.
.
.
Sanatın Sosyolojik Gözü
Ali Akay
Bağlam
Yay. 1999 İstanbul
Önsöz
7
… fiili
olarak kendi mevcudiyetimi … ortaya koyarak ne sosyoloji, ne sanat ne de sanat
sosyolojisi olarak adlandırılan bir işle uğraşıyorum. Sanat eleştirmenliği,
teorik yazılar, sanat programları, sosyoloji-sanat ve doğa bilimleri arasındaki
geçişler ve bunlarla birlikte küratörlükler ve de sanat pratiğine içeriden
bakmaya çalışan sanat hareketlerinin içindeki danışmanlıklar ve jürilerdeki
mevcudiyetler ve tartışmalar. Bunlar sosyoloğun sanat alanını bir nesne olarak
ele almasından farklı bir konumu gerektiriyor.
ars-ligare
olarak Liberal sanatlar
Bu
ilişkiler ağında bileşkeler ayrı ayrı disiplinleri değil; ne de
disiplinler-arasılığı ortaya koymakta; tersine disiplinler-aşırı bir şekilde
kartezyen dönem öncesi, pre-modern döneme ait olan bir eğitim ve araştırma
pratiği ile entelektüelliği sorgulayan bir tecrübeyi ifade etmek istemektedir.
... Pre-modern ile postmodern arasındaki bağlar, modernite'nin sorunlarının
dışına doğru taşınan bir dönemin içindeki 'geçiş' öğelerini aramaya
çalışmaktadır.
ayrı ayrı
disiplinler X - disiplinler arası X -
disiplinler-aşırı √
8
Braudel
“Kapitalizm ve Maddi Uygarlık”, Annales Ekolü
9
...
Deleuze ve Guattari'yi izleyenler sosyal bilimlerden çok sanat alanında çalışanlar
olmuştur. ... Nathalie Henich benzer bir şekilde, Fransa'daki sosyolojinin
sanata verdiklerinin yanında artık sanatın sosyolojiye bazı okumaları borçlu
olduğunu belirttiği kitabında (Ce que l'Art fait a la sociologie), tekilliklerin
yaratıcılıktaki öneminin sanatçıların yalnızlığında bulunduğunu yazmaktadır.
19. yüzyıl sanatçıları kendi modernliklerini kurarken 'tekillik rejimlerini'
ortaya çıkarmışlardır. ... Sanatçılar sosyal olanı, genel olanı, kolektif ve
kişisellik-dışı kamu alanını ayrıcalıklı olarak ortaya çıkaran bir 'enderlik
etikasını' gündeme getirmişlerdir. Bireyciliğin ve topyeküncü kolektifliğin
aynı problemin iki yakasını oluşturduğunu yazarken, aslında Foucault'nun,
Deleuze'ün ve Blanchot'nun özelliklerinin 'birey-sonrası' perspektifini bir kez
daha belirtmektedir.
10
…sosyoloji
de, sanatın kendisi olma konumuna gelirken, Comte öncesi bağları kendi bağrına
doğru çekmektedir.
11
Sanat ve
siyaset veya sanat ve sosyoloji, bunlar aralarında geçişlerle işlediğinde
işlevselleşmektedirler. Felsefe politikasını ortaya koyduğunda selim bir
felsefe olarak vücuda gelir.
Karışık
olan bileşkeleri olan demektir. Saf sanat veya saf politika veya sosyoloji
günümüz için ne kadar geçerlidir? Ve hatta, her zaman için, ne kadar geçerli
olabilmiştir? Burada; bu saflığa karşı, bileşkelerin bütünlüğünden bahsetmenin
sanatın zaten yapmakta olduğu bir şey olduğunu hatırlatmaya çabaladığımızı
belirtmek isteriz.
12
[Bu
kitap] sanatın bir adı olarak adlandırdığım sosyolojiyi [vücuda getirmektedir].
Sanat sosyolojisi olmayan; ama kendisini bir sanat türü olarak sunan sosyoloji.
Sosyal Bilimler ve Sanat
16
(Fransa'da)
1820 ile 1860 yılları arasında Güzel Sanatlar Akademisi'nin Konseyi içinde kriz
başgösterir. Akademinin içinde bir grup güzel sanatlarda geleneksel yolların ve
eğitimin geliştirilmesini arzularken, diğer bir yenilikçi kanat ise gelecekteki
ressamların teknik konulara sahip olması gerektiğini belirtmekte ve bu
yollardan estetik sorunları çözmelerinin gerekeceğini savunmaktaydılar. Bugün
de aynı sorunlar Akademi ve Tatbiki Güzel Sanatlar arasındaki ayrımı, biraz da
olsa belirlemektedir. Güzel Sanatların geleneksel yöntemlerinin kullanılması ile
Bauhaus ekolünün de etkisiyle teknik sorunların da estetik sorunlarla birlikte
ele alınmasının doğru olacağını arzulayanlar arasındaki ayrım da yukarıda ele
alınan Fransa örneğine benzemektedir.
