30 Nisan 2013

Jale Nejdet Erzen - Mehmet Aksoy



 .
.
.
.
JALE NEJDET ERZEN - MEHMET AKSOY
Bilim Sanat Galerisi, 1996 İstanbul

YAŞAM ÖYKÜSÜ’NDEN

4
“Dünyanın oluşumundan bu yana, zamanı içinde saklıyor taş. Önümde duran taşlaşmış zaman kütlesi…
Taşı taşa vurarak çalışan ilk çağ insanının elleri: benim vidia uçlu murcu, çekici, pnömatik aletleri, elmaslı testereleri, diskleri tutan ellerimle karışıyor…”

10
Yerkürenin her köşesinde yirmibeşbin yıldır sürdürülen heykel sanatı çoğunlukla yalnızca güzelliğe öykünmeyip çok yönlü nitelikler taşıyor ve birkaç kültür dışında, toplumların çoğunun 20. yüzyıla kadar, insanın karşısına diktikleri en önemli simgeyi oluşturuyordu. Bugün ise, çağdaş kültür içinde ‘heykel’, sanatların en tartışmalı olanı, belki de en unutulmuşu.

Otuz yılı aşkın çalışmalarıyla Mehmet Aksoy… bu metin, heykelin uzun ve çok yönlü tarihi boyunca simgelendiği değerlere, bir sanatçının uzun üretiminin nasıl sahip çıktığını … anlatmaya çalışacaktır.

12
… bugüne dek adına heykel denilen, ama bugün “heykel” tanımına pek zor uyan bir olgunun günümüzde yaşadığı dönüşümler içinde, Mehmet Aksoy gibi genelde heykelin daha geleneksel değerlerine sadık kalmış birinin işlerini önyargısız görebilmek için sanatın zaman içindeki değişken ve sürekli değerlerini göz önünde tutmak, insanın kendi hakkındaki imgesinin aynasında heykeli değerlendirmek gerekiyor.

(Bugünkü imgeler insana benzemiyor, insanı tanınmaz hale getiren teknolojik ve kavramsal kopmalar karşısında Mehmet Aksoy heykeli “insanı sürekliliği ve ilkörneksel varlığı ile ele almaktadır.” Bugünkü sanatın çoğuna yansıyan olumsuz tavır ve çarpıklık karşısında Aksoy’un heykellerindeki imge duygu ve biçim olumluluğu taşıyor. Onu geleneksel kılan daha çok bu, yoksa biçimlendirme kaygıları yeniliklere açık.)

14
Aksoy’un işleri, heykeli insanın insan elinden çıkan bir ikizi olarak ilk örnekse ve arkaik değerleri ile tekrar canlandırmaktadır.

MEKAN VE FİGÜR

18
20. yüzyılda sanatın yenilenmesinde, biçimsel öğelerin betimleme ötesinde anlam ifade ettiklerinin anlaşılmasında ve böylece yeni biçim imkânlarının üretilmesinde, heykelin büyük rolü oldu. (Hans Arp, Brancusi, Henry Moore, Giacometti, Lipchitz, Moholy Nagy, Pevsner) … Heykel bir değer ve anlamın maddeleşmiş hali ve antromorfik bir kütle olmaktan çıkmış…

… yeni malzeme seçenekleriyle yeni yaşantılara imkân doğurdular.

20
Orta Çağların heykeli temelde dini bir betimleme idi; öte yandan ikona kavramı sanatın tinsel bir varlığı nasıl içereceğine dair temel bir inanç geliştirdi. Bu anlayıştan ötürüdür ki çağdaş sanat bugün hala tinsel bir güç taşımaktadır.

David Smith gibi heykeltıraşlar ve daha sonraları Barnett Newman ve Richard Serra gibi Minimalistler heykeli, milli ya da sosyal bir anıt olmadan açık alana taşıdılar. … Alice Aycock … heykeli yalnızca kütle sanatı olmaktan çıkarıp, mimari nitelikleri bulunan bir tür mekân sanatı olarak geliştirdi.

1990’larda adına “yerleştirme” (Enstalasyon) denilen, biçimin ön planda olmadığı, malzemenin eklemlemeli olarak kullanıldığı, bulunmuş ya da başka bir amaçla yapılmış nesnelerin derme çatma olarak bir araya getirildiği bir tür nesne sanatı bütün dikkatleri üstüne çekecek şekilde yaygınlaştı. “Yerleştirme” sanatı içindeki uygulama serbestliği, madde ve teknik sınırlamaları olan disiplinlere ve sanatlara karşı bir önyargı uyandırarak, bunların “geçmiş” olarak nitelendirilmesine de neden olmuştur. Bu tür yanlış anlayışlar, sanatla ilgili kişilerin ve kurumların yeterince geniş sayılarda olmadığı ve özellikle heykel uygulamasının çok sınırlı olduğu ülkemizde özellikle yaygındır.

22
1980’lere kadar, sanatta soyut yaklaşım ön planda iken figüratif heykel yeterince çağdaş görülmüyordu. Öte yanda, Türk sanatında figürün bütün olanakları ile geliştirilmiş olduğu söylenemez.

EROS VE KEDER

34
Mehmet Aksoy’un en fazla hayran olduğu sanatlardan biri Mesopotamya’dan Asur ve Akad heykeli. Bunlar, bütünlüğü giderilmeden, yüzeyi en az derinlikle yontulmuş, neredeyse blok halinde bırakılmış hayvan ya da insan figürleri, ya da karmaşık yaratıklar.

… dinî mistikler, Karmelitlerde ya da mutasavvıflarda olduğu gibi tanrı ile bütünleşme arzusunu bedensel bir coşku ya da izdirap olarak duymuş…

40
Aksoy’un heykeli temelde soyut değildir. Ancak, onun biçimin tüm olanaklarına duyduğu ilgi, soyut somut gibi ayırımı aşarak birçok heykelinde iki dili bir arada kullanmasına olanak tanımaktadır.

