Aynı zamanda bildikleri pek çok şeyi öğrenen ve bunları doğuştan
getirme zorunluluğu taşımayan oldukça akıllı canlılardır. Martılar yaşamları
boyunca pek bir şey öğrenemezler, bu yüzden davranışlarının çoğu içgüdüseldir.
(bebek)
emme tepkisi
Eğer
Chomsky haklıysa, insanlar dilin genel yapısıyla ilgili bilgiye doğuştan sahip
olabilirler.
118
nesne
bilgisiyle (ve inancıyla) yordam bilgisi arasındaki farklılık…
119
İnanç ya
da bilginin, kavramlara sahip olmayı gerektirdiğini ve hayvanların bu
kavramlara sahip olmadıklarını düşünenler bile…
(Dipnot:
Ben de hayvanlara kanaat ve kavramların atfedilmesinin saçma olduğu
görüşündeyim…)
(Popper)
İnançlarımızı şekillendirmemizi ve kontrol etmemizi sağlayan dil, bunları
bilinçli olarak eleştirmemizi de sağlamaktadır. Bunu, amip ve Einstein
arasındaki tek farkın ikincinin vardığı ani sonuçları eleştirme yeteneğine (bu
onun dile sahip olmasına bağlıdır) sahip olduğunu (söyleyebiliriz).
Doğuştan
gelen yordamsal bilgilerin onların ‘yanlış sonuç çıkarmalarına’ (Lorenz’in
anneleri olduğu sonucu) sebep olmuştur.
120
… dile
sahip olmak yeni bir hata olasılığını ortaya çıkarmaktadır. Ancak bu,
hatalardan bir şey öğrenilmesini de mümkün kılmaktadır.
BÖLÜM 5
İdea-cılık,
Görünüş ve Gerçeklik
121
Duyuların
gerçekte nasıl işlev gördüğü ve inançların gerçekte nasıl oluşturulduğu ile
ilgili sorular felsefi sorular olmaktan çok psikoloji ve/veya fizyolojiyi
ilgilendiren olgusal sorulardır.
122
...ideacılığın epistemolojik, idealizmin ise ontolojik ya da metafiziksel birer
öğreti olduklarını söyleyebiliriz.
(Sextus
Empiricus) "Söz konusu nesnenin göründüğü gibi olup olmadığını sorguladığımız
zaman, bize göründüğü gerçeğini kabul ederiz; şüphemiz görünüşünün kendisi ile
ilgili değil, bu görünüşe getirilen açıklamayı içermektedir."
123
(Sextus) Duyuların şeylerin nasıl göründüğü konusunda kesin bilgi verdiğini,
ancak bunun gerçekte nasıl olduklarını içermediğini kabul etmektedir.
127
[Düşerken el yordamıyla kaptığımız bir dal; bisikleti sürerken sürekli
düştüğümüz gerçeğini kabul etmeden sürdürdüğümüz sürüş...]
(elips
şeklindeki para, yarısı suyun içinde bulunan çubuğun bükülmesi, halüsinasyon
anında görülen pembe fareler...)
Paraya
yukarıdan, çubuğa suyun dışındayken ya da gerçek kahverengi farelere baktığım
zaman algıdaki hazır nesne yine bir görünüş, idea ya da duyu-verisidir. Gerçeğe
uygun ya da gerçeğe uymayan algılar mevcut nesnelere göre farklılık
göstermezler. Bundan ziyade görünüş, idea ya da duyu verisinin gerçeği yansıtıp
yansıtmadığına göre ayrılırlar...
129
Bilim bize algının, algılanan nesne ve algılayıcı arasında az ya da çok
karmaşık bir nedensel etkileşim gerektirdiğini gösterir. Örneğin, masayı
görebilmemiz için masanın yüzeyinden ışığın yansıması, bu ışığın göze girmesi,
retinayı, görme sinirini ve sonra da masanın görsel imgesinin oluşacağı
beyindeki görsel bölgeyi uyarması gerekmektedir. Diğer duyular için de benzer
şeylerden bahsedilebilir. Bu algının nedensel kuramıdır.
Bunun
gerçekçi bir dille ifade edildiğine dikkatinizi çekmek istiyorum. ... Algının
nasıl oluştuğuyla ilgili bilimsel analiz, algıdaki nesnelerin (görülen,
duyulan, kokusu ve tadı alınan, dokunulan şeyler) dış dünyadaki nesneler yerine
idea ya da duyu verileri olduğu yolundaki ideacı tezi inanılır kılmak için
herhangi bir şey söylememektedir. Bilim sadece bize algının doğrudan olmayan
bir işlem olduğunu öğretmektedir. Algılayan kişi, şekil ve zamanda algılanan
nesneden ayrı tutulmakta ve algılanan doğrudan bir 'ilişki' kurmak yerine bu
nesneye sadece ayrıntılı bir nedensel işlemle bağlı bulunmaktadır.
131
zaman yanılgısı tartışması
"Varsayalım
ki geceyarısı bir yıldıza, mesela Sirius'e bakıyorum. Fiziğe inanmamız
durumunda, Sirius'dan yıllar evvel yola çıkan ışık dalgaları yeryüzüne
ulaşmakta, retinama çarpmakta ve Sirius'u gördüğümü söylememe sebep olmaktadır.
..." C.E.M. Joad
masayı
görmüyorum, gördüğüm, masanın üzerimde bıraktığı etkidir...
134
Hiç kimse bir masaya dokunmamış ya da bir portakalın tadına bakmamıştır, bunun
yerine dokunmayla ilgili duyu verisine dokunmakta ve tatmayla ilgili duyu
verisini tatmaktayız. Zaman yanılgısı tartışması bu şekilde tüm algı
çeşitlerine genellenebilir.
Sağduyulu
görüşler çoğunlukla hatalı çıkmışlardır; muhtemelen algıyla ilgili sağduyulu
gerçekçi görüş de yanlıştır. (Dipnot: Kuşkucular ve bilim adamları naif ya da
doğrudan gerçekçiliğin yanlış olduğunu göstermektedirler.)
135
İdeacılık, algıda ilk anda bilincine vardığımız şeyin görünüş, idea ya da duyu
verisi olduğu görüşüdür.
136
(İdeacılık yirminci yüzyıla kadar devam eder.)
137
Bilim adamlarının yıldızlar, kayalar, atomlar ya da insan beyni türünden
şeyleri inceleyebileceklerini düşündükleri beklenebilir. Ancak filozof bilim
adamları bu konu üzerine daha derin düşünüyor gibi görünmektedirler.
138
İdeacılık...
'Şu an eğri bir çubuğun görsel idesinin bilincine varmaktayım', 'Şu anda masaya
benzeyen bir duyu verisini tecrübe etmekteyim', 'Şimdi bozuk yumurtanınkini
andıran koku duyumuna ait bir idenin (koku) bilincine varmaktayım' türünden
ifadeler ortaya çıkmaktadır.
139
Günlük konuşma dili 'kaşınmak', 'gıdıklanmak' türünden kelimeler içermektedir
ve bunlar duyumların ifade edilmesi açısından yetersiz kalmaktadırlar (bu idea
ya da duyu verisi kuramının sağduyulu olmaktan çok felsefi bir kuram olduğunu
bir kere daha göstermektedir).
142
Şu anki idea ya da duyu verilerimi temel alarak tüm idea ya da duyu verilerimin
süregelen konusu olarak varolduğumdan emin olabilir miyim? Bu bellek sorunuyla
bağlantılı bir problemdir, çünkü birçok ideacı belleğin, kişisel kimliğin
anahtarı olduğunu öne sürmüşlerdir.
Daha
önemli bir kuşkucu itiraz, yeni deneyci temelin yeterliliğini sorgulamaktadır.
Bu güvenirliğin oldukça pahalıya mal olduğu ortadadır. Deneyci temel eskisinden
çok daha dar bir hal almıştır: Naif gerçekçilik dış dünya hakkında bize hazır
bilgi vermektedir; ideacılık bize sadece zihnimizin (duyumsal) içeriği
hakkındaki hazır bilgiyi sunmaktadır. Dış dünya hakkında söylediğimiz her şey
dolaylı (aracılı) ya da çıkarılmış bilgi (inanç) halini almıştır. Kuşkucu
saldırıdan korunmak uğruna bilgiye ait dayanağı dar bir kapsama sokmak, bu dar
oluşumun üzerine farklı bir yapının oluşturulmasını güçleştirmiştir.
