20 Ocak 2014

Ali Akay - Sanatın Sosyolojik Gözü

.
.
.
.



















.
.

Sanatın Sosyolojik Gözü
Ali Akay

Bağlam Yay. 1999 İstanbul


Önsöz

7
… fiili olarak kendi mevcudiyetimi … ortaya koyarak ne sosyoloji, ne sanat ne de sanat sosyolojisi olarak adlandırılan bir işle uğraşıyorum. Sanat eleştirmenliği, teorik yazılar, sanat programları, sosyoloji-sanat ve doğa bilimleri arasındaki geçişler ve bunlarla birlikte küratörlükler ve de sanat pratiğine içeriden bakmaya çalışan sanat hareketlerinin içindeki danışmanlıklar ve jürilerdeki mevcudiyetler ve tartışmalar. Bunlar sosyoloğun sanat alanını bir nesne olarak ele almasından farklı bir konumu gerektiriyor.

ars-ligare olarak Liberal sanatlar

Bu ilişkiler ağında bileşkeler ayrı ayrı disiplinleri değil; ne de disiplinler-arasılığı ortaya koymakta; tersine disiplinler-aşırı bir şekilde kartezyen dönem öncesi, pre-modern döneme ait olan bir eğitim ve araştırma pratiği ile entelektüelliği sorgulayan bir tecrübeyi ifade etmek istemektedir. ... Pre-modern ile postmodern arasındaki bağlar, modernite'nin sorunlarının dışına doğru taşınan bir dönemin içindeki 'geçiş' öğelerini aramaya çalışmaktadır. 

ayrı ayrı disiplinler X   -   disiplinler arası X    -    disiplinler-aşırı √ 

8
Braudel “Kapitalizm ve Maddi Uygarlık”, Annales Ekolü

9
... Deleuze ve Guattari'yi izleyenler sosyal bilimlerden çok sanat alanında çalışanlar olmuştur. ... Nathalie Henich benzer bir şekilde, Fransa'daki sosyolojinin sanata verdiklerinin yanında artık sanatın sosyolojiye bazı okumaları borçlu olduğunu belirttiği kitabında (Ce que l'Art fait a la sociologie), tekilliklerin yaratıcılıktaki öneminin sanatçıların yalnızlığında bulunduğunu yazmaktadır. 19. yüzyıl sanatçıları kendi modernliklerini kurarken 'tekillik rejimlerini' ortaya çıkarmışlardır. ... Sanatçılar sosyal olanı, genel olanı, kolektif ve kişisellik-dışı kamu alanını ayrıcalıklı olarak ortaya çıkaran bir 'enderlik etikasını' gündeme getirmişlerdir. Bireyciliğin ve topyeküncü kolektifliğin aynı problemin iki yakasını oluşturduğunu yazarken, aslında Foucault'nun, Deleuze'ün ve Blanchot'nun özelliklerinin 'birey-sonrası' perspektifini bir kez daha belirtmektedir.

10
…sosyoloji de, sanatın kendisi olma konumuna gelirken, Comte öncesi bağları kendi bağrına doğru çekmektedir.

11
Sanat ve siyaset veya sanat ve sosyoloji, bunlar aralarında geçişlerle işlediğinde işlevselleşmektedirler. Felsefe politikasını ortaya koyduğunda selim bir felsefe olarak vücuda gelir.

Karışık olan bileşkeleri olan demektir. Saf sanat veya saf politika veya sosyoloji günümüz için ne kadar geçerlidir? Ve hatta, her zaman için, ne kadar geçerli olabilmiştir? Burada; bu saflığa karşı, bileşkelerin bütünlüğünden bahsetmenin sanatın zaten yapmakta olduğu bir şey olduğunu hatırlatmaya çabaladığımızı belirtmek isteriz.

12
[Bu kitap] sanatın bir adı olarak adlandırdığım sosyolojiyi [vücuda getirmektedir]. Sanat sosyolojisi olmayan; ama kendisini bir sanat türü olarak sunan sosyoloji.

Sosyal Bilimler ve Sanat

16
(Fransa'da) 1820 ile 1860 yılları arasında Güzel Sanatlar Akademisi'nin Konseyi içinde kriz başgösterir. Akademinin içinde bir grup güzel sanatlarda geleneksel yolların ve eğitimin geliştirilmesini arzularken, diğer bir yenilikçi kanat ise gelecekteki ressamların teknik konulara sahip olması gerektiğini belirtmekte ve bu yollardan estetik sorunları çözmelerinin gerekeceğini savunmaktaydılar. Bugün de aynı sorunlar Akademi ve Tatbiki Güzel Sanatlar arasındaki ayrımı, biraz da olsa belirlemektedir. Güzel Sanatların geleneksel yöntemlerinin kullanılması ile Bauhaus ekolünün de etkisiyle teknik sorunların da estetik sorunlarla birlikte ele alınmasının doğru olacağını arzulayanlar arasındaki ayrım da yukarıda ele alınan Fransa örneğine benzemektedir.

(bauhaus: adı modernizmle beraber anılan; adolf walter gropius'un 1919'da kurduğu; wassily kandinsky, paul klee, moholy nagy, mies van der rohe gibi adamları öğretici olarak bünyesinde barındırmış; geçmişle bağlarını külliyen koparmaya pek meraklı modern'in işi sanat tarihi derslerini kaldırmaya kadar ileri götürdüğü; bugün kullandığımız fincandan yaşadığımız binalara kadar her boku derinden etkilemiş okul/ekol. nazi baskısına dayanamamış, 1933'te kapanmıştır. ekşi)

20
Claude Levi-Strauss, … sanatların toplumsal organizasyona tekabül ettiğin belirtmektedir. … makalesini “estetik, sosyal organizasyon ve ruhsal yaşam ‘yapısal’ olarak birbirlerine bağlıdır” diye bitirmektedir.
               
24
[Zeynep Sayın] Yeni tarihçilik akımının öncülerinden olarak sunduğu Greenblatt[‘ın], aslında Foucault, Barthes, Blanchot ve Deleuze’dan yola çıkarak metnin yazarının yazarın kendisi olmaktan çok içinde bulunduğu toplumsallık ve dil olduğunu ileri sürmekte.

25
Disiplinler-arasılık zaten disiplinlerin varlığını baştan kabul eden bir terimi vücuda getiriyor. Bu anlamda disiplinlerin aralarındaki bu “sızmayı” ve “sirayeti” açıklayacak olan terimin disiplinler-aşırılık olduğunu düşünüyorum.

Böyle bir bilgi türü için (göçebe bilgi) doğa, sosyal ve sanat bilimlerine ihtiyacımız vardır, ama onların akademik disiplinlerde ele alınmış şekline sanki ihtiyacımız kalmamaya başlamıştır.

Sanatın Pratiğini Siyasete Geçirebilmek

27
… çağdaş sanat 19. yüzyıldaki modern sanatın çizgisini izlemekten başka bir şey yapmadı. … Herhangi bir gündelik olay, siyasi bir anlam taşıyarak, evrensel bir değer kazanmayı hakkediyordu.

Yeni söz hakkı olanlar ile bu hakka sahip olmayanlar arasında bir mesafe, cumhuriyetin demokratik girişimini zedelemeye başlıyor. Ülkemizde de, siyaset kelimesinin içinde yatan 'seyislik' anlamının hâlâ 'atları eğitmekten' geçtiğini sanan bir pratik hakimiyetini sürdürmekte.

28
Dış yorum (Fransız ihtilali ile dışlanan Üçüncülerin (Tiers) parlamentoya sokulduğunu görüyoruz; ama diğerlerini temsil etmek üzere orada bulunuyorlar ve onların “adına” konuşuyorlar. Burada içeri alınanların yeni dışlama mekanizması yarattığını fark etmemek elde değil), siyasetçilerin veya hukukçuların ve dünyayı yönettiğini sanan iktisatçıların çözümleme alanına ne zaman girecek? Aslında hepsi parasal gücün tabandan geldiğinin farkında; bankalardan medyaya, reklam sektöründen araştırma şirketlerine kadar, üçüncülerin rolünün bilincine tam olarak varıldığı halde; klasik sanattaki yanılsama gücü, bu alanda kullanılmaya çalışılıyor. Ancak; daha siyasette dışarıdan bakana yorumlama şansı verilmiş değil.

29
Bu açılardan baktığımızda, sanatın siyasete oranla daha canlı ve “demokratik” bir şekilde geliştiğini saptamakla karşı karşıya kalıyoruz. Duyumların aklın karşısındaki rolü, ülkemizde duygusallıkla sınırlanıyor.

Kültür Bakanlığı da sadece geçmiş mirası korumakla kalmasın…

21. Yüzyıla Doğru Yaşam: İnsan ve Çevre

30
refah devleti

31
… uluslararası sermayenin bir parçası olan dünya küresel burjuvazisi…

Bu dünya-ekonominin küresel koşullarında çevre kirliliği kadar insanlararası ilişkilerin de kirlenmekte olduğunu; yeni sağ bir söylem biçimi içinde biyolojik ırkçılığın yerini 21. yüzyıla doğru giderken kültürel ırkçılığa bırakmaya başladığını…

Devlet - Sanat - Toplum

34
… sanatçıları her alanda özgür bırakan, onları “güdümlü” kılacak kısıntı tehditlerini göstermeyen bir Kültür Bakanlığı…

Bu da, piyasayı göz önünde bulunduran bir Refah-Devleti modelinin gereği olacaktır.

Belki o zaman, popüler kültürün tahakkümü altına girmeyen, daha dengeli bir anlayışın gelişebileceğini, bu gelişme ile de istenilen demokratik ve cumhuriyetçi bir anlayışın toplumlarda yerleşebileceğini düşünmekle karşı karşıyayız.

Hangi Dil Modern?

35
… edebiyat veya [ve] sosyal bilimler arasındaki farkı silmek… J. Pollock’un Action Painting’i gibi yazmak isterdim: Yazıyı ve mantığı akıtmak isterdim. … keşke böyle bir yazıyı sosyal bilimlere sokabilsek.

Dilin kendisini zorlamadan, anlaşılmaz cümlelerle değil, ama akışkan bozuk cümlelerle dili bir “fluxus”a koymak. Şizofrenleştirmek.

36
Ve tabii ki, “salt popüler kültür” “medya destekli popüler kültürle” aynı şey olmayacak.

39
Bilim dilinin “katılığından” nasıl çıkacağız? Sosyal bilimlerin kalkanını nasıl aşacağız ve diğer dallarla (plastik sanatlar, ve marjinal ve çağdaş edebiyat) nasıl ilişki kurabileceğiz?

Modernist mi, O da Neymiş?

41
…“tabanın sevdiği iyidir!”  Sorunludur; çünkü 1982 Anayasası bu mantıkla kabul edilmiştir; daha da vahimi ise 1933’te Almanya’da Naziler, bu şekilde, “demokratik” yoldan iktidara gelmişlerdir: Halk istiyor diye!

45
Jacques Derrida, C.Lévi-Strauss’un “Yaban Düşünce”den ve hatta “Akrabalık ilişkilerinin temel yapıları” kitabından beri doğal ve medeni veya toplumsal ayrımını yadsıdığına dikkatimizi çekmektedir. Bu ayrım ilerleyen bir tarih fikrini reddettiği gibi, bilimsel ve bilimsel olmayan arasındaki veya duyumsal ve akılsal arasındaki sınırların da altedilmesi uğraşını vermektedir.

48
“yasakaşma” Bataille … Bu bakımdan, öncü ile farkı yasakaşmanın geçmiş olan sınırları genişletirken, Hegel’in Aufhebung (aşma, kaldırma ve saklama) kavramından çok uzaklaşmamak olduğunda yatıyordu.   

50 
Bu da, aşmanın (Aufhebung) ne kadar arta kalma veya arda bırakılamama ile alakalı olduğuna şahit olmaktadır.

51
Türk sanatı bu denemesinde artık batılı veya doğulu normlarıyla değil; bu ikisini de içinde taşıdığı ikili karakteriyle birlikte sanatını ele alacaktır. … Emre Zeytinoğlu, eleştirinin nereye dayandırabileceği sorusunu sormaktadır: “Tanpınar’a mı, Osmanlı’yı odaklayan Kemal Tahir’e mi, Anadolu uygarlıklarıyla Hümanizma’ya mı, Nurullah Ataç’ın batıcılığı mı tercih edilmelidir?”.

54
(Deleuze) Başkasının sesini ödünç alarak konuşan filozofları çıkarır karşımıza: Kendisini. … Aracılar aracılığıyla konuşur ve yazar; bu anlamda da, asla bir “birey” olmamıştır. Çünkü o grup-öznedir; kolektif bir anlatım düzenlemesidir. Anonim bir yazıyı oluşturur. Kendisinden de çalınacağı ölçüde o da başkalarından çalar.

55
“hepimiz bir sürüyüz”

56
(Deleuze) Beraber çalıştığı öğrencilerine en az onlar kadar zaman ve çaba harcayarak çalışmaları sürdürüyordu. Bu insana saygı ve sevginin büyük bir örneğidir zannediyorum, her ne kadar kendisi için hümanist bir düşünür demek mümkün olmasa da: Hümanist’in evrensel bir kelime olmasından çok bir dönemi belirttiğini çok iyi biliyordu, tıpkı Foucault ve Althusser gibi. Faucault'nun episteme'si kadar mütasyonlara güveniyordu. Her dönemin ancak kendi dönemine ait olana sahip olabileceğini söyleyebilmekteydi, tıpkı her insanın kendi gücünün sınırları içinde güce sahip olabileceği gibi.

58
Artık Kültür Bakanlığı’ndan yardım beklenemezdi. Geçmiş Kültür Bakanlarından birisi olan sayın (İsmail) Kahraman, yağlı güreşleri gençlerin sanatı karşısında yeğliyordu.

62
Gençler de göçebeler gibi geleceği önceleyeceklerdir; erkene alacaklardır; başıbozuklaştıracaklardır; kapıkulsuzlaştıracaklardır; yeniçerisizleştireceklerdir.

63
Doxa (Kamu görüşü)

64
“Anadolu Kaplanları”nda olduğu gibi, sanat alanında da Türkiye'nin bir Güneydoğu patlaması yaşamakta olması.

67
Türkiye’nin plastik sanatlar tarihi Cumhuriyet dönemiyle birlikte önemli bir modernleşme süreci içine girmiş olarak kabul edilse bile, süreç aslında Osmanlı dönemi içinde 19. yüzyıl sonlarına doğru başlamıştır. Bu açıdan resim ve heykel tarihi bir kopmayla birlikte, bir sürekliliği ve geleneği de devam ettirmektedir. Osman Hamdi Bey zamanında başlayan bu serüven (1883) kendisini 1950’li yıllarla birlikte başka bir serüvene terk etmeye başlamıştır.

… Bu tarih büyük olaylar ile birlikte “habitüsleri”, onun getirdiği pratikleri ve buradan yola çıkarak da gelişen sistem ve yapıyı ele almaktadır. … Akademi ağırlıklı bir sanat ortamı…

68
Bu şekilde de tual resmi, heykel ve enstalasyon arasında varolduğu ileri sürülen pozitivist hiyerarşinin de olamayacağı ifade edilmektedir.