(bauhaus: adı modernizmle beraber
anılan; adolf walter gropius'un 1919'da kurduğu; wassily kandinsky, paul klee,
moholy nagy, mies van der rohe gibi adamları öğretici olarak bünyesinde
barındırmış; geçmişle bağlarını külliyen koparmaya pek meraklı modern'in işi
sanat tarihi derslerini kaldırmaya kadar ileri götürdüğü; bugün kullandığımız
fincandan yaşadığımız binalara kadar her boku derinden etkilemiş okul/ekol.
nazi baskısına dayanamamış, 1933'te kapanmıştır. ekşi)
20
Claude
Levi-Strauss, … sanatların toplumsal organizasyona tekabül ettiğin
belirtmektedir. … makalesini “estetik, sosyal organizasyon ve ruhsal yaşam
‘yapısal’ olarak birbirlerine bağlıdır” diye bitirmektedir.
24
[Zeynep
Sayın] Yeni tarihçilik akımının öncülerinden olarak sunduğu Greenblatt[‘ın],
aslında Foucault, Barthes, Blanchot ve Deleuze’dan yola çıkarak metnin
yazarının yazarın kendisi olmaktan çok içinde bulunduğu toplumsallık ve dil
olduğunu ileri sürmekte.
25
Disiplinler-arasılık
zaten disiplinlerin varlığını baştan kabul eden bir terimi vücuda getiriyor. Bu
anlamda disiplinlerin aralarındaki bu “sızmayı” ve “sirayeti” açıklayacak olan
terimin disiplinler-aşırılık olduğunu düşünüyorum.
Böyle bir
bilgi türü için (göçebe bilgi) doğa, sosyal ve sanat bilimlerine ihtiyacımız
vardır, ama onların akademik disiplinlerde ele alınmış şekline sanki
ihtiyacımız kalmamaya başlamıştır.
Sanatın
Pratiğini Siyasete Geçirebilmek
27
… çağdaş
sanat 19. yüzyıldaki modern sanatın çizgisini izlemekten başka bir şey yapmadı.
… Herhangi bir gündelik olay, siyasi bir anlam taşıyarak, evrensel bir değer
kazanmayı hakkediyordu.
Yeni söz
hakkı olanlar ile bu hakka sahip olmayanlar arasında bir mesafe, cumhuriyetin
demokratik girişimini zedelemeye başlıyor. Ülkemizde de, siyaset kelimesinin
içinde yatan 'seyislik' anlamının hâlâ 'atları eğitmekten' geçtiğini sanan bir
pratik hakimiyetini sürdürmekte.
28
Dış yorum
(Fransız ihtilali ile dışlanan Üçüncülerin (Tiers) parlamentoya sokulduğunu
görüyoruz; ama diğerlerini temsil etmek üzere orada bulunuyorlar ve onların
“adına” konuşuyorlar. Burada içeri alınanların yeni dışlama mekanizması
yarattığını fark etmemek elde değil), siyasetçilerin veya hukukçuların ve
dünyayı yönettiğini sanan iktisatçıların çözümleme alanına ne zaman girecek? Aslında
hepsi parasal gücün tabandan geldiğinin farkında; bankalardan medyaya, reklam
sektöründen araştırma şirketlerine kadar, üçüncülerin rolünün bilincine tam
olarak varıldığı halde; klasik sanattaki yanılsama gücü, bu alanda kullanılmaya
çalışılıyor. Ancak; daha siyasette dışarıdan bakana yorumlama şansı verilmiş
değil.
29
Bu
açılardan baktığımızda, sanatın siyasete oranla daha canlı ve “demokratik” bir şekilde
geliştiğini saptamakla karşı karşıya kalıyoruz. Duyumların aklın karşısındaki
rolü, ülkemizde duygusallıkla sınırlanıyor.
Kültür
Bakanlığı da sadece geçmiş mirası korumakla kalmasın…
21. Yüzyıla Doğru Yaşam: İnsan ve
Çevre
30
refah
devleti
31
…
uluslararası sermayenin bir parçası olan dünya küresel burjuvazisi…
Bu
dünya-ekonominin küresel koşullarında çevre kirliliği kadar insanlararası
ilişkilerin de kirlenmekte olduğunu; yeni sağ bir söylem biçimi içinde
biyolojik ırkçılığın yerini 21. yüzyıla doğru giderken kültürel ırkçılığa
bırakmaya başladığını…
Devlet - Sanat - Toplum
34
…
sanatçıları her alanda özgür bırakan, onları “güdümlü” kılacak kısıntı tehditlerini
göstermeyen bir Kültür Bakanlığı…
Bu da,
piyasayı göz önünde bulunduran bir Refah-Devleti modelinin gereği olacaktır.
Belki o
zaman, popüler kültürün tahakkümü altına girmeyen, daha dengeli bir anlayışın
gelişebileceğini, bu gelişme ile de istenilen demokratik ve cumhuriyetçi bir
anlayışın toplumlarda yerleşebileceğini düşünmekle karşı karşıyayız.