TAŞLAR

48
Aksoy’un en önemli özelliklerinden biri yontu geleneğini sürdüren ender heykel sanatçılarından olmasıdır. (Arada bir metal, ahşap, döküm olsa da) … Aksoy’un heykelinde biçim özelliklerini yönlendiren ve heykelin asıl kimliğini oluşturan taş, ve özellikle mermerin kullanımıdır. … Daha önceleri, batıdaki heykel geleneğine baktığımızda yontunun özellikle malzemenin kendi doğal dokusunu unutturacak şekilde kullanıldığını görüyoruz. (Aksoy’da tam tersi mermer niteliklerini ve kimliğini koruyarak, daha çok ortaya çıkarılarak kullanılmıştır).

52
“Heykel ışık taşıyan plastik satıhlardan oluşan kütlelerin organizasyonu diye de tarif edilebilir ve doğaldır ki heykel kütlesinin etkisi bu ışık taşıyan satıhların duygu ve karakteri ile doğrudan bağlantılıdır.”

YENİ İŞLER

58
Genelde Mehmet Aksoy’un heykele olan tavrı zaman içinde pek büyük farklılık göstermemiştir. … Aksoy her zaman üzerinde çalıştığı heykelin iç problemlerine kendini öylesine vermiştir ki akım ve modalarla ilgilenmek gibi bir kaygıya kapılmamıştır.

Her şeyden önce, Aksoy’u ilk planda ilgilendiren, vereceği mesajdır.

GENİŞ BİR AÇIDAN

66
… birçok sanat dalı gibi heykel de hemen hemen her tür uygulamayı içerecek kadar genişlemiştir. Fakat onun bu geniş spektrumu içinde izine en az rastlanan, bildiğimiz, sevdiğimiz, asırlardır kendini geliştirdiği şekliyle, coşkuları ve umutları ile belki de insandır. Bu bakımdan, Mehmet Aksoy’un büyük bir adanmışlık ile sürdürdüğü heykel anlayışında insanı hala duygu ve umut ile donanmış olarak bulmak, korunması gereken bir değerdir.

68
Çağdaş sanatın ve onun temelini oluşturan avant-garde ideolojinin en büyük çıkmazı, … Pazar ekonomisinin, güç kazandırabilecek bir çare iken, aynı zamanda onun değerlerine karşı olmasıdır. Zira topluma yansımayan bir şey hiçbir zaman bir güç oluşturamaz. Heykel, toplumla kurabileceği daha dolaysız ilişkilerden ve hiçbir zaman kolayca yok edilemeyen antropomorfik özelliklerinden ötürü, bugünün karşı-hümanist nesneler dünyası içinde insana özgürlüğünü ve özgünlüğünü uyarabilecek en önemli sanat dallarından biri olabilmektedir.

Vurgulanması gereken, Anadolu’nun çok güçlü bir heykel geleneğinin canlandırılması ve bunun yanında, figür konusunu yoğun bir içerik olarak ele almamış olan sanatımıza heykel dolayısıyla bu boyutun kazandırılmasıdır. Bu açıdan Aksoy’un sanatı “Anadolu kökenli bir Hümanizma” olarak tanımlanabilir.

Tüm avant,gadre ideolojisine karşın, çağdaş heykel yenilenmeyi tarihle ilişkisini devam ettirerek sağlayabilmektedir.

Türk sanatının ve belki de daha belirgin bir şekilde Türk heykelinin, yalnızca güncel olanla ilgilenmiş olması onun en büyük zaafıdır. O vakit güncel olanı da iyi anlamak güçleşmiştir.

236
Akademi’ye girdiğimde Heykeltıraş olacağımı hiç düşünmüyordum. Hep ressam olmak vardı kafamda. Ama modlaj dersinde Prof. Sadi Çelik yaptığım büstü görünce “Boşver resmi, sen heykeltıraş olmalısın” dedi. Ve de öyle olduk sonunda.

Öğrenciliğim parasal zorluklar içinde geçti. … En sonunda bakır tabaklara yaptığım kazıma portreler, cami resimleri kurtardı bizi. En çok da Amerikalı askerler yaptırıyordu.

… İşte bu üstlerin Amerikan askeriydi bunlar. Ve de tabii eşlerine, dostlarına orijinal oriyental el işlemeli hediyeler gönderiyorlardı ucuzundan. Biz de yapıyorduk geçim derdine.

240
… 1970 yaz sonu devlet bursuyla Londra’ya gidiş ve ilk kez formalist sanat hastalıklarıyla karşılaşma. Büyük bir kültür şoku. Ne yapacağını bilememe, heykeli bırakma düşünceleri.

Akademi’de heykele Yunan’dan, resme Fransa’dan, empresyonizmden başlanır. Üstünde yaşadığımız Anadolu’nun 3000 yıllık kültürü “ekstradan salata” gibi verilir. Yani yok sayılır. El yordamıyla bulursunuz her şeyi. Tesadüfler ve kendi gayretiniz kurtarır sizi. İşte böyle benim gibi, Asur’u, Mısır’ı hatta İslâm Sanatı’nı İngiltere’de keşfedersiniz ilk kez.

Batı Berlin’deki politik, kültürel yaşamın hareketliliği çekiciliği ve bunun içinde aktif yer almam, yaşamla sanat arasındaki bağlantıyı kurmama ve toplumcu gerçekçiliği benimsememe yardımcı oldu. Bu dönemde yaptığım “Dur: Böyle gelmiş, böyle gitmez” heykeli kendimle bir hesaplaşma, üstümdeki formalist kalıntıları atma sürecinin izlerini taşır.

Şimdi çıkmaz bir yolda olmadığımın bilincinde ve güvencindeyim. Gerçekçiliğin, yaşam kadar zengin, yaşam kadar çeşitli, yaşam kadar perspektifli ve açık yolundayım. Bu bağlamda ne sanat, ne de dünya benim için sır değil. Anlaşmazlığı savunmuyorum. Benim derdim tam tersine anlaşılabilmek. … Yeni malzeme, yeni teknikler bize toplumsal özü kavrayacak formu, daha değişik, daha çeşitli, daha uygun vermede hizmet etmelidir.*

* Mehmet Aksoy, “Özgürlük Çiçekleri” Slapluren, Kunsamt, Kreuzheng, Berlin 1982, s.26-37.
.
.
.
.

