24 Nisan 2023

Michel Foucault - Kelimeler ve Şeyler

 .

.

.



.

.

Kelimeler ve Şeyler


Michel Foucault


(Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), İmge Kitabevi, 2017 Ankara

Les Mots et les Choses, 1966



İçindekiler

Sunuş (Mehmet Ali Kılıçbay) 9

Önsöz 11


Birinci Bölüm 27


Birinci Ayırım: Arkadan Gelenler 27


İkinci Ayırım: Dünyanın Üslubu 45

I. Dört Benzerlik 45

II. İmzalar 57

III. Dünyanın Sınırları 63

IV. Şeylerin Yazısı 69

V. Dilin Varlığı 79


Üçüncü Ayırım: Temsil Etmek 83

I. Don Quichotte 83

II. Düzen 89

III. İşaretin Temsili 100

IV. İkiye Katlanmış Temsil 107

V. Benzerliğin Hayal Edilmesi 112

VI. “Mathesis” ve “Taxinomia” 118


Dördüncü Ayırım: Konuşmak 127

I. Eleştiri ve Yorum 127

II. Genel Gramer 132

III. Fiil Teorisi 147

IV. Eklemleşme 153

V. Adlandırma 164

VI. Türeme 172

VII. Dil Dörtgeni 180


Beşinci Ayırım: Sınıflandırmak 187

I. Tarihçilerin Söyledikleri 187

II. Doğa Tarihi 191

III. Yapı 197

IV. Karakter 205

V. Süreklilik ve Felaket 215

VI. Canavarlar ve Fosiller 223

VII. Doğanın Söylemi 232


Altıncı Ayırım: Mübadele Etmek 241

I. Zenginliklerin Çözümlenmesi 241

II. Para ve Fiyat 245

III. Merkantilizm 252

IV. Güvence ve Fiyat 261

V. Değerin Oluşması 274

VI. Yarar 282

VII. Genel Tablo 289

VIII. Arzu ve Temsil 298


İkinci Bölüm


Yedinci Ayırım: Temsilin Sınırları 307

I. Tarih Çağı 307

II. Emeğin Ölçüsü 313

III. Varlıkların Örgütü 319

IV. Kelimelerin Bükümü 328

V. İdeoloji ve Eleştiri 334

VI. Nesnel Sentezler 343


Sekizinci Ayırım: Emek, Hayat, Dil 351

I. Yeni Ampiriklikler 351

II. Ricardo 355

III. Cuvier 369

IV. Bopp 392

V. Nesne Haline Gelen Dil 413


Dokuzuncu Ayırım: İnsan ve İkizleri 423

I. Dilin Geri Dönüşü 423

II. Kralın Yeri 429

III. Sonluluğun Anlitiği 435

IV. Ampirik ve Aşkın 444

V. Cogito ve Düşünülmemiş 449

VI. Kökenin Geri Çekilişi ve Geri Dönüşü 458

VII. Söylem ve İnsan Varlığı 467

VIII. Antropolojik Uyku 474


Onuncu Ayırım: İnsan Bilimleri 479

I. Bilgiler Üçgeni 479

II. İnsan Bilimlerinin Biçimi 485

III. Üç Model 494

IV. Tarih 511

V. Psikanaliz, Etnoloji 520

VI. 538




_________

kart için hazırlıklar

* pozitifliğin oluşması

* kaderi saptayan anatomi

__________________






Önsöz 11


11

Bu kitabın doğum yeri, Borges’in bir metninin içindedir. Okunduğunda, düzene sokulmuş tüm yüzeyleri ve varlıkların kaynaşmasını bizim için yatıştıran tüm düzlemleri sarsalayarak, bizim bin yıllık Aynı ve Başka uygulamamızı şirazesinden çıkartarak ve onu uzun bir süre boyunca kaygılara sevk ederek, tüm düşünce alışkanlıklarını -bizimkileri: bizim çağımız ve coğrafyamızın sahip olduklarını- sarsan gülüşün içindedir. Bu metin “bir Çin ansiklopedisi”ni zikretmektedir, bu eserde, “hayvanlar: a) İmparatora ait olanlar, b) içi saman doldurulmuş olanlar, c) evcilleştirilmiş olanlar, d) süt domuzları, e) denizkızları, f) masalsı hayvanlar, g) başıboş köpekler, h) bu tasnifin içinde yer alanlar, i) deli gibi çırpınanlar, j) sayılamayacak kadar çok olanlar, k) devetüyünden çok ince bir fırçayla resmedilenler, l) vesaire, m) testiyi kırmış olanlar, n) uzaktan sineğe benzeyenler olarak ayrılırlar” diye yazılmıştır.


14

Roussel


15

Ütopyalar teselli etmektedirler...

Bu türdeş olmayan yerler (heterotopyalar), ... dili gizlice tahrip etmekte, ... ortak adları parçalamakta..., ... “sentaks”ı önceden tahrip etmektedirler, ... sözü kurutmakta, kelimeleri kendi üzerlerinde durdurmakta, her tür gramerin olabilirliğini daha kökünden itibaren reddetmektedirler; ... cümlelerin lirizmine kısırlığın darbesini indirmektedirler.


