.
.
.
.
.
.
Poetika
Aristoteles
(Çev. İsmail Tunalı),
Remzi Kitabevi, 1983 İstanbul
(Aristoteles, MÖ384-322/1983,
(Çev. İsmail Tunalı), İstanbul: Remzi Kitabevi)
Aristotle
384 BC - 322 BC
İçindekiler
A) Genel Bölüm: Bölüm 1-6.
1. Şiir
sanatının özü. Bölüm 1.
2. Şiir
sanatının türleri, bunların adları, birbirlerinden olan ayrılıkları:
a)
Araç bakımından. Bölüm 1.
b)
Konu bakımından. Bölüm 2.
c)
Taklit tarzı bakımından. Bölüm 3.
B) Özel Bölüm: Bölüm 6-26.
1.
Tragedya, tanımı ile öğeleri. Bölüm 6-22.
a)
Öykü (Mythos). Bölüm 6-14.
b)
Karakterler. Bölüm 15.
c)
Tanınma ile çeşitleri, episod'lar, düğüm ile çözüm. Bölüm 16-18.
d)
Düşünceler. Bölüm 19.
e)
Dil. Bölüm 19-22.
2. Epos.
Bölüm 23-24.
3. Şiir
san'atının sorunları ile çözümleri. Bölüm 25.
4. Değer
bakımından epos ile tregedyanın karşılaştırılmaları. Bölüm 26.
Önsöz (İsmail Tunalı,
Erzurum 1960)
7
Poetika, Aristoteles'den
elimize eksik, öyle ki kimi bölümleri parçalar halinde geçmiş bir kitap olmakla
birlikte, düşünce tarihinin tanıdığı sanat olayını araştıran ilk, ilk olduğu
kadar da önemli bir eserdir. [Platon'un Büyük Hippias, Symposion, Phaidros, Politeia
gibi eserlerinde sanattan aşkın, metafizik karakter taşıyan bir güzellik idea'sı
ile bahsetmesine karşın, Aristoteles, nasıl
ki genel felsefesinde varolan'ların (to on) dışında (transcendent)
bulunan bir idea'nın varlığını kabul etmezse, sanat eseri dışında da aşkın bir
güzellik idea'sını kabul etmez] Aristoteles'e göre, güzellik idea'sı var olduğu
için [değil] ..., sanat eserleri varoldukları içindir ki, güzellik kavramından
söz açabiliyoruz...
8
Aristoteles'in çıkış noktası, ... bir "forma-materia
(morphehyla) kompositum"u olan tek tek sanat eserleridir. [Sanat eserleri
"ontik bir bütün"dür. Ontik bütün'ü belirleyen kategori'lerin araştırılması,
artık bir metafizikle değil de, daha çok bir ontoloji, bir sanat ontolojisi ile
ilgilidir.] ... Aristoteles'in poetik'sının, modern deyimiyle estetik'inin
temel karakteri, onun bir ontoloji, bir sanat ontolojisi olmasıdır. ... poetika
(estetik)... on sekizinci yüzyılın ortalarında bağımsız bir felsefe disiplini
olarak kurulan estetik (A. Baumgarten, Aesthetica sive theoria liberalium
artium, 1750-58)...
Birinci Bölüm
11
(2) ... epos, tragedya, komedya, dithrambos şiiri ile
flüt, kitara sanatlarının büyük bir kısmı, bütün bunlar genel olarak taklittir
(mimesis).
(3) Ancak adı geçen bu sanatlar, şu üç bakımdan
birbirinden ayrılırlar: Taklit etmede kullanılan araç bakımından, taklit
edilen nesneler bakımından, taklit tarzı bakımından.
(4) İster sanatçı yetisi, isterse alışkanlığa dayanan bir
ustalıkla olsun, bazı sanatlar renkler ve figürler aracılığıyla taklit eder. Bazı
sanatlar ise ses aracılığıyla taklit eder; buna göre de bütün adı geçen
sanatlarda genel olarak taklit, ya ritm, ya söz ya da harmoni aracılığıyla
gerçekleştirilir. Öyle ki, bu üçü ya ayrı ayrı, ya da birlikte kullanılır.
12
(5) Yalnız sözü kullanan ve bunu da düzyazı ya da nazım
olarak yapan (nazımda da, ya birçok ölçüler karışık olarak ya da bir tek ölçü
kullanılır), sanat biçiminin şimdiye kadar hiçbir adı olmamıştır. ...
Hatta kimi zaman tıbba yahut doğa bilimlerine ilişkin bir konuyu mısralar halinde
dile getirenlere de ozan adı verilmeye çalışılır; oysaki [örneğin] Homeros ve
Empedokles arasında ölçülü yazmaktan başka hiçbir ortak yan yoktur. Homeros,
haklı olarak ozan diye adlandırılır. Fakat buna karşılık Empedokles'in daha çok
doğa bilgini olarak adlandırılması gerekir.
İkinci Bölüm
13
(1) O halde taklit edenler [sanatçılar], eylemde
bulunanları taklit ettiklerine göre, buradan zorunlu olarak şu sonuç çıkar:
Eylemde bulunanlar ya iyi ya da kötüdürler; insanlar, karakter bakımından iyi
ya da kötü olmaları bakımından birbirlerinden ayrıldığına göre, bütün ahlaksal
özelliklerimiz dönüp dolaşıp sonunda bu iyi-kötü karşıtlığına varır.
(2) Buna göre ozanlar, ya ortalama insandan daha iyi ya
da daha kötü olanları yahut da ortalama insanların eylemlerini taklit ederler.
[iyileri, kötüleri, gerçeğe uygun olanları taklit eden ressamlar], [iyi-gerçeğe
uygun-kötü]
Üçüncü Bölüm
14
(1) (Yukarıda ele alınmış olan) taklit ayrılıklarına bir
üçüncüsü daha katılır: Bu, tek tek nesnelerin taklit edildiği tarz'dır.
Çünkü, aynı taklit araçlarıyla aynı nesneler farklı olarak taklit
edilebilirler.
15
... taklidin kullandığı araç, taklidin yöneldiği nesneler
ve taklidin tarzı...
(2) ... etkinlik ve eylem içinde gösterme... ... etkinlik
ve bir dramatik eylem içinde bulunan kişileri taklit [etmek]...
16
[eylem: (Megara'lılar) dran; (Atina'lılar) prâttein
sözcüğünü kullanıyorlar]
Dördüncü Bölüm
(1) Şiir sanatı genel olarak varlığını, insan doğasında
temellenen iki temel neden'e borçlu gibi görünüyor. Bunlardan birisi taklit
içtepisi olup, insanlarda doğuştan vardır; insanlar, bütün öteki yaratıklardan
özellikle taklit etmeye olağanüstü yetili olmalarıyla ayrılır ve ilk
bilgilerini de taklit yoluyla elde ederler. İkinci, bütün taklit ürünleri
karşısında duyulan hoşlanma'dır ki, bu, insan için karakteristiktir. Sanat
yapıtları karşısındaki yaşantılarımız bunu kanıtlar. Çünkü, gerçeklikte
hoşlanmayarak baktığımız bir nesne [örneğin tiksinti uyandıran bir hayvan ya da
ceset] özellikle tamamlanmış bir resim haline geldiğinde, bu kez ona hoşlanarak
bakarız... Bunun nedeni, öğrenmenin verdiği derin hoşlanmadır... Ancak çoğunlukta
bu hoşlanma geçicidir.