Heykel Oburu - Aydın Engin

.
.
.
.

HEYKEL OBURU  “Mehmet Aksoy Kitabı”
Söyleşi: Aydın Engin
İş Bankası Yayınları, 2002 İstanbul

14
(Yazar sanatçılığı akıl yoluyla pek de açıklanamayan bir yeteneğe bağlıyor, sanatçılığın sonradan edinilemediğini, en fazla geliştirilebileceğini söylüyor.)

15
… kurs filan görmüşlerin arasında kazanmak mucize…

17
Postmodernizmin sanatta ve heykelde öne çıkardıklarını kesin ve ödünsüz reddeden, formu inkâr ederken insandan da tümüyle uzaklaşan “conceptional art” akımlarına uzak duran Mehmet Aksoy… (A.E.)

24
Nazmiye öğretmen bir bayrak gibi, Türk bayrağı gibi dolaşıyordu gerçekten. … bir şeylere inanmış, Cumhuriyete inanmış insanlar onlar.

49
“Derslerden geçmiştir. Fakat öğretmenler kurulu Mehmet Aksoy’un öğretmen olamayacağına, okuldan uzaklaştırılmasına karar vermiştir.”

66
O sene heykele sekiz kişi mi ne alıyorlar, resime de otuz…

74
Çocuk elbiseleri… Dükkânlar satacaklar, sattıktan sonra parayı verecekler, ama bizim tahammülümüz yok. Dedim “Kendimiz satalım bunları”.

75
Bakır tabağa fotoğraftan portre kazıma… “Amerikalı askerler de en iyi müşteriler…”

80
Bir baktım, iki saat sonra heykel bitmiş. Aynısını çakmışım.

81
“Sonra zaten resmi bırakırsan olmaz. Futbolcu gibi yani. Çıkmazsan antrenmana olmaz, yapamazsın.”

86
Ben kendi köylülüğümle övünürüm. Yani hoşuma gidiyor. Hatta tam tersine avantajlarım var gibi geliyor şehirlilere göre.

87
(Bohem çevreler) Ben, hayır yoktum. Öyle çevrelere hemen giremem ben.

90
(Akademi M. Aksoy’un sanata bakışında bir değişiklik yaptı mı?) "… heykele form verme konusunda bir şeyler aldım elbet okuldan. Sanata bakış konusunda ise bize bir şey anlatılmadı. Çünkü kendileri de bu konuyu bilmez. Maalesef.”, “… sanat-toplum, sanat-ideoloji, sanat-siyaset ilişkileri… Yok, Akademide öyle bir şey yoktu. Şimdi de yoktur sanırım. Ama teknik olarak, … estetik konusunda, form konusunda, kütle, malzeme konusunda… Şöyle: Heykel yaparsın, neyi, neden yaptığını da bilmezsin bazen.”

Mısır, Asur, Babil

96
Şadi Çalık’ın ODTÜ’deki Atatürk heykeli, en iyilerinden biridir.

102
Nâzım Hikmet, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sabahattin Eyüboğlu…

120
Murç aldım. Yaptık bir şeyler. Taşları bahçeye oturttuk. Hiç kimsenin de bir şey gösterdiği yok. Ama demek ki bende taşa bir yatkınlık var.

134
Kazanmak büyük onur. Büyük Millet Meclisi’nin önüne bir heykel çakacaksın.

139
yurt dışı… Bunun bir büyüsü var.

140
… Akademilerde, hatta yurt dışındaki okullarda pek bir şey öğrendiğimi söyleyemem. Buradaki akademinin üstüne pek çıkamadım. Yani bizim o zamanki Güzel Sanatlar Akademisi’nin düzeyini, örneğin Berlin Akademisi’yle aynı tutuyorum. Aynıydı evet. Daha da iyiydi belki.

… Okullara, akademilere ne gerek var … (141) Bu iş usta çırak işidir, orda öğrenilir, ötesi palavradır.

141
(Akademisyen olmakla heykeltıraş olmak arasındaki fark)

143
Öğrencinin iyi olması için Akademi’deki hocaların hepsinin iyi heykel yapması da lazım. Tıp Fakültelerinde bir cerrah öğrencilerine nasıl öğretiyorsa, heykelde de öyle olması lazım.

149
“Marksizm’den hemen hemen hiç haberim yok”

152
(konseptional art) Çok hafife alıyorum ben bu işi. Yani sanat bu kadar basit olamaz diye düşünüyorum.

154
- Yani o gördüklerinin sanat olmadığı kanısındasın (A.E.) 
- Bugün hiç kuşkum yok o konuda.

155
Giderek heykeller eriyor bitiyor. Şimdi bu zaman oluyor, bu sanat oluyor.

156
(mumun erimesi) Bu kimyasal ya da fiziksel bir olay. Bunu tekrar göz önüne sermenin sanatsal bir anlamını göremiyorum.

165
… sosyalizmi anlamak istiyorum… Zaten Londra’dan sonra heykelden bir ürkme gelmiş bana. Elim gitmiyor heykele.

177
Atatürk bizde kim vurduya gider. Kimin yaptığı belli değil. Her yerde var. Yeter ki adı Atatürk heykeli olsun.

195
Hüseyin Gezer, sanatçıdan çok bürokrat.

201
Aslında temel prensip de şöyledir: Taşı en az harcayarak bir form çıkarmak. Doğrudur bu prensip.

202
- … taşın seni başka yerlere sürüklediği, başlangıçta hiç tasarlamadığın bir heykele götürdüğü oluyor mu?
- Oluyor oluyor. Oluyor tabiî ki. O olmazsa olmaz.

205
Eli kolu güzel bir adamı tutuyorum, önüme model oturtuyorum. “Sen dur bakalım. Senin kolun güzel, damarların iyi çıkıyor” diyorum. … O havaya girmiş. Bir buçuk saat, sıkmış da yumruklarını. O damarlar hakikaten nasıl çıkıyor!