Osmanlı dönemi içinde askeri geleneğin ve haritacılığın içinden gelen bir pratik, perspektif dersleri ve  resim çalışmalarını ortaya koyarken, bir ressam nesli ortaya çıkarmıştır. … Asker ressamların peyzaj çalışmaları, perspektif bilgisi, çevreyi tanıma çalışmaları resim sanatına doğru yön aldı.

69
1908’de Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin kuruluşu…

71
Devletin himayesinde gelişen bir resim sanatı, Cumhuriyet döneminde de bu himayeyi daha ideolojik bir düzeyde sürdürdü.

1914 kuşağı… Burada hemen hemen herkesin hemfikir olduğu şey, Akademi kurulunun resim ve heykelde tekeli elinde tutmuş olduğudur.

72
kübik eğilimler + yerel motifler

1940’lı yılların içinde Akademi’de de d Grubu saltanatı sürmektedir. Bu yıllarda İnönü’nün ve Hasan Ali Yücel’in himayesinde gelişir Türk Sanatı. Konserlerden sergilere kadar açılış konuşmaları, söylevler sanatı himayesi altına alır. Bunu “güdümleme” olarak ele almaktan çok “himayesine almak” olarak görmek daha doğru olacaktır. Özellikle resim sanatında bu böyledir. Ama belki de iktidarın resim hakkındaki bilgisizliğinden kaynaklanmaktadır bu durum.

Heykelde ise biraz daha “güdümlülükten” söz edebiliriz.

73
(Afet İnan’ın Cumhuriyet’te yazdığı “Sanat Galerileri” ile ilgili yazısı) Profesör Afet Hanım “ilk Türk galerisinin Atatürk’ün eliyle açıldığını” yazdığı yazısı daha önce Osmanlı dönemindeki galerileri pek kaile almamaktadır. Pozitivizmi hissedebileceğimiz bu yazı eski rejim ve yeni rejim arasındaki farkı da biraz İslam’ın resim yasağına bağlamaktadır; bu tutum minyatürlerin resim olarak algılanamayacağı tartışmasını günümüze kadar sürüklemektedir.

76
1975'de Antalya festivali bünyesinde Kuzgun Acar'ın başlattığı Sempozyum; 1976'da, Antalya'da, 8. Antalya Uluslararası Film ve Sanat Festivali çerçevesinde Orhan Taylan'ın girişimiyle yeniden gerçekleştirilir. Belediye ile anlaşılarak, sanatçılara duvarlar verilir. ... Önce Cihat Aral'ın resmi vali tarafından konusunun uygun bulunmadığı gerekçesiyle kapattırılır. Mehmet Aksoy'un heykelinin kille hazırlanan ön çalışması bir gece kimliği belli olmayan kişilerce saldırıya uğrar...

83
Her ne kadar Deleuze ve Guattari “anti-psikiyatri” yapmadıklarını anlatmaya çalışsalar bile veya “marjinallerden” gına geldiğini vurgulasalar da yine şizofrenlerin devrimci potansiyeli içlerinde barındırdıkları ve mikro analizleri oluşturdukları ileri sürüldüğünden ve şizofrenler ile göçebeler arasında kaçış çizgisi yaratan grup-özneler oldukları yazılmış olduğundan şizofrene devrimci misyon yüklenmiş gibiydi.

84
Asyagil üretimin veya Samir Amin’in deyişi ile haraç üretim biçiminin periferisinde duran batı nasıl olmuştu da belli bir tarihsel anda merkez olmayı başarmıştı? … Kapitalizm pazar ekonomisi ile başlamıştı ve pazar ilişkileri ve pazarın çeşitli alt grupları sistemi bedenleri ve dilleri ile yükseltmişlerdi. Burjuvalaşmadan önce kapitalizm marjinallerden kaynaklanmaktaydı.

87
Kapitalizm marjlardan ortaya çıkmıştır (Dünya merkezi doğu iken Braudel dünya-ekonominin batı’da oluştuğunu anlattı)

(marj: vadeli mal ve döviz piyasalarında gelecek işlemler sözleşmesi gibi bugün yapılan, fakat teslimin gelecekte olacağı sözleşmelerde sözleşmeyi güvence altına almak için yapılan ön ödemedir. Buna örnek olarak dört ay sonra teslim alınacak olan bir malın değerinin %10'unun marj olarak ödenmesi gösterilebilir. viki)

85
… dünya ekonomisinin yerini alan “ekonomi-dünya” (Weltteater veya Weltwirschaft diye adlandırır Braudel)

90
(Kusursuz Cinayet- Jean Baudrillard) Özne ve nesne artık aynı ise; öznellik umudu ortadan kalkmış demektir. Bu da hepimizi birer Duchampçı anlamıyla “ready made” (hazır ürün) haline getirmektedir. Öznelliğin yok olduğu anda nesnellik veya bilimsellik de yok olmuştur. Sadece anlatı ve onun hikayesi kalır geriye. … Ancak; ya Baudrillard paranoyak ise… Bunlar gitmekte olduğumuz yönü göstermekte ve bu yöne doğru gelişen ne Batı ne de Doğu. Aynı tüketimin ve aynı üretimin değişik görünümleri ile karşı karşıyayız.

91
Herkesin sanatçı olabileceğini söyleyen bir paradigmaya doğru yolculuk başlıyor. Herkes ve her şey sanat ise yanılsamanın katli gerçekleştirilmiştir. … Öznenin dünya üzerindeki hakimiyetini kuran yanılsama üzerine kurulu olan estetiğin sonuna gelindiğinde artık ortada ne özne ne de nesne kalacaktır: Bu da öteki’nin katlidir.

93
… hayvanlarla yaşam … (Kulig)

94
Ne zaman yanılsama tekrar gerçekleştirebilecek?: Sanatın sıfır derecesi. Temsiliyet ortadan kalktığında görüntünün estetik yanılsama ilke ilişkisini de bitirmekte miyiz? Aslında burada, modern sanatların temsiliyete karşı verdikleri büyük mücadelenin eleştirisini hissetmekteyiz Baudrillard’da.

95
Hızın silikleştirdiği gerçeklik daha da hız kazandığında izi de silebilecek mi? … Bunun için herhalde insanlık paradigması içinden tamamen çıkmalıyız. Post-humanistic bir gerçeklik içine girmeliyiz ki, bu da Nietzsche’den beri süregelen “insanın ölümü” temasından başka bir şey gibi durmuyor. Belki de biraz abartıyor diyebiliriz Baudrillard ve onun umutsuz yaklaşımları için.

98
(Fransız Yeni Sağında Fark Fikri)
Fikir hareketleri dendiğinde, siyasi olarak en önemli hareketler anti-komünizmde ve göç politikasını hedefleyen yabancı düşmanlığında gözükmekteydi. “Beyazların kültürü”nün diğer ırklarınkine göre üstünlüğü söz konusu ediliyor…

99
seçkinler  eugenik

108
(Jean-Philippe Domenq)… “çağdaş sanat ancak eskiye dair bir güzelliği yakalayarak, tarihine dönerek zafer dolu bir doğal güzelliği” yakalayabilecektir. … (Gerard Zwang) “eşcinsel güdüler” taşıyan “terörist” ve “sapkın” barok sanatı eleştirmektedir.

111
(dipnot: Dini değerler bile artık kültürel değerler arasında sayılmaya başlanır.)

112
(Alain de Benoist’ya göre Hıristiyanlık Orta Doğu’da ortaya çıkmıştır) … Bu kültür birçok benzer Orta Doğu kültürü gibi, boyun eğmeyi ve reddetmeyi içermektedir. Bu karakter Avrupa’nın pagan yırtıcılığını yok etmiştir. İbn Haldun’un asabiya’nın yok edilmesinde gösterdiği gibi, Benoist da kendi farklılığını kaybeden Avrupa kültürünün eşitlikçiliğe yöneldiğini, ve bu şekilde de, egemenliğini zedelediğini öne sürmektedir. Farklılığı yok eden bir Orta Doğu tek tanrıcılığı farklılığı asimilasyon ve ikna ile yok etmekte ve bütünselleştirmektedir: Müslümanlıktaki “tevhid” ilkesi gibi, Benoist’ya göre Avrupa tek tanrıcılığı ayrımları ortadan kaldırdığı gibi, yaratıcılığı da yok etmiştir; çünkü; kültürü “boyun eğme” üzerine oturtulmuştur.

(asabiya: göçebeler arasındaki büyük dayanışma duygusu. göçebelerin aşiret halinde ve birbirleriyle yaşadıklarından dolayı aralarında kandaşlık olduklarına inanırlar. birbiri içi ölme/öldürülme duygusu gelişir. hızlı, birlikte hareket etme yeteneği gelişmiştir. din asabiyaları birleştirmedeki en büyük etkendir. ekşi)

120
(Deleuze&Guattari - Kafka) Edebiyat halkın davasıdır. (dipnot: Edebiyat, edebiyat tarihinin olmaktan çok halkın işidir.)

121
Özne yoktur, sadece anlatımın kolektif düzenlemeleri vardır. … Deleuze ve Guattari, Alain de Benoist’nın savunduğu fark fikrinin karşıtındadırlar: Farklı kültürlerin ayrı ayrı bağdaşıklığı değil; ama melezlik. Yeni sağın nefret ettiği şeydir. … Hatta büyük bir edebiyat ülkesinde doğma talihsizliğindeki birisi, kendi dilinde Çek bir Yahudi’nin Almanca veya bir Uzbek’in Rusça yazdığı gibi yazmalıdır. Çukurunu kazan bir köpek, toprağı eşeleyen bir fare gibi yazmak. Ve bunun için, kendi az-gelişmişlik noktasını, kendine haz mahalle argosunu, kendi Üçüncü Dünyasını, kendi çölünü bulmak.

123
Kendi dilinde nasıl göçebe ve göçmen ve Çingene olmak. Kafka şöyle söylüyor: çocuğu beşikte çalmak, gergin ipte dans etmek.

124
Dönüşüm eğretilemenin tam tersidir. Ne asıl anlam ne de mecazi anlam vardır; sadece kelimeler yelpazesinde durumların dağıtımı vardır. Şeyler ve diğer şeyler sadece sesler tarafından katedilen yeğinlikler veya kendi kaçış çizgilerini izleyen yersizyurtsuzlaştıtılmış kelimelerdir.

128
Bayrak simgesel olarak bir milletin duygusal değer taşıyan öğelerinden biridir; ancak ona sarınmak, tahmin edilebileceği gibi “ölümü” çağrıştıran bir harekettir ve değerlerin yaşadığını değil de ölmeye yüz tuttuğunu anımsatır…

132
1957 “Şair Ressamlar/ Ressam Şairler”, 1969 “Tavırlar Biçim Haline Geldiğinde”, 1972 “Dokumenta 5” Kürator: Harald Szeemann

134
Bizim Batılı olup olmamamız; belirli bir kültür birikimine sahip olup olmamamız çağdaş sanat açısından bir sorun teşkil etmiyordu.

137
Irit Hemmo hayvanların iğdiş edilmelerini eleştirdiği işinde Kulig gibi “hayvan hakları”nı sorunsallaştırıyor. Benzer bir şekilde Polonyalı sanatçılar, Leszek Golec ve Tatiana Czekalska hayvanların “özgürleştirilmesini” ele alırken, “bütün canlı varlıkların madde ve ruh dünyasında” yaşadığını hatırlatıyor bizlere ve eski bir soruyu gündeme getiriyor: meleklerin cinselliği var mı?

162
Galeri Apel, yer olmaktan çok alanı (topos) çağıran ve kurmak isteyen havasını vermekte.

163
Sohbetin bittiği yerde kurumlar ortaya çıkmaya başlar.

173
İffet Karanis bu anlamda bilgisayarın tembelleştirdiği el emeğine olan saygısını, disiplin sözcüğü ile açıklamaktadır.

Eserin Birliği: Erol Akyavaş'ın Resmi

186
(20. yüzyıl) Felsefe metafizik ile bağlarını koparıp sekülerleşmeye çalışırken; Sanat, soyut sanat bağlamında, daha belirgin olmak üzere; ama aynı zamanda bilinçdışının da sembolik olanla ilgisini kurarak teoloji ve metafizik arasındaki etkileri pekiştirmiştir. ... Doğu'nun kadim etkisi bu sıradışı ilişkileri zaten başından beri sürdürmüş ve değişime pek sokmamıştı. Zamanın döngüsel kavranışı da bu değişimin içinde yatan sabitliği bize açmayan niteliktedir. Batı'nın düz çizgisel tarih anlayışının tersine Doğu ve Güney ülkelerinin geleneklerinde çevrimsel veya döngüsel bir zaman anlayışının hakim olduğu durumda, sanatın ve yazının bu zaman meselesiyle ilgilenmesinden daha doğal bir şey olmamaktadır. 

187
Erol Akyavaş'ın soyut dönemleri, Doğu'nun gizemi ve dinsel boyutunun toplumsaldan çok insanın iç dünyasını geliştirmesiyle ilgili çalışmalarından en fazla bahsedilen işlerinden bir tanesi de Hallac-ı Mansuru ve Fihi ma fif (İçimdeki içim) aslında bu iç dünyanın zenginleştirilmesi çalışmasıyla ilişkilendirilebilir. Tanrı ve kula arasındaki ilişkinin 'hiç bir şeyden' geçtiğini öne sürerken Fena Fillah olan Tevhid ilkesini içinde barındıran İslam düşüncesi, bu bütünleştirme çabalarından birini oluşturuyordu sanatçı için: Doğu ve Batınınkileri.

188
Sanatçı da, toplumsal bellekten yola çıkarak, derinlerde duranı yüzeye çıkaran bir dalgıç gibi yalnız ve riskli bir eylemi güncelleştiren kişidir. Mükemmelliğe varan Tevhid, o zaman sanatçının elinden gerçekleştirilebilecek olanı gösterebilecektir.

ilk nedenin suretsizliği... İlk neden kendinden evvel bir şey gelmediğinden ve kendisinden sonra gelene de bağlı olmasına rağmen aralarında geri dönüşlü bir nedensellik olamayacağından surete ihtiyacı olmaz. Eğer sureti olmuş olsaydı özünün madde ve suretten meydana gelmesi gerekmekteydi. Farabi'ya ait olan bu tip bir düşüncede Tek neden birlik olarak hem 'kendinde' hem de 'kendi için' olan ve ancak peşinden gelenleri kendi suretine benzeten bir varlık fikri hakim olacaktır.

189
Eser yaratıcısından koparken, öznellikten uzaklaşılmakta “Tevhid-i eser” sanatçının adını ebediyetle bütünleştirmektedir.

