.
.
.
.
.
.
Yer-Olmayanlar (1992)
(Üstmodernliğin
Antropolojisine Giriş)
Marc Augé
Kesit
Yayıncılık, (Çev. Turhan Ilgaz), 1997 İstanbul
Yakın ve Öte
13
“yakının
antropolojisi”
“öte’nin
ve bura’nın etnologlarının ilgi alanları arasındaki çakışma…”
Antropoloji,
her zaman, bura’nın ve şimdi’nin antropolojisi olmuştur. Sahada çalışan etnolog
herhangi bir yerde bulunan (bu yer, onun o anki ‘bura’sıdır) ve gözlemlediği ya
da bizatihi o anda duyduğu şeyi betimleyen kişidir. Daha sonra elbette yaptığı
gözlemin niteliği, oluşturduğu metni yönlendiren niyetleri, önyargıları ya da
öteki etmenler üzerinde şüphe duyulabilir: yine de her etnolojinin mevcut bir
güncelliğin bir doğrudan tanığını varsaydığı olgusu açıktır.
15
Bilgi
verenin sözü, geçmiş için olduğu kadar şimdiki zaman için de geçerlidir.
Tarihsel ilgileri olan ve olması gereken antropolog, bu yüzden, stricto sensu
(Lat. kelimenin tam anlamıyla..) bir tarihçi değildir.
Elbette,
Avrupalının, Batılının ‘bura’sı, bütün anlamını, İngiliz ve Fransız
antropolojilerinin ayrıcalıklılaştırdıkları, öncenin ‘sömürgesi’, bugünün ‘az
gelişmişi’ olan uzaktaki ‘öte’ye göre kazanmaktadır. Ama ‘bura’ ve ‘öte’
karşıtlığını iki antropoloji arasındaki karşıtlığın başlangıç noktası gibi
kullanabilmek, ancak daha önce sorun olan şeyi önvarsaymakla mümkündür: yani,
iki ayrışık antropolojinin söz konusu olduğunu önvarsaymakla.
16
Uzak
toprakların kapanması nedeniyle etnologların Avrupa üzerine kapanma eğilimine
girdikleri iddiası, itirazlara açık bir itirazdır. … antropoloji alanında,
Avrupa üzerinde çalışmanın nedenleri olumlu nedenlerdir. … Avrupacı etnolojinin
en modernlikçi bazı tanımlarının dayanmak istedikleri Avrupa/öte karşıtlığını
sorgulamaya asıl yöneltebilecek olan şey de, bu olumlu nedenlerin
incelenmesidir.
17
…
çağdaş dünyanın özgül dolaşım kipleri, toplaşma kipleri (çalışma, dinlenme,
eyleşme), kurumları, olguları, antropolojik bir bakış açısını doğrulayıcı
nitelikte midirler?
18
Bu
durumda yöntem sorununu, amaç sorunuyla karıştırmamak esastır. Araştırma
yöntemlerimizin denetiminde olacak gözlem birimlerini yalıtabildiğimiz
takdirde, modern dünyanın etnolojik gözleme uygun olduğu sıklıkla söylenmiştir
(Lévi-Strauss).
Yöntemin
görünümü, muhataplarla gerçek bir temas zorunluluğu bir şey, seçilen grubun
temsil ediciliği bir başka şeydir: gerçekten de söz konusu olan, konuştuğumuz
ve gördüğümüz kişilerin konuşmadığımız ve görmediğimiz kişiler hakkında bize ne
dediklerini bilmektir. Saha çalışması yapan etnoloğun faaliyeti, baştan
itibaren, bir toplum kadastrocusunun, ölçeklerle oynayan bir cambazın, küçük
karşılaştırmacının faaliyetidir… Bu gerçek ampirik nesne sorununun, bu
temsiliyet sorununun, büyük bir Afrika krallığı ile Paris banliyösündeki bir
işletmede farklı olarak ortaya çıktığını öne sürmeye imkân verecek hiçbir şey
yoktur.
24
…
antropolojik araştırma öteki sorununu şimdiki zamanda ele alır. Öteki sorunu,
fırsat düştükçe, karşılaştığı bir tema değildir; bu tema onun yegâne
entelektüel nesnesidir, farklı araştırma alanları ondan kalkarak tanımlanırlar.
