.
.
.
Konstrüktivizm
1885 Vladimir Evgrafoviç Tatlin'in doğumu. Ukrayna.
1913 Tatlin'in 15 gün kaldığı Paris'te Pablo Picasso'yu ziyareti.
1913 Tatlin’in Vesnin’in stüdyosunda rölyef-resim (kontr-relief)’lerini gerçekleştirmesi.
Vladimir Tatlin ve
Konstrüktivizm
.
Kronoloji
1885 Vladimir Evgrafoviç Tatlin'in doğumu. Ukrayna.
1913 Tatlin'in 15 gün kaldığı Paris'te Pablo Picasso'yu ziyareti.
1913 Tatlin’in Vesnin’in stüdyosunda rölyef-resim (kontr-relief)’lerini gerçekleştirmesi.
1914 Kübizm ve Fütürizm Rusya’da devrimi haber veren, devrimci formlar olarak değerlendiriliyor.
1915 Maleviç’in Petrograd’da 0.10 Sergisi’nde yer alan Siyah Kare tablosu… ‘Soyut’un icadı…
1915 Tatlin’in Kontr-rölyef’lerini 0.10 Sergisi’nde sergilemesi.
1916 “Dükkân” Sergisi. Tatlin, Popova, Ekster, Udaltsova, Pestel, Kluin, Bruni, Maleviç, Rodçenko, Vasilieva, Ostetskof.
1917 Ekim Devrimi
1917 - 1921 Rus avangardının iktidarı. İdeolojik özgürlüğün ve yaratıcı coşkunun birkaç yılı.
1917 Eğitim-sanat-kültür işleriyle ilgili Halk Komiserliği’ne Lunaçarski getiriliyor [Halk Aydınlama Komiserliği].
1918 Lenin’in başlattığı Anıtsal Propaganda Planı.
1919 Tatlin’in Petrograd’ta (şimdiki adıyla Leningrad’ta) Svomas/Serbest Sanat Stüdyoları’nın başına getirilmesi.
1919 Anıtsal Propaganda Planı’nın başarısızlıkla sonuçlanması; ortaya birtakım geleneksel büstlerin ve figüratif heykellerin çıkması.
1919 Tatlin’e III. Enternasyonal İçin Anıt siparişinin verilmesi.
1920 Kışlık Saray’ın ele geçirilmesinin üçüncü yıldönümü olan 1920 Kasım’ında, Nikolai Evreinov yönetimindeki 8-10 bin kişinin 100 bin kişilik bir seyirci kitlesi önünde bu olayı yeniden “sahnelemesi”.
1920 Devrim’in yıldönümü nedeniyle III. Enternasyonal İçin Anıt maketinin Petrograd sokaklarında sergilenmesi planlandı. Ama Tatlin’in atölyesinde sergilendi.
1921 III. Enternasyonal İçin Anıt maketinin Komintern'in Üçüncü Kongresi sırasında, uluslararası delegeler onuruna yeniden sergilenmesi.
1921 “Konstrüktivizm” kavramının Tatlin’in yönetiminde Svomas ve Vhutemas’ta öğrenci olan Obmokhu - Genç Sanatçılar Grubu’nun 1921 Ocağında açtıkları bir sergi bildirisinde kullanılması.
1922 Aleksey Gan’ın 1922’de Tverde yayınladığı Konstrüktivizmin propaganda kitapçığında yer alan Konstrüktivist bildirinin yayınlanması.
1922 Düsseldorf’ta toplanan İlerici Sanatçılar Kongresi’nde, konstrüktivizmin ortak uluslararası sanat dili olarak benimsenmesi.
1927 Tatlin’in Halk Eğitim Komiserliği’ne bağlı Güzel Sanatlar Bölümü / İzo’nun Petrograd kenti başkanı olarak atanması.
1927 Tatlin’in Vhutein Okulu’nun seramik bölümü başkanlığına getirilmesi. “Letatlin” üzerine çalışmaya başlaması.
1928 Stalin’in Kültür Devrimi.
1929 Lunaçarski’nin yerine geçen Jdanov tarafından, Sovyetler'in ve Enternasyonal'in resmî estetiğinin (bir anlamda kültür politikasının) sosyalist realizm olduğunun ilan edilmesi.
1932 Tatlin’in “Letatlin”i sergilemesi.
1936 Avangard’ın yasaklanması.
1953 Vladimir Tatlin’in ölümü. Moskova.
.
Canan
Beykal
Boyut
Dergisi, Nisan 1985,
s.18-22 (tam metin)
“Sanat
yapıtının biçimi iki temel ilkeyle düzenlenmiştir. Gereç (renkler, sesler ve
sözcükler) ve yapı (konstrüksiyon). Bunlarla gereçler kendini bir bütünlük
içinde düzenler ve sanatsal mantık ile derin anlamını kazanır”. 1923’te “Resim
Teorisi Üzerine” adlı yazısında Konstrüktivizmi böyle açıklıyordu Nikolai
Tarabukin. Konstrüktivizm, gereç ve yapı (materyal ve konstrüksiyon) gibi iki
elemanın birliği için oluşturulmuş bir sanatsal sistemdir. Hemen hemen tüm
dünyada ve bütün sanat dallarında yaygınlık kazanmış olan bu sanatsal akım
yaşamın diyalektiğiyle bağlarını kurmuş, sanat tarihini, sanatın düşünce ve
biçim açısından gelişimini diyalektik yöntemlerle açıklamayı önemsemiştir.
“Gerçek şudur ki; sanat denen şey, aşırı bireyciliğin ürünü olan en reaksiyoner
idealizm ile iç içedir. Bu bireycilik, sanatı incelmiş öznel güzellik
denemeleriyle yeni ve gereksiz eğlenceler yönüne itmiştir. Sanat; teoloji,
metafizik ve mistisizm ile çözülmez bağlar içindedir. Sanat; ekonomik
biçimlerin ilkellikle bocaladığı, tekniğin henüz aletin embriyonik düşüncesini
yarattığı ilkel kültür dönemlerinde ortaya çıktı. Sanat; Ortaçağ’da esnaf-zanaatkârların
demirci dükkânından geçti. Sanat; kentsoylu kültürün ikiyüzlülüğüyle yapay
olarak diriltildi ve sonunda çağımızın mekanik dünyasına çarptı. Geçmiş
kültürler, yani; gücün ve ruhun kültürleri, sanatı ‘güzel’ ve ‘sonsuz’ olarak
betimlediler. Sanat, geçmişin manevi kültürü denen din ve filozofinin görsel
araçları olarak hizmet gördü. Sanat, şu ya da bu tarihsel gerçeklik içinde toplumun
ekonomik durumuyla koşullanmış davranış normlarını, kutsal öyküleri, ilahi
sırları, evrensel gizleri, soyut neşe ve kederleri, kurgusal felsefi gerçekleri
ve büyüklerin başkaca çocuksu oyunlarını resimlemekle maneviyatı spekülatif
olarak maddeleştirdi. Konstrüktivizmin ilk sloganı, “SANATSAL ÇALIŞMADA
SPEKÜLATİF EYLEM ALAŞAĞI’dır.”
Konstrüktivizm
terimi bizde ve Batıda anlamı çok belirgin olmayan bir sanatsal davranış
biçimini açıklamak üzere kullanılmaktadır. Oysa 1920’ler Rusya’sında bu sözcük
kuramsal ve uygulama olarak çok belirgin bir anlam kazanmış bulunuyordu. Akım,
döneminde “gerçek mekânda, gerçek gereçlerle” ilkesini getirmiş, resim sanatını
sehpa üzerinden ve yağlıboya, fırça tutsaklığından kurtarmış, sanatların
bütünlüğü için çabalamış ve hemen hemen her dalın içinde aynı ilkelerle
1920’lerde ülkenin resmi sanatı olarak onaylanmıştır. Konstrüktivizm adına ilk
kez yazılı olarak Tatlin’in yönetiminde Svomas ve Vhutemas’ta öğrenci olan
Obmokhu - Genç Sanatçılar Grubu’nun 1921 Ocağında açtıkları bir sergi
bildirisinde rastlanır. Akımın kuramcılarından Aleksey Gan ise 1920’de yazıp,
1922’de Tverde yayınladığı Konstrüktivizmin propaganda kitapçığında bu akımın
adını kullanmaktaydı. Ancak akımın kimlik kazanıp, dönemin sanatsal yöntemi
olarak onaylanarak yazılı kaynaklara geçebilmesi için daha önceden uzun bir
süre üzerinde çalışılmış ve bir hayli yol alınmış olması gerekmektedir. Nitekim
Tatlin daha 1913 yıllarında yaptığı çalışmaları için benzer adlar üzerinde
durmuştu. Anton ve Naum Pevsner (Naum’un henüz Gabo soyadını almadan önce)
1920’de Moskova Tverskoy Bulvarı’nda gerçekleştirilen bir açık hava sergisinin
bildirisinde Konstrüktivizmden etkilendiklerini belirten tümceler
kullanmalarına karşın, henüz akımın adını kullanmıyorlardı.
1918-21
yıllarının ateşli atmosferinde sanat sorunsalında köklü değişimler görülüyordu.
Sanatın betimsel sorunlarına değgin çözümlemeler özellikle Tatlin ve Maleviç
etrafında toplanan sanatçı grupları tarafından ele alınıyor, sanat akımlarının
ilkeleri tartışılıp, ortaya konuyordu. Herbert Read, Vladimir Tatlin için şöyle
bir tanımlama kullanır: “O, sanata bir göktaşı gibi gelmiş ve büyük etkiler
yaratmış bir sanatçıdır.” Tatlin’in kurup geliştirdiği Konstrüktivizm akımı
dönemin Rusya’sında bütün sanat dallarında karşılığını bulmuştur. Resim,
heykel, mimari, tiyatro, sinema, şiir ve yazın, grafik ve tasarım gibi
alanlarda en yetkin, en çağdaş ve en etkili örneklerini vermiştir. Uluslararası
bir kimlik kazanan akım, özgün bir sanatsal kuram olarak 1920’den sonra dünyada
da yankılarını bulmakta gecikmemiş ve 1922’de Düsseldorf’ta toplanan İlerici
Sanatçılar Kongresi’nde, akım ortak uluslararası sanat dili olarak
benimsenmiştir. Batı sanatının geliştirdiği pek çok yöntem bu dönemin dinamik
ortamında ortaya çıkan Konstrüktivizm akımından etkilenmiştir. Bugün Happening
ya da Çevresel Sanat diye bildiğimiz oluşum daha 1913’ler ortamında
gerçekleştirilmişti. Geometrik soyutlama ilkelerine dayalı pek çok sanatsal
biçimlenme içinde akımın ilkelerinin yansısı bulunur. Vertov’dan, Ayzenştayn’dan
etkilenen bir sinemacı bilir ki, bir anlamda Konstrüktivizm’den
etkilenmektedir. Mayakovski’den etkilenen bir şair ya da Mies Van der Rohe’den
etkilenen bir mimar bilir ki, onu etkileyen de Konstrüktivizm’dir. Modern
tipografinin atası Lissitzki’nin dünya grafik sanatlarına yeni bir yön verdiği
bilinir. Bauhaus ve Berlinli Dadacıların yine Konstrüktivizm üzerine
sanatlarını temellendirdikleri görülür. Boşluk kavramının yeniden ele
alınmasının, geleneksel perspektife dayalı resimsel mekânın yerine gerçek
mekânın/boşluğun konulmasının ilkeleri yine bu sanatçıların araştırmalarında
saptanır. Kinetik heykel yapımından tutun da tasarımın yeni ve öncü
atılımlarının temellerinde Konstrüktivist sanatçıların adlarına uzanmak
zorunluluğu doğar. Konstrüktivist akım “modern plastik anlatımın en eskisi,
bugün hâlâ en gencidir”.
Konstrüktivizm,
sanatta en kökten değişimin gereğini vurgulamış ve başarmış bir sanat anlayışı
getirmiştir. Spekülatif eylemi alaşağı ederken gerek kuramsal olarak, gerekse
uygulamada yağlıboya resmin tüm işlevine ve anlayışına karşı çıkmayı
öneriyordu. Heykelin nesnenin boşluksal sorunlarına çözüm araması, resim
sanatının fotografiyle yarışmamasını, tiyatronun olayları dramatize etmekle
gülünç olmamasını, mimarinin konstrüktivizmin gelişimini duraksatmak açısından
hiç de güçlü olmadığını belirten akım sanatçıları ve kuramcıları şöyle
diyorlardı;
“…
İnsan soyunun büyük sahtekârları; estet ve sanatçılar köprüleri yıktılar ve
tatsız bir uyuşukluğun pusu içinde sanatı ve güzelliği satışa sundular.
Dünyanın özü ve insan beyni, estetiğin bataklığını kabartmak için boyuna
harcanmış ve tüketilmiştir. Dünyanın sakinlerine, onların onurlu ilişkilerinin
dengesi konusundaki gerçekleri kavrayarak, sanat patronlarının kuralların
dışında tutulması gerektiğini bildiriyoruz. Evrensel insan kültürüne en yüksek
atlama tahtasının Konstrüktivizm olduğunu açıklıyoruz”.
Akımın
kurucusu Vladimir Tatlin, 1885 yılında doğdu. Ukraynalıydı. Karkov’da yetişti.
Kültürlü, eğitim görmüş bir mühendisin oğluydu. Doğumundan iki yıl sonra ölen
annesi ise bir şairdi. Pek hoşlanmadığı üvey anneyle geçirilen kötü çocukluk
yıllarının anısı Tatlin’in bütün yaşamında etkisini duyurdu. İlişkilerinde
zorlanan ve bu nedenle de yalnız bir yaşamı seçen Tatlin, henüz 18 yaşındayken evden
kaçıp denizci oldu. Gemiyle önce Mısır’a gitti, bu gezi onun düş gücünü
harekete geçirdi ve deniz, denizci ve denizciliği konu alan ilk resimlerini
gerçekleştirdi. Gerçekte yaşamı boyunca gerçek bir denizci gibi yaşayıp
davrandı. 1915 yılına dek denizlerde geçen bir yaşamdan sonra, Tatlin, bu
fırsatla Suriye ve Türkiye’yi de görmüş oluyordu. İlk gezisinden döndüğünde
Penza Sanat Okulu’na girmiş ve burada dönemin tanınmış bir sanatçısı olan
Afanasief’in öğrenciliğini yapmıştı. 1910’da Moskova’ya gelerek Resim, Heykel
ve Mimari Yüksek Okulu’na yazılır. İlerde Rusya’nın Konstrüktivist mimarlığının
liderlerinden biri olacak olan Aleksandr Vesnin ile aynı stüdyoyu paylaşır.