'bir
şeyin gerçek rengi nedir?'
145
dış dünya sorunu
İdealizm
sadece idealar ya da duyu verilerinin (bir de bunlara sahip olan zihinlerin)
varolduğu yolundaki metafiziksel ya da ontolojik görüştür. Dış dünya sorunu,
ideacılığı idealizme dönüşmekten kurtarıp kurtaramayacağımız ve idealara
dayanarak ideaların dışında bir şeyin varlığını kabul ettirip ettiremeyeceğimiz
ile ilgili bir sorundur.
İdealizm
sadece kendine mahsus bir öğretiyken, tekbencilik aşırıya kaçmaktadır.
146
Tekbencilik oldukça çılgın bir fikirdir, ancak 'yöntembilimsel tekbencilik'
aynı durumda değildir.
BÖLÜM 6
Birincil ve İkincil Nitelikler
(John
Locke)
Birincil nitelikler: biçim, boyut, ağırlık, hareket halinde ya da hareketsiz
olmak, sayıca teklik ya da çokluk
İkincil nitelikler: renk, tat, koku, ses,dokunma, sıcaklık ya da soğukluk.
152
"Herhangi bir maddesel ya da cisimsel tözü ne zaman idrak etsem, anında
onu bu ya da o şekilde, başka şeylere oranla büyük veya küçük olmak üzere,
belli bir zamanda belirli bir yerde, hareketli veya hareketsiz halde, başka bir
cisme dokunurken ya da dokunmazken, sayıca tek, birkaç tane ya da çok olmak
üzere sınırlanmış olarak düşünme ihtiyacı hissettiğimi söylüyorum. Hayalgücümü
ne kadar zorlarsam zorlayayım, böyle bir tözü bu koşullardan ayrı düşünemiyorum.
Ancak zihnim beyaz ya da kırmızı, acı ya da tatlı, gürültülü veya sessiz, iyi
ya da kökü kokuda olmayı zorunlu eşlik eden unsurlar olarak getirmemi
gerektiriyor. Duyularımızın rehberliği olmadan, onların desteğinden uzak kalan
akıl ya da hayalgücü muhtemelen bu türden niteliklere asla ulaşamayacaktır.
Buna bağlı olarak tat, koku, renk, vb.'nin ... sadece bilinçte yer aldığını
düşünüyorum. Böylelikle eğer canlı yaratıklar ortadan kalksalardı, tüm bu
nitelikler silinecek ve yok edileceklerdi.
Bizdeki tad
alma, koklama ve işitme duyularını uyarmak için dış dünyadaki cisimlerin
biçimleri, sayıları ve hızı ya da yavaş hareketleri dışında başka hiçbir şeyin
gerekli olmadığını düşünüyorum. Kulaklar, diller ve burunların ortadan
kaldırılması durumunda biçimler, sayılar ve hareketin kalıcı olacağı, ancak
koku, tad ve seslerin yok olacağına inanıyorum."
Galileo
Birincil
nitelikler aklın buyurdukları, ikincil nitelikler ise duyu-deneyin (hatalı bir
şekilde) öne sürdükleridir.
156
Burada söylenen şey renk, tad, koku ve seslere ait olan 'idealar'ın (yani renk
duyumları, tad duyumları...) algılayıcıların ortadan kaybolması durumunda yok
olduklarıdır.
157
Lock'a ait bu ikinci görüşe göre birincil ve ikincil nitelikler arasındaki
farklılık birincillerin gerçek veya nesnel, ikincillerin ise gerçekdışı veya
öznel olmalarından ileri gelmemektedir. Bu farklılık, birincil niteliklere ait
idealar birincil niteliklere benzerken (görünüş olan ve gerçek olan biçimin her
ikisi de biçimdir), ikincil niteliklere ait ideaların ikincil niteliklere
(görünen renkler ya da renk duyumları bunları oluşturan yüzeylerin
özelliklerine benzemezler) benzememesinden ileri gelmektedir.
160
İkincil Nitelikler Öznel midir?
...
bilimadamları bir yüzeyin kırmızılığının tam olarak ne içerdiğini belirtmeye
çalışırlar: Eğer kızıl bölge dışındaki görünür spektrumdaki tüm radyoaktif
ışınları emiyorsa, bir yüzeyin kırmızı olduğu kabaca söylenebilir. (Dipnot:
Burada 'görünür spektrum' ve onun 'kızıl bölge'sine yapılan göndermeler
dalgaboylarının belirlenmesiyle değiştirilebilirler)
161
Belli bir durumda yüzeyin kırmızı görünmesi yüzeyin gerçekten kırmızı olduğunu
garanti etmemektedir.
İkincil
niteliklerin bazıları bilimsel analize karşı direnmeye devam etmektedirler.
Nesnelerin sıcaklık ve renklerine yönelik bilimsel açıklamalara sahip olmamıza
rağmen, bunlara ait tad ve kokular daha zorlayıcı bir durumu ortaya
koymaktadırlar. Bildiğim kadarıyla, bilim adamları halen bir maddenin insanlara
neden tatlı geldiğini açıklayamamışlardır. Eğer durum böyleyse, tatlılığı ele
alarak Locke'un açıklamasından pek öteye gidemeyiz: İnsanlarda belli bir
tad-duyusu oluşmasına yol açan şey maddedeki (bilinmeyen) kuvvettir.
162
Bu durumda ikincil nitelikler sadece 'görünüş’, 'idea' ya da duyumlardır.
Kuşkucunun sorgulayacağı 'gerçek renk' bulunmamaktadır. Eğer kendi idealarımız
hakkında hatasız bilgiye sahipsek, o zaman ikincil nitelikler hakkında da
hatasız bilgiye sahip oluruz. Bu durumda hatalı çıkılacak başka hiçbir konu
yoktur.
163
İkincil nitelikler öznel olduğuyla ilgili kuram ideacılıktan idealizme uzanan
yoldaki ilk adımdır ... Tartışmanın ana safları belirginleşmektedir: Bir
tarafta sağduyu, bilim ve kuşkuculuk, diğer tarafta ise duyuları ele alan
doğmacılık ve idealizm bulunmaktadır.
(Berkeley)
İkincil niteliklerin öznel olduğu yolundaki her uslamlamanın aynı zamanda
birincil niteliklerin de öznel olduğunu göstereceğini iddia etmiştir.
164
Maddi nesneleri oluşturduğu söylenen atom ya da gözenekleri duyumsamamaktayız.
Işık ışınlarını yansıtan parçacık konfigürasyonlarından ve buna bağlı olarak
'kırmızılık' ideasını oluşturmak için bir 'kuvvet'e sahip olunduğundan
bahsetmek, hakkında hiçbir ideaya sahip olmadığımız şeyler üzerinde konuşmakla
aynı anlama gelmektedir. Aslında bu Berkeley'e göre boş laftan ibarettir, çünkü
yerini tutacak 'idea'ları olmayan kelimeleri kullanmakla aynı anlamdadır. Locke
bu sorunun bilincine belirsizce varmıştır. Newton ve Boyle'a olan büyük
hayranlığına karşın 'doğa felsefesinin bilime dönüştürülme konusunda yetersiz
kaldığını' söylemiştir.
BÖLÜM 7
Berkeley: İdeacılık İdealizme Dönüşüyor
BÖLÜM 8
Hume: İdeacılık Akıldışılığa (İrrasyonalizm) Dönüşüyor
198
İzlenimler ya da ideaları temel alarak bilebileceklerimiz nelerdir (neyin
doğruluğunu kanıtlayabiliriz)? Locke, dış dünyaya ait nesnelerin varlığını ve
bunlara ait bazı özellikleri bilebileceğimizi düşünmüştü. Berkeley bu görüşü
eleştirerek, bunun yerine kendi idealarımıza sebep olan diğer zihinlerin ve
Tanrı'nın varlığını bilebileceğimizi iddia etmişti. Hume her ikisine de karşı
çıkmıştır. Dış dünyaya ait nesnelerin, Tanrı'nın, diğer zihinlerin ve hatta
kendi zihinlerimizin varlığını kanıtlayamayız. Tek mantıklı durum
(kanıtlayabileceğimiz tek durum) tekbenciliktir; akıl, kendi izlenim ve
idealarımın dışındaki her şey hakkında tam bir kuşkuculuğa bizi götürmektedir.