Antropolojik araştırma bu temayı şimdiki zamanda ele alır, bu da onu tarihten
ayırmaya yeter. Ve bu temayı eş zamanlı olarak birçok bağlamda ele alır, bu ise
onu öteki toplumbilimlerinden ayırır.
26
…
uzak toplumların antropolojisine ve ondan da fazla olarak incelediği toplumlara
şu keşfi borçluyuz: toplumsal olan bireyle başlar; birey etnolojik bakışa
bağlıdır.
29
Kültürler
de yaş tahta gibi ‘çalışırlar’ ve asla tamamlanmış bütünsellikler oluşturmazlar
(dışa ve içe bağlı nedenlerle); ve ne kadar basit olduklarını düşünürsek düşünelim,
bireyler de, asla, kendilerini onlara bir yer ayıran düzene göre
konumlandıracak kadar basit değillerdir: o yerin bütünselliğini ancak belli bir
açıdan ifade ederler.
30
…
çağdaş dünya, hızlanmış dönüşümleri yüzünden, antropolojik bakışa, yani ötekilik
kategorisi üzerinde yenilenmiş ve yöntemli bir düşünülmemeye çağrıda
bulunmaktadır. Bu dönüşümlerden üçü, özel bir dikkatle incelenecektir.
Birincisi,
zamana, zamanı algılayış biçimimize, ama bir yandan da zamanı nasıl
kullandığımıza, onu nasıl sahiplendiğimize ilişkindir.
31
Sonra’nın
önce’ye göre açıklanabileceğini içeren gelişim düşüncesi, bir bakıma, XIX.
yüzyılın açık denizinin aşılmasına eşlik etmiş olan umutlardan ya da
yanılsamalardan çıkarken, XX. yüzyılın kayalıklarına çarpıp batmıştır. Doğrusunu
söylemek gerekirse, bu sav, birbirinden farklı birçok saptamaya dayanmaktadır:
insanlığın ahlâki bir gelişimine tanıklık ettikleri her halde söylenemeyecek
olan dünya savaşları, totalitarizmler ve soykırım siyasetlerinin sergiledikleri
vahşetler; büyük anlatıların, yani insanlığın bütünsel evrimini açıkladıklarını
iddia eden ve bunu başaramamış olan büyük yorum sistemlerinin sonu…
33
…
tarih hızlanmaktadır. … Tarihi topuklarımızda taşıyoruz. Gölgemiz gibi, ölüm
gibi bizi izliyor. … Tarih: yani birçokları tarafından olay olarak kabul edilen
bir dizi olay, … olaylar.
34
François
Furet Penser la Révolution’da (Devrimi Düşünmek) bize ne söyler? Devrim’in
(Fransız Devrimi) patlak verdiği günden itibaren, devrimci olayın, “bu
konumlanışın dökümü içinde kayıtlı olmayan yeni bir tarihi eylem kipselliğini
kurumlaştırdığını”.
35
(olaylar
çoğalması, olaysallıktaki aşırı bolluk, enformasyondaki aşırı bolluk,
olaysallık yoğunluğu)
36
Yeni
olan şey, dünyanın anlamdan yoksun oluşu, az ya da daha az anlama sahip olması
değildir, bizlerin açıkça ve yoğun bir şekilde ona bir anlam vermenin her günkü
ihtiyacını duymamızdır: dünyaya bir anlam vermek, yoksa falanca kasabaya ya da
filanca soya değil. Şimdiki zamana, olmazsa geçmişe, bir anlam vermek için
duyulan bu ihtiyaç, olaysallıktaki aşırı bolluğun bedelidir ve aşırılık, temel
kipselliğini açıklamak üzere “üstmodernlik” diyebileceğimiz bir konumlanışa
tekabül etmektedir.
Yaşam
süresinin uzaması, üç yerine dört kuşağın bir arada yaşama alışkanlığına geçiş,
toplumsal hayatın düzeni içinde aşama aşama pratik değişikliklere yol açıyor.
Ama, buna koşut olarak, bu değişiklikler de kolektif, soya ilişkin ve tarihi
belleği genişletiyor, her bireyin kendi tarihinin Tarih’le kesiştiği ve de
berikinin ötekini ilgilendirdiği duygusuna sahip olabileceği fırsatları
çoğaltıyorlar.