17
(2) Bir resme bakan, bu resmin neyi betimlediğini,
gerçeklikteki bu ya da şu kimsenin resmi olduğunu öğrenir; bundan ötürü de
resme hoşlanarak bakar. Fakat resmin ilgili olduğu nesne eğer tesadüfen daha
önceden görülmemişse, o zaman taklit olan bu resim, böyle bir taklit yapıtı olarak
bakanda bir hoşlanma duygusu uyandırmaz; tersine, teknik yetkinlik, renk yahut
bu tür herhangi bir nedenden ötürü bir hoşlanma uyandırabilir.
(3) O halde taklit içtepisi, insanlarda doğuştan var
olduğuna ve aynı şey, harmoni ile ritm'in -çünkü şiirdeki ölçünün, ritm'in bir
türü olduğu açıktır- uyandırdığı duygular için de doğru olduğuna göre, oldum
olası bunlar için yetili olan ve bu yetiyi yavaş yavaş geliştiren insanlar,
ilkin uzun uzun düşünmeden yapılan denemeler'den hareket ederek şiir sanatını
oluşturmuşlardır.
(4) Şiir sanatı, ozanların karakterlerine uygun olarak
iki yön alır; zira, ağır başlı ve soylu karakterli ozanlar, ahlakça iyi ve soylu kişilerin iyi ve soylu
eylemlerini taklit ederler; hafifmeşrep karakterli ozanlar ise, bayağı
yaradılıştaki insanların eylemlerini taklit ederler. Birinciler bunu ilkin
hymnos'lar ve övgü şiirleriyle yaptıkları halde, ikinciler, alaylı şiirler
yazmakla yapmışlardır.
18
(7) Ama tragedya ile komedya oluşturulduktan sonra
ozanlar, eğilimlerine göre, ya bu türe ya da öteki türe bağlandılar...
19
(9) Böylece tragedya, varılan her bir gelişme basamağının
yetkinleştirilmesiyle yavaş yavaş biçim kazandı. Birbirini kovalayan bir çok
şekil değiştirmelerden sonra da özüne en uygun biçimi bularak bugünkü şekli
elde etmiş oldu. ... mısra ölçüsünde de (trokhaik) tetrametre'nin yerini
(jambik) trimetre aldı. Başlangıçta tetrametre kullanılıyordu, çünkü tragik
şiir satyr oyununa ve dansa yakındı. Fakat (tragik) stil nasıl geliştiyse, aynı
şekilde ona uygun bir mısra ölçüsü de kendiliğinden ortaya çıktı. Çünkü, bütün
ölçüler arasında jambik ölçü, konuşma tonuna en uygun olanıdır. gündelik
konuşmalarımız içinde jambik (trimetre'leri) sık sık kullanmamız bunun doğruluğunu
gösterir. Hexametre'yi ise pek ender olarak, o da gündelik konuşma tonunu
bırakırsak kullanıyoruz.
Beşinci Bölüm
20
(1) Komedya, daha önce de söylendiği gibi, ortalamadan
daha aşağı olan karakterlerin taklididir; bununla birlikte komedya, her kötü
olan şeyi de taklit etmez; tersine, gülünç olan'ı taklit eder; bu da soylu
olmayanın bir kısmıdır. Çünkü, gülünç olan'ın özü, soylu olmayışa ve kusur'a
dayanır. fakat bu kusur, hiç bir acılı, hiçbir zararlı etkide bulunmaz. Nasıl
ki komik bir maskenin, çirkin ve kusurlu olmakla birlikte, asla acı veren bir
ifadesi olmayışı gibi.
21
(3) Epos, ölçülü (vezinli) sözlerle ağır başlı konuları
taklit etmesi bakımından tragedyaya benzer; fakat aynı ölçüyü ve öykü biçimini
kullanmasıyla da tragedyadan ayrılır. Başka bir ayrılık da [zamanla ilgili]
uzunluk yönündendir. Çünkü, tragedya öyküyü, güneşin doğuşu ve batışı arasında
geçen zaman içinde tamamlamaya çalışır, yahut da pek az bunun dışına çıkar.
Oysa, epos zaman yönünden sınırlandırılmamıştır. ... Bununla birlikte, tragedya
ozanları da başlangıçta epos ozanları gibi hareket ediyorlardı.
(4) Epos ve tragedyayı oluşturan bölümlere gelince: Bunlardan
kimisi her ikisinde de ortaktır, kimisi de yalnızca tragedyaya özgüdür. Bu
yüzden bir tragedyayı iyi ya da kötü yapan öğeleri bilen bir kimse, aynı zamanda
epos'u bu yönden yargılayabilir. Çünkü, epik şiirin sahip olduğu her şey
tragedya'da vardır; fakat tragedya'da bulunan her şeye epik şiir sahip değildir.
Altıncı Bölüm
22
(1) Epos'u, yani hexametre ölçüsüyle yapılan taklidi ve
komedyayı daha sonra ele almak, şimdi ise yalnızca tragedyayı, şimdiye dek
söylenenlere dayanarak onun tanımı'nı ortaya koymakla daha yakından görmek
istiyoruz.
(2) O halde tragedya, ahlaksal bakımdan ağır başlı, başı
ve sonu olan, belli bir uzunluğu bulunan bir eylemin taklididir; sanatça
güzelleştirilmiş bir dili vardır; içine aldığı her bölüm için özel araçlar
kullanır; eylemde bulunan kişilerce temsil edilir. Bu bakımdan tragedya, salt
bir öykü [mythos] değildir. "Tragedyanın ödevi, uyandırdığı acıma ve korku
duygularıyla ruhu tutkulardan temizlemektir" (katharsis). "Sanatça
güzelleştirilmiş dil" deyince, harmoniyi, yani şarkı ve mısra ölçüsünü
içine alan bir dili anlıyorum. "Her bölüm için özel araçlar kullanır"
deyince de, kimi bölümlerde yalnız ölçünün, kimi bölümlerde ise aynı zamanda
müzik ile şarkının kullanılmasını anlıyorum. <...>.
(3) Tragedya denen bu taklit, eylem halindeki kişilerce
oynandığına göre, zorunlu olarak ilk planda göz önünde bulundurulması gereken
şey, dekoration'dur; nitekim, dekoration, tragedyanın bir öğesidir. Bundan
sonra müzik ve dil gelir. Bunlar, taklidin kendileriyle yapıldığı araçlardır.