Hume bir
tekbenci ve bir kuşkucu muydu? Başlangıçtaki okurlarının çoğu bu
kanaatteydiler, ancak Hume'un düşüncesindeki esas noktayı kaçırdıklarını
düşünmekteyim ki bu düşünce akıldışıcılıktır. Hume, aklın tekbenciliğe ve kuşkuculuğa
yol açması sebebiyle, aklı reddetmemiz gerektiğini düşünmektedir, Gerçekte
tekbenci ya da kuşkucu olamayız.
199
İnsan doğası veya alışkanlık ya da içgüdü, denetimi ele alır ve kendimizi bir
kere daha felsefenin mantıksız olarak değerlendirdiği şeylere inanır durumda
buluruz.
"İnsan
aklındaki bu çeşitli çelişkilerin ve kusurların hareketli görünümü beni
sinirlendirmekte ve tüm inanç ve akıl yürütmeleri reddetmeye beni hazırlayacak
ve diğerinden daha büyük olasılıkta ya da uygunlukta hiçbir fikri
yoklayamayacak şekilde kafamı kızdırmaktadır...
Aklın bu
bulutları dağıtma becerisine sahip olmaması nedeniyle, neyse ki doğa kendisini
bu amaca yöneltmekte ve beni bu felsefi melankoli ve hezeyandan kurtarmaktadır.
Ziyafetler veriyorum, tavla oynuyorum, sohbet ediyorum ve dostlarımla mutlu
oluyorum; üç veya dört saatlik eğlenceden sonra bu düşüncelere döndüğüm zaman,
bunlar öylesine soğuk, zorlayıcı ve saçma görünüyorlar ki, içlerine daha fazla
girecek gücü yüreğimde bulamıyorum.
Böylelikle
burada yaşamaya, konuşmaya ve hayatın sıradan akışındaki diğer insanlar gibi
davranmaya bütünüyle ve gereklilik içinde tayin edilmiş bulunuyorum...
Duyularıma ve anlama yetime teslim olarak doğanın akışına uyabilirim; ve bu kör
teslimiyetçilikle kuşkucu eğilim ve ilkelerimi gösteriyorum." Hume,
Treatise, I, iv, 7
Hume'un
içinde bulunduğu durum oldukça anlaşılmazdır. Bir taraftan hepimizin inandığı
şeyin ne olduğunu, neden hepimizin buna inandığını ve niçin buna inanmaktan
kurtulamadığımızı sormaktadır. Diğer taraftan da bu doğal ya da içgüdüsel
inançların mantıksal açıdan doğrulanıp doğrulanamayacaklarını sorgulamaktadır.
İkinci soruya verdiği yanıt değişmez şekilde olumsuzdur. Yunanlılar insanın
doğası itibarıyla akılsal bir hayvan olduğunu düşünmüşlerdi; Hume insanın
doğası itibarıyla akıldışı bir hayvan olduğunu düşünmüştür.
201
Zihnin dışındaki bedenleri değil de, sadece içindeki izlenim ve ideaları
algılamaktayız. Algıladıklarımız hakkındaki öncüllerden, algılamadıklarımız
hakkındaki sonuçlara da varamayız:
"O
zaman bu duygu, bütünüyle mantık dışı olarak, anlama yetisi dışındaki bir
güçten ileri geliyor olmalıdır." Hume
202
"... algıların varlığından ya da herhangi bir özelliğinden, nesnelere dair
herhangi bir sonuç çıkarmamız veya bu konuda anlama yetimizi memnun etmemiz
imkansızdır." Hume
Yani
sonuç şudur: Nesnelere inanmaktan kendimizi alıkoyamamaktayız. Ancak bu, ya
algılanmayan algılara (kaba anlayışa sahip olanlarla birlikte), ya da
varlıkları, özellikleri ve algılarımıza neden oluşları hakkında hiçbir kanıta
sahip olamayacağımız şeylere (filozoflarla birlikte) inanmamız anlamına
gelmektedir. Her iki inanç da oldukça mantıksızdır.
reductio ad absurdum: saçmaya indirgeme
204
Hume hepimizin duyuların verdiği kanıtın ötesine gittiğimiz ve tecrübe
etmediğimiz şeyler hakkında davranışlarımızı düzenlememize yardımcı olan
inançlar oluşturduğumuzu farketmişti.
205
... gelenek hakkındaki inançları ya da beklentileri doğrulamak için geçmişteki
deneyimlere başvurmak tümevarımsal akıl yürütmeyi kullanmak anlamına gelmektedir.
Ekmek
beni Pazartesi günü beslemişti.
Ekmek beni Salı günü beslemişti.
Ekmek beni Çarşamba günü beslemişti.
Ekmek beni Perşembe günü beslemişti.
Ekmek beni Cuma günü beslemişti.
Ekmek beni Cumartesi günü beslemişti.
Yani, ekmek beni yarın (Pazar günü) besleyecektir.
Hume
psikolojik bir olgu olarak tümevarımsal akıl yürütmeden kurtulamayacağımızı
düşünmüştü. Hatta buradaki 'biz'in hayvanları da içerdiğini düşünmekteydi:
Kediler ve köpekler de bağımlı tümevarımsal akıl yürütücülerdir (Treatise, I, iii,
16).
206
(Dipnot: Geçersiz olan tümevarımsal uslamlamamızla şu geçerli tümdengelimsel
uslamlamayı karşılaştırın: 'Ekmek her zaman besleyicidir, böylelikle ekmek beni
yarın (Pazar günü) besleyecektir'. Burada, eğer öncül doğruysa, sonuç da doğru
olmak durumundadır. Tam tersine, eğer Pazar günkü ekmek beni zehirliyorsa,
ekmeğin beni her zaman beslediği öncülü yanlıştır.)
Hume
tümevarımsal uslamlamaların geçersiz olmaları yüzünden geçmiş deneyimlere
başvurmanın, gelecek hakkındaki inançları kanıtlayamayacağı ya da
doğrulayamayacağı veya bunlar için bir sebep gösteremeyeceği konusunda ısrar
etmekteydi.
İnsan (ve
hayvan) doğası yüzünden tümevarımsal akıl yürütmelerden kurtulamamaktayız.
Ekmekle
tekrar tekrar beslendikten sonra, bundan sonraki ekmeğin de bizi besleyeceğine
inanmaktan kaçınamamaktayız.
210
Sorunumuz şudur: Hume'un akıldışıcı sonucundan kaçınılabilir mi?
(Öncüller:
s.207
(1) Tümevarımsal olarak akıl yürütmekteyiz ve bunu yapmak durumundayız.
(2) Tümevarımsal akıl yürütme geçersizdir.
(3) Tümevarımsal olarak akıl yürütmek mantıksızdır.)
Öncül
(1)'i reddedip, tümevarımsal şekilde akıl yürütmediğimizi ya da buna
ihtiyacımız olmadığını söylemek. Bu Karl Popper ve onun takipçilerinin
tümdengelimci çözümüdür.
Öncül
(2)'yi reddedip, bunun yerine tümevarımsal akıl yürütmenin geçerli olduğunu
söylemek. Bu, tarihsel anlamda, şu ana kadar en çok rağbet gören çözüm
olmuştur. Tabii ki bu, tümevarımsal uslamlamaların şu ana kadar sunduğumuz
halleriyle geçerli oldukları türünden saçma bir görüş değildir. Bunun yerine şu
ana kadar tümevarımsal uslamlamaları doğru şekliyle sunmadığımız ve bunu
yaptığımızda tümevarımsal uslamlamaların geçerli olacakları anlamındadır.
Sunulan şekliyle geçersiz olan uslamlamaları geçerli yapmanın iki yolu
bulunmaktadır: Sonucun öncüllerden çıkarılmasını sağlayacak şekilde öne sürülen
öncüller güçlendirilebilir, ya da ortaya konan sonuç öncüllerden çıkarılacak
şekilde zayıflatılabilir. Tümevarımsal uslamlamaları 'geçerli kılma'nın her iki
yolu da denenmiştir.
Öncül
(3)'ü reddedip, bunun yerine tümevarımsal akıl yürütmenin mantıksız olmadığını
söylemek. Bu, Wittgenstein, Strawson ve onların takipçilerinin tümdengelim
karşıtı çözümüdür.
BÖLÜM 9
Tümevarımda Hume'a Karşı Koymak
211
Tümevarım ilkesi nedir? Bunu ifade etmenin bazı basit şekilleri şunlardır:
'Gelecek, geçmişe benzer', 'Gözlemlenmemiş durumlar, gözlemlenmiş durumlara
benzerler' ya da 'Doğa düzen içindedir'.