Hangi Dil Modern?
35
…
edebiyat veya [ve] sosyal bilimler arasındaki farkı silmek… J. Pollock’un Action
Painting’i gibi yazmak isterdim: Yazıyı ve mantığı akıtmak isterdim. … keşke
böyle bir yazıyı sosyal bilimlere sokabilsek.
Dilin
kendisini zorlamadan, anlaşılmaz cümlelerle değil, ama akışkan bozuk cümlelerle
dili bir “fluxus”a koymak. Şizofrenleştirmek.
36
Ve tabii
ki, “salt popüler kültür” “medya destekli popüler kültürle” aynı şey olmayacak.
39
Bilim
dilinin “katılığından” nasıl çıkacağız? Sosyal bilimlerin kalkanını nasıl
aşacağız ve diğer dallarla (plastik sanatlar, ve marjinal ve çağdaş edebiyat)
nasıl ilişki kurabileceğiz?
Modernist mi, O da Neymiş?
41
…“tabanın
sevdiği iyidir!” Sorunludur; çünkü 1982
Anayasası bu mantıkla kabul edilmiştir; daha da vahimi ise 1933’te Almanya’da
Naziler, bu şekilde, “demokratik” yoldan iktidara gelmişlerdir: Halk istiyor
diye!
45
Jacques
Derrida, C.Lévi-Strauss’un “Yaban Düşünce”den ve hatta “Akrabalık ilişkilerinin
temel yapıları” kitabından beri doğal ve medeni veya toplumsal ayrımını
yadsıdığına dikkatimizi çekmektedir. Bu ayrım ilerleyen bir tarih fikrini
reddettiği gibi, bilimsel ve bilimsel olmayan arasındaki veya duyumsal ve
akılsal arasındaki sınırların da altedilmesi uğraşını vermektedir.
48
“yasakaşma”
Bataille … Bu bakımdan, öncü ile farkı yasakaşmanın geçmiş olan sınırları
genişletirken, Hegel’in Aufhebung (aşma, kaldırma ve saklama) kavramından çok
uzaklaşmamak olduğunda yatıyordu.
50
Bu da,
aşmanın (Aufhebung) ne kadar arta kalma veya arda bırakılamama ile alakalı
olduğuna şahit olmaktadır.
51
Türk
sanatı bu denemesinde artık batılı veya doğulu normlarıyla değil; bu ikisini de
içinde taşıdığı ikili karakteriyle birlikte sanatını ele alacaktır. … Emre
Zeytinoğlu, eleştirinin nereye dayandırabileceği sorusunu sormaktadır:
“Tanpınar’a mı, Osmanlı’yı odaklayan Kemal Tahir’e mi, Anadolu uygarlıklarıyla
Hümanizma’ya mı, Nurullah Ataç’ın batıcılığı mı tercih edilmelidir?”.
54
(Deleuze)
Başkasının sesini ödünç alarak konuşan filozofları çıkarır karşımıza:
Kendisini. … Aracılar aracılığıyla konuşur ve yazar; bu anlamda da, asla bir
“birey” olmamıştır. Çünkü o grup-öznedir; kolektif bir anlatım düzenlemesidir.
Anonim bir yazıyı oluşturur. Kendisinden de çalınacağı ölçüde o da başkalarından
çalar.
55
“hepimiz
bir sürüyüz”
56
(Deleuze)
Beraber çalıştığı öğrencilerine en az onlar kadar zaman ve çaba harcayarak
çalışmaları sürdürüyordu. Bu insana saygı ve sevginin büyük bir örneğidir
zannediyorum, her ne kadar kendisi için hümanist bir düşünür demek mümkün
olmasa da: Hümanist’in evrensel bir kelime olmasından çok bir dönemi
belirttiğini çok iyi biliyordu, tıpkı Foucault ve Althusser gibi. Faucault'nun
episteme'si kadar mütasyonlara güveniyordu. Her dönemin ancak kendi dönemine
ait olana sahip olabileceğini söyleyebilmekteydi, tıpkı her insanın kendi
gücünün sınırları içinde güce sahip olabileceği gibi.
58
Artık
Kültür Bakanlığı’ndan yardım beklenemezdi. Geçmiş Kültür Bakanlarından birisi
olan sayın (İsmail) Kahraman, yağlı güreşleri gençlerin sanatı karşısında
yeğliyordu.
62
Gençler
de göçebeler gibi geleceği önceleyeceklerdir; erkene alacaklardır;
başıbozuklaştıracaklardır; kapıkulsuzlaştıracaklardır;
yeniçerisizleştireceklerdir.
63
Doxa
(Kamu görüşü)
64
“Anadolu
Kaplanları”nda olduğu gibi, sanat alanında da Türkiye'nin bir Güneydoğu
patlaması yaşamakta olması.