208
Ardından fabrikalardan gelmeye başladılar. İşçi kadınlar, “Bizim fabrikaya böyle bir kadın heykeli yapacaksın” diyorlar.

210
- Kum yerine demir tozu kullandım. …
- Ne fark etti?
- Bir kere daha ağır oldu. Öyle kolay kolay kaldırıp atamazsın. Sonra kırması da zor, belki imkânsız.

Kara Ali Kahvesi

213
Hem ausländer, hem komünist, hem de heykel yapıyor. Bu kadarı olmaz artık değil mi? … Böyle düşünenler var bir. Karşındaki herif bir de sanatçıysa kıskançlıktan duman ediyor ortalığı. … Mesela Almanya’da bir yazı çıktı benim hakkımda. Tabii beni batıran bir yazı.

214
(Almanya’da sağ entelektüeller) Bütün anlattıkları politik ve de aslında kitsch.
(Mehmet Berlin’de sergisi) E şimdi böyle bir başarı, böyle inanılmaz bir seyirci sayısı… (istekler üzerine 5 ay açık kalmış)

217
(Türk insanının abartılı davranışları, sanatındaki abartıya da yansır) Tutup buna ‘patetik’ diyorlar. İçinde ‘pathos’ var ya. Patetik. Hastalıklı duygular yani. Abartılmış, olağan değil hastalıklı.

218
pozitif pathos

221
Patetik, yani çok aşırı duygusal…

222
O sergiye gittim (Disseldorf’ta seçmeli bir sergiye kabul ediliyor); başkalarının, Almanya’nın en iyilerinin işlerini gördüm. Kendiminkilerle karşılaştırdım ve… Heykeltıraş olduğumu işte o zaman anladım.

223
(1978'de Türkiye'ye dönüyor, akademide öğretim görevlisi oluyor ve bir sergi açıyor) Hüseyin Gezer açmak istemedi. … Çok politik buldu ve bazı heykellerin kaldırılması gerektiğini söyledi. Ben de kabul etmedim. … Duyuldu sergi. Bayağı bir yankı yaptı. Sabancı bile duymuş.

225
(Sabancı’yla randevu) Ama randevuya kimse gelmedi… Sonuçta Sabancı Koleksiyonu’nda yer bulamıyoruz açıkçası. Çünkü yanlış iskelede beklemişim.

226
- Sanat da sınıfsal yani. Teoriye göre öyle olmak zorunda. Bir burjuva sanatı, burjuva kültürü olması lazım. Bunun da karşısında alt tabakaların sanatı olması lazım. Demokratik bir sanat ve kültür ortamında üstyapıda bastırılan, kabul ettirilmek istenen sanata karşı bir hareket yok.
- Bunu olumlu, pozitif bir olgu olarak mı değerlendiriyorsun?
- Pozitif arkadaş. Bu gerçekten pozitif bir vaka.
- Peki herkesin ortaklaşa beğendiği sanat mesela çok yoz, çok kepaze bir düzeyde ise…
- Öyle zaten. Komik bulmuyor musun, bak bu arabesk çıktı. Arabesk belli bir takımın, lumpen proleterya diyebileceğimiz kesimin müziği. Bence öyle. E herkes arabeskten hoşlanıyor kardeşim. Demirel de hoşlanıyor, Özal da hoşlanıyordu, bilmem ne holdingin patronu da hoşlanıyor. Ne olacak şimdi? Bu çok tuhaf bir karmaşa aslında. Ve bu elbette geçici bir durum. Bir geçiş dönemi yaşanıyor bence Türkiye’de. İleride daha seçici, daha elit bir üstyapı kendiliğinden oluşacaktır. Ama şu andaki durumdan bizim faydalanmamız gerekiyor. Bunu görüp, bunu fark edip, bu arada her şeyi empoze edebiliriz. Daha iyiyi, daha seçkini, daha değerliyi yani… Bizim burjuvazimiz de eğitilir o zaman… Bence bu iyi bir rüzgâr, bu rüzgârda iyi şeyler yapabiliriz.

227
Yeni aletler getirmişim Berlin’den. Otomatik aletler. Bir kompresör aldım. Bir kesme aleti.

228
- Peki sana taş atölyesi kurmayı kim önerdi?
- Hocalar. Akademi’de… Polyester var, alçı var, çamur var; taş atölyesi yok.

230
(78-80 arasındaki akademisyenliğinde öğrencilerinden sanatçı çıkmıyor, geçimini heykelle kazanabilecek insanlar çıkıyor)

232
(Kartal Festivali) Öyle sanatsal kaygı filan yok. Bende var ama o arada bu kaygı da kayboluyor. Benzetmek kaygısı öne çıkıyor. Rezalet bir durum yani. Bu durumda karşı olduğun bir şeyi yapmak zorunda kalıyorsun.

233
Dört heykel yaptım orda, iki gün çalıştık. Ama bir türlü Atatürk’ün heykeli olur, sokaktaki adamın olmaz düşüncesini düzeltemedik.

240
… bürokrasinin insanı ne hale getirdiğini anlamak için iyi bir örnek bu. … Rapor mecburen altı ay daha uzatılacak. Akademi Başkanı Hüseyin Gezer “Okula gel. Okulda bir hafta çalışman lazım. Raporu ancak ondan sonra uzatabiliriz” diyor. Bürokrasiyi görüyor musun? (241) Baktım olacak gibi değil, bir boş kâğıt gönderdim. Altında imzam var.

254
(Yesemek) Hititlerden kalma en büyük heykel atölyesidir ve şu an korumaya alınmış durumda.