16

Borges okunduğunda gülmeye neden olan rahatsızlık, hiç kuşkusuz, dili tahrip olmuş kişilerin huzursuzluğuyla derinden akrabadır: yer ve ad “ortak”lığını kaybetmiş olmak. Yoldan çıkma (atopia), konuşma yeteneğini kaybetme (aphasia).


18

Bir kültürün temel kodları -onun diline, algılama şemalarına, alışverişlerine, tekniklerine, değerlerine, uygulamalarının hiyerarşisine hükmedenleri-, daha işin başında, her insan için, karşılaşacağı ve kendini onların içinde bulacağı ampirik düzenleri saptar. Düşüncenin öteki ucunda bilimsel teoriler veya filozofların yorumları, genelde neden bir düzen olduğunu, bunun hangi yasaya boyun eğdiğini, hangi ilke sayesinde fark edilebildiğini, hangi nedenden ötürü başka biri değilde bu düzenin yerleşik hale geldiğini açıklamaktadırlar. Fakat, bu birbirine çok uzak iki bölgenin arasında, esas olarak aracı bir role sahip olmakla birlikte, hiç de temelli olmaktan geri kalmayan bir alan hüküm sürmektedir: Burası daha karışık, daha karanlık ve hiç kuşkusuz, çözümlenmesi daha güçtür. [-----------] Bir kültür, ona ilksel kodları tarafından hükmedilen ampirik düzenlerden hissedilmeden uzaklaşarak, onlara karşı ilk mesafeyi koyarak, işte burada onlara başlangıçtaki şeffaflıklarını kaybettirmekte, onlar tarafından edilgin bir şekilde kat edilmeye son vermekte, onların dolaysız ve görünmez güçlerinden sıyrılmakta, bu düzenlerin herhalde yegâne mümkün olanları ve en iyileri olmadıklarını fark edecek kadar özgürleşmektedir; öylesine ki, bu kendiliğinden düzenlerin ötesinde, sessiz bir düzene uyan, kendiliklerinden düzene sokulabilir şeylerin olduğu ham gerçeğiyle, kısacası düzen olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu, sanki-kültür, dilsel, algısal, uygulamasal şifre anahtarlarının bir bölümünden kurtulurken, onların üzerine, onları yararsızlaştıran, onları iki katına çıkartırken aynı anda hem açığa çıkartan, hem de dışlayan ve bu arada kendini düzenin ham varlığının karşısında bulan ikinci bir şifre anahtarı uyguluyormuş gibi olmaktadır. Dil, algı, uygulama kodları, işte bu düzen adına eleştirilmekte ve kısmen geçersiz kılınmaktadır. Şeylerin düzenine ilişkin genel teoriler ve bunların davet ettiği yorumlar, ilkel taban sayılan bu düzenin fonu üzerinde inşa edileceklerdir. Böylece zaten kodlanmış bakış ile kendini tanıyan bilince ilişkin bilginin arasında, düzeni bizatihi kendi varlığı altında serbest bırakan medyan bir bölge vardır: düzeni işte burada, kültüre ve dönemlere göre sürekli ve basamaklı veya parçalı ve süreksiz olarak, mekâna bağlı veya zamanın ilerlemesi tarafından her an oluşturularak, bir değişkenler tablosuna benzeşerek veya tutarlılıktan ayrılmış sistemler tarafından tanımlanarak, birbirine yakın olanları izleyen veya kendi kendilerine aynada denk düşen benzerliklerden meydana gelerek, artan farklılıkların çevresinde düzenlenerek vb., ortaya çıkmaktadır. Öylesine ki, bu “medyan” bölge düzenin varlığının tarzlarını dışa vurduğu ölçüde, kendini en temelli unsur sayabilir: onu artık az çok kesinlik veya geçerlilik içinde aktardığı yer, sayılan kelimelerden, algılardan ve hareketlerden öncedir (işte bu nedenden ötürü, bu düzen deneyi kitlesel ve ilksel varlığı içinde, her zaman kritik bir rol oynamaktadır); onlara açık bir biçim, tüketici bir uygulama veya felsefi bir temel vermeye çalışan teorilerden daha sağlam, daha eski, daha az kuşku uyandırıcı, her zaman daha “doğru”dur. Böylece her kültürde, düzenleyici kodlar denilebilecek şeylerle düzen üzerindeki düşünme arasında, düzenin ve onun varoluş tarzlarının çıplak deneyi vardır.