Burada dil deyince, sözcüklerin ölçüyle (vezin) sokulmuş bir düzenini, müzik
deyince de herkesin bununla anladığı şeyi anlıyorum.
23
(4) Tragedya, bir eylemin taklididir. Bu eylem, karakter
ve düşünce bakımından belli bir özellikte olması gereken eylem halindeki
kişilerce temsil edildiğine göre, -çünkü, bu iki etkenle eylemler belli bir
özellik kazanırlar-, o halde karakter ve düşünce, tragik eylemin iki etkeni
olarak ortaya çıkar; kişiler, eylemlerinde bu iki etkene uyarak ereklerine
[mutluluğa] ulaşırlar ya da ulaşamazlar.
(5) O halde, bir eylemin taklidi, öykü'dür (mythos). Öykü
deyince, olayların örgüsünü; karakter deyince, eylemde bulunan kişilere kendisi
bakımından bir özellik yorduğumuz şeyi; düşünce deyince de kendisiyle
konuşanların bir şey kanıtladığı ya da genel bir hakikate ifade verdikleri şeyi
anlıyorum.
(6) Buna göre de bir tragedyanın altı öğesi olduğu ortaya
çıkar. Bu öğeler, tragedyayı belli bir şiir türü olarak nitelendirirler. Bunlar:
öykü (mythos), karakterler, dil, düşünceler, dekoration ve müzik'tir. Bunlardan
ikisi (dil ve müzik) taklit araçlarını, birisi (dekoration) taklit tarzını ve
geri kalan üçü de (öykü, karakter ve düşünceler) taklit nesnelerini oluşturur.
Tragedyanın sahip olduğu bütün öğeler bunlardır.
(7) Bu öğeler arasında en önemlisi, olayların [uygun bir
şekilde] birbiriyle bağlanmasıdır. Çünkü, tragedya, kişilerin değil, tersine
onların eylemlerinin, mutluluk ve felaket içinde geçen bir hayatın taklididir.
Mutluluk ve felaket, eyleme dayanır; hayatımızın son ereği ise, eylemdir, yoksa
eylemin dışında olan bir şey değil. Karakter bakımından biz ya şu ya da bu
özellikteyiz; eylem bakımından ise ya mutluyuzdur, ya da mutlu değilizdir. O
halde tragedya ozanları eylemde bulunan kişileri ortaya koyarken karakterleri
taklit amacını gütmez. Tersine onlar, eylemlerden ötürü karakterleri de
birlikte ortaya koyarlar.
24
(8) Bundan başka, karaktere dayanmayan tragedya
olabildiği halde, bir öyküsü olmayan [eyleme dayanmayan] tragedya olmaz. Çoğu
yeni ozanların tragedyaları, (tek tek) karakter çizgilerinin belirtilmediği
tragedyalardır ve genellikle böyle birçok ozan vardır. Ressamlar arasında da
Zeuxis'in Polygnotos karşısındaki tavrı böyledir. Polygnotos, iyi bir karakter
ressamıdır; buna karşılık Zeuxis'in yapıtları bundan yoksundur.
(9) ... bir ozan, karakterleri belirten triad'ları,
onlara uygun bir dilsel anlatım ve düşünceler içinde birbiri ardına sıralarsa,
bununla da bizim tragedya önüne koyduğumuz ödevi yerine getirmiş olmaz. Bütün
bu adı geçen öğeler yönünden zayıf olan, fakat bir öyküsü (mythos) bulunan ve
olayların [uygun ve doğal] bağlılığına dayanan bir tragedya, öbüründen çok daha
üstün olan bir tragedyadır.
(11) öykü...
(12) karakterler...
(13) düşünceler... Düşünceler deyince, koşulların
emrettiği ve koşullara uygun olan şeyleri söyleme ile tartışma yetisini
anlıyorum.
(14) karakter... Karakter, belli bir istem yönünün
anlattığı şeydir; bunun için konuşanın elde etmek ya da kaçınmak istediği bir
şeyin bulunmadığı dialog partilerinden oluşmuş tragedyalarda karakter ifadesi
yoktur.
(15) dil... sözcükler aracılığıyla bir şeyi anlatma...
(16) müzik... dekoration... Dekoration ise, en çok etki
yapandır. Fakat dekoration, kuramsal araştırmaya en az elverişli bir öğe olup,
onun şiir sanatıyla bir iç bağlılığı yoktur. Sahnede temsil edilmeden ... de
tragedyanın yarattığı etkiye ulaşılabilir.
Yedinci Bölüm
27
(1) ... olayların nasıl örülmesi gerektiği... Tragedya,
tamamlanmış, bütünlüğü olan bir eylemin taklididir; bu eylemin belli bir
büyüklüğü (uzunluğu) vardır. ... Bir bütün ise, başı, ortası ve sonu olan
şeydir. Baş, herhangi bir şeyin zorunlu sonucu olmayan şeydir. Ondan sonra ise
zorunlu olarak bir şey gelir. Son ise tersine, bir başka şeyden sonra zorunlu
olarak gelmesi gereken ve gerçekten de gelen şeydir. Ne var ki, sonun ardından
hiçbir şey gelmez. Son olarak 'orta' ise, bir başka şeyden sonra gelen ve
kendinden sonra da bir başka şeyin geleceği şeydir. ... İyi kurulmuş öykülerin
(mythos) ne gelişigüzel başı olabilir, ne de gelişigüzel sonu...
(2) Bundan başka, "güzel" ister bir canlı varlık,
isterse belli parçalardan oluşmuş bir nesne olsun, sadece içine aldığı
parçaların uygun düzenini göstermez. Aynı zamanda onun gelişigüzel olmayan bir
büyüklüğü de vardır. Çünkü güzel, düzene ve büyüklüğe dayanır. Bundan ötürü ne
çok küçük bir şey güzel olabilir, çünkü kavrayışımız, algılanamayacak kadar
küçük olanın sınırlarında dağılır, ne de çok büyük bir şey güzel olabilir. ...
(Güzel olabilmek için) nasıl maddi nesnelerin ve canlı varlıkların, gözün
onları kolayca kavrayabileceği bir büyüklükte olması gerekiyorsa, aynı şekilde
öykünün de (mythos) anımsama gücünün kolayca saklayabileceği belli bir uzunluğu
olmalıdır.
28
(3) Kavranabilir uzunlukta olan bir öykü (mythos) daima
daha üstündür. Kural olarak bunu şöyle anlatabiliriz: En uygun uzunluk, bir
eylemin olasılık (doğal, eikos) ya da zorunluluk yasaları'na göre nasıl
geliştiğini, felaketten mutluluğa ya da mutluluktan felakete geçişin nasıl
oluştuğunu içine aldığı olaylar çerçevesi içinde gösterebilen uzunluktur.