(tevhid: birlik, Allah'ın birliği; "tevhid, insanı maddi olmayan erdemlerden, yücelme arzularından ve ilahi misyonundan soyutlamaz. tevhid, insanı ekonomik bir hayvan derecesine indirgemez ve onun kainatın yaratıcısı ile olan bağını koparma yoluna başvurmaz. insanın allah ile olan ruhsal ilişkisini kesintiye uğratmaz. tevhid, insanda değerin asaleti yerine kazanç ve çıkarın asaletini oturtmaz. tevhid, tabiatta ebedilik arayan olgunluk estetik ve hakikat aşığı "tanrı-benzeri" insanın hayvan gibi salt tüketim ve güç peşinde koşuşturan bir seviyeye inmesine müsaade etmez. tevhid insana kör bir makina; hedefsiz, amaçsız, dağınık, tesadüfi ve saçma hareketler toplamı olarak bakmaz. insana irade, hedef, bilinç, bilgi, mantık ve yaratıcılık sahibi, düşünür, bilgin, kemale doğru hareket eden, güzellik ve duyarlılık sahibi bir varlık olarak bakar. tevhid, toplumu ölü ve sahipsiz elemanlardan değil, bilakis diri, bilgili, bilinçli, ve kalp sahibi öğelerden ibaret bilir. güzel ruh dalgaları karşısındaki sevgiyi hissettirerek kuvvetlendirir. kainatta, hiçbir zerrenin hareketinin sonuçsuz, boşuna ve tesadüfi olmadığı gerçeğini de öğretir." Ali Şeriati [ali şeraiti: aslen iranlıdır ve horasanda doğmuştur. iran devriminin sosyal aktorlerinden biri olarak kabul edilir. sosyolog kişiliği ve halife dönemine dair yaklaşımları benzeri olmayan gerçekçi bir sadelik ve doğrulukta olduğundan her zaman tehlikeli addedilmiştir. bugün bile hala bir çok insan ali şeriati okumaktan korkar. cezayir ve mısırda verdiği konferanslar onu ölümsüzleştirecek fikir yapısını ortadoğuya yaymıştır. 44 yaşında zehirlenerek öldürülmesine rağmen -bıraktıkları/yaşadığı hayatı- oranı oldukça yüksektir. saadet devri ve islami fetihlerin sorgulanması, halife seçimlerindeki yanlışlıkları ve bu süreçteki ilk başkaldırı örneği veren ebu zerr el gifari yi anlattığı eser okunmaya değerdir. fikirlerinin olgunlaşması çektiği acılara ve yattığı hapis cezalarına bile bağdaştırılabilir ki iranda 1962 yılında yakalanmasından sonra 17 ay hücrede yatmıştır.] ekşi)

246
1845 yılında Salonlarda Baudelaire modernliğe “yeninin olayı” adını veriyordu. ve … çizginin dışında figürasyonun yok olmaya başladığı resimleriyle Delacroix’yı buluyordu… 

247
...”uçucu olan” ile “ebedi” olanın bireşiminden çıkmaktadır modernlik … evrensel ve tikel’in beraberliğidir.

248
1846 salonları…

254
figüral figür ve kavram arasındaki ayrımların dışında flu bir bütünlüğü vücuda getirme potansiyelini içinde taşımaktadır. … nooloji: düşüncelerin imgeleri

256
Osmanlı’ya gönderme illa bir Osmanlılık ilahiliğinden geçememektedir. Eleştirel tavır bunu zorunlu kılmaktadır.

259
Liberal sanatlarda dilde Karolenj döneminde yapılan bu atılım (Hümanizma) İtalyan Rönesansını hazırlarken ortaçağ süsleme sanatı, mimarinin görünür bir şekilde önem kazanması, katedraller, bazilikalar, manastırlar, bunların bronz kapıları ve tüm bir artizanal sanat yerini yavaş yavaş figürleşmeye doğru bırakmaktaydı. Daha bu dönemde bronz kapıların üzerine sanatçılar figürleri yerleştirmeye başlamışlardı. En önemlisi de belki kamu mekanlarına konulmaya başlanan heykeller oldu.

261
Rothman’ın adlandırdığı gibi “Kurşun yılları”nın ardından gelen ve Türkiye’yi dış pazarla buluşturmayı amaçlayan; bunun için de sendikaların ve her türlü örgütlenmenin yasaklandığı 12 Eylül darbesi siyasi yaşamı askıya aldığından, Türk solu kendisini mikro mücadele biçimleri içinde bulurken, aynı zamanda da liberalizm’i keşfetmekteydi.

263
(Türkiye’de ekoloji ile ilgili ilk protesto gösterileri) 1975, Samsun Bakır Fabrikası ve İzmit Körfezi; 1984, Gökova Körfezi: Dalyan İztuzu’na yapılması düşünülen bir turizm kompleksinin, deniz kaplumbağalarına vereceği zarar.

268
(MSÜ Temel Sanat Eğt.) Sanat fakültelerinde gitgide daha fazla yer almaya başlayan sosyal bilimlerin yeri, gençlerin felsefe ve refleksiyon üzerine kurulu düşünce biçimlerine olan ihtiyacı…

269
sanatçı adayları

274
(Alternatif Sanat Eğitiminde İkilem)
Günümüzdeki sanat eğitimini ele aldığımızda, geleneksel bir eğitim sisteminin YÖK’e bağlı Üniversiteler yasası altında ele alındığını görmekteyiz. … Disiplinler kendi içlerine kapalı bir şekilde mi süregitmelidir yoksa disiplinler-arasılık mı ön plana çıkarılmalıdır?

276
kuramsal dersler eğitim içinde yeterince ciddiye alınmıyor.

277
(Kuramsal derslere ağırlık verilirse) Sanatçı sanatını yapar, eleştirmen yazısını yazar, küratör sergisini düzenler şeklindeki “parçalı bir iş bölümü”, yani fordist ve organik topluma değgin bir iş bölümünden kurtulmuş olurduk. … iş bölümünün yerine esneklik yer edindiğinde, aynı esnek eğitimi niye sanat atölyelerinde veya okullarında görmeyelim? (Güzel sanatlar fakültelerinin saklandığı, mevcut durumda korunduğu ve dışarıdan sızabilecek her tür farklılığın yasaklandığı, hani bir tür ‘kapatma’ gibi davranıldığı iddiası…)

281
Deleuze’ün düşüncesine göre yeni ifade biçimleri içinde form gitgide hıza maruz kalmak zorunda kalıyor. Hız bilimcisi (dromoloji) olarak bilinen Paul Virilio’nun “yokolmanın estetiği” adını verdiği ve formları hıza maruz bırakan bu estetik aynı zamanda felsefi olarak özneyi de yeğinliklere veya etkilere maruz bırakmakta: Bu görüş içinde mekanın kendisi bir beden olarak, hatta Artaud’nun kavramıyla “organsız beden” olarak ele alınmakta.

283
Bir azınlık bilimi olan Madencilik Çingenelerin işiydi: Madenci zanaatçi seyyardı. Ve sanatın bedenini oluştururdu. ... Göçebe olmalarıyla yerleşik değerlerden bir kaçış çizgisi oluştururlar: 21. yüzyılın kapitalizminin mimarisinin gerçekleştirmek yersizyurtsuzlaştırılmış çizgileri gün ışığına çıkarmaktan geçmektedir.

... Toni Negri'nin Paris'teki Sentier mahallesi için yapmış olduğu sosyolojik çalışma... Ekonomi, siyaset, ekoloji ve mimari yan yana yatay bir şekilde birbirlerini esmekte ve katetmektedir.

284
Bu mekansallaştırma içinde her şeyin işlevi her an değişikliğe uğramaktadır… İşlevi ise bir sahtelikten başka bir şey değildir zaten; sadece insanları denetim altına almaya yarar: Haussman’ı düşünelim; çünkü bazen kahvede uyumak, sinemada çalışmak, atölyede eğlenmek çok keyifli olabilir. İşlevsizleştirmek moleküler mekanı yeniden kurmaktır.



.
.
.
.

13 Ocak 2014

Alfred Hitchcock - The Birds 1963

.
.
.
.


.

01:20:00,680 - 01:20:03,907
Kuşlar 140 milyon yıldır bu gezegendeler.

01:20:34,507 - 01:20:38,207
Silahlarınızı alın ve dünyayı onlardan temizleyin!

01:20:38,407 - 01:20:41,307
- Bu oldukça güç.
- Neden, Bayan Bundy?

01:20:42,007 - 01:20:47,607
Çünkü yeryüzünde 8650 tür kuş yaşıyor, Bay Carter.

01:20:47,808 - 01:20:53,508
Sadece Birleşik Devletler'de 5.750.000.000 kuş yaşadığı tahmin ediliyor.

01:20:53,708 - 01:20:55,708
5 kıtayı gözönüne alırsak...

01:20:58,508 - 01:21:01,508
...100 milyar kuşun yaşadığını görebiliriz.



.
.
.
.

06 Ocak 2014

Alan Musgrave - Sağduyu, Bilim ve Kuşkuculuk

.
.
.
.



















.
.



Sağduyu, Bilim ve Kuşkuculuk
(Bilgi Kuramına Tarihsel Bir Giriş), 1993
Alan Musgrave

(Çev. Pelin Uzay), Göçebe Yayınları, 1997 İstanbul


Arda Denkel’in Önsözü

10
Yüzyılımızın ikinci yarısının analitik felsefe dünyası içinde bilgi-bilim alanında oluşan ilerleme, felsefe tarihinin tüm öbür dönemlerinde gerçekleşmiş epistemoloji birikimini aşmış bulunuyor.

11
bilim felsefesi
(Musgrave) … kuşkuculukla belli bir denge kuran özgün bir bakış açısı … sunuyor.
Bilgi, algı, gerekçelendirme gibi, bilgi kuramının odaksal sorunları…

Önsöz

12
(Bu kitap) … tarafsız olma çabasına girmemektedir. Bunun yerine, yanılabilircilik ya da eleştirel gerçeklik olarak adlandırılan özel bir epistemolojik tutum içindeki bir uslamlamadır.

13
… bu Popperci bir kitaptır.

BÖLÜM 1
Bilgi Sorunu

14
Birçok önemli felsefi sorunda olduğu gibi, karşılaşılan ilk zorluk ortada gerçek bir sorun olup olmadığıdır.

Bilgi güç demektir.

15
Filozofların söylediği gibi bir şeye inanmak, bilgi için gerekli fakat yeterli olmayan bir koşuldur. … Başka hangi koşullardan söz edilebilir?

Bu inancın ‘bilgi’ adını almasından önce, inanılan şeyin doğru olması gereklidir.

17
Sadece ve ancak iddiamı gerekçelendirdiğim ve bu iddiamın şanslı bir tahmin olmadığını gösterdiğim zaman o konuyu bildiğim söylenebilir.

18
Yunanlılar bütünüyle kesin olan (bu) bilgiye episteme adını vererek, bunu doxa, yani sıradan kanıdan ayırmışlardır.

Bir şeyi kesin olarak bilebilir miyiz?

20
… görünürde üç değişik bilgi çeşidi bulunmaktadır.
(1) Nesnelerin ya da şeylerin bilgisi (tanıdık bilgi - tanıyarak bilme)
(2) Bir şeyin nasıl yapılacağına dair bilgi (yordam bilgisi) (tavuk çiftlikleri, dişi tavuk, anatomik inceleme için veterinerin yüksek maliyeti,özellikle kadınların bir bakışta cinsiyet ayrımı yapabilmeleri) (Kendileri de dahil olmak üzere kimse bunun nasıl yapıldığını bilmemekte …  Bilgi sahibi, bildiği şeyi önermelerle ifade edememektedir ve şu ana kadar kimse de bunu yapamamıştır)
(3) Yargı ve önermelerin bilgisi (konular bilgisi ya da önermesel bilgi)

22
… hayvanların, bu tür inanç ve gerekçelendirmeleri oluşturmaların olanak verecek dilden yoksun (olmaları).

23
Eğer bazılarının düşündüğü gibi hayvanların da gelişmiş bir dile sahip oldukları ortaya çıkarsa, o zaman önermesel bilgiye ulaşabilecekleri anlaşılabilir.

25
(Yunan düşünürleri) Kuşkucular ve dogmacılar

26
Bilgi kuramı ya da diğer adıyla epistemoloji esasında dogmacılık ve kuşkuculuk arasındaki uzun ve henüz son bulmamış bir savaştan ibarettir.

Kesin doğruya bakarsak, hiç kimse bunu bilememiştir,
Hiç kimse de bilemeyecektir, ne tanrılar hakkında bir şey,
Ne de şimdi benim bahsettiğim tüm bu şeyler hakkında.
Eğer insanoğlu şans eseri söyleyebilseydi en son gerçeği,
Bunun ne olduğunu kendisi de bilemezdi;
Aslında her şey örülmüş bir tahmin ağından ibarettir.

27
Kuşkucu, inançları gerekçelendirme işleminin, kaçınılmaz sonsuz geri gidişlere maruz kaldığını iddia eder.

28
Sonsuz sayıdaki gerekçelendirmeleri tamamlamak imkansız olduğu için herkes inançlarını gerekçelendirilmemiş varsayımlara bağlayacaktır. Yalnızca düşünceye dayanan şeyler, yine sadece düşünceden oluşmakta, böylece bilginin yapısı bozulmaktadır.

29
‘tanımların sonsuz geri gidişi’
İnandığımız şeyi anlamak için öncelikle bu inancımızı dile getirirken kullandığımız kelimelerin anlamlarını bilmemiz gerekir.. Bir kelimenin anlamını bilmek ise onun ne anlama geldiğini söylemek (için yeni tanımlar gerektirecek başka başka kelimeler kullanmamız anlamına gelir). Bu aynı şekilde devam ederek yeni bir ad infinitum oluşturmaktadır.

32
Gözlem yargılarındaki dolaysız bilginin kaynağı olarak duyuları temel alan bilgi kuramına ‘deneycilik’ diyoruz. Bu kavram tanımların sonsuz geri gidişlerinin son bulmasını da duyularla açıklar. Anlamları tanım ya da açıklama gerektirmeyen asli (ilkel) kavramlar, gözlem yargılarıdır. (kırmızı, sıcak, soğuk, pürüzlü, düzgün, kaba, zarif, tatlı ve acı…)

33
Nihil in intellectus quod non fit priori in sensu
Daha önce duyulardan geçmeyen hiçbir şey zihinde yer alamaz.

(Sonsuz geri gidiş açıklamasına verilen ikinci yanıt) … bilginin kaynağı olarak sebep ya da zihinsel önseziye dayanan bir düşünceyi barındırmaktaydı. Gerekçelendirmelerin sonsuz geri gidişi, açıkça ortada olan veya zihinsel önseziyle doğruluğu anlaşılan ilk ilkeler ya da aksiyomlarda son bulmaktaydı. … Bu, ‘akılcılık’ ya da ‘anlıkçılık’ adını taşıyan bilgi kuramının temel düşüncesidir. (Akılcılığın temel dayanağı başta Eukleides geometrisi olmak üzere matematiksel bilgidir.)

36
Kuşkucular dogmacıların cevapları karşısında sessiz kalmamış ve hem duyumsal, hem de zihinsel yaklaşımlara karşı çıkmışlardır.

BÖLÜM 2
Saldırı Altındaki Kuşkuculuk

38
aldatmaca: Sokrates’in bildiğimiz tek şeyin başka hiçbir şey bilmediğimiz olduğu düşüncesi…

aldatmaca: … eğer en az bir şeyi bilmek mümkünse aynı yolla diğerlerini bilmenin neden imkansız olduğu… (sorusu).

aldatmaca: bir yanlışlığı bilemeyiz.