67
Türkiye’nin
plastik sanatlar tarihi Cumhuriyet dönemiyle birlikte önemli bir modernleşme
süreci içine girmiş olarak kabul edilse bile, süreç aslında Osmanlı dönemi
içinde 19. yüzyıl sonlarına doğru başlamıştır. Bu açıdan resim ve heykel tarihi
bir kopmayla birlikte, bir sürekliliği ve geleneği de devam ettirmektedir.
Osman Hamdi Bey zamanında başlayan bu serüven (1883) kendisini 1950’li yıllarla
birlikte başka bir serüvene terk etmeye başlamıştır.
… Bu
tarih büyük olaylar ile birlikte “habitüsleri”, onun getirdiği pratikleri ve
buradan yola çıkarak da gelişen sistem ve yapıyı ele almaktadır. … Akademi
ağırlıklı bir sanat ortamı…
68
Bu
şekilde de tual resmi, heykel ve enstalasyon arasında varolduğu ileri sürülen
pozitivist hiyerarşinin de olamayacağı ifade edilmektedir.
Osmanlı
dönemi içinde askeri geleneğin ve haritacılığın içinden gelen bir pratik,
perspektif dersleri ve resim
çalışmalarını ortaya koyarken, bir ressam nesli ortaya çıkarmıştır. … Asker
ressamların peyzaj çalışmaları, perspektif bilgisi, çevreyi tanıma çalışmaları
resim sanatına doğru yön aldı.
69
1908’de
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin kuruluşu…
71
Devletin
himayesinde gelişen bir resim sanatı, Cumhuriyet döneminde de bu himayeyi daha
ideolojik bir düzeyde sürdürdü.
1914
kuşağı… Burada hemen hemen herkesin hemfikir olduğu şey, Akademi kurulunun
resim ve heykelde tekeli elinde tutmuş olduğudur.
72
kübik
eğilimler + yerel motifler
1940’lı
yılların içinde Akademi’de de d Grubu saltanatı sürmektedir. Bu yıllarda
İnönü’nün ve Hasan Ali Yücel’in himayesinde gelişir Türk Sanatı. Konserlerden
sergilere kadar açılış konuşmaları, söylevler sanatı himayesi altına alır. Bunu
“güdümleme” olarak ele almaktan çok “himayesine almak” olarak görmek daha doğru
olacaktır. Özellikle resim sanatında bu böyledir. Ama belki de iktidarın resim
hakkındaki bilgisizliğinden kaynaklanmaktadır bu durum.
Heykelde
ise biraz daha “güdümlülükten” söz edebiliriz.
73
(Afet
İnan’ın Cumhuriyet’te yazdığı “Sanat Galerileri” ile ilgili yazısı) Profesör
Afet Hanım “ilk Türk galerisinin Atatürk’ün eliyle açıldığını” yazdığı yazısı
daha önce Osmanlı dönemindeki galerileri pek kaile almamaktadır. Pozitivizmi
hissedebileceğimiz bu yazı eski rejim ve yeni rejim arasındaki farkı da biraz
İslam’ın resim yasağına bağlamaktadır; bu tutum minyatürlerin resim olarak
algılanamayacağı tartışmasını günümüze kadar sürüklemektedir.
76
1975'de
Antalya festivali bünyesinde Kuzgun Acar'ın başlattığı Sempozyum; 1976'da,
Antalya'da, 8. Antalya Uluslararası Film ve Sanat Festivali çerçevesinde Orhan
Taylan'ın girişimiyle yeniden gerçekleştirilir. Belediye ile anlaşılarak,
sanatçılara duvarlar verilir. ... Önce Cihat Aral'ın resmi vali tarafından
konusunun uygun bulunmadığı gerekçesiyle kapattırılır. Mehmet Aksoy'un
heykelinin kille hazırlanan ön çalışması bir gece kimliği belli olmayan
kişilerce saldırıya uğrar...
83
Her ne
kadar Deleuze ve Guattari “anti-psikiyatri” yapmadıklarını anlatmaya çalışsalar
bile veya “marjinallerden” gına geldiğini vurgulasalar da yine şizofrenlerin
devrimci potansiyeli içlerinde barındırdıkları ve mikro analizleri oluşturdukları
ileri sürüldüğünden ve şizofrenler ile göçebeler arasında kaçış çizgisi yaratan
grup-özneler oldukları yazılmış olduğundan şizofrene devrimci misyon yüklenmiş
gibiydi.
84
Asyagil
üretimin veya Samir Amin’in deyişi ile haraç üretim biçiminin periferisinde
duran batı nasıl olmuştu da belli bir tarihsel anda merkez olmayı başarmıştı? …
Kapitalizm pazar ekonomisi ile başlamıştı ve pazar ilişkileri ve pazarın
çeşitli alt grupları sistemi bedenleri ve dilleri ile yükseltmişlerdi.
Burjuvalaşmadan önce kapitalizm marjinallerden kaynaklanmaktaydı.