Sekizinci Bölüm
29
(1) ... öykü, bir tek kahraman çevresinde dönüyorsa, o
öykü birlikli değildir. Çünkü, bir kişinin başından sayısız şeyler geçebilir ve
çoğunlukla bunlardan birlikli hiçbir şey çıkmaz.
Dokuzuncu Bölüm
30
(1) ... Ozanın ödevi, gerçekten olan şeyi değil, tersine,
olabilir olan şeyi, yani olasılık ya da zorunluluk yasalarına göre olanaklı
olan şeyi anlatmaktır.
(2) [tarih ve tragedya arasındaki fark:] Tarihçi daha çok
gerçekten olan'ı, ozansa olabilir olan'ı anlatır.
(3) Bunun için şiir, tarih yapıtına oranla daha felsefi
olduğu gibi, daha üstün olarak da değerlendirilebilir. Çünkü şiir, daha çok
genel olanı, tarihse tek olanı anlatır. Genel olan deyince de, olasılık ya da
zorunluluk yasalarına göre, belli özellikteki bir kişinin böyle ya da şöyle
konuşmasını, böyle ya da şöyle eylemde bulunmasını anlıyoruz.
(4), (5) [ozanlar tragedyalarında adı geçen kişileri
uydururlar, bazen de gerçek bir iki kişinin adlarını kullanırlar]
(6) Bunun için gelenekle gelen ve tragedyaların genel
olarak ele aldıkları konulara her ne pahasına olursa olsun bağlanmaya
çalışmamak gerekir.
32
(7) Ozan, gücünü ölçüden (vezin) daha çok öyküde
göstermelidir. Çünkü ozan, taklit etmesinden ötürü bir ozandır. Taklidin
konusunuysa, eylemler oluştururlar.
(8) Bütün öyküler ve eylemler arasında episod'lara
dayananlar en kötüleridir. Episod'lara dayanan öykü deyince, içinde episod'ların
birbirlerini olasılık yahut zorunluluk yasalarına göre kovalamadığı öyküleri
anlıyorum.
(9) Burada ele aldığımız konu, bir eylemin taklide
dayanan betimlemesidir; bu eylem, yalnızca tamamlanmış bir eylem olmayıp aynı
zamanda korku ve acıma duyguları uyandıran olayları da kapsar. Bunlar ise her
şeyden önce, olayların beklenmedik bir anda birbirlerini kovalamalarıyla ortaya
çıkarlar. Böylece de olağanüstü meydana gelir ki, bu, tragedyanın en etkili bir
öğesidir. Olağanüstü de kendiliğinden, rastlantıyla ortaya çıkarsa, o zaman
onun etkisi çok daha büyük olur. Salt rastlantıya dayanan olaylar arasında en
çok olağanüstü olan, aynı zamanda erekli gibi görünen olaylardır. Örneğin,
Argos'da Mytis'in heykeli Mytis'in ölümünden suçlu olan adam ona bakarken
üstüne yıkılıp öldürür. Böyle bir olay, hiç de rastlantıymış gibi bir izlenim
uyandırmaz. Bunun için bu şekilde kurulmuş öyküler, sanat yönünden daha
değerlidirler (güzeldirler).
Onuncu Bölüm
33
baht dönüşü (peripetie) ve tanınma (anagnorisis)
Onbirinci Bölüm
34
(1) Peripetie, eylemlerin düşünülenin tam tersine
dönmesidir. Bu da bize göre, olasılık ya da zorunluluk yasalarına uygun olarak
oluşur.
(2) Anagronisis (tanınma), adının da anlattığı gibi,
bilgisizlikten bilgiye geçiştir. Bu da, alın yazısının mutluluk ya da felaket
için belirlediği kişilerin ya dostluğuna ya da düşmanlığına götürür. Sanat
yönünden güzel tanınmalar, aynı zamanda peripetie ile birlikte oluşan
tanınmalardır...
35
(5) Peripetie ve tanınma, böylece öykünün iki öğesidir. Üçüncü
öğe ise, acı veren eylem'dir (pathos). ... öldürmeler, maddi acı halleri,
yaralamalar...
Onikinci Bölüm
(1) Tragedyanın nitel (iç) öğeleri olarak kavranması
gereken bölümlerini yukarda görmüş bulunuyoruz. Nicel (dış) bölümlere ...
gelince: Bunlar, prolog, episod'lar, exodos, koro şarkısı'dır. (Koro şarkısı kendi
içinde parados ve stasimon diye ikiye ayrılır). Ama tragedyaya özgü olan
bölümler ise, sahne şarkıları (aria'lar) ve kommoi'lardır [sahnede koro ile
oyuncular arasında karşılıklı olarak söylenen şarkılar].
36
(2) Prolog, tragedyanın koro gelmeden önceki bütün
bölümüdür. Episod, iki tam koro şarkısı arasında kalan bütün bölüm. Exodos,
arkasında artık hiçbir koro şarkısının bulunmadığı bütün bölüm.
Onüçüncü Bölüm
(1) Tragik öykünün düzenlenmesinde erek ne olmalıdır? ...
Tragedya ödevini nasıl gerçekleştirir?
(2) Tragedyanın kuruluşu, yalın değil, karmaşık
olmalıdır. Tragedya, korku ve acıma duyguları uyandıran eylemleri taklit
etmelidir. Bu, tragedya denen sanatın özelliğini oluşturur. Buna göre de
tragedya ozanının yapacağı şey şudur: Ne erdemli kişileri mutluluktan felakete
düşmüş olarak göstermeli; çünkü böyle bir hal, korku ve acıma değil, tersine
yalnızca öfke uyandırır, ne de kötü kişileri felaketten mutluluğa ermiş olarak
göstermeli; çünkü böyle bir şey, asla tragik olmazdı. ... Bundan başka, çok kötü
olan birinin mutluluktan felakete düşmüş olarak gösterilmemesi gerekir. Böyle
bir olay her ne kadar adalet duygusunu tatmin ederse de, korku ve acıma duygusu
uyandırmaz. Çünkü acıma, layık olmadığı halde acıya uğramış bir kimse karşısında
duyulur. Korku da, acıyı çekenle kendi aramızda bir benzerlik bulmamızdan
doğar. O halde tamamıyle kötü olan birinin mutluluktan felakete düşmesi, ne
korku, ne de acıma uyandırır.
(3) Ancak, geriye yalnız bir kişi kalıyor. Bu kişi,
yukardaki her iki tipin ortasında bulunur: Ne ahlaksal yeti, ne adalet
bakımından, ne de kötülük ve ahlak düşüklüğü yönünden olağanüstüdür. Tersine o,
herhangi bir suçla suçlanmış olan bir kimsedir, Oidipus ve Theyestes, o
kuşakların tanınmış öbür kahramanları gibi büyük bir onura sahiptir, mutlu bir
yaşam sürer. [Foucault'nun Oidipus yorumu...]
(4) ... baht dönüşü de felaketten mutluluğa değil,
tersine mutluluktan felakete dönmelidir.