40
“Eğer dili eleştirirken -ki bu düşünen birey için en önemli vazifedir-, basamakları tırmanmak istiyorsam arkamda kalan lisanı basamak basamak yok etmeliyim; merdivene çıkarken, tüm basamakları yok etmem şarttır.” Fritz Mauthner

41
Mauthner’den oldukça etkilenen Ludwig Wittgenstein, felsefenin esasında bir saçmalıktan ibaret olduğunu savunan bir kitap yazmıştır; kuşkucu bir tezi destekleyen bu çok ünlü eserin adı Tractatus Logico-Philosophicus’tur.

… kesin bir kuşkuculuk anlayışına sahip çok az filozof vardır.

46
Tarih boyunca bu türden birçok yargılama olmuştur; günümüzde de devam edenleri vardır: engizisyon, dinsel, ahlaki ya da politik konularda düşüncelerinin yanlış ya da günahkar ‘olduğu’ bilinen insanlara zulüm yapan bir kurumdur. Sadece dogmacılar bu türden engizisyonlar oluştururlar.

48
Makul derecede bir kuşkuculuk anlayışının dünyayı daha yaşanabilir bir yer yapacağı söylenebilir, kuşkucular da bugüne kadar hep bunu savunmuştur.

BÖLÜM 3
Duyular Hakkında Kuşkuculuk

50
Sextus Empiricus M.S. 160-210 civarında, Pyrrhon ise ondan beş yüz yıl önce, yaklaşık M.Ö. 275 yıllarında yaşamıştı.

53
Belki de Puss (kedi’nin ismi) dünyayı gerçekte olduğu gibi görmekte ve biz bunu yapamamaktayız.

Hayvanlar insanların hoşlanmadığı şeyleri yemeği severler, yani bunlar hayvanlara ve insanlara farklı görünmektedir.

66
Otto Neurath bilgimizi açık denizde yol aldığımız bir gemiye benzetmektedir; yolculuk sırasında gemiyi sürekli onarmamız ve daha iyi duruma getirmemiz gerekmektedir, geminin kutsal ve değiştirilemez ve hiçbir öze döşeme tahtası bulunmamaktadır.

67
Yarısı suyun içinde olan çubukla karşılaştığımızda ‘Çubuk eğridir’ demez, bunun yerine çubuğun sadece eğriymiş gibi durduğunu ya da böyle göründüğünü ama gerçekte öyle olmadığını söyleriz. Eğer bunu neye dayanarak yaptığımızı sorarsak, genel anlamda cevap, gözlemlediğimiz şeyler hakkındaki bilgi ya da kanaatlerimizi, deneylerimizi gerçeğe uygun ya da uygunsuz olarak sınıflandırabilmek için kullandığımız olacaktır.

Bu cevap beraberinde üç ilginç soru getirmektedir. İlk soru deneyimimizdeki çelişkileri çözümlememize yardım eden kanılara nasıl vardığımızdır: bunların kendisi de bir şekilde deneyimden çıkarılmamış mıdır? Tam olarak anlaşıldığı gibi bu psikolojik ya da olgulara dayanan bir sorudur. Ancak bu daha felsefi olan ve geri dönüşler gerektiren ikinci bir soruyla bağlantılıdır. İkinci soru deneyimlerimizi anlamak için önceki inançlarımıza güvenmemiz durumunda, bu inançların hata yapmamıza yol açıp açmayacağıdır. Eğer yanlış bir inancımız varsa buna dayanarak gerçeğe uygun bir deneyimi gerçek dışı ya da gerçek olmayan bir deneyimi gerçek olarak nitelememiz durumunda ne olacaktır? Bu, üçüncü bir soruyu ortaya çıkarmaktadır. Deneyimlerimizi anlamak ya da yorumlamak için önceki inançlarımıza güvenirsek, o zaman güvendiğimiz inançların doğru olduğundan emin olduğumuz sürece doğru bir şey yaptığımızdan kuşku duymayabiliriz. Ancak bundan gerçekten emin olabilir miyiz?

72
Yazım hatalarını bulmak için bir yazıyı kontrol eden kişi, yazıların manasıyla ilgilenmemesi gerektiğini bilir.

73
Bu ‘beklenti’ ya da kanılarımızın farkında olmayabiliriz.

Kısaca özetlersek, ilgilerimiz, önceki inanç ve beklentilerimizin hangi duyusal uyaranı dikkate alacağımızı belirlememize yardımcı olduklarını gördük. Önceden sahip olduğumuz kanı veya beklentilerin deneyimlerimizi yorumlamamız, bazılarını gerçeğe uygun, bazılarını ise gerçeğe uymayan şeklinde adlandırmamız konusunda bize nasıl yardım ettikleri üzerinde birkaç örnekle karşılaştık.

75
“İnsanın anlama yetisi kendi doğasından dolayı dünyada olduğundan daha fazla düzen ve düzenliliğin varlığını varsaymaya eğilimlidir” Bacon

Bir düzenin geçerli olduğunu kabul eder, yani bununla ilgili bir inanç oluşturursak, önyargılarımızla uyuşmayan her deneyimi yok sayarız.

83
Bir şeyin ne olduğunu görmek önermelerle ilgili bir durumdur ve söz konusu önermenin ortaya çıkabilmesi için gözlemcinin gerekli olan sözcük ya da kavramlara sahip olması gerekir. Görmek ise önermelerle ilgili bir durum değildir ve herhangi bir kavrama sahip olmayı gerektirmez. Bir şeyin ne olduğunu görebilmemizi mümkün kılan şey dil ya da kavramların anlayışına önceden sahip olmamızdır. (fizik laboratuarında bir galvonametre gören kedi)

BÖLÜM 4
Deneyci Psikoloji

92
Görme özürlü kişi etrafındakilerin renkleri, duyma özürlü de çıkardıkları sesler hakkında bir şey bilmez. Eğer bizim sahip olmadığımız duyularla donatılmış canlılar varsa, o zaman onların bu duyularla ne tür deneyimler yaşadığını bizler asla bilemeyiz.

97
Dil, etrafımızdakileri başka insanların gözüyle görmemizi ve onların anlama yetisiyle bilmemizi sağlamaktadır. Bizi varolan en üstün canlılar yapan da bu özelliğimizdir.

görme ve duyma yetiler…
İnsan bilgisinin en az beşte ikilik bir bölümü beş duyumuzdan bu ikisine aittir.

98
Bilincin, insanın kendisiyle ilgili bir his gerektirdiği ve buna bağlı olarak da dilin kazanılmasına bağlı olduğu ilginç bir düşünce tarzıdır. (Helen Keller vakası)

100
Dil öğrenimi sadece belirli kelimelerin anlamlarının öğrenilmesi değildir, bundan daha önemli olarak cümlelerin oluşturulması için gereken dilbilgisi kurallarının kavranmasını içerir. Bu tür bir kural aralarında ilişki kurulan uyaranların tekrarıyla öğrenilebilir mi? Eğer bu mümkünse, bu ne tür bir uyarandır?

Dil öğreniminin çabukluğu ve öğrenilmekte olanların karmaşık doğası Noam Chomsky’e çocukların doğuştan birtakım dilsel bilgilere sahip olduklarını ve bu bilgilerin öğrenme gerektirmeyerek, öğrenilmesi gereken bilgilere bir yapı ve öğrenmede hız kazandırdığını düşündürmüştür.

Cohomsky, doğuştan gelen bu bilginin tüm dillerin yapısına ait genel özellikleri taşıdığını farzetmektedir.

101
“Çocuklar kelimelerin anlamlarını abartılı bir şekilde genelleştirerek, algıladıkları tüm kelimeleri bilmediklerinin yerine de kullanırlar… Bir sözcük çocuğun kelime dağarcığında belirdiği anda belli nesneye gönderme yapmaktadır, fakat çocuk hızla bu kelimenin anlamsal kapsamını genişleterek aynı kelimeyle pek çok farklı şeye gönderme yapar. Kelimenin anlamı yetişkinlerin kullanımıyla bir oluncaya kadar gittikçe daralır… Çocuklar bir kelimenin anlamsal açılımını en çok o kelimeyle ima edilen ilk nesnenin biçimine dayandırırlar.” Moskowitz

102
Eğer iletişim kurmak istiyor, fakat dağarcığımızda yeteri kadar sözcük bulundurmuyorsanız, o ana kadar sahip olduğunuz kelimeleri kullanmamanız için ne sebep olabilir ki?

104
Canlılar acı verici ya da hoş olmayan deneyimlerden çok çabuk öğrenirler: Bu türden tekrarsız deneyimlere dayanarak ani çıkarımlar yaparlar.

105
İnançların çoğunlukla aniden sonuca ulaşmak suretiyle oluşturulduğuna yönelik düşünce bazı deneyciler tarafından fark edilmiştir.

108
… hayvanlar kendileri için önemli olan bazı uyaranları seçmek, onları belli şekillerde yorumlamak ve bunlara uygun şekilde tepki vermek için ‘ayarlanmışlar’dır.
(Dipnot: Tabii ki bu ‘seçim’ ve ‘yorumlama’nın bilinçli birer işlem olduklarını düşünmemeliyiz.)

109
Yumurtadan yeni çıkan Ringa martısı yavruları… ebeveynin gagasının ucundaki kırmızı nokta…

111
(hayvanlar) … eğer doğru uyaran uygun zamanda verilmezse, tepki oluşmayacaktır.

su soreksleri

114
Aşağıda Amerika’da yapılan bir araştırmayla ilgili gazete haberi bulunmaktadır:

Bildiğim kadarıyla kurbağa ya da maymununkine benzeyen özel tepkiler insan gözünde bulunmamaktadır.

115
arılar mor ötesi ışınlara tepki gösterirler…

… farklı canlılar belli uyaranları seçmek ve bunlara çeşitli yollardan tepki vermek için programlanmışlardır; bu programların bazıları duyu organlarının yapısına bile işlenmiştir.

(Tavuk – yumurta) (‘Hangisi önce gelmektedir; varsayım mı, yoksa gözlem mi?’) bir cevap verme durumunda kaldığımızda, ilk önce gelenin, algısal uyaranları ‘seçmek’ ve ‘yorumlamak’ için bizde ilkel ve yaratılıştan gelen bir mekanizma, bir tür ilkel önsav (hipotez) olduğunu öne sürmek en iyi yanıt gibi görünmektedir. (Popper 1972)

116
‘Doğuştan gelen idealara yönelik saldırısından yola çıkılarak kendisine hiçbir deneyim olmadan yuvalarını nasıl ve hangi malzemeden yapacaklarını bilen kuşlarla ilgili bir soru sorulmuştur. Locke bu soruya oldukça belirsiz bir yanıt vermiştir: ‘kitabımı hayvanların davranışlarını açıklamak için yazmadım’ 1690.

doğuştan gelen eğilimler

Locke, hayvanların doğuştan gelen algısal becerileriyle ilgili ayrıntılı keşiflerden haberdar değildi; bu buluşlar oldukça yeni olduğu için Locke’u bu konuda suçlayamayız.

117
Martı yavrularıyla karşılaştırıldıklarında insan yavruları oldukça savunmasız bir konumdadırlar. Aynı zamanda bildikleri pek çok şeyi öğrenen ve bunları doğuştan getirme zorunluluğu taşımayan oldukça akıllı canlılardır. Martılar yaşamları boyunca pek bir şey öğrenemezler, bu yüzden davranışlarının çoğu içgüdüseldir.

(bebek) emme tepkisi

Eğer Chomsky haklıysa, insanlar dilin genel yapısıyla ilgili bilgiye doğuştan sahip olabilirler.

118
nesne bilgisiyle (ve inancıyla) yordam bilgisi arasındaki farklılık…

119
İnanç ya da bilginin, kavramlara sahip olmayı gerektirdiğini ve hayvanların bu kavramlara sahip olmadıklarını düşünenler bile…
(Dipnot: Ben de hayvanlara kanaat ve kavramların atfedilmesinin saçma olduğu görüşündeyim…)

(Popper) İnançlarımızı şekillendirmemizi ve kontrol etmemizi sağlayan dil, bunları bilinçli olarak eleştirmemizi de sağlamaktadır. Bunu, amip ve Einstein arasındaki tek farkın ikincinin vardığı ani sonuçları eleştirme yeteneğine (bu onun dile sahip olmasına bağlıdır) sahip olduğunu (söyleyebiliriz).

Doğuştan gelen yordamsal bilgilerin onların ‘yanlış sonuç çıkarmalarına’ (Lorenz’in anneleri olduğu sonucu) sebep olmuştur.

120
… dile sahip olmak yeni bir hata olasılığını ortaya çıkarmaktadır. Ancak bu, hatalardan bir şey öğrenilmesini de mümkün kılmaktadır.

BÖLÜM 5
İdea-cılık, Görünüş ve Gerçeklik

121
Duyuların gerçekte nasıl işlev gördüğü ve inançların gerçekte nasıl oluşturulduğu ile ilgili sorular felsefi sorular olmaktan çok psikoloji ve/veya fizyolojiyi ilgilendiren olgusal sorulardır.

122
...ideacılığın epistemolojik, idealizmin ise ontolojik ya da metafiziksel birer öğreti olduklarını söyleyebiliriz.
(Sextus Empiricus) "Söz konusu nesnenin göründüğü gibi olup olmadığını sorguladığımız zaman, bize göründüğü gerçeğini kabul ederiz; şüphemiz görünüşünün kendisi ile ilgili değil, bu görünüşe getirilen açıklamayı içermektedir."

123
(Sextus) Duyuların şeylerin nasıl göründüğü konusunda kesin bilgi verdiğini, ancak bunun gerçekte nasıl olduklarını içermediğini kabul etmektedir.

127
[Düşerken el yordamıyla kaptığımız bir dal; bisikleti sürerken sürekli düştüğümüz gerçeğini kabul etmeden sürdürdüğümüz sürüş...]

(elips şeklindeki para, yarısı suyun içinde bulunan çubuğun bükülmesi, halüsinasyon anında görülen pembe fareler...)

Paraya yukarıdan, çubuğa suyun dışındayken ya da gerçek kahverengi farelere baktığım zaman algıdaki hazır nesne yine bir görünüş, idea ya da duyu-verisidir. Gerçeğe uygun ya da gerçeğe uymayan algılar mevcut nesnelere göre farklılık göstermezler. Bundan ziyade görünüş, idea ya da duyu verisinin gerçeği yansıtıp yansıtmadığına göre ayrılırlar...

129
Bilim bize algının, algılanan nesne ve algılayıcı arasında az ya da çok karmaşık bir nedensel etkileşim gerektirdiğini gösterir. Örneğin, masayı görebilmemiz için masanın yüzeyinden ışığın yansıması, bu ışığın göze girmesi, retinayı, görme sinirini ve sonra da masanın görsel imgesinin oluşacağı beyindeki görsel bölgeyi uyarması gerekmektedir. Diğer duyular için de benzer şeylerden bahsedilebilir. Bu algının nedensel kuramıdır.

Bunun gerçekçi bir dille ifade edildiğine dikkatinizi çekmek istiyorum. ... Algının nasıl oluştuğuyla ilgili bilimsel analiz, algıdaki nesnelerin (görülen, duyulan, kokusu ve tadı alınan, dokunulan şeyler) dış dünyadaki nesneler yerine idea ya da duyu verileri olduğu yolundaki ideacı tezi inanılır kılmak için herhangi bir şey söylememektedir. Bilim sadece bize algının doğrudan olmayan bir işlem olduğunu öğretmektedir. Algılayan kişi, şekil ve zamanda algılanan nesneden ayrı tutulmakta ve algılanan doğrudan bir 'ilişki' kurmak yerine bu nesneye sadece ayrıntılı bir nedensel işlemle bağlı bulunmaktadır.

