28 Temmuz 2025

Marcel Mauss - Armağan Üzerine Deneme

 .

.

.





.

.


Armağan Üzerine Deneme

 

Marcel Mauss

 

(Çev. Nihal Özyıldırım), Alfa Yayınları, 2018, İstanbul

[Essai Sur le Don, 1925]

 

 

 

 

1. Sunuş - Florence Weber       s.11-65

 

 

11

Potlaç gibi Kızılderili kökenli ya da kula gibi Okyanusya kökenli kavramları antropolojinin çok ötesine, iktisat, yönetim, pazarlama bilimlerinin uluslararası dünyasına yayarak, …

 

12

"toplumun ve kurumlarının tamamını [. . . ] harekete geçiren," "toplumun yakaladığı kısa

anın" kavranmasını ve "fikirler ya da kurallardan ziyade, […] insanların, grupların ve onların davranışlarının" anlaşılmasını sağlayan karmaşık olguların somut geniş bütünlüğünü, "bütün sosyal olguları" yerleştirerek ihtiyatlı bir Kopernik devrimi gerçekleştirmiştir.

 

13

Etnograf, gözlemleyebildiği kadarıyla insanlar arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkilerini izlemeye çalışır; …

 

14

Bir kere maaşlarını verdikten sonra toplumun, onun hayatını var eden çalışanlara karşı borcunun bitmiş olmadığını, yaşlılık ve işsizlik durumlarında da onlara insani yaşama koşullarının sağlanmasının bir borç olduğunu ifade ederek Mauss, o dönemde sosyal politikaları oluşturan hayırseverlik ilkelerinden, Armağan Üzerine Deneme'nin sonuç bölümünde hatırlattığı "zengin 'sadakacı'nın bilinçsiz ve onur kırıcı himayesi"nden ayrılır.

 

15

… onun ilkel ve arkaik toplumlardaki armağan analizleri , "hukukumuzun ve iktisadımızın

içinde bulunduğu krizin ortaya koyduğu bazı sorunlara" cevap bulmak zorunluluğundan ileri geliyordu; … Mauss'un önsezilerinin, salt ücretin ötesinde bir karşılık getiren armağan gibi, ücretli çalışmayı toplumsal dayanışmanın merkezine yerleştiren uygun bir model biçiminde gerçekleşmesi için yirmi yıl, bir dünya savaşı ve Fransa'da bir iç savaş gerekecekti.

 

"teoride gönüllü, gerçekteyse zorunlu olarak verilen ve geri verilen" hediye değiş tokuşları … (geri verme zorunluluğu nereden geliyor?)

 

16

Gerçekten de bazıları maussian gift' te armağanın özünü, radikal müphemliğini görürken, başkaları onda sadece basit devirle ticari işlem arasında bir karışıklığın kaynağı görür; bazılarının maussian gift'te bir paradigma gördükleri yerde, başkaları ticari olmayan yükümlülüklerin bir formunu görür yalnızca.

 

17

verme zorunluluğu (bu zorunluluk nereden geliyor?)

 

18

… ancak etnografik, diğer bir deyişle gözlemlenebilir bir konunun inşası söz konusudur, soyut bir konunun değil. Armağan Üzerine Deneme aynı zamanda, tamamıyla etnografik bir metindir, etnografyayı bir bilimsel teori saygınlığına yükselten bir metindir, her ne kadar yazarı ikincil kaynaklardan etnografya yapıyor olsa da.

 

19

nexum [bağlanma, borç esareti]

 

Mauss'un ortaya koyduklarını ve yolunu açtığı okumalar palimpsestos'unu ele almadan önce, …

 

20

Mauss'un hau kavramı, karşılıklı etkileşimlerin nesneleri ve maddi çerçevesiyle ilgilenen bir etnografya için heyecan verici perspektifler açtığı halde, Mauss'un bu kavramı kullanma şeklinin eleştirisi alanın kalıp yargılarından biri haline gelmiştir.

 

Etnografya, yerli kategorileri ciddiye almak için, yapısalcı kesinlikleri bıraktı; hem fiili boyutları içinde -söylemek yapmaktır- hem de tasviri boyutları içinde: …

 

yerli ya da yerel kavramlarla (emics)

 

21

… oldukça fazla anlam taşıyan armağan kavramını …

 

Yerli kategorilerini (emics) anlamak için yabancı gözlemcinin merkezi kaydırması, onu kendi toplumunun geçerli kategorilerinden (etics) vazgeçirir. Mesafe almak yoluyla bir etnografya oluşturmak, bu merkez kaydırmayı bir anlamda vekalet yoluyla gerçekleştirmek ve böylece antropolojik yaklaşıma niteliğini veren mesafeli bakışı elde etmek için geçmişteki ya da egzotik

bir Başka Yer hakkında çalışmaları gözden geçirmektir.

 

22

Mauss, "hediye sisteminin bir tür devasa üretimi" dediği potlaç'ı, "armağan değiş tokuşunun yüce bir hali" olarak sunduğu kula'nın ardından ikinci bölümde incelediyse de, potlaç'ı girişten

itibaren "agnostik türde bir toplam yükümlülükler sistemi"nin varlığını göstermek için kullanır.

 

itibarlı mallar

 

Potlaç, bütün bir kabileyi hatta birçok kabileyi bir araya toplayan, zenginliklerin neredeyse tamamen tahribine (bazı yerliler zenginliği "öldürmek"ten söz ederler) kadar varan ve kabile reisleri arasındaki rekabet ve mücadele ilkesine dayanan muazzam bir şölendir. Bu cömertlik mücadelesinde peşinden koşulan amaç, farklı gruplar ve bunların temsilcileri arasında hiyerarşi oluşturmaktır: …

 

23

[Polinezya’da] “potlaç'ın temel şartlarından biri eksiktir; reislerin rekabeti sonucu anlık olarak belirlenecek hiyerarşinin değişkenliği." Bir potlaç'ın, maddi bir kazanç arayışından uzak olan önderleri, zenginliğin kendisine duydukları bütün küçümsemeyi ve kendi onurlarına, itibarlarına verdikleri bütün değeri açığa vurmak zorundadırlar; her biri kendisini, en cömert, en savurgan olarak göstermelidir.

 

24

Hediye vermeksizin potlaç yapmanın hiçbir anlamı yoktur; hediye getirmeden oraya gitmenin de.

 

Bir yandan Bataille, diğer yandan Claude Lefort Armağan Üzerine Deneme'den yalnızca potlaç'ı almışlardır. Bunda armağanın, değiş tokuşun, hatta modern tüketimin özünü görmüşlerdir. Onların okuması karamsardır: bütün değiş tokuş mücadeledir, bütün cömertlik mücadelesi iktidar mücadelesidir ve armağan, sınır tanımayan bir yıkım sürecinden başka bir şey değildir.

 

25

… itibarlı ortaklara kalıcı olarak bağlanmak …

 

Kula'ya paralel olarak, gimwali adı altında, paranın olmadığı, pazarlığın ve kazanç arayışının dışarıda bırakılmadığı bir pazar biçimi de işlemektedir ve "gimwali yapıldığı" gibi "kula yapmak" açıkça yasaktır.

 

26

Mauss, potlaç'ın kula'dan eski olduğu ve potlaç'ın Polinezya'da ortadan kalkmasının hiyerarşinin sürekli hale gelmesiyle bağlantılı olduğu tarihsel hipotezini ortaya attı: …

 

27

yeniden dağıtım armağanıyla (sadaka) yaratılan bağımlılıktan kaçınmak; potlaç'ın rekabeti

içindeki gidiş gelişlerden kaçınarak, armağanın pozitif bir modeli olarak kula'dan ilham almak.

 

28

diğer yandan armağan, armağan vereni yüceltir, armağan alanı alçaltır.

 

Bourdieu'ye göre, Maussçu armağanı, iki eşdeğer malın anlık değiş tokuşundan ayıran, armağan ile karşı-armağan arasındaki süredir; anlık olma hali diğer üç değiş tokuş türünün de özelliğidir: ticari ve parasal işlem, parasız ticari işlem (trampada olduğu gibi, partnerlerin aradıkları iki mal arasında tam bir denklik varsa), ritüel işlem (yüzük örneğinde olduğu gibi, değiş tokuş edilen

mallar birbirinin aynıysa). İşte hem armağan verenin armağan alana şiddet uygulamasına -bu zaman zarfında armağan verene borçlu kalmaya zorlanmıştır-, hem de bu şiddeti hesapsız bir cömertlik görüntüsüyle maskelemesine izin veren, bu süredir.

 

30

şeylerin gücü

 

31

talep edilebilir karşılık ile talep edilebilir olmayan karşılık arasındaki can alıcı fark … beni terminolojimi belirlemeye ve geniş yükümlülükler bütünü içinde, talep edilebilir karşılığı olan ticari işlem <A’ya karşılık B borç> ile talep edilebilir karşılığı olmayan devri <A> ayırt etmeye itti. Dolayısıyla her zaman üç ayrı analiz seviyesi belirliyorum: ilişkinin niteliği, yükümlülüğün biçimi (ticari işlem ya da devir), devredilen malların niteliği (parasal ya da değil).