38
(5) Bu biçimden kurulmuş olan bir öyküden, sanat
kurallarına uygun en güzel tragedya oluşur.
Ondördüncü Bölüm
39
(1) Korku ve acıma, ya sahne dekorasyonu aracılığıyla
uyandırılır, ya da onlar olayların örgüsünden, kendiliğinden doğarlar. Bu
ikincisi daha üstün olup iyi ozanların işidir. ... Yalnız, sahne dekorasyonu
aracılığıyla böyle bir etkiye ulaşmanın sanat değeri pek yoktur. Çünkü böyle
bir etkiye ulaşmak için, öyküye ilişkin olmayan tiyatro araçları kullanılır.
Ancak, sahne dekorasyonu aracılığıyla korku ve acıma değil de, sırf olağanüstü
olan'ı göstermek isteyen yapıtların da tragedyayla hiçbir ortak yanı yoktur.
40
(2) [Düşman düşmana, dost dosta saldırdığında korku ve
acıma uyandırmaz]
(3) [Akrabalar arasında yaşanan saldırılarsa korku ve
acıma uyandırır]
Onbeşinci Bölüm
42
(1) Karakterler... [ahlak bakımından iyi olmaları
gerekir]
43
(2) uygunluk... [cesaret kadına uygun değil... gibi]
(3) benzeyiş...
(4) tutarlılık...
44
Deus ex machina [antik tiyatroda,
tanrıyı oynayan aktör, bir düzenek (machina bu oluyor) yardımıyla havada
tutulur... ve daha sonra, her şeyin düğümlendiği anda, kontrolden çıkan oyunu
bir sonuca bağlamak için gökten tanrı iner, sorunları anında çözer... ekşi'den
karışık]
(8) Ancak tragedyada olası olmayan [akla aykırı olan,
doğal olmayan] hiçbir şey olmamalıdır. Böyle bir şeyden kaçılamıyorsa, o zaman
bu, tragedyanın dışında kalmalıdır. Sophokles'in Oidipus'unda olduğu gibi.
(9) O halde tragedya, ortalama insandan daha iyi olan
insanların taklidi olduğuna göre, ozanların, taklit ederken iyi portre
ressamlarını örnek olarak almaları gerekir. Çünkü, portre ressamları, portresini
yaptıkları kimselerin özelliğini ortaya koymakla ve onlara benzer bir resim
yapmakla, aslında onları, olduklarından daha güzel olarak resmederler
(idealleştirirler). Böylece taklit eden ozan da, eğer kızgın, hafifmeşrep ya da
bu gibi karakterlere sahip kişileri yansıtacaksa, bütün bu tutkulara karşın,
onları ahlak bakımından üstün insanlar olarak ifade etmelidir.
Onaltıncı Bölüm
(1) Tanınma'nın (anagnorisis) ne olduğu önce söylenmişti.
Şimdi tanınma'nın türlerine gelince, bunlardan ilki, en az sanatsal olanıdır.
Ozanlar da çoğunlukla çaresiz kalınca onu kullanırlar. Bu, nişan yoluyla
tanınmadır [mızrak, yara izi, nesneler, kolye, Troya'da tekne, gibi...]
46
... yalnız nişana dayanarak oluşan tanınmalar pek az
ustaca olan tanınmalardır; genellikle bütün bu türden dıştan olan tanınmalar
hep böyledir. Bununla birlikte peripetie'den (baht dönüşü) doğan tanınmalar ...
daha iyidirler.
(3) Üçüncü tür tanınma, bir anımsamayla belirir. Yaşanmış
olan şeylerin anımsanmasıyla... [kahraman, resmi görünce göz yaşlarını
tutamayışı; Odysseus, bir şarkıyı dinleyip
bütün olanları anımsayınca, göz yaşlarını koyvermesi... gibi]
47
(4) Dördüncü tür tanınma, bir akılyürütmeye dayanan
tanınmadır... [Kız kardeşim kurban edilmiştir, o halde ben de kurban
edilmeliyim!; Oğlumu bulmak için geldim, şimdi de kendim ölüme gidiyorum!;
Kadınlar, vaktiyle terk edilmiş oldukları yeri şimdi görünce, hemen buradan
kendi alınyazılarını çıkardılar; çünkü alınyazıları, onları burada, terk
edilmiş oldukları yerde ölmek için belirlemişti... gibi]
48
(5) Bütün bu tanınmalar arasında en iyisi, olayların
kendiliğinden ortaya koyduğu tanınmalardır. Bu tanınma, tümüyle olası olayların
sonunda umulmayan bir şeyin belirmesiyle ortaya çıkar.
Onyedinci Bölüm
(1) Öykünün gerek düzenlenmesinde, gerekse dil yönünden
işlenmesinde ozan, olayları olabildiğince göz önünde bulundurmalıdır. Olayları,
sanki gerçekten meydana gelirken onlarla birlikteymişçesine apaçık tasarlarsa,
o zaman uygun olanı bulabilir ve pek çok az çelişkiye düşebilir.
49
(2) ... ozan, olabildiği ölçüde, sahnede yapıtını
oynayacak kişilerin yapacakları eylem ve davranışları, [yapıtını yazarken]
kendisi yaparak, bunları [anlatmak istediği ruh hallerini anlatıp anlatmadığını]
denetlemeli. Çünkü, heyecan özelliği bakımından kendini [yapıtta söz konusu
olan] ruh hallerinde ortaya koyabilen ozanlar, en kandırıcı olanlardır.
Onsekizinci Bölüm
51
(1) Her tragedya bir düğüm, bir de çözüm'den oluşur. Çoğu
yapıtın dışında, kimi yapıtın da içinde bulunan olaylar, düğümü oluştururlar;
bütün geri kalan olaylar ise, çözümü. Düğüm deyince, yapıtın başından mutluluk
yahut felakete doğru baht dönüşü için sınır oluşturan bölüme dek uzanan olaylar
örgüsünü anlıyorum. Çözüm deyince de, bu baht dönüşünden yapıtın sonuna dek
olan bölümü anlıyorum.
52
(2) Nasıl tragedya'nın dört bölümü varsa, aynı şekilde
dört tür de tragedya vardır: 1) Karmaşık tragedya ki bu, peripetie yahut tanınmaya
dayanır. 2) Acılı bir eylemi kapsayan patetik tragedya. 3) Karakter
betimlemesine dayanan ethik tragedya. 4) Yalın tragedya ki bu,
son iki tragedyayla kendini bağlılık içinde gösterir... En iyisi, bir ozanın
bütün bu tragedya türlerine egemen olmasıdır. Ama, bu olmuyorsa, o zaman çoğunu
ve en önemlilerini kullanabilmelidir.
(3) Bir çok ozan, düğümde başarı gösterdiği halde,
çözümde başarı gösteremez. Ancak, zorunlu olan, her ikisinin de bir uygunluk
içinde bulunmasıdır.