87
Kapitalizm
marjlardan ortaya çıkmıştır (Dünya merkezi doğu iken Braudel dünya-ekonominin
batı’da oluştuğunu anlattı)
(marj: vadeli mal ve döviz piyasalarında
gelecek işlemler sözleşmesi gibi bugün yapılan, fakat teslimin gelecekte
olacağı sözleşmelerde sözleşmeyi güvence altına almak için yapılan ön ödemedir.
Buna örnek olarak dört ay sonra teslim alınacak olan bir malın değerinin
%10'unun marj olarak ödenmesi gösterilebilir. viki)
85
… dünya
ekonomisinin yerini alan “ekonomi-dünya” (Weltteater veya Weltwirschaft diye
adlandırır Braudel)
90
(Kusursuz
Cinayet- Jean Baudrillard) Özne ve nesne artık aynı ise; öznellik umudu ortadan
kalkmış demektir. Bu da hepimizi birer Duchampçı anlamıyla “ready made” (hazır
ürün) haline getirmektedir. Öznelliğin yok olduğu anda nesnellik veya
bilimsellik de yok olmuştur. Sadece anlatı ve onun hikayesi kalır geriye. …
Ancak; ya Baudrillard paranoyak ise… Bunlar gitmekte olduğumuz yönü göstermekte
ve bu yöne doğru gelişen ne Batı ne de Doğu. Aynı tüketimin ve aynı üretimin
değişik görünümleri ile karşı karşıyayız.
91
Herkesin
sanatçı olabileceğini söyleyen bir paradigmaya doğru yolculuk başlıyor. Herkes
ve her şey sanat ise yanılsamanın katli gerçekleştirilmiştir. … Öznenin dünya
üzerindeki hakimiyetini kuran yanılsama üzerine kurulu olan estetiğin sonuna
gelindiğinde artık ortada ne özne ne de nesne kalacaktır: Bu da öteki’nin
katlidir.
93
…
hayvanlarla yaşam … (Kulig)
94
Ne zaman
yanılsama tekrar gerçekleştirebilecek?: Sanatın sıfır derecesi. Temsiliyet
ortadan kalktığında görüntünün estetik yanılsama ilke ilişkisini de bitirmekte
miyiz? Aslında burada, modern sanatların temsiliyete karşı verdikleri büyük
mücadelenin eleştirisini hissetmekteyiz Baudrillard’da.
95
Hızın
silikleştirdiği gerçeklik daha da hız kazandığında izi de silebilecek mi? …
Bunun için herhalde insanlık paradigması içinden tamamen çıkmalıyız. Post-humanistic
bir gerçeklik içine girmeliyiz ki, bu da Nietzsche’den beri süregelen “insanın
ölümü” temasından başka bir şey gibi durmuyor. Belki de biraz abartıyor
diyebiliriz Baudrillard ve onun umutsuz yaklaşımları için.
98
(Fransız
Yeni Sağında Fark Fikri)
Fikir
hareketleri dendiğinde, siyasi olarak en önemli hareketler anti-komünizmde ve
göç politikasını hedefleyen yabancı düşmanlığında gözükmekteydi. “Beyazların
kültürü”nün diğer ırklarınkine göre üstünlüğü söz konusu ediliyor…
99
seçkinler eugenik
108
(Jean-Philippe
Domenq)… “çağdaş sanat ancak eskiye dair bir güzelliği yakalayarak, tarihine
dönerek zafer dolu bir doğal güzelliği” yakalayabilecektir. … (Gerard Zwang)
“eşcinsel güdüler” taşıyan “terörist” ve “sapkın” barok sanatı eleştirmektedir.
111
(dipnot: Dini
değerler bile artık kültürel değerler arasında sayılmaya başlanır.)
112
(Alain de
Benoist’ya göre Hıristiyanlık Orta Doğu’da ortaya çıkmıştır) … Bu kültür birçok
benzer Orta Doğu kültürü gibi, boyun eğmeyi ve reddetmeyi içermektedir. Bu
karakter Avrupa’nın pagan yırtıcılığını yok etmiştir. İbn Haldun’un asabiya’nın
yok edilmesinde gösterdiği gibi, Benoist da kendi farklılığını kaybeden Avrupa
kültürünün eşitlikçiliğe yöneldiğini, ve bu şekilde de, egemenliğini
zedelediğini öne sürmektedir. Farklılığı yok eden bir Orta Doğu tek tanrıcılığı
farklılığı asimilasyon ve ikna ile yok etmekte ve bütünselleştirmektedir:
Müslümanlıktaki “tevhid” ilkesi gibi, Benoist’ya göre Avrupa tek tanrıcılığı
ayrımları ortadan kaldırdığı gibi, yaratıcılığı da yok etmiştir; çünkü; kültürü
“boyun eğme” üzerine oturtulmuştur.