131
zaman yanılgısı tartışması

"Varsayalım ki geceyarısı bir yıldıza, mesela Sirius'e bakıyorum. Fiziğe inanmamız durumunda, Sirius'dan yıllar evvel yola çıkan ışık dalgaları yeryüzüne ulaşmakta, retinama çarpmakta ve Sirius'u gördüğümü söylememe sebep olmaktadır. ..." C.E.M. Joad
masayı görmüyorum, gördüğüm, masanın üzerimde bıraktığı etkidir...

134
Hiç kimse bir masaya dokunmamış ya da bir portakalın tadına bakmamıştır, bunun yerine dokunmayla ilgili duyu verisine dokunmakta ve tatmayla ilgili duyu verisini tatmaktayız. Zaman yanılgısı tartışması bu şekilde tüm algı çeşitlerine genellenebilir.

Sağduyulu görüşler çoğunlukla hatalı çıkmışlardır; muhtemelen algıyla ilgili sağduyulu gerçekçi görüş de yanlıştır. (Dipnot: Kuşkucular ve bilim adamları naif ya da doğrudan gerçekçiliğin yanlış olduğunu göstermektedirler.)

135
İdeacılık, algıda ilk anda bilincine vardığımız şeyin görünüş, idea ya da duyu verisi olduğu görüşüdür.

136
(İdeacılık yirminci yüzyıla kadar devam eder.)

137
Bilim adamlarının yıldızlar, kayalar, atomlar ya da insan beyni türünden şeyleri inceleyebileceklerini düşündükleri beklenebilir. Ancak filozof bilim adamları bu konu üzerine daha derin düşünüyor gibi görünmektedirler.

138
İdeacılık...
'Şu an eğri bir çubuğun görsel idesinin bilincine varmaktayım', 'Şu anda masaya benzeyen bir duyu verisini tecrübe etmekteyim', 'Şimdi bozuk yumurtanınkini andıran koku duyumuna ait bir idenin (koku) bilincine varmaktayım' türünden ifadeler ortaya çıkmaktadır.

139
Günlük konuşma dili 'kaşınmak', 'gıdıklanmak' türünden kelimeler içermektedir ve bunlar duyumların ifade edilmesi açısından yetersiz kalmaktadırlar (bu idea ya da duyu verisi kuramının sağduyulu olmaktan çok felsefi bir kuram olduğunu bir kere daha göstermektedir).

142
Şu anki idea ya da duyu verilerimi temel alarak tüm idea ya da duyu verilerimin süregelen konusu olarak varolduğumdan emin olabilir miyim? Bu bellek sorunuyla bağlantılı bir problemdir, çünkü birçok ideacı belleğin, kişisel kimliğin anahtarı olduğunu öne sürmüşlerdir.

Daha önemli bir kuşkucu itiraz, yeni deneyci temelin yeterliliğini sorgulamaktadır. Bu güvenirliğin oldukça pahalıya mal olduğu ortadadır. Deneyci temel eskisinden çok daha dar bir hal almıştır: Naif gerçekçilik dış dünya hakkında bize hazır bilgi vermektedir; ideacılık bize sadece zihnimizin (duyumsal) içeriği hakkındaki hazır bilgiyi sunmaktadır. Dış dünya hakkında söylediğimiz her şey dolaylı (aracılı) ya da çıkarılmış bilgi (inanç) halini almıştır. Kuşkucu saldırıdan korunmak uğruna bilgiye ait dayanağı dar bir kapsama sokmak, bu dar oluşumun üzerine farklı bir yapının oluşturulmasını güçleştirmiştir.
'bir şeyin gerçek rengi nedir?'

145
dış dünya sorunu

İdealizm sadece idealar ya da duyu verilerinin (bir de bunlara sahip olan zihinlerin) varolduğu yolundaki metafiziksel ya da ontolojik görüştür. Dış dünya sorunu, ideacılığı idealizme dönüşmekten kurtarıp kurtaramayacağımız ve idealara dayanarak ideaların dışında bir şeyin varlığını kabul ettirip ettiremeyeceğimiz ile ilgili bir sorundur.

İdealizm sadece kendine mahsus bir öğretiyken, tekbencilik aşırıya kaçmaktadır.

146
Tekbencilik oldukça çılgın bir fikirdir, ancak 'yöntembilimsel tekbencilik' aynı durumda değildir.

BÖLÜM 6
Birincil ve İkincil Nitelikler

(John Locke)
Birincil nitelikler: biçim, boyut, ağırlık, hareket halinde ya da hareketsiz olmak, sayıca teklik ya da çokluk
İkincil nitelikler: renk, tat, koku, ses,dokunma, sıcaklık ya da soğukluk.

152
"Herhangi bir maddesel ya da cisimsel tözü ne zaman idrak etsem, anında onu bu ya da o şekilde, başka şeylere oranla büyük veya küçük olmak üzere, belli bir zamanda belirli bir yerde, hareketli veya hareketsiz halde, başka bir cisme dokunurken ya da dokunmazken, sayıca tek, birkaç tane ya da çok olmak üzere sınırlanmış olarak düşünme ihtiyacı hissettiğimi söylüyorum. Hayalgücümü ne kadar zorlarsam zorlayayım, böyle bir tözü bu koşullardan ayrı düşünemiyorum. Ancak zihnim beyaz ya da kırmızı, acı ya da tatlı, gürültülü veya sessiz, iyi ya da kökü kokuda olmayı zorunlu eşlik eden unsurlar olarak getirmemi gerektiriyor. Duyularımızın rehberliği olmadan, onların desteğinden uzak kalan akıl ya da hayalgücü muhtemelen bu türden niteliklere asla ulaşamayacaktır. Buna bağlı olarak tat, koku, renk, vb.'nin ... sadece bilinçte yer aldığını düşünüyorum. Böylelikle eğer canlı yaratıklar ortadan kalksalardı, tüm bu nitelikler silinecek ve yok edileceklerdi.
Bizdeki tad alma, koklama ve işitme duyularını uyarmak için dış dünyadaki cisimlerin biçimleri, sayıları ve hızı ya da yavaş hareketleri dışında başka hiçbir şeyin gerekli olmadığını düşünüyorum. Kulaklar, diller ve burunların ortadan kaldırılması durumunda biçimler, sayılar ve hareketin kalıcı olacağı, ancak koku, tad ve seslerin yok olacağına inanıyorum."
Galileo

Birincil nitelikler aklın buyurdukları, ikincil nitelikler ise duyu-deneyin (hatalı bir şekilde) öne sürdükleridir.

156
Burada söylenen şey renk, tad, koku ve seslere ait olan 'idealar'ın (yani renk duyumları, tad duyumları...) algılayıcıların ortadan kaybolması durumunda yok olduklarıdır.

157
Lock'a ait bu ikinci görüşe göre birincil ve ikincil nitelikler arasındaki farklılık birincillerin gerçek veya nesnel, ikincillerin ise gerçekdışı veya öznel olmalarından ileri gelmemektedir. Bu farklılık, birincil niteliklere ait idealar birincil niteliklere benzerken (görünüş olan ve gerçek olan biçimin her ikisi de biçimdir), ikincil niteliklere ait ideaların ikincil niteliklere (görünen renkler ya da renk duyumları bunları oluşturan yüzeylerin özelliklerine benzemezler) benzememesinden ileri gelmektedir.

160
İkincil Nitelikler Öznel midir?

... bilimadamları bir yüzeyin kırmızılığının tam olarak ne içerdiğini belirtmeye çalışırlar: Eğer kızıl bölge dışındaki görünür spektrumdaki tüm radyoaktif ışınları emiyorsa, bir yüzeyin kırmızı olduğu kabaca söylenebilir. (Dipnot: Burada 'görünür spektrum' ve onun 'kızıl bölge'sine yapılan göndermeler dalgaboylarının belirlenmesiyle değiştirilebilirler)

161
Belli bir durumda yüzeyin kırmızı görünmesi yüzeyin gerçekten kırmızı olduğunu garanti etmemektedir.

İkincil niteliklerin bazıları bilimsel analize karşı direnmeye devam etmektedirler. Nesnelerin sıcaklık ve renklerine yönelik bilimsel açıklamalara sahip olmamıza rağmen, bunlara ait tad ve kokular daha zorlayıcı bir durumu ortaya koymaktadırlar. Bildiğim kadarıyla, bilim adamları halen bir maddenin insanlara neden tatlı geldiğini açıklayamamışlardır. Eğer durum böyleyse, tatlılığı ele alarak Locke'un açıklamasından pek öteye gidemeyiz: İnsanlarda belli bir tad-duyusu oluşmasına yol açan şey maddedeki (bilinmeyen) kuvvettir.

162
Bu durumda ikincil nitelikler sadece 'görünüş’, 'idea' ya da duyumlardır. Kuşkucunun sorgulayacağı 'gerçek renk' bulunmamaktadır. Eğer kendi idealarımız hakkında hatasız bilgiye sahipsek, o zaman ikincil nitelikler hakkında da hatasız bilgiye sahip oluruz. Bu durumda hatalı çıkılacak başka hiçbir konu yoktur.

163
İkincil nitelikler öznel olduğuyla ilgili kuram ideacılıktan idealizme uzanan yoldaki ilk adımdır ... Tartışmanın ana safları belirginleşmektedir: Bir tarafta sağduyu, bilim ve kuşkuculuk, diğer tarafta ise duyuları ele alan doğmacılık ve idealizm bulunmaktadır.

(Berkeley) İkincil niteliklerin öznel olduğu yolundaki her uslamlamanın aynı zamanda birincil niteliklerin de öznel olduğunu göstereceğini iddia etmiştir.

164
Maddi nesneleri oluşturduğu söylenen atom ya da gözenekleri duyumsamamaktayız. Işık ışınlarını yansıtan parçacık konfigürasyonlarından ve buna bağlı olarak 'kırmızılık' ideasını oluşturmak için bir 'kuvvet'e sahip olunduğundan bahsetmek, hakkında hiçbir ideaya sahip olmadığımız şeyler üzerinde konuşmakla aynı anlama gelmektedir. Aslında bu Berkeley'e göre boş laftan ibarettir, çünkü yerini tutacak 'idea'ları olmayan kelimeleri kullanmakla aynı anlamdadır. Locke bu sorunun bilincine belirsizce varmıştır. Newton ve Boyle'a olan büyük hayranlığına karşın 'doğa felsefesinin bilime dönüştürülme konusunda yetersiz kaldığını' söylemiştir.

BÖLÜM 7
Berkeley: İdeacılık İdealizme Dönüşüyor

BÖLÜM 8
Hume: İdeacılık Akıldışılığa (İrrasyonalizm) Dönüşüyor

198
İzlenimler ya da ideaları temel alarak bilebileceklerimiz nelerdir (neyin doğruluğunu kanıtlayabiliriz)? Locke, dış dünyaya ait nesnelerin varlığını ve bunlara ait bazı özellikleri bilebileceğimizi düşünmüştü. Berkeley bu görüşü eleştirerek, bunun yerine kendi idealarımıza sebep olan diğer zihinlerin ve Tanrı'nın varlığını bilebileceğimizi iddia etmişti. Hume her ikisine de karşı çıkmıştır. Dış dünyaya ait nesnelerin, Tanrı'nın, diğer zihinlerin ve hatta kendi zihinlerimizin varlığını kanıtlayamayız. Tek mantıklı durum (kanıtlayabileceğimiz tek durum) tekbenciliktir; akıl, kendi izlenim ve idealarımın dışındaki her şey hakkında tam bir kuşkuculuğa bizi götürmektedir.

Hume bir tekbenci ve bir kuşkucu muydu? Başlangıçtaki okurlarının çoğu bu kanaatteydiler, ancak Hume'un düşüncesindeki esas noktayı kaçırdıklarını düşünmekteyim ki bu düşünce akıldışıcılıktır. Hume, aklın tekbenciliğe ve kuşkuculuğa yol açması sebebiyle, aklı reddetmemiz gerektiğini düşünmektedir, Gerçekte tekbenci ya da kuşkucu olamayız.

199
İnsan doğası veya alışkanlık ya da içgüdü, denetimi ele alır ve kendimizi bir kere daha felsefenin mantıksız olarak değerlendirdiği şeylere inanır durumda buluruz.

"İnsan aklındaki bu çeşitli çelişkilerin ve kusurların hareketli görünümü beni sinirlendirmekte ve tüm inanç ve akıl yürütmeleri reddetmeye beni hazırlayacak ve diğerinden daha büyük olasılıkta ya da uygunlukta hiçbir fikri yoklayamayacak şekilde kafamı kızdırmaktadır...

Aklın bu bulutları dağıtma becerisine sahip olmaması nedeniyle, neyse ki doğa kendisini bu amaca yöneltmekte ve beni bu felsefi melankoli ve hezeyandan kurtarmaktadır. Ziyafetler veriyorum, tavla oynuyorum, sohbet ediyorum ve dostlarımla mutlu oluyorum; üç veya dört saatlik eğlenceden sonra bu düşüncelere döndüğüm zaman, bunlar öylesine soğuk, zorlayıcı ve saçma görünüyorlar ki, içlerine daha fazla girecek gücü yüreğimde bulamıyorum.

Böylelikle burada yaşamaya, konuşmaya ve hayatın sıradan akışındaki diğer insanlar gibi davranmaya bütünüyle ve gereklilik içinde tayin edilmiş bulunuyorum... Duyularıma ve anlama yetime teslim olarak doğanın akışına uyabilirim; ve bu kör teslimiyetçilikle kuşkucu eğilim ve ilkelerimi gösteriyorum." Hume, Treatise, I, iv, 7

Hume'un içinde bulunduğu durum oldukça anlaşılmazdır. Bir taraftan hepimizin inandığı şeyin ne olduğunu, neden hepimizin buna inandığını ve niçin buna inanmaktan kurtulamadığımızı sormaktadır. Diğer taraftan da bu doğal ya da içgüdüsel inançların mantıksal açıdan doğrulanıp doğrulanamayacaklarını sorgulamaktadır. İkinci soruya verdiği yanıt değişmez şekilde olumsuzdur. Yunanlılar insanın doğası itibarıyla akılsal bir hayvan olduğunu düşünmüşlerdi; Hume insanın doğası itibarıyla akıldışı bir hayvan olduğunu düşünmüştür.