20

Bu incelemede çözümlemek istenilen işte bu deneydir. Söz konusu olan, bu deneyin XVI. yy’dan bu yana, bizimki gibi bir kültürün ortasında ne hale gelebildiğini göstermektir: konuşulduğu haliyle dilin, algılandıkları ve bir araya toplandıkları halleriyle doğal varlıkların, uygulandıkları halleriyle alışverişlerin başlangıçlarına sanki akıntıya karşı yüzermiş gibi giderek, kültürümüzün kendinin düzen olduğunu hangi biçimde dışa vurduğunu ve alışverişlerin yasalarını, canlı varlıkların düzenliliklerini, kelimelerin bağlantı ve temsil etme değerlerini bu düzendeki değişmelere borçlu olduklarını göstermek söz konusudur; gramer ve filolojinin, doğa tarihi ve biyolojinin, zenginliklerin incelenmesi ve ekonomi politiğin içinde serpilen bilgilerin pozitif dayanağını meydana getirmek üzere, hangi düzen değişmelerinin kabul edildiğini, konulduğunu, bunların birbirine bağlandığını göstermek söz konusudur. Görüldüğü üzere, böylesine bir çözümleme fikirler veya bilimler tarihi alanına mensup değildir: bu daha çok, bilgilerin ve teorilerin nereden itibaren mümkün olduklarını, bilginin hangi düzen mekânına göre oluştuğunu, bilimlerin oluşmaya, deneylerin felsefelere yansımaya, rasyonelliklerin ortaya çıkmaya -herhalde çözülmek ve sonra da yok olmak için- başlamalarının hangi tarihsel a priori ve fikirlerin hangi pozitiflik unsurunun içinde görülür hale geldiklerini bulmaya çabalayan bir incelemedir.


21

... bu arkeolojik araştırma, Batı kültürünün episteme’si içinde iki büyük süreksizlik göstermiştir: klasik çağı başlatanı (XVII. yy’ın ortasına doğru) ve XIX. yy’ın başında bizim modernliğimizi belirleyeni.


22

[arkeolojik düzeyde] ... pozitiflik sistemlerinin XVIII. yy ile XIX. yyların dönemecinde kitlesel bir şekilde değiştikleri görülmektedir. Bunun nedeni, aklın gelişme kaydetmiş olması değil de, şeylerin varoluş tarzının ve onları paylaştırırken bilgiye sunan düzenin derinlemesine bozulmuş olmasıdır. ... arkeoloji, bilginin genel uzayına, onun temsillerine ve buraya mensup şeylerin varoluş tarzına atıfta bulunarak, yeni bir pozitifliğin eşiğini eşanlılık sistemleri kadar çerçevelemek için gerekli ve yeterli olan mütasyonlar dizisini tanımlamaktadır.


[XIX. yy’dan itibaren,] ... mümkün bütün düzenlerin genel temeli olarak temsil teorisi, şeylerin dolaysız tablosu ve ilk çerçevesi, temsil ile varlıklar arasındaki vazgeçilmez menzil olarak dil ortadan silinmişlerdir. ... mübadelelerin ve paranın çözümlenmesi yerini üretimin incelenmesine bırakmış, organizmanın çözümlenmesi tasnife yönelik nitelikteki araştırmaya uyum sağlamış ve özellikle de dil ayrıcalıklı yerini kaybederek sırası geldiğinde geçmişinin ona sağladığı tüm kalınlıkla birlikte, tutarlı tarihin bir çehresi haline gelmiştir.


... insanın yeni bir icattan, iki yüzyıldan daha fazla bir geçmişi olmayan bir biçimden, bilgimizin içindeki sıradan bir konumdan ibaret olduğunu ve bu bilginin yeni bir biçim bulmasıyla hemen yok olacağını düşünmek rahatlatıcıdır ve derin bir sükûnet vermektedir.




Birinci Bölüm 27


Birinci Ayırım: Arkadan Gelenler 27


35

Görünene kaçınılmaz olarak uygun düşmeyen bir dili sonsuza kadar sürdürmek yerine, Velazquez’in bir tablo yaptığını, bu tabloda kendini kendi atölyesinin içinde veya Escurial sarayının bir salonunda, kralın çocuklarından Margarita’nın dadılaroyla, hizmetçileriyle, saraylılarla ve cücelerle çevrelenmiş olarak seyrettiği halde, iki kişinin resmini yaparken temsil ettiğini, bu grubun içindekilere çok kesin adlar verilebileceğini söylemek yeterlidir... [dona Maria Agustina, Sarmienta, Nieto, Nicolaso Pertusato, Kral IV. Felipe ve karısı Marianna]


Bu özel adlar yararlı atıf noktaları oluşturacaklar, ikircikli işaretleri önleyeceklerdir; ... Fakat, dilin resimle olan bağlantısı sonsuz bir ilişkidiri Bunun nedeni sözün yetersizliği ve görünenin karşısında kapatmaya boşuna uğraşacağı bir açığının olması değildir. Bunlar birbirlerine indirgenemez niteliktedirler: gördüğümüz şeyleri istediğimiz kadar anlatalım, görünen şey hiçbir zaman söylenen şeyin içine sığmaz ve söylenmekte olan şey imgeler, eğretilemeler, kıyaslamalar aracılığıyla istendiği kadar gösterilmeye çalışılsın, bunların ışıklarını saçtıkları yer gözlerin gördüğü değil de, sentaksın ardışıklığının tanımladığı yerdir.


43

Kralın kraliçeyle birlikte tahtta oturduğu yer, aynı zamanda sanatçının ve seyircinin de yeridir.



İkinci Ayırım: Dünyanın Üslubu 45


I. Dört Benzerlik 45


45

Benzerlik, Batı kültüründe XVI. yy’ın sonuna kadar yapıcı bir rol oynamıştır. ... Dünya kendi üzerine dolanmaktaydı: yeryüzü gökyüzünü tekrarlamakta, çehreler yıldızlarda yansımakta ve bitki insana yarayan sırlarını saplarında geliştirmekteydi. Resim, mekânı taklit etmekteydi. Ve temsil -ister şenlik, ister bilgi olsun-, kendini tekrar olarak sunmaktaydı: hayatın tiyatrosu veya dünyanın aynası; her dil onun kendini haber verme biçimine bu başlığı koyuyor ve onun konuşma hakkını böyle formüle ediyordu.