(asabiya: göçebeler arasındaki büyük
dayanışma duygusu. göçebelerin aşiret halinde ve birbirleriyle yaşadıklarından
dolayı aralarında kandaşlık olduklarına inanırlar. birbiri içi ölme/öldürülme
duygusu gelişir. hızlı, birlikte hareket etme yeteneği gelişmiştir. din
asabiyaları birleştirmedeki en büyük etkendir. ekşi)
120
(Deleuze&Guattari
- Kafka) Edebiyat halkın davasıdır. (dipnot: Edebiyat, edebiyat tarihinin
olmaktan çok halkın işidir.)
121
Özne
yoktur, sadece anlatımın kolektif düzenlemeleri vardır. … Deleuze ve Guattari,
Alain de Benoist’nın savunduğu fark fikrinin karşıtındadırlar: Farklı
kültürlerin ayrı ayrı bağdaşıklığı değil; ama melezlik. Yeni sağın nefret
ettiği şeydir. … Hatta büyük bir edebiyat ülkesinde doğma talihsizliğindeki
birisi, kendi dilinde Çek bir Yahudi’nin Almanca veya bir Uzbek’in Rusça
yazdığı gibi yazmalıdır. Çukurunu kazan bir köpek, toprağı eşeleyen bir fare
gibi yazmak. Ve bunun için, kendi az-gelişmişlik noktasını, kendine haz mahalle
argosunu, kendi Üçüncü Dünyasını, kendi çölünü bulmak.
123
Kendi
dilinde nasıl göçebe ve göçmen ve Çingene olmak. Kafka şöyle söylüyor: çocuğu
beşikte çalmak, gergin ipte dans etmek.
124
Dönüşüm
eğretilemenin tam tersidir. Ne asıl anlam ne de mecazi anlam vardır; sadece
kelimeler yelpazesinde durumların dağıtımı vardır. Şeyler ve diğer şeyler
sadece sesler tarafından katedilen yeğinlikler veya kendi kaçış çizgilerini
izleyen yersizyurtsuzlaştıtılmış kelimelerdir.
128
Bayrak
simgesel olarak bir milletin duygusal değer taşıyan öğelerinden biridir; ancak
ona sarınmak, tahmin edilebileceği gibi “ölümü” çağrıştıran bir harekettir ve
değerlerin yaşadığını değil de ölmeye yüz tuttuğunu anımsatır…
132
1957
“Şair Ressamlar/ Ressam Şairler”, 1969 “Tavırlar Biçim Haline Geldiğinde”, 1972
“Dokumenta 5”
Kürator: Harald Szeemann
134
Bizim
Batılı olup olmamamız; belirli bir kültür birikimine sahip olup olmamamız
çağdaş sanat açısından bir sorun teşkil etmiyordu.
137
Irit
Hemmo hayvanların iğdiş edilmelerini eleştirdiği işinde Kulig gibi “hayvan
hakları”nı sorunsallaştırıyor. Benzer bir şekilde Polonyalı sanatçılar, Leszek
Golec ve Tatiana Czekalska hayvanların “özgürleştirilmesini” ele alırken,
“bütün canlı varlıkların madde ve ruh dünyasında” yaşadığını hatırlatıyor
bizlere ve eski bir soruyu gündeme getiriyor: meleklerin cinselliği var mı?
162
Galeri
Apel, yer olmaktan çok alanı (topos) çağıran ve kurmak isteyen havasını
vermekte.
163
Sohbetin
bittiği yerde kurumlar ortaya çıkmaya başlar.
173
İffet
Karanis bu anlamda bilgisayarın tembelleştirdiği el emeğine olan saygısını,
disiplin sözcüğü ile açıklamaktadır.
Eserin Birliği: Erol Akyavaş'ın
Resmi
186
(20.
yüzyıl) Felsefe metafizik ile bağlarını koparıp sekülerleşmeye çalışırken;
Sanat, soyut sanat bağlamında, daha belirgin olmak üzere; ama aynı zamanda
bilinçdışının da sembolik olanla ilgisini kurarak teoloji ve metafizik
arasındaki etkileri pekiştirmiştir. ... Doğu'nun kadim etkisi bu sıradışı
ilişkileri zaten başından beri sürdürmüş ve değişime pek sokmamıştı. Zamanın
döngüsel kavranışı da bu değişimin içinde yatan sabitliği bize açmayan niteliktedir.
Batı'nın düz çizgisel tarih anlayışının tersine Doğu ve Güney ülkelerinin
geleneklerinde çevrimsel veya döngüsel bir zaman anlayışının hakim olduğu
durumda, sanatın ve yazının bu zaman meselesiyle ilgilenmesinden daha doğal bir
şey olmamaktadır.
187
Erol
Akyavaş'ın soyut dönemleri, Doğu'nun gizemi ve dinsel boyutunun toplumsaldan
çok insanın iç dünyasını geliştirmesiyle ilgili çalışmalarından en fazla
bahsedilen işlerinden bir tanesi de Hallac-ı Mansuru ve Fihi ma fif (İçimdeki
içim) aslında bu iç dünyanın zenginleştirilmesi çalışmasıyla
ilişkilendirilebilir. Tanrı ve kula arasındaki ilişkinin 'hiç bir şeyden'
geçtiğini öne sürerken Fena Fillah olan Tevhid ilkesini içinde barındıran İslam
düşüncesi, bu bütünleştirme çabalarından birini oluşturuyordu sanatçı için:
Doğu ve Batınınkileri.