37
…
yakın geçmişe bir anlam vermedeki güçlüğümüzün nedeni bütün bir şimdiki zamanı
anlama arzumuzdur…
38
Çağdaş
dünyaya özgü ikinci hızlandırılmış dönüşüm ve üstmodernliğe özgü aşırılığın
ikinci figürü uzamla ilgilidir. Uzam aşırılığıyla ilgili olarak öncelikle
söyleyebileceğimiz şey, burada da bir parça çelişkili olsa da, onun gezegenin
daralmasıyla; uzay adamlarının başarımlarının ve yapma-uydularımızın
danslarının tekabül ettikleri, kendimizin ulaşabileceğimiz uzaklığa
yerleştirilmesiyle bağıntılı olduğudur. … hızlı ulaşım imkanları… antenler, …
gezegenin öteki ucunda cereyan etmekte olan bir olaya ilişkin anlık ve bazen de
eş zamanlı bir görüyü bize verebiliyorlar.
41
…
bize öyle geldi ki, zamanın kavranışının tarihsel yorumun baskın modalarının
köktenci bir yıkıcılığıyla kemirilmekten daha çok şimdinin olaysal aşırıbolluğu
tarafından zorlaştırıldığı gibi, uzamın kavranışı da süregiden altüst oluşlar
tarafından yıkılmaktan çok (zira toprağa ilişkin olguların gerçeği içinde ve,
ondan fazla olarak, bireysel ve kolektif bilinçlerde ve hayal güçlerinde, hâlâ
birtakım bölgeler, birtakım topraklar vardır) şimdinin uzamsal aşırıbolluğu
tarafından zorlaştırılmıştır. Uzamsal aşırıbolluk, daha önce de gördüğümüz gibi,
ölçek değişikliklerinde, görüntülendirilmiş ve imgesel gönderimlerin
çoğalmasında ve de taşıma araçlarının şaşırtıcı hızlanışında dile gelmektedir.
[Bu durum] Somut olarak çok büyük fizik değişmelere yol açmaktadır: kentsel
yığılmalar, topluluğun bir yerden bir yere aktarımı ve … ‘yer’e karşı, bizim
‘yer-olmayanlar’ diye adlandıracağımız şeyin çoğalması. Yer-olmayanlar,
insanların ve malların hızlandırılmış dolaşımı için zorunlu döşemler (ekspres
yollar, bankamatikler, hava alanları) olabildikleri kadar da taşıma araçlarının
kendileridir, ya da büyük alış-veriş merkezleridir, ya da yine, gezegenin
sığınmacılarının beklemeye geldikleri uzatmalı transit kamplarıdır.
[Jeolojik
Bakış]
42
Ölçek
değişiklikleri, parametre değişiklikleri: tıpkı XIX. yüzyılda olduğu gibi,
bizlere, yeni uygarlıkların ve yeni kültürlerin incelemesine girişmek kalıyor.
Üstmodernliğin
dünyası, içinde yaşadığımızı sandığımız dünyanın ölçülerine tastamam uymuyor,
zira henüz bakmasını öğrenemediğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Uzamı düşünmeyi
yeniden öğrenmemiz gerekmektedir.
43
Üstmodernlik
konumlanışının kendisine göre tanımlanabileceği üçüncü aşırılık figürünü
biliyoruz: Ego’nun, bireyin figürüdür bu ve, söylendiği gibi, antropolojik
düşünülmemede bile yeniden kendini göstermektedir; zire topraksız bir evrende
yeni sahaların ve büyük anlatılardan yoksun bir dünyada kuramsal soluğun
bulunmayışı yüzünden, etnologlar, bazı etnologlar, kültürleri
(yöreselleştirilmiş kültürler, Mauss’vari kültürler) tıpkı metinler gibi
incelemeye kalkıştıktan sonra, yalnızca etnografik betimlemeyi ve üstelik metin
olarak incelemekle yetinme noktasına geldiler. … etnolojinin kendi araştırma
sahalarına, sahada araştırma yapanların araştırılmasını ikame ederek yoldan
çıkması mümkündür.
44
Batılı
toplumlarda birey, en azından, kendine bir dünya kılmak ister. Kendisine
bırakılmış enformasyonları kendi kendine ve kendi için yorumlamayı düşünür.