(4) ... ozan tragedyasını epik olarak şekillendirmemeyi
daima aklında tutmalıdır. Epik deyince anladığım şey, malzeme bakımından çok
geniş tutulmuş bir konudur.
53
(6) ... ozan, koro'yu da, oyunculardan biriymiş gibi
kabul etmelidir. Koro, bütünü tamamlayan bir (organik) parça olmalıdır. ...
dramatik eyleme katılmalıdır.
54
(1) (Tragedya'nın) bütün bu öğelerini gördükten sonra,
geriye yalnız dilsel anlatım ile düşünceler (dianoia) üzerinde konuşmak
kalıyor. Düşüncelere gelince, bunların yeri retorik üzerine yazılmış kitaplar
olmalıdır. Çünkü düşünceler, bu retorik denen araştırma alanı içine girerler.
Düşüncelerin oluşturduğu alana, akla dayanan söz aracılığıyla ortaya konan her
şey girdiği gibi, kanıtlama ve çürütme, korku, kızgınlıkla daha bu çeşitli
duyguların uyandırılması ve bundan başka olayların büyütülüp küçültülmesi de
girer.
55
... [eylem ve söz] arasında [bu bakımdan] fark var: Eylemlerde
düşünceler, söz aracı olmadan da anlatım bulurlar; buna karşılık sözde ise,
onlar, konuşan tarafından oluşturulur, dolaylı olarak yine sözün ürünüdür. Aksi
halde, eğer düşünceler sözün aracılığı olmadan gün ışığına çıkabilselerdi, o
zaman konuşanın ödevi neden ibaret olacaktı?
(2) Dilsel anlatım alanına giren şeylere gelince:
Bunlardan ilki, konuşma biçimlerinin (cümle şekilleri, kipler)
araştırılmasıdır. Bunların bilgisi ise daha çok konuşma sanatının konusunu
oluşturur; örneğin emir nedir, arzu yahut öykü ya da tehdit yahut da soru ve
yanıt nedir?
Ondokuzuncu Bölüm
56
(1) Dilsel anlatımın bütünlüğü içine şu bölümler girer:
Harf, hece, bağlaç, tanım edatı, isim, fiil, hal (flexion) ve cümle. Harf, daha
başka seslere ayrılamayan bir sestir. [buradan sonra sesli ve sessiz
harflerden, vurgulardan bahsediyor...]
(2) Hece, bileşik ve anlamsız bir sestir. Bir sessiz harf
(muta) yahut yarım vokal (liquida) ile bir vokal'in birleşmesinden meydana
gelir.
57
(3) Bağlaç, bileşik, anlamsız olan bir ses bütünüdür...
[gerçi, gerçekten, fakat...]
(4)Tanım edatı, bileşik, anlamsız bir ses bütünüdür; ...
bir cümlenin başını yahut sonunu yahut da tek tek bölümlerini gösterir...
[etrafında, hakkında, üzerine, ...]
(5) İsim, bileşik, anlamlı ve zaman yönünden
belirlenmemiş olan bir ses bütünüdür. [Theodoros= tanrı armağanı].
(6) Fiil, bileşik, anlamlı ve zaman belirlemesine sahip
olan bir ses bütünüdür. [gidiyor, gitti, gidecek]
58
(7) Çekim, isim ya da fiille ilgilidir.
(8) Cümle, bileşik ve anlamlı bir ses bütünü olup, bunun
bazı parçaları kendi başlarına da anlamlı olabilirler.
Yirminci Bölüm
59
(1) İsim ya yalındır, ya da bileşiktir.
(2) Her sözcük ya ortak olarak kullanılan ..., ya yabancı
[taşrada kullanılan] ... ya da bir mecaz sözcüğüdür veya süs sözcüğü yahut yeni
türetilmiş bir sözcük veya uzatılmış ... kısaltılmış ... değiştirilmiş bir
sözcüktür.
(3) Ortak olarak kullanılan bir sözcük... Yabancı
sözcük...
(4) Mecaz (metaphoria) bir sözcüğe, kendi özel anlamının
dışında başka bir anlam verilmesidir. Bu da, (1) cinsin anlamının türe
verilmesi, (2) türün anlamının cinse verilmesi yahut (3) bir türün anlamının
bir başka türe verilmesi yahut da son olarak (4) bir orantıya göre olur.
(1)
"Gemim burada duruyor" [demirlemek = durmak] (2)
"Evet, binbir iyi şeyler yaptı" binbir = çok] (3)
"Bakırla onun ruhunu kuyudan su çekercesine çekerek" "bükülmez bakırla keserek"
[çekmek = kesmek; kesmek = çekmek] (4)
Dört üyelik bir diziden, eğer ikinci (B), birinciye karşı, dördüncünün (D) üçüncüye (C) davrandığı gibi davranırsa,
buna ben orantı diyorum. Sonra ikincinin
(B) yerine dördüncü (D), ya da dördüncünün (D) yerine ikinci alabilir. Öyle ki,
zaman zaman başka bir şeyin yerine konmuş olan bir şey, yerine konulanın ilgi içinde bulunduğu
şeye de katılır. (+A veya +C). Örneğin,
bununla anlatmak istediğimiz şey şudur: Kadeh (B) ile Dionysos (A)
arasındaki ilgi, kalkan (D) ile Ares arasındaki (C) ilgi gibidir. O halde kadeh
(B), Dionysos'un kalkanı (A+D) ve kalkan (D) Ares'in kadehidir (B+C) diyebiliriz. Yahut: Yaşlılığın
(D) hayatla (C) ilgisi, akşamın (B) gün (A) ile olan ilgisine benzer. Buna göre de akşam
(B), günün yaşlanması olarak (D+A)
yahut da yaşlılık (D) hayatın akşamıdır (B+C) ya da hayatın batışıdır denebilir. Bazı mecazlarda orantılı
üye için belli bir isim bulunmaz. Fakat yine
de orantı mecazı kullanılabilir. Örneğin: Tohum serpmenin adı ekmektir, güneş ışınlarının serpilmesi için özel bir ad
yoktur. Fakat güneş ışınlarının
dağılmasının (serpilmesi) (B) güneşle (A) ilgisi, ekmenin (D) tohumla (C) ilgisi
gibidir. Bundan ötürü ozan şöyle söyler: "Güneş, Tanrı'nın yarattığı
ışınları ekiyor". (D+A).
Yirmiikinci Bölüm
63
(1) Dilsel anlatıma gelince: Bir dilsel anlatım açık
olur, buna karşılık, bayağı olmazsa, o iyi bir dilsel anlatımdır: Kuşkusuz en
açık dil, herkesin ortak olarak kullandığı sözcükleri kullanan dildir. Fakat
böyle herkes için ortak olan sözcükleri kullanan dil, açıklık yanında aynı
zamanda bayağılığı da beraberinde getirir. ... Alışılmış sözcüklerin kullanılmasıyla
bir dil, gündelik ve kaba olmaktan kurtulur, yücelir. Alışılmamış sözcük
deyince, yalnızca yabancı sözcükleri değil, aynı zamanda mecazları, uzatılmış
sözcükleri ve genel olarak da gündelik dışında kaşan şeyleri anlıyorum.