Okuldan ayrılarak yaşamını bağımsız sanatçı olarak sürdürmeye karar veren
Tatlin, Larianof ve Gonçharova ile sıkı bir dostluk kurar ve diğer çağdaşları
gibi bu çiftin düzenlediği pek çok sergiye katılır. Tatlin’in 1911 yılında
yaptığı işler daha çok Cezanne etkisindedir. Ancak sanatsal gelişiminde kendine
özgü kuramları olan bu genç adam, Larianof ve Gonçharova çiftiyle bir
anlaşmazlık sonucunda dostluğunu bozar. Gonçharova, üst dudağı daha uzun, burnu
kalkık, gözleri patlak, bakışları melankolik bu ince, uzun ve daha çok bir
balığa benzeyen genç adamın çekingen olmasına karşın açıksözlü ve büyük bir
çekiciliğe sahip olduğunu, deniz ve sanat konuları açıldığında parlak, ateşli
ve hızlı hızlı konuşmalar yaptığını anımsar. Tatlin, Gonçharova’nın etkisiyle
İkon resmini keşfeder. 1913 yılında Moskova’da açılmış olan “Eski Rus İkonları”
sergisinde Romanof dönemi ikonlarının etkisinde kalır. Bu dönemde yapılmış
resimlerinde çıplak kompozisyonlarının dekoratif yüzeylerinde, renklerinde ve
eğik çizgiler içinde gotik kemerleri anımsatan kurplarla oluşturulmuş mekânında
bu ikon etkileri açıkça görülür. Tatlin bu anlatımın üç boyutlu örneklerini
tiyatro dekorlarında da kullanacaktır.
Daha
ilk dönemlerinde bile Tatlin, resimsel boşluktan daha çok gerçek boşlukla
ilgilenmekteydi. Gerçi bu dönem sanatçıları (özellikle Maleviç tarafından)
arasında gerçek boşluk sorunu en önemli sanatsal sorun olarak ele alınıyordu.
Tatlin ile Maleviç arasında zaman zaman fiziksel gücün de karıştığı kavgalar
olmaktaydı. Aynı sorunları farklı yöntemlerle çözümlemekte ve yaymakta ısrar
eden bu iki büyük sanatçı, yine de güçlerinin farkındaydılar ve birbirlerine
gizliden saygı da duyuyorlardı. Araştırmalarında kıskanç olan, uzlaşmaz
karakteri nedeniyle de sempati yitiren Maleviç karşısında, Tatlin giderek daha
uca kayıyor ve hatta Maleviç’le aynı kentte yaşamaya bile dayanamadığını
belirtiyordu. Buna karşın Tatlin’in ölümünden sonra kişisel eşyaları arasında
bazı notlar, kağıtlar bulunmuş, bunlar üzerinde mavi kalemle altları çizilerek
Maleviç’e gönderi yapılmış yazılar bulunmuştu. Gerçekte Tatlin Picasso dışında
başka hiçbir sanatçıya başvurmuş değildi. İki ayrı kutupta yaşayan Tatlin ve
Maleviç uzun yıllar görüşmediler ama 1935 yılında ölen Maleviç’in
Leningrad’taki cenaze törenine yine de kalkıp gelmekten kendini alamadı Tatlin.
Tatlin
ile Maleviç arasında 1914 yılından itibaren bir sanatsal savaş bayrağı
açılmıştır. Bu iki olağanüstü kişi temelde felsefi nedenlerden ötürü
barışamıyorlardı. Tatlin’in dostu, eleştirmen, ressam ve kuramcı Nikolay Punin
şöyle anlatır: “Maleviç ile Tatlin her biri özel yazgıya sahipti. Aralarındaki gerilimin
ne zaman başladığını bilemiyorum, ama anımsadığım kadarıyla uzun bir süredir
ikisi arasında bölüşülmüş bir dünya vardı. Yerküre ile cennet ve gezegenler arası
uzay, bu iki kişinin küresine yerleşmişti. Tatlin her zaman yerküreyi kendine
ayırır, Maleviç’i cennete kovardı. Maleviç ise, gezegenleri yadsımazken dünyayı
kucaklamadı. Onu da bir gezegen olarak onayladığı halde yine de non-objektif
olarak kalabildi.”
Maleviç’e
göre ise Tatlin’in saygı duyduğu pek az ressam vardı. Bunların en başında
Cezanne geliyordu, Cezanne’ın çalışmalarını daha önce Çukin ve Morosof’un
koleksiyonlarında görmüştü. Cezanna’dan sonra Gezginciler adıyla anılan bir
grup Rus ressamının hocası olan 19. yy ressamlarından Çistyakof geliyordu.
Vhutein’deki öğrencileri Tatlin’in Picasso ve Leger’den de söz ettiklerini
belirtirler. Tatlin’in ilgileri kısıtlı olmasına karşın tutkuları derin,
yoğundu. Örneğin çok az okumasına karşın Leskof’un öyküleriyle Hlebnikof’un
şiirlerini okumayı seviyor, daha da ötede kişisel dostu olan Hlebnikof’un son
yapıtı Zan-Gesi’yi ilk kez Tatlin sahneye koyuyordu. Hlebnikof 1923 yılında
genel kıtlık sırasında Novgorod yakınlarında Santalova adlı köyde çok kötü bir
durumda, sefalet içinde öldüğünde, Tatlin onun bu yapıtını kendi tasarımlarıyla
sahneye uygulamaktaydı. Şairin ölümü, bütün öncü sanatçılar için derin bir
üzüntü olmuştu. Hlebnikof şiir alanında öncü atılımlarıyla pek çok sanatçıya
yol göstericilik yapmıştı.
Dönemin
pek çok sanatçısı gibi Tatlin de yaşamını kazanmak için zor yıllarında gereksiz
bir sürü iş yapmak zorunda kalmıştı. Gonçharova, onun, bir keresinde bir sirkte
güreştiğini anlatır. Ancak bilgisizliğinden ve kötü bir dövüş çıkarttığından bu
olay Tatlin’in sol kulağının sağır kalmasıyla son bulur. Yine, para kazanmak
derdinden, Tatlin 1913 yılında bir grup arkadaşıyla Ukraynalı Çalgıcı ve
Şarkıcılar Grubu’nu kurar, aynı yılın sonbaharında açılan Rus Halk Sanatları
Sergisi’ne katılarak Berlin’e gider. Tatlin grubun içinde akordeon çalmaktadır.
Berlin’de başından geçmiş ilginç bir öykü, anlatılanlar arasındadır. Tatlin
zaman zaman kör çalgıcı numarası yapmaktayken Kayzer’in ilgisini çeker ve bir
altın kol saati armağan edilir ona. Ancak Tatlin’in bu saati hemen satarak
sergi bitiminden sonra Paris’e gittiği ve burada öteden beri istediği bir şeyi
gerçekleştirdiği söylenir. Picasso’yu görmek!... Hatta bu öykü daha da
abartılarak, Picasso’nun yanında kalabilmek için onun çırağı olmayı önerdiği
söylenir.
15
gün kadar kalabildiği Paris’te Tatlin’in Picasso’yu görmüş olması olasıdır. O
sıralarda Picasso’yu pek çok kişi ziyaret etmektedir. Picasso akordionlu böyle
bir kişinin, kendisinin görmeye geldiğini ancak çıraklık önerdiğini anımsamaz.
Her ne olduysa, Tatlin Paris gezisinden sonra üzerinde düşündüklerini
gerçekleştirecek bir temel bulmuştur artık. 1913 yılının kışında Vesnin’in
stüdyosunda çalışmalarını sergiler. “Rölyef Resim” adını verdiği bu
çalışmalarında Picasso benzeri soyutlamalar vardır. Ancak daha köktenci bir
tutum gösterir. Üç boyutlu biçim anlayışında, kapalı, heykelsi kütleden, açık,
dinamik, boşluğu boyutlandıran konstrüksiyonlara ilk adımlardır yaptıkları. İlk
kez Tatlin’in bu konstrüksiyonlarında, biz, resimsel bir öğe olarak gerçek
boşluğu kavrarız. İlk kez bu rölyef resimlerinde, Tatlin değişik gereçler
arasındaki ilişkileri sınar. Ne yazık ki, bu ilk dönem çalışmalarından yalnızca
kötü çekilmiş fotolar kalmıştır. Bunlar da Moskova Tretyakof Galerisi’nde
saklanmaktadır.
1914
yıllarına doğru Tatlin, tahta, teneke, demir, tel, cam ve alçı gibi pürüzlü,
fiziksel özellikleriyle dikkate aldığı gereçler seçmeye başlar. 1915-16
yıllarında, Tatlin en köktenci yaklaşımlarını uygulamaya koyulur. Yapıtını
çerçeveden ve geri plandan koparmak ve gerçek boşlukta oluşturmak için kuramını
geliştirmeye başlar. Duvar köşelerine tellerle, sanki havada uçuyormuşçasına
asılı bu yapıtlarında üç boyutlu gereçler kullanır. Ona göre yapıtı bir
çerçeveye sokmak, onu bir geri plan üzerinde biçimlemek “sanat eseri” damgasını
vurarak yalnızlaştırmak, gerçek boşluktan ayırmak demekti. Ona göre, bu tutum
yapıtı idealleştirmek, mükemmelleştirmek, dahası özel bir anlam katıp sonsuz
kılmaktı. Yaşamın gerçekliğinden sanatın gerçekliğini soyutlamaktı. Bu
tutumlara karşı Tatlin “Gerçek boşlukta gerçek gereçlerle” diye özetlediği
kuramını geliştirdi. Tatlin, bu ilkelerle gerçekleştirdiği konstrüksiyonlarında
temel geometrik formların düzeni içinde kişisel gereçlerine odaklanmak
istiyordu. “Gereç kültürü” olarak adlandırdığı ve Petrograd İnhuk’unda, Kiev’de,
1927’de de Vhutein’de öğreteceği tasarımın temel ilkelerini bu
konstrüksiyonlarıyla oluşturmuştu. Tatlin bildirinin aracısı olarak gereçleri
ele alıyor ve “gereç bir bildiridir” diyordu. Tatlin, gerçekte lingüistik tapı
kadar soyut bir düzlemde gerçek gereçlerle ilişki kurmaktaydı. Çağdaşlarından
farklı olarak, o, temel olarak biçimin gerekliliği sorunuyla uğraşmaya
yanaşmadı. O, sanatçı anlatımının gerçek bildirisi olarak gereçlerin fizik varlığını
eylem alanına çağırmayı yeğledi. Bu tür bir gerçeklik anlayışının altında
kuşkusuz ki, daha önceki Batı sanatının kendi ülkesinin sanatının etkisine
karşın kendilerine özgü bir yeni biçim formüle etmeyi istiyordu. Nitekim Halk
Eğitim Komiserliği tarafından kendisine sipariş edilen III. Enternasyonal Anıtı
için yaptığı tasarımda bu isteğini gerçekleştirmişti. Tatlin, bu sırada Halk
Eğitim Komiserliği’ne bağlı Güzel Sanatlar Bölümü / İzo’nun Petrograd kenti
başkanıydı. Bu anıt tasarımı için şöyle diyordu: “İşte kültürün en güç
sorunlarından birinin çözümü. Arı yaratıcı biçimle yararlılığın bireşimi.
Yalnızca bölümlerinin dengesiyle bir üçgen Rönesans’ın en iyi anlatımıdır. Bu
nedenle bizim ruhumuzun en iyi ifadesi de spiraldir”. Dinamik bir anlatıma
sahip olan spiralde Tatlin Rönesans’ı betimleyen bir biçim aramaktaydı.
Sanatçı-mühendis tipini kendisinde özümseyen Tatlin, bu tasarımında Eyfel
Kulesi’nden daha yüksek, resim, heykel ve mimarinin sorunlarını bünyesinde
birleştiren bir anıt amaçlıyordu. Moskova Alanı’na dikilmesi planlanan bu anıt,
spiral iskelet üzerine oturan döner odalardan, cam duvarlardan oluşacaktı.
Çelik ve cam mimarisinin ilk örneği olma hakkını kazanan bu yapıt tasarımı,
beton yerine çeliği, duvar yerine camı kullanarak çağdaş yapı sanatına katkıda
bulunmuştur. Walter Gropius’un da belirttiği gibi, Tatlin, araştırmaları
sonucunda en estetik ve yararlı olanın aynı zamanda en ekonomik olacağını
keşfetmişti.
Bu
anıt tasarımında spiral iskelet üzerindeki en altta bulunan mekân, dönüşü bir
yılda tamamlanacak olan silindirik bir mekândı ve III. Enternasyonal’in kurucu
meclisinin kongre salonu olarak tasarlanmıştı. Bunun üzerine farklı bir eksenle
oturtulan ve dönüşü bir ayda tamamlanacak olan piramidal bir mekân ise çeşitli
kültürel ve sanatsal etkinlikler amacıyla kullanılacaktı. En üstte ise
Informasyon ve radyo yayınları için kullanılacak olan ve bu nedenle de 360
derecelik hızlı bir dönüş gücüne sahip, yine kinetik bir mekân bulunacaktı. Bu
bölüm dönüşünü bir günde tamamlayan bir silindirdi. Günün endüstrisi
gerçekleştirilmesine olanak vermediğinden anıt yapılamamış ancak tasarımı ve
maketi kamyonlarla kentte gezdirilmiş ve büyük bir sergiyle tanıtılmıştı. Kinetik
bir mimari olarak düşünülmüş olan bu anıt tasarımında, Tatlin, bu döner
mekânların farklı hızlarda dönüşlerinden dikey eksenler arasında farklı
boyutlarda boşluklar yaratmayı amaçlamıştı. Bu nedenle de eğimli bir kula
görünümünde gerçekleştirilmesi düşünülmüştü anıtın. Büyük diyagonal bir kiriş
yapıyı tepeden tabana dek kucaklıyor ve yapının her bir bölümü ile ilişki
kuruyordu. Ayrı eksenler üzerine oturan diğer birimleri bütün olarak tutabilmek
amacıyla, Tatlin, iki spiralle kuleyi kuşatıyordu. Yatay merdivenleri bu
spiraller üzerinde yerleştirmeyi düşünmüştü. 1919 yılında ülkenin henüz
başkenti olan Petrograd’ta (şimdiki adıyla Leningrad’ta) Svomas/Serbest Sanat
Stüdyoları’nın başına getirilen Tatlin yapıtını kurmuş ancak sergilenmesi için
Moskova’ya gelmişti. Sokaklarda maketi gezdirilen yapıtı halk büyük bir
coşkuyla izlemişti.