45
…
bireyi nasıl düşünüp konumlandırmalı?
46
…
bireyin toplumlarımızdaki yenilenmiş statüsü dikkate alındığında, temsil
edilebilirliğin koşullarının yeni baştan nasıl tanımlanacağı sorunu…
47
Bir
çağdaşlık antropolojisinin gerçekleşme koşulları sorunu, yöntemden nesneye
doğru yer değiştirmek zorundadır. … nesne sorunu bir önceliktir.
(olaysal
aşırıbolluk, uzamsal aşırıbolluk ve gönderimlerin bireyselleşmesi)
48
XXI.
yüzyıl, antropolojik bir yüzyıl olacaktır…
Antropolojik Yer
55
Mauss’a
göre, modern toplum içinde, seçkinlerin kitlesine ait olmayanların herhangi
biri, ‘ortalama’ insandır. Ama arkaizm, ortalamadan başkasını bilmez.
‘Ortalama’ insan, “arkaik ya da geri kalmış toplumlardaki hemen hemen bütün
insanların” benzeridir; şu nedenle ki, tıpkı onlar gibi çok yakın çevreden
gelen etkilere açıktır, bunlara karşı bir kırılganlık göstermektedir ve esasen
onu ‘bütünsel’ olarak nitelemeye imkân veren de bunlardır.
61
…
yer, … zorunlu olarak tarihseldir. Orada yaşayanlar, bilgi nesnesi olmaları
gerekmeyen işaret noktalarını orada tanıyabildikleri ölçüde daha bir
tarihseldir. … Antropolojik yer’in sâkini, tarihin içinde yaşar, tarih yapmaz.
63
Antropolojik
yer’in tanımı üzerinde bir an duraklayacak olursak, bu yer’in öncelikle
geometrik olduğunu fark ederiz. … Geometrinin terimleriyle, çizgi, çizgilerin
kesişmesi ve kesişme noktasıdır söz konusu olan. Somut olarak, güncelliğin
içinde daha bir aşinası olduğumuz coğrafyada, bir yandan güzergahlardan, bir
yer’den ötekine götüren ve insanlar tarafından çizilmiş olan eksen ya da
yollardan, öte yandan da insanların karşılaştıkları, buluştukları ve bir araya
toplandıkları … alan ve kavşaklardan ve nihayet, … bir uzamı ve sınırları
tanımlayan, şu ya da bu ölçüde anıtsal merkezlerden söz etmek mümkün olabilir.
64
Bu
basit formlar büyük siyasal ya da ekonomik uzamları belirlemezler; köy uzamını
olduğu gibi evin uzamını da tanımlamaktadırlar.
65
Kimlik/özdeşlik
ve ilişki, klasik olarak antropolojik araştırmaya konu olan bütün uzamsal
düzeneklerin içinde yer alır.
Tarih
de öyle. Zira uzamda kayıtlı bütün ilişkiler, aynı zamanda da sürenin içinde
kayıtlıdırlar ve anıştırageldiğimiz basit uzamsal formlar ancak zamanın içinde
ve zaman aracılığıyla somutlaşırlar.
66
…
dinsel ya da toplumsal takvim (ör. Perşembe pazarı) genellikle tarımsal takvimi
örnek alır…
Anıt
[monument], sözcüğün Latince etimolojisinin de gösterdiği gibi, daimiliğin ya
da, en azından sürenin, elle tutulur deyimi olmaktadır. Tanrılar için
tapınaklar, hükümdarlar için saraylar ve tahtlar gerekir ki, zamansal
arıziliklere boyun eğmesinler. … Yaşayanların gözünde, anıtsal yanılsama
olmaksızın tarih yalnızca bir soyutlama olurdu. Toplumsal uzamda, her bireyin,
içlerinden çoğunun kendisinden önce varolduğu gibi kendisinden sonra da
yaşayacağına ilişkin doğrulanmış bir duyguya sahip olabileceği görkemli taş
yapılar, ya da alçakgönüllü toprak tapınaklar, doğrudan işlevsel olmayan
anıtlar yükselmektedir. Zamanın devamlılığını, tuhaf bir şekilde, uzam içindeki
bir dizi kopukluklar ve kesintiler işaretlemektedir.