(2) Ama, bir ozan çıkar da bütün şiiri bu gibi
alışılmamış deyimlerle yazma isterse, o zaman bu anlaşılması çok güç bir dil,
bir bilmece dili olur.
64
Herkesin ortak olarak kullandığı sözcükler düzeninde,
insanların üzerinde birleşemeyecekleri durum yoktur, fakat mecazlarda bu
olabilir. ... Bundan ötürü bu biçimler, yani yabancı sözcükler, mecazlar, süs
sözcükleri ve daha bu çeşitten olan ... deyimler, belli bir karışım içinde
kullanılmalıdırlar. [Böylece] ... gündelik
dilden ve onun bayağılığından kaçınılmış olur. Herkesin ortak olarak kullandığı
sözcüklerin kullanılması da, dile ayrıca [dil için zorunlu olan bir] açıklık
sağlar.
65
(4) Biri çıkıp da mecazları, yabancı sözcükleri ve
alışılmamış deyimlerin öteki çeşitlerini sırf güldürücü bir etkiye ulaşmak
ereğiyle ölçüsüz (vezinsiz) olarak kullanmak isterse, bu, sadece gülünç bir şey
olur.
66
"Fakat şimdi ise böyle bir cüce, değersiz, çirkin
bir adamcık"
= Fakat şimdi böyle bir küçük, zayıf ve çirkin bir
adamcık
67
"altına basit bir seki ve önüne küçücük bir masa
koydu"
= altına kötü bir seki ve önüne zavallı bir masa koydu
68
(7) İyi mecazlar bulmak demek, benzerlikler için keskin
bir görüşe sahip olmak demektir...
Yirmiüçüncü Bölüm
(1) Öyküsü olan, birlikli bir ölçü (vezin) ile yazılan taklide
(şiire) gelince: Öykü burada da, tragedyalarda olduğu gibi dramatik olarak
kurulmalıdır; yani, öykünün birlikli ve tam bir canlı varlık gibi kendi özüne
uygun bir zevk duygusu yaratabilmesi için, birlikli bir bütün oluşturan ve
kendi içinde tamamlanmış bulunan, bir başı, bir ortası, bir de sonu olan bir
eylem dolayında geçmesi gerekir.
69
(2) O halde açıktır ki, bu kompozisyonlar (yani, epik
şiirler) tarihsel betimlemelere benzemezler. Çünkü, tarihsel betimlemeler,
zorunlulukla bir birlikli eylemin açıklanmasını değil de, bir tek zaman
bölümünün açıklanmasını amaçlarlar. Bu zaman bölümü içindeyse birinin başından
geçen her şeyi sayıp dökerler. Ayrıca bu olaylar birbiriyle gelişigüzel bir
ilgi içinde bulunurlar.
Yirmidördüncü Bölüm
70
(1) Bundan başka epos, tragedya'nın gösterdiği türleri
gösterir; başka bir deyişle, epos da ya yalın, ya karmaşık ya ahlaksal
(karakter betimler), ya pathetik (acılı) olabilir; müzik ve dekorasyonun
dışında, onların öğeleri de ortaktır. Çünkü, epos'un da peripetie'ye (baht
dönüşü), tanınma sahnelerine, karakterlere ve pathos'a (acılı olaylara)
ihtiyacı vardır. SOn olarak da epos, düşünceler ve dilsel anlatım kullanmak
gereğindedir.
71
(3) Kompozisyon'a gelince: Epos ve tragedya, uzunluk ve
ölçü (vezin) bakımından birbirlerinden ayrılırlar. ... epik şiirler, eski
ozanların yazdığı epos'lardan daha kısa, öte yandan bir epos, uzunluk
bakımından yalnızca bir günde oynanmak için belirlenmiş olan tragedya'ların
toplamına eşit olsaydı, o zaman böyle bir ölçü epos'a da uyardı.
(4) ... tragedya'da, aynı zamanda [zamandaş olarak]
meydana gelen olayları betimlemek ozan için olanaksızdır. Tersine, tragedya
ozanı, sahnede hareket halindeki kişilerce oynanan tek bir olayı
betimleyebilir. Buna karşılık, öyküsel bir taklit olarak epos'da, zamandaş
olarak meydana gelen birçok olay betimlenebilir; bu zamandaş olaylar
birbirleriyle içten bağlıysalar, o zaman onların betimlenebilmesiyle şiir bir
büyüklük elde eder.
72
(5) Ölçü'ye (vezin) gelince: Heroik ölçü (hexametre),
denemelerin gösterdiğine göre, epos'a en uygun bir ölçüdür. ... heroik ölçü
(hexametre), bütün ölçüler arasında en ağırı ve en dengeli olanıdır; bundan
ötürü de mecazlar ve yabancı sözcükler en başta bu ölçüyle kullanılır. ...
Jambik trimetre ve trokherik tetrametre, daha çok eylemlerin betimlemesine, ikinciyse
daha çok dansa elverişlidir.
(6) Ozan, kendi adına olabildiğince az konuşmalıdır.
Çünkü o, kendi adına konuşursa, artık bir taklitçi olmaktan çıkar.
73
(8) ... Homeros, öteki ozanlara akla aykırı olanın nasıl
anlatılabileceğini de göstermiştir. Bu bir yanlış tasıma (syllogism) dayanır.
Çünkü insanlar, eğer B (ikinci öncül), A'dan (birinci öncül) sonra geliyorsa, o
zaman B doğru ise, A'nın da doğru olduğunu sanırlar.
74
(dipnot) "Olanaksız" ... Aristoteles bununla
insan gücünü aşan şeyi anlıyor. Olası... olabilir, doğal olan şeyi anlıyor.
75
(10) Şiirin daha az etkili olduğu, yani karakter
betimlemeleriyle düşünceler yönünden pek parlak olmayan bölümlerde ozan, dilsel
anlatımları özel bir ilgiyle ele almalıdır. Öte yandan ise parlak bir stil, hem
karakter betimlemelerini, hem de düşünceleri gölgeleyebilir.
Yirmibeşinci Bölüm
(1) Aşağıdaki araştırma, [poetik] sorunlar (düşünceler)
ve çözümleri, bu sorunların sayıları ve çeşitleri üzerine ışık tutmak istiyor.