Bu
tasarım gibi Tatlin’in 1916 yılında “Dükkân” adını verdiği bir sergisi bugün
bile yeniliği, öncülüğüyle şaşkınlık yaratmaktadır. Pop sanatçılarının aynı
adla gerçekleştirdikleri çevresel düzenlemeler ve olay sanatlarının ilk
denemesini o yıllarda Tatlin gerçekleştirmiş oluyordu. Bu sergi genç bir
sanatçının sanat yaşamına ilk adımlarını atmasına fırsat vermesiyle de önem
kazanır. Bu kişi, ressam, heykeltıraş, tasarımcı, grafiker, fotoğrafçı
Aleksandr Rodçenko’dur. Rodçenko, 1941 yılında kaleme aldığı anılarında
Vladimir Tatlin’i şöyle betimliyordu: “Tatlin ile ilk karşılaşmam Vesnin’in
evinde oldu. Oraya, Vesnin’i benden önce tanıyan Varvara ile birlikte bir şasi
aramaya gitmiştik. (Varvara Stefanova dönemin ressamlarından ve Rodçenko’nun
karısıdır). Varvara ile ben 10 metrekarelik küçük bir odada kalıyorduk. Büyük
bir tuvale başlama kararındaydım ancak bu boyutlarda bir şasim olmadığı gibi
alacak param da yoktu. Tatlin de Vesnin’i görmeye gelmişti. Orada ona
tanıştırıldım. Bir süre sonra Tatlin benim evime geldi ve bazı çalışmalarımı
gördü. Gördüklerinden hoşlanmışa benziyordu. “Bir grup sergisi düzenleyeceğiz,
ben, Popova, Ekster, Udaltsova, Pestel, Kluin, Bruni ve Maleviç’in
çalışmalarını kapsayacak. Şimdi buna Rodçenko’nunkileri de katacağız” dedi ve
sürdürdü: “Serginin masraflarını katılanlar karşılayacak ama senin de benim
gibi paran olmadığından çalışarak ödeyeceksin. Sergiyi düzenleyip, resimleri
asmak ve sergiyi gözetlemekle sorumluyum. Sen yardımcım olacaksın, ayrıca
biletleri de satabilirsin. Tamam mı?” Tabi diye yanıtladım ve böylece 17
Petrovka sokağında boş bir dükkân kiralayıp, bir ay sonra da resimleri asmaya
başladık. Dükkân, iki odadan oluşuyordu. Öndeki büyük odada Tatlin’in
Kontr-Rölyef’lerini, Popova, Ekster, Kluin, Udaltsova, Bruni ve Maleviç’in
yapıtlarını yerleştirdik. Arka küçük odaya da Vasilieva, Pestel, ben de bizden
biraz daha genç olup gruba yeni katılan Ostetskof’un işlerini koyduk. Bu yolla
ben Moskova’da ilk sergimi yapmış oldum. Ben bu sergide 150x150 cm boyutlarında
non-figüratif “iki figür” adlı yapıtımla bazı ufak tuvaller ve grafik
çalışmalarımı vermiştim. Hepsi non-figüratifti. Udaltsova, Popova, Kluin,
Maleviç ve Pestel gibileri ise kübist yapıtlar sergiliyorlardı. Ama Bruni
ezilmiş bir çimento bidonu ile kurşunla delinmiş bir cam bardak sergilemişti.
Bunların her ikisi de halkın tepesini attıracak aşırılıktaydı. Sergiyi pek çok
kişi gezdi, hepsi değişik davranışlarda bulundu. Çoğu bir rastlantı sonucu
girmişti dükkâna. Kimisi gülüyor, kimisi kızıyordu. Ara sıra sergiyle gerçekten
ilgilenenler çıkıyor, hatta beğenenler bile oluyordu. Yapıtlar hakkında
açıklamalar yapmaya çabalıyordum. Kübizmden söz ediyor, var olmayan bir anlayış
ve bilgi kırıntılarıyla örneklemeye çalışıyordum. Bazı izleyiciler bu tür
yapıtları ilk kez görüyorlardı ve anlamak istiyorlardı. Öyle ki, bazıları
birkaç kez geldi ve benim anlattıklarımı anladıkları zaman teşekkür bile
ettiler. Kimileri de bayağı coşkulandı. Ancak tek zor nokta yeteneksiz sanatçıların
ve fütürizmi izleyenlerin yaptıkları hakkında konuşmaktı. Gerçi bu sergide tam
anlamıyla fütüristler yoktu. Yalnızca kübistler ve soyut sanatçılar yer
alıyordu. Açılış sırasında Maleviç de geldi ve kimsenin bilmediği bir neden
yüzünden Tatlin’e karşı kışkırtıda bulundu. Ne olduğunu tam anlayamamıştım
ancak tuvallerimi geri çektim. Çünkü Maleviç’in yapıtlarını diğerlerinden daha
çok beğeniyordum, Tatlin’inkiler dışında kuşkusuz. Onlar tazeydi, özgündü ve
Picasso ile benzeşen hiçbir yanı yoktu. Ama Maleviç’in kendisini sevmezdim.
Aldatıcı, hoş olmayan gözlerinde içtenlik yoktu. O en çok kendisini severdi ve
özellikle yargılarında çok tarafgirdi. Yanıma gelmiş ve şöyle demişti: “Burada
tek ressam sizsiniz, ama ne yaptığınızı biliyor musunuz?”
“-
Bilmiyorum,
-
Biliyor musunuz bunların bütün yaptıkları daha önce yapılmış, daha önce
görülmüş şeyler. Hepsi çağdışı. Şimdi biz yeni şeyler yapmalıyız. Kendimize
daha yakın, daha çok bizden olan bir şeyler… İşte benim yaptığım şey bu. Ve siz
sezgilerinizle aynı şeyleri yapmışsınız. Yapıtlarınızda böyle bir hava var. Benimle
görüşmelisiniz, gelin bana” dedi ve adresini verdi. Sık sık Tatlin’in evine
gidiyordum. Ona büyük saygı duymaktaydım, bu nedenle de olup biteni Tatlin’e
anlattım.
-
Onu gidip görmemelisiniz” dedi, ben de gitmedim.
Vladimir
Evgrafoviç Tatlin Basmannaya sokağında oturuyordu. 8. ya da 9. katta. Demiryolu
Şirketi’ne ait olan bu yer bir çatı katıydı ve kendi yaptığı sobasıyla
ısıtılıyordu. Çok tuhaf bir stüdyoydu. Büyük kontrplaklarla bölünmüştü. Burada
Tatlin yapayalnız yaşıyordu. Eski bir denizciye uygun, her şeyiyle tertemiz ve
düzenli. Sonra Tatlin Wagner’in “Uçan Hollandalı” operası için tasarımlara
girişti. Herhangi bir sipariş aldığından değil, sadece kendisi için yapıyordu.
Ancak sahne için mimari ayrıntılar ve kostüm tasarımları o denli etkileyici
nitelikte ve tek bir ayrıntının bile bu denli çeşitlemelerinin yapılmış olması
beni bir hayli şaşırtmıştı. Tatlin çok büyük bir ressamdı. Bu nedenle ülkesine
özgü bir duyarlılıkla onaylanacağı günleri bekliyordu. Kendisini beklemeye
hazırlamıştı. Yalnızca gerçek Rus sanatçıları değerleri bilinmeksizin böyle
yılların gölgesine durmaksızın çalışırlar. Onların çalışmaya karşı büyük bir tutkuları
vardır. Bazen ölene dek bilinmeden, tanınmadan kalsalar bile, geleceğe
inançlarından çalışmalarını tutkuyla sürdürürler…”
1927
yılında Tatlin Vhutein Okulu’nun seramik bölümü başkanlığına getirilir. Aynı
zamanda burada endüstri tasarımı ve genel tasarım dersleri verirken Rodçenko’nun
sözünü ettiği “Letatlin” adlı uçan bir araç üzerinde de çalışıyordu. Uçmak
anlamına gelen bir sözcükle kendi adını birleştirerek aracına isim vermiş olan
Tatlin, 1932 yılında yapıtını sergiler. İnsanın kendi enerjisiyle uçan bu araç
planör gibi bir şeydi. Tatlin küçük bir böceği yakalamış, bir kutuda büyütmüş
ve iyice büyüyünce de yeniden tarlalara bırakmıştı. Onun uçarken kanatlarının
hareketlerini ve biçimini incelemiş, böylece dev bir böceğe benzeyen bu aracı,
Letatlin’i yapmıştı. “Benim aracım” der “organik biçimlerin ilkeleri üzerine
kurulmuştur. Bu biçimlerin incelenmesiyle en estetik biçimin en ekonomik biçim
olduğu sonucuna ulaştım”. Gerçekte teknoloji ile sanatın birleştirilmesi
konusunda cesaretli bir atılımdı bu. Ancak bu yapıtını gereksiz ve yararsız
bulan eleştirmenlere karşı Tatlin yapıtını şu tümcelerle koruyordu: “Değişik
gereçleri deneyen sanatçı yeni ilişkilerin yardımıyla teknik sorunları çözmeyi
görevi bilecektir. Yeni ve karışık biçimleri bulmaya çalışacaktır. Doğal olarak
daha ileriki aşamalarda teknik ayrıntılarda ustalık kazanmış olacaktır. Sanatçı
çalışmasında teknolojinin karşısında, gereçlerin biçimleri arasında olduğu
kadar, plastik ve konstrüksiyon ilişkilerinin de üstesinden gelebilmelidir.
Burada kuşkusuz ki, onun yaratıcı yöntemi nitelik olarak bir mühendisinkinden
farklıdır”. Karamsar ve yarasız bir estetik uğraş olarak yapıtı eleştiren
Karneli Zelinski sonunda, Tatlin’i ülkesi için yaptığı yararlı uğraşları, az
yakıtla çok ısı veren sobasını, oturma ve yaşama birimleri tasarımlarını,
fabrikada çalışanlar için ucuz, sağlıklı ve uygun giysilerini ve kısıtlı
endüstriye sahip bir ülkede ilkel teknik bilgilerle gerçekleştirdiği olağanüstü
buluşlarını, eğitim, sanat ve kültür yaşamında en etkili, en gönülden
çalışmalarıyla öncü kişiliğini övmek zorunda kalır.
Yalnızlığının
dramını yaşamının sonuna dek taşıyan bu büyük sanatçı ve sanat kuramcısı
sonunda sinir krizleri geçirmeye başlar. 1953 yılında Moskova Devlet
Bakımevi’nde ölür.
1920’ler
ortamında bugünün düşünü görmüş bir sanatçı olan Tatlin dünya sanatı üzerinde
uzun bir süre hatta bugün bile etkili olacak sanatsal buluşlar, kuramlar ve
biçimler geliştirmiştir.
Tatlin;
kuramında, sanatında özgün olmakla birlikte bir Leonardo, bir Picasso ve
tekerleği bulan ilk sanatçı-mühendis atamızdan miras kalan tutkuları içerir.
.
.
Modern
Sanatın Öyküsü 1980
Norbert Lynton
(Çev. Cevat Çapan, Sadi Öziş), Remzi Kitabevi, 1982
İstanbul
İlerlemenin
Görüntüleri
102
Savaşın ve 1917 Devriminin getirdiği sarsıntılara ve
yarattığı sorunlara, iç çekişmelerle dış saldırıların ayrı bir yoğunluk
kazandırdığı Rusya'da insanların günlük yaşayışlarıyla ilgili gerçeklere özel
bir önem vermek gerekiyordu. Öncü sanatçılar, insanın mesleğinin yararlılığını
bilmesinin ve göstermesinin özellikle gerektiği bir dönemde kendilerini ülkenin
sanat ve tasarım kurumlarında önemli görevlerde buldular. Oldukça ağır ekonomik
sorunlar karşısında yeniden kurulmakta olan bir toplumun sanatçısı bu çabaya
nasıl bir katkıda bulunabilirdi? Yapılacak üç iş vardı. Sanatçının önce kendi
sanatını (hiç değilse kuramsal olarak) herkesin, her yerde anlayabileceği
göstergelerle, evrensel gerçekleri betimleyecek bir biçimde yeniden düşünüp
kurması gerekiyordu. İkinci adım, o zamana kadar burjuvaziye hizmet eden
akademik sanatı yeni bildirilere uyarlamaktı. Bu anlayış, çok geçmeden,
devletin tek izin verdiği ve Toplumsal Gerçekçilik denen (Toplumsal İdealizm
başlığının daha uygun olacağı) bir akım oldu. Toplumsal Gerçekçilik ayrı ayrı
insan topluluklarından oluşmuş bu büyük ulusa önderlerinin ve kendisinin
birleştirici görüntüleriyle bir bütünlük kazandırmaya çalışıyordu. Üçüncü adım
ise, sanatçının sezgilerini ve zekâsını günün gerekleri doğrultusunda kullanması,
işçiler arasında bir başka işçi olmasıydı.
104
1913 yılında genç bir Rus ressamı olan Tatlin, Paris'te
Picasso ile görüşmüştü. Picasso'nun Tatlin'e neler gösterdiğini bilmiyoruz, fakat
kendisi 1912 ile 14 arasında bazıları ağırbaşlı, bazıları ise şakacı nitelikte
değişik malzemeler kullanarak birçok Konstrüktivist heykelle, Bireşimsel
(sentetik) Konstrüktivist Kübist resimler yapmıştı. Tatlin'in görmüş
olabileceği yapıtlar arasında, Picasso'nun belki de 1912'de tabaka metal ve
telden yaptığı Gitar da vardı. Bu yapıt, düzlemler, kenarlar ve çizgilerle
boşluklardan oluşan ve belli bir nesneyi olağanüstü bir karşı-doğalcılıkla
betimleyen ve gene de inandırıcı olabilen sert, çarpıcı bir kompozisyondu.
Aslında asıldığı duvarı taban olarak tasarlanan bu kabartma yapıtı, Picasso
duvarın sınırlayıcı yüzeyinden uzaklaştırarak bir sandalye üzerinde
göstermekten de hoşlanıyordu. Picasso'nun taşı ya da tahtayı yontma, çamur ya
da alçıyla çalışıp, daha sonra bronz döküm yapma yerine, eline geçirdiği her
türlü malzemeyle heykel yapma düşüncesi -resimde de resimle ilgisi olmayan
malzeme kullanımıyla koşut olarak başlayan bu tutum- günümüze kadar sürüp gelen
Konstrüktivist heykel geleneğinin başlangıç noktasıdır. Rus Konstrüktivizmi
-Picasso örneğinin il adımın atılmasına yol açan bir esin kaynağı olması
dışında- apayrı bir olaydır ve kendine özgü bir ideolojinin ürünüdür.