 

1 . Bir yandan, ticari değiş tokuş sistemi gimwali, sıradan mallara dayanan ticari işlemden <A'ya karşılık <B> oluşmuştur; bu işlem esnasında iki partner arasındaki ilişki silinir ve bu iki mal arasındaki denklik, ticari işlemler ve bağlamsallıktan çıkarılmış hesap işlemleri dizisinin hem sonucu hem şartıdır;

2 . Diğer uçtaysa potlaç, tartışmacı bir kişisel ilişkininin schismogenetique mantığıyla birbirlerine

bağlanan <A> <B> <C> devirlerinden oluşur, burada herkes, bir bağımlılık ilişkisini kabullenmediği sürece kendi sunduğu hediyenin aldığı hediyeden daha güzel olması için rekabet eder;

3. Bu ikisinin arasındaki kula, kendine özgü törensel şeylere dayanan işlemlerden -mwali'ye karşılık soulava <M'ye karşılık S>- oluşur ve bu işlemler esnasında partnerler arasındaki ilişki siyasi ittifak olarak belirlenir.

 

33

Ticari işlem ile devir arasındaki biçimsel ayrım

mevcut kişilerin durumu tanımlaması

 

İncelenen yükümlülüğün, iki kahraman arasında dengeli bir ittifaka mı, bağımlılığa ya da rekabete mi tekabül ettiğini anlamak için, ona anlamını veren karşılıklı eylem kısmını, belirsizliğe yer bırakmayacak şekilde ayırabilmek çok önemlidir. Bir başka deyişle kahramanların, "ilk armağan"ın hangisi olduğunu ve dolayısıyla "karşı-armağan"ın hangisi olduğunu belirlemek için mutabakata varmaları gerekir. Bu durumda, eğer karşılık verildiyse ittifak, verilmediyse bağımlılık söz konusudur. Bu mutabakat olmaksızın, sonu gelmez bir rekabet sarmalına girme tehlikesi büyüktür.

 

34

… alınan hediyenin zorunlu olarak geri verilmesini sağlayan hukuk ve menfaat kuralı nedir? Hediye edilen şeyde, hediye alanın geri vermesini gerektirecek hangi güç vardır?"

 

geri verme zorunluluğu

 

Gerçekte mecburi, zorlanmış ve çıkarcı olsa bile, armağan her zaman için gönüllü olarak, özgürce ve ücretsiz verildiğine göre, hukuk ve menfaat kuralı ancak kahramanların bilgisi dışında işleyebilir.

 

35

Hediye edilen şeyde, hediye alanın geri vermesini gerektirecek hangi güç vardır?

 

Şeylerin doğrudan doğruya kendileriyle, maddi tertibatlarla ilgilenen, [etnografya]

 

36

… değiş tokuş edilen şeylere, taonga'lara orada bir ruh, hau bahşedilmiştir.

 

Mauss ise hau'da, mana'da insanlar için gördüğü büyülü gücün, şeyler için bir dengini görür ve bunu çoğu kere "şeref," "yüz" olarak çevirir.

 

37

Gimwali tipinde bir sistemde, piyasanın temelini oluşturan hukuki kurumlarda olduğu gibi, nesneler, onları değiş tokuş eden bireylerden ayrıdır ve (şeylerle ilgili olan) "ayni hak" (kişilerle ilgili olan) "şahsi hak"tan ayrıdır.

 

38

Belirlenmiş olan, verilen şeyin bir karşılığı olması gerektiğidir.

 

belirli bir güçle donatılmış bu şeyler, sıradan nesnelerden ayrıdır, …

 

Demek ki Maori toplumunda değerli şeyler, yani taonga'lar, kendine özgü bir kişilikle ve hatta bir isimle donanmıştır. Diğer yandan Mauss, bu şeyler ile onları elinde bulundurmuş olan kişiler arasındaki ilişki üzerinde durur: dolaşımda olan şey, arasında dolaştığı kişilerin izlerini kendisinde taşır. "Armağan veren tarafından bırakılmış olsa da, hala ondan bir parçadır."

 

39

Taç'ın üzerindeki mücevherler gibi verilmesi mümkün olmayan bazı değerli şeylerin aktarılamaz niteliği…

 

şeyler, bütün tarihlerini kendi üzerlerinde taşırlar.

 

zengin sınıflarda gösterişli hediyeler pazarının ilerlemesi, internet üzerinden değiş tokuş edilen bir "gereksiz hediyeler" sapması yarattı.

 

hediye kuralları değişmez değildir.

 

40

Nexum terimi somut olarak "düğüm," daha net olaraksa, bir rehin, rehin bırakılmış şey anlamına gelir.

 

42

kurban analizi

dua

 

Mauss, bu dini fenomenlerin sözleşme ve armağanla akrabalığına dikkat çekmişti.

 

… hem Avustralya cenaze ritüellerinde duyguların ifadesinin zorunlu niteliğini göstermek hem de yalan hipotezini reddetmek söz konusudur: bu zorunluluk o duyguların samimiyetinden ve yoğunluğundan bir şey eksiltmediği gibi, tam aksine onları üretir de.

 

44

… bir göz kırpma, iki kişinin toplumsal anlamda birlikte var oluşunu ve birbirlerini etkileme kapasitelerini temin eder. Daha genel olarak, ritüeller, toplumsal hayatın akışı içinde, kendine

has kurallarıyla bir mekan, bir "toplumsal alan" ayırır.

 

Hau, iki şey arasındaki ilişkiyi dile getiriyor ve oluşturuyorsa, nexum iki kişi arasındaki ilişkiyi dile getiriyor ve oluşturuyorsa, nezaket ifadeleri de bir etkileşimi başlatır ve bitirir, yani başka şeyler arasında ticari işlemlerin ve devirlerin ayırt edilmesine izin verir.

 

Bu sürekli üst üste gelişlere rağmen onları ayrı tutan kurumsal, maddi ve hukuki mekanizmalar nelerdir? Bireyler bir dünyadan diğerine geçişi nasıl belirlerler? Bir dünyanın diğerini ele geçirmesinden nasıl kaçınırlar?

 

rasyonalite dünyasını armağan dünyasından ayıran…

 

45

İndirgemeci teoriler, bütün insan davranışlarını rasyonaliteye ya da aksine duyguya ve rutine bağlı kabul eder. İç içe geçmiş dünyalar teorileri ise, yerlilerin akıl yürütmelerinin ortaya çıkışı ve bir arada varoluşuyla ilgilenmeden önce, zamana ve duruma göre bu akıl yürütmelerin çoğulluğunu esas alır.

 

Yükümlülüğün partnerlerinden her biri ne yapmakta olduğunu biliyordur ve bu zımni bilgiyi diğerleriyle paylaşır. Genel durum budur: yemeğimi kasabımın lütuf kârlığından beklemem; …

 

46

… etnografik çalışma, karşılıklı etkileşimlerin incelikli analizinden b aşlayarak, bu etkileşimlerin partnerleri açısından kendi anlamını bulduğu toplumsal bağlamları günışığına çıkarmaktan ibarettir. Benim toplumsal alan diye adlandırdığım bu bağlamlardır ve bunlar, öncelikle dilin ve etkileşimin nitelendirilmesinin çeşitli prosedürlerinin oluşturduğu, bilişsel çerçeveler gibi iş görür.

 

Ritüellerin ötesinde, maddi mekanizmalar, "burada ne olduğu"nun anlamını belirler. Bu maddi mekanizmalar arasında yerler, duruşlar, hareketler (duruma uyarlanmış bedensel alışkanlık, hexis) sayılabilir, …

 

47

Böylelikle, bir çubuğun üzerine, bir kere borç ödendikten sonra üzeri çizilen çentikler atmak

suretiyle tutulan bir borç kayıt sistemi, dünyanın öbür ucunda hediye değiş tokuşuyla farklılaşan

işlemin ne olduğuna dair maddi bir iz bırakır.

 

48

Aynı şekilde, para biçimi de dahil olmak üzere mirasın devri, canlıları, onları bütün kişisel ilişkilerden bağımsızlaştırmaktan daha fazlasını miras aldıkları ölülere bağlamaya katkıda bulunur: …

 

… modernite tarafında, anonim birey, pazar, modern para; karşı tarafta, kişisel ilişkiler, pazarın yokluğu ve ilkel para. Birey ve pazarsız para: işte sosyal güvenlik. Pazar, para ve kişisel ilişki: işte son derece sık rastlanan, öyle ki profesyonel aşamaların çoğunda gerçek anlamda yasaklamanın mümkün olmadığı ticari ilişki. Kişisel ilişkiler, pazarın yokluğu ve modern para: para şeklindeki törensel armağanlar. Birey ve parasız pazar: ticket-restoranlar …

 

49

refah devletinin başlangıcından yirmi yıl önce, ideolojik olarak sarsılmasından yirmi yıl sonra.

 

50

Mauss hediye değiş tokuşuyla ilgilenerek, 20. yüzyılın dönemecinde, sosyologlar, insanseverler ve işçi hareketi arasındaki, ilk sosyal kanunların ortaya çıkışını mümkün kılan konsensüsün sarsılmasıyla damgalanan bir dönemde, pazarın natüralist tasavvurunun teorik bir eleştirisiyle, sosyal yardımlaşmanın hayırsever tasavvurunun siyasi bir eleştirisini gerçekleştirir.