188
Sanatçı
da, toplumsal bellekten yola çıkarak, derinlerde duranı yüzeye çıkaran bir dalgıç
gibi yalnız ve riskli bir eylemi güncelleştiren kişidir. Mükemmelliğe varan
Tevhid, o zaman sanatçının elinden gerçekleştirilebilecek olanı
gösterebilecektir.
ilk
nedenin suretsizliği... İlk neden kendinden evvel bir şey gelmediğinden ve
kendisinden sonra gelene de bağlı olmasına rağmen aralarında geri dönüşlü bir
nedensellik olamayacağından surete ihtiyacı olmaz. Eğer sureti olmuş olsaydı
özünün madde ve suretten meydana gelmesi gerekmekteydi. Farabi'ya ait olan bu
tip bir düşüncede Tek neden birlik olarak hem 'kendinde' hem de 'kendi için'
olan ve ancak peşinden gelenleri kendi suretine benzeten bir varlık fikri hakim
olacaktır.
189
Eser
yaratıcısından koparken, öznellikten uzaklaşılmakta “Tevhid-i eser” sanatçının
adını ebediyetle bütünleştirmektedir.
(tevhid: birlik, Allah'ın birliği; "tevhid,
insanı maddi olmayan erdemlerden, yücelme arzularından ve ilahi misyonundan soyutlamaz.
tevhid, insanı ekonomik bir hayvan derecesine indirgemez ve onun kainatın
yaratıcısı ile olan bağını koparma yoluna başvurmaz. insanın allah ile olan
ruhsal ilişkisini kesintiye uğratmaz. tevhid, insanda değerin asaleti yerine
kazanç ve çıkarın asaletini oturtmaz. tevhid, tabiatta ebedilik arayan olgunluk
estetik ve hakikat aşığı "tanrı-benzeri" insanın hayvan gibi salt
tüketim ve güç peşinde koşuşturan bir seviyeye inmesine müsaade etmez. tevhid
insana kör bir makina; hedefsiz, amaçsız, dağınık, tesadüfi ve saçma hareketler
toplamı olarak bakmaz. insana irade, hedef, bilinç, bilgi, mantık ve
yaratıcılık sahibi, düşünür, bilgin, kemale doğru hareket eden, güzellik ve
duyarlılık sahibi bir varlık olarak bakar. tevhid, toplumu ölü ve sahipsiz
elemanlardan değil, bilakis diri, bilgili, bilinçli, ve kalp sahibi öğelerden
ibaret bilir. güzel ruh dalgaları karşısındaki sevgiyi hissettirerek
kuvvetlendirir. kainatta, hiçbir zerrenin hareketinin sonuçsuz, boşuna ve
tesadüfi olmadığı gerçeğini de öğretir." Ali Şeriati [ali şeraiti: aslen iranlıdır ve horasanda doğmuştur. iran
devriminin sosyal aktorlerinden biri olarak kabul edilir. sosyolog kişiliği ve
halife dönemine dair yaklaşımları benzeri olmayan gerçekçi bir sadelik ve
doğrulukta olduğundan her zaman tehlikeli addedilmiştir. bugün bile hala bir
çok insan ali şeriati okumaktan korkar. cezayir ve mısırda verdiği konferanslar
onu ölümsüzleştirecek fikir yapısını ortadoğuya yaymıştır. 44 yaşında
zehirlenerek öldürülmesine rağmen -bıraktıkları/yaşadığı hayatı- oranı oldukça
yüksektir. saadet devri ve islami fetihlerin sorgulanması, halife
seçimlerindeki yanlışlıkları ve bu süreçteki ilk başkaldırı örneği veren ebu
zerr el gifari yi anlattığı eser okunmaya değerdir. fikirlerinin olgunlaşması
çektiği acılara ve yattığı hapis cezalarına bile bağdaştırılabilir ki iranda
1962 yılında yakalanmasından sonra 17 ay hücrede yatmıştır.] ekşi)
246
1845
yılında Salonlarda Baudelaire modernliğe “yeninin olayı” adını veriyordu. ve …
çizginin dışında figürasyonun yok olmaya başladığı resimleriyle Delacroix’yı
buluyordu…
247
...”uçucu
olan” ile “ebedi” olanın bireşiminden çıkmaktadır modernlik … evrensel ve
tikel’in beraberliğidir.
248
1846
salonları…
254
figüral
figür ve kavram arasındaki ayrımların dışında flu bir bütünlüğü vücuda getirme
potansiyelini içinde taşımaktadır. … nooloji: düşüncelerin imgeleri
256
Osmanlı’ya
gönderme illa bir Osmanlılık ilahiliğinden geçememektedir. Eleştirel tavır bunu
zorunlu kılmaktadır.
