.
.
.
.
Michel Foucault & Noam Chomsky
İnsan
Doğası Üzerine
Eindhoven Teknik Üniversitesi,
Eindhoven, Hollanda, 1971
https://www.youtube.com/watch?v=_GHTXsER1zE
Türkçe Altyazı: Ümid Gurbanov
Sunucu: Galielo’nun döneminden
beri kültür ve toplum söz konusu olduğunda insanların merkezde
olduğu düşünülüyordu. En nihayetinde bunları yaratanlar
onlardır. Foucault bunu inkâr ediyor. Kültürü öznenin değil,
evrensel nitelikteki bir yapının belirlediğini ileri sürüyor.
Kişi, insanların davranışlarını yöneten kuralların çoğunun
daha o doğmadan çok önce icat edildiğinin farkına varırsa bu
durum kendi içinde gayet de anlaşılabilir bir şey haline gelir.
[Chomsky’nin] dilbilim çalışmaları… Chomsky özneye daha
fazla önem atfediyor.
Moderatör: [Chomsky ve
Foucault’nun çalışmaları] … bizlerin çeşitli dışsal
faktörlerin ürünleri mi olduğumuz yoksa tüm farklılıklarımıza
rağmen birbirimize insan olarak bakmamızı sağlayacak insan doğası
dediğimiz şeye sahip mi olduğumuz sorusuna dayanır.
Chomsky
[Chomsky… sık sık insan doğası
konusunu “doğuştan gelen fikirler” ve “doğuştan gelen
yapılar” terimleri ile bağlantılı kullanıyor] Dil üzerine
çalışmak ile ilgilenen kişi çok kesin bir ampirik sorun ile
karşılaşır. Bir organizma ile bence son derece yaratıcı olan
bir tarzda kendini detaylıca anlatma ve insanların dediklerini
anlama gibi şahane yeteneklerle kendisini bir şekilde donatmış
olgun ve yetişkin bir konuşmacı ile karşı karşıya gelir. Bu
çetrefilli, eklemli, organize olmuş ve bizim dil bilmek dediğimiz
bu yetenekler toplamıyla donatılmış kişi belirli deneyimlere
maruz kalmıştır. Hayatı boyunca kendisine belli bir miktar veri
ve dil ile doğrudan ilişki sunulmuştur. … bir çocuğa sunulan
az miktardaki ve yozlaşmış veri ile bu verinin sonucu olarak bir
şekilde ortaya çıkmış oldukça gelişmiş, sistematik ve
organize olmuş bilgi arasındaki uçurum. [Birkaç dil üzerinden
yapılan çalışmaların sonucu, bu verilere maruz kalan kişiler
için şöyle bir şema çıkmıştır:] Bireyin genel şematik
yapıya ve hatta muhtemelen en nihayetinde dağılmış ve sınırlı
deneyimden elde ettiği bilginin özel muhtevasına kendisinin katkı
yaptığı varsayımı.
Foucault
İnsan doğası kavramına karşı
biraz güvensizlik duyduğum doğrudur. Sebebi ise şudur: Bilimin
kullanabileceği konsept ve kavramların aynı derecede
ayrıntılandırıldığında ve aynı amaçla aynı kullanım
işlevine sahip olduğuna inanmıyorum. Biyolojiden bir örnek
verelim. Biyoloji alanında az çok yerleşmiş bulunan “refleks”
gibi konseptler vardır. Fakat bilimde “örgütleyici” rol
oynamayan çevresel (periferik) kavramlar da vardır. Bunlar analiz
aracı olmadıkları gibi tanımlayıcı da değillerdir. Bu
kavramlar kabaca bazı sorunları işaret etmek, daha doğrusu,
çalışması gereken bazı alanları işaret etmek için vardır.
Mesela biyolojide çok önemli bir konsept vardır: Yaşam
konsepti. 17. ve 18. yüzyılda yaşam konsepti nadiren doğa
çalışmalarında kullanılırdı. Canlı ya da cansız doğal
varlıklar geniş bir hiyerarşik tabloda sınıflanırdı. Yaşam,
kullanmadıkları ve ihtiyaç duymadıkları bir kavramdı. 18. yy’ın
sonunda, bu doğal varlıkların iç organizasyonu ile ilgili olarak
birtakım problemler ortaya çıktı. Dahası, mikroskop sayesinde,
geçmişte belirsiz olan ve o ana kadar algılanamayan farklı
fenomenler ve süreçler aniden ortaya çıkmaya başladı. Kimyadaki
gelişmeler de kimyasal reaksiyonlar ve organizmaların fizyolojik
süreçleri arasındaki bağlantılarla ilgili bazı sorunları gün
yüzüne çıkardı. İşte böylece günümüzde yaşam olarak
bilinen ama biyologlar için o zaman tamamen yeni olan kocaman bir
alan ortaya çıkmış oldu. Yaşam, bilimin hala da keşfetmesi
gereken yeni çalışma alanlarını işaret eden bir konseptti. Bir
bilim tarihçisi olarak yaşam konseptinin epistemolojik bir gösterge
ve hâlâ ortaya çıkması gereken sorunların bir dizini olduğunu
söylüyorum.