[M.Ö. 2000 yıllarının ikinci yarısı içinde bölge, Hitit hâkimiyetine girdikten sonra bu taş ocağı faaliyete geçmiş veya önceden beri işletilirken, Hititlerle yeni bir fonksiyon kazanmıştır. Burada Hititli ustaların yanı sıra, Hurri li usta ve sanatkârlarında çalıştığı bilinmektedir. Bir ara faaliyeti zayıflayan atölyede, Geç Hitit Krallıkları sırasında (M.Ö. 9. yüzyıldan itibaren) çalışmalar tekrar yoğunlaşmıştır. Bu ikinci dönemde özellikle, Hitit, Suriye, Arami ve Asur Sanat unsurları ağırlık kazanmıştır. Oriantalizm adıyla anılan bu üslup, batıda gelişmeye başlayan Ege kültürlerini etkileyerek Yunan sanatının çekirdeğini oluşturmuştur

Atölye Geç Hititler döneminde, Hitit İmparatoru Suppilluma I. zamanında Sam’al (Zincirli) Krallığı tarafından M.Ö. 1375-1335 tarihleri arasında işletilmiş ve burada yerli halk Hur’lar çalıştırılmıştır. Sam’al (Zincirli) Krallığının M.Ö. VIII yüzyılın sonunda Asurlar tarafından yıkılmasıyla birlikte Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi kapanmış, çalışan halkta bölgeyi terk etmiştir.

Yaklaşık 100 dönümlük alan üzerinde kurulu bulunan heykel atölyesinde heykellerin nasıl yapıldığını günümüzde bile yerinde izlemek mümkündür. Okul niteliğindeki bu yerde yapılacak heykelin önce taşları bazalt bloklardan ayrılması için bazaltta oyuklar açılmakta, bu oyukların içerisinde kuru ağaçlar yerleştirilmekte ve kuru ağaçlara su dökülmekteydi. Islatılan ağaçlar şişmekte ve oluşan basınçla da bazalt bloktan taşlar ayrılmaktaydı. Ayrılan bu taşların yüzeyleri düzeltilmekte ve düzeltilen bu bazalt bloklar, ağaç kızaklarla, yamaçtaki çalışma alanına indirilmekte ve alınan siparişe göre ustalar, bloku kabaca yontmakta, taslak haline getirmektedirler. Atölyeye getirilip yapılmak istenen şekiller şablonlar yardımıyla çizilmekteydi. İlk önce bu şeklin konturları, daha sonra da bazı detayları çekiç ve kalemlerle yapılmaktaydı. Üçüncü aşamada detaylar daha özenle işlenmekteydi. Eserin son rötuşları ise nakliye sırasında zarar görmemesi için gittiği yerde, parçaların kullanılacağı mimari eserin bulunduğu yerde yapılmaktaydı. Buna dair bulunan tek bir örnek; Zincirli'de bulunan ve halen Gaziantep Müzesinde sergilenen Sfenks’dir. Devlet denetiminde işletildiği anlaşılan bu taş ocağı ve heykel atölyesinde, taslak işçiliğinin büsbütün safhalarını yerinde izlemek mümkündür. M.Ö VIII.yüzyılın son çeyreğinde “Asurlular” ca, faaliyetine son verildiği ve ustalarının Asur’a götürüldüğü bilinen atölyede, her şey olduğu gibi kalmış ve 1890 yılına kadar zaman donmuş gibidir.

1989-1990-1991 yıllarında Arkeolog İlhan TEMİZSOY tarafından toprak altında kalan heykellerin gün ışığına çıkarılmasıyla, 300’ün üzerinde yontu ve heykel taslağına ulaşılmıştır. Sfenksler, kapı aslanları, oturan aslanlar, kanatlı aslanlar, Amanos Dağlarını temsil eden Dağ Tanrısı kabartmaları, savaş sahnesi kabartmaları ve mimari parçalar, kendi doğal ortamlarında sergilenmektedir.
Yesemek M.Ö. II. Binin dördüncü çeyreği ile M.S. 8. Yüzyıl arasında, Yakın Doğunun en büyük taş ocağı ve heykel işleme atölyesidir. Bugün yaklaşık 300’ün üzerindeki yontu taslağının toprak altından çıkarılıp belli bir düzende sergilendiği Açık Hava Müzesi’nde taslakların büyük çoğunluğunu, yaklaşık yüze yakın örnekle; kapı aslanları oluşturmaktadır. Aslan Heykelleri Özellikle sur kapılarına, karşılıklı ikişer tane konuluyordu. Kükreyen / hırlayan bu aslan betimlerinin, kenti koruyucu ve düşmanlarını korkutucu güçleri olduğuna inanılıyordu. Bu heykellerin, kentlerin hakimi olanlar -kral, prens vb- tarafından, güç sembolü gibi kullanıldığı da düşünülmelidir.

İkinci sırada; 29 örnekle Dağ Tanrısı(külahlı ve kolları göğüs üzerine kavuşmuş, bir adedi üçlü diğerleri ikili) figürleri yer almaktadır. Dağ Tanrıları, Hurri-Mitanni kökenli tanrılar olarak Hitit Tanrılar ailesine kabul edildiği anlaşılmaktadır. Hitit İmparatorluk dönemi Dağ Tanrıları'nın, Orta Anadolu'daki kimi dağların adlarını taşıdıkları bilinmektedir. Yesemek'te Dağ Tanrıları'nın çok sayıda ortostat üzerinde betimlenmesi, bölge Hurri-Mitanni ülkesi içinde olduğu için çok doğaldır ve Hitit İmparatorluk dönemindeki uygulamalara paralel olarak, buradaki tanrıların da önemli dağların, örneğin Amanos Dağlarının, Kurt dağlarının ve belki diğer kimi dağ ya da tepelerin tanrıları olarak, bu dağların adlarını taşıdıkları düşünülebilir. Dağ Tanrılarından üç yada dört tanesinde Güneş Kursu bulunmaktadır.

Diğer ilginç taslaklardan bazıları ise:

Ayı-insan karışımı bir yaratık; Bu eserde, kollarını göğüs önünde kavuşturmuş, yüzü cepheden betimlenmiş bir figür sola doğru yürür durumda gösterilmiştir. Dizlere dek inen bir eteklik giymiş olan figürün gövdesi insan olmakla birlikte, yüksek kabartma yapılmış olan ve kısmen kırılmış olan "yüz"ün ayı ya da aslan başı olma olasılığı vardır.