 

Armağan Üzerine Deneme'den önce, daha önceden incelenmiş olan bu ticari olmayan yükümlülükler bilimsel bir konu oluşturmuyordu.

 

Böylelikle Mauss, muazzam bir kişisel etkileşimler evrenini ya da Durkheim'ın" sosyal hayatın serbest akımları" dediği şeyi, bireysel tuhaflıklar psikolojisinden kopararak sosyolojiye bağlar. Gerçekten de, gönüllü bireysel eylemlerde bile toplumsal kuralların varlığını açığa çıkarır.

 

Büyü hakkındaki çalışmasında, toplumsal kurum olarak Durkheimcı din sosyolojisini, tam olarak kendisini en çok zorlayan konuya, iki birey yani büyücü ve müşterisi arasındaki özel ilişkiye uyguladığı gibi, Mauss burada da Durkheimcı sözleşmeler ve kurumlar analizini, tam olarak

kendisini en çok zorlayan konuya, gönüllü hediyeye, serbest ve menfaatsiz eyleme uygular.

 

52

görünüşte bireysel ve egzotik bir fenomen olan armağan

 

53

… armağanın, fakat aynı zamanda hırsızlığın da aksine, değiş tokuş bir devir değil, karşılığın talep

edilebilir olduğu bir ticari işlemdir, …

 

54

Mauss'un ayrı tuttukları, görünüşte serbest ve ücretsiz, gerçekteyse zorunlu ve çıkarcı bireysel eylemlerdir.

 

55

Amerikalı iktisatçı Thorstein Veblen'in çalışmalarından bu yana, iktisatçılar itibar mallarını tanıyorlar ve bir tüketicinin gösterişli mallar konusundaki bireysel tercihlerini hesaba katmayı biliyorlar.

 

56

Sadaka, geri dönüşü olmayan, geri veremeyecek durumdaki fakirler almayı kabul ettiklerinde gurur kırıcı olan bir armağan türüdür.

 

Sosyal politikaları hayırseverliğe dayalı kökenlerinden kurtarmak, kabul edilebilir ve tahkir edici olmaktan uzak hale getirmek için öncelikle bunun anlamını dönüştürmek gerekir.

 

Ne patronlar ne de toplum, der Mauss, ücretlerini verdikten sonra onlara karşı "borcunu ödemiş" sayılmazlar.

 

insansever burjuvazi

 

57

Hayırseverliğe son vermek için Mauss, bunun karşılığı olarak düşünülebilecek bir sosyal politikanın cevap vereceği "ilk armağan"ı öne çıkarmayı seçmişti.

 

Tahkir edici olmayan bir cömertliği ortaya koymak için uğraşılabilir: Luc Boltanski'nin yapmaya çalıştığı budur; kendine has bir tutum, agapê, hesapsız, eşsiz bir aşk tanımlamak. Bir başka analiz çizgisi bağışçıların anonimliğini öne çıkarır. Bağış alan, bağış yapanın kimliğinden haberdar olmazsa, nasıl istemeyerek eşit olmayan bir kişisel ilişki içine girebilir?

 

* agapê   Yunancada "karşılık, menfaat ya da herhangi bir cinsel dürtü gözetmeyen aşk" anlamına gelen agape, "eros" kavramıyla zıtlık oluşturur. Skolastik felsefede Tanrı için duyulan sevgiyi anlatmada kullanılmıştır. Ahlak felsefesinde erdemin merkezinde "sevgi" olduğu düşüncesini yansıtan "agapizm" buradan gelmektedir.

 

60

1925'te Mauss, hayırseverliğe son vermek için siyasi olmaktan çok hukuki ve kolektif olmaktan çok ilişkisel çözümler aramaktadır. … serbestçe ve zorunlu olarak vermek.

 

 

1.   Armağan Üzerine Deneme     Marcel Mauss       s.66-272

 

 

76

Bizimkilerden önceki iktisat ve hukuklarda, bireyler arasındaki bir alışveriş esnasında, malların, zenginliğin ve ürünlerin basit değiş tokuşuna neredeyse hiç rastlanmaz. Öncelikle karşılıklı olarak yükümlülük altına giren, değiş tokuş ve sözleşme yapan, bireyler değil topluluklardır; …

 

78

"Potlaç" esasen "beslemek," "tüketmek" anlamına gelir. [besleyici, karın doyurulan yer]

 

83

evlilik, bir çocuğun doğumu, sünnet, hastalık, kızların ergenliği, cenaze ayinleri, ticaret..

Ayrıca potlaç'ın iki temel unsuru kesin olarak kanıtlanmıştır: biri onur, itibar, zenginliğin verdiği "mana," diğeriyse bu "mana"yı , bu otoriteyi , bu tılsımı ve otoritenin kendisi olan bu zenginlik kaynağını kaybetmek kaygısıyla bu armağanları geri vermenin mutlak zorunluluğu.

 

84

geri vermeme durumu "mana"nın, Çinlilerin deyimiyle "yüz"ün kaybını getirir; …

 

"Doğum kutlamalarından sonra, erkeğin malları yani oloa'ları ve kadının malları yani tonga'ları alınıp verildikten sonra, karı ve koca eskisinden daha zengin olmazlar. Fakat büyük bir onur kabul ettikleri şeyi görmüş olmanın tatminini yaşarlar: oğullarının doğumu vesilesiyle toplanmış mal mülk yığınlarını."

 

89

Hediyeyi veren bırakıp gitmiş olsa da, o şey hala ondan bir parçadır.

 

taonga, kendi ormanının, kendi bölgesinin, kendi toprağının hau'su ile can bulmuştur; gerçek anlamda "yerli"dir: hau, malları elinde bulunduranların hepsini takip eder.

 

91

Taonga'lar, sahipleriyle ilişkilerinin onlara sağladığı hau'nun dışında bile bireyselliğe sahip gibi görünmektedirler. İsimleri vardır.

 

Bundan şu sonuç çıkar; birisine bir şey sunmak, kendinden bir şey sunmaktır.

 

93

Alma zorunluluğuyla ilgili çok sayıda olgu kolayca bulunabilir. Çünkü bir klan, bir ev ahalisi, bir topluluk, bir konuk, konukseverlik talep etmemekte, hediye almamakta, alışveriş yapmamakta, kadınlar ve kan yoluyla ittifak kurmamakta serbest değildir.

 

94

Verme zorunluluğu … Vermeyi reddetmek, davet etmeyi ihmal etmek, aynı şekilde almayı reddetmek, savaş ilanıyla denktir;

 

95

… armağan alanın, armağan verene ait olan her şey üzerinde bir tür mülkiyet hakkı vardır.

 

103

İnsanlara ve tanrılara sunulan armağanların bir amacı da birbirleriyle barış ortamını kazanmaktır.

 

118

Bize göre insanlık uzun süre, el yordamıyla arayışlar içinde olmuştur. Öncelikle, ilk evrede, neredeyse tamamı büyülü ve değerli bazı şeylerin kullanımla yok olmadığını bulmuştur

ve onlara satın alma gücü vermiştir; (Bu sırada biz ancak paranın uzak kökenini bulabilmiştik.)

Daha sonra, ikinci evrede, kabile içinde ve dışında bu şeylerin dolaşımını sağlamayı başardıktan sonra insanlık, bu satın alma enstrümanlarının, zenginliklerin sayılmasının ve dolaşımının aracı olarak kullanılabileceğini buldu. Bu, bizim tasvir etmekte olduğumuz dönemdir. Ve işte bu dönemden itibaren, Sami toplumlarda epey eski bir çağda -ama başka yerlerde belki o kadar eski değil-, üçüncü evrede, bu değerli şeylerin gruplarla ve insanlarla ilgisini kesmek, onları değer ölçüsünün, hatta rasyonel değilse bile evrensel ölçünün daimi enstrümanları yapmak düşüncesi gelişti.

 

121

Bunlara sahip olmak, "kendi içinde neşelendirici, kuvvetlendirici ve yatıştırıcıdır." Sahipleri bunları ellerler ve saatler boyunca bakarlar. Basit bir temas, bundaki erdemlerin aktarılmasını sağlar.

 

127

uluslararası ve kabileler arası kula, bu hayatın en yüksek noktası gibidir; şüphesiz ki varoluşun ve büyük seyahatlerin amaçlarından biridir.

 

132

Kula ilişkisine fazlasıyla benzer bir ilişki de wasi ilişkisidir. Bu ilişki bir yanda tarım kabilelerinden diğer yanda denizci kabilelerden partnerler arasında düzenli ve zorunlu değiş tokuşlar tesis eder. Çiftçi ortak, ürünlerini gelip balıkçı ortağın evinin önüne koyar. O da bir başka sefer, büyük bir balık avının ardından, avının ürününü misliyle geri vermek üzere tarımla uğraşan köye gidecektir

 

226

Cermen uygarlığında da uzun süre pazar yoktu. Temelde feodal ve köylü olarak kalmış olan bu uygarlıkta, satın alma ve satış fiyatı kavramının hatta bu sözcüklerin kökeni çok yakın tarihli gibi görünüyor.

 

232

verilen ya da devredilen şeyin temsil ettiği tehlike… Bu durum, bu dillerin bütününde gift kelimesinin, bir yandan armağan diğer yandan zehir ifade eden çifte anlamını açıklar.