201
Zihnin dışındaki bedenleri değil de, sadece içindeki izlenim ve ideaları algılamaktayız. Algıladıklarımız hakkındaki öncüllerden, algılamadıklarımız hakkındaki sonuçlara da varamayız:

"O zaman bu duygu, bütünüyle mantık dışı olarak, anlama yetisi dışındaki bir güçten ileri geliyor olmalıdır." Hume

202
"... algıların varlığından ya da herhangi bir özelliğinden, nesnelere dair herhangi bir sonuç çıkarmamız veya bu konuda anlama yetimizi memnun etmemiz imkansızdır." Hume
Yani sonuç şudur: Nesnelere inanmaktan kendimizi alıkoyamamaktayız. Ancak bu, ya algılanmayan algılara (kaba anlayışa sahip olanlarla birlikte), ya da varlıkları, özellikleri ve algılarımıza neden oluşları hakkında hiçbir kanıta sahip olamayacağımız şeylere (filozoflarla birlikte) inanmamız anlamına gelmektedir. Her iki inanç da oldukça mantıksızdır.

reductio ad absurdum: saçmaya indirgeme

204
Hume hepimizin duyuların verdiği kanıtın ötesine gittiğimiz ve tecrübe etmediğimiz şeyler hakkında davranışlarımızı düzenlememize yardımcı olan inançlar oluşturduğumuzu farketmişti.

205
... gelenek hakkındaki inançları ya da beklentileri doğrulamak için geçmişteki deneyimlere başvurmak tümevarımsal akıl yürütmeyi kullanmak anlamına gelmektedir.

Ekmek beni Pazartesi günü beslemişti.
Ekmek beni Salı günü beslemişti.
Ekmek beni Çarşamba günü beslemişti.
Ekmek beni Perşembe günü beslemişti.
Ekmek beni Cuma günü beslemişti.
Ekmek beni Cumartesi günü beslemişti.
Yani, ekmek beni yarın (Pazar günü) besleyecektir.

Hume psikolojik bir olgu olarak tümevarımsal akıl yürütmeden kurtulamayacağımızı düşünmüştü. Hatta buradaki 'biz'in hayvanları da içerdiğini düşünmekteydi: Kediler ve köpekler de bağımlı tümevarımsal akıl yürütücülerdir (Treatise, I, iii, 16).

206
(Dipnot: Geçersiz olan tümevarımsal uslamlamamızla şu geçerli tümdengelimsel uslamlamayı karşılaştırın: 'Ekmek her zaman besleyicidir, böylelikle ekmek beni yarın (Pazar günü) besleyecektir'. Burada, eğer öncül doğruysa, sonuç da doğru olmak durumundadır. Tam tersine, eğer Pazar günkü ekmek beni zehirliyorsa, ekmeğin beni her zaman beslediği öncülü yanlıştır.)

Hume tümevarımsal uslamlamaların geçersiz olmaları yüzünden geçmiş deneyimlere başvurmanın, gelecek hakkındaki inançları kanıtlayamayacağı ya da doğrulayamayacağı veya bunlar için bir sebep gösteremeyeceği konusunda ısrar etmekteydi.

İnsan (ve hayvan) doğası yüzünden tümevarımsal akıl yürütmelerden kurtulamamaktayız.
Ekmekle tekrar tekrar beslendikten sonra, bundan sonraki ekmeğin de bizi besleyeceğine inanmaktan kaçınamamaktayız. 

210
Sorunumuz şudur: Hume'un akıldışıcı sonucundan kaçınılabilir mi?

(Öncüller: s.207
(1) Tümevarımsal olarak akıl yürütmekteyiz ve bunu yapmak durumundayız.
(2) Tümevarımsal akıl yürütme geçersizdir.
(3) Tümevarımsal olarak akıl yürütmek mantıksızdır.)

Öncül (1)'i reddedip, tümevarımsal şekilde akıl yürütmediğimizi ya da buna ihtiyacımız olmadığını söylemek. Bu Karl Popper ve onun takipçilerinin tümdengelimci çözümüdür.
Öncül (2)'yi reddedip, bunun yerine tümevarımsal akıl yürütmenin geçerli olduğunu söylemek. Bu, tarihsel anlamda, şu ana kadar en çok rağbet gören çözüm olmuştur. Tabii ki bu, tümevarımsal uslamlamaların şu ana kadar sunduğumuz halleriyle geçerli oldukları türünden saçma bir görüş değildir. Bunun yerine şu ana kadar tümevarımsal uslamlamaları doğru şekliyle sunmadığımız ve bunu yaptığımızda tümevarımsal uslamlamaların geçerli olacakları anlamındadır. Sunulan şekliyle geçersiz olan uslamlamaları geçerli yapmanın iki yolu bulunmaktadır: Sonucun öncüllerden çıkarılmasını sağlayacak şekilde öne sürülen öncüller güçlendirilebilir, ya da ortaya konan sonuç öncüllerden çıkarılacak şekilde zayıflatılabilir. Tümevarımsal uslamlamaları 'geçerli kılma'nın her iki yolu da denenmiştir.
Öncül (3)'ü reddedip, bunun yerine tümevarımsal akıl yürütmenin mantıksız olmadığını söylemek. Bu, Wittgenstein, Strawson ve onların takipçilerinin tümdengelim karşıtı çözümüdür.

BÖLÜM 9
Tümevarımda Hume'a Karşı Koymak

211
Tümevarım ilkesi nedir? Bunu ifade etmenin bazı basit şekilleri şunlardır: 'Gelecek, geçmişe benzer', 'Gözlemlenmemiş durumlar, gözlemlenmiş durumlara benzerler' ya da 'Doğa düzen içindedir'.

212
Gelecek, Pazartesi günü geçmişi andırmıştı.
Gelecek, Salı günü geçmişi andırmıştı.
Gelecek, Çarşamba günü geçmişi andırmıştı.
Gelecek, Perşembe günü geçmişi andırmıştı.
Gelecek, Cuma günü geçmişi andırmıştı.
Gelecek, Cumartesi günü geçmişi andırmıştı.
Yani, gelecek (her zaman) geçmişi andırmakta ya da geçmişe benzemektedir.

Geleceğin geçmişe benzemeyeceği varsayımından hiçbir çelişki çıkmamaktadır. Böylelikle deneyime dayanmayan hiçbir uslamlama (hiçbir reductio), tümevarım ilkesine olan inancımızı doğrulayamamaktadır.

213
Deneyimden bağımsız olarak doğanın düzen içinde olduğunu, geleceğin geçmişe benzediğini ya da bu türden bir ilkeyi nasıl bilebileceğimiz tümüyle sırdır.

214
Hume'un kendisi de deneyimden bağımsız olarak bazı doğruları kanıtlayabileceğimizi kabul ederken deneyciliği umursamamakta değil midir? Deneyci, tüm bilginin deneyimden geldiğini iddia etmemekte midir? Bazı deneyciler bunu iddia etmişlerdir. Ancak düşüncede, en katı deneyciler bile, 'Hiçbir bekar erkek evli değildir' türünden yargıların doğruluğunun, içerdikleri kelimelerin anlamlarına bağlı olduğunu kabul edeceklerdir. Böylelikle bu türden yargıların değillemeleri çelişkilere yol açacaktır; tüm bekar erkeklerin evli olmadıklarını varsaymak, birinin hem bekar, hem de evli olduğunu varsaymaktır.

217
'Ekmek Pazartesi'den Cumartesi'ye kadar beni besledi, yani beni Pazar günü de besleyecektir' uslamlamanın geçersiz olduğu açıkça görünmektedir. Pazar günkü ekmeğin beni zehirlemesi durumunda (ki, bu mümkündür), bu uslamlamanın geçersizliği daha açık bir hal alacaktır (doğru olan öncüllerden yanlış bir sonuç çıkmıştır).

229
Tümdengelimcilik

Genelde, yaptığımız şey hemen sonuçlara sıçrayarak gelecekteki davranışlarımızı düzenlemek için bu sonuçları kullanmaktır. (Dipnot: Buradaki 'biz' ifadesi hayvanları, günlük yaşamdaki sıradan insanları ve bilim adamlarını da içermektedir.)

234
(gözlemlenmeyenler hakkındaki hiçbir genel varsayım ya da önermeye akla uygun bir şekilde inanamayacağımız fikri) Popper ve Hume2un görüş ayrılığı yaşadıkları nokta da budur. Popper doğruluğu ya da olasılığı belirlenmemiş olan bazı gerekçelendirilmemiş önermelere inanmanın (deneyim yoluyla kabul etmenin, tercih etmenin) mantıklı olduğunu düşünmektedir. Yanlış olduklarını gösterme konusundaki ciddi çabalara dayanabilmiş olan doğrulanmamış önermelere inanmak akla uygundur. Önermenin kendisini doğrulamadan, o önermeye olan inancımızı (kabul, tercih) doğrulayabiliriz. Böylelikle, Popper'ın durumu gerekçelendirici olmayan akılsallık kuramı olarak nitelendirilmiştir.

BÖLÜM 10
Akılcı Seçenek

236
Akılcı Paradigma - Eukleides

Yüzyıllar boyunca bilginin akılcı paradigması genelde matematiksel bilgi ve özellikle de Eukleides geometrisi olmuştur. Filozoflar Eukleides'den oldukça fazla etkilenmişlerdi.

237
(Eukleides, on tane kanıtlanmamış önermede bulunur:)

(1). Eğer eşitler, eşitlere eklenirse, sonuç eşitler olacaktır.
(2). Eğer eşitler, eşitlerden çıkarılırsa, sonuç eşitler olacaktır.
(3). Aynı şeye eşit olanlar birbirlerine eşittirler.
(4). Örtüşen şekiller eşittirler.
(5). Bütün parçadan daha büyüktür.
(6). Herhangi iki nokta düz bir çizgi oluşturur.
(7). Düz bir çizgi her iki taraftan da sonsuza dek uzatılabilir.
(8). Bir nokta ve bir uzaklık verildiğinde, merkezi bir nokta ve yarıçapı bu uzaklık olan daire ortaya çıkacaktır.
(9). Tüm dik açılar eşittir.

Eukleides'in aksiyomları kendinden apaçıktır: Bunları bir kere anladığınızda, doğru olduklarını 'aklın doğal ışığı'yla görebilirsiniz.

239
(Einstein) Bu, 'saf düşünce yoluyla, deneyime ait nesneler hakkında kesin bilgi'dir. ... Akılcılar, Eukleides'in geometri için yaptığını yaparak, bunu diğer disiplinler için de gerçekleştirmeyi ümit etmekteydiler.

Aynı durum Spinoza'nın Ahlakın Geometrik Tarzda Sunumu eseri için de geçerlidir. (... geometrik tarzda yazılmıştır.)

240
Akıl, bazı kavramları deneyimden bağımsız olarak idrak etmemizi sağlamaktadır. Bu görüş için baş ilham kaynağı yine Eukleides olmuştur. ... Geometrik bir nokta yer kaplamamaktadır ve geometrik bir çizgini derinliği yoktur.

241
Kavramlar ve gerçekler de birbirinden ayrılmalıdır. Deneyimin, tüm kavram ve doğrulukların kaynağı olduğu düşünülebilir (köktenci deneycilerin yaptığı gibi). Ayrıca deneyimin, tüm kavramların kaynağı olurken, bazı doğrulukların kaynağı olmadığı da düşünülebilir (Lock'un yaptığı gibi). Deneyimin, tüm doğrulukların kaynağı olduğunu, fakat tüm kavramların kaynağı olmadığını düşünmek de mümkündür (Einstein'ın yaptığı gibi). Deneyimin, ne tüm kavramların, ne de tüm doğrulukların kaynağı olmadığı da düşünülebilir (Platon ve Descartes'ın yaptıkları gibi). Akılcılar ve deneyciler arasındaki asıl tartışma, doğruluklar ve bilgiyle ilgilidir, tartışma konusu bunların ifade edilmesini sağlayan kavramlarla ilgili değildir.

242
Niye Matematiksel Bilgi Deneyciler İçin Bir Sorun Oluşturmaktadır?

Matematiksel bilgi, akılcılar için baş ilham kaynağı iken, deneyciler için tam bir baş belası durumundaydı.

243
Bir yargı, yüklemini  öznesinde 'içermekte' ise analitiktir. ... Bir doğruluk, doğruluğun yalnızca çelişki yasasından çıkması halinde analitik olacaktır.

246
... her çift sayısının iki asal sayının toplamı olduğu... İkiz asal sayı varsayımı, ikincinin birinciden iki fazla olduğu sonsuz sayıda 'ikiz asal sayı' çiflerinin bulunduğu... Aritmetikçiler, yüzyıllardır süregelen çabalara rağmen, bu varsayımların ikisini de kanıtlamayı ya da çürütmeyi başaramamışlardır. ... Bunların analitik olarak doğru ya da analitik olarak yanlış olduklarının düşünülmesi inanılması güç bir olaydır, ancak hangisinin bu duruma uyduğunu henüz bulabilmiş değiliz.

BÖLÜM 11
Akılcılığın Savunulması: Descartes

258
(Descartes sadece felsefi değil, matematiğe ve bilime yaptığı katkıları da savuma çabasındaydı). Descartes analitik geometriyle yüzyıllar boyunca çözülememiş olan geometrik problemleri çözebilmekteydi. Ayrıca, diğer bilim dallarına da önemli katkılarda bulunmuştur. Eylemsizlik yasasının ilk açık şeklini ortaya koymuştur. Oluşturulan ilk korunum yasası olan ve Newton'un momentumun korunumu yasasına benzeyen hareketin korunumu yasasını öne sürmüştür. Işık kırılması yasasını bulmuş ve bunu gökkuşağı olayını açıklamak için kullanmıştır.

262
... en güvenilir bilgileri bile şüphe halinde bırakma...

Descartes sistematik kuşku yöntemini benimseyerek bunu tuhaf bir şekilde yapmaktadır. Uç noktada bir kuşkucu haline gelmekte ve yanlışlığından en ufak şüphe duyduğu her şeyi reddetmeye karar vermektedir.

263
Etrafımızdakilerden şüphe duymak için verdiği bazı nedenler oldukça inanılmazdır:
"Yani, duyularımızın bizi bazen aldatmaları yüzünden, hiçbir şeyin düşündüğümüz gibi olmadığını farzetmeye karar verdim. Akıl yürütmede hatalar yapan, geometrideki en basit sorularda mantıksal hatalar düşen insanlar olduğuna ve ben de hata yapmaya herkes kadar yatkın olduğuma göre, daha evvel tanıtlayıcı ispatlar olarak kabul ettiğim tüm uslamlamaları geçersiz sayarak reddettim. Son olarak, o an doğru olmamalarına rağmen, uyanıkken sahip olduğumuz düşüncelerin uyurken de bizlerle olacaklarını göz önünde bulundurarak, şu ana dek zihnime giren her şeyin rüyalarımdaki yanılsamalardan daha doğru olmadıklarını farzetmeye karar verdim." (Descartes)

Bu gerçekten de uç noktada bir kuşkuculuktur! Descartes, herhangi bir fikir çatışması durumunda, söz konusu her iki taraftan da şüphe etmemiz gerektiğini eklemektedir.
(Dipnot: Yani, halen dünyanın düz olduğuna inananların bulunması sebebiyle dünyanın yuvarlak olduğundan da şüphe etmeliyiz!)

268
... kötü niyetli cin varsayımı... Descartes gibi inançlı Katoliklerin inandığı iyi Tanrı'nın değil de, 'tüm gayretini Descartes'ı aldatmak için sarfeden ve güçlü olduğu kadar akıllı ve aldatıcı olan kötü bir cinin' onu yarattığını düşünmektedir.

269
"İster uyanık, ister uyuyor olayım, ikiyle üç toplandığında sonuç beş olacaktır ve bir karenin dörtten fazla kenarı yoktur. Bu türden apaçık gerçeklerin yanlış oldukları hakkında herhangi bir şüphe uyandırmaları imkansızdır.