Tatlin’in kendi yaptığı ilk kabartmalar, değişik
malzemelerin bir araya getirilmesiyle gerçekleştirilmişti. Bunlar cansız doğa
yapıtlarını andırıyorlardı. 1915 yılına vardığında Tatlin, bazıları odaların
köşelerine, duvarlara ya da tavana asılan ve genel olarak boşlukta sallanır
duygusu veren tümüyle soyut, metal heykeller yapıyordu. Bunların biçimleri
Bireşimsel Kübizmi çağrıştırıyor, fakat ne cansız doğa motiflerini, ne de
herhangi aşkın, yüce bir anlamın izlerini taşıyordu. Bu yapıtlar, ilk olarak
Maleviç’in Suprematism anlayışını tanıttığı St Petersburg’da, Aralık 1915 -
Ocak 1916’da açılan sergide halkın karşısına çıkmıştı. Söylendiğine göre,
Tatlin’le ondan biraz daha yaşlı olan Malevitch galeride, neredeyse yumruk
yumruğa gelmişlerdi. Soyut sanatın bu iki öncüsünün amaçları arasındaki
ayrımdan daha derin bir ayrım düşünebilmek gerçekten güçtür. Ertesi yıl bu
ayrım, Devrimden önce de var olmakla birlikte, daha bir açıklık kazandı. Tatlin
giderek gerçekliği kullandığı malzemede ve daha çok da günlük sorunlarda
aramaya başladı. Kendisi Rus Konstrüktivizminin önde gelen temsilcilerinden ve
yeni Sovyet toplumunda sanat kurumlarını yeniden örgütlemekle görevlendirilen
kilit kişilerden biri olarak ortaya çıktı. Düşünceleri bir süre, tam olmamakla
birlikte, hükümetçe de desteklenen Tatlin, buna karşılık sanatını ve kuramsal
görüşlerini yeni kurulan bu topluma yararlı kılmaya çalıştı.
105
Uluslararası savaş, devrimin ve iç savaşın yarattığı
güçlükler, daha sonra da Devrimi baltalamak için gönderilen yabancı birliklerin
saldırısına karşı koymak durumunda kalan Sovyet Rusya, Devrimi korumak ve
devleti güçlendirmek için her türlü etkinlikten yararlanmak zorunda kaldı.
Tatlin kullandığı malzemenin ve bir süreç olarak Konstrüktivizmin gerçekliğine
önem vermişti. Alçak kabartmaların resimsel niteliğinden çerçevesiz yüksek
kabartmalara, daha sonra varlığını boşlukta duyuran ve metal levha, çubuk ve
tel gibi malzemeyle yapılan Karşıt
Kabartmalar’a (Counter Relief)
geçmişti. 1920’lerde Tatlin ve çevresindeki sanatçılar, bu türden işleri bile
günün gerekleri için yetersiz -gerçekliğe dolaysız değil de, eğretilemeli bir
yaklaşım- saydılar. Sanatçı olarak yaratıcılıklarının ve yaşantılarının günlük
sorunları yansıtması gerektiğine karar verdiler. Çıraklarına malzemenin ne olduğunu
ve nasıl kullanılacağını öğretebilecekleri gibi, kendilerinin de fabrikalara
giderek yeni süreçlerle ilgili yeni tasarımlar geliştirebileceklerini
anladılar. Onların savunucusu olan şair Osip Brik, 1923’te yazdığı bir yazıda
şöyle diyordu: “İşçilere bir şeyler öğretirken, onlardan da bir şeyler
öğrenin”. Bir başka yorumcu Dmitriev, daha 1919 yılında, sanatçının değişen
görevini belirtmişti: “Sanatçı artık sadece bir yapıcı ve teknisyen, bir önder
ve ustabaşıdır. Tatlin’in yaptığı birçok şey arasında, ucuz bir sobayla kışlık
giysilerin ilk tasarım örnekleri de vardı. Tatlin’in derslerinde de, örneğin
bir bebeğin porselen şişesi, eğri arkalıklı bir sandalye, bir traktörünkine
benzeyen bir oturma yeri gibi günlük hayatta kullanılan nesnelerin yapımına önem
verdiğini biliyoruz. Bu tasarımların göze çarpan özelliği, aynı yıllarda, -yani
1920’lerin sonuna doğru- Batı dünyasındaki yeni tasarlamalar gibi geometrik
biçimler kullanarak, modern bir etki sağlamayı amaçlamamalarıydı. Bunun yerine
tasarım, nesnenin amacı ve kullanılan malzemenin olanaklarıyla belirleniyordu.
Şişe küçük bir meme gibiydi, çocuk meme başına benzeyen bir delikten süt
emiyordu, şişe de kolayca tutulabiliyor ya da düz bir yere bırakılabiliyordu.
Eğri tahtalı sandalye de kıvrımlı parçalarının yaylılığını kullanıyordu.
1929-31 yılları arasında Tatlin, insan gücüyle çalışan ve bir gün insanların
bisiklet gibi sahip olabileceklerini umduğu bir uçan makine geliştirmeye
çalışıyordu. Bir operatörle pilotun danışmanlığında, eğri tahta, balina kemiği,
ipek ve başka malzemeler kullanarak bir araç yaptı. Bu araç, içine yatan
insanın dirseklerini ve kollarını kaldırıp indirmesiyle kanat çırparak hareket
edecekti. Tatlin modernizmin üslup kaygısından burada da kurtulmuş, aracını
insan vücudunun organik yapısına, kemiklere ve adalelere bakarak tasarlamıştı.
Tümüyle işlevselliğe dayanan bu program, aynı zamanda insanın eskiden beri
düşlediği uçma olasılığını, hareket, özgürlük ve ruhsal özlemlerini de
yansıtıyordu. Tatlin’e göre makine sağlanacak bu uçuş, böyle bir düşü
gerçekleştirmekten çok, yok edecekti.
106
Tatlin’in en önemli yapıtı da gene böyle, hatta daha
anlaşılmaz bir yapıttı. Kendisi 1919-20 yıllarında Petrograd’daki Neva nehri
üzerine kurulacak büyük bir yapıt tasarlamıştı. Savaşın yol açtığı düşmanlıkları,
kardeşçe bir işbirliği içinde ortadan kaldırmayı ve uluslararası sosyalizmi
birliğe kavuşturmayı amaçlayan, Üçüncü Enternasyonele bir Anıt olarak
ısmarlanan Tatlin’in Kulesi, Paris’teki Eiffel Kulesine bir yanıt olacaktı.
Eiffel kulesi reklam ve eğlence amacıyla yapılmış 300 metreye ulaşan bir
yapıydı. 400 metre olarak tasarlanan Tatlin’in kulesi ise, hem dünya çapında
bir birliğin gücünü ve özlemlerini simgeleyecek, hem de Komintern’in merkezi
olarak kullanılacaktı. Bir bölümü kafes biçiminde ve 60 derece yatay bir
kirişin taşıdığı sarmal yapı üzerine üç hücre yerleştirecekti: küp biçimindeki
mekân toplantı ve tartışma salonu, bir yana yatmış konumda ve piramit
biçimindeki mekân sekreterlik bürosu, üzerine yarım küre oturtulmuş silindir
biçimindeki üçüncü mekân da danışma merkezi ve radyo istasyonu olarak
tasarlanmıştı. Simgesellikle işlevselliğin uzlaştırıldığı bu yapı, çelik ve cam
malzemelerden oluşacaktı. Asansörler, yapının kiriş omurgasına yerleştirilecek,
iki sarmal rampa da araçların ve yayaların ulaşımını sağlayacaktı. Tümüyle bir
gözlemevine benzeyecek olan bu yapının, son zamanlarda açıklandığına göre, eğik
ekseni Kutup Yıldızına doğru yönelecekti. Yerden fırlarcasına yükselen bu
yapının anlamı ve işlevi bakımından kozmik bir tasarının bir parçası olduğunu
düşünmek için hiç de aşırı bir yaklaşım değildir. Bir geminin kaptan köprüsü ya
da bir uzay gemisinin komuta bölümü gibi, Tatlin’in Kulesi de, insanlığın
yeryüzündeki yönünü belirleyecekti. Kulenin tepesindeki bayraklar ve radyo
direkleri, gemileri anımsatıyordu. Neva’nın ağzı Petrograd’da büyük bir liman
meydana getiriyordu. Petrograd ayrıca önemli astronomi çalışmalarının yapıldığı
bir merkezdi. Yapının içine yerleştirilen hücreler, evrenle uyumlu olarak
dönecekti; toplantı salonu, dünyanın güneşin çevresindeki dönüşünü
yankılarcasına yılda bir kere, sekreterlik, ayın dünya çevresindeki dönüşü gibi
28 günde bir, danışma merkezi ise dünya gibi günde bir kere dönecekti. Böylece
kule insanın zaman içinde varoluşunu simgeleyen ve betimleyen yıllık bir saat
işlevini yüklenecekti. Bu kule, yuvarlak bir plana göre yapılan, iki sarmal
rampanın tepeye doğru çıktığı yüksek koni biçimiyle eski bir ziguratı da
andıracaktı. Bu biçimiyle de Kutsal Kitabın ‘Başlangıç’ bölümünde, insanlığın
tek dili yitirişini simgeleyen bir başka ziguratla, Babil Kulesiyle, bir
bağlantı kurulmuş olacaktı. Komintern Kulesi, insanlığı yeniden birliğe
kavuşturacak, Babil Kulesine bir yanıt vermiş olacaktı. Tatlin’in arkadaşı şair
Khlebnikov da dilin ortak köklerini araştırıyordu. Büyük bir olasılıkla, iki
sanatçı kısa bir zamanda Latince’den türetilen Esperanto’dan uluslararası
düzeyde daha geçerli evrensel bir dil oluşturmayı tasarlıyorlardı.
108
Tatlin ve yardımcıları, bu kulenin 1920’de Petrograd’da
ve Moskova’da sergilenen bir modelini yaptılar. Modelin daha yalın bir örneği
de daha sonraki yıllarda Rusya’nın birçok yerinde sergilendi ve nerdeyse bir
azizin heykeli gibi yürüyüşlerde gezdirildi. Üzerinde kule motifi olan bir pul
hazırlandı. Eleştirmen Punin, 1920’de yayımlanan bir broşürde, Tatlin’in bu
tasarısının ‘milyonlarca kişiyi içeren proleter bir bilincin’ desteği olmadan
gerçekleşemeyeceğini belirtti ve bu tasarıyı ‘dünya işçileri arasındaki
uluslararası bağlaşmanın yalın ve yaratıcı bir biçimde en ideal, en canlı ve
klasik ifadesi’ olarak tanımladı. Kule büyük bir heyecan yarattı ve kısa
zamanda Rusya’nın dışında da duyuldu; fakat çok geçmeden ‘idealizmi’ halk
arasında eleştirilmeye, gerçekleştirmek istediği düşler alay konusu edilmeye
başladı. Böyle bir kule yapılabilir miydi? Belki de yapılamazdı; Tatlin
tasarısının ortaya çıkaracağı uygulama sorunlarını çözmeye kalkışmış değildi;
üstelik bir mühendis olduğunu da hiçbir zaman ileri sürmemişti. Savaşlar,
insanların yaratıcılığını sık sık ortaya çıkarırlar. Belki de Tatlin’in barış
zamanında başarıya ulaştıramadığımız ortak bir çabaya güveniyor, uluslararası
Komünizmin böyle bir düşü gerçekleştirmeye büyük bir istek duyacağına
inanıyordu. Lenin bu tasarıyı sanatçı çılgınlığının tipik bir örneği olarak
gördü. Yaratıcı çabaya değer veren Troçki ise, Tatlin’in döner hücreleriyle
fazla ileri gittiğini düşündü. Sovyetlerin durumu böyle düşçü tasarılara pek
olanak tanımıyordu. Lenin’in 1921’deki Yeni Ekonomi Politikası ticareti ve
üretimi hızlandırmak amacıyla özel ticarete ve mülkiyete izin vererek komünist
uygulamayı bir süre için değiştirdi. Sanat da kısa bir süre sonra yeni konulara
göre yeni anlatım yolları arama özgürlüğünü yitirdi.
Rusya’nın dışında Tatlin’in sanatı dar görüşlü bir
yaklaşımla, teknolojinin bir uzantısı olarak değerlendiriliyordu. Fakat bu
sanatın temsil etmiş olabileceği ülkücülük, batı Avrupa’da Sovyet
Komünizmindekinden daha çabuk sona erdi. 1920’de Berlin’deki Dada sergisinde
çekilen bir fotoğrafta George Grosz ile John Heartfield, ellerinde bu fotoğraf
için sergi duvarından indirdikleri bir pankartla görülürler. Pankartın üzerinde
iri afiş harfleriyle şu sözler yazılıdır: “Sanat öldü/Yaşasın Tatlin’in
yeni/makine sanatı.” Lissitzky 1928’de Viyana’da yayımlanan Rus Mimarlığı ile
ilgili yazısında, Tatlin’in kulesini ‘asansörler, vinçler, taşıyıcı kayışlarla’
bir arada düşünülmesi gereken bir yapı olarak övüyordu. Kendisinin 1923’te
Hanover’de yayımlanan Güneşe Karşı Zafer
başlıklı taşbaskı resimleri, Malevich’in 1913’te işbirliği yaptığı operayla
Tatlin’in Kulesinden alınan bazı düşüncelerin çarpıcı bir bireşimiydi. Bu
kulenin küçük bir modeli 1925 Paris Dekoratif Sanatlar Sergisindeki Rus
Pavyonunda da yer almıştı. Melnikov’un yaptığı bu pavyonla, pavyonun içinde
sergilenen Rodchenko’nun Bir İşçi Kulübü için Okuma Odası gibi öbür
Konstrüktivist yapıtlar ve Tatlin’in Kulesi, Sovyet Rusya’nın sanatla
teknolojinin el ele vererek yeni bir çevre yarattıkları ilerici bir ülke olduğu
görüşünü vurguluyordu. Ancak bu düş Rusya’da hızla tarihe karışmak üzereydi.
110
Tatlin’in çevresindeki Konstrüktivist sanatçılar grubu,
Tatlin gibi, giderek kendilerine ekmek parası sağlayacak işlere yöneldi. Eylül
1921’de Moskova’da ‘5x5=25’ adıyla açılan bir sergi, her biri Tatlin’in yandaşı
olan beş sanatçının beş tablosundan oluşuyordu. Bunların arasında Rodchenko’nun
büyük bir olasılıkla ortadan kaldırılan, ama tarihe geçmiş üç tablosu vardı.
Malevich de sergiye felsefenin, dinin ve bilimin kendince sezgisel karışımını
yansıtan beyaz üstüne beyaz bazı tuallerle katılmıştı. Rodchenko, Saf Kırmızı Renk, Saf Mavi Renk ve Saf Sarı Renk adlı üç tek renk
tablosunu ‘Son Resim’ başlığı altında sergiledi ve soyut sanatın artık öldüğünü
açıkladı. Sergiye katılan öbür ressamlar, Rodchenko’nun karısı Stepanova,
Vesnin’le karısı Popova ve Aleksandra Exter’di. Bu ressamlarla onlara katılan öbür
birkaç sanatçı, Konstrüktivist sanatçılardan kendilerini ayırmak için
Prodüktivistler adını aldılar. Atölyelerini hem iş yeri, hem de okuma odası
olarak kullandılar. Onlara göre sanat, hangi görünüş altında ortaya çıkarsa
çıksın, burjuva değerlerini ve kapitalist sömürüyü temsil eden çağdışı bir
uğraştı. Onlar da tasarıma yöneldiler. Rodchenko, fotoğrafçı ve basımcı olarak
çalıştı; Mayakovsky ile beraber afiş ve reklam panoları yaptı. Vesnin Tairov’un
sahnelediği oyunlara Konstrüktivist dekorlar hazırladı ve mimar olan
kardeşleriyle Moskova’daki Emek Sarayı ve Petrograd’daki Pravda binası gibi
önemli tasarılarda çalıştı (1923). Stepanova ile Popova, Meyerhold için
Konstrüktivist sahne dekorları yaptılar (1922-23)., dokuma desenleri çizip
bunları uyguladılar. Exter de resmi bırakarak sahne dekorculuğu yaptı. Aynı
eğilimi başka sanat dallarında da görüyoruz. Yazarlar da roman ve öyküyü
bırakıp, röportajcılığı denediler. Romanın incelik gerektiren yazı sanatı
yerine, röportaj türünün daha kaba, görünüşte daha nesnel anlatımını seçtiler.