 

233

Hediyeler verdin,

Ama aşk hediyeleri vermedin,

İyicil bir kalple vermedin,

Hayatlarınızdan çoktan sıyrılırdınız,

Tehlikeyi bilmiş olsaydım eğer.

 

235

Bizim ahlakımızın ve hayatımızın hatırı sayılır bir kısmı da, armağan, zorunluluk ve özgürlüğün birbirine karıştığı bu aynı atmosferde durmaktadır. Neyse ki henüz her şey yalnızca alış ve satış terimleriyle sınıflandırılmış değildir. Şeylerin satış değerlerine ek olarak hala bir duygusal değeri de vardır, eğer yalnızca bu türden değerlerin var olduğunu kabul edersek tabii.

 

236

… bizim ahlakımızın bütün çabası, zengin "sadakacı"nın bilinçsiz ve onur kırıcı hamiliğini ortadan kaldırmaya yöneliktir.

 

"altta kalmak" istemeyiz.

 

237

Satılan şeylerin de ruhları vardır, bu şeyler eski sahipleri tarafından takip edilirler, onlar da eski sahiplerini takip ederler. … birçok Fransız adeti, satılan şeyi satıcıdan koparmak gerektiğini gösterir, mesela; satılan şeye vurmak, satılan koyunu kamçılamak, vs.

 

Günümüzde eski ilkeler, kanunlarımızın keskinliğine, soyutlamalarına ve insaniyetsizliğine mukavemet ediyor.

 

238

Elyazmalarının, ilk kez yapılan makinanın ya da orijinal sanat eserlerinin, yalnızca satış eyleminin ötesinde, sanatsal, edebi ve bilimsel mülkiyetinin tanınması için çok uzun süre beklemek gerekti. … bunların, bireysel zihnin olduğu kadar kolektif zihnin ürünü olduğu ilan edilir; herkes bunların bir an önce kamu malı olmasını ya da zenginliklerin genel dolaşımına girmesini arzu eder. Bununla birlikte, yaşayan sanatçıların ve onların hemen ardından gelen mirasçılarının resimlerinin, heykellerinin ve sanat nesnelerinin kıymet artışı skandalı, 1923 Eylülünde çıkan bir Fransız kanununa ilham verdi; bu kanun, bu sanat eserlerinin müteselsil satışındaki bu müteselsil kıymet artışı üzerinden sanatçıya ve onun hak sahiplerine bir takip hakkı veriyordu.

 

239

Bütün sosyal güvenlik mevzuatımız, çoktan gerçekleşmiş olan bu devlet sosyalizmi, şu ilkeden ilham alır: çalışan kişi hayatını ve emeğini bir yandan kamuya bir yandan patronlarına vermiştir ve sosyal güvenlik için işbirliği yapması gerekiyorsa, onun hizmetlerinden yararlanmış olanlar, maaş ödemesiyle ona karşı borçlarını ifa etmiş olmayacaklarından, kamunun temsilcisi olarak bizzat devlet, patronlarının ve kendisinin işbirliğiyle işçiye, işsizliğe, hastalığa, yaşlılığa, ölüme karşı bir güvence borçludur.

 

yardım sandıkları

 

Kentler ve devlet, sanayi ve pazarın genel koşullarının sebebiyet verdiği muazzam harcamaları, iş sizlere yapılan ödemeleri sırtlanmaktan bitkin düşmüş durumdadır.

 

240

yeniden bir grup ahlakına varıyoruz.     J

 

241

Bizim kültürümüzün de kaynağı olan antik uygarlıkların birinde borçların affı [Liübile], diğerinde kamu hizmetleri [liturgies], korolara veya kadırgaların donatımına mali katkı sağlama [choregies ve trierarchies ], toplu ziyafetler tertipleme [syssities] gibi kamu görevleri, ayrıca şehrin valisinin

ve konsül üyelerinin zorunlu harcamaları vardı. Bu tür kanunlara yeniden ulaşmalıyız. Bunun dışında, birey için, bireyin hayatı, sağlığı, eğitimi -ki bu zaten karlı bir şey-, ailesi ve ailesinin geleceği için daha fazla kaygı olmalıdır.

 

242

Dolayısıyla arkaik olana, temel bilgilere geri dönebiliriz ve dönmeliyiz; birçok toplumun ve sınıfın tanıdığı hayat ve eylem motiflerini orada buluruz: halka vermenin sevinci; cömertçe yapılmış sanatsal harcamaların zevki; konukseverliğin, özel ve halka açık kutlamaların zevki. Sosyal güvenlik, yardımlaşma ve işbirliğinin getirdiği özen, meslek gruplarının, İngiliz hukukunun "Friendly Societies" adıyla süslediği bütün bu tüzel kişilerin yarattığı özen; soylunun işletmecisine

sağladığı basit kişisel güvenceden daha değerlidir, işverenin tahsis ettiği günlük ücretin sağladığı küçük hayattan daha değerlidir hatta değişken bir kredi üzerine kurulu kapitalist tasarruftan da daha değerlidir.






.

.

.

13 Eylül 2024

Gilles Deleuze & Félix Guattarri - söküm protokolleri

 

.

.


.

.


söküm protokolleri

kafka – minör bir edebiyat için

 

 

Gilles Deleuze - Félix Guattari

 

(Çev. Özgür Uçkan, Işık Ergüden)

Yapı Kredi Yayınları, 2001, İstanbul

 

 

8

Anı arzuya ket vurur, kopyalarını çıkarır, katmanlara indirir, bütün bağlantılarını keser.

 

10

Kafka’yı ilgilendiren şey, bestelenmiş, göstergebilimsel olarak biçimlendirilmiş bir müzik değil, sesli bir katışıksız maddedir.

 

... Josephin’in şarkı söylediği kuşkuludur, yalnızca ıslık çalar, ama başka farelerden daha iyi değil, hatta daha kötü, öyle ki var olmayan sanatı daha da gizemli bir hal alır.

 

11

[yersizyurtsuzlaştırılmış müzikal ses] ... anlamdan, besteden, şarkıdan, sözden kaçan çığlıktır; hâlâ fazlasıyla gösteren bir zincirden kurtulmak için gerekli olan kopuş halindeki ahenktir. Seste önemli olan, yalnızca genel olarak tekdüze ve her zaman gösterendışı olan yoğunluktur: ...  söz konusu olan, itaat etmenin karşıtı olarak özgürlük değil, yalnızca bir kaçış çizgisi, daha doğrusu olası en az gösteren olarak “sağa, sola, nereye olursa” yönelen basit bir çıkıştır.

 

13

Bir yazar, yazar olarak insan değildir, siyasal insandır, makine insandır, deneysel insandır. ... Sorun, kesinlikle özgür olmak değil, ama bir çıkış, bir giriş, bir kenar, bir geçit, bir bitişme noktası vb. bulmaktır.

 

14

Arzu biçim değildir, süreçtir, gelişimdir.

 

15

Cinsel sorunlarım varsa, evlenemiyorsam, yazıyorsam, yazamıyorsam, bu dünyada başım eğikse, son derece çölümsü bir başka dünya kurmak zorunda kaldıysam: Bunların hepsi babanın suçu. Oysa çok geç kalmış bir mektup bu. Kafka bütün bunların gerçek olmadığını çok iyi biliyordu: Evlilik konusundaki yeteneksizliği, yazısı, çölümsü, yoğun dünyasının cazibesi, tüm bunlar libido açısından tamamen olumlu güdülenimler, yoksa babayla ilişkiden türeyen tepkiler değil.

 

16

“… bana öyle geliyor ki, içinde yaşayacağım bölgeler ya senin vücudunla kapayamadığın ya da senin ulaşamadığın yerlerdir ancak.” … Kafka’nın dediği gibi, sorun, özgürlük değil, çıkış sorunudur. Baba sorunu, baba karşısında nasıl özgür olunacağı (Oedipusçu sorun) değil, onun yolu bulamadığı bir yerde yolun nasıl bulunacağıdır. … Kısaca, nevrozu üreten Oedipus değil, nevrozdur; yani zaten itaat etmiş olan ve kendi itaat edişini iletmeye çalışan arzu’dur Oedipus’u üreten. Oedipus, nevrozun meta değeridir.

 

18

Kafka’da kaygılandıran ya da sevinç yaratan, baba değildir, bir üstben ya da herhangi bir gösteren de değildir; teknokratik Amerikan makinesi, bürokratik Rus makinesi ya da faşist makinedir bu.