İnsan doğası hakkında da aynı
şeylerin söylenip söylenemeyeceğini kendime soruyorum. [bu
anlamda “insan doğası” kavramının bilimsel bir alışveriş
listesindeki herhangi bir ögeden ne farkı vardır.]
[Sunucu Foucault “epistemolojik
alan”ı sürekli vurgular. Bu epistemolojik alan veya “epistem”
bilginin farklı alanlarının tamamını yöneten bilinçsiz
kurallar bütünü olarak tanımlanır.]
Foucault
Geleneksel bilim tarihi içinde
bireylerin yaratıcılıkları maksimum önem kazanmıştır. Bilim
tarihi yakın zamana dek temelde ister Newton olsun ister Mendel,
bireysel yaratıcılardan oluşuyordu. Daha doğrusu gerçekliğin
daha önce kimse tarafından keşfedilmemiş gerçekliğin kaşifi
halihazırda şeylerde ve dünyada bulunuyordu. Hakikatin bilinmek
için varolduğu ama insan aklının birtakım engeller yüzünden bu
hakikati görmeyi beceremediği fikrinin geleneksel bilim tarihinin
özündeki varsayım olduğuna inanıyorum. Zihin hakikati anlamak
içindir ve beklenmedik bir engel bunun olmasını önler. Bazı
tarihçilere göre bu engel sosyo-ekonomik ile bağlantılı olabilir
ya da deliliğin farklı türleriyle ya da eski dini mitlerdeki inanç
ve saflıkla ve ahlaki değerlerle. Tüm bunlar hakikati anlamak
isteyenler için engel olarak görülür. Gerçekte zihin anlamayı
amaçlamaktadır, hakikate erişmek amacı taşımaktadır. Bilim
tarihini bu geleneksel anlayışında hakikati elinde bulundurma
hakkına sahip bireyin yaratıcılığına bir vurgu vardır. Ancak
yine de bir engeller dizisini aslında sahip olmayı hak ettiği bu
hakikati ele geçirmesini, formüle etmesini ve yapılandırmasını
engelleyecektir.
Ortaya atılan sorunun tam tersi
olduğuna inanıyorum. Büyük bir bilimsel devrime şahit
olduğunuzda ne olur? Büyük bir bilimsel devrimde, örneğin 17.
yy’ın ortalarında biyolojinin doğuşunda veya “18. yy sonu ile
“19. yy’ın başında filolojinin doğuşunda olduğu gibi,
birtakım engellerin, önyargıların, eski fikirlerin ortalarda
dolanıp yok olduğu doğrudur. Beni burada etkileyen şey, bilimin
tam da o doğum anında belli sayıdaki engeli ortadan kaldırmakla
kalmayıp aynı zamanda var olan bir miktar bilgiyi de gizleyip saf
dışı bırakmasıdır. Halihazırda var olan bilgiyi gizleyerek,
daha öncekileri de gizleyen olguların ortaya çıkmasına izin
veren yeni bir sisteme dahil oluyormuş gibidir. [Aslında ortada hep
aynı bilgi var, hep onu dönüştürüyor]. Bu nedenle bilim
denildiğinde, bilimin yükselişi ve bilimin kazanımı sadece eski
yargıların unutulması ya da belirli engellerin aşılması demek
değildir. Yeni bilginin ortaya çıkmasına izin verirken belli
başlı bazı şeyleri gizleyen yeni bir ağdır. Bu nedenle
yaratıcılık kavramını eleştirdiğimde şunu demek istiyorum:
Hakikat sürekli ve kümülatif [o güne kadar olanların toplamı?]
bir yaratımla elde edilmiyor; eskiyi sızdıran ve yeni bilgiyi
toplayan üst üste yığılmış bir dizi ağ ile sağlanır.
Bilim tarihinde ya da düşünce
tarihinde bireysel yaratıma daha fazla önem verdik. Her bilimsel
keşifte, her bilimsel ve hatta felsefi yenilikte kendilerini
belirsiz biçimde ortaya koyan genel ve ortak kuralları bir kenara
itip gölgede bıraktık. Bunlar sadece dilbilim kuralları değil,
modern bilgiyi karakterize eden epistemolojik kurallar da.