Sfenks heykelleri: Sfenks, genellikle insan başlı, aslan gövdeli olarak betimlenen karışık bir yaratıktır. Efsanevi bir hayvan olup kökeni Eski Mısır'a dayanır. Mısır'da sfenksin, aslan postuna bürünmüş firavunu betimlediği düşünülmüştür. Erkek başlı, aslan gövdeli sfenks, zihinsel ve fiziksel gücün simgesel bir bileşimidir. Bu yüzyıldan sonra da özellikle dişi sfenksler yapılmaya başlanmıştır. Sfenks, Anadolu sanatını da etkilemiştir. Hitit sanatında, Gaziantep'teki Zincirli ve Sakçagözü, Çorum'daki Alacahöyük, Boğazköy'de kent kapılarının her iki yanında sfenks heykelleri yer alır. Sfenks heykelleri de, kentlerin sur kapılarında, kapı koruyucu aslanlar gibi kullanılmışlardır.

Bir Savaş Arabası Sahnesi; kabartmalı bir kaide ile bir sütun altlığı ve çeşitli mimari parçalardan oluşan zengin bir koleksiyondur. Savaş sahnesi kabartması: İki yassı parça üzerinde, büyük olasılıkla bir savaş sahnesi işlenmiştir. Aslında üç ayrı levha üzerinde betimlenmiş olan sahnenin son parçası kayıptır. Bir atın çektiği iki tekerlekli bir savaş arabası ile atın altında yere düşmüş ve olasılıkla ölmüş bir düşman askerini betimlemektedir. Atın önünde üç adet hayvan figürü de işlenmiştir. Arabalı savaş sahnesinin bulunamayan sol üst parçasında arabanın üst bölümü ile arabayı kullanan savaşçı(lar)nın betimi bulunuyor olmalıydı.Alçak kabartma olarak çalışılan bu kompozisyonda, gerek insan ve hayvan figürlerinde, gerekse araba betiminde, ayrıntılardan pek azı işlenmiştir.

Sonuç olarak büyük bir organizasyonla işletildiği anlaşılan Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi taşların ocaktan kesilmesi, yontu taslaklarının hazırlanması ve tamamlanmasına kadar ki evrelerin teker teker örnekleriyle görülebileceği dünyada başka bir benzeri olmayan bir heykel okulu niteliğindedir. O dönemde bu büyüklükte bir sahayı kaplayan atölyeye ve atölyede meslek icra eden heykeltıraş sayısına, günümüzde meydana gelen teknolojik ve sanatsal gelişmeye rağmen ulaşmak mümkün olmamıştır. Bu da o dönemde burada yaşayan insan topluluklarının sanata verdikleri önemin büyüklüğünü göstermektedir. http://www.gaziantepkulturturizm.gov.tr   

259
- Peki artık o günlerde Mehmet Aksoy, heykeltıraş olarak kendini Berlin’de kabul ettirmiş miydi?
- Kabul ettirmiş sayılırım. Ama tabii yine de çok kişi bunu böyle söylemez. Ama ben sürekli yarışmalara giriyorum, sempozyumlara çağrılıyorum, birtakım ilişkilere giriyorum… Bir sürü proje aldım. Bunlar yüz bin, yüz elli bin marklık projeler.

263
(Azade Köker) o da heykeltıraş

272
Açık heykel atölyeleri var Berlin’de. Kiralıyorsun orayı, çalışıyorsun.

273
… ben haklı savaşlara inanıyorum. (Kurtuluş Savaşı)

292
(‘Ayrılık’ heykeli) Bu heykeli Merchant Bank’ın Genel Müdürü Vural Akışık aldı.

293
… heykeltıraşlık yani taş heykeltıraşlığı biraz da hamallıktır. Sırtımızda taşıdık bunları. … Bu yalan değil. Ama övünülecek bir şey de değil. Mesleğin, taş heykeltıraşlığının zorlukları işte.

- … Vural Akışık beni çağırdı, "Bir heykel almak istiyorum" dedi. Yağmurlu bir gündü. ... Bankanın önünde bindik onun jaguar arabasına. İstikamet...
- Ümraniye'de gecekonduya... (A.E.)
- “Mehmet’ciğim nerde?” dedi, “heykeller görünmüyor.” Tabii o sanıyor ki bir girdi mi heykel galerisi gibi bir yere gelecek.

294
Ertesi gün telefon etti, “Tamam” dedi. O istediği heykelden başka dört beş heykele daha talip oldu. Bir pazarlık, bir pazarlık. Bak bu işi iyi biliyor işte. Bir pazarlık, bir pazarlık, öldürdü beni, çökertti.