46

Benzerliğin semantik dokusu XVI. yy’da çok zengindir: ... (contractus, consensus, ... societas, ...), Consonantia, Concertus, Continuum, ... Similitudo, Conjnunctio, ... Ve düşüncenin yeryüzünde birbirlerine dolanan, karışan, birbirini güçlendiren veya sınırlandıran daha birçok kavramı vadır. ... esaslı olan dört tanesi...


convenientia ... bu kelime yerlerin birbirlerine yakınlığını benzerlik’ten daha güçlü bir şekilde işaret etmektedir.


II. İmzalar 57

III. Dünyanın Sınırları 63

IV. Şeylerin Yazısı 69

V. Dilin Varlığı 79


Üçüncü Ayırım: Temsil Etmek 83

I. Don Quichotte 83

II. Düzen 89

III. İşaretin Temsili 100

IV. İkiye Katlanmış Temsil 107

V. Benzerliğin Hayal Edilmesi 112

VI. “Mathesis” ve “Taxinomia” 118


Dördüncü Ayırım: Konuşmak 127

I. Eleştiri ve Yorum 127


II. Genel Gramer 132


133

Dili böylece tüm işaretlerden ayıran ve onun temsilin içinde belirleyici bir rol oynamasını sağlayan nokta, bireysel veya kolektif, doğal veya keyfi olması değil de, temsili zorunlu olarak ardışık bir düzene göre çözümlemesidir: nitekim, sesler birbirlerine ancak birer birer eklemlenebilirler; dil düşünceyi, bütünlüğü içinde hemen temsil edemez, onu doğrusal bir düzene göre uzun uzadıya hizaya sokması gerekir. Oysa bu durum temsile yabancıdır. ...


134

... “düşünce basit bir işlemse de, ifade edilmesi ardışık bir işlemdir. Dilin onu hem temsilden hem de işaretlerden farklılaştıran özelliği burada yatmaktadır.


III. Fiil Teorisi 147

IV. Eklemleşme 153


V. Adlandırma 164


167

... eylem dilini meydana getiren unsurlar (sesler, jestler, yüz buruşturmalar) doğa tarafından birbiri peşi sıra sunulmuşlardır, ama bunların çoğu, işaret ettikleriyle hiçbir içerik özdeşliğine sahip olmayıp, özellikle eşanlılık ve ardışıklık ilişkilerine sahiplerdir. Çığlık korkuya, uzatılan el de açlığa benzememektedir. Üzerlerinde anlaşmaya varıldıktan sonra, bu işaretler “fantezisiz ve kaprissiz” olacaklardır, çünkü bunların hepsi, bir kerede ebediyen geçerli olmak üzere, doğa tarafından ihdas edilmişlerdir; ama işaret ettiklerinin doğasını ifade etmeyeceklerdir, çünkü hiç de onun imgesinde değillerdir. Ve insanlar buradan itibaren, anlaşmaya dayalı bir dil kurabilirler: ... Eşitsizliğin Kaynağı Üzerine Söylev’inde, Rousseau hiçbir dilin insanlar arasındaki bir anlaşmaya dayanamayacağını, çünkü bunun zaten bilinen ve uygulanan bir dili gerektirdiğini, öyleyse dilin insanlar tarafından kurulduğunun değil de, ona maruz kalındığının düşünülmesi gerektiğini ileri sürüyordu.


VI. Türeme 172

VII. Dil Dörtgeni 180


Beşinci Ayırım: Sınıflandırmak 187

I. Tarihçilerin Söyledikleri 187

II. Doğa Tarihi 191

III. Yapı 197

IV. Karakter 205

V. Süreklilik ve Felaket 215

VI. Canavarlar ve Fosiller 223

VII. Doğanın Söylemi 232


Altıncı Ayırım: Mübadele Etmek 241

I. Zenginliklerin Çözümlenmesi 241

II. Para ve Fiyat 245

III. Merkantilizm 252

IV. Güvence ve Fiyat 261

V. Değerin Oluşumu 274

VI. Yarar 282



VII. Genel Tablo 289

VIII. Arzu ve Temsil 298


İkinci Bölüm


Yedinci Ayırım: Temsilin Sınırları 307

I. Tarih Çağı 307

II. Emeğin Ölçüsü 313

III. Varlıkların Örgütü 319

IV. Kelimelerin Bükümü 328

V. İdeoloji ve Eleştiri 334

VI. Nesnel Sentezler 343


Sekizinci Ayırım: Emek, Hayat, Dil 351

I. Yeni Ampiriklikler 351

II. Ricardo 355

III. Cuvier 369

IV. Bopp 392

V. Nesne Haline Gelen Dil 413


Dokuzuncu Ayırım: İnsan ve İkizleri 423

I. Dilin Geri Dönüşü 423

II. Kralın Yeri 429


III. Sonluluğun Analitiği 435


435

Doğal tarih biyoloji haline geldiğinde, zenginlikler çözümlemesi iktisat haline geldiğinde, özellikle dil üzerindeki düşünce kendini filoloji haline getirdiğinde ve varlık ile temsilin ortak yerlerini buldukları şu klasik söylem ortadan silindiğinde, insan bir bilgi için nesne ve bilen için de özne olan ikircikli konumunun içinde, böylesine arkeolojik bir değişimin derin hareketinin içinde ortaya çıkmıştır: ...