Film yönetmenleri de konulu film yerine, belgesel film yapmayı yeğlediler.
Tiyatro yönetmenleri, özellikle Meyerhold, tiyatroyu o yıllardaki anlatıya ve
yanılsamaya dayanan kalıplarından uzak, hareket dolu ve bildiri aktaran bir
halk sanatına dönüştürdü. Meyerhold dekorları için Konstrüktivist sanatçıları
görevlendirmekle kalmadı, oyuncularını da yalnız Çehov’un oyunlarındaki
karmaşık kişileri canlandıracak tek tek yıldız yorumcular olarak değil, şarkı
söyleyebilecek, dans edecek, soytarılık ve akrobatlık edecek, müzikhol
komedyenliği yapacak kişiler olarak yetiştirdi. Zaman zaman gene Konstrüktivist
sanatçıların yardımıyla, Petrograd’ın ve Moskova’nın sokak ve alanlarında
tiyatro olayları sahneledi; bu gösterilere kalabalıklar ve askeri birlikler
oyuncu olarak katıldı. Bu gösterilerin en ünlüsü 7 Kasım 1920’de, üç yıl önce
St Petersburg’daki Kışlık Sarayın sivil halktan bir kalabalıkla ayaklanan
askeri birlikler tarafından saldırıya uğraması olayının gene aynı yerde, belki
o saldırıya katılan kimselerden bazılarının bulunduğu bir toplulukla yeniden
canlandırılmasıydı. Bu gösterini senaryosunu ve dekorunu hazırlamaya birçok
yazar, yönetmen, dekorcu ve sahne teknisyeni katkıda bulundu. Olay, yakındaki
bir kuleden verilen telefon komutlarıyla bir dizi tablo ve grup hareketi olarak
düzenlendi. Altı bin kişinin rol aldığı bu gösteriyi yüz bin kişi izledi. 1917
ayaklanmasını başlatan Aurora kruvazörü de Neva nehrinde olaya yakın bir yere
demirlemişti. Gene aynı amaçla, tren vagonları, kitap, afiş, gramofon ve film
gösterileriyle propaganda merkezleri olarak bu geniş ülkeyi dolaştı, aynı
ülküyü paylaşan tek bir ulus yaratmaya çalıştı.
Dziga Vertov ve öbür yönetmenlerin elinde film,
Konstrüktivist sanatın en yetkin anlatım aracı oldu. Sinema kamerası, dünyayı
kaydediyor; film yönetmeni de bu nesnel malzemeyi belli bir amacı olan, dinamik
bir gösteriye dönüştürüyordu. Uydurma öyküler yerine, gerçek malzeme belli bir
işleve göre kurgulanıyordu. Vertov’un 1922-25 yılları arasında yaptığı ünlü
belgesel filmleri -Kino Pravda (Sinema-Gerçek)
ve Kino-Glaz (Sinema-Göz), özellikle
de Film Kameralı Adam (1929)- filmin
yanılsamacı gücünü etkisiz kılmak için sürekli neyi seyrettiğimiz ve bunların
nasıl bir araya getirildiğini bize hatırlatıyordu. Örneğin, Vertov kendisini
kurgu odasında, filmin kurgusunu yaparken, kameraman olan kardeşini biraz önce
seyredilen görüntüleri çekerken, ya da aynı filmi başka bir sinemada
oynatılırken, yani hem perdeyi, hem de seyircileri birlikte gösteriyordu. Aynı
yıllarda adını duyuran Alman oyun yazarı Brecht ve Meyerhold gibi, Vertov da
seyircinin bu olaya bilinçli ve etkin bir biçimde katılmasını istiyordu. Vertov,
Biz (1922) başlıklı bildirisinde
şöyle diyordu: “Biz makinenin ruhunu keşfediyoruz, tazgâhında çalışan işçiyi
seviyoruz, traktöründeki çiftçiyi seviyoruz, lokomotifindeki makinisti
seviyoruz. Her türlü mekanik etkinliğe yaratıcı bir sevinç getiriyoruz. İnsanla
makine arasında barışı sağlıyoruz. Yeni insanı eğitiyoruz”. Victoria çağı İngiltere’sinde
Ruskin’le Morris, işle eğlence ve mutluluk arasında uyum sağlamak için çalışma
hayatında bir Rönesans’ın sözcülüğünü ediyorlardı. Prodüktivistlerin düşü de,
insanla makine arasında böyle olumlu bir ilişki kurmaktı. Vertov gibi,
tiyatroda Meyerhold’la çalışan, Grev
(1924) ve Potemkin Zırhlısı (1925)
gibi tarihsel olayları canlandıran filmleriyle, uluslararası ün yapan
Eisenstein da, film sanatında kurgunun önemini ve seyirciye sunulan her
görüntünün içerdiği anlamın üzerinde durulması gereğini titizlikle
belirtmiştir. Her iki sanatçı da o yıllarda değer verilen romantik konulu
filmlere karşı çıkmışlardır. Léger ve daha başka bazı sanatçılar gibi onlar da
Amerikan sinemasının serüven filmlerini ve sille-tokat güldürülerini daha
etkili bulmuşlardır.
112
Uluslararası bir akım olarak Konstrüktivizm, sanatın
sınırları içinde kalan bir gelişmeydi. Konstrüktivizm, genellikle yalın
geometrik biçimler ve endüstriyel malzemeden yararlanan heykelciliğin bir kolu
sayılır. Bu akım Batıda, daha çok orada çalışan Rus sanatçılarının, bazısı
Sovyet Rusya’dan kaçan, bazısı da devlet tarafından gönderilen sanatçıların
etkisiyle, açıkça değil de gizliden gizliye 1920’lerde ve 30’larda yayılmıştır.
Bunlardan birçoğu 1920’lerde orta Avrupa’da çalışan sanatçılardır. Örneğin,
Gabo Rusya’dan 1922’de ayrılmış ve 1932’ye kadar Berlin’de yaşamıştı. İlk tek
kişilik sergisini de ‘Konstrüktivist Heykel’ başlığıyla 1930’da Hanover’deki
Kestner Gesellschaft galerisinde açtı.
121
… Rus Konstrüktivizmi 1928-30 yıllarında tarihe karışan
kısa ömürlü bir akımdı. Biz bu akımı, bu konuda yeni yeni bilgi sahibi
olduğumuz şu sıralarda tanımaya başlıyoruz.
… Batıda buna benzer bir düş yaşanmamıştı. Ütopyacı bir
yaklaşımla, mantıklı ve inandırıcı ilkelere dayanarak daha iyi dünyalar, daha
iyi düzenler kurmayı tasarlayabilmek ve karşılaştığımız gündelik sorunların
böyle bir düşü gölgelemesini önleyebilmek, insanın en vazgeçilmez
yeteneklerinden biri… … 1920’lerde Rusya’dan başka ülkelere yayılan
Konstrüktivist sanat da bu iletiyi taşıyor, fakat sanat yerine üretime önem
verme gerektiği görüşünü de geride bırakıyordu. Konstrüktivizm, bu anlamda
Tatlin’in değil, Malevich’in sanat anlayışının bir uzantısıdır. Malevich’e göre
sanat, her zaman kendini doğrulayan, pratik sonuçlardan çok yüce amaçlara
yönelen, ele aldığı sorunlara özgü değil de, genel çözümler arayan, bu yüzden
de felsefe ve matematik gibi salt gerçeği araştıran uğraşlar kadar insanlığa
değerli katkıları olan bir etkinlikti.
122
Naum Gabo, Malevich’in sanatın bağımsız bir etkinlik
olduğu görüşünü paylaşıyordu. O da, Lissitzky gibi, sanata mühendislik
öğreniminden geçerek gelmişti. Kendisi batıda gördüklerinin ve kardeşi heykelci
Antoine Pevsner'in etkisi altında kalarak sanatçı oldu. Devrim başlayınca iki
kardeş Rusya'ya döndüler ve MOskova'da öbür öncü sanatçılarla birlikte ...
tartışmalara katıldılar. Tatlin
örneğinden esinlenen Gabo, istek üzerine bazı mimari taslaklar hazırladı. ...
Gabo kısa bir süre sonra bu tür yapıtlara eleştirel bir gözle bakmaya başladı
ve hayatını saf heykel biçimleri üzerinde çalışmaya adadı. Bu biçimlerden çoğu,
büyük ölçekli anıt olarak uygulanabilirdi. 1920'de Gabo ile Pevsner yapıtlarını
Moskova'nın bir bulvarında açık havada sergilediler. Aynı yıl duvar afişi
olarak bastırdıkları 'Gerçekçi Bildiri'lerini yayımladılar. Gabo, kendi kaleme
aldığı bu bildiride, İtalyan Fütüristlerinin tepkici yurtseverliklerini ve
militarizmlarini, 'çılgın otomobiller, gürültülü demiryolu depoları, birbirine
dolaşan teller, gürültülü patırtılı sokaklar' karşısında duydukları heyecanı ve
bütün bunları modern hayatın dinamizmi sanmalarını alaya alıyordu. 'Bir güneş
ışınına bakın,' diyordu Gabo, 'durağan güçlerin bu en durağan olanı, saniyede
300 km'den fazla hız yapıyor... yıldızlı gökyüzüne bakın... evrenin bu depoları
yanında bizim depolarımızın sözü mü olur?'
Gabo 1920'de elektrik gücüyle hareket eden kinetik bir heykel yapmış,
fakat bunu sınırlı bir teknik olarak görmüştü. Hayatı yalnız uzay ve zamanın
biçimlendirdiği yolundaki duyarlığı, onun hareket kavramıyla şairce ilgilenmesine
yol açtı.
123
Gabo 1932'ye kadar Berlin'de kaldıktan sonra Paris'e
giderek 'Abstraction-Création' grubuna katıldı. Bu grup, kendisine ilgisiz ve
düşmanca davranan bir dünyaya karşı soyut ve Konstrüktivist sanatçılara bir
sığınak ve çalışma olanağı sağlıyordu. 1935'te Londra'ya geçen Gabo, orada da
sergilere katıldı... ... 1946'da Amerika'ya göç etti. ... sağlam temellere dayanarak ve ortak bir
etkinlik olarak doğan soyut sanat, özellikle de Konstrüktivist sanat, çeşitli
ülkelerden sanatçıların kaynaştığı orta Avrupa'dan 1920'lerde önce Fransa'ya,
oradan da İngiltere'ye ve Amerika'ya kaymış oluyordu. Bu göçte Konstrüktivizm
bir denge ve vicdan işlevini yerine getirdi. Konstrüktivist heykel geleneğini
ayakta tutan, her şeyden önce Gabo'nun çabasıydı. Bu arada 'De Stijl' grubu da
soyut Konstrüktivist heykeller yapan Vantongerloo ile bu geleneği
sürdürüyordu. Vantongerloo'nun
matematik formüllere göre basit geometrik biçimlerden oluşturduğu heykeller,
Konstrüktivizmden çok Elemantarizmi anımsatmakla birlikte, kuramsal düzeyde bu
iki sanat anlayışı arasında kesin bir ayrım bulmak zordur. ...
Konstrüktivist/Elemantarist geleneğin bu özel öneminin kaynağı (Ekspresyonizmle
Sürrealizmin uzlaşmaz saydığı) şiirle akılcılığı tam soyutlukla, (yani
geometriyi, sayıları ya da başka somut verileri temel alan bir anlayışla) bir
çeşit gerçekçiliği birleştiren bir sanat anlayışında diretmesiydi. Buradaki
'gerçekçilik' kavramı, 'Gerçekçi Bildiri' başlığında olduğu gibi, simgeciliğin
yer almadığı bir bağlamda ve kullanılan malzemenin gerçekliğiyle ilgili bir
gerçekçilik olarak anlaşılmalıdır. Bunlar plastik ve alüminyum gibi endüstriyel
malzemeler de olabilirler, tahta ve boya gibi [kullanılmış] eski malzemeler de.
Ama bunlar hiçbir zaman kendilerinden başka bir şeyin simgesi olamazlar.
Konstrüktivist sanat yapıtları için kullanılan teknik de, bir anlamda akılcı ve
yararlı yaratıcılığın etkinlik örneği olarak karşımıza çıkar.
______________________
[Lynton’un Konstrüktivizm için diğer ilişkilendirmeleri:]
21
Georges Seurat / Benimsediği renk kuramına göre
parlaklığı ve kusursuzluğu elde etmenin en uygun yolu birbirine karışmayan
renkleri küçük noktalar halinde yan yana getirmekti. Geliştirdiği teknik,
dikkati gözlemlenen renklerin en küçük öğelerine indirgediğinde ‘parçalanma’
(divisionisme), boyanın sürülmesi söz konusu olduğu zamanda ‘noktacılık’
(pointilisme) adıyla anılır. Ne var ki, Seurat kullandığı biçimleri ve bunların
dikdörtgen tual üzerinde düzenlenişlerini de inceliyor, bunların kendi
başlarına anlam ve duygu aktarabileceklerine inanıyordu. Böylece Seurat’nın
resimlerinin her bakımdan düşünce ve
bilgiye dayanan bir denetim altında yapıldığı söylenebilir. … Belki de
Seurat’nın amacı, bu donuk ve biçimsel anlatımdan hiç ayrılmadan yaşadığı
dönemin gündelik hayatının tutarlı bir dökümünü vermekti. … Parçalanma
tekniğinin modern resim üzerinde önemli bir etkisi olmuştu. … Seurat’nın akılcı bir yaklaşımla sanatı bilinçli bir yaratma süreci olarak görüşünün
daha uzun bir etkisi olduğu ve bunun Mondrian ve Konstrüktivizm (İnşacılık)
akımından geçerek günümüze kadar ulaştığı izlenebilir.
.
.
Dziga Vertov: Sinemada
Konstrüktivizm
Vlada
Petrić
(Çev.