306
Hatti’den bu yana

[Hatti (URUHa-at-ti), MÖ 2500-2000/1700 yıllarında Anadolu'da yaşamış bir uygarlık. Anadolu Yarımadası'nın bilinen en eski adı Hatti Ülkesi'dir. İlk defa Mezopotamya yazılı kaynaklarında Akkad sülalesi döneminde (MÖ 2350-2150) kullanılan bu adlandırma, MÖ 7. yüzyıl Asur yıllıklarında görüldüğü üzere, MÖ 630 tarihlerine değin süregelmiştir. Böylece Anadolu en az 1500 yıl boyunca Hatti Ülkesi olarak tanındı. Bu ad o denli yerleşmişti ki Anadolu'da Hattilerden sonra yaşayan Hititler yaşadıkları ülkeden söz ederlerken, Hatti Ülkesi deyimini kullandılar. Bu ve bazı arkeolojik bulgular nedeniyle uzun yıllar boyunca Hititler ve Hattilerin aynı ırk ya da akraba ırklar oldukları varsayıldı.
Hititlerin Hi Hattuşa tabletlerini ilk okuyan filologlar hep bu tabire rastladıkları için, bambaşka bir dil konuşan bu yeni kavme de Hatti adını taktılar. Oysa sonradan yine tabletlerden Hint-Avrupalı bir kavim oldukları anlaşıldı.
Kussar kentinde yaşayan yönetici sınıfın[kaynak belirtilmeli] biraraya getirdiği halk kendini Nesice konuşan Nesililer olarak anıyordu. Ancak Hitit biçimindeki adlandırma, bilim çevrelerinde yayıldığı için kalıcı oldu. Kaldıki kendilerini Nesili olarak adlandıran bu grubun yanı sıra Anadolu'da Luviler ve Palalar adı ile tanınan gruplar vardı.
Zaten filologlar Hatti sözcüğünü olduğu gibi almayıp, onun Ahd-i Atik'de zikredilen "Heth" ve "Hittim" şeklinden esinlenerek Almanca Die Hethiter, İngilizce The Hittities, Fransızca Les Hittities ve İtalyanca Gli Ittiti deyimlerini ürettiler. Türkçede önceleri Eti sözcüğü kullanıldı, şimdi ise Hitit deyimi yerleşti. Burada yanlış kullanılan bir adlandırmaya işaret etmek yerinde olacaktır. Birçok bilimadamı bir zamanlar doğru olduğu sanılan, ancak şimdi isabetsiz olduğu anlaşılan "Proto-Hitit" ya da "Proto-Hatti" deyimlerini alışkanlık sonucu hala kullanmaktadırlar. Hatti yerine "Proto-Hitit" tabiri kullanıldığı takdirde, Hititlerin Hattilerden geldiği izlenimi yaratılmış olur. Oysa söz konusu iki halk birbirinden dil ve ırk bakımından tamamiyle ayrıdır. Hele adı Hatti olan kavmi "Proto-Hatti" diye anmak büsbütün anlamsızdır. Ancak kültürel açıdan bakitığımızda Anadolu Hatti sanatının Hititler tarafından alındığını ve köklü Hatti geleneğinin Hititlerde yaşadığını görürüz. Hatti yer isimleri, şahıs isimleri, efsaneleri Hitit kültüründe yer bulmuştur. Gerek Alaca Höyük gerekse son yıllarda yapılan arkeolojik kazılar Hatti kültürünün gücünü ortaya koymaktadır. Anadolu'ya ne zaman geldikleri bilinmeyen, belki dağınık gruplar halinde gelmiş olan Hititler bu gücün bir parçası olmuşlardır. Hitit Krallığı'nın hakim yönetici sınıfı olan ve Hatti geleneği taşıyan Hitit kralları Anadolu'yu teokratik tabanlı, bir feodal yapı içinde yönetmişlerdir.
Anadolu'daki Hatti beylikleri bir Protohistorya (Öntarih) uygarlığıdır. Başka bir deyişle onlar henüz yazı kullanmadıkları için tarihsel sürece ait değildirler. Ancak bu beyliklerin konuştuğu dil, inandıkları din, yaşattığı örf ve adetleri hakkında Hititler yolu ile birçok bilgiye sahip bulunmaktayız. Bu nedenle Hatti beylikleri öntarih (protohistorya) uygarlığının güzel bir örneğidir.

Kaynaklar: Ekrem Akurgal Anadolu Kültür Tarihi TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları s:49-55; Anadolu Kültür Tarihi Ekrem Akurgal Tübitak yayınları 67 Hatti uygarlığı
http://tr.wikipedia.org/wiki/Hatti ]

(Aktepe projesi) - Bir heykel değil, bir anıt olacak? (A.E.)
Anıt gibi… Bence heykel tabii. Ama çok fonksiyonlu bir heykel. Hani konsept sanatı, conceptional art falan deyip duruyorlar ya. Aslında konseptler işte böyle olmalı. Formlar. İnsan emeği var, yapısı var. Herhangi bir eşyaya herhangi bir anlam yüklemiyorum. Kendim yapıyorum onu. Formun dili var, formun kuvveti var, form konuşuyor. Şimdi bu heykeldir aynı zamanda. Fonksiyonu ne olursa olsun heykel budur. Bence konsept böyle olmalıdır. Konsept budur işte. Ölüm, yaşam, insana dair her şey.

307
Ben ama daha proje parasına çalışıyorum. Para falan kazandığım yok.

308
Tek yapmak istediğim şu Türkiye’ye bir heykel çakmak.

311
Cepte yüz dolar var ama İstanbul’a bir heykel çakmak isteği de var ve o daha güçlü.

315
… ; sonra sen Türkiye’nin itibarlı, en gözde binasının önüne heykel dikiyorsun ve heykelin açılışını başbakan yapıyor.

317
Hem yapmak istediğin heykeli yapacaksın, hem para kazanacaksın. Bu çok mutluluk veren bir şey.

Bir hava meydanına, al Hazerfen’i çak oraya

325
- Demek Mehmet Aksoy … kendi yaşadığı “Böcek Ev”e heykeller yaptı.
- Belki öyle de diyebiliriz de heykel lafından biraz sakınacağım. Çünkü heykel değil onlar. Yapanın heykeltıraş olmasının etkileri var. Evet, onların böyle esprileri, hoşlukları var. Ama amaç yatak yapmaktı orda, heykel yapmak değil. Yatak ama burada birtakım estetik değerler de göz önüne alınmış ve anlamı var.

326
Bu konuda bir sürü insan da çok yanlışlar yapıyor. Sanatçılar çok yanlışa düşerler. Dekoratif elemanlarla, heykel arasındaki sınır nerdedir?

327
- Yani heykel nedir, süsleme fonksiyonu taşıyan, dekoratif işlev taşıyan element nedir?
- Evet. Şimdi: Dekoratif olmak kötü bir şey heykel için.

329
Dekoratif sanatların güzeli yok mu? Var, hem de Allahı var. Bak Selçuklu’ya… Selçuklu sanatında dekoratif sanatın şahikasını yapmışlar, … Bu da bir sanat. Çok da güzel, çok da önemli bir sanat. Ama heykel değil. Ben heykeltıraşsam bunun ayırdında olmam gerekiyor.

(Evdeki kapı) Yani heykele yaklaştığı anlar vardır. Ama heykel değildir.