67
En
azından hayal gücü düzleminde, beden, dışarıdan kuşatılabilecek, karma ve
aşamalı-düzene sokulmuş bir uzamdır.
68
(Akan
uygarlıklarında -bugünkü Gana ve Fildişi Sahili) Bir kimseyi ani bir şekilde
uyandırmak, o kimseyi, uyandıracak yerde öldürebilirse, bu, o “merciler”den
birinin, geceleyin dolaşıp duran ikincisinin, uyanma anında yeniden kendi
bedeniyle bütünleşecek zamanı bulamayabilmesi yüzündendir.
69
Bazen
bedenin mumyalanması ya da bir mezarın yükseltilmesi, ölümün ardından, bedenin
anıta dönüşmesini tamamlamaktadır.
Böylece
bireysel tematik ile kolektif tematiğin, basit uzamsal formlardan hareketle,
kesişip bağdaştığı görülüyor. Siyasal simgesellik, toplumsal bir topluluğun içsel
çeşitliliklerini egemen bir figürün birliğinde birleştiren ve simgeleyen
yetkenin gücünü ifade edebilmek için, bu olabilirlikleri kullanmaktadır. bazen
bunu, kralın bedenini çok sayıdaki bir bedenmişçesine öteki bedenlerden ayırmak
suretiyle başarır. Kralın çift bedenliliği teması Afrika'da tümüyle akla uygun
bir temadır.
70
Ama,
kralın bedeninin çoğalmasından da daha ilginç ve daha doğrulanmış olarak, asıl,
hükümdarlık yetkesinin odaklanmış olduğu uzamın toplaşması ve yoğunlaşması
dikkatimizi çekmelidir. Çoğu zaman, hükümdar zorunlu ikamete maruz kalmış
durumdadır, ayrıca, saatler boyu kraliyet koltuğu üzerinde sergilenmek ve
kullarına bir nesne gibi gösterilmek üzere, hemen hemen tam bir hareketsizliğe
mahkûmdur. (Hükümdarın bedeninin bu edilgenliği-kitleselliği, Frazer'i ve ondan
yola çıkarak, bu olguda eski Meksika, Benin Körfezi Afrikası, ya da Japonya
gibi zaman ve uzam içinde birbirinden son derece uzakta yer alan krallıkların
ortak bir çizgisini saptayan Durkheim'ı etkilemişti. Bütün bu örneklerde ilginç
olan husus, hükümdarı uzun saatler boyunca bir mineral hareketsizliğine mahkûm
eden, krallığın sabit merkezi olma işlevini yerine getirmek için, onun bedenine
zaman zaman bir nesnenin (taç, koltuk) ya da bir başka insan bedeninin ikame
edilebilirliğidir.
71
(Beyaz
Saray, Kremlin)
Ardışık
düzdeğişmeceler [mürsel mecaz] sonucunda, bir ülkeyi başkentiyle ve başkenti de
yöneticilerin bulundukları binanın adıyla anmak, alışık olduğumuz bir şeydir.
Siyasal dil doğallıkla uzamsaldır (yalnızca sağdan ya da soldan söz ettiğinde
bile), hiç şüphesiz birliği ve çeşitliliği eş zamanlı olarak düşünmek zorunda
olduğu için -merkezcilik de bu çift yönlü ve çelişik zorlamanın, aynı zamanda
en yaklaşık, en imgeleşmiş ve en maddi ifadesi olmaktadır.
75
(Fransa),
(gastronomi başkenti, bıçakçılık başkenti, çiftlik tavuğunun beşiği,...), (kapellalar,
şatolar, taş anıtlar, el sanatları, dantel ya da seramik müzesi...) Tarihe
derinlemesine malolmuşluk, dışa açılmayla aynı düzeyde talep edilmektedir,
sanki biri ötekini dengelemektedir.
78
(üç
Paris sarayı: Elysée, Fransa cumhurbaşkanlarının; Mantignon, başbakanların ve
Hôtel de Ville [Belediye Sarayı] de Paris Belediye başkanlarının ikametgahları
ve çalışma mekanlarıdır. çn.)
79
...
insan kimi anlar, iktidar merkezinin Elysée'den Mantignon'a, hattâ
Mantignon'dan palais Royal'e (anayasa Mahkemesi) doğru mu kaymakta olduğunu
kendi kendine sorduğunda, söz konusu olan basit bir eğretileme değildir..