Güzin Yamaner), Öteki Yayınevi, 2000 Ankara
Önsöz
7
Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, kendi kültürel tarihi içinde kısa bir süre
için, özgür sanatsal anlatım ve hükümetin cömert desteği arasındaki bağlılıktan
da hoşnut kalmıştır. Ekim Devrimi’nin hemen sonrasında Sovyet sanatçılar
kendilerini, partinin resmi çizgisiyle çatışanlar dahil, en yenilikçi ve
başkaldıran deneyimlere yönelmekte serbest hissetmişlerdir. İdeolojik
özgürlüğün ve yaratıcı coşkunun bu birkaç yılı, sanatsal tutuculukların ve
politik yaptırımların uzlaşmasız yollarında, sanatçıları kendilerini dünya
çapında ifade etmeleri için hâlâ destekleyen bazı önemli avant-garde
başarıların doğmasına neden olmuştur.
Konstrüktivist
ve fütürist ideallerden beslenen [Dziga] Vertov, sinemayı özerk bir sanat
olarak görmüş; filmi, çok sayıda birimden (çekimden) ve görüntü
kompozisyonları, çekimlerin sıralanışları ve anlatıyı da içeren sinemasal
kenetlenmenin tüm bileşenleri aracılığıyla tanımlanan vurgu ve anlamda uygun
olan “mimari” süreçlerden (çekim tekniklerinden) “inşa edilen bir yapı”
biçiminde algılamıştır.
8
O,
kamerayı bir sanatçının dış gerçekliğin varlığına nüfuz etmek için
kullanabileceği bir araç olarak görmüştür.
Konstrüktivist
bağlam: gerçeğin sanatı
11
“Sine-göz”
yöntemi, “sine-hakikat” ilkesi, “Aralıkların teorisi” ve yıkıcı-çağrışımsal
montaj bağlamı…
[Bu
kitaptaki biçimsel çözümlemeler,] … Vertov’un aralarında sanatsal işlemin
endüstriyel üretimle aynı işleve sahip olduğu - böylece “Üretici sanat” olarak
kavramlaştırıldığı görüşünün de bulunduğu, birçok temel Konstrüktivist ilkeyi
sinemaya nasıl uyguladığını göstermektedir.
19
Yaşamı
olduğu gibi göstermek…
Konstrüktivist Gelenek
21
Görüşleriyle
Sovyet avant-garde’ının en ayırt edici beklentisini temsil eden
konstrüktivistler, sanatçıyı, aktif olarak yeni bir toplumun inşasına
katılırken, tıpkı bir fabrika işçisi gibi, ödevi “yararlı nesneler” yapmak olan
bir “mühendis” gibi gördüler. … Bu açıdan, film ikili bir amaca hizmet
etmeliydi: Sosyalist bilinci, burjuva mantığıyla değiştirme yoluyla, teknolojik
devrim ve bu topyekûn dönüşüme yardımcı olmak ve çalışan sınıfın acil
sorumlulukları ve gereksinimlerine odaklanarak sanatı özgürleştirmek.
Konstrüktivizmin
en üst tanımı belki de, Naum Gabo ve Antonin Pevsner kardeşler tarafından
oluşturulan “Gerçekçi Manifesto”da (1922) dışavurulmuştu. Bu hareketin daha
estetik kanadını temsil eden kardeşler, “sanat bizim uzamsal algımızın
dünyasının gerçekleştirilişidir” ve bunun sanatçısı “köprülerinin inşasında bir
mühendis gibi işini yapar ve yörüngelerinin formülünü matematikçi gibi kurar”
diye bitiriyorlardı. Vertov, sinemanın olanaklarını “her bağımsız öğenin iç
adımı (pace) olduğu kadar, fotoğraflaştırılmış malzemenin özel oranlarına göre
tümüyle alınmış ritmik ve estetik bağlamın, uzam içindeki objelerin hareketini
tasarlama sanatı” olarak açıklamaya çaba harcamıştır.
22
[konstrüktivistlerin
teknoloji aşkını ateşleyen bir fütürist edebi gelenek…
23
Çalışan
insanın ve makinenin ritmleri, Konstrüktivist tiyatroda, özellikle en yenilikçi
Sovyet tiyatro yönetmeni olan Vsevolod Meyerhold’un yapıtlarında önemli bir rol
oynar. Amerikali endüstri mühendisi Frederick Winslow Taylor tarafından yapılan
zaman ve eylemin üretimci çalışmalara yararını ortaya koyan analitik
çalışmasının etkisiyle, Meyerhold mise-en-scéne
sahnesine “hareketin mekaniği”ni uygulayan “biomekanik” teorisini
geliştirmiştir. [kesin hareketlerin -okun atılışı, yumruk, vb- basit tavır (gesture) dizilerine indirgenmesi].
[mise-en-scéne. mizansen'in yazılışı. sahneye koyma]
24
Konstrüktivist
tiyatro, dramatik gösterimin organizasyonuna karşı bir "yapıbozumcu"
duruşa sahipti: Gösterim, bir oyunu güçsüz bir varlık gibi göstermektense,
"yönetmen-mühendis"in sahnelenen olayı algılayışına göre oluşturduğu
birçok farklı elementin bileşimi olan bir "üretime" odaklandırılırdı.
Örneğin Meyerhold, büyük görsel etkiyle bir mise-en-scéne sağlamak ve dramatik
aksiyonun bütün temposunu yükseltmek amacıyla, sahneleri ve perdeleri,
sıralarını değiştirerek ve çok sayıda kısa episodlara bölerek sık sık
kaydırırdı. 1922’de, kronolojisini kasten gözardı ettiği, dramatik montaj
ilkesine göre orijinal metnini yeniden düzenlediği Aleksandr Ostrovsky’nin Orman’ını sahneledi. Orijinal
diyalogları yoğun biçimde değiştirmesine rağmen, beş asal perde, karşıt adımlar
ve duruşları ödünç almak için pantomime dayanan ara oyunlarla karıştırılan ve
marke edilen otuz üç epizod olmuştu. Kameralı
Adam’ın yapıbozumcu kompozisyonu da, gelişmiş bir çevrenin önemi ve
teknolojik bir çağın dinamiğini yansıtan, ardışık olmayan bir yapıyı yaratan
fütürist ilkeyle aynı temelde konstrüktivisttir.
25
Vertov’un
önceki montaj mantığı, hatta 1920’den bile önce, yaygın olarak mekanik ritmin
Konstrüktivist mantığını çizmekteydi. 1919’da, tüm film yapımcılarının,
görüntüleri (footage), daha sonra
montajda yeniden yapılandırılan, bireysel çekimlerinde sunulan gerçekliğe
dayanan kendi kişisel tavırlarını
vurgulayan, kendi ideolojik bakışlarına göre -kaydedilen “yaşam gerçekleri”-
olarak çalışmaları gerektiğini yazmıştı. Bu noktada, Vertov, sanatta
“gerçeklerin” kesin baskınlığında ısrar eden ve herhangi bir öznel temsiliyetin
elenmesine çaba harcayan diğer Sovyet Fütürist ve Konstrüktivist sanatçıların
çoğundan ayrılmaktaydı.
26
Konstrüktivist
teori, avant-garde mimarlık üzerinde, özellikle Mozes Ginsburg, Vesnin
kardeşler ve Vladimir Tatlin’in üzerinde önemli etkiler bırakma yolundaydı. Bu
mimarlar, kendilerini dekorasyondan çok yapıya odaklayarak, kolonlarla ya da
diğer yapısal süslemelerle gizlemektense, işlevsel beklentilerin etkileyici arketektonik biçimlerini göstermeye
çalışmışlardı. Bu “püritanizm”in en sıradışı vurgusu, Tatlin’in 1920’de
önerdiği, ama gerçekleştirilmeyen Üçüncü Enternasyonal Anıtı’dır. … Anıtın
tasarımında Tatlin, temel işlevi, … elemanlarının kendi içlerinde bileşenler
olarak oluşturdukları bir uzamla bağlandıkları bir “aracı ön plana çıkarmak”
(obnazhenie priema) yolundaki formalist bağlamı sürdürmüştü.
27
“Uzaydaki
nesnelerin düzenlenmesi sanatı” olarak kendi sinema bağlamını açıklama
girişiminde Vertov, … nesnelerin hareketinin üzerinde durmakla kalmamış, aynı
zamanda, kayıt cihazının kendisinin … de altını çizmiştir. … bakanı film
imgelerini görüntüleyen ve kurgulayan süreçlerden haberdar etmek…
[“aracı
ön plana çıkarmak” (obnazhenie priema),
Victor Shklovsky’nin Araç Olarak Sanat makalesi]
28
Konstrüktivist
fotomontaj, kendine-gönderme yapma ilkesine dayalıdır ve bu ilke, kendine
gönderme yapan sinemanın ortaya çıkışını önceler.
29
Rodchenko,
fotoğrafçının, bakanı aracın potansiyeline karşı uyaracak en etkileyici bakış
açısını bulması gerektiğini önermiştir. Bu yaklaşımdaki vurgu, alışılmadık bir
yolla çevresinin resimlenmesini gerekli kılan, böylece bakanı uzlaşmasız (unconventional) bir dünyayı
deneyimlemeye sevk eden bir formalist “tanıdıksızlaştırma” (defamiliarization) yöntemidir. Formalist
şiirdeki benzer deneyimlerde olduğu gibi, Rodchenko’nun çalışmasından esinlenen
Viktor Shklovsky, kendine gönderme yapan “zora koşmak” ve “yabancılaştırmak”
kavramlarını keşfetmiştir. … Bu ilkenin çizgisinde Rodchenko’nun en deneysel
fotoğrafları binaların, bacaların, köprülerin, ağaçların son derece dar-açılı
çekimleri ve çoğunlukla sıradan nesneleri sembolik görsel göstergelere
dönüştüren alışılmadık ışıklamaları içeren fotoğrafik bağlamın zıtlığı üzerinde
çalışır. … “örneğin, hareketi yükseldiği anda yakalamak… (ve) tipik Konstrüktivist
dar-açılı çekim yoluyla elde edilen maksimum dramatik hareket”
30
(Dipnot:
LEF, “Sanatın Önündeki Sol” (Levii
front iskusstva) için kurulmuştur. LEF
dergisi ilk olarak Valdimir Mayakovski’nin yayın yönetmeni olduğu Mart 1923 -
Ağustos 1924 arasında, yedi sayılık bir dizi olarak çıkmıştır. İkinci seri, on
iki sayıyı içermiş, Yeni LEF (Novyi
LEF), olarak yeniden adlandırılmış ve 1927 Ocak’ından 1928 Aralık’ına kadar
yayınlanmıştır. Mayakovski yeni dizinin sadece ilk yedi sayısında yayın
yönetmeni olarak bulunmuş…)
31
1923’te,
El Lissitsky ve Ilya Ehrenburg “bir ev, şiir ya da bir tablo olsun- her
nesnenin, insanların gerçeklikten uzaklaşmaları için değil, onları toplumsal
yaşam için kendi katkılarını sağlamaya itmek amacıyla belirlenmiş bir sona
hazırladığına” inandıkları “bir nesne olarak sanat” görüşlerini
başlatmışlardır.
32
konstrüktivist
sembolleştirme (Lissitzky)
…
insanın bileşimiyle mekanik güçlerin “görünmeyenin olduğu gibi görünen dünyanın
da şifresini çözebileceğine” ilişkin Konstrüktivist görüş…
“Ben,
bir makine, size bir dünya gösteriyorum, salt benim görebildiğim şekliyle…
Benim yolum dünyanın taptaze bir algısının yaratımına doğru ilerliyor… ben,
yeni bir yolla, sizin bilmediğiniz bir dünyanın şifresini çözüyorum”.
(Vertov,
D. “Kinoklar. Devrim”, “Üçlü Konsül” başlıklı paragraf.)
34
Vertov, sözde el işçiliği ve yaratıcı işler arasında farklılık gözetmez: Ona göre “dürüst sinemacılar”, “tıpkı marangozlar ve ayakkabı tamircilerinin (sapozhniki) yaptığı gibi” birbirine eş yararlı nesneler üretirler. Buna karşın Vertov, geleneksel sinema yönetmenleriyle, gündelik gerçekliği “yapay olarak parlatan” bir “ayakkabı boyacısı” (chistilniki sapog), “seyredenin gözünü boyayan ve aklını sevimli bir bulutla dolduran” biri olarak alay eder.
Vertov, sözde el işçiliği ve yaratıcı işler arasında farklılık gözetmez: Ona göre “dürüst sinemacılar”, “tıpkı marangozlar ve ayakkabı tamircilerinin (sapozhniki) yaptığı gibi” birbirine eş yararlı nesneler üretirler. Buna karşın Vertov, geleneksel sinema yönetmenleriyle, gündelik gerçekliği “yapay olarak parlatan” bir “ayakkabı boyacısı” (chistilniki sapog), “seyredenin gözünü boyayan ve aklını sevimli bir bulutla dolduran” biri olarak alay eder.
37
Gan,
“perdeden ‘sanat’ı silmenin zor olduğunun” çok iyi farkındaydı, çünkü genel
olarak seyirciler yüzyıllardır burjuva fotoğraflarıyla “hipnotize
edilmişlerdir”, beyinleri dumura uğramıştır.
39
Sovyet
sineması uzmanı Tamara Seleznava, … -Vertov’la Gan arasındaki ilişkinin daha
sonra sanat ideolojisinin işlevi üzerine çok sayıda anlaşmazlıklar nedeniyle çatışmaya
dönüşmesine rağmen- “onların daima anlatımsal sinemanın ‘tehditlerine’ karşı
dirençlerini bir arada tuttuklarını, bu tehditleri, kısmen Eisenstein’ın
yaptığı işte de bulunan, haber filmi biçiminde gerçekleştirdiği aldatmacayı
küçümsediklerini” belirtir. … Vertov, aracın yapısal ve estetik gereklerine
ilgi duyduğunu göstererek, özellikle sinemasal dilindeki kendi militan dırışunu
öne çıkarırken; Gan ayrıksı sinema anlayışını, saldırgan bir politik güç olarak
nitelemiştir.
40
“Haydi
kuramsal enerjimizi ortaya koyalım ve film yapma pratiğiyle, sanatın sağlıklı
temellerini biçimleyelim… teoloji, metafizik ve
mistisizmle bağlantılı olan sanatla hiçbir ilişkimizin olmadığını
açıklayalım… SANATA ölüm.” Gan, A.
[Vertov],
… olayların düzenlenişiyle (mise-en-scéne)
“yaşamın yerine geçen” bu sinemayı reddetmiştir.
43
Modern
43
Modern
cinéma vérité (sinema gerçek)
45
LEF
eleştirmenleri, Lenin’in, ticari film yapımını teşvik eden ve yabancı (trivial) eğlence melodramlarının
ithalini geliştiren NEP politikasını* ortaya koymasından sonra bile, eğlence
sinemasına çok sert biçimde karşı durmuşlardır. Novy LEF’in editörü olarak Tretyakov, NEP dönemi boyunca Amerikan
eğlence filmlerinin Sovyet sineması üzerinde “yıkıcı etkisinin” olduğunu
belirtir.