Çünkü, ozan tıpkı ressam yahut başka herhangi biçim verici sanatçı gibi taklit
edici bir betimleyicidir. Buna göre de ozanın şu üç olanaktan belli birini
zorunlulukla taklit etmesi gerekir. Yani,, ya (1) nesneleri nasıl idiyseler
yahut nasılsalar; ya da (2) nesneleri, mythos'lara yahut insanların inançlarına
göre nasılsalar; yahut da (3) nesneleri, nasıl olmaları gerekiyorsa, o şekilde
betimlemelidir. Bunlar, dil aracılığıyla taklit edilir. Bu da ya herkesin
ortaklaşa kullandığı sözcükler aracılığıyla, ya yabancı sözcükler, ya mecazlar,
ya da şiir dilinin sahip olduğu alışılmamış deyimlerin geri kalan çeşitleriyle
olur. Çünkü, ozan bu gibi deyimleri kullanmada özgürdür.
76
(2) Buna daha şu da katılır: Bütün sanatlarda doğru ile
yanlış, bir ve aynı şeyi anlatmaz, örneğin politika'da (devlet sanatında) da
şiir sanatında olduğu gibi. Şiir sanatında da iki türlü yanlış vardır: Biri, şiir
sanatının özü'yle ilgilidir, ötekiyse sadece dışa ilişkin bir yanlıştır.
(3) Bir ozan bir şeyi doğru olarak taklit etmek isterse,
ama, yetisizliğinden ötürü (bu ereğe ulaşamazsa), buradaki yanlış, şiir
sanatının özüyle ilgili yanlıştır. Buna karşılık ozan, konusunu doğru olarak
kavrayamaz, olanaksızı, örneğin sağ iki ayağıyla koşan bir atı betimlerse, ya
da tıp gibi başka bir sanata aykırı olan böyle bir şeyi taklit ederse, o zaman
bu yanlış şiir sanatının özüyle ilgili bir yanlış değildir.
(4) Olanaksız olanın betimlenmesi ... gerçi yanlıştır.
Fakat, şiir sanatı bununla ereğine ulaşıyorsa, o zaman bu doğrudur. Olanaksız
olanın betimlenmesiyle, ister olanaksızın dile geldiği bölüm, isterse başka
bölümler daha sarsıcı bir etki yapıyor (yani, daha ahlaksal oluyorsa), şiir
sanatı ereğine ulaşır...
80
prosodie mısra diliyle
uğraşan öğreti
amphibolie çift anlamlılık
82
(18) ... şiirde inanılabilir [olası] olan olanaksız,
inanılır [olası] olmayan bir olanağı üstün tutulmalıdır. Zeuxis'in resmettiği
çeşitten kimselerin gerçekte varolması olanaksızsa, o zaman bunlar, ereğe uygun
olan, yani gerçeğin üstünde (ideal) olan kişilerdir. Çünkü ideal, gerçeğe
(değerce) üstündür.
Yirmialtıncı Bölüm
83
(1) Acaba epos mu, yoksa tragedya mı daha üstün bir
sanattır? Daha az kaba olan bir taklit, daha aydın bir okuyucuyu koşul tutar.
Böyle bir taklit, kaba bir taklitten daha üstündür. Öyleyse her şeyi taklit edebileceğine
inanan bir taklit, kaba olarak görünecektir.
(2) Tragedya, o halde yaşlı oyuncuların daha genç
oyuncuları değerlendirdikleri tarza uyan bir sanattır. ... eski oyuncular, bu
genç oyuncular karşısında nasıl bir tutum alıyorlarsa, bütün tragik sanatın
epik sanat karşısındaki tutumu da böyledir. Kimilerinin iddiasına göre epik
sanat, olayları gözünün önünde görmeye ihtiyacı olmayan daha aydın bir
okuyucuyu koşul tuttuğu halde, tragik sanat daha aşağı düzeyde bulunan bir
seyirciye yönelir. Buna göre de tragik sanat daha kaba bir sanatsa, o zaman
açıktır ki tragedya (değer bakımından) epos'un daha altında bulunur.
84
(3) Ancak böyle bir yergi ilkin şiir sanatına karşı değil
de oyuncunun sanatına karşı yönelmiştir. ... İkinci olarak: Her beden hareketi
de, örneğin böyle bir beden hareketinden başka bir şey olmayan dans da sanat
olarak reddedilemeyeceğine göre, çirkin değildir. Tersine, yalnızca usta
olmayan oyuncuların hareketleri çirkindir.
85
(4) Üçüncü olarak tragedya, sahnede oynanamadan da
ödevini tıpkı epos gibi yapabilir.
(5) O halde, tragedya, epos'a üstündür, çünkü tragedya,
epik şiirin sahip olduğu her şeye sahiptir; çünkü, o da aynı ölçüyü (vezin)
kullanabilir. Bundan başka da müzik ile dekorasyondan da önemli derecede pay
alır, bu müzik ve dekorasyonla da çok canlı bir hoşlanma duygusu yaratır.
(7) Son olarak: Epik şiir, taklit edici bir betimleme
olarak daha az birliklidir.
86
(8) Tragedya, [sanatın] ereğine daha iyi ulaşmakla,
epos'a karşı bir üstünlük sağlar.
Adlar ve İsimler Dizini
Dithyrambos şiiri: Dionysos bayramlarında okunan koro-şarkısıdır.
Dithyrambos şiirinin özelliği, onun tutkulu, aşırı heyecanlı ve acılı oluşudur.
Yarı dramatik bir şiir olup, Aristoteles'e göre, tragedya, bu şiir türünden
doğmuştur.
Homeros: Sekizinci yüzyılda İonia'da yaşadığı kabul edilen büyük
destan ozanı. İki ünlü epos'u: Odysseia ve İliada'dır.
İliada: şehir olarak Çanakkale yakınlarında bulunan Troia.
Pauson: Attika'lı, beşinci yüzyılın ikinci yarısında yaşamış
bir karikatür ressamıdır. Komedya ozanı Aristophanes, onu hicvettiği gibi,
Aristoteles de, gençlere, onun resimlerinden korunmalarını öğütler. Resimleri,
halk tarafından tutulmuş sanılıyor.
Polygnotos: En eski ve en ünlü Grek ressamlarından olup, resim
okulu idealistidir.
Zeuxis: M.Ö.425 yıılarında Güney İtalya'da yetişmiş İlkçağ'ın
en büyük ressamlarından birisidir. Aristoteles'e göre, Zeuxis de, Polygnotos
gibi idealize edici bir ressamdır. ... resimleri tipik olanı anlatır.
Mekhanik: burada "Deus ex machina". Bir şeyin irreal
bir şekilde, Tanrı'nın işe katılmasıyla, nedeni bilinmeden oluvermesidir.
Mimesis: Bu deyim, Poetika'nın en temel kavramlarından biri
olup, antik estetiği karakterize eder. Aristoteles, mimesis (taklit) deyince,
bir real objenin taklidini değil de, idealize edici bir faaliyeti kasteder.
Olası: "eikos", "tabii" anlamına
gelmektedir. [diğer dillerde "eikos" hem olası hem de zorunluluk gibi
iki sözcükle çevrilmiştir. Bunun sebebi, tabii olan şeyin, aksi
düşünülemeyeceğine göre, zorunlu anlamını da içinde taşımasıdır].
.
.
.
.