Yine de zihinde köklü bir şekilde bulunan kalıcı fikir beni şu anki halimle yaratan ve gücü her şeye yeten bir Tanrı'nın olduğu yolundadır. Yeryüzünün, gökyüzünün, biçimin, boyutun, yerin olmadığı bir şekilde dünyanın yaratmış olduğunu, aynı zamanda da tüm bunların şu an yaptıkları gibi göründüklerini garanti ederek nasıl bilebilirim?" (Descartes)

"Aldatıcı bir tanrının varolduğuna inanmak için sebebim olmadığından dolayı... sadece tahmin üzerine kurulu herhangi bir kuşkunun sebebi önemsiz, ve tabiri caizse, metafizikseldir. Ancak bu önemsiz kuşkunun sebebini bile ortadan kaldırmak için... Tanrı'nın olup olmadığını, eğer varsa, aldatıcı olup olamayacağını sorgulamalıyım. Eğer bunu bilmiyorsam, öyle görünmektedir ki başka hiçbir şey hakkında kesin olarak emin olamam." (Descartes, Metafizik Düşünceler, Üçüncü Meditasyon, 1984:25)

273
"Kuşku duymaktayım, kuşku bir kusurdur, yani ben kusurluyum." (Descartes)

274
Tanrı'nın ilk görevi, Descartes'ın 'aklın doğal ışığı'nın onu asla yanlış yola saptırmayacağı, yani genel doğruluk ölçütünün güvenilir olduğu konusunda tam bir güven sağlamaktır: ...

275
Diğer insanların varolduklarından da emin olabiliriz, çünkü dış dünyanın bazı nesneleri akıl yoluyla bizimle bağlantı kurma becerisine sahiptir ve yalnızca başka 'düşünen varlıklar'ın bunu yapabileceği ortadadır.

(Dipnot: Descartes bunu, diğer bedenlerin sadece karmaşık mekanizmalar olmadıklarını ve kendimizinki gibi zihin ve ruhlarla hayat bulduklarını gösteren dilin akılcı yöntemi olduğunu söylemiştir. Hayvanlar ise sadece karmaşık mekanizmalardır, çünkü bizimle akla uygun şekilde bağlantı kurmazlar.)

276
Descartes'ın ispatlarının geçerli ve tüm öncüllerin doğru olması halinde bile, bunlar Descartes'ın kendi ilkelerinde adlandırdığı ispatlar değildir. Her bir ispat Cogito dışında öncüller içermektedir. Descartes bu diğer öncülleri de kabullenmektedir, çünkü açık ve seçik şekilde bunların doğru olduklarını algılamaktadır. Ancak iyi niyetli bir Tanrı'nın varlığı ispatlanmadan önce Descartes genel doğruluk ölçütünü kullanma hakkına sahip değildir. Bundan önce sadece Cogito bilinebilir ve kötü varlık varsayımı kalan her şeyi şüphe altında bırakmaktadır. Yani Descartes tuhaf bir şekilde döngüsel olarak akıl yürütmektedir: Tanrı'nın varlığını ispatlamak için (Sayfa 272-273'te üç ispat bulunuyor) genel doğruluk ölçütünü ve daha sonra da genel doğruluk ölçütünün güvenilirliğini garanti etmek için Tanrı'nın varlığını kullanmaktadır. Buna "Descartes felsefesindeki döngü" adı verilmiştir.

279
Descartes'ı eleştirenler her ne derlerse desinler, o öncüllerinin şüphe edilmez ya da apaçık oldukları konusunda ısrarcı olmalıdır. Ancak bu durumda onu eleştirenler bunu neden görememektedirler? Descartes önyargıları sebebiyle bunu kasten reddettiklerini söylemek zorundadır- ya da 'doğal ışıkları' eksik veya kusurludurlar. Bu, tam anlamıyla samimi olan eleştirilere bu şekilde davranması gereken iflas etmiş bir epistemolojidir.

280
Descartes'ın akılcı epistemolojisi başarısızlığa uğramaktadır. Apaçıklık ya da şüphe götürmezlik veya açık ve seçik algı gerçek için hatasız birer rehber değildir. Descartes'ın bunların hatasız olduğunu gösterme yolundaki çabaları, özellikle Descartes felsefesindeki döngü nedeniyle başarısızlığa uğramaktadır. Akılcılık hakkındaki kuşkucu kuşkular devam etmektedir: Bir şey sizin için apaçık olabilir, onu açık ve seçik bir şekilde kavrayabilirsiniz, ondan şüphe etmeyebilirsiniz, ancak onu bildiğinizi kabul ettiremezsiniz.

BÖLÜM 12
Kant ve Sentetik A Priori

281
Kant'ın Sorusu

Matematiğin deneycilik için neden sorun çıkardığını daha önce görmüştük. Bu sorunu açıklıkla ortaya koyan Kant olmuştur. A prioriyi a posterioriden, analitiği sentetikten ayıran odur. Deneycilerin matematiği ya analitik a priori ya da sentetik a posteriori olarak değerlendirmek zorunda olduklarını, ancak görüşün de akla yakın olmadığını söyleyen de kendisi olmuştur.

282
Mekaniğin temel yasaları ve evrensel kütle çekimi yasası Kant'tan bir yüzyıl önce Isaac Newton tarafından ortaya konmuştur. Newton'un kuramı mekaniğin üç temel yasasını ve kütleçekim yasasını içermekteydi:

(l) Eylemsizlik yasası: Hareketsiz ya da sabit bir hızla yol alan bir cisim kendisine karşı herhangi bir etmen bulunmadığı sürece, hareketsizliğini sürdürür ya da sabit hızla yol almaya devam eder.
(2) Hareket yasası: Hareketteki herhangi bir değişim, üzerindeki kuvvetle orantılı ve aynı doğrultudadır.
(3) Etki ve tepki yasası : Her etki için eşit ve zıt yönde bir tepki bulunmaktadır.
(4) Kütleçekim yasası : Evrendeki her cisim diğer bir cismi, kütlelerinin çarpımı ile doğru orantılı ve aralarındaki uzaklığın karesi ile ters orantılı biçimde değişen bir kuvvetle çekmektedir.

Sonuncunun olasılıklı istisnası dışında tüm bu yargılar sezgisel olarak açık, hatta apaçık görünebilirler.

Newton'un yasaları birleştirildiğinde o ana kadar ortaya konan en başarılı bilimsel kuramı oluşturuyorlardı. Her türlü fiziksel duruma uygulandıklarında, birçok şaşırtıcı öndeyiyi sağlıyorlardı. Kant'ın yazdığı dönemde tüm bu öndeyiler doğru çıkmıştı. Newton kuramı Kepler yasalarını açıklamaktaydı; gezegenlerin birbirleri üzerindeki gözlemlenen çekimsel etkilerinin sebep olduğu önemsiz sapmaları tahmin etmişti. Galileo'nun düşen kütleler yasasını da açıklamaktaydı; gözlemlenen şekliyle kütlelerin büyük bir yükseklikten düştüğü durumlarda oluşan önemsiz sapmaları tahmin etmekteydi. Güneş ve ayın, okyanuslar üzerindeki kütlesel çekimleri sonucunda oluşan okyanus gelgitlerini açıklamaktaydı. Dünyanın ekseni etrafında dönmesi ve tam olarak küre şeklinde olmaması sebebiyle ekvatorda saat sarkaçlarının kuzey kutbunda olduğundan daha yavaş işlediğini tahmin etmişti ki, bu gerçekten de doğrudur. Halley kuyruklu yıldızının (Halley Newton'un bir öğrencisiydi) dönüş zamanını, tahmin etmişti ve Halley kuyruklu yıldızı belirlenen zamanda geçmişti. Bu ve daha birçok şekilde Newton'un kuramı doğru sonuçlar vermiştir. Bunun kesin olarak doğruluğunu bildiğimiz bir şey olduğunu düşünen Kant'ı muhtemelen bağışlayabiliriz.

288
Kant'a göre dünyayla ilgili deneyimlerimiz iki şeye dayanmaktaydı: Bunlar, dışsal nesnelerden gelen uyaranlar ve bu uyaranlara bizim yüklediğimiz bir yapıya dayanırlar. Gelen uyaranı belli kategorilere (hikayelerdeki pembe gözlüklere ve balık ağına karşılık) göre yapılandırırız. Gelen uyarılara zamansal bir yapı yükleriz, böylelikle tüm deneyimlerimiz zamana göre bir düzene girerek birbirlerinden önce ya da sonra meydana gelirler. Ayrıca uzaysal bir yapı da yükleriz, böylelikle tecrübe ettiğimiz her şey belli bir mekana sahip olacaktır. Ayrıca nedensel bir yapıyı da buna dahil ederiz, böylelikle tecrübe ettiğimiz şeyler birbirleriyle nedensel ilişkiler içine gireceklerdir. Bu şekilde yapılandırılmayan hiçbir şey dünyayla ilgili bir deneyim olarak nitelendirilemez. (Dipnot: Aynen pembe gözlükleri takan kişinin pembe olmayan bir algıyı bir halüsinasyon olarak nitelendirmesi, ya da öğrencinin iki inçten küçük bir balığı yakalanabilir bir balık olarak değerlendirmemesi gibi.) Kant'a göre deneyimimizin bu şekilde yapılandırılması belli yasalara göre olmaktadır: Zamansal yapılandırma aritmetiğin yasaları tarafından, uzaysal yapılandırma geometrinin yasaları tarafından ve nedensel yapılandırma mekaniğin yasaları tarafından yönetilmektedir. (Dipnot: Bunlar hikayelerde dünyanın pembe olduğu ya da hiçbir deniz canlısının iki inçten daha küçük olmadığı türünden yasalara karşılık gelmektedir.) Dünyayla ilgili tüm deneyimler bu yasalar uymaktadır ve dünyayla ilgili hiçbir deneyim bunları çürütemez. Bunlar analitik doğruluklar (ya da zorunlu doğruluklar) değildir. Ayrıca, deneyimi yapılandırma biçimimizi inceleyerek bunların apriori olarak doğru olduklarını anlayabiliriz. Dolayısıyla bunlar, sentetik a priori bilgiye karşılık gelmektedir.

291
... Kant'a göre cisimlerin görünen ya da algılanan tüm özellikleri özneldir ve sadece algılayıcıların zihninde varolmaktadır: Bu, renk ve koku kadar biçim ve boyut için de geçerlidir. Bu, Berkeley'nin idealizmi değildir, çünkü halen kendinde şeylerin, ya da cisimlerin varoldukları belirtilmektedir. Ancak bunları 'duyular yoluyla' bilemeyiz; duyu-deney bize sadece bunların yarattığı 'görünüşler' hakkında bilgi vermektedir.

Kant kuramının, idealizmin bir türü olduğunu kabullenmiş ve bunu 'transendental idealizm' olarak adlandırmıştır. Bu yeni bir idealizm biçimidir ve anlaşılması zordur. Kant tekbenci değildir: Nesnelerin kendileri gibi diğer insanların da varolduklarını düşünmektedir. Görünüşler dünyası ya da doğa tüm insanlar için ortaktır, çünkü bunların sınıflandırılması sırasında kullanılan gereçler tüm insanlar için aynıdır. Böylelikle görünüşler dünyası öznelerarasıdır ve bu anlamda nesneldir.

Kant'çı kendinde-şeyler son derece tuhaf şeylerdir. Bunların hakkında söyleyebileceğimiz tek şey varolduklarıdır. Sahip  oldukları görüntüsünde oldukları nitelik ya da özelliklerin hiçbirine sahip değildirler: Hiçbir biçim, boyut, ağırlık, hareket, renk, tad ya da kokuları bulunmamaktadır. ... bunların hepsi 'görünüşlerinin' nitelikleridir. 'Kendinde-şeyler uzay ya da zamanda varolmamaktadırlar', çünkü uzay ve zaman 'görünün biçimleri'dir ve sadece tarafımızdan tecrübe edilen şeyler ('görünüşler') uzay ve zamanda varolurlar.

292
Kant kendinde-şey fikrini korumuştur. Ancak bunların doğası hakkında olumlu herhangi bir şey söyleme çabalarına oldukça eleştirel yaklaşmıştır. 'Görünüşün perdesi'ni asla kaldıramaz ve bunlara ulaşamayız. Bunu deneyen filozoflar metafizikçilerdir ve Kant bu tür metafiziğe son vermeyi istemiştir.

293
Kant'ın felsefesi sadece felsefede değil, bilimlerde de son derece etkili olmuştur. Muhtemelen önemli ve en çok kabul gören düşüncesi gelen 'veri' ya da 'uyaran'ın algılayıcı tarafından sağlanan kategori ya da kavramlara uygun şekilde algıda yapılandırılması fikri olmuştur.
Kuşkucu Kant'a nasıl yanıt verebilir?

294
Kant bir ideacıdır ve ideacılıkla ilgili bilinen kuşkucu sorular Kant'a da yöneltilebilir. Kant kendi idealarına dayanarak kendinde-şeylerin ve diğer zihinlerin varolduklarını nasıl ispatlayabilir? Diğer sorular Kantçı sisteme özgüdür. Kant tüm insanların 'görünüşleri yapılandırırken' aynı yöntemi kullandıklarını ve böylelikle ortak bir 'görünüşler dünyası'yla karşı karşıya kaldıklarını nereden bilmektedir? Kant'ın önermesini kabul etmemiz halinde bile, insanlar dışındakilere ne olacaktır? İnsan olmayan algılayıcılar olasılıklı tüm deneyim için gerekli bir koşul olan tüm Kantçı kategorilere sahipler midir? Bunlara sahip olduklarını farzetmek biyolojik açıdan mantıksızdır. İnsanların deneyime sahip olabilen tek canlılar olduklarını farzetmek biyolojik açıdan daha da manasız olarak değerlendirilebilir. Sonuçta şempanzelerin ya da bal arılarının veya solucanların Kantçı kategorileri kullanmadan da deneyime sahip olabildikleri görülüyor. Ancak eğer bu kategoriler olmadan bunu yapabiliyorlarsa, biz neden onlarsız yapamamaktayız? (Dipnot: Diğer pek çok felsefe gibi Kantçı felsefe de bütünüyle Darwin öncesine aittir. Bu, Kantçı 'görünüşler dünyası'nın parçalarıdır. Kendinde-şeyler olarak bulunan bunların algılayıcı olup olmadıklarının sorulması saçma bir metafiziksel sorunun yöneltilmesi anlamına gelmektedir.

BÖLÜM 13
Alternatif Geometriler

295
Yüzyıllar boyunca akılcılığın temel esin kaynağı Eukleides geometrisi olmuştur.

(Eukleides'in 10 aksiyomundan 10.su:)
Eğer iki düz çizgiden, bir kenardaki iç açıların iki dik açı toplamından az olacağı şekilde üçüncü bir düz çizgi geçirilirse, o kenar üzerinde olmaları halinde bu iki çizgi birleşecektir.