212
Gelecek, Pazartesi günü geçmişi andırmıştı.
Gelecek, Salı günü geçmişi andırmıştı.
Gelecek, Çarşamba günü geçmişi andırmıştı.
Gelecek, Perşembe günü geçmişi andırmıştı.
Gelecek, Cuma günü geçmişi andırmıştı.
Gelecek, Cumartesi günü geçmişi andırmıştı.
Yani, gelecek (her zaman) geçmişi andırmakta ya da geçmişe benzemektedir.
Geleceğin
geçmişe benzemeyeceği varsayımından hiçbir çelişki çıkmamaktadır. Böylelikle
deneyime dayanmayan hiçbir uslamlama (hiçbir reductio), tümevarım ilkesine olan
inancımızı doğrulayamamaktadır.
213
Deneyimden bağımsız olarak doğanın düzen içinde olduğunu, geleceğin geçmişe
benzediğini ya da bu türden bir ilkeyi nasıl bilebileceğimiz tümüyle sırdır.
214
Hume'un kendisi de deneyimden bağımsız olarak bazı doğruları
kanıtlayabileceğimizi kabul ederken deneyciliği umursamamakta değil midir? Deneyci,
tüm bilginin deneyimden geldiğini iddia etmemekte midir? Bazı deneyciler bunu
iddia etmişlerdir. Ancak düşüncede, en katı deneyciler bile, 'Hiçbir bekar
erkek evli değildir' türünden yargıların doğruluğunun, içerdikleri kelimelerin
anlamlarına bağlı olduğunu kabul edeceklerdir. Böylelikle bu türden yargıların
değillemeleri çelişkilere yol açacaktır; tüm bekar erkeklerin evli
olmadıklarını varsaymak, birinin hem bekar, hem de evli olduğunu varsaymaktır.
217
'Ekmek Pazartesi'den Cumartesi'ye kadar beni besledi, yani beni Pazar günü de
besleyecektir' uslamlamanın geçersiz olduğu açıkça görünmektedir. Pazar günkü
ekmeğin beni zehirlemesi durumunda (ki, bu mümkündür), bu uslamlamanın
geçersizliği daha açık bir hal alacaktır (doğru olan öncüllerden yanlış bir
sonuç çıkmıştır).
229
Tümdengelimcilik
Genelde,
yaptığımız şey hemen sonuçlara sıçrayarak gelecekteki davranışlarımızı
düzenlemek için bu sonuçları kullanmaktır. (Dipnot: Buradaki 'biz' ifadesi
hayvanları, günlük yaşamdaki sıradan insanları ve bilim adamlarını da
içermektedir.)
234
(gözlemlenmeyenler hakkındaki hiçbir genel varsayım ya da önermeye akla uygun
bir şekilde inanamayacağımız fikri) Popper ve Hume2un görüş ayrılığı
yaşadıkları nokta da budur. Popper doğruluğu ya da olasılığı belirlenmemiş olan
bazı gerekçelendirilmemiş önermelere inanmanın (deneyim yoluyla kabul etmenin,
tercih etmenin) mantıklı olduğunu düşünmektedir. Yanlış olduklarını gösterme
konusundaki ciddi çabalara dayanabilmiş olan doğrulanmamış önermelere inanmak
akla uygundur. Önermenin kendisini doğrulamadan, o önermeye olan inancımızı
(kabul, tercih) doğrulayabiliriz. Böylelikle, Popper'ın durumu gerekçelendirici
olmayan akılsallık kuramı olarak nitelendirilmiştir.
BÖLÜM 10
Akılcı Seçenek
236
Akılcı Paradigma - Eukleides
Yüzyıllar
boyunca bilginin akılcı paradigması genelde matematiksel bilgi ve özellikle de
Eukleides geometrisi olmuştur. Filozoflar Eukleides'den oldukça fazla
etkilenmişlerdi.
237
(Eukleides, on tane kanıtlanmamış önermede bulunur:)
(1). Eğer
eşitler, eşitlere eklenirse, sonuç eşitler olacaktır.
(2). Eğer eşitler, eşitlerden çıkarılırsa, sonuç eşitler olacaktır.
(3). Aynı şeye eşit olanlar birbirlerine eşittirler.
(4). Örtüşen şekiller eşittirler.
(5). Bütün parçadan daha büyüktür.
(6). Herhangi iki nokta düz bir çizgi oluşturur.
(7). Düz bir çizgi her iki taraftan da sonsuza dek uzatılabilir.
(8). Bir nokta ve bir uzaklık verildiğinde, merkezi bir nokta ve yarıçapı
bu uzaklık olan daire ortaya çıkacaktır.
(9). Tüm dik açılar eşittir.
Eukleides'in
aksiyomları kendinden apaçıktır: Bunları bir kere anladığınızda, doğru
olduklarını 'aklın doğal ışığı'yla görebilirsiniz.
239
(Einstein) Bu, 'saf düşünce yoluyla, deneyime ait nesneler hakkında kesin
bilgi'dir. ... Akılcılar, Eukleides'in geometri için yaptığını yaparak, bunu
diğer disiplinler için de gerçekleştirmeyi ümit etmekteydiler.
Aynı
durum Spinoza'nın Ahlakın Geometrik Tarzda Sunumu eseri için de geçerlidir.
(... geometrik tarzda yazılmıştır.)
240
Akıl, bazı kavramları deneyimden bağımsız olarak idrak etmemizi sağlamaktadır.
Bu görüş için baş ilham kaynağı yine Eukleides olmuştur. ... Geometrik bir
nokta yer kaplamamaktadır ve geometrik bir çizgini derinliği yoktur.
241
Kavramlar ve gerçekler de birbirinden ayrılmalıdır. Deneyimin, tüm kavram ve
doğrulukların kaynağı olduğu düşünülebilir (köktenci deneycilerin yaptığı
gibi). Ayrıca deneyimin, tüm kavramların kaynağı olurken, bazı doğrulukların
kaynağı olmadığı da düşünülebilir (Lock'un yaptığı gibi). Deneyimin, tüm
doğrulukların kaynağı olduğunu, fakat tüm kavramların kaynağı olmadığını
düşünmek de mümkündür (Einstein'ın yaptığı gibi). Deneyimin, ne tüm
kavramların, ne de tüm doğrulukların kaynağı olmadığı da düşünülebilir (Platon
ve Descartes'ın yaptıkları gibi). Akılcılar ve deneyciler arasındaki asıl
tartışma, doğruluklar ve bilgiyle ilgilidir, tartışma konusu bunların ifade
edilmesini sağlayan kavramlarla ilgili değildir.
242
Niye Matematiksel Bilgi Deneyciler İçin Bir Sorun Oluşturmaktadır?
Matematiksel
bilgi, akılcılar için baş ilham kaynağı iken, deneyciler için tam bir baş
belası durumundaydı.
243
Bir yargı, yüklemini öznesinde 'içermekte' ise analitiktir. ... Bir
doğruluk, doğruluğun yalnızca çelişki yasasından çıkması halinde analitik
olacaktır.
246
... her çift sayısının iki asal sayının toplamı olduğu... İkiz asal sayı
varsayımı, ikincinin birinciden iki fazla olduğu sonsuz sayıda 'ikiz asal sayı'
çiflerinin bulunduğu... Aritmetikçiler, yüzyıllardır süregelen çabalara rağmen,
bu varsayımların ikisini de kanıtlamayı ya da çürütmeyi başaramamışlardır. ...
Bunların analitik olarak doğru ya da analitik olarak yanlış olduklarının
düşünülmesi inanılması güç bir olaydır, ancak hangisinin bu duruma uyduğunu
henüz bulabilmiş değiliz.
BÖLÜM 11
Akılcılığın Savunulması: Descartes
258
(Descartes sadece felsefi değil, matematiğe ve bilime yaptığı katkıları da
savuma çabasındaydı). Descartes analitik geometriyle yüzyıllar boyunca
çözülememiş olan geometrik problemleri çözebilmekteydi. Ayrıca, diğer bilim
dallarına da önemli katkılarda bulunmuştur. Eylemsizlik yasasının ilk açık şeklini
ortaya koymuştur. Oluşturulan ilk korunum yasası olan ve Newton'un momentumun
korunumu yasasına benzeyen hareketin korunumu yasasını öne sürmüştür. Işık
kırılması yasasını bulmuş ve bunu gökkuşağı olayını açıklamak için
kullanmıştır.
262
... en güvenilir bilgileri bile şüphe halinde bırakma...