 

20

“Ancak benim dünyamın çekim gücü de büyüktür; beni sevenler varsa, sevmelerinin nedeni terk edilmiş durumda bulunmamdır, belki Weiss vakumu olduğum için değildir beni sevmeleri, burada şuncacık sahip olmadığım hareket özgürlüğünü bir başka aşamada, daha mutlu zamanlarımda ele geçireceğimi sezmelerindendir.” [Günlükler] Hayvan-oluş, tam da, hareket etmek, bütün olumluluğu içinde kaçış çizgisini çizmek, bir eşiği aşmak, yalnızca kendileri için değer taşıyan yoğunluklar sürekliliğine ulaşmak; biçimlenmemiş bir maddenin, yersizyurtsuzlaştırılmış akımların, gösterendışı göstergelerin yararına, bütün biçimlerin ve gösteren, gösterilen bütün anlamlandırmaların çözüldüğü katışıksız bir yoğunluklar dünyası bulmak demektir. Kafka’nın hayvanları asla bir mitolojiye ya da ilkörneklere göndermede bulunmaz, anlatımların kendilerini biçimselleştirmiş olan gösterenden, içeriklerin de kendi biçimlerinden kurtuldukları serbest bırakılmış yoğunluk bölgelerine, aşılmış gradyanlara tekabül ederler yalnızca. Hareketlerden, titreşimlerden, ıssız bir maddedeki eşiklerden başka hiçbir şey yoktur. … Böcek-oluşta, sesi sürükleyen ve sesin tınlamalarını birbirine karıştıran acılı bir cıvıldamadır. Gregor hamamböceği olur, yalnızca babasından kaçmak için değil, daha çok, babasının çıkış bulamadığı yerde bir çıkış bulmak için, müdürden, ticaretten ve bürokratlardan kaçmak için, sesin uğuldamaktan başka bir şey yapmadığı bu bölgeye ulaşmak için. “‘Onu konuşurken duydun mu? Tam bir hayvan sesiydi’ dedi Müdür Bey.”

 

21

Ama bir yandan da, kaçış, mekân içinde yararsız bir hareket olarak, özgürlüğün yanıltıcı hareketi olarak reddedilir; buna karşılık, olay mahallinde kaçış, yoğunluğa kaçış olarak kabul edilir. (“Ortadan toz olmak. Ben de bunu yaptım, toz oldum ortadan. Özgürlüğü seçemeyecek oluşum karşısında başka çıkar yol göremedim.”)

 

23

… Gregor’un hayvan-oluşundaki yersizyurtsuzlaşması başarısızlığa uğrar… …Baba üç kiracı bürokratı kovar, Oedipusçu üçgenin babaergil ilkesine geri dönülür, aile mutluluk içinde kendi üzerine kapanır.

 

[Dipnot 1] “Psikanalitik eserler ilk bakışta sizi şaşırtıcı bir biçimde tatmin ederler, ama, hemen sonra o eski açlıkla yeniden karşılaşırsınız”

 

25

Minör edebiyat, minör bir dilin edebiyatı değil, daha ziyade, bir azınlığın majör bir dilde yaptığı edebiyattır. Ama temel özelliği, dilin, güçlü yersizyurtsuzlaşma katsayısından her koşulda etkilenmiş olmasıdır. Kafka, Prag Yahudilerine yazı yoluyla tıkayan ve edebiyatlarını olanaksız kılan çıkmazı şu şekilde tanımlar: Yazmama olanaksızlığı, Almanca yazma olanaksızlığı, başka türlü yazma olanaksızlığı. Yazmamak olanaksızdır, çünkü ulusal bilinç, ister belirsiz olsun ister baskı altında, zorunlu olarak edebiyattan geçer. (Edebi savaş, olası en geniş ölçekte gerçek bir meşruluk kazanır.”)

 

26

Minör edebiyat ise tümüyle farklıdır: Daracık mekânı, her bireysel sorunun doğrudan siyasete bağlanmasını sağlar. … Büyük edebiyatlarda ancak bir anlık konuşmaya neden olan şey, küçük edebiyatlarda herkesin ölüm kalımıyla ilgili bir karar niteliği taşır.

 

27

… yetenekli kişilere az rastlanması aslında yararlıdır ve ustalar edebiyatından başka bir şeyin kavranmasına izin verir: Yazarın tek başına dile getirdiği şey zaten ortak bir eylemi oluşturur ve söylediği ya da yaptığı şey, başkaları hemfikir olmasa da, zorunlu olarak siyasaldır. … Gothe’ye duyduğu hayranlığa rağmen yazar ya da usta edebiyatını reddetmiş olması gibi, anlatıcı ilkesinden de çabuk vazgeçer.

 

28

Özne yoktur, yalnızca kolektif sözcelem düzenlemeleri vardır – ve edebiyat, bu düzenlemeleri, henüz dışarıda verili olmadıkları ve yalnızca gelecekteki şeytani güçler ya da oluşturulacak devrimci güçler olarak var oldukları koşullarda dile getirir. … K harfi, artık ne bir anlatıcıyı ne de bir kişiyi gösterir; bir bireyin, münzeviliği için kendilerine bağlı olması ölçüsünde, makinesel bir düzenlemeyi ve kolektif bir faili gösterir.

 

29

Kendilerinin olmayan bir dilde yaşayan ne kadar insan vardır günümüzde? Kendi dillerini bile bilmeyen ya da henüz bilmeyen ve kullanmaya zorlandıkları majör dili de iyi bilmeyen ne kadar insan vardır? … İnsan nasıl kendi öz dilinin göçebesi, göçmeni ve çingenesi olur? Kafka, çocuğu beşikten çalmak, gergin ipte dans etmek, diyor.

 

30

Aslında dil genellikle, yersizyurtsuzlaşmasını anlamın içindeki yeniden-yerliyurtlulaşmayla dengeler. Gerçek anlam olan anlam, seslerin adalandırılmasının (sözcüğün adlandırdığı şey ya da şeylerin hali) belirlenmesini mecazi anlam ise, imgelerin ve metaforların (sözcüğün bazı bakımlardan ya da bazı koşullar altında uygun düştüğü diğer şeyler) belirlenmesini, yönlendirir.

 

31

Anlamdan koparılmış, anlamdan kazanılmış bu dil, etkin bir anlam etkisizleştirilmesi sağlayarak, yönelimini artık yalnızca bir sözcük vurgusunda, bir bükünde bulur: “Yer yer küçük bir sözcükte yaşayabilirim ben; sözcüğün ince seslisinde bu işe yaramaz başımı bir an yitiriyorum(…) sezgilerim, bir balığın sezgilerini andırıyor.” Çocuklar şu alıştırmada çok beceriklidir: Anlamı belli belirsiz hissedilen bir sözcüğü, kendi üzerinde titreştirmek için yinelemek. Kafka, çocukken, babasının söylediği bir sözü tam bir anlamsızlık çizgisine vardırmak üzere nasıl yinelediğini anlatır: “Ay sonu, ay sonu…”

 

33

Kafka, her türlü metaforu, simgeciliği ve anlamlandırmayı da, her türlü adlandırma gibi, bilinçli olarak öldürür. Metamorfoz (dönüşüm) metaforun karşıtıdır. Artık ne gerçek anlam ne de mecazi anlam vardır, yalnızca sözcük yelpazesinde hallerin dağılımı vardır. Şey ve diğer şeyler, yalnızca kendilerine ait kaçış çizgisini izleyerek yersizyurtsuzlaşmış olan ses ya da sözcüklerin kat ettikleri yoğunluklardır artık. Bir hayvanın davranışıyla, insan davranışı arasında var olan benzerlik değildir söz konusu olan, hele sözcük oyunu hiç değildir. [Burada çağdaş dans sanatçısının, insan zaten dans eder ifadeleri bulunmalı] Artık ne insan ne de hayvan vardır; çünkü her biri diğerini, akımların birleşmesiyle, tersine çevrilebilir yoğunluklar sürekliliği içinde yersiyurtsuzlaştırır. ... Hayvan, insan "gibi" konuşmaz, anlamlandırmadan yoksun tonlamalar çıkartır; sözcükler de hayvanlar "gibi" değildir; ama tam anlamıyla dilbilimsel köpekler, böcekler ya da fareler olduklarından, kendi paylarına, tırmanırlar, havlarlar ve hızla ürerler. Sekansları titreştirmek, sözcüğü şimdiye dek duyulmamış iç yoğunluklara açmak; özetle, dilin gösterendışı, yoğun kullanımı. Dahası, artık ne sözcelem öznesi ne de sözce öznesi vardır: Sözcelem öznesi bir insan “olarak” kalırken, köpek olan sözce öznesi değildir artık; sözce öznesi bir insan olarakkalırken, bir mayısböceği “gibi” olan sözcelem öznesi değildir artık. İster istemez çoğul ya da kolektif bir düzenlemenin ortasında karşılıklı bir oluşu oluşturan bir haller devresidir söz konusu olan.