338
(Türkiye’de) Bir kere sanattan dışlanmışlık var. Daha baştan “Sen anlamazsın” duygusu verilmiş onlara. Bunlar da heykelin iyisini, hasını görmemişler; öyle bir iklimde yaşamamışlar. Ayrıca biz, Türkiye yani, heykelin çok gerisindeyiz. Çok büyük yasaklar olmuş çok büyük darbeler yemiş heykel. İslamla birlikte, Türklerin Anadolu’ya gelişiyle birlikte heykel hayattan, yani sosyal hayattan çekilmeye başlamış.

339
- Şaman kültüründe heykel olarak ne var? Put filan mı yapmışlar?
- Put değil. Nerden çıkarıyorsun? Heykel onlar. Bir anlam taşıyorlar.

340
Sergiye gelen insanlar belli kültürde, belli düzeydedir.

343
Sosyalist gerçeklik bence, Marks’ın kitaplarında yazandı. Bizim o ütopyamız var ya oydu benim için ve hâlâ o. Bu çelişkilerin üstüne gitmek, haklıyı haksızdan ayırmak, insanı yüceltmektir sonuçta.

344
- Artık Antalya’daki sempozyum, Kartal’daki sempozyum yok. Belki bir daha yinelenemeyecek de.

(Heykellerim) Bu aslında bir devamlılık. Formdaki gelişmeler ayrı konu. Ama içerikteki bu aynılık, bu süreklilik önemli, güzel, hoş, onurlu… Ne dersen de…

Ben kendimi doğdum doğalı sosyalist sayıyorum mesela. Bu bilincim hep sapasağlamdır benim.

345
- Şunu mu söylüyorsun: Benim heykel serüvenimde haklı haksız, adil ya da değil duygusu…
- Say daha say: İnsan sevgisi, insanı aşağılamama, insanın aşağılanmasına karşı çıkma…
- İnsan onuru.

346
Mesele çıplaklık mıplaklık değil. Mesele akademileri kaldırmak, mesele heykeli ortadan kaldırmak…

347
Bu bir sipariş. Jale Erzen tavsiye etmiş.

355
(Selçuk) Kurtuluş Savaşı’nı anlatan ilk heykel oldu.

356
… benim defterim vardır. Devamlı o deftere bir şeyler çizerim. Fikir olarak bile yazardım eskiden. Yani “Heykelin fikri şu olsun” diye. Tabii forma geçince bambaşka bir şey olacak.

359
Bir anda “geldi” diyorlar ya, İlham geldi”. Yok öyle bir şey. Olamaz da. İlham diye büyülü, ne olduğu bilinmeyen bir şey yok. Onun önü arkası var. Çalışmak, yoğunluk var. Yoğunluk olur, ilham o zaman gelir.

366
Asur, Hitit, Çin

369
Bir kısmının tamamını da Tırsan aldı. Çetin Nuhoğlu’nun Tırsan diye bir firması var. Taşımacılık sektöründe. Büyük firma.

371
Valla bana bıraktılar. Ordaki mimar arkadaş tavsiye etmiş. Coşkun Karadeniz.

Bosphoru nedir, kimsenin bildiği yok. Türklerin de çoğu bilmiyor.

377
… heykelin ışığı sabit değil. Resimde ışık sabittir.

378
(Can Yücel’in mezar anıtı) Heykel yani taş ışığı yutsun, içinden ışık versin istedim ve öyle oldu.

380
Bak, bir adam sanatçı değilse sanat üzerine de konuşamaz aslında.

AYLA ÖDEKAN SORUYOR

388
Hint, Asya, Afrika, Mısır

389
Mısır’daki tiplemeler, Yunan’daki tiplemelerden çok farklı ve de beni sıkmıyor. Daha halktanmış gibi geliyor bana, daha yaşayan bir şeymiş gibi. Adam tutmuş firavunu tanrı yapmış ama insanla. Şimdi Venüs’e bakıyorsun, Hera’ya bakıyorsun, hepsi de yaşamsız…

394
(Türkiye’deki okullarda) Destek malzeme olarak niye bir Mısır’ın Asur’un örnekleri konmaz?

395
Kaligrafi gerçekten muhteşem bir şey ve de heykel sanatına çok uygun, …

396
Orda durun. Mukarnasa tam olarak heykel denemeyebilir. Ne de olsa amacı farklı olduğu için … üç boyutlu mekan düzenlemesidir mukarnas…

397
- Alaaddin Camii’nin mukarnası için Niğde’ye gittiğimizde bizi bir fotoğrafçıya götürdüler. Fotoğrafçıda bir resim var, mukarnasın resmi. Fotoğrafçı, Güneş ışınları belli bir zamanda vurduğunda orda bir Türkmen kızı gözükür. Ağustos ayında sabah saat beşte gözükür” dedi. … mukarnaslardaki bütün geometrik şemaları inceledim. Hepsi simetrik ama Niğde Alaaddin Camii’deki bu mukarnas simetrik değil. Rivayete göre mukarnas ustası bir Türkmen kızına aşıkmış…
- Demek istediğim buydu. 13. yüzyılda ışığı ne kadar usta kullanmış..

400
Bakın bunu iddia ederim, belki 60’daki Mehmet ile bugünkü Mehmet arasında temelinde çok büyük fark yok.

403
Alıştım. Elim gidiyor artık.

404
Benim bir figürüm ötekine hiçbir zaman benzemez. … şimdi o postmodernizmin “her şey yapılmıştır” iddiasını boş buluyorum… Çünkü eğer kişilik varsa ve sanat varsa bu iş bitmez. (405) Postmodernistler, umutsuzluğun ve kişiliksizliğin ve eklektisizmin türküsünü çığırıyorlar. Eklektik alıntılarla örülmüş uyumsuz, tatsız bir çorba…

407
Ama ben buna Mısırlı gibi inanmıyorum. O büyüklük duygusu, o enerji bende başka bir saygı uyandırıyor.

410
- Anlaşılmak istiyorum ama. Amacım o yani. Böyle