Descartes
sistematik kuşku yöntemini benimseyerek bunu tuhaf bir şekilde yapmaktadır. Uç
noktada bir kuşkucu haline gelmekte ve yanlışlığından en ufak şüphe duyduğu her
şeyi reddetmeye karar vermektedir.
263
Etrafımızdakilerden şüphe duymak için verdiği bazı nedenler oldukça
inanılmazdır:
"Yani, duyularımızın bizi bazen aldatmaları yüzünden, hiçbir şeyin
düşündüğümüz gibi olmadığını farzetmeye karar verdim. Akıl yürütmede hatalar
yapan, geometrideki en basit sorularda mantıksal hatalar düşen insanlar
olduğuna ve ben de hata yapmaya herkes kadar yatkın olduğuma göre, daha evvel
tanıtlayıcı ispatlar olarak kabul ettiğim tüm uslamlamaları geçersiz sayarak
reddettim. Son olarak, o an doğru olmamalarına rağmen, uyanıkken sahip
olduğumuz düşüncelerin uyurken de bizlerle olacaklarını göz önünde
bulundurarak, şu ana dek zihnime giren her şeyin rüyalarımdaki yanılsamalardan
daha doğru olmadıklarını farzetmeye karar verdim." (Descartes)
Bu
gerçekten de uç noktada bir kuşkuculuktur! Descartes, herhangi bir fikir
çatışması durumunda, söz konusu her iki taraftan da şüphe etmemiz gerektiğini
eklemektedir.
(Dipnot:
Yani, halen dünyanın düz olduğuna inananların bulunması sebebiyle dünyanın
yuvarlak olduğundan da şüphe etmeliyiz!)
268
... kötü niyetli cin varsayımı... Descartes gibi inançlı Katoliklerin inandığı
iyi Tanrı'nın değil de, 'tüm gayretini Descartes'ı aldatmak için sarfeden ve
güçlü olduğu kadar akıllı ve aldatıcı olan kötü bir cinin' onu yarattığını
düşünmektedir.
269
"İster uyanık, ister uyuyor olayım, ikiyle üç toplandığında sonuç beş
olacaktır ve bir karenin dörtten fazla kenarı yoktur. Bu türden apaçık
gerçeklerin yanlış oldukları hakkında herhangi bir şüphe uyandırmaları
imkansızdır.
Yine de
zihinde köklü bir şekilde bulunan kalıcı fikir beni şu anki halimle yaratan ve
gücü her şeye yeten bir Tanrı'nın olduğu yolundadır. Yeryüzünün, gökyüzünün,
biçimin, boyutun, yerin olmadığı bir şekilde dünyanın yaratmış olduğunu, aynı
zamanda da tüm bunların şu an yaptıkları gibi göründüklerini garanti ederek
nasıl bilebilirim?" (Descartes)
"Aldatıcı
bir tanrının varolduğuna inanmak için sebebim olmadığından dolayı... sadece
tahmin üzerine kurulu herhangi bir kuşkunun sebebi önemsiz, ve tabiri caizse,
metafizikseldir. Ancak bu önemsiz kuşkunun sebebini bile ortadan kaldırmak
için... Tanrı'nın olup olmadığını, eğer varsa, aldatıcı olup olamayacağını
sorgulamalıyım. Eğer bunu bilmiyorsam, öyle görünmektedir ki başka hiçbir şey
hakkında kesin olarak emin olamam." (Descartes, Metafizik Düşünceler,
Üçüncü Meditasyon, 1984:25)
273
"Kuşku duymaktayım, kuşku bir kusurdur, yani ben kusurluyum."
(Descartes)
274
Tanrı'nın ilk görevi, Descartes'ın 'aklın doğal ışığı'nın onu asla yanlış yola
saptırmayacağı, yani genel doğruluk ölçütünün güvenilir olduğu konusunda tam
bir güven sağlamaktır: ...
275
Diğer insanların varolduklarından da emin olabiliriz, çünkü dış dünyanın bazı
nesneleri akıl yoluyla bizimle bağlantı kurma becerisine sahiptir ve yalnızca
başka 'düşünen varlıklar'ın bunu yapabileceği ortadadır.
(Dipnot:
Descartes bunu, diğer bedenlerin sadece karmaşık mekanizmalar olmadıklarını ve
kendimizinki gibi zihin ve ruhlarla hayat bulduklarını gösteren dilin akılcı
yöntemi olduğunu söylemiştir. Hayvanlar ise sadece karmaşık mekanizmalardır,
çünkü bizimle akla uygun şekilde bağlantı kurmazlar.)
276
Descartes'ın ispatlarının geçerli ve tüm öncüllerin doğru olması halinde bile,
bunlar Descartes'ın kendi ilkelerinde adlandırdığı ispatlar değildir. Her bir
ispat Cogito dışında öncüller içermektedir. Descartes bu diğer öncülleri de
kabullenmektedir, çünkü açık ve seçik şekilde bunların doğru olduklarını
algılamaktadır. Ancak iyi niyetli bir Tanrı'nın varlığı ispatlanmadan önce
Descartes genel doğruluk ölçütünü kullanma hakkına sahip değildir. Bundan önce
sadece Cogito bilinebilir ve kötü varlık varsayımı kalan her şeyi şüphe altında
bırakmaktadır. Yani Descartes tuhaf bir şekilde döngüsel olarak akıl
yürütmektedir: Tanrı'nın varlığını ispatlamak için (Sayfa 272-273'te üç ispat
bulunuyor) genel doğruluk ölçütünü ve daha sonra da genel doğruluk ölçütünün
güvenilirliğini garanti etmek için Tanrı'nın varlığını kullanmaktadır. Buna
"Descartes felsefesindeki döngü" adı verilmiştir.
279
Descartes'ı eleştirenler her ne derlerse desinler, o öncüllerinin şüphe edilmez
ya da apaçık oldukları konusunda ısrarcı olmalıdır. Ancak bu durumda onu
eleştirenler bunu neden görememektedirler? Descartes önyargıları sebebiyle bunu
kasten reddettiklerini söylemek zorundadır- ya da 'doğal ışıkları' eksik veya
kusurludurlar. Bu, tam anlamıyla samimi olan eleştirilere bu şekilde davranması
gereken iflas etmiş bir epistemolojidir.
280
Descartes'ın akılcı epistemolojisi başarısızlığa uğramaktadır. Apaçıklık ya da
şüphe götürmezlik veya açık ve seçik algı gerçek için hatasız birer rehber
değildir. Descartes'ın bunların hatasız olduğunu gösterme yolundaki çabaları,
özellikle Descartes felsefesindeki döngü nedeniyle başarısızlığa uğramaktadır.
Akılcılık hakkındaki kuşkucu kuşkular devam etmektedir: Bir şey sizin için apaçık
olabilir, onu açık ve seçik bir şekilde kavrayabilirsiniz, ondan şüphe
etmeyebilirsiniz, ancak onu bildiğinizi kabul ettiremezsiniz.
BÖLÜM 12
Kant ve Sentetik A Priori
281
Kant'ın Sorusu
Matematiğin
deneycilik için neden sorun çıkardığını daha önce görmüştük. Bu sorunu
açıklıkla ortaya koyan Kant olmuştur. A prioriyi a posterioriden, analitiği
sentetikten ayıran odur. Deneycilerin matematiği ya analitik a priori ya da
sentetik a posteriori olarak değerlendirmek zorunda olduklarını, ancak görüşün
de akla yakın olmadığını söyleyen de kendisi olmuştur.
282
Mekaniğin temel yasaları ve evrensel kütle çekimi yasası Kant'tan bir yüzyıl
önce Isaac Newton tarafından ortaya konmuştur. Newton'un kuramı mekaniğin üç
temel yasasını ve kütleçekim yasasını içermekteydi:
(l)
Eylemsizlik yasası: Hareketsiz ya da sabit bir hızla yol alan bir cisim
kendisine karşı herhangi bir etmen bulunmadığı sürece, hareketsizliğini
sürdürür ya da sabit hızla yol almaya devam eder.
(2)
Hareket yasası: Hareketteki herhangi bir değişim, üzerindeki kuvvetle orantılı
ve aynı doğrultudadır.
(3) Etki
ve tepki yasası : Her etki için eşit ve zıt yönde bir tepki bulunmaktadır.
(4)
Kütleçekim yasası : Evrendeki her cisim diğer bir cismi, kütlelerinin çarpımı
ile doğru orantılı ve aralarındaki uzaklığın karesi ile ters orantılı biçimde
değişen bir kuvvetle çekmektedir.