296
… 'Sadece görünüşte akla yakın olan, ama akla uygun olamayan bu varsayım…'

301
... geçerlilikle ispatlanabilirlik arasındaki farklılıkla ilgili sorunlar...
hiperbolik geometri

302
Eukleidesci olmayan geometrinin nasıl doğru olabileceklerini düşünmek bizim için oldukça zordur, çünkü Eukleides'in üç boyutta sonsuza dek giden uzay kavramına alışkınız. Esasında bu uzay kavramı (fiziki ya da gerçek uzay) nispeten yeni bir buluştur (sadece 500 yıllıktır). Yazılı tarihin çoğunda (önceki 2000 yıl) Batı düşüncesine, boşluk ya da evrenin sonlu ve küre şeklinde olduğuyla ilgili Aristoteles'e dayanan farklı bir görüş hakim olmuştur. Aristoteles'e göre küresel evrenin dışında hiçbir şey, hatta boşluk bile bulunmamaktadır. 2000 yıl boyunca insanlar bu görüşü bütünüyle özümsemiş ve çoğu da bunu doğru olarak kabul etmişlerdir.

307
Her ölçüm, e hata payını beraberinde getirmektedir.

Hiperbolik geometri 180 dereceden az olan açı toplamları vermektedir, üçgen büyüdükçe bu toplam küçülmektedir.

308
Kant (mantıksal olarak) bilimi Eukleidesci ilkelere göre yapılandırmamız gerektiği konusunda haksızdı, haklı olduğu konu her zaman bunu yapmak isteyeceğimizdi.

309
Newton'un mekanik ve kütleçekim yasaları... Bu kuram Eukleides geometrisini kabul etmekte ve içermektedir. (Dipnot: Bunun sebebi Newton'un kabul ettiği her şeyin Eukleides tarafından da kabul edilmiş olmasıdır.) Günümüzde birçok fizikçi uzayın Eukleidesci ya da Reimanncı olup olmadığını sormuş ve eldeki kanıtın Reimann'ı desteklediğini belirtmişlerdir. Bunun Eukleides olduğunu farzetmemiz halinde, birçok gündelik ve bilimsel amaç uğrunda yanılmayacağımızı ve hele farkedilebilir şekilde kesinlikle yanılmayacağımızı ekleyebilirler.

310
Hillary Putnam, Eukleidesci olmayan geometrilerin icadının 'epistemolojist için bilim tarihindeki en önemli olay' olduğunu söylemiştir. Bununla ne kastettiğini anlamaya başlıyoruz.

Daha önceki deneyciler geometriyi Kant'ın analitik a priori ya da sentetik a posteriori bölmelerinden birine koyma konusunda kararsız kalmışlardır. Mantıksal deneyciler öncelikle saf geometri ve uygulamalı geometri arasındaki önemli ayrımı yapmamız gerektiğini söylemektedirler.

... yanlış öncüllerden doğru sonuçlara varılabilir.

313
Saf geometri neticede analitik a prioridir.

316
(Uygulamalı aritmetik sentetik a posterioridir.) 

318
Varsayalım ki matematiksel nesneler varolmaktadır. Bunlar uzay ve zamanda varolmamaktadırlar: Üç sayısının şu anda nerede olduğunun, ne zaman varolduğunun, ya da yok olup olmayacağının sorulmasının bir anlamı yoktur. Matematiksel nesneler soyut nesnelerdir, yani öncesiz ve sonrasız (eternal) Platoncu nesnelerdir. Bu şekilde bizim varolduğumuz gibi uzay ve zamanda varolan nesnelerle hiçbir nedensel ilişkiye girmezler. Bunları duyular yoluyla tecrübe edemeyiz, çünkü duyu deneyi tecrübe edilen nesneyle bunu tecrübe eden arasında nedensel işlemleri gerekli kılmaktadır.

323
Eukleidesci olmayan geometrilerin icadı akılcılığı paradigmasından uzaklaştırmıştır. Deneycilere matematikle baş edebilecekleri yeni bir yol olduğunu göstermiştir: Bu, saf matematiğin uygulamalı matematikten ayrılarak, ikincinin Kant'ın kutusunun sentetik a posteriori bölmesine, birincinin de Kant'ın kutusunun analitik a priori bölmesine konmasıdır. ... Saf matematiğin doğası gerçekte sorunlu kalmakla birlikte 'saf düşünme yoluyla deneyimle ilgili nesnelere ait kesin bilgi' yolundaki akılcı düş ortadan kaldırılmıştır.

BÖLÜM 14
Doğruluk ve Doğruluk Kuramları

326
(1) 'Kar beyazdır' önermesi sadece ve sadece karın beyaz olması halinde doğrudur.

Bu doğrulukla ilgili sağduyulu görüştür.

Bir önerme yalnızca ve yalnızca öne sürdüğü durumun gerçek durum olması halinde doğrudur.

Bir önerme yalnızca ve yalnızca olgulara karşılık geliyorsa doğrudur.
                  
327
Öznel Doğruluk Kuramları

... böyle bir kuram doğruluğu inançların öznel özellikleriyle bir tutmaktadır. Bazı örnekler:

Kendinden apaçıklık kuramı: Bir inanç yalnızca ve yalnızca benim için apaçık olduğu sürece doğrudur.

Kuşku duyulmazlık kuramı: Bir inanç yalnızca ve yalnızca ondan şüphe [etmemem] halinde doğrudur.

Açık ve seçik algı kuramı: Bir inanç yalnızca ve yalnızca onu açık ve seçik algılamam (kavramam) halinde doğrudur.

Tutarlılık kuramı: Bir inanç yalnızca ve yalnızca geri kalan inançlarımla uyuşması halinde doğrudur.

Pragmacı kuram: Bir inanç yalnızca ve yalnızca onun varlığını faydalı bulmam halinde doğrudur.

Gerçekleme kuramı: Bir inanç yalnızca ve yalnızca deneyimim yoluyla onaylanması halinde doğrudur.

Uzlaşma kuramı: Bir inanç yalnızca ve yalnızca entelektüel topluluğumuzdakilerin onu onaylaması halinde doğrudur.

333
reductio ad absurdum uslamlaması
reductio uslamlaması  

335
Doğruluğun öznel tanımlarında, toplumsal, ideal ve uzun vadedeki nitelikler [Örneğin, 'Tutarlılık kuramı: Bir inanç yalnızca ve yalnızca mantıklı bir araştırmacının (ya da ideal bir araştırmacının) uzun bir süreç içinde sahip olduğu inançlarına uyum göstermesi halinde doğrudur], doğruluğu, insanoğlunun sağduyuya ya da doğruluğun nesnel kuramına yaptığı gibi ulaşılmaz yaparlar. 

Aslında öznelcilerin arasında sonuca ulaştırılmamış olan bir gerilim bulunmaktadır. ... Gündelik doğruluk açıklamasına yakın kalma isteği ortaya çıktığında, toplumsal, ideal ve uzun vadedeki içeriğe dönmektedirler. 

337
Tarski'nin T-Kalıbı

(I) 'Kar beyazdır' ifadesi yalnızca ve yalnızca karın beyaz olması halinde doğrudur.
(T) S yargısı yalnızca ve yalnızca P'nin olması halinde doğrudur.                            

340
Bir kelimenin ne anlama geldiğiyle ilgili açıklamanın epistemolojik sorunları çözmesi beklenmemelidir: Semantik ya da Anlam kuramı felsefenin tümünü içermez.  

341
Dilsel bir şey, dilsel olmayan bir şeyi tam olarak nasıl karşılayabilir? ... Belki de dil ve gerçeklik, tıpkı bir resmin, resimlediği şeye karşılık gelmesi gibi, birbirlerine karşılık gelmektedir. Ludwig Wittgenstein ... bazı cümlelerin küçük resimlerden oluştuğu hiyeroglif diller bulunmaktadır. Bir noktada Wittgenstein tüm dillerin hiyeroglif diller olduklarını, sadece bazılarının diğerlerinden daha stilize olduğunu söylemiştir (1922: 4.016).

Ancak Wittgenstein bunun yürümeyeceğini görmüştür. Daha kuvvetli bir sonuca varmıştır: Dil ve dünyanın birbirine nasıl uyduğunu açıklayan bir kuram olamayacağı, bunun dile getirilemez bir şey olduğu, yalnızca gösterilebileceği ama dile getirilemez olduğu sonucuna varmıştır.

344
Dil, büyük ölçüde uzlaşımsal içerikler taşıyan bir insan icadıdır. Tüm dillerdeki bütün doğrulukların bir özü paylaşabilecekleri fikri oldukça naiftir.     

348
(1) 'Kar beyazdır' önermesi yalnızca ve yalnızca karın beyaz olması halinde doğrudur.
(2) 'Elektronlar negatif enerji yüklüdür' önermesi yalnızca ve yalnızca elektronların negatif enerji yüklü olmaları halinde doğrudur.
(3) 'İnsanları yemek yanlıştır' önermesi yalnızca ve yalnızca insanları yemenin yanlış olması halinde doğrudur.
(4) 'Mona Lisa' portresi güzeldir' önermesi yalnızca ve yalnızca Mona Lisa portresinin güzel olması halinde doğrudur.
(5) 'Bir milyondan daha büyük olan asal sayılar vardır' önermesi yalnızca ve yalnızca bir milyondan daha büyük asal sayılar olması halinde doğrudur.
(6) 'Karındeşen Jack beni ürpertiyor' önermesi yalnızca ve yalnızca Karındeşen Jack'ın beni ürpertmesi halinde doğrudur.
(1) sağduyulu gerçekçilik, (2) bilimsel gerçekçilik, (3) yanlışlıkla ve doğrulukla ilgili ahlaki gerçekçilik, (4) güzellikle ilgili estetik gerçekçilik, (5)  doğal sayılarla ilgili Platoncu gerçekçilik, (6) Karındeşen Jack'ın bana (şüphesiz ki başkalarına da) verdiği bir hisle (ürperti) ilgili gerçekçiliği...   

Yalancı Paradoksu

'Bu dikdörtgenin içindeki tek cümle yanlıştır.'

Yalancı paradoksu bir cümle hakkındaki bir cümledir (yani cümlenin kendisi hakkında). ... Tarski, cümlelerin ifade edildiği dili 'nesne dili' ve nesne dilinden bahsedilen dili 'üst-dil' olarak adlandırmaktadır. Yalancı paradoksunda, nesne dili ve üst-dil aynıdır. ... Yalancı paradoksunu çözmenin (ya da bundan kurtulmanın) tek yolu, semantik açıdan kapalı bir dili engelleyecek kuralların dile dahil edilmesidir. Bu türden bir kuralın en basit formülasyonu 'Hiçbir dil (doğrudan ya da dolaylı olarak) kendi üst-dili olamaz' şeklindedir.         

BÖLÜM 15
Yanılabilirci Gerçekçilik

361
Görme eylemi zaman aldığına göre, sürekli artık varolmayanı görürüz. Görme eylemi zaman aldığı için sürekli görülen geçmiştir, nesneleri eskiden oldukları (ya da göründükleri) gibi görürüz.

362
(Bir taşı gözlemlemek) Fiziğe (ve fizyolojiye) inanıldığı sürece, taşın algılayıcı üzerindeki etkileri nelerdir? Bu etkiler, bizi görüntüyle sınırlandıran retinal hücrelerden gelen uyarılar, görme sinirlerindeki uyarılar ve görsel korteksteki sinirsel tepkilerdir. Fizik bize taşa baktığımızda gerçekten nelerin gözlemlendiğini öğretmektedir. Bunun aksine, fizik böyle şeylerin gözlemlenemeyeceği konusunda (ya da en azından, "çıplak gözle" gözlemlenemeyeceği konusunda: Retinal hücrelerdeki uyarıları gözlemlemek istiyorsak, gözel araç ve gerece ihtiyaç vardır) bizi ikna eder. Bir taşı görebilmek için, belirtilmiş etkilerin gerçekleşmesi gerekmediğini söyleyebiliriz(fizik bunu söylemektedir). Esas görünenin söz konusu etkiler olduğu da söylenebilir (bunu da ancak kötü bir felsefe söyleyebilir).

365
Algı konusunda gerçekçi kalabilmek için ödediğimiz bedel, bilgi için deneyci ve yanılmaz bir temelden vazgeçmiş olmamızdır. Algıladığımızı (ya da öyle göründüğümüzü) rapor eden gözlemsel yargılar, kesin olarak bilinen gerçeklerden çok, dünya hakkında temel varsayımlar [olmuşlardır].

368
P'ye olan inancın doğrulanmasıyla, P'nin doğrulanması arasındaki ince ayrım...

369
[Bir yanlışın kesin olarak doğrulanamayacağını ya da ispatlanamayacağını düşünüyoruz] Bundan çıkan şey bir yanlışa olan inancın da kesin olarak doğrulanamayacağıdır.
[Kesin olmayacak şekilde bile bir yanlışlığın doğrulanamayacağını düşünüyoruz (bunu düşünmek pek makul olmasa da). (Tekrar pek makul olmayacak şekilde) bir yanlışa olan inancın (kesin olmayacak şekilde) bile gerekçelendirilemeyeceği sonucu çıkmaktadır.

370
Duyular kesin bilgi yerine akla uygun inançların kaynağıdır. Bir masa gördüğünüzü düşünüyorsunuz. ... bu konuda herhangi bir şüphe içerisine düşerseniz, ... uzanıp masaya dokunabilir, yanınızdaki kişiye masayı görüp görmediğini sorabilir ve benzeri şeyleri yapabilirsiniz.

Ancak çoğu kez algısal yargılarımızdan şüphe duymayız ve herhangi bir yoldan bunları kontrol etmeyiz. ... (371) Evrim kuramına inanılması halinde, insanın duyu sisteminin üzerinde yaşadığımız dünya hakkında bize bilgi vermek için evrim geçirmiş olduğu ortadadır. Çoğunlukla yanlış bilgi veren bir duyu sistemi, sahibine yararlı olmayacak ve doğal ayıklamayla ortadan kalkacaktır. Böylelikle evrim kuramına inanılması halinde, duyuların çoğunlukla bize yanlış bilgi vermediklerine de inanmamız gerekmektedir...

372
Duyularımız hatalı olmadan seçici olabilirler.

373
Naif gerçekçilik açıkçası Darwin öncesine aittir. Daha az görülür bir şekilde, duyuların her zaman aldatıcı oldukları görüşü de Darwin öncesi döneme aittir.

382
yanılabilirciliğin eski kuşkucu eleştiriye hem deneycilik, hem de akılcılıktan daha iyi dayanması... Bunun böyle olması gerçekten de oldukça açıktır: Kuşkuculuk, dogmacılığın üzerinde bir asalaktır ve dogmacılık olmadan varolmayacaktır. 

... bu türden tüm (kuşkucu) uslamlamalar inançlarımız yerine inançlarımızı ispatlama ya da doğrulama çabalarına karşı yöneltilmişlerdir. Odaya göz atar ve 'Burada masa var' deriz. Kuşkucu eleştiri yoluyla bu yargının doğru olduğunu göstermeye çalışmamaktadır. Bunun yerine bu yargının doğru olduğundan emin olamayacağımızı gösterme gayretindedir.

383
Yanılabilirci, inançlarını ispatlama ya da doğrulamaya bile çalışmamaktadır. ... Başka bir deyişle, deneycilik ve akılcılık karşısındaki geleneksel kuşkucu uslamlamaların yanılabilircilik karşısında güçsüz oldukları ortadadır.  
 



.
.
.
.