*NEP’in
“Yeni Ekonomik Politikası” (Novaia
ekonomskaia politika), Lenin’in Komünist Parti’nin Onuncu Kongresi’nde
(1921) deklare ettiği ünlü konuşması sırasında tanımlanmıştır: “Her şeyin
üretimi arttırmak için varolması gerektiği, işçilerin ve köylülerin üretim
güçlerinin yoksul, yıkılmış ve bitkin olduğu bir durumun içindeyiz”.
46
…
Lenin, aniden, “gerekli dozda” eğlence filmlerinin kitleler için etkili bir
ilaç olarak işlevsel olabileceği, ayrıca birçok yarar sağlarken, film
repertuvarını çeşitlendireceği sonucuna varmıştır. Eğlence filmleri ve belgesel
propaganda arasında uygun bir “denge”yi kurmak için kullanılan formül,
“Leninist Oran” olarak adlandırılmıştır.
50
…
Vertov sanatsal özgürlüğünü politik pragmatizme kurban etmemiş ve kendini
sinema cemaatinden soyutlanmış bir şekilde bulmuştur.
Kameralı Adam
119
diegetik “anlatı”, bir filmin “anlatılan öyküsü”,
“anlatı öğeleri”; diegesis filmdeki
düzanlamın toplamına karşılık gelir ve söylemin, karakterler, tablolar, olaylar
ve diğer anlatısal öğelerinden meydana gelir.
120
Dört
Bölüm … Kameralı Adam’ın elli beş
parçası… 1716 çekim
128
sekanslar,
parçalar, sahneler, kareler, montaj birimleri / yan sahneler
131
Filmde
insanların çekim eylemine verdikleri yanıt, filmin kendine-gönderme yapmasında
önemli bir yere sahiptir.
143
“Kuleshov
efekti” bir önceki ya da bir sonraki çekimden oldukça etkilenen bir çekimin
geniş anlamına ilişkin montaj ilkesine dayanır.
147
Kamera
hoş olmayan “yaşam-gerçekleri”ni ne görmezden gelir ne de gizlemeye çalışır…
159
“Aracı
ön plana çıkarmak” olarak bilinen (yaratıcı süreç açısından ortaya çıkan) bir
diğer konstrüktivist teknik, izleyeni filmin o andaki yaratıcılarıyla
-Kameraman ve Editör’le tanıştırmak için kullanılmaktadır.
Panopticum:
Gözetleyici
168
Vertov,
… izleyicilerini, başka hiçbir aracın yapamayacağı “yoğunlaştırılmış zaman”
(hızlı çekim), “zaman negatifi” (karşıt hareket), “felç olmuş zaman” (donmuş
kare), “dalgalanan zaman” (stop-trick/kare kare çekim) ve “zamanın yakın
çekimi” (yavaşlatılmış hareket) kavramlarını başaran “sine-hakikat” ilkesinin
ve “sine-göz” yönteminin duruş noktasından, [“Yaşamı Göründüğü Gibi” değil] “Yaşamı-Olduğu-Gibi”
deneyimlemeye davet etmektedir.
180
Kameralı Adam’ın ontolojik hakikiliği bireysel çekimlerde korunduğu için, en yapıbozumcu sekanslar bile gerçeklikten ayrılmış değildir.
Kameralı Adam’ın ontolojik hakikiliği bireysel çekimlerde korunduğu için, en yapıbozumcu sekanslar bile gerçeklikten ayrılmış değildir.
.
.
Yapımcılık
(Konstrüktivizm)
Eczacıbaşı
Sanat Ansiklopedisi, "Yapımcılık" maddesi, YEM Yayınları, 1997, İstanbul. s.1924-25
1920'lerde
Moskova'da gelişen bir soyut sanat akımı. İNK-HUK içinde sürdürülen soyut sanat
tartışmalarında "Laboratuvar Sanatı" anlayışına karşı "Üretim
Sanatı"nı savunan sanatçıların (Prodüktivistler) düşünceleri doğrultusunda
gelişmiştir. "Yapımcı" sözcüğü ilk kez Kübik-Gelecekçilik içinde
Tatlin'in 1914'te geliştirdiği bir dizi kabartmayla ilgili olarak
kullanılmıştır. Tatlin bu yapıtlarında malzemeyi taklit etmek yerine malzemenin
kendisini, resimsel mekân yerine de gerçek mekânı kullanmıştır. Sözcüğün terim
olarak yerleşmesiyse Gabo ve An Pevsner'in 1920 tarihli Gerçekçi Bildirge'siyle
olmuştur. Bu bildiride Gabo'nun terimi, soyut sanat için kullanması yaratıcı
sanatın toplumsal ve işlevsel olması gerektiğine inanan Prodüktivistler'le
arasının açılmasına neden olmuştur. Gabo'nun SSCB'den ayrılmasıyla akım
gelişimini Rusya'da "Üretim Sanatı" doğrultusunda sürdürürken
Avrupa'da Gabo'nun düşünceleri çerçevesinde gelişmiştir.
1917
Devrimi'yle birlikte Rusya'da yeni bir toplum oluşmaktaydı. Bu ortamda
sanatçının amacı devrim ilkelerini sanat aracılığıyla geniş kitlelere
ulaştırmaktı. Kent planlama ve mimarlığın yanı sıra tiyatro, propaganda amaçlı
grafik çalışmalar (Agit-Prop) ve endüstri tasarımı ağırlık kazanmış; çeşitli
avant-garde akımlardan gelen birçok sanatçı farklı alanlarda yapıtlar üretmeye
başlamıştı. Örneğin, Rodçenko tipografi ve kitap tasarımının yanı sıra mobilya
ve giysi tasarımları; Tatlin ve Maleviç seramik tasarımları; Stepanova ve
Popova tekstil tasarımı alanında çalışmalar yapmışlardır. 1920'ler boyunca
resim ve heykel gibi geleneksel anlamda güzel sanat yapıtları pek az
üretilmiştir. Pevsner kardeşlerle Kandinsky ve Chagall gibi ressam ve
heykelcilerse öncü eğilimlerini Rusya'da sürdürme olanağını bulamadıklarından
ülkelerini terk etmişlerdir. Tatlin'in 'III. Enternasyonal Anıtı' bütünüyle
Gabo'nun karşı çıktığı bir işlevselcilik içeriyordu. Öğelerin estetik kurallar
çerçevesinde bir araya getirilmesi yerine, kullanılan malzeme önem kazanmıştı.
Bu bağlamda Yapımcılık bütünüyle teknik bir ustalık ve malzeme düzenlemesi
olarak ortaya çıkıyordu. Ancak kavramların tam olarak netleştirilmemesi ya da
çeşitli sanatçıların terimlere farklı anlamlar yüklemesi sonucunda Rus Yapımcılığı
net bir tanıma kavuşamamıştır. Oysa Avrupa'da Yapımcılık "evrensel ve
nesnel estetik değerler doğrultusunda bilinçli olarak tasarlanmış
düzenleme" anlamını taşıyordu. İçerdiği yalınlık, netlik ve kesinlik
Yapımcılık'ın bir anlamda Öğecilik (elementarizm?)'le Pürizm'in temel
kavramlarıyla örtüşmesine yol açmıştır. Ancak Yapımcılık, betimsel olmayan
(non-representational) ve anlatımcı öğeler içermeyen geometrik öğelerle salt
soyut bir yapıya yönelerek her iki akımın da ilerisine geçmiştir. ... 1940'ların
sonuyla 50'lerin başında sanat kuramcısı ve ressam Charles Biederman'ın
araştırmaları savaş sonrası Yapımcılık anlayışına belli açıklamalar
getiriyordu. Biederman'a göre sanat başından beri "gerçeği
saptamak"la "yaratıcılık" gibi iki uç ve çelişkili ilke tarafından
yönlendirilmişti. Oysa fotoğraf makinesinin yaygınlaşmasıyla gerçeğin
saptanması sorunu ortadan kalkmış ve sanatçının artık yalnızca yaratıcılığı
düşünmesine olanak veren bir ortam oluşmuştu. Biederman yaratıcılığı betimsel
olmayan sanatla yani Yapımcılık'la eş anlamda kullanmaya başlamış; gerçeği
saptama sorununun ortadan kalkmasıyla resimde yanılsamacı etkilerden de
(özellikle üç boyutluluk) vazgeçilmesini savunmuştur. Bu sav her ne kadar
sağduyudan uzak olsa da, o dönemde gerçek üç boyutlu kuruluşlar üzerine
denemeler yapan bir grup sanatçı tarafından hemen benimsenmiştir. Özellikle
Minimal Sanat içinde görsel etkilerden arındırılmış gerçek üç boyutluluk
uygulanmıştır (Birincil Kurgular). 1958-64 arasında ... Bu dönemde üretilen
Yapımcılık örneklerinde resimle heykel arasındaki kesin ayrımın giderek ortadan
kalktığı ve çok farklı malzemelerin kullanıldığı görülür. ... 1968'de George
Rickey'nin "Yapımcılık: Kökeni ve Gelişimi" adlı kitabı... 1913-22
arasında Rusya'da ürünler veren Tatlin, Maleviç, El Lissitski, Gabo ve
Pevsner'in yapıtları akımın temel ürünleri olarak nitelendirilirken Öğecilik,
De Stijl ve ABD'yle Avrupa'da oluşan bazı akımların benzer nitelikler taşıdığı
ama doğrudan Yapımcılık'tan doğmadığı ileri sürülmüştür. Öncelikle heykel sanatında
tam anlatımını bulan Yapımcılık, resim ve heykel arasındaki ayırımı yok ederken
bir yandan da heykelciliğin mimarlıkla bütünleşmesine yardımcı olmuştu. Metal,
cam, plastik vb malzemelerin Yapımcı ilkeler doğrultusunda bir araya
getirilmesiyle oluşan heykeller estetik açıdan mimari konstrüksiyonlara
yaklaşıyordu. Resim de Kübist ilkelere yakındı. ... Tatlin'in "III.
Enternasyonal Anıtı" (1920), Vesnin Kardeşler'in Leningrad'da
gerçekleştirdiği 'Leningradskaya Pravda' ofisleri (1924), El Lissitski'yle Mart
Stam'ın bir kentin çevresi için tasarladıkları ofis bloklarının büyük
kütlelerle desteklendiği 'Yatay Gökdelen' projesi (1923-25), Breuer'in
Harkov'da tasarladığı tiyatro (1930) önemli Yapımcı
örneklerdendir.
Z.
Rona, s.1924-25
.
.
[Konstrüktivizm]
Adem
Genç. Dada, (Doktora Tezi), Dokuz Eylül GSF Yay. İzmir 1983
70
Devrim’in
(Rus İhtilâli) şaşkınlığı ve karışıklığında birçok sanat akımı ortaya çıkmış ve
ortadan kaybolmuştur; en son olarak, Stalinizmin meşruta (satılmamak üzere
mirasçıya bırakılmış mülk) sahipliği ülkeyi kuşatınca, toplumcu gerçekçilik
(socialist realism) kavramı bireysel girişimleri yavaş yavaş boğmaya başlamış
ve birbirlerine karşıt iki sanat grubu oluşmuştur: Bunlardan birincisi, işçi
sınıfının henüz kendi devrimci kültürünü açma aşamasına gelmediğini ve
dolayısıyla, gerçek devrimci kültür politikasını özümleme aşamasına gelinceye
dek, en yüksek ve çağdaş estetik, ölçütler içinde “avant-garde” sanat’ın
desteklenmesi gerektiğine inanıyor, ikinci grupta yer alanlarsa, devrimin ancak
tabandan hareket ederek gerçekleşebileceğini ve işçilerden başka yeni kültürü
oluşturacak bir üst yapının olamayacağını savunuyorlardı. … Birinci gruptaki
sanatçıların çoğu konstrüktivist (inşacı) yenilikçilerdir. Bu gruptaki
avant-garde’çıların en beceriklilerinden biri Tatlin’dir. Vladimir Tatlin işçi
elbiseleri, tek kişilik uçan makinalar, ekonomik ısıtma araçları (soba, vs.
gibi) ve 3. Enternasyonal gibi önemli tasarımları gerçekleştirmiş, çeşitli
dergilerin nizampajını (layouts) yapmıştır. Genel olarak konstrüktivislerin
toplumcu ütopyacı oldukları, tasarladıkları birçok şeyin uygulama olasılığının
bulunmadığı ve kusursuz biçim (perfect form) gibi Platonik düşüncelerin peşine
düştükleri kabul edilmektedir. (Malewitsch’in konstrüktivist düşünce ve
tasarımları gibi).
99
Ona (Schwitters’e)
kaynaklık eden ilkeler bir çeşit “Gesamtkunstwerk” (tam, bütün sanat - Total
Work of Art) okulunu yaratmayı (Kandinsky ve Ball’da olduğu gibi) yani, tüm
sanatların geçici bir entegrasyonunu (birbirlerini bütünleme) değil, çeşitli
sanatlar arasındaki sınırı belirsizleştirip en sonunda onları bütünlemeyi
amaçlıyordu. İnsan özü’nün soyut bir öğesi olarak makine dahil her şeyi sanatla
bütünleştirmekten yanaydı.
.
.
Modernizmin Serüveni -
Konstrüktivizm
Haz.
Enis Batur
Yapı
Kredi Yayınları, 1997 İstanbul
Genel Beğeniye Tokat
159
Birinci
Dünya Savaşı’na kadar, birçok ressam ve şair, sanat geleneklerinin baskısını
derinden duymuştu. Her tür otoriteye saldıran fütüristler, sanat etkinliğini,
estetik alanından çıkarmaya çalıştılar.
…
Bütün
bu Maksim Gorki, Kuprin, Blok, Sologup, Remizov, Averçenko, Çerny, Kuzmin ve
Bunin’lerin ve benzerlerinin, ırmak kıyısında bir evden başka şeye
gereksinimleri yok. Kaderin, terzilere layık gördüğü ödüldür bu.
160
özgeçerlilik,
özerklik
161
INKhUK
Konstrüktivisleri Grubu
LEF Dergisi Programı
164
“Puşkin’i,
Dostoyevski’yi, Tolstoy’u modernizmin yolcu gemisinden atmak gerekir” -bu, 1912
parolamızdı (Genel Beğeniye Tokat’a
önsöz).
Klasikler,
ulusallaştırılmıştı.
Klasikler,
biricik okuma metni olarak görülüyordu.
Klasikler,
sarsılmaz ve mutlak bir sanatın örneği gibiydi.
Anıtların
bakırı ve okulların geleneğiyle, klasikler, yeni olan her şeyi eziyorlardı.
…
Ama,
günümüz sanatına ölülerin çalışma yöntemlerini aktarmaya var gücümüzle karşı
çıkacağız.
165
Cehalet
yüzünden ya da sadece siyasette uzman oldukları için büyükannelerden kalma
geleneği halkın istenci gibi sunmak isteyenlere ve
sanatçının
çok güç olan çalışmasını, tatilde istirahat etmek olarak görenlere … [darbeler
yağdıracağız].
LEF Kimi Tehlikeye
Sokuyor?