Sonuncunun
olasılıklı istisnası dışında tüm bu yargılar sezgisel olarak açık, hatta apaçık
görünebilirler.
Newton'un
yasaları birleştirildiğinde o ana kadar ortaya konan en başarılı bilimsel
kuramı oluşturuyorlardı. Her türlü fiziksel duruma uygulandıklarında, birçok
şaşırtıcı öndeyiyi sağlıyorlardı. Kant'ın yazdığı dönemde tüm bu öndeyiler
doğru çıkmıştı. Newton kuramı Kepler yasalarını açıklamaktaydı; gezegenlerin
birbirleri üzerindeki gözlemlenen çekimsel etkilerinin sebep olduğu önemsiz
sapmaları tahmin etmişti. Galileo'nun düşen kütleler yasasını da
açıklamaktaydı; gözlemlenen şekliyle kütlelerin büyük bir yükseklikten düştüğü
durumlarda oluşan önemsiz sapmaları tahmin etmekteydi. Güneş ve ayın,
okyanuslar üzerindeki kütlesel çekimleri sonucunda oluşan okyanus gelgitlerini
açıklamaktaydı. Dünyanın ekseni etrafında dönmesi ve tam olarak küre şeklinde
olmaması sebebiyle ekvatorda saat sarkaçlarının kuzey kutbunda olduğundan daha
yavaş işlediğini tahmin etmişti ki, bu gerçekten de doğrudur. Halley kuyruklu
yıldızının (Halley Newton'un bir öğrencisiydi) dönüş zamanını, tahmin etmişti
ve Halley kuyruklu yıldızı belirlenen zamanda geçmişti. Bu ve daha birçok
şekilde Newton'un kuramı doğru sonuçlar vermiştir. Bunun kesin olarak
doğruluğunu bildiğimiz bir şey olduğunu düşünen Kant'ı muhtemelen
bağışlayabiliriz.
288
Kant'a göre dünyayla ilgili deneyimlerimiz iki şeye dayanmaktaydı: Bunlar,
dışsal nesnelerden gelen uyaranlar ve bu uyaranlara bizim yüklediğimiz bir
yapıya dayanırlar. Gelen uyaranı belli kategorilere (hikayelerdeki pembe
gözlüklere ve balık ağına karşılık) göre yapılandırırız. Gelen uyarılara
zamansal bir yapı yükleriz, böylelikle tüm deneyimlerimiz zamana göre bir düzene
girerek birbirlerinden önce ya da sonra meydana gelirler. Ayrıca uzaysal bir
yapı da yükleriz, böylelikle tecrübe ettiğimiz her şey belli bir mekana sahip
olacaktır. Ayrıca nedensel bir yapıyı da buna dahil ederiz, böylelikle tecrübe
ettiğimiz şeyler birbirleriyle nedensel ilişkiler içine gireceklerdir. Bu
şekilde yapılandırılmayan hiçbir şey dünyayla ilgili bir deneyim olarak
nitelendirilemez. (Dipnot: Aynen pembe gözlükleri takan kişinin pembe olmayan
bir algıyı bir halüsinasyon olarak nitelendirmesi, ya da öğrencinin iki inçten
küçük bir balığı yakalanabilir bir balık olarak değerlendirmemesi gibi.) Kant'a
göre deneyimimizin bu şekilde yapılandırılması belli yasalara göre olmaktadır:
Zamansal yapılandırma aritmetiğin yasaları tarafından, uzaysal yapılandırma
geometrinin yasaları tarafından ve nedensel yapılandırma mekaniğin yasaları
tarafından yönetilmektedir. (Dipnot: Bunlar hikayelerde dünyanın pembe olduğu
ya da hiçbir deniz canlısının iki inçten daha küçük olmadığı türünden yasalara
karşılık gelmektedir.) Dünyayla ilgili tüm deneyimler bu yasalar uymaktadır ve
dünyayla ilgili hiçbir deneyim bunları çürütemez. Bunlar analitik doğruluklar
(ya da zorunlu doğruluklar) değildir. Ayrıca, deneyimi yapılandırma biçimimizi
inceleyerek bunların apriori olarak doğru olduklarını anlayabiliriz.
Dolayısıyla bunlar, sentetik a priori bilgiye karşılık gelmektedir.
291
... Kant'a göre cisimlerin görünen ya da algılanan tüm özellikleri özneldir ve
sadece algılayıcıların zihninde varolmaktadır: Bu, renk ve koku kadar biçim ve
boyut için de geçerlidir. Bu, Berkeley'nin idealizmi değildir, çünkü halen
kendinde şeylerin, ya da cisimlerin varoldukları belirtilmektedir. Ancak
bunları 'duyular yoluyla' bilemeyiz; duyu-deney bize sadece bunların yarattığı
'görünüşler' hakkında bilgi vermektedir.
Kant
kuramının, idealizmin bir türü olduğunu kabullenmiş ve bunu 'transendental
idealizm' olarak adlandırmıştır. Bu yeni bir idealizm biçimidir ve anlaşılması
zordur. Kant tekbenci değildir: Nesnelerin kendileri gibi diğer insanların da
varolduklarını düşünmektedir. Görünüşler dünyası ya da doğa tüm insanlar için
ortaktır, çünkü bunların sınıflandırılması sırasında kullanılan gereçler tüm
insanlar için aynıdır. Böylelikle görünüşler dünyası öznelerarasıdır ve bu anlamda nesneldir.
Kant'çı
kendinde-şeyler son derece tuhaf şeylerdir. Bunların hakkında
söyleyebileceğimiz tek şey varolduklarıdır. Sahip oldukları görüntüsünde
oldukları nitelik ya da özelliklerin hiçbirine sahip değildirler: Hiçbir biçim,
boyut, ağırlık, hareket, renk, tad ya da kokuları bulunmamaktadır. ... bunların
hepsi 'görünüşlerinin' nitelikleridir. 'Kendinde-şeyler uzay ya da zamanda
varolmamaktadırlar', çünkü uzay ve zaman 'görünün biçimleri'dir ve sadece
tarafımızdan tecrübe edilen şeyler ('görünüşler') uzay ve zamanda varolurlar.
292
Kant kendinde-şey fikrini korumuştur. Ancak bunların doğası hakkında olumlu
herhangi bir şey söyleme çabalarına oldukça eleştirel yaklaşmıştır. 'Görünüşün
perdesi'ni asla kaldıramaz ve bunlara ulaşamayız. Bunu deneyen filozoflar
metafizikçilerdir ve Kant bu tür metafiziğe son vermeyi istemiştir.
293
Kant'ın felsefesi sadece felsefede değil, bilimlerde de son derece etkili
olmuştur. Muhtemelen önemli ve en çok kabul gören düşüncesi gelen 'veri' ya da
'uyaran'ın algılayıcı tarafından sağlanan kategori ya da kavramlara uygun
şekilde algıda yapılandırılması fikri olmuştur.
Kuşkucu
Kant'a nasıl yanıt verebilir?
294
Kant bir ideacıdır ve ideacılıkla ilgili bilinen kuşkucu sorular Kant'a da
yöneltilebilir. Kant kendi idealarına dayanarak kendinde-şeylerin ve diğer
zihinlerin varolduklarını nasıl ispatlayabilir? Diğer sorular Kantçı sisteme
özgüdür. Kant tüm insanların 'görünüşleri yapılandırırken' aynı yöntemi
kullandıklarını ve böylelikle ortak bir 'görünüşler dünyası'yla karşı karşıya
kaldıklarını nereden bilmektedir? Kant'ın önermesini kabul etmemiz halinde
bile, insanlar dışındakilere ne olacaktır? İnsan olmayan algılayıcılar
olasılıklı tüm deneyim için gerekli bir koşul olan tüm Kantçı kategorilere
sahipler midir? Bunlara sahip olduklarını farzetmek biyolojik açıdan
mantıksızdır. İnsanların deneyime sahip olabilen tek canlılar olduklarını
farzetmek biyolojik açıdan daha da manasız olarak değerlendirilebilir. Sonuçta
şempanzelerin ya da bal arılarının veya solucanların Kantçı kategorileri kullanmadan
da deneyime sahip olabildikleri görülüyor. Ancak eğer bu kategoriler olmadan
bunu yapabiliyorlarsa, biz neden onlarsız yapamamaktayız? (Dipnot: Diğer pek
çok felsefe gibi Kantçı felsefe de bütünüyle Darwin öncesine aittir. Bu, Kantçı
'görünüşler dünyası'nın parçalarıdır. Kendinde-şeyler olarak bulunan bunların
algılayıcı olup olmadıklarının sorulması saçma bir metafiziksel sorunun
yöneltilmesi anlamına gelmektedir.