Yaratıcılık,
bir kurallar sistemi sayesinde mümkün olur: Bir düzen ve özgürlük
karışımı değildir bu. Özgürlük, yalnızca bir düzenlilik
sistemi sayesinde gerçekten uygulanabilir. Bay Chomsky'de kabul
etmediğim nokta, bu düzenlilikleri insan zihni veya insan doğası
kapsamına yerleştirmesidir. Bilimi mümkün hale getiren bu
düzenlilik ve baskı sisteminin insan zihni dışında bir yerde
bulunup bulunmayacağını bilmek istiyorum. Toplumsal biçimlerde,
üretim ilişkilerinde, sınıf mücadelelerinde vesaire.
[Moderatör Foucault'un bir konudaki
kişisel fikrini soruyor. Foucault bu duruma kızıyor ve...]
[Newton'un metresinin fikri üzerine
etkisi, Mendel'in çilesi, vb.] ... bilim alanındaki kesin bilgi
dönüşümlerini ve buna bağlı biçimde belli bir zaman
aralığındaki dikey alan olarak tabir edilen toplum, kültür ve
medeniyetteki değişimi incelemek çok daha ilginçtir. Nihayet bu
dönüşümü tamamıyla kavradığımızda bilge bir insanın
hayatındaki küçük bireysel anların hiç de önemli olmadığının
farkına varırız.
Chomsky
... şayet bu
doğruysa, ki doğru olduğuna inanıyorum, insan doğasının temel
öğesi mecburi kurumların keyfi sınırlama etkisine maruz kalmadan
yaratıcı çalışma, yaratıcı araştırma, yaratıcı yaratım
ihtiyacıysa o halde, tabii ki temiz bir toplum bu temel insan
karakteristiğinin gerçekleştirilmesi için olanakları maksimuma
çıkarmalıdır. Bu da varolan herhangi bir toplumda mesela
bizimkinde tarihsel bir kalıntı olarak baskı, yıkım, ezme,
zorlama ögelerinin üstesinden gelmek demektir. Şimdi sosyal
kurumlar gibi birleşmiş ve merkezileşmiş özgür girişimler
geçişimli ekonomilere anarko-sendikalizm diyorum ve bana göre bu,
insanların makinelerin ve dişlilerin yerini almaya zorlanmadığı
gelişmiş bir teknolojiye sahip bir toplum için toplumsal
organizasyonun uygun şeklidir.
Foucault
[Chomsky kadar
ileri giden bir öneride bulunamayacağımı itiraf etmeliyim] Yani
bilimsel ve teknolojik toplumumuzun işleyişi için ideal bir sosyal
model tanımlayamadığımı hatta bunu teklif dahi edemediğimi
itiraf etmek durumundayım. Öte yandan, her şeyin üstünde ve
ötesinde bana daha acil ve ivedi görünen görev şudur: Hiç yoksa
Avrupa toplumumuzda gücün hükümetin ellerinde toplandığını
kabul etmek ve bunun yürütme, polis ve ordu gibi belirli kurumlar
tarafından uygulandığını düşünmek gelenek halini almıştır.
Tüm bu kurumların emirleri ulaştırmak, uygulamak ve bunlara
uymayanları cezalandırmak için yapıldığı bilinmektedir. Oysa
ben siyasal iktidarın sanki siyasal iktidar ile hiç alakası yokmuş
gibi duran ve bağımsız gibi görünen ama aslında öyle olmayan
bazı kurumlar aracılığıyla da uygulandığına inanıyorum.
Bilgiyi yaymak için ortaya çıkan üniversitelerin ve genel olarak
tüm öğretim sistemlerinin, belirli bir sosyal sınıfı iktidarda
tutmak ve bir başka sosyal sınıfı iktidar araçlarından mahrum
bırakmak için oluşturulduğu bilinmektedir. [bir başka örnek
psikiyatri, adalet, vb.] Bana göre, modern toplumumuzdaki gerçek
politik görev özellikle tarafsız ve bağımsız görünen
kurumların işleyişini eleştirmek ve kendi üzerinden gizlice
uygulanan politik şiddetin maskesini düşürerek onlara karşı
savaşmayı mümkün kılacak şekilde bunlara saldırmaktır.
...
Proleterler egemen
sınıfa karşı savaşını bunun haklı bir savaş olduğunu
düşündüğü için vermiyor. Proletarya, tarihte ilk kez gücü
eline almak istediği için egemen sınıfla savaşıyor. Egemen
sınıfı yeneceği için savaşın haklı olduğunu düşünüyor.
Chomsky
Katılmıyorum.
Foucault İnsan
kazanmak için savaşır, haklı olduğu için değil.
.
.
.