 

“Bir dilin iç gerilimleri”ni ifade eden dilbilimsel öğeleri, ne kadar çeşitli olurlarsa olsunlar, genelde yoğunlaştırılmışlar ya da gerilim-sağlayıcılar diye adlandırabiliriz. Dilbilimci Vidal Sephiha, dilin, kendi uçlarına, birbirlerine dönüşebilir bir öteye ya da beriye doğru gerçekleşen hareketini belirleyen, “bir kavramın sınırına doğru yönelmeyi ya da onu aşmayı olanaklı kılan her türlü dilbilimsel aygıt”ı, bu anlamda, yoğunlaştırılmış olarak adlandırır. Vidal Sephiha, bu tür öğelerin çeşitliliğini çok iyi bir şekilde ortaya koymuştur; bunlar, her yerde ise yarayan sözcükler, herhangi bir anlamı üstlenen fiil ya da edatlar; adıl fiiller ya da İbranicede olduğu gibi yoğunlaştırılmışların ta kendisi; bağlaçlar, ünlemler, zarflar; acıya yananlam katan terimler olabilir. … [Wagenbach] Edatların doğru olmayan kullanımı; adılın aşırı kullanımı; (“koymak, oturmak, yerleştirmek, kaldırmak” dizisini karşılayan, bu andan itibaren de yoğunlaştırıcı haline gelen Giben gibi) her yerde işe yarayan fiillerin kullanımı; zarfların çoğalması ve birbirini izlemesi; acı barındıran yananlamların kullanımı; sözcüğün içsel gerilimi olarak vurgunun önemi, ünsüzlerin ve ünlülerin iç ahenksizlik olarak dağılımı. … “Yazdığım sözcüklerin neredeyse hiçbiri diğeriyle uyuşmuyor, hurda demirlerin gürültüsüyle gıcırdayıp duran ünsüzlerin, teşhir edilen zenciler gibi şarkı söyleyen ünlülerin seslerini duyuyorum.” Dil, uçlarına ya da sınırlarına doğru yönelebilmek için temsil edici olmaktan çıkar.

 

36

Böylece, bu dil dolayımıyla uygulanan, kiliseye ya da okula ait iktidar biçimlerine özlem duyulur çünkü bugün bu iktidar biçimlerinin yerini başka biçimler almıştır.

 

37

Bu dil, uyandırdığı horgörüden ziyade korkutan bir dildir, “bir tiksintiyle karışık korku”; çalınmış, seferber edilmiş, göç etmiş, “güç ilişkileri”ni içselleştirerek göçebeleşmiş sözcüklerle yaşayan ve grameri olmayan bir dildir bu…

 

40

(imleyenin, metaforun ve sözcük oyunlarının efendiliğine özenen bugünkü psikanaliz)

 

[4. not: “Ben yerine insan dendiği sürece sorun yok.” Ve bu iki özne s.12’de yeniden ortaya çıkar: “Kendim kalkıp köye gitmeyebilirim, bunu ille de yapmam gerekmez; giyinik vücudumu yollarım, tamam…”

 

43

Majör ya da yerleşik bir edebiyat, içerikten anlatıma doğru giden bir vektörü izler: Verili bir biçimde, içerik verili olduğunda, ona uygun anlatım biçimini bulmak, keşfetmek ya da görmek. İyi tasarlanmış olan şey, kendini sözceler… Ama minör ya da devrimci bir edebiyat, sözcelemekle işe başla, ancak sonradan görür ve tasarlar (“Sözcük, görmüyorum onu, icat ediyorum”). Anlatım, biçimleri kırmalı, yeni kopuşları ve dal budak sarmaları belirtmelidir. Biçim kırılmış olduğundan, içeriği yeniden kurmak şeylerin düzeniyle ister istemez kopuş halinde olmaktır. Maddeyi sürüklemek, ondan önce gelmek.

 

44

Aşkın yerine aşk mektubunu koymak. Aşkı yersizyurtsuzlaştırmak.

 

46

Kafka iki teknik icat dizisi arasında bir ayrım yapar: Uzaklıkları alt ederek ve insanları yakınlaştırarak “doğal ilişkiler”i yeniden kurmaya yönelen icatlar dizisi (tren, otomobil, uçak) ve hortlağın vampirce öcünü temsil eden ya da “insanlar arasına hortlaksı olanı” yeniden sokan icatlar dizisi (posta, telgraf, telefon, telsiz telgraf).

 

47

Çılgınca bir yazma ve mektupları okurundan koparıp alma arzusu. Demek ki, bir ilk özelliğe göre, mektup arzusu şundan ibarettir: Hareketi sözce öznesine aktarır ve ona sözcelem öznesini her türlü gerçek hareketten bağışık tutan görünür bir hareket, bir kağıt hareketi verir. Taşrada Düğün Hazırlıkları’ında olduğu gibi, sözcelem öznesi, baştan aşağıya giyinik ikizini mektupta, mektupla birlikte gönderdiğine göre, tıpkı bir böcek gibi varını yoğunu kaybedebilir. Sözce öznesi normalde sözcelem öznesine düşen gerçek hareketi üstlendiğine göre, iki öznenin ikileminin bu değiş tokuşu ya da bu tersine çevrilmesi, bir ikiye bölünme üretir. Ve zaten şeytani olan da bu ikiye bölünmedir, şeytan bu bölünmenin kendisidir.

 

49

Zayıflık -ah zayıflığım, hatam!- Kafka’nın sözce öznesi konumundaki görünür hareketinden başka bir şey değildir. Tersine, gücü, ıssızlıkta bir sözcelem öznesi olmasından kaynaklanır.

 

52

Kafka’nın odasında yaptığı şey hayvan-oluştur ve bu, öykünün asıl hedefidir. İlk yaratı, dönüşümdür. Bu asla bir eşin gözü tarafından görülmemelidir; bir babanın ya da bir annenin gözü de bunu görmemelidir. Kafka için, hayvani özün bir çıkış olduğunu, olay mahallinde ya da kafeste de olsa bir tür kaçış çizgisi olduğunu söylüyoruz. Özgürlük değil, bir çıkış. Saldırı değil, canlı bir kaçış çizgisi.

 

53

… hayvan-oluş, yalnızca yoğunluk içinde yoğunluk eşiklerini aşarak yaşanabilen ya da anlaşılabilen, hareketsiz ve olduğu yerde kalınarak yapılan bir yolculuktur.

 

54

[mektuplar ve hayvan-oluş arasında karşılaştırma] Mektupların, sözcelem öznesine karşı yöneltilmiş bir geri çekilmeden korkma nedenleri vardı… … Yumurtanın kendi gizil gücünde iki gerçek kutba sahip olması gibi, hayvan-oluş da, yine gerçek iki kutbun, tam anlamıyla hayvansal bir kutupla ailesel bir kutbun donattığı bir gizil güçtür. Hayvanın, aslında, kendi insandışı oluşuyla fazla insancıl bir evcilleştirme arasında nasıl kararsız kaldığını gördük… … İşte [hayvan-oluşta] metaforun ancak bu bakış açısından, ardından gelen bütün insan-merkezci sürüsüyle birlikte yeniden işe karışma tehlikesi vardır [yeniden yerliyurtlulaştırma, yeniden-Oedipuslaştırma].

 

56

Küçük olan her şey Kafka’yı büyüler. Çocukları sevmiyorsa, bunun nedeni, geriye döndürülemez bir büyük-oluşa yakalanmış olmalarıdır; tersine hayvansal egemenlik küçüklüğe ve algılanamazlığa ulaşır. Ama bunun da ötesinde, Kafka’da, moleküler çoğulluğun kendisi bir makineyle, daha doğrusu, parçaları birbirinden bağımsız olsa da işlemekten geri kalmayan bir makine düzenlemesiyle bütünleşme ya da ona yer açma eğilimindedir.

 

moleküler çoğulluklara ve makinesel düzenlemelere…

 

57

… yeterli miktarda makinesel belirti…

… ancak makinesel belirtiler kendi kendine kurulan gerçek bir düzenleme şeklinde bir araya getirilmişlerse…

 

58

… bürokratik makinenin gizilgüçleri…

… konusuna ritim katan makinesel belirtiler…

 

Burada da [Cezalılar Kolonisi] roman tohumu vardır, hem de bu kez açık şeçik bir makineye bağlı olarak. Ama hâlâ fazla Oedipusçul koordinatlara (yaşlı komutan – subay = baba – oğul) uygun ve fazla mekanik olan bu makine de gelişemez. Ve Kafka, yeniden öykü durumuna düşen bu metin için hayvansal bir sonuç tasarlayacaktır…

 

59

Bu durumda makine, gücü ve güzelliği ne olursa olsun, artık geliştirilemeyen ayrıntılı bir çizim olarak kalır.

 

Asla yayımlanma tasarısıyla değil, iç ölçütlerle tanımlandıkları biçimiyle, yazı ya da anlatım makinesinin üç öğesi budur. Mektuplar ve şeytani antlaşma; öyküler ve hayvan-oluşlar; romanlar ve makinesel düzenlemeler.

 

61

… anlatım içerikten önce gelir ve onu peşinden sürükler (gösteren olmaması koşuluyla kuşkusuz)

 

62

[dipnot 2] “Biçim, içeriğin ifadesi değil, uyarıcısıdır”

[dipnot 9] [Proust, artık gelmesini istemez göründüğü bir genç adama şöyle yazar:] “Ne istediğinize karar vermekte özgürsünüz ve gelmeye karar verirseniz, bana yazmayın, ama hemen geleceğinizi telgrafla bildirin, mümkünse, akşam saat 6’ya doğru gelen bir trenle ya da akşamüzerine doğru ya da akşam yemeğinden sonra, ama çok da geç değil ve öğleden sonra ikiden önce de değil, çünkü siz hiç kimseyi görmeden görmek istiyorum sizi. Tabii ki bütün bunları gelmeniz söz konusu olursa diye açıklıyorum…”

 

65

[Cezalılar Kolonisi’nde] “Mahkum hükmü yara bereleriyle söker.” “Çin Seddi’nin İnşasında” da, “bilinmeyen yasalarla yönetilmek nasıl da bir işkencedir (…) Yasaların karakteri, içerikleri üzerindeki gizi de gerekli kılar.” … Kafka için önemli olan, bu aşkın ve bilinemez yasa imgesini kurmaktan çok, yalnızca düzeneklerini ayarlamak ve bütünü “kusursuz bir eşzamanlılıkla” çalıştırmak için bu yasa imgesine gereksinim duyan bambaşka bir makinenin mekanizmasını sökmektir (bu imge-fotoğraf ortadan kaybolur kaybolmaz, “Cezalılar Kolonisi”nde olduğu gibi, makinenin parçaları dağılır).