BÖLÜM 13
Alternatif
Geometriler
295
Yüzyıllar
boyunca akılcılığın temel esin kaynağı Eukleides geometrisi olmuştur.
(Eukleides'in
10 aksiyomundan 10.su:)
Eğer iki
düz çizgiden, bir kenardaki iç açıların iki dik açı toplamından az olacağı
şekilde üçüncü bir düz çizgi geçirilirse, o kenar üzerinde olmaları halinde bu
iki çizgi birleşecektir.
296
… 'Sadece
görünüşte akla yakın olan, ama akla uygun olamayan bu varsayım…'
301
... geçerlilikle ispatlanabilirlik arasındaki farklılıkla ilgili sorunlar...
hiperbolik
geometri
302
Eukleidesci olmayan geometrinin nasıl doğru olabileceklerini düşünmek bizim
için oldukça zordur, çünkü Eukleides'in üç boyutta sonsuza dek giden uzay
kavramına alışkınız. Esasında bu uzay kavramı (fiziki ya da gerçek uzay)
nispeten yeni bir buluştur (sadece 500 yıllıktır). Yazılı tarihin çoğunda
(önceki 2000 yıl) Batı düşüncesine, boşluk ya da evrenin sonlu ve küre şeklinde
olduğuyla ilgili Aristoteles'e dayanan farklı bir görüş hakim olmuştur.
Aristoteles'e göre küresel evrenin dışında hiçbir şey, hatta boşluk bile
bulunmamaktadır. 2000 yıl boyunca insanlar bu görüşü bütünüyle özümsemiş ve
çoğu da bunu doğru olarak kabul etmişlerdir.
307
Her ölçüm, e hata payını beraberinde getirmektedir.
Hiperbolik
geometri 180 dereceden az olan açı toplamları vermektedir, üçgen büyüdükçe bu
toplam küçülmektedir.
308
Kant (mantıksal olarak) bilimi Eukleidesci ilkelere göre yapılandırmamız
gerektiği konusunda haksızdı, haklı olduğu konu her zaman bunu yapmak
isteyeceğimizdi.
309
Newton'un mekanik ve kütleçekim yasaları... Bu kuram Eukleides geometrisini
kabul etmekte ve içermektedir. (Dipnot: Bunun sebebi Newton'un kabul ettiği her
şeyin Eukleides tarafından da kabul edilmiş olmasıdır.) Günümüzde birçok
fizikçi uzayın Eukleidesci ya da Reimanncı olup olmadığını sormuş ve eldeki
kanıtın Reimann'ı desteklediğini belirtmişlerdir. Bunun Eukleides olduğunu
farzetmemiz halinde, birçok gündelik ve bilimsel amaç uğrunda yanılmayacağımızı
ve hele farkedilebilir şekilde kesinlikle yanılmayacağımızı ekleyebilirler.
310
Hillary Putnam, Eukleidesci olmayan geometrilerin icadının 'epistemolojist için
bilim tarihindeki en önemli olay' olduğunu söylemiştir. Bununla ne kastettiğini
anlamaya başlıyoruz.
Daha
önceki deneyciler geometriyi Kant'ın analitik a priori ya da sentetik a
posteriori bölmelerinden birine koyma konusunda kararsız kalmışlardır. Mantıksal
deneyciler öncelikle saf geometri ve uygulamalı geometri arasındaki önemli
ayrımı yapmamız gerektiğini söylemektedirler.
...
yanlış öncüllerden doğru sonuçlara varılabilir.
313
Saf geometri neticede analitik a prioridir.
316
(Uygulamalı aritmetik sentetik a posterioridir.)
318
Varsayalım ki matematiksel nesneler varolmaktadır. Bunlar uzay ve zamanda
varolmamaktadırlar: Üç sayısının şu anda nerede olduğunun, ne zaman
varolduğunun, ya da yok olup olmayacağının sorulmasının bir anlamı yoktur. Matematiksel
nesneler soyut nesnelerdir, yani öncesiz ve sonrasız (eternal) Platoncu
nesnelerdir. Bu şekilde bizim varolduğumuz gibi uzay ve zamanda varolan
nesnelerle hiçbir nedensel ilişkiye girmezler. Bunları duyular yoluyla tecrübe
edemeyiz, çünkü duyu deneyi tecrübe edilen nesneyle bunu tecrübe eden arasında
nedensel işlemleri gerekli kılmaktadır.
323
Eukleidesci olmayan geometrilerin icadı akılcılığı paradigmasından
uzaklaştırmıştır. Deneycilere matematikle baş edebilecekleri yeni bir yol
olduğunu göstermiştir: Bu, saf matematiğin uygulamalı matematikten ayrılarak,
ikincinin Kant'ın kutusunun sentetik a posteriori bölmesine, birincinin de
Kant'ın kutusunun analitik a priori bölmesine konmasıdır. ... Saf matematiğin
doğası gerçekte sorunlu kalmakla birlikte 'saf düşünme yoluyla deneyimle ilgili
nesnelere ait kesin bilgi' yolundaki akılcı düş ortadan kaldırılmıştır.
BÖLÜM 14
Doğruluk
ve Doğruluk Kuramları
326
(1) 'Kar
beyazdır' önermesi sadece ve sadece karın beyaz olması halinde doğrudur.
Bu
doğrulukla ilgili sağduyulu görüştür.
Bir
önerme yalnızca ve yalnızca öne sürdüğü durumun gerçek durum olması halinde
doğrudur.
Bir
önerme yalnızca ve yalnızca olgulara karşılık geliyorsa doğrudur.
327
Öznel
Doğruluk Kuramları
... böyle
bir kuram doğruluğu inançların öznel özellikleriyle bir tutmaktadır. Bazı
örnekler:
Kendinden
apaçıklık kuramı: Bir inanç yalnızca ve yalnızca benim için apaçık olduğu
sürece doğrudur.
Kuşku
duyulmazlık kuramı: Bir inanç yalnızca ve yalnızca ondan şüphe [etmemem]
halinde doğrudur.
Açık ve
seçik algı kuramı: Bir inanç yalnızca ve yalnızca onu açık ve seçik algılamam
(kavramam) halinde doğrudur.
Tutarlılık
kuramı: Bir inanç yalnızca ve yalnızca geri kalan inançlarımla uyuşması halinde
doğrudur.
Pragmacı
kuram: Bir inanç yalnızca ve yalnızca onun varlığını faydalı bulmam halinde
doğrudur.
Gerçekleme
kuramı: Bir inanç yalnızca ve yalnızca deneyimim yoluyla onaylanması halinde
doğrudur.
Uzlaşma
kuramı: Bir inanç yalnızca ve yalnızca entelektüel topluluğumuzdakilerin onu
onaylaması halinde doğrudur.
333
reductio
ad absurdum uslamlaması
reductio
uslamlaması
335
Doğruluğun
öznel tanımlarında, toplumsal, ideal ve uzun vadedeki nitelikler [Örneğin,
'Tutarlılık kuramı: Bir inanç yalnızca ve yalnızca mantıklı bir araştırmacının
(ya da ideal bir araştırmacının) uzun bir süreç içinde sahip olduğu inançlarına
uyum göstermesi halinde doğrudur], doğruluğu, insanoğlunun sağduyuya ya da
doğruluğun nesnel kuramına yaptığı gibi ulaşılmaz yaparlar.
Aslında
öznelcilerin arasında sonuca ulaştırılmamış olan bir gerilim bulunmaktadır. ...
Gündelik doğruluk açıklamasına yakın kalma isteği ortaya çıktığında, toplumsal,
ideal ve uzun vadedeki içeriğe dönmektedirler.
337
Tarski'nin
T-Kalıbı
(I) 'Kar
beyazdır' ifadesi yalnızca ve yalnızca karın beyaz olması halinde doğrudur.
(T) S
yargısı yalnızca ve yalnızca P'nin olması halinde doğrudur.
340
Bir
kelimenin ne anlama geldiğiyle ilgili açıklamanın epistemolojik sorunları
çözmesi beklenmemelidir: Semantik ya da Anlam kuramı felsefenin tümünü
içermez.