436

Cuvier ve çağdaşları, hayattan kendi kendini ve varlığının derinliğinde de, canlının olabilirlik koşullarını tanımlamasını istemişlerdi; Ricardo da aynı şekilde, emekten mübadelenin, kârın ve üretimin olabilirlik koşulunu sormuştu; ilk filologlar da, söylem ve gramerin olabilirliğini dillerin tarihsel derinliğinin içinde aramışlardı. Temsil bizatihi bu olgudan ötürü, canlılar için, ihtiyaçlar için ve kelimeler için, onların kökenleri ve gerçekliklerinin ilkel makamı olma değerini taşımaya son vermişti; temsil artık onlara nazaran, onları kavrayan ve ihya eden bir bilincin içinde, onlara az çok bulanık bir şekilde karşılık veren bir etkiden başka bir şey değildir. Şeylere ilişkin temsil artık bağımsız bir tablonun içinde, onların düzene sokulmasının sergilenişi değildir; temsil artık insanın olduğu şu amprik bireyin cephesinden, şimdi bizzat şeylerin kendine ve onların iç yasasına ait olan bir düzenin olgusudur -belki de bundan da az olmak üzere, görünüşüdür-. Varlıklar temsilin içinde kimliklerini değil de, insanla kurdukları dış ilikiyi açık etmektedirler.


IV. Ampirik ve Aşkın 444


V. Cogito ve Düşünülmemiş 449


452

... konuştuğum ve düşüncemin onun içinde, tüm kendine özgü olabilirliklerini onda bulacak kadar kaydığı, ama aslında hiçbir zaman tamamen güncelleştiremeyeceği çökeltilerin ağırlığı içinde var olabilen şu dil olduğumu (şu dil olarak var olduğumu) söyleyebilir miyim? Ellerimle gerçekleştirdiğim, ama yalnızca bitirdiğimde değil, daha girişmeden önce ellerimden kaçan şu çalışma olduğumu (şu çalışma olarak var olduğumu) söyleyebilir miyim? Kendi derinliklerimde hissettiğim, ama beni hem kendiyle birlikte ileri ittiği ve beni ân için doruğuna tüneten müthiş zamanla, hem de ölümümü hükmeden kaçınılmaz zamanla sarmalayan şu hayat olduğumu (şu hayat olarak var olduğumu) söyleyebilir miyim? Bütün bunları olduğumu da, olmadığımı da söyleyebilirim: cogito bir olmak iddiasına götürmemekte, sadece olmak’ın söz konusu olduğu bir dizi soruyu gündeme getirmektedir: ...


VI. Kökenin Geri Çekilişi ve Geri Dönüşü 458

VII. Söylem ve İnsan Varlığı 467

VIII. Antropolojik Uyku 474


Onuncu Ayırım: İnsan Bilimleri 479

I. Bilgiler Üçgeni 479

II. İnsan Bilimlerinin Biçimi 485

III. Üç Model 494

IV. Tarih 511


V. Psikanaliz, Etnoloji 520


537

[insanın yok olmakta olduğu...] Bunun nedeni, modern episteme’nin -XVIII. yy’ın sonunda oluşan ve hâlâ bilgimize pozitif zemi olarak hizmet edeni, insanın kendine özgü varoluş tarzını ve onu ampirik olarak tanımanın olabilirliğini meydana getireni- tümünün Söylem’in ve tekdüze hükümranlığının yok olmasına, dilin nesnellik cephesine kaymasına ve çok kereler yeniden ortaya çıkmasına bağlı olmasıydı. ...........................................


538

... insan kendi biçimini, parçalar halindeki bir dilin aralıklarında meydana getirmiştir. Tabii ki bunlar ... cevaplandırılmaları mümkün olmayan sorulardır; yalnızca onları sorabilme olabilirliğinin kuşkusuz gelecekte ortaya çıkacak bir düşünceye açıldığını bilerek, onları kendilerini ortaya koydukları yerde boşlukta bırakmak gerekmektedir.


VI. 538





Jorge Luis Borges

1899 - Buenos Aires, Arjantin / 1986 - Cenevre, İsviçre

1923 Buenos Aires Tutkusu

1929 San Martin Defteri (Cuaderno San Martín)

1933 Alçaklığın Evrensel Tarihi, öykü dizisi

1935 Al-Motasim'e Bir Bakış, öykü

1936 Sonsuzluğun Tarihi, denemeler

1937 Virginia Woolf ve William Faulkner çevirileri

Pierre Menard, Don Quixote'un Yazarı, hikaye

Tlön, Uqbar, Orbis Tertius, hikaye

1941 Yolları Çatallanan Bahçe, öyküler

1942 Don İsidro İçin Altı Problem, polisiye hikâyeler

1949 Alef (El Alef), kısa hikâyeler

1975 Kum Kitabı (El libro de arena), toplama hikayeler

1984 Atlas


İletişim Yayınları - Borges - Toplu Eserler

Brodie Raporu

Dantevari Denemeler / Shakespeare'in Belleği

Yedi Gece

Sonsuz Gül

Alef

Ficciones

Düşsel Varlıklar Kitabı

Yaratan

Tartışmalar

Evaristo Carriego

Şifre

Sonsuzluğun Tarihi

Kum Kitabı

Öteki Soruşturmalar

Atlas

Alçaklığın Evrensel Tarihi



26 Mart 2023

maden

.

.

.


Aralarında bir küçük tepe ve çok da geniş olmayan bir düzlük vardı. Yerlerin bu kadar yakın oluşu şaşkınlığını daha da arttırıyordu. Parıldayan madenin iki farklı durumu söz konusuydu: daha önceden gömülü olanın ve yerin kendisinin verdiği... İki yerin de kapladıkları alan hemen hemen aynıydı, ama kendisi daha henüz şu parıldayan madeni günyüzünde görmemişti bile. Kazımak, ama ekilenleri bozmadan, evin altını üstüne getirmeden! Diğer alanda hem önceden gömülü hem de zaten orada ezelden beri var olan maden bulunmuştu. İkisi birden... şansa bak! Evden her çıkışlarında tülbentlere sarılı maden o mesafeden ağırlığıyla bile görülebiliyordu. Burada yaşayanlar uzak diyarlara gidiyorlar, kıyafetlerini yeniliyorlar, erzaklarını ikiliyorlardı. Gömülü olan ve çok önceden damgalananlar tamam, ama parıltılı kayalar nasıl oluyor da erzağa, kıyafete bir anda dönüşebiliyordu? Kala kala evin tabanı kalmıştı. Kazdıkça kazdı, evden çatırdamalar gelmeye başladı. Durdu, soluklandı, bir şeyler yiyemedi. Yenecek hiç bir şey kalmamıştı. Tepeye çıktığında diğer alandaki parıltılar gözüne değil kafasına kafasına vurdu. Bu nasıl olabilir? Dünya üzerinde ve dünya üzerine yaşamak ve böylesi farklı yaşamak...

26.03.2023


.

.

.

06 Nisan 2022

socius

 .

.

.




.

.


Merhaba, sizlere Osmanlı-Türkiye continuum’undan sesleniyorum… “1995 yılından sesleniyorum” demem gerektiğini düşünüyor olabilirsiniz, ama bu bir yalan olurdu! 1995, nihayetinde insanlar tarafından uydurulmuş kurgusal bir çentik! Kendini sanatçı sanan bir embesilin beton matkap ucuyla oramı buramı oyması 1995’e bir şey katmıyor. E o öyle olunca Osmanlı-Türkiye kesintisizliği daha büyük bir yalan olmuyor mu, diyeceksiniz. Evet öyle ama, ne bileyim, sanki rakamlardan daha fazlası, bir anlamı var gibi görünüyor. Yoksa onun da bir anlamı olmadığını zaten göreceksiniz.

Bu delik deşik bedenime baktığınızda ne görüyorsunuz? Bedenimin gaz betondan, suni bir malzemeden, kuvarsit, çimento, kireç ve suyun karışımından oluşmuş olması sizi yanıltmasın. Atomlarım benden önce de vardı! Lafı nereye getireceğimi anlamış olmalısınız. İlk başta anlamımı, koordinatlarımı Osmanlı-Türkiye kesintisizliğinde bir yerlerde, bu kurgusal ve büyük tarih anlatılarında aramıştım. Ama boşunaymış… Yok plastik kaygılar, yok Worringer’in kübik olanın acı veren yan diye bahsettiğinden yüzeye kaçma eğilimlerim, yok Gasset’nin bahsettiği aşk gibi örülmüş dantelimsi yüzeyim, vb… Hepsi yalanmış! 

Ben artık kendi varlığımın anlamını, berisini gerisini biliyorum. Bunu sizinle paylaşacağım. Ama gene de önce size tekrar sormak istiyorum: Bu delik deşik bedenime baktığınızda ne görüyorsunuz? Sizin yanıtlarınızı duymak için bekleyeceğim, bundan hiç kuşkunuz olmasın. Ama bu cümle bittiğinde, diğer bir cümle başladığında sanki sizi dinlemeden devam etmişim gibi görünecek, sakın öyle düşünmeyin, bekliyorum…………

Önce bedenimin bir sanat yapıtı biçiminde zuhur etmesini önemli bir şey sanmıştım. Sanatçısının -bu geri zekalının- neyi anlatmak istediği çok açık gibi gelmişti bana: Osmanlı modernleşmesi sürecinde hizmet paketlerinden bazılarının -özellikle eleştirel paketlerin- eksikliği, bedenimdeki daha derin oyuklarla sembolize ediliyor, denmişti. Hatta kireç ve su bileşenlerim bunu duyunca belirgin bir ısı bile yaymışlardı. Düşünün ki, toplumlar da çeşitli bileşenlerden oluşuyor; bu bileşenler Osmanlı-Türkiye continuum’unda farklı bir kompozisyonel duruş sergiliyorlar. Bunu böyle söyleyince ne kadar heyecanlı geliyor, değil mi? E bu büyük bir hikaye de, benim 4.5 milyar yıllık kuvarsit socius’um göte mi gidecek, bu sürecin değeri hiçe mi sayılacak?! Bu nasıl bir dünya!

İşte size beni bana, beni size, sizi size açan anahtar kelimemi söyledim bile: socius. Sözlerimi sükseli hale getirmeye çalıştığımı sanmayın; bu, düz ve dünyanın en anlamlı kelimesi bence. Tanrılardan meleklere, peygamerlere, soylu erkeklere, erkeklere, kadın ve çocuklara, hayvanlara, bitkilere ve taşa (bana!) uzanan hiyerarşinin korkulu rüyası socius… Socius karşısında tüm bu saydıklarımın hepsi aynı düzeydedirler, ne bir eksik, ne bir fazla. Zamanda ve mekânda realize olabilmeleri için herhangi bir hedefe ihtiyaçları olmadığının kesin kanıtıdır bu sözcük! Hayat socius kompozisyonlarından oluşan setler bütünüdür.

Önce biraz kendimden bahsedeyim sizlere. Bizlere önce taş dendi, sonra “taş kafa” ifadesine bulaştırılarak küçümsendik. Ama size bir şey söyleyeyim mi, bizi böyle aşağılayan asıl taş kafalılar bu insan salağı yaratıklar! Düşünsenize kendi socius prosedürlerimizin 43 kristalize formdan ibaret olduğunu sanıyorlar. Oysa bizim sosyal hayatımızı 43 formla açıklamaya çalışmak o kadar gülünç ki…

Ya.. bizim mermer olma halimiz var ya… Elmas diye bir şey var bu dünyada ya! Ne diyosunuz siz? Mermer olma hallerimizin ne kadar sancılı geçtiğinden haberiniz var mı sizin?

Hemen baştan söyleyeyim, biz birbirimize sen taşsın, sen bitki, sen de hayvan şeklinde hiç yaklaşmadık. Bu ayrımlar yok aramızda. Ama ne var, dokusal yakınlıklarımız var. Socius olma, bir arada olabilme hallerimiz var. Kristal çeşidinden, lif çeşidinden, bağ dokular cinsinden ve her birinin kendi içinde yakınlaşmaları var. Hepimizin sembiyoz yapıları var, birimiz tek birimizi taşımıyoruz, her birimiz hepimizi taşıyoruz üzerimizde. 

Biliyorum, kristalize dokuların lif dokularla aralarındaki “özel” bir ilişkisinden söz edeceksiniz, özel bir yakınlıktan... Evet bu söylentidir sadece, bir kaç milyar yıl önce üzerimize atılmış bir çamur, iftiradan başka bir şey değil bu. Lif dokuların öncü birlikleri sert yapılarımızın üzerinden geçer, bizleri çamurlaştırır, un ufak eder ve toprağı yaratırız, hepsi bu. Ama nedendir bilinmez bu olay çok abartılır. “Dölleyen ve yeşerten” diye başlayan uydurma hikayeler var. Toprak bu kardeşim, daha toprağa gelinceye kadar neler neler var. Atomize yapılarımızın basıncı, nemi, elektriksel enerjileri dengede tutmak için ne taklalar atmak zorunda kaldıklarından bir bahsetsek, bu toprak hikayesi solda sıfır kalır. Tabi bizim toprak halimizi küçümsüyor değilim, milyonlarca halimizden sadece biri, bunu diyorum.

Neyse, lafı fazla dolandırmadan, kendi varlığımın anlamını açıklıyorum işte sizlere:  Bu eserde sizin gördüğünüz şey, socius olanaklarımın kullanım haklarını geçici bir süre insansalların sanatçı dedikleri bir kimliğe 1995 şeklinde ifade ettikleri bir çentikte vermiş olmam... İşte siz bunu görüyorsunuz. Gerçekten başta bir şey var sandım ya.. ne salağım ben!

[Not: üzerime işlenen motiflerin bir metin olduğu, bir anlamı olduğu bize açıklanmıştı. Bu metnin anlamı üzerine uzun süre kafa patlattık. Çok sonra kuvarsit yapım beni uyardı. Meğer sanatçı bu metni yerde bulduğu alelade bir kağıttan bedenime nakşetmiş. Çıldırmamak elde değil :)(:]


.

.

.
.

.
.



1995 yazı ı gaz beton 60x25x12 cm. diyarbakır

.

.




26 Temmuz 2021

Michel Foucault - Dışarının Düşüncesi / Maurice Blanchot - Hayalimdeki Michel Foucault

 .

.

.




.

.


Dışarının Düşüncesi - Michel Foucault

Hayalimdeki Michel Foucault - Maurice Blanchot 1966


(Çev. Ayşe Meral) Kabalcı Yayınevi, 2005, İstanbul




Dışarının Düşüncesi - Michel Foucault


12

Aslında dar anlamda “edebiyat” olarak anlaşılan şeyin doğmasına yol açan olay, yalnızca yüzeysel bir bakış için içselleştirme düzenindendir; daha çok “dışarıya” bir geçiş söz konusudur: Dil, söylemin varlık kipinden -yani temsilin hanedanlığından- kaçar ve edebi söz, her noktası birbirinden ayrı, en yakınlarından bile uzak ve aynı anda onları barındıran ve ayıran bir uzamda her başka noktaya göre konumlandırıldıkları bir ağ oluşturarak kendisinden başlayarak gelişir. Edebiyat, yakıcı tezahür noktasına dek, kendisine yaklaşan dil değildir, kendisini kendisinden en uzağa koyan dildir... Edebiyatın “öznesi” (onda konuşan şey ve onun konuştuğu şey) olumluluğu içinde, dilden çok “konuşuyorum”un çıplaklığında kendisini ifade ettiğinde kendi uzamını bulduğu boşluktur.


13

Bu tarafsız uzam günümüzde batı kurmacasını karakterize eder (bu nedenle de o artık ne bir mitoloji ne de bir retoriktir). Bununla beraber bu kurmacayı düşünmeyi zorunlu kılan şey -oysa eskiden hakikati düşünmek söz konusuydu- “konuşuyorum”un “düşünüyorum”un tersine işliyor olmasıdır. Gerçekten de “düşünüyorum” Ben’in ve varoluşunun su götürmez kesinliğine götürür; oysa “konuşuyorum” bu varoluşu geriletir, dağıtır, siler ve yalnızca boş yerinin ortaya çıkmasına izin verir. Düşüncenin düşüncesi, felsefe bize düşüncenin bizi en derin içselliğe götürdüğünü öğrettiği için daha da geniş bir gelenektir. Sözün sözü, bizi edebiyat aracılığıyla, ama belki başka yollarla da konuşan öznenin yok olduğu bu dışarıya vardırır.


15

Dilin varlığı, kendisi için ancak öznenin ortadan kaybolmasında ortaya çıkar.


16

Bir gün bu “dışarının düşüncesi”nin biçimlerini ve kategorilerini tanımlamaya çalışmak gerekecektir.


20

imgelenmiş dışarı türleri


22

Kurmacanın dilinden simetrik bir dönüşüm talep edilmektedir. Bu dil, artık imgeleri yorulmak bilmeden üreten ve parlamasını sağlayan iktidar değil de, onları çözen, fazla yüklerini hafifleten, onları patlamaya vardıracak kadar yavaş yavaş aydınlatan ve imgelenemezin hafifliği içinde onları saçan içsel bir saydamlıkla onlara yerleşen bir güç olmalıdır. Blanchot’da kurmacalar, imgelerden çok imgelerin dönüşümü, yer değiştirmesi, tarafsız aracısı, zaman aralığıdır. Bunlar kesindir, yalnızca gündeliğin ve anonimliğin gri tonlarında çizilmiş figürleri vardır; ve bunlar hayret etmeye yer bıraktıklarında, bunu asla kendi içlerinde değil, onları kuşatan boşlukta, köksüz ve kaidesiz bırakıldıkları uzamda yaparlar.


55

[... Yücelerde’de boş vaadin saf patlaması... ... Son İnsan’ın sonunda sonraki yeniden başlangıcın sözcükleriyle ilk temas.]

Böylece dil sözcüklere, söyleme ve edebiyata ilişkin bilincimizin oluştuğu bütün eski mitlerden kurtulmuş olarak kendisini keşfeder. Uzun zaman dilin zamanın efendisi olduğuna, verilmiş sözdeki gelecek bağı gibi bellek ve anlatı değerinde olduğuna; kehanet ve tarih olduğuna inanıldı; aynı zamanda bu hükümranlıkta hakikatin görünür ve ebedi bedenini ortaya çıkarma gücüne sahip olduğuna inanıldı; özünün sözcüklerin biçiminde ya da onları titreten solukta olduğuna inanıldı. Oysa o yalnızca biçimsiz bir söylenti ve ışıldamadır, gücü saklanmasındadır; bu nedenle zamanın erozyonuyla tek ve aynı şeydir; derinliksiz unutma ve bekleyişin saydam boşluğudur.


Dil, her bir sözcüğüyle, kendisinden önce varolan içeriklere doğru ilerler; ama varlığının kendisinde ve varlığının en yakınında kendisini tutmasıyla yalnızca bekleyişin saflığında açılıp yayılır. Bekleyiş ise hiçbir şeye yönelmez: çünkü onu bütünüyle karşılayacak nesne onu yalnızca silebilir. Bununla beraber bulunduğu yerde yazgısına boyun eğmiş hareketsizlik değildir; sona ermeyecek ve kendisine hiç dinlenme ödülü vaat etmeyecek bir hareketin dayanıklılığına sahiptir... Onu toplayan bellek değil, unutmadır.


57

Bekleyen ve unutkan varlığında, her belirli anlamlamayı ve konuşanın varlığını bile silen gizlenme gücünde, her varlığın özsel saklanma yerini oluşturan ve böylece imgenin uzamını özgürleştiren bu gri tarafsızlıkta dil ne hakikattir ne zamandır, ne ebediliktir ne insandır, o her zaman bozulmuş dışarının biçimidir...


Hayalimdeki Michel Foucault - Maurice Blanchot


67

iktidarın çeşitli düzenekleri [dispositif]







.

.

.