 

67

Düpedüz gerçeğin, bedenin ve tenin sözcesi; her türlü kurgusal önermenin karşıtı olan pratik sözce. Bütün bu temalar Dava’da gerçekten de vardır. Ama, K’nın uzun deneyimi boyunca, titiz bir sökümün ve hatta bir yıkımın nesnesi kılınan şeyler tam da bunlardır.

 

70

Kafka toplumsal temsillerden, sözcelem düzenlemelerini ve makinesel düzenlemeleri çıkarsama ve bu düzenlemeleri sökme yükümlülüğünü üstlenir. Kafka daha hayvan öykülerinde bile kaçış çizgileri çiziyordu; ama “dünyanın dışına” kaçmıyor, daha çok dünyayı ve temsilini kaçırtıyor ve bu çizgiler üzerinde sürüklüyordu. [69 … namevcut bir Tanrı’dan söz etmektense, minör bir edebiyatın sorunlarından, Prag’da yaşayan bir Yahudinin durumundan, Amerika’dan, bürokrasiden ve büyük davalardan söz etmek daha yerinde olur.]

 

Yazı şu ikili işleve sahiptir: Düzenlemelere çeviriyazı yapmak, düzenlemeleri sökmek. İkisi aslında bir bütün oluşturur. Kafka’nın eserinin tamamında, bir bakıma birbirinin içine geçmiş anları ayırt etmeye çalışmamızın nedeni budur: Önce makinesel belirtiler, sonra soyut makineler ve nihayet makine düzenlemeleri. Makinesel belirtiler, henüz kendi başına ortaya çıkmamış ve kendi adına sökülmemiş bir düzenlemenin işaretleridir, çünkü, bu düzenlemeyi nasıl oluşturduklarını bilmeden, onu oluşturan parçaları ele geçirmekle yetiniriz yalnızca. Bu parçalar çoğunlukla canlı varlıklar, hayvanlardır, ama, ancak, işlemci ya da uygulamacı oldukları anda bile sırrı çözülmeyen ve tam anlamıyla kendilerini aşan bir düzenlemenin hareketli parçaları ya da dış görünüşleri olarak değer taşırlar. … Dönüşümün meydana getirdiği karmaşık düzenlemenin belirti-öğeleri; hayvan Gregor, müzikal kız kardeş, belirti nesneleri besin, ses, fotoğraf, elma, belirti-dış görünüşleri aile üçgeni, bürokratik üçgendir. … Demek ki, bir makine kuruluş ve işleyiş aşamasındayken onu kuran ve işlemesini sağlayan ayrı ayrı parçaların nasıl hareket ettikleri henüz bilinmediğinde, makinesel belirtiler ortaya çıkar.

 

71

Tamamı kurulu olan soyut makineler de kendi başlarına, belirtisizce belirirler, ama bu kez, ya işlevsizdirler ya da artık işlemezler [Cezalılar Kolonisi’nin makinesi]. … Hikâyelerin, kısa kesilmelerine neden olan, tamamlanmalarını engelleyen ya da roman halinde gelişmelerini önleyen iki tehlikeyle yüz yüze olduklarını düşünmemizin nedeni de budur: Ya, ne kadar canlı olurlarsa olsunlar, yalnızca makinesel montaj belirtileri taşırlar; ya da ortaya, somut olarak birbirine bağlanamayan, tümüyle kurulmuş, ölü, soyut makineler çıkarırlar (Kafka’nın, aşkın yasa üzerine yazdığı metinleri kasıtlı olarak genellikle bir bütünden ayırdığı kısa öyküler halinde yayımladığını fark edeceğiz).

 

Demek ki geriye, roman nesneleri olarak makinesel düzenlemeler kalıyor. Bu kez, makinesel belirtiler artık hayvanlar değildir: Bir araya gelirler, diziler yaratırlar, her tür insan figürünü ya da figür parçalarını beraberlerinde sürükleyerek çoğalmaya koyulurlar. … onu cisimleştiren toplumsal-siyasal düzenlemelerin dışında var olmayacaktır…

 

72

Sonuçta düzenleme [makine düzenlemeleri], ne kurulmakta olan, gizemli işleyişe sahip bir makine, ne de tümüyle kurulu, işlemeyen ya da artık işlemeyen bir makine olarak değer taşır: Onun değeri, makine ya da temsil üzerinde gerçekleştirdiği söküm’den kaynaklanmaktadır ve fiilen işlerken, yalnızca kendi sökümüyle ve bu söküm eylemi içinde işler. Düzenleme, bu sökümden doğar (Kafka’yı ilgilendiren hiçbir zaman makinenin montajı değildir). Bu etkin söküm yöntemi, … toplumsal alana zaten nüfuz etmiş olan bütün bir hareketi sürdürmekten, hızlandırmaktan ibarettir: Edimsel olmadan gerçek olan bir gücülün içinde iş görür (şimdilik yalnızca kapıyı çalan, geleceğin şeytani güçleri). Düzenleme, yine kodlu ve yerliyurtlu olan toplumsal bir eleştiri içinde değil, kod çözümü içinde, yersizyurtsuzlaşma içinde ve bu kod çözümünün ve bu yersizyurtsuzlaşmanın romanesk hızlanışı içinde keşfedilir (Alman dilinde olduğu gibi; toplumsal alanı ele geçiren bu hareket içinde her zaman daha öteye gitmek).

 

İşte, soyut işaret ve makinelerden farklı olan romanesk makinesel düzenlemenin yeni özellikleri bunlardır. Bu özellikler, Kafka’nın bir yorumunu ya da toplumsal bir temsilini değil, sosyopolitik bir deneyimi, bir protokolü benimsetirler.

 

75

continuum  Homojen elemanlar bütünü

 

77

Masum ya da suçlu; bu, sonsuzun sorunudur, kesinlikle Kafka’nın sorunu değil. Tersine, tecilin sonlu, sınırsız ve sürekli olduğunu söylüyoruz. … tecil sınırsız ve süreklidir, çünkü sınırı daima geriletmek için parça parça işleyerek, bir parçayı ötekine eklemeye devam eder, ötekine bitişir.

 

80

Öznenin, sözcelem öznesi ve sözce öznesi olarak ikiye bölünmesi, iki temsilcisinden birinde ya da her ikisinde birden var olan hareketinden kaynaklanmaktadır…

 

82

Terimler bir kaçış çizgisi üzerinde dağılma, bu çizgi üzerinde, bitişik altkesitlere göre sıvışma eğilimindedirler: Polisler altkesiti, yargıçlar altkesiti, ruhbanlar altkesiti.

 

83

Baskı altına alma, baskı uygulayan açısından olduğu kadar baskı altına alınan açısından da, iktidar-arzunun herhangi bir düzenlemesinden, makinenin herhangi bir durumundan kaynaklanır – çünkü malzemeye de tamircilere de, bir hiyerarşi içinde olduğundan çok daha tuhaf bir ittifak içinde, bir bağlantı içinde gereksinim vardır. Baskı makineye bağlıdır, yoksa tersi değil. Demek ki, köleler ya da suçlular karşısında bir sonsuz aşkınlık olarak ortaya çıkan “bir” iktidar yoktur. İktidar, “Yasa”nın bizi inandırmaya çalıştığı gibi, piramit biçiminde değildir, altkesitli ve doğrusaldır, yükseklik ya da uzaklıkla değil, bitişiklikle işler. … Her altkesit bir makine ya da bir makine parçasıdır, ama, bitişik parçalarından her biri giderek daha fazla yer kaplayarak, sırası geldiğinde makine halini almazsa sökülemez olan bir makine.

 

84

Kafka’nın basit bir teknik makineye hiçbir hayranlığı yoktur, ama gayet iyi bilir ki, teknik makineler, makinistleri, parçaları, makineleşmiş madde ve personeli, cellatları ve kurbanları, güçlüleri ve güçsüzleri aynı kolektif bütün içinde bir arada var kılan daha karmaşık bir düzenlemenin işaretleridir yalnızca.

 

85

… K’nın bankada, bürosunun koridoruna bitişik bir kulübecikte yakalayıverdiği çığlık, “bir işkence makinesinden geliyor” gibidir, ama bunun aynı zamanda bir zevk çığlığı olması, hiç de mazoşistçe bir nedenden değil, işkence makinesinin kendi kendine zevk almaya devam eden bürokratik bir makinenin parçası olmasından ileri gelmektedir.

 

Kafka, Rus Devrimi’ni bir altüst oluş ve yenilenme olarak değil, yeni bir altkesitin üretimi olarak değerlendirir.