341
Dilsel
bir şey, dilsel olmayan bir şeyi tam olarak nasıl karşılayabilir? ... Belki de
dil ve gerçeklik, tıpkı bir resmin, resimlediği şeye karşılık gelmesi gibi,
birbirlerine karşılık gelmektedir. Ludwig Wittgenstein ... bazı cümlelerin
küçük resimlerden oluştuğu hiyeroglif diller bulunmaktadır. Bir noktada
Wittgenstein tüm dillerin hiyeroglif diller olduklarını, sadece bazılarının
diğerlerinden daha stilize olduğunu söylemiştir (1922: 4.016).
Ancak Wittgenstein
bunun yürümeyeceğini görmüştür. Daha kuvvetli bir sonuca varmıştır: Dil ve
dünyanın birbirine nasıl uyduğunu açıklayan bir kuram olamayacağı, bunun dile
getirilemez bir şey olduğu, yalnızca gösterilebileceği ama dile getirilemez
olduğu sonucuna varmıştır.
344
Dil,
büyük ölçüde uzlaşımsal içerikler taşıyan bir insan icadıdır. Tüm dillerdeki
bütün doğrulukların bir özü paylaşabilecekleri fikri oldukça naiftir.
348
(1) 'Kar
beyazdır' önermesi yalnızca ve yalnızca karın beyaz olması halinde doğrudur.
(2)
'Elektronlar negatif enerji yüklüdür' önermesi yalnızca ve yalnızca
elektronların negatif enerji yüklü olmaları halinde doğrudur.
(3)
'İnsanları yemek yanlıştır' önermesi yalnızca ve yalnızca insanları yemenin
yanlış olması halinde doğrudur.
(4) 'Mona
Lisa' portresi güzeldir' önermesi yalnızca ve yalnızca Mona Lisa portresinin
güzel olması halinde doğrudur.
(5) 'Bir
milyondan daha büyük olan asal sayılar vardır' önermesi yalnızca ve yalnızca
bir milyondan daha büyük asal sayılar olması halinde doğrudur.
(6)
'Karındeşen Jack beni ürpertiyor' önermesi yalnızca ve yalnızca Karındeşen
Jack'ın beni ürpertmesi halinde doğrudur.
(1)
sağduyulu gerçekçilik, (2) bilimsel gerçekçilik, (3) yanlışlıkla ve doğrulukla
ilgili ahlaki gerçekçilik, (4) güzellikle ilgili estetik gerçekçilik, (5) doğal sayılarla ilgili Platoncu gerçekçilik,
(6) Karındeşen Jack'ın bana (şüphesiz ki başkalarına da) verdiği bir hisle
(ürperti) ilgili gerçekçiliği...
Yalancı
Paradoksu
'Bu
dikdörtgenin içindeki tek cümle yanlıştır.'
Yalancı
paradoksu bir cümle hakkındaki bir cümledir (yani cümlenin kendisi hakkında).
... Tarski, cümlelerin ifade edildiği dili 'nesne dili' ve nesne dilinden
bahsedilen dili 'üst-dil' olarak adlandırmaktadır. Yalancı paradoksunda, nesne
dili ve üst-dil aynıdır. ... Yalancı paradoksunu çözmenin (ya da bundan
kurtulmanın) tek yolu, semantik açıdan kapalı bir dili engelleyecek kuralların
dile dahil edilmesidir. Bu türden bir kuralın en basit formülasyonu 'Hiçbir dil
(doğrudan ya da dolaylı olarak) kendi üst-dili olamaz' şeklindedir.
BÖLÜM 15
Yanılabilirci
Gerçekçilik
361
Görme
eylemi zaman aldığına göre, sürekli artık varolmayanı görürüz. Görme eylemi
zaman aldığı için sürekli görülen geçmiştir, nesneleri eskiden oldukları (ya da
göründükleri) gibi görürüz.
362
(Bir taşı
gözlemlemek) Fiziğe (ve fizyolojiye) inanıldığı sürece, taşın algılayıcı
üzerindeki etkileri nelerdir? Bu etkiler, bizi görüntüyle sınırlandıran retinal
hücrelerden gelen uyarılar, görme sinirlerindeki uyarılar ve görsel korteksteki
sinirsel tepkilerdir. Fizik bize taşa baktığımızda gerçekten nelerin
gözlemlendiğini öğretmektedir. Bunun aksine, fizik böyle şeylerin
gözlemlenemeyeceği konusunda (ya da en azından, "çıplak gözle"
gözlemlenemeyeceği konusunda: Retinal hücrelerdeki uyarıları gözlemlemek
istiyorsak, gözel araç ve gerece ihtiyaç vardır) bizi ikna eder. Bir taşı
görebilmek için, belirtilmiş etkilerin gerçekleşmesi gerekmediğini
söyleyebiliriz(fizik bunu söylemektedir). Esas görünenin söz konusu etkiler
olduğu da söylenebilir (bunu da ancak kötü bir felsefe söyleyebilir).
365
Algı
konusunda gerçekçi kalabilmek için ödediğimiz bedel, bilgi için deneyci ve
yanılmaz bir temelden vazgeçmiş olmamızdır. Algıladığımızı (ya da öyle
göründüğümüzü) rapor eden gözlemsel yargılar, kesin olarak bilinen gerçeklerden
çok, dünya hakkında temel varsayımlar [olmuşlardır].
368
P'ye olan
inancın doğrulanmasıyla, P'nin doğrulanması arasındaki ince ayrım...
369
[Bir
yanlışın kesin olarak doğrulanamayacağını ya da ispatlanamayacağını düşünüyoruz]
Bundan çıkan şey bir yanlışa olan inancın da kesin olarak doğrulanamayacağıdır.
[Kesin
olmayacak şekilde bile bir yanlışlığın doğrulanamayacağını düşünüyoruz (bunu
düşünmek pek makul olmasa da). (Tekrar pek makul olmayacak şekilde) bir yanlışa
olan inancın (kesin olmayacak şekilde) bile gerekçelendirilemeyeceği sonucu
çıkmaktadır.
370
Duyular
kesin bilgi yerine akla uygun inançların kaynağıdır. Bir masa gördüğünüzü
düşünüyorsunuz. ... bu konuda herhangi bir şüphe içerisine düşerseniz, ...
uzanıp masaya dokunabilir, yanınızdaki kişiye masayı görüp görmediğini
sorabilir ve benzeri şeyleri yapabilirsiniz.
Ancak
çoğu kez algısal yargılarımızdan şüphe duymayız ve herhangi bir yoldan bunları
kontrol etmeyiz. ... (371) Evrim kuramına inanılması halinde, insanın duyu
sisteminin üzerinde yaşadığımız dünya hakkında bize bilgi vermek için evrim
geçirmiş olduğu ortadadır. Çoğunlukla yanlış bilgi veren bir duyu sistemi,
sahibine yararlı olmayacak ve doğal ayıklamayla ortadan kalkacaktır. Böylelikle
evrim kuramına inanılması halinde, duyuların çoğunlukla bize yanlış bilgi
vermediklerine de inanmamız gerekmektedir...
372
Duyularımız
hatalı olmadan seçici olabilirler.
373
Naif
gerçekçilik açıkçası Darwin öncesine aittir. Daha az görülür bir şekilde,
duyuların her zaman aldatıcı oldukları görüşü de Darwin öncesi döneme aittir.
382
yanılabilirciliğin
eski kuşkucu eleştiriye hem deneycilik, hem de akılcılıktan daha iyi
dayanması... Bunun böyle olması gerçekten de oldukça açıktır: Kuşkuculuk,
dogmacılığın üzerinde bir asalaktır ve dogmacılık olmadan varolmayacaktır.
... bu
türden tüm (kuşkucu) uslamlamalar inançlarımız yerine inançlarımızı ispatlama
ya da doğrulama çabalarına karşı yöneltilmişlerdir. Odaya göz atar ve 'Burada
masa var' deriz. Kuşkucu eleştiri yoluyla bu yargının doğru olduğunu göstermeye
çalışmamaktadır. Bunun yerine bu yargının doğru olduğundan emin olamayacağımızı
gösterme gayretindedir.
383
Yanılabilirci,
inançlarını ispatlama ya da doğrulamaya bile çalışmamaktadır. ... Başka bir
deyişle, deneycilik ve akılcılık karşısındaki geleneksel kuşkucu uslamlamaların
yanılabilircilik karşısında güçsüz oldukları ortadadır.
.
.
.
.