Yerler'den
Yer-Olmayanlar'a
85
Sanatta
modernlik, yerin bütün zamansallıklarını, uzamda ve sözde sabitleştikleri
şekilde saklar.
Eğer
bir yer, kimlikleyici/özdeşleyici, ilişkisel ve tarihsel olarak
tanımlanabilirse, kimlikleyici/özdeşleyici olarak da, ilişkisel olarak da,
tarihsel olarak da tanımlanamayan bir uzamı, bir yer-olmayan'ı tanımlayacaktır.
Burada savunulan varsayım, üstmodernliğin yer-olmayanların üreticisi olduğu;
yani, bizatihi antropolojik yerler olmayan ve Baudelaire'gil modernliğin
öngördüğünün tersine, eski yerlerle bütünleşmeyen uzamların üreticisi
olduğudur: eski yerler, dizgelenmiş, sınıflandırılmış, "anı yerleri"
katına yükseltilmiş olarak, burada, çevrelenmiş ve özgül bir yer işgal
etmektedirler. Klinikte dünyaya gelinen ve hastanede ölünen, geçiş noktaları ve
geçici uğraşların (otel zincirleri ve eyleşilen mekanlar, tatil köyleri,
mülteci kampları, yıkımın ya da yozlaştırıcı sürekliliğin pençesindeki
gecekondu mahalleleri) ya gösterişli ya da insani olmayan kipsellikler halinde
çoğaldıkları, aynı zamanda yaşanan mekanlar da olan ulaşım araçlarının girift
bir şebeke halinde geliştikleri, geniş alanlara, bankamatiklere ve kredi
kartlarına alışkın kişinin 'dilsiz' tecimin jestleriyle yeniden tanıştığı bir
dünya; böylece yalnız bireyselliğe, geçişe, geçiciliğe ve anlık olana vaat
edilmiş bir dünya, başkaları gibi antropoloğa da, hangi bakış açısından hoş
görülebileceğini sormazdan önce ilk kez karşılaşılan boyutlarını ölçmenin uygun
düşeceği yeni bir nesne önermektedir. ... Yer ve yer-olmayan, birer kaçıcı
kutupsallıktır daha çok: birincisi hiçbir zaman tümüyle silinmemiştir, ikincisi
kendini hiçbir zaman tümüyle gerçekleştirmez -kimlik/özdeşlik ile ilişki
arasındaki tartışmalı oyunun durmadan ve yeniden yazılması için her seferinde
silinen parşömenler gibidir bunlar.
90
'Uzam'
teriminin kendisi 'yer' teriminden daha soyuttur, zira bu ikincisini
kullandığımızda en azından bir olaya (bir yerde cereyan etmiş olan), bir
söylenceye (anılan yer) ya da bir tarihe (olay yeri) göndermede bulunuruz.
'Uzam' terimi, fark gözetmeksizin, bir düzlüğe, iki şey ya da iki nokta arasındaki
mesafeye, ya da zamansal bir büyüklüğe uyarlanabilir. (aralık, zaman aralığı).
94
Ve
eğer yerler'in, özgül bir şekilde yolculuğu tanımlayan kullanımına 'uzam' adı
verilecekse, seyrettiği şeyin doğası onu gerçekten ilgilendirmeksizin, bireyin
seyirci olarak kendini duyumsadığı uzamların olduğunu da eklemek gerekmektedir.
Sanki seyircinin konumu seyirin esasını oluşturuyormuş gibi, sanki, sonuçta,
seyirci konumundaki seyirci, kendi için kendisinin seyircisiymiş gibi. Turistik
amaçlı broşürlerin birçoğu, okyanusun sonsuzluğunu, karlar altındaki dağların
kavisli zincirlenişini ya da gökdelenlerle kaplı kentsel bir ufuk çizgisini
dikkatle gözleyen, yalnız ya da toplanmış, meraklı ya da temaşa etmekte olan
yüzlerin imgesini gezi meraklılarına önceden sunmak suretiyle, bakışın böylesi
bir geri dönüşünü, böylesi bir dolambaçlılığını öngörür: sonuç olarak yalnız
ondan söz eden, ama bir başka isim taşıyan (Tahiti, Huez Alpleri, New York)
kendi imgesini, önceleyen imgesini öngörür. Gezginin uzamı, böylece, yer-olmayan'ın
ilk örneği [arketipi] olacaktır.