166
Konstrüktivistler!
Ötekilerin
çoğu gibi bir estetik okulu haline gelmekten sakının, konstrüktivizm, yalnızca
sanata uygulanırsa, koca bir sıfırdan başka bir şey değildir. Sanatın kendi
varlığı, bir sorun olarak ortada. Konstrüktivizm, tüm yaşamın yüksek
mühendisliği olmak zorunda. Kırsal mizansenlerde konstrüktivizm, saçma bir
şeydir.
LEF, Sayı 1, Mart 1923
Moskova
Yargıç Akvaryumu II
169
Önsöz
…
Bizler,
aşağıdaki düzen içinde gördüğümüz yeni yaratış ilkelerini ilk ortaya atanlarız:
1.
Sözcüklerin kurulmasını ve telaffuzunu dilbilgisi kuralları bakımından ele
almayı bir yana bıraktık ve harflerde söylemin yönlendirmesi’nden başka bir şey
görmemeye başladık. Sözdizimini parçaladık.
2.
Sözcüklere, grafik ve sessel özellikleri’ne göre bir anlam vermeye koyulduk.
3.
Öneklerin ve soneklerin rolünü kabul ettik.
4.
Bireysel durumların özgürlüğü adına yazımı reddediyoruz.
5.
Adları, sadece sıfatlar yardımıyla değil (bizden önce her zaman böyle
yapılmıştır), söylemin öteki öğeleri ve hatta tek tek harfler ve sayılarla da
niteliyoruz ve şöyle düşünüyoruz:
a)
müsveddeler ve taslaklar da yapıtın ayrılmaz bir parçasıdır;
b)
yazılı harf, şiirsel itkinin kurucu bir öğesidir;
c)
bundan ötürü Moskova’da özyazı, “kendinde yazı” kitapları yayımladık.
6.
Noktalama işaretlerini bir yana attık ve böylece ilk olarak, sözsel kitlenin
rolünü ileri sürdük ve benimsedik.
7.
Sesli harfleri atılımı belirleyen zamanlar ve mekânlar ve sessiz harfleri de
renk, koku, ses olarak kavrıyoruz.
8.
Ritmleri kırdık. Hlebnikov, canlı ve konuşulan dilin şiirsel veznini ortaya
koydu. El kitaplarında vezin aramayı bir yana bıraktık; çünkü, her hareket,
şaire, yeni ve özgür bir ritm duyurur.
9.
Başta (David Burliuk) bulunan, ortada yer alan ve dönük (Mayakovski) kafiyeler
ortaya koyduk.
10.
Şairin sözcük dağarcığı zenginliği, onun varlığının haklı çıkmasıdır.
11.
Sözcüğün, efsane yaratıcı olduğunu, sözcüğün efsaneyi yaratmak için öldüğünü ve
bunun tersinin de doğru olduğunu düşünüyoruz.
12.
Yeni temaların dizgeleri elimizde; yararsızın, saçmanın, gücü her şeye yeten
hiçlikteki gizli şarkısını söylüyoruz biz.
13.
Şan ve şerefi küçümsüyoruz; bizden önce bilinmeyen duygularımız var.
Biz,
yeni bir yaşamın yeni insanlarıyız.
David Burliuk, Elena Guro,
Nikolai Burliuk, Vladimir Mayakovski, Ekaterina Nizen, Viktor Hlebnikov,
Benedikt Livşitz, Aleksei Krutçenykh.
Aynı
adı taşıyan derlemeden bir parça, no.2,
Saint-Petersburg, 1913.
Roman Jakobson Yanıtlıyor
Tzvetan
Todorov & Jean-José Marchand
176
sürrasyonel, süprarasyonel dil metinleri
Biçimcilik
182
R.J.-
Önce bu bizimki bir öğreti değil ve biz her türlü öğretiye karşıyız. Sonra
bizler biçimci değiliz, düşmanlarımız bizi böyle adlandırdı ve her dönemde
olduğu gibi, tıpkı Kuakerler gibi, izlenimciler gibi, sonunda hasımların
verdiği ad kabul edildi.
184
R.J.-
Tinyanov ve ben, 1928’deki bildirimizde [Opoyaz?], son derece açık olarak,
biçimcilikten yapısalcılığa geçmek gerektiğini belirtmiştik.
R.J.-
Bir de şu soru çok sık sorulur: “Kuram mı yoksa olayların somut incelenmesi mi?”
Ben bu sorudan da, “Betimleme mi yoksa yorumlama mı?” sorusundan da nefret
ederim. Bana göre bir ayrım yapmak olanaksızdır burada. Kuram ile olayların
çözümlenmesi arasında bir ayrımı asla kabul edemem. Bunlar ayrı olarak var
olmayacak iki şeydir. (…)
T.T.-
Hlebnikov üstüne yazdığınız kitapta şöyle bir tümceniz var: “Eğer yazınsal
incelemeler bilim olmak istiyorlarsa, işleyiş yöntemini, yordamını, üzerinde
duracakları yegâne kişi olarak tanımalıdırlar.” Bize lütfen bu tümcede ne demek
istediğinizi açıklar mısınız?
R.J.-
Öyle sanıyorum ki bu sözü söylediğimde haklıydım. Şimdi size iki farklı
yapıttan alınmış iki sayfa versem, biri diyelim ki Lautréamont’dan öbürü de
Einstein’in Görecelik Kuramı’ndan
olsun; temel ayrımın ideolojide olmadığını, temel ayrımın birinin sanat yapıtı
olmasından, öbürünün de sanat yapıtı olmamasından kaynaklandığını gayet güzel
anlarsınız. Bir yazıyı bir sanat yapıtı yapan, duygu gücü de değildir asla.
Sanat yapıtının, yazınsallık diye adlandırdığım, işleyiş yöntemi, yordamı
olarak da (…) adlandırılan şeye sahip olması gerekir. Öyle sanıyorum ki, bu
olmazsa, yapıtın egemen öğesi gözden kaçırılmış olur. Ama bu demek değildir ki,
egemen öğenin yanı sıra yazını değişik bakış açılarından inceleyemeyiz. Yazında
her zaman ideoloji ve hatta propaganda öğeleri, heyecan öğeleri, vb. vardır,
ama egemen öğenin yani yazınsal yapıtı yazınsal yapıt yapan öğenin doğrudan
doğruya yazınsallık olduğunu unutursak bütün bunları da anlayamayız. Peki nedir
bu? Şiirsel göstergenin kendisine doğru, göstergeler dizgesine doğru son derece
gerekli bir yöneliştir. Yoksa her şey bozulur, her şey yolundan çıkmış olur.
Bir yapıtın şiirsel bir yapıt olduğunu, altı ölçülü dizelerden (hegzametr)
oluşmuş olmasına bakarak anlarız (…). Ama çoğunlukla bu ölçütü kullanmaya
cesaret edemeyiz çünkü bir felsefe yapıtının da dizelerle yazılabileceğini
düşünürüz. Nitekim Lucretius’un De rerum
natura’sının da dizelerle yazılmış olması bir rastlantı değildir: İşte bu
olay, düşüncelerin yapısını bile değiştirir, her ne kadar bu düşünceler,
özlerinde felsefi düşünceler bile olsalar. O zamanlar egemen öğeyi anlamaya
çalışıyorduk … Yazınsal yapıtı değerlendirebilmek için yapıtı düzenleyen ve
bütün öbür yanları zorunlu olarak etkileyen şeyin yazınsallık olduğu
düşüncesini akıldan hiçbir zaman çıkarmamak gerekir.
Notlar
1.
Bu metin, Rus asıllı Amerikan dilbilimci ve yazın kuramcısı Roman Jacobson
(1896-1982) ile Fransa’da 1972’de Fransız televizyonu için yapılmış söyleşinin
yayımlanmış bir bölümünün kısaltılmış çevirisidir.
2.
İşleyiş yöntemi, işleyiş yordamı kavramını
Fransızca procédé karşılığında
kullanıyoruz. R. Jacobson, söyleşinin bu noktasında, Fransızcadaki procédé sözcüğünün çok iyi bir karşılık
olmadığını, İngilizcedeki device’ın, …
söylemek istediği şeye daha uygun düştüğünü belirtiyor.
Konstrüktivizm
Aleksei
Gan, Konstrüktivizm, 1922 Tver
187
Plastik
sanatlarda, geleneksel formları reddetme, 1920-21 yıllarında, birçok sanatçıda
görüldüğü gibi, sanatta yeni bir ideolojik temel yaratma istencine dönüştü.
Sanatı,
üretimin içine sokma ve böylece onu toplumsal açıdan haklı çıkarma isteği,
çeşitli biçimlere büründü.
[Aleksei
Gan] 1921’de, mimar A. Vesnin, heykelci D. Medunetski, Stenberg kardeşler, V.
Stepanova, A. Rodçenko ve B. Yoganson’la birlikte Moskova Sanatsal Kültür
Enstitüsü’ndeki konstrüktivistlerin yaptığı ilk toplantıya katıldı. …
Konstrüksiyon kavramını ilk olarak, David Burliuk, 1912’de yazdığı Kübizm adlı makalesinde kullandı.
….
Geleceğin
kültürünün mekânsal Konstrüktivist yapılarının dünyası, konstrüktivistlere ait
bir dünya olacaktı.
…
Toplumsal
yaşamın geçici formları ve onu temsil eden maddesel formlar, konstrüktivizmin
en temel dış çizgilerini kimi zaman gözden kaybettiriyor. Bunun nedeni,
olguların ve gerçekliğin, bunları özümleyecek bir diyalektik düşünceye sahip
işinin ehli ustalar bulamayışıdır. Önemli olan çalkalanmalara ve onların somut
içeriğine maddesel bir form vermektir.
Eski
büyük yapılarda, bir şeyi ölümsüzleştirmek, dünya durdukça kalacak biçimde
yeryüzüne dikmek ve bunu, bütün gelecek kuşaklara, ebediliğin ahmakça sembolü
diye benimseyecekleri biçimde gerçekleştirmek söz konusuydu. Oysa bunun karşıtı
olarak, konstrüktivistler, yapacakları işe bambaşka düşüncelerle
girişiyorlardı.
189
İdeolojik
yan, biçimsel (formel) yanla ayrılmaz ve çözülmez biçimde el ele yürümelidir.
Yaşama,
gerçek olarak katılmak zorunludur.
İdeolojik
yan, somut pratik etkinliği yönlendirmekle görevlidir, ama deneysel ve pratik
yan da ideolojik yanı, doğrultup düzeltecektir kuşkusuz.
Tektonik
Tektonik
ya da tektonik üslup, hem komünizmin temel özellikleriyle hem de endüstrinin
sağladığı malzemenin organik olarak kullanılmasıyla eritilip kalıba
dökülmesidir. Tektonik sözcüğü, jeolojiden gelir ve bu bilimde yeryuvarlağının
merkezinden kopup gelen püskürmeleri tanımlamak için kullanılır.
190
Tektonik,
içsel tözün patlamasının organik özelliğiyle eşanlamlıdır.
Yöntem
olarak tektonik, konstrüktivisti, yeni bir içerik ile yeni bir biçimin sentezini
gerçekleştirmeye yöneltmelidir. … Tektonik, … deneysel ve pratik etkinliğin
beynidir.
Yapım,
inşa hareketini durdurmadan ve tektoniği sınırlandırmadan bilinçli bir biçimde
ele alınan ve akılsal olarak kullanılan malzemedir.
Konstrüksiyon
192
Ama
konstrüktivizmin başka hedefleri de var.
Genel
olarak bir nesne biçimlendirme sistemi yaratmak gerekiyor.
193
[Rodçenko]
“Raslantısal da yok, hesaplanmamış da yok. Her şey evrensel bir girişime doğru
yöneliyor: basitleştirmek, genelleştirmek, vb …”
Rastlantısal
da yok, hesaplanmamış da yok, kör beğeni de estetik keyfilik de yok. Her şey
teknik ve işlevsel bir tarzda düşünülmeli.
Yeni Dünya’yı İnşa Etme
Tasarısı: Konstrüktivizm
Enis
Batur
194
…
ne var ki Rus yenilikçiliği bir ithal ürünü kesinkes sayılamazdı.
…
konstrüktivistler nesnenin, giysinin ve yapının yararlılığını bütün ilkelerin
üstüne yerleştiriyorlardı. Yalın, pratik, hayata birebir yapışan biçimler
işlevi en doğru taşıyacak onlardı.
195
Konstrüktivizm,
bütün bu temel-kuramsal yapılanmasına, eğitim kurumlarında ve sanatçı
çevrelerinde yaygınlık kazanmasına karşın tam anlamıyla bir akım kimliğine
bürünemedi; daha çok, yeni ve kalıcı yöntemler getiren bir anlayış sayıldı.
Bunun en belirgin nedeniyse, mührünü vurduğu mimari ve edebi kulvarlarda apayrı
sonuçlar ve yönsemeler doğurmasında aranabilir. Endüstriden soyutlanamayacak
mimari ile, kitlelere yol verme misyonuna bile endüstriyel bir boyutu, yapısı
gereği içleştiremeyen Edebiyat bu noktada buluşturulamazdı.
…
Bu
panoramaya bakıp, Konstrüktivizm’i toplumsal/siyasal bakıştan uzak,
teknik-soyutlamacı bir yaklaşım saymak bütün bütüne yanlış olur. Tam tersine,
bugün bize hayli Ortodoks görünebilecek, oysa 1920’li yıllarda doğal sayılan
bir katılık taşıyordu Konstrüktivist zihniyet.
Anıtlar
Nikolai
Punin, 1919
202
Tatlin’e göre artık, insan figürlerini kesin olarak bir yana atmak gerekir. İdeal anıt, her şeyden önce, bugün sanatta gözlemlediğimiz özel formların sentezine yönelik özleme cevap vermek zorundadır.
Tatlin’e göre artık, insan figürlerini kesin olarak bir yana atmak gerekir. İdeal anıt, her şeyden önce, bugün sanatta gözlemlediğimiz özel formların sentezine yönelik özleme cevap vermek zorundadır.
203
Tatlin’in tasarısından yola çıkarak, kahramanlardan ve büstlerden bezmiş olan sanatçının düşünmesini nereye yöneltmesi gerektiği ortaya konabilir. İnsan vücudu, bundan böyle sanatsal forma yararlı olamaz ve sanatçının, her şeyden önce sözcüğün dar anlamıyla heykeli yaygınlaştırması gerekir. Formun yeniden icat edilmesi zorunludur.
Tatlin’in tasarısından yola çıkarak, kahramanlardan ve büstlerden bezmiş olan sanatçının düşünmesini nereye yöneltmesi gerektiği ortaya konabilir. İnsan vücudu, bundan böyle sanatsal forma yararlı olamaz ve sanatçının, her şeyden önce sözcüğün dar anlamıyla heykeli yaygınlaştırması gerekir. Formun yeniden icat edilmesi zorunludur.
.
.
.
.