259
Liberal
sanatlarda dilde Karolenj döneminde yapılan bu atılım (Hümanizma) İtalyan
Rönesansını hazırlarken ortaçağ süsleme sanatı, mimarinin görünür bir şekilde
önem kazanması, katedraller, bazilikalar, manastırlar, bunların bronz kapıları
ve tüm bir artizanal sanat yerini yavaş yavaş figürleşmeye doğru bırakmaktaydı.
Daha bu dönemde bronz kapıların üzerine sanatçılar figürleri yerleştirmeye
başlamışlardı. En önemlisi de belki kamu mekanlarına konulmaya başlanan
heykeller oldu.
261
Rothman’ın
adlandırdığı gibi “Kurşun yılları”nın ardından gelen ve Türkiye’yi dış pazarla
buluşturmayı amaçlayan; bunun için de sendikaların ve her türlü örgütlenmenin
yasaklandığı 12 Eylül darbesi siyasi yaşamı askıya aldığından, Türk solu
kendisini mikro mücadele biçimleri içinde bulurken, aynı zamanda da
liberalizm’i keşfetmekteydi.
263
(Türkiye’de
ekoloji ile ilgili ilk protesto gösterileri) 1975, Samsun Bakır Fabrikası ve
İzmit Körfezi; 1984, Gökova Körfezi: Dalyan İztuzu’na yapılması düşünülen bir
turizm kompleksinin, deniz kaplumbağalarına vereceği zarar.
268
(MSÜ
Temel Sanat Eğt.) Sanat fakültelerinde gitgide daha fazla yer almaya başlayan
sosyal bilimlerin yeri, gençlerin felsefe ve refleksiyon üzerine kurulu düşünce
biçimlerine olan ihtiyacı…
269
sanatçı
adayları
274
(Alternatif
Sanat Eğitiminde İkilem)
Günümüzdeki
sanat eğitimini ele aldığımızda, geleneksel bir eğitim sisteminin YÖK’e bağlı
Üniversiteler yasası altında ele alındığını görmekteyiz. … Disiplinler kendi
içlerine kapalı bir şekilde mi süregitmelidir yoksa disiplinler-arasılık mı ön
plana çıkarılmalıdır?
276
kuramsal
dersler eğitim içinde yeterince ciddiye alınmıyor.
277
(Kuramsal
derslere ağırlık verilirse) Sanatçı sanatını yapar, eleştirmen yazısını yazar,
küratör sergisini düzenler şeklindeki “parçalı bir iş bölümü”, yani fordist ve
organik topluma değgin bir iş bölümünden kurtulmuş olurduk. … iş bölümünün
yerine esneklik yer edindiğinde, aynı esnek eğitimi niye sanat atölyelerinde
veya okullarında görmeyelim? (Güzel sanatlar fakültelerinin saklandığı, mevcut
durumda korunduğu ve dışarıdan sızabilecek her tür farklılığın yasaklandığı,
hani bir tür ‘kapatma’ gibi davranıldığı iddiası…)
281
Deleuze’ün
düşüncesine göre yeni ifade biçimleri içinde form gitgide hıza maruz kalmak
zorunda kalıyor. Hız bilimcisi (dromoloji) olarak bilinen Paul Virilio’nun
“yokolmanın estetiği” adını verdiği ve formları hıza maruz bırakan bu estetik
aynı zamanda felsefi olarak özneyi de yeğinliklere veya etkilere maruz
bırakmakta: Bu görüş içinde mekanın kendisi bir beden olarak, hatta Artaud’nun
kavramıyla “organsız beden” olarak ele alınmakta.
283
Bir
azınlık bilimi olan Madencilik Çingenelerin işiydi: Madenci zanaatçi seyyardı.
Ve sanatın bedenini oluştururdu. ... Göçebe olmalarıyla yerleşik değerlerden
bir kaçış çizgisi oluştururlar: 21. yüzyılın kapitalizminin mimarisinin
gerçekleştirmek yersizyurtsuzlaştırılmış çizgileri gün ışığına çıkarmaktan
geçmektedir.
... Toni
Negri'nin Paris'teki Sentier mahallesi için yapmış olduğu sosyolojik çalışma...
Ekonomi, siyaset, ekoloji ve mimari yan yana yatay bir şekilde birbirlerini
esmekte ve katetmektedir.
284
Bu
mekansallaştırma içinde her şeyin işlevi her an değişikliğe uğramaktadır…
İşlevi ise bir sahtelikten başka bir şey değildir zaten; sadece insanları
denetim altına almaya yarar: Haussman’ı düşünelim; çünkü bazen kahvede uyumak,
sinemada çalışmak, atölyede eğlenmek çok keyifli olabilir. İşlevsizleştirmek
moleküler mekanı yeniden kurmaktır.
.
.
.
.