 

86

Dünyanın tarihi, asla bir ebedi dönüşten değil, her zaman yeni ve giderek sertleşen altkesitlerin atılımından oluştuğundan, bu altkesitliliğin hızı … arttırılır … abartılır. … ta ki mutlak bir moleküler yersizyurtsuzlaşmaya varana kadar.

 

88

Anti-lirizm: Dünyayı okşamak ya da ondan kaçmak yerine, onu, kaçırtmak için “avucunun içine almak”.

 

89

Arzunun “şeytaniliği”ni ve “masumiyet”ini yalnızca hareket içinde ayırt edebiliriz, çünkü bu ikisi birbirlerinin derinliklerine nüfuz etmişlerdir. Hiçbir şey önceden var olamaz. Kafka, eleştirel-olmamasının gücü sayesinde bu derece tehlikeli olabilmiştir.

 

92

[Notlar 7] Gustave Janouch, s. 37: “Siz, olaylardan ve nesnelerden çok onların sizde uyandırdığı izlenimlerden söz ediyorsunuz. Bu, lirizmdir. Dünyayı avucunuza almak yerine okşuyorsunuz.”

 

102

… bağlantı noktalarını onlarda varlığını sürdüren estetik izlenimlere indirgemek büyük bir hata olur. Kafka’nın çabaları tam ters bir yönde bile gidebilir, bu, onun anti-lirizminin, anti-estetizminin formülüdür: Dünyadan izlenimler çıkarmak yerine “dünyayı avuçlamak”, nesnelerle, kişilerle, olaylarla, hatta gerçekle çalışmak; yoksa izlenimlerle değil. Metaforu öldürmek. Estetik izlenimler, duyumlar ya da hayaller; bunlar, kendisinde Prag Okulu’nun belli bir etkisinin görüldüğü Kafka’nın ilk denemelerinde kendi adlarına var olmaya devam ederler. Ama Kafka’nın tüm evrimi, artık bu izlenimlere ve diğerlerine dayanmayan bir kanaatkârlık, aşırı-gerçekçilik ve mekaniklik adına, hepsini ortadan kaldırmaktan ibarettir. … nesnellikle işleyen bağlantı noktaları, öznel izlenimlerin yerine sistematik olarak geçirilmiştir.

 

103

… (“Doğası intihara bağlıdır, dişleri kendi teni içindir, teni dişleri için”) … “İki ayağına gereken kadar toprağı, iki eline sığacak kadar dayanak noktası vardır, demek ki, altında hâlâ gerili bir ağ olan müzikhol trapezcisi kadar az.”

 

104

Ailesiz ve eşsiz olarak bekâr daha toplumsaldır, sosyal-tehlikedir, sosyal-haindir ve tek başına kolektiftir.

 

113

[Eşikler… hareketli engeller]

 

Kafka’nın hafızası hiçbir zaman iyi değildi; olsun, çünkü çocukluk hatırası çaresiz şekilde Oedipusçudur, arzuyu engeller ve fotoğraf üzerinde mıhlar, tüm bağlantılarını keser.

 

114

Bu, tıpkı çocuğun çocuk olmaya devam ederken bir yetişkin bloğuna dahil edilmesi gibi, yetişkinin de yetişkin olmaya devam ederken çocukluk bloğuna dahil edildiği, hatırasız bir kanaatkârlık manyerizmidir. … bir çocuğun olabileceği kadar yetişkin…

 

117

K, sürekli olarak, mühendis ya da en azından tamirci olma niyetini öne sürer. Bununla birlikte, kazan dairesinin yalnızca kendisi olarak tanımlanmamış olması (gemi zaten durdurulmuştur), bir makinenin asla yalnızca teknik olmamasındandır. Tersine, o yalnızca, erkekleri ve kadınları çarkları arasına alan, daha doğrusu, çarkları arasında erkekler, kadınlar, şeyler, yapılar, metaller, yapılar bulunan toplumsal makine olarak tekniktir. Dahası, Kafka yalnızca yabancılaşmış, mekanikleşmiş, vs. çalışma koşullarını düşünmekle kalmaz: Tüm bunları çok yakından tanır, ama dehası, erkeklerin ve kadınların, yalnızca çalışmalarında değil, dahası yan yana sürdürdükleri faaliyetlerinde, dinlenmelerinde, aşklarında, protestolarında, öfkelerinde de vs. makinenin parçası olduklarını öne sürmesinden ileri gelmektedir. Makineci makinenin bir parçasıdır, yalnızca makineci olarak değil, makineci olmaya son verdiği anda da. … Makine, bağlantılı tüm öğeleriyle –ki bunlar sıraları geldiğinde makineyi oluştururlar- sökülmedikçe toplumsal değildir. Adalet makinesine metaforik olarak makine denemez: Yalnızca odaları, büroları, kitapları, sembolleri ve topografisiyle değil, personeliyle (yargıçlar, avukatlar, mübaşirler), porno yasa kitaplarına bağlı kadınlarıyla, belirsiz bir madde sağlayan sanıklarıyla birlikte ilk anlamı belirleyen odur. Bir yazı makinesi ancak büroda var olabilir, büro ancak sekreterlerle, şef yardımcılarıyla ve patronlarla birlikte var olabilir, idari, siyasal ve toplumsal, ama aynı zamanda erotik bir dağılımla birlikte var olabilir; erotik bir dağılım olmadan “teknik” asla var olmamıştır, olmaz da. Bunun nedeni makinenin arzu olmasıdır; arzu, makine’nin arzusu, olduğu için değil, arzu, makinede makine yapmaya ve çarklar birbirine karşıt gibi gözükse de, uyumsuz biçimde işliyor olsa da, önceki çarkın yanında yeni bir çark oluşturmaya sürekli olarak devam ettiği için. Makineyi oluşturan şey, kelimenin tam anlamıyla, bağlantılardır, söküme yol açan tüm bağlantılar.

 

118

Arzunun mekanik düzenlenişi, aynı zamanda, kolektif sözcelem düzenlenişidir. … Sözce –itaat, protesto, isyan vs. sözcesi olabilir- tamamen makinenin parçasıdır. Sözce her zaman hukuksaldır, yani kurallara göre yapılır, özellikle makinenin gerçek kullanma kılavuzunu oluşturduğu için. … ister dilek, ister isyan ya da itaat olsun, sözce, bir bölümünü makinenin oluşturduğu düzenlemeyi her zaman söker; sözce de makinenin bir bölümüdür, sırası geldiğinde o da makine olacak, böylelikle bütünün işleyişini mümkün kılacak, onu dönüştürecek ya da havaya uçacaktır.

 

119

… ittatin ardında en büyük isyanın saklı olup olmadığının, savaşın ardında en berbat onaylamanın olup olmadığının pek iyi bilinmediği, söküm yasaları anlamına gelen yasalar her koşulda vardır. … Her mekanik düzenleme, toplumsal arzu düzenlenişidir; her toplumsal arzu düzenlemesi de kolektif sözcelem düzenlemesidir.

 

Kafka, kişisel olarak, sınırdadır. Yalnızca iki bürokrasinin, eski ve yeni bürokrasinin kavşak noktasında olmakla kalmaz, teknik makine ile hukuksal sözcenin de kavşak noktasındadır. Tek bir düzenleme içinde bu ikisinin birliğini deneyimler.

 

Kafka da, hayatı boyunca kitaplarla Don Quijote’den daha fazla haşır neşir olmuş değildir. Onun ideal kütüphanesinde yalnızca mühendislik ya da makinecilik kitapları, açıklayıcı hukuk kitapları vardır.

 

120

Kafka’yı heyecanlandıran iki sorun vardır: Mükemmel ya da berbat bir sözcenin yeni olduğu ne zaman söylenebilir? – Şeytansı ya da masum, ya da hem şeytansı hem de masum olan yeni bir düzenlemenin oluştuğu ne zaman söylenebilir?

 

… sözcenin bir özneye eklenemeyeceğine inanıyoruz.

 

121

Kafka, … sözcelem ve sözce şeklindeki iki öznenin görünümlerinden tamamen yararlanır: Ancak bundan yalnızca bir oyun ve tuhaf bir girişim olarak yararlanır, onlar arasındaki ayrımı son derece muğlaklaştırır ve yolu kaybettirmekten ve karşılıklı olarak rol değiş tokuşunda bulunmaktan başka bir kaygısı yoktur. Hikâyelerde, her tür öznenin yerini düzenleme alır.

 

123

Altkesitler hem iktidardır hem de yeryurt: Yerliyurtlulaştırarak, sabitleyerek, fotoğrafını çekerek, bir fotoğrafa ya da vücuda yapışan giysilere yapıştırarak, bir misyon vererek, bu imgeye bizzat karşıtlık oluşturacak kadar kendini kaptırdığı aşkın bir imgeyi ondan çekip alarak arzuyu ele geçirirler.

 

124

Her birimiz kendi mahrem azınlığımızı, kendi mahrem çölümüzü kendi içimizde keşfetsek de (azınlık mücadelesinin tehlikeleri dikkate alınmalı: Yeniden yerliyurtlulaşmak, yeniden fotoğraf çekmek, yeniden iktidara gelmek ve yasa yapmak, yeniden “büyük edebiyat” yapmak) bu her zaman azınlıklara özgü kolektif koşullarda, “minör” edebiyat ve siyaset koşullarında gerçekleşecektir.






.

.

.