104
(Üstmodernliğin
gerçek yer-olmayanları kendilerini aynı zamanda da bize önerdikleri sözcük ya
da metinlerle tanımlarlar. Sağ şeridi izleyin; sigara içmek yasaktır; ...
bölgesine giriyorsunuz.)
105
...
otoyol güzergâhı iki yönden dikkat çekici olmaktadır: işlevsel zorunluluk
nedeniyle bizi yakınlaştırdığı bütün önemli yerleri ıskalamaktadır; ama bunları
yorumlamaktadır; ... geçenler... görmekten çok düzenli olarak okumak durumunda
kaldıkları soyut manzara, sonuçta tuhaf bir şekilde aşina hale gelmektedir...
107
Çoğu
zaman yerleşim birimini oluşturan evlerin arkasından geçirilen demiryolu,
taşralıları gündelik hayatlarının mahremiyeti içinde, ön cepheden değil ama
bahçe yönünden, mutfak yönünden, ya da yatak odası yönünden ve akşamları da,
ışık yönünden yakalar...
110
Tek
başına ama tıpkı başkaları gibi, yer olmayanın kullanıcısı da, yer-olmayanla
(ya da onu yöneten güçlerle) sözleşmeye dayanan bir ilişki içindedir.
(havaalanlarında biletin teyit edilmesi, hipermarkette kimlik ve kredi kartı,
otoyollarda geçişler, vb).Yer-olmayanın kullanıcısı, belli bir şekilde, her
zaman için masumiyetini kanıtlamakla yükümlü tutulmuştur.
111
Bütün
sıradan esirikliler gibi, az çok yetenek ya da inanmışlıkla kendini bıraktığı yumuşak
bir tutsaklığın nesnesi olarak, bir süre için kimliksizleşmenin edilgin
sevinçlerini ve rol yapmanın daha etkin hazzını tatmaktadır.
Başkalarına
olduğu gibi ona da seslenen metin-manzarayla sürdürdüğü sessiz söyleşim içinde
belirginleşen tek çehre, duyulan tek ses kendininkilerdir.
112
(kaptan
pilot) "Uçağın sağ tarafından, Lizbon kentini görebilirsiniz."
Aslında görünen bir şey yoktur: ... seyirlik olan şey bir fikirden, bir
sözcükten ibarettir.
115
Bugünkü
dünyanın somut gerçekliği içinde, yerler ve uzamlar, yerler ve yer-olmayanlar
birbirlerine karışmakta, birbirlerinin içine girmektedirler.
119
Modernliğin
seyircisinin temaşa ettiği şey, eski ve yeninin üst üste binmişliğidir.
Üstmodernlik ise, eskiyi (tarihi) özgün bir seyirlik haline getirir -her türlü
egzotizm ve her türlü yerel tikellikler gibi. Onda, tarih ve egzotizm, yazılı
metinde geçen 'alıntılar'la aynı rolü oynarlar...
120
Yer-olmayan
ütopyanın zıttıdır: varolmakta ve hiçbir organik toplumu barındırmamaktadır.
Sonuç
126
Etnolojinin
her zaman uğraşmak zorunda olduğu, en azından iki uzam vardır: incelediği
yer'in uzamı (bir kasaba, bir işletme) ve o yer'in içine yerleşik bulunduğu ve
yerel ilişkilerin içsel oyunu üzerinde birtakım etkiler ve baskılar uygulayan,
daha geniş ölçekli alan (etnik grup, krallık, devlet). Etnolog böylece yöntembilimsel
şaşılığa mahkum edilmiş durumdadır: gözleminin ilk ağızdaki konusu olan yer'i
de, onun dıştaki adımlarının akla uygun sınırlarını da gözden kaçırmamak
zorundadır.
127
yer-olmayanın
deneyimi içinde anlamlı olan şey, onun, topraksal çekime, yer'in ve geleneğin
yerçekimlerine ters orantılı olan çekim gücüdür.
128
bireysel
imge (güzergâhı özgürce ve bireysel olarak kat etmenin imgesi)
.
.
.
.