.
.
.
.
HEYKEL
OBURU
“Mehmet Aksoy Kitabı”
Söyleşi: Aydın Engin
İş Bankası
Yayınları, 2002 İstanbul
14
(Yazar sanatçılığı akıl
yoluyla pek de açıklanamayan bir yeteneğe bağlıyor, sanatçılığın sonradan
edinilemediğini, en fazla geliştirilebileceğini söylüyor.)
15
… kurs filan görmüşlerin
arasında kazanmak mucize…
17
Postmodernizmin sanatta ve
heykelde öne çıkardıklarını kesin ve ödünsüz reddeden, formu inkâr ederken
insandan da tümüyle uzaklaşan “conceptional art” akımlarına uzak duran Mehmet
Aksoy… (A.E.)
24
Nazmiye öğretmen bir
bayrak gibi, Türk bayrağı gibi dolaşıyordu gerçekten. … bir şeylere inanmış,
Cumhuriyete inanmış insanlar onlar.
49
“Derslerden geçmiştir.
Fakat öğretmenler kurulu Mehmet Aksoy’un öğretmen olamayacağına, okuldan
uzaklaştırılmasına karar vermiştir.”
66
O sene heykele sekiz kişi
mi ne alıyorlar, resime de otuz…
74
Çocuk elbiseleri…
Dükkânlar satacaklar, sattıktan sonra parayı verecekler, ama bizim tahammülümüz
yok. Dedim “Kendimiz satalım bunları”.
75
Bakır tabağa fotoğraftan
portre kazıma… “Amerikalı askerler de en iyi müşteriler…”
80
Bir baktım, iki saat sonra
heykel bitmiş. Aynısını çakmışım.
81
“Sonra zaten resmi
bırakırsan olmaz. Futbolcu gibi yani. Çıkmazsan antrenmana olmaz, yapamazsın.”
86
Ben kendi köylülüğümle
övünürüm. Yani hoşuma gidiyor. Hatta tam tersine avantajlarım var gibi geliyor
şehirlilere göre.
87
(Bohem çevreler) Ben,
hayır yoktum. Öyle çevrelere hemen giremem ben.
90
(Akademi M. Aksoy’un
sanata bakışında bir değişiklik yaptı mı?) "… heykele form verme konusunda bir
şeyler aldım elbet okuldan. Sanata bakış konusunda ise bize bir şey
anlatılmadı. Çünkü kendileri de bu konuyu bilmez. Maalesef.”, “… sanat-toplum,
sanat-ideoloji, sanat-siyaset ilişkileri… Yok, Akademide öyle bir şey yoktu. Şimdi
de yoktur sanırım. Ama teknik olarak, … estetik konusunda, form konusunda,
kütle, malzeme konusunda… Şöyle: Heykel yaparsın, neyi, neden yaptığını da
bilmezsin bazen.”
Mısır, Asur, Babil
96
Şadi Çalık’ın ODTÜ’deki
Atatürk heykeli, en iyilerinden biridir.
102
Nâzım Hikmet, Bedri Rahmi
Eyüboğlu, Sabahattin Eyüboğlu…
120
Murç aldım. Yaptık bir
şeyler. Taşları bahçeye oturttuk. Hiç kimsenin de bir şey gösterdiği yok. Ama
demek ki bende taşa bir yatkınlık var.
134
Kazanmak büyük onur.
Büyük Millet Meclisi’nin önüne bir heykel çakacaksın.
139
yurt dışı… Bunun bir
büyüsü var.
140
… Akademilerde, hatta yurt
dışındaki okullarda pek bir şey öğrendiğimi söyleyemem. Buradaki akademinin
üstüne pek çıkamadım. Yani bizim o zamanki Güzel Sanatlar Akademisi’nin
düzeyini, örneğin Berlin Akademisi’yle aynı tutuyorum. Aynıydı evet. Daha da
iyiydi belki.
… Okullara, akademilere ne
gerek var … (141) Bu iş usta çırak işidir, orda öğrenilir, ötesi palavradır.
141
(Akademisyen olmakla
heykeltıraş olmak arasındaki fark)
143
Öğrencinin iyi olması için
Akademi’deki hocaların hepsinin iyi heykel yapması da lazım. Tıp Fakültelerinde
bir cerrah öğrencilerine nasıl öğretiyorsa, heykelde de öyle olması lazım.
149
“Marksizm’den hemen hemen
hiç haberim yok”
152
(konseptional art) Çok
hafife alıyorum ben bu işi. Yani sanat bu kadar basit olamaz diye düşünüyorum.
154
- Yani o gördüklerinin
sanat olmadığı kanısındasın (A.E.)
- Bugün hiç kuşkum yok o konuda.
155
Giderek heykeller eriyor
bitiyor. Şimdi bu zaman oluyor, bu sanat oluyor.
156
(mumun erimesi) Bu
kimyasal ya da fiziksel bir olay. Bunu tekrar göz önüne sermenin sanatsal bir anlamını
göremiyorum.
165
… sosyalizmi anlamak
istiyorum… Zaten Londra’dan sonra heykelden bir ürkme gelmiş bana. Elim
gitmiyor heykele.
177
Atatürk bizde kim vurduya gider. Kimin yaptığı belli değil. Her yerde var. Yeter ki adı Atatürk
heykeli olsun.
195
Hüseyin Gezer, sanatçıdan
çok bürokrat.
201
Aslında temel prensip de
şöyledir: Taşı en az harcayarak bir form çıkarmak. Doğrudur bu prensip.
202
- … taşın seni
başka yerlere sürüklediği, başlangıçta hiç tasarlamadığın bir heykele götürdüğü
oluyor mu?
- Oluyor oluyor.
Oluyor tabiî ki. O olmazsa olmaz.
205
Eli kolu güzel bir adamı
tutuyorum, önüme model oturtuyorum. “Sen dur bakalım. Senin kolun güzel,
damarların iyi çıkıyor” diyorum. … O havaya girmiş. Bir buçuk saat, sıkmış da
yumruklarını. O damarlar hakikaten nasıl çıkıyor!
208
Ardından fabrikalardan
gelmeye başladılar. İşçi kadınlar, “Bizim fabrikaya böyle bir kadın heykeli
yapacaksın” diyorlar.
210
- Kum yerine demir tozu
kullandım. …
- Ne fark etti?
- Bir kere daha ağır oldu.
Öyle kolay kolay kaldırıp atamazsın. Sonra kırması da zor, belki imkânsız.
Kara Ali Kahvesi
213
Hem ausländer, hem
komünist, hem de heykel yapıyor. Bu kadarı olmaz artık değil mi? … Böyle
düşünenler var bir. Karşındaki herif bir de sanatçıysa kıskançlıktan duman
ediyor ortalığı. … Mesela Almanya’da bir yazı çıktı benim hakkımda. Tabii beni
batıran bir yazı.
214
(Almanya’da sağ
entelektüeller) Bütün anlattıkları politik ve de aslında kitsch.
(Mehmet Berlin’de sergisi)
E şimdi böyle bir başarı, böyle inanılmaz bir seyirci sayısı… (istekler üzerine
5 ay açık kalmış)
217
(Türk insanının abartılı
davranışları, sanatındaki abartıya da yansır) Tutup buna ‘patetik’ diyorlar.
İçinde ‘pathos’ var ya. Patetik. Hastalıklı duygular yani. Abartılmış, olağan
değil hastalıklı.
218
pozitif pathos
221
Patetik, yani çok aşırı
duygusal…
222
O sergiye gittim
(Disseldorf’ta seçmeli bir sergiye kabul ediliyor); başkalarının, Almanya’nın
en iyilerinin işlerini gördüm. Kendiminkilerle karşılaştırdım ve… Heykeltıraş
olduğumu işte o zaman anladım.
223
(1978'de Türkiye'ye dönüyor, akademide öğretim görevlisi oluyor ve bir sergi açıyor) Hüseyin Gezer
açmak istemedi. … Çok politik buldu ve bazı heykellerin kaldırılması
gerektiğini söyledi. Ben de kabul etmedim. … Duyuldu sergi. Bayağı bir yankı
yaptı. Sabancı bile duymuş.
225
(Sabancı’yla randevu) Ama
randevuya kimse gelmedi… Sonuçta Sabancı Koleksiyonu’nda yer bulamıyoruz
açıkçası. Çünkü yanlış iskelede beklemişim.
226
- Sanat da sınıfsal yani.
Teoriye göre öyle olmak zorunda. Bir burjuva sanatı, burjuva kültürü olması
lazım. Bunun da karşısında alt tabakaların sanatı olması lazım. Demokratik bir
sanat ve kültür ortamında üstyapıda bastırılan, kabul ettirilmek istenen sanata
karşı bir hareket yok.
- Bunu olumlu, pozitif bir
olgu olarak mı değerlendiriyorsun?
- Pozitif arkadaş. Bu
gerçekten pozitif bir vaka.
- Peki herkesin ortaklaşa
beğendiği sanat mesela çok yoz, çok kepaze bir düzeyde ise…
- Öyle zaten. Komik
bulmuyor musun, bak bu arabesk çıktı. Arabesk belli bir takımın, lumpen
proleterya diyebileceğimiz kesimin müziği. Bence öyle. E herkes arabeskten
hoşlanıyor kardeşim. Demirel de hoşlanıyor, Özal da hoşlanıyordu, bilmem ne
holdingin patronu da hoşlanıyor. Ne olacak şimdi? Bu çok tuhaf bir karmaşa
aslında. Ve bu elbette geçici bir durum. Bir geçiş dönemi yaşanıyor bence
Türkiye’de. İleride daha seçici, daha elit bir üstyapı kendiliğinden
oluşacaktır. Ama şu andaki durumdan bizim faydalanmamız gerekiyor. Bunu görüp,
bunu fark edip, bu arada her şeyi empoze edebiliriz. Daha iyiyi, daha seçkini,
daha değerliyi yani… Bizim burjuvazimiz de eğitilir o zaman… Bence bu iyi bir
rüzgâr, bu rüzgârda iyi şeyler yapabiliriz.
227
Yeni aletler getirmişim
Berlin’den. Otomatik aletler. Bir kompresör aldım. Bir kesme aleti.
228
- Peki sana taş atölyesi
kurmayı kim önerdi?
- Hocalar. Akademi’de…
Polyester var, alçı var, çamur var; taş atölyesi yok.
230
(78-80 arasındaki akademisyenliğinde
öğrencilerinden sanatçı çıkmıyor, geçimini heykelle kazanabilecek insanlar
çıkıyor)
232
(Kartal Festivali) Öyle
sanatsal kaygı filan yok. Bende var ama o arada bu kaygı da kayboluyor.
Benzetmek kaygısı öne çıkıyor. Rezalet bir durum yani. Bu durumda karşı olduğun
bir şeyi yapmak zorunda kalıyorsun.
233
Dört heykel yaptım orda,
iki gün çalıştık. Ama bir türlü Atatürk’ün heykeli olur, sokaktaki adamın olmaz
düşüncesini düzeltemedik.
240
… bürokrasinin insanı ne
hale getirdiğini anlamak için iyi bir örnek bu. … Rapor mecburen altı ay daha
uzatılacak. Akademi Başkanı Hüseyin Gezer “Okula gel. Okulda bir hafta çalışman
lazım. Raporu ancak ondan sonra uzatabiliriz” diyor. Bürokrasiyi görüyor musun?
(241) Baktım olacak gibi değil, bir boş kâğıt gönderdim. Altında imzam var.
254
(Yesemek) Hititlerden
kalma en büyük heykel atölyesidir ve şu an korumaya alınmış durumda.
[M.Ö. 2000 yıllarının
ikinci yarısı içinde bölge, Hitit hâkimiyetine girdikten sonra bu taş ocağı
faaliyete geçmiş veya önceden beri işletilirken, Hititlerle yeni bir fonksiyon
kazanmıştır. Burada Hititli ustaların yanı sıra, Hurri li usta ve
sanatkârlarında çalıştığı bilinmektedir. Bir ara faaliyeti zayıflayan atölyede,
Geç Hitit Krallıkları sırasında (M.Ö. 9. yüzyıldan itibaren) çalışmalar tekrar
yoğunlaşmıştır. Bu ikinci dönemde özellikle, Hitit, Suriye, Arami ve Asur Sanat
unsurları ağırlık kazanmıştır. Oriantalizm adıyla anılan bu üslup, batıda
gelişmeye başlayan Ege kültürlerini etkileyerek Yunan sanatının çekirdeğini
oluşturmuştur
Atölye Geç Hititler
döneminde, Hitit İmparatoru Suppilluma I. zamanında Sam’al (Zincirli) Krallığı
tarafından M.Ö. 1375-1335 tarihleri arasında işletilmiş ve burada yerli halk
Hur’lar çalıştırılmıştır. Sam’al (Zincirli) Krallığının M.Ö. VIII yüzyılın
sonunda Asurlar tarafından yıkılmasıyla birlikte Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi
kapanmış, çalışan halkta bölgeyi terk etmiştir.
Yaklaşık 100 dönümlük alan
üzerinde kurulu bulunan heykel atölyesinde heykellerin nasıl yapıldığını
günümüzde bile yerinde izlemek mümkündür. Okul niteliğindeki bu yerde yapılacak
heykelin önce taşları bazalt bloklardan ayrılması için bazaltta oyuklar
açılmakta, bu oyukların içerisinde kuru ağaçlar yerleştirilmekte ve kuru
ağaçlara su dökülmekteydi. Islatılan ağaçlar şişmekte ve oluşan basınçla da
bazalt bloktan taşlar ayrılmaktaydı. Ayrılan bu taşların yüzeyleri
düzeltilmekte ve düzeltilen bu bazalt bloklar, ağaç kızaklarla, yamaçtaki
çalışma alanına indirilmekte ve alınan siparişe göre ustalar, bloku kabaca
yontmakta, taslak haline getirmektedirler. Atölyeye getirilip yapılmak istenen
şekiller şablonlar yardımıyla çizilmekteydi. İlk önce bu şeklin konturları,
daha sonra da bazı detayları çekiç ve kalemlerle yapılmaktaydı. Üçüncü aşamada
detaylar daha özenle işlenmekteydi. Eserin son rötuşları ise nakliye sırasında
zarar görmemesi için gittiği yerde, parçaların kullanılacağı mimari eserin
bulunduğu yerde yapılmaktaydı. Buna dair bulunan tek bir örnek; Zincirli'de
bulunan ve halen Gaziantep Müzesinde sergilenen Sfenks’dir. Devlet denetiminde
işletildiği anlaşılan bu taş ocağı ve heykel atölyesinde, taslak işçiliğinin
büsbütün safhalarını yerinde izlemek mümkündür. M.Ö VIII.yüzyılın son
çeyreğinde “Asurlular” ca, faaliyetine son verildiği ve ustalarının Asur’a
götürüldüğü bilinen atölyede, her şey olduğu gibi kalmış ve 1890 yılına kadar
zaman donmuş gibidir.
1989-1990-1991 yıllarında
Arkeolog İlhan TEMİZSOY tarafından toprak altında kalan heykellerin gün ışığına
çıkarılmasıyla, 300’ün üzerinde yontu ve heykel taslağına ulaşılmıştır.
Sfenksler, kapı aslanları, oturan aslanlar, kanatlı aslanlar, Amanos Dağlarını
temsil eden Dağ Tanrısı kabartmaları, savaş sahnesi kabartmaları ve mimari parçalar,
kendi doğal ortamlarında sergilenmektedir.
Yesemek M.Ö. II. Binin
dördüncü çeyreği ile M.S. 8. Yüzyıl arasında, Yakın Doğunun en büyük taş ocağı
ve heykel işleme atölyesidir. Bugün yaklaşık 300’ün üzerindeki yontu taslağının
toprak altından çıkarılıp belli bir düzende sergilendiği Açık Hava Müzesi’nde
taslakların büyük çoğunluğunu, yaklaşık yüze yakın örnekle; kapı aslanları
oluşturmaktadır. Aslan Heykelleri Özellikle sur kapılarına, karşılıklı ikişer
tane konuluyordu. Kükreyen / hırlayan bu aslan betimlerinin, kenti koruyucu ve
düşmanlarını korkutucu güçleri olduğuna inanılıyordu. Bu heykellerin, kentlerin
hakimi olanlar -kral, prens vb- tarafından, güç sembolü gibi kullanıldığı da
düşünülmelidir.
İkinci sırada; 29 örnekle
Dağ Tanrısı(külahlı ve kolları göğüs üzerine kavuşmuş, bir adedi üçlü diğerleri
ikili) figürleri yer almaktadır. Dağ Tanrıları, Hurri-Mitanni kökenli tanrılar
olarak Hitit Tanrılar ailesine kabul edildiği anlaşılmaktadır. Hitit
İmparatorluk dönemi Dağ Tanrıları'nın, Orta Anadolu'daki kimi dağların adlarını
taşıdıkları bilinmektedir. Yesemek'te Dağ Tanrıları'nın çok sayıda ortostat
üzerinde betimlenmesi, bölge Hurri-Mitanni ülkesi içinde olduğu için çok
doğaldır ve Hitit İmparatorluk dönemindeki uygulamalara paralel olarak, buradaki
tanrıların da önemli dağların, örneğin Amanos Dağlarının, Kurt dağlarının ve
belki diğer kimi dağ ya da tepelerin tanrıları olarak, bu dağların adlarını
taşıdıkları düşünülebilir. Dağ Tanrılarından üç yada dört tanesinde Güneş Kursu
bulunmaktadır.
Diğer ilginç taslaklardan
bazıları ise:
Ayı-insan karışımı bir
yaratık; Bu eserde, kollarını göğüs önünde kavuşturmuş, yüzü cepheden
betimlenmiş bir figür sola doğru yürür durumda gösterilmiştir. Dizlere dek inen
bir eteklik giymiş olan figürün gövdesi insan olmakla birlikte, yüksek kabartma
yapılmış olan ve kısmen kırılmış olan "yüz"ün ayı ya da aslan başı
olma olasılığı vardır.
Sfenks heykelleri: Sfenks,
genellikle insan başlı, aslan gövdeli olarak betimlenen karışık bir yaratıktır.
Efsanevi bir hayvan olup kökeni Eski Mısır'a dayanır. Mısır'da sfenksin, aslan
postuna bürünmüş firavunu betimlediği düşünülmüştür. Erkek başlı, aslan gövdeli
sfenks, zihinsel ve fiziksel gücün simgesel bir bileşimidir. Bu yüzyıldan sonra
da özellikle dişi sfenksler yapılmaya başlanmıştır. Sfenks, Anadolu sanatını da
etkilemiştir. Hitit sanatında, Gaziantep'teki Zincirli ve Sakçagözü, Çorum'daki
Alacahöyük, Boğazköy'de kent kapılarının her iki yanında sfenks heykelleri yer
alır. Sfenks heykelleri de, kentlerin sur kapılarında, kapı koruyucu aslanlar
gibi kullanılmışlardır.
Bir Savaş Arabası Sahnesi;
kabartmalı bir kaide ile bir sütun altlığı ve çeşitli mimari parçalardan oluşan
zengin bir koleksiyondur. Savaş sahnesi kabartması: İki yassı parça üzerinde,
büyük olasılıkla bir savaş sahnesi işlenmiştir. Aslında üç ayrı levha üzerinde
betimlenmiş olan sahnenin son parçası kayıptır. Bir atın çektiği iki tekerlekli
bir savaş arabası ile atın altında yere düşmüş ve olasılıkla ölmüş bir düşman
askerini betimlemektedir. Atın önünde üç adet hayvan figürü de işlenmiştir.
Arabalı savaş sahnesinin bulunamayan sol üst parçasında arabanın üst bölümü ile
arabayı kullanan savaşçı(lar)nın betimi bulunuyor olmalıydı.Alçak kabartma
olarak çalışılan bu kompozisyonda, gerek insan ve hayvan figürlerinde, gerekse
araba betiminde, ayrıntılardan pek azı işlenmiştir.
Sonuç olarak büyük bir
organizasyonla işletildiği anlaşılan Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi
taşların ocaktan kesilmesi, yontu taslaklarının hazırlanması ve tamamlanmasına
kadar ki evrelerin teker teker örnekleriyle görülebileceği dünyada başka bir
benzeri olmayan bir heykel okulu niteliğindedir. O dönemde bu büyüklükte bir
sahayı kaplayan atölyeye ve atölyede meslek icra eden heykeltıraş sayısına,
günümüzde meydana gelen teknolojik ve sanatsal gelişmeye rağmen ulaşmak mümkün
olmamıştır. Bu da o dönemde burada yaşayan insan topluluklarının sanata
verdikleri önemin büyüklüğünü göstermektedir. http://www.gaziantepkulturturizm.gov.tr ]
259
- Peki artık o günlerde
Mehmet Aksoy, heykeltıraş olarak kendini Berlin’de kabul ettirmiş miydi?
- Kabul ettirmiş
sayılırım. Ama tabii yine de çok kişi bunu böyle söylemez. Ama ben sürekli
yarışmalara giriyorum, sempozyumlara çağrılıyorum, birtakım ilişkilere
giriyorum… Bir sürü proje aldım. Bunlar yüz bin, yüz elli bin marklık projeler.
263
(Azade Köker) o da
heykeltıraş
272
Açık heykel atölyeleri var
Berlin’de. Kiralıyorsun orayı, çalışıyorsun.
273
… ben haklı savaşlara
inanıyorum. (Kurtuluş Savaşı)
292
(‘Ayrılık’ heykeli) Bu
heykeli Merchant Bank’ın Genel Müdürü Vural Akışık aldı.
293
… heykeltıraşlık yani taş
heykeltıraşlığı biraz da hamallıktır. Sırtımızda taşıdık bunları. … Bu yalan
değil. Ama övünülecek bir şey de değil. Mesleğin, taş heykeltıraşlığının
zorlukları işte.
- … Vural Akışık beni çağırdı, "Bir heykel almak istiyorum" dedi. Yağmurlu bir gündü. ... Bankanın önünde bindik onun jaguar arabasına. İstikamet...
- Ümraniye'de gecekonduya... (A.E.)
- “Mehmet’ciğim nerde?”
dedi, “heykeller görünmüyor.” Tabii o sanıyor ki bir girdi mi heykel galerisi
gibi bir yere gelecek.
294
Ertesi gün telefon etti,
“Tamam” dedi. O istediği heykelden başka dört beş heykele daha talip oldu. Bir
pazarlık, bir pazarlık. Bak bu işi iyi biliyor işte. Bir pazarlık, bir
pazarlık, öldürdü beni, çökertti.
306
Hatti’den bu yana
[Hatti
(URUHa-at-ti), MÖ 2500-2000/1700 yıllarında Anadolu'da yaşamış bir uygarlık. Anadolu
Yarımadası'nın bilinen en eski adı Hatti Ülkesi'dir. İlk defa Mezopotamya
yazılı kaynaklarında Akkad sülalesi döneminde (MÖ 2350-2150) kullanılan bu
adlandırma, MÖ 7. yüzyıl Asur yıllıklarında görüldüğü üzere, MÖ 630 tarihlerine
değin süregelmiştir. Böylece Anadolu en az 1500 yıl boyunca Hatti Ülkesi olarak
tanındı. Bu ad o denli yerleşmişti ki Anadolu'da Hattilerden sonra yaşayan
Hititler yaşadıkları ülkeden söz ederlerken, Hatti Ülkesi deyimini kullandılar.
Bu ve bazı arkeolojik bulgular nedeniyle uzun yıllar boyunca Hititler ve
Hattilerin aynı ırk ya da akraba ırklar oldukları varsayıldı.
Hititlerin Hi Hattuşa
tabletlerini ilk okuyan filologlar hep bu tabire rastladıkları için, bambaşka
bir dil konuşan bu yeni kavme de Hatti adını taktılar. Oysa sonradan yine
tabletlerden Hint-Avrupalı bir kavim oldukları anlaşıldı.
Kussar kentinde yaşayan
yönetici sınıfın[kaynak belirtilmeli] biraraya getirdiği halk kendini Nesice
konuşan Nesililer olarak anıyordu. Ancak Hitit biçimindeki adlandırma, bilim
çevrelerinde yayıldığı için kalıcı oldu. Kaldıki kendilerini Nesili olarak
adlandıran bu grubun yanı sıra Anadolu'da Luviler ve Palalar adı ile tanınan
gruplar vardı.
Zaten filologlar Hatti
sözcüğünü olduğu gibi almayıp, onun Ahd-i Atik'de zikredilen "Heth"
ve "Hittim" şeklinden esinlenerek Almanca Die Hethiter, İngilizce The
Hittities, Fransızca Les Hittities ve İtalyanca Gli Ittiti deyimlerini
ürettiler. Türkçede önceleri Eti sözcüğü kullanıldı, şimdi ise Hitit deyimi
yerleşti. Burada yanlış kullanılan bir adlandırmaya işaret etmek yerinde
olacaktır. Birçok bilimadamı bir zamanlar doğru olduğu sanılan, ancak şimdi
isabetsiz olduğu anlaşılan "Proto-Hitit" ya da
"Proto-Hatti" deyimlerini alışkanlık sonucu hala kullanmaktadırlar.
Hatti yerine "Proto-Hitit" tabiri kullanıldığı takdirde, Hititlerin
Hattilerden geldiği izlenimi yaratılmış olur. Oysa söz konusu iki halk
birbirinden dil ve ırk bakımından tamamiyle ayrıdır. Hele adı Hatti olan kavmi
"Proto-Hatti" diye anmak büsbütün anlamsızdır. Ancak kültürel açıdan
bakitığımızda Anadolu Hatti sanatının Hititler tarafından alındığını ve köklü
Hatti geleneğinin Hititlerde yaşadığını görürüz. Hatti yer isimleri, şahıs
isimleri, efsaneleri Hitit kültüründe yer bulmuştur. Gerek Alaca Höyük gerekse
son yıllarda yapılan arkeolojik kazılar Hatti kültürünün gücünü ortaya
koymaktadır. Anadolu'ya ne zaman geldikleri bilinmeyen, belki dağınık gruplar
halinde gelmiş olan Hititler bu gücün bir parçası olmuşlardır. Hitit
Krallığı'nın hakim yönetici sınıfı olan ve Hatti geleneği taşıyan Hitit
kralları Anadolu'yu teokratik tabanlı, bir feodal yapı içinde yönetmişlerdir.
Anadolu'daki Hatti
beylikleri bir Protohistorya (Öntarih) uygarlığıdır. Başka bir deyişle onlar
henüz yazı kullanmadıkları için tarihsel sürece ait değildirler. Ancak bu beyliklerin
konuştuğu dil, inandıkları din, yaşattığı örf ve adetleri hakkında Hititler
yolu ile birçok bilgiye sahip bulunmaktayız. Bu nedenle Hatti beylikleri
öntarih (protohistorya) uygarlığının güzel bir örneğidir.
Kaynaklar: Ekrem Akurgal
Anadolu Kültür Tarihi TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları s:49-55; Anadolu Kültür
Tarihi Ekrem Akurgal Tübitak yayınları 67 Hatti uygarlığı
http://tr.wikipedia.org/wiki/Hatti ]
(Aktepe projesi) - Bir
heykel değil, bir anıt olacak? (A.E.)
- Anıt gibi…
Bence heykel tabii. Ama çok fonksiyonlu bir heykel. Hani konsept sanatı,
conceptional art falan deyip duruyorlar ya. Aslında konseptler işte böyle
olmalı. Formlar. İnsan emeği var, yapısı var. Herhangi bir eşyaya herhangi bir
anlam yüklemiyorum. Kendim yapıyorum onu. Formun dili var, formun kuvveti var,
form konuşuyor. Şimdi bu heykeldir aynı zamanda. Fonksiyonu ne olursa olsun
heykel budur. Bence konsept böyle olmalıdır. Konsept budur işte. Ölüm, yaşam,
insana dair her şey.
307
Ben ama daha proje
parasına çalışıyorum. Para falan kazandığım yok.
308
Tek yapmak istediğim şu
Türkiye’ye bir heykel çakmak.
311
Cepte yüz dolar var ama
İstanbul’a bir heykel çakmak isteği de var ve o daha güçlü.
315
… ; sonra sen Türkiye’nin
itibarlı, en gözde binasının önüne heykel dikiyorsun ve heykelin açılışını
başbakan yapıyor.
317
Hem yapmak istediğin
heykeli yapacaksın, hem para kazanacaksın. Bu çok mutluluk veren bir şey.
Bir hava meydanına, al
Hazerfen’i çak oraya
325
- Demek Mehmet Aksoy …
kendi yaşadığı “Böcek Ev”e heykeller yaptı.
- Belki öyle de
diyebiliriz de heykel lafından biraz sakınacağım. Çünkü heykel değil onlar.
Yapanın heykeltıraş olmasının etkileri var. Evet, onların böyle esprileri,
hoşlukları var. Ama amaç yatak yapmaktı orda, heykel yapmak değil. Yatak ama
burada birtakım estetik değerler de göz önüne alınmış ve anlamı var.
326
Bu konuda bir sürü insan
da çok yanlışlar yapıyor. Sanatçılar çok yanlışa düşerler. Dekoratif
elemanlarla, heykel arasındaki sınır nerdedir?
327
- Yani heykel nedir,
süsleme fonksiyonu taşıyan, dekoratif işlev taşıyan element nedir?
- Evet. Şimdi: Dekoratif
olmak kötü bir şey heykel için.
329
Dekoratif sanatların
güzeli yok mu? Var, hem de Allahı var. Bak Selçuklu’ya… Selçuklu sanatında
dekoratif sanatın şahikasını yapmışlar, … Bu da bir sanat. Çok da güzel, çok da
önemli bir sanat. Ama heykel değil. Ben heykeltıraşsam bunun ayırdında olmam
gerekiyor.
(Evdeki kapı) Yani heykele
yaklaştığı anlar vardır. Ama heykel değildir.
338
(Türkiye’de) Bir kere
sanattan dışlanmışlık var. Daha baştan “Sen anlamazsın” duygusu verilmiş
onlara. Bunlar da heykelin iyisini, hasını görmemişler; öyle bir iklimde
yaşamamışlar. Ayrıca biz, Türkiye yani, heykelin çok gerisindeyiz. Çok büyük
yasaklar olmuş çok büyük darbeler yemiş heykel. İslamla birlikte, Türklerin
Anadolu’ya gelişiyle birlikte heykel hayattan, yani sosyal hayattan çekilmeye
başlamış.
339
- Şaman kültüründe heykel
olarak ne var? Put filan mı yapmışlar?
- Put değil. Nerden
çıkarıyorsun? Heykel onlar. Bir anlam taşıyorlar.
340
Sergiye gelen insanlar
belli kültürde, belli düzeydedir.
343
Sosyalist gerçeklik bence,
Marks’ın kitaplarında yazandı. Bizim o ütopyamız var ya oydu benim için ve hâlâ
o. Bu çelişkilerin üstüne gitmek, haklıyı haksızdan ayırmak, insanı
yüceltmektir sonuçta.
344
- Artık Antalya’daki
sempozyum, Kartal’daki sempozyum yok. Belki bir daha yinelenemeyecek de.
(Heykellerim) Bu aslında
bir devamlılık. Formdaki gelişmeler ayrı konu. Ama içerikteki bu aynılık, bu
süreklilik önemli, güzel, hoş, onurlu… Ne dersen de…
Ben kendimi doğdum doğalı
sosyalist sayıyorum mesela. Bu bilincim hep sapasağlamdır benim.
345
- Şunu mu söylüyorsun:
Benim heykel serüvenimde haklı haksız, adil ya da değil duygusu…
- Say daha say: İnsan
sevgisi, insanı aşağılamama, insanın aşağılanmasına karşı çıkma…
- İnsan onuru.
346
Mesele çıplaklık mıplaklık
değil. Mesele akademileri kaldırmak, mesele heykeli ortadan kaldırmak…
347
Bu bir sipariş. Jale Erzen
tavsiye etmiş.
355
(Selçuk) Kurtuluş
Savaşı’nı anlatan ilk heykel oldu.
356
… benim defterim vardır.
Devamlı o deftere bir şeyler çizerim. Fikir olarak bile yazardım eskiden. Yani
“Heykelin fikri şu olsun” diye. Tabii forma geçince bambaşka bir şey olacak.
359
Bir anda “geldi” diyorlar
ya, İlham geldi”. Yok öyle bir şey. Olamaz da. İlham diye büyülü, ne olduğu
bilinmeyen bir şey yok. Onun önü arkası var. Çalışmak, yoğunluk var. Yoğunluk
olur, ilham o zaman gelir.
366
Asur, Hitit, Çin
369
Bir kısmının tamamını da
Tırsan aldı. Çetin Nuhoğlu’nun Tırsan diye bir firması var. Taşımacılık
sektöründe. Büyük firma.
371
Valla bana bıraktılar.
Ordaki mimar arkadaş tavsiye etmiş. Coşkun Karadeniz.
Bosphoru nedir, kimsenin
bildiği yok. Türklerin de çoğu bilmiyor.
377
… heykelin ışığı sabit
değil. Resimde ışık sabittir.
378
(Can Yücel’in mezar anıtı)
Heykel yani taş ışığı yutsun, içinden ışık versin istedim ve öyle oldu.
380
Bak, bir adam sanatçı
değilse sanat üzerine de konuşamaz aslında.
AYLA ÖDEKAN SORUYOR
388
Hint, Asya, Afrika, Mısır
389
Mısır’daki tiplemeler,
Yunan’daki tiplemelerden çok farklı ve de beni sıkmıyor. Daha halktanmış gibi
geliyor bana, daha yaşayan bir şeymiş gibi. Adam tutmuş firavunu tanrı yapmış
ama insanla. Şimdi Venüs’e bakıyorsun, Hera’ya bakıyorsun, hepsi de yaşamsız…
394
(Türkiye’deki okullarda)
Destek malzeme olarak niye bir Mısır’ın Asur’un örnekleri konmaz?
395
Kaligrafi gerçekten
muhteşem bir şey ve de heykel sanatına çok uygun, …
396
Orda durun. Mukarnasa tam
olarak heykel denemeyebilir. Ne de olsa amacı farklı olduğu için … üç boyutlu
mekan düzenlemesidir mukarnas…
397
- Alaaddin Camii’nin
mukarnası için Niğde’ye gittiğimizde bizi bir fotoğrafçıya götürdüler.
Fotoğrafçıda bir resim var, mukarnasın resmi. Fotoğrafçı, Güneş ışınları belli
bir zamanda vurduğunda orda bir Türkmen kızı gözükür. Ağustos ayında sabah saat
beşte gözükür” dedi. … mukarnaslardaki bütün geometrik şemaları inceledim.
Hepsi simetrik ama Niğde Alaaddin Camii’deki bu mukarnas simetrik değil.
Rivayete göre mukarnas ustası bir Türkmen kızına aşıkmış…
- Demek istediğim buydu.
13. yüzyılda ışığı ne kadar usta kullanmış..
400
Bakın bunu iddia ederim,
belki 60’daki Mehmet ile bugünkü Mehmet arasında temelinde çok büyük fark yok.
403
Alıştım. Elim gidiyor
artık.
404
Benim bir figürüm ötekine
hiçbir zaman benzemez. … şimdi o postmodernizmin “her şey yapılmıştır”
iddiasını boş buluyorum… Çünkü eğer kişilik varsa ve sanat varsa bu iş bitmez.
(405) Postmodernistler, umutsuzluğun ve kişiliksizliğin ve eklektisizmin türküsünü
çığırıyorlar. Eklektik alıntılarla örülmüş uyumsuz, tatsız bir çorba…
407
Ama ben buna Mısırlı gibi
inanmıyorum. O büyüklük duygusu, o enerji bende başka bir saygı uyandırıyor.
410
- Anlaşılmak istiyorum
ama. Amacım o yani. Böyle bir amacım var. … Böyle bir amacı olmasını küçük
sayan, sanatta bunun böyle olmaması gerektiğini sayan görüşler var. (M.A.)
- Var. Nitekim modern
sanat tepkisini böyle dile getirdi. (A.Ö.)
- Evet anlaşılmazlık.
(M.A.)
- Hayır. Gerçeği, gözlenen
gerçekten uzaklaştırarak dile getirmek. (A.Ö.)
- Evet onun için nesneler
dünyasına döndüler. (M.A.)
- Nesneler dünyasına.
Doğru. İnsandan koptu modern sanat. (A.Ö.)
411
Şu anda da haklılığım
ortaya çıkıyor, ona seviniyorum. Tekrar dönüş var figüre, insana… Tekrar
akademizme dönüyorlar. Dönülmeyecek bir yere dönüyorlar, biz ordan çoktan
geçtik. Hastalıklı bir yere dönüyorlar…
Yazık. Deneysel akımlara
ya da deneyselliğe karşı değilim sanatta. Ama deneysellik adına tarihi, bütün
sanat dünyasını yok saymaya karşıyım.
Zaten bunlar da Allahtan
adına heykel ya da resim demiyorlar ya. İşte mekân düzenlemesi, performans, üç
boyutlu mekân düzenlemesi filan diyorlar yaptıklarına…
Hepsinde bir öykünme, bir
tatminsizlik buluyorum. Gerçeği espriye çevirmek…
413
Mısır’a zaten yetişemezler
kavramsallık konusunda.
Küveti de pislenmiş diye
temizleyivermişler. Bu bizim conceptional artçı herif, birilerinin hiç
dillerinden düşürmediği meşhur Boys efendi yani, …
416
Bu heykel zanaatını
bırakmayacağım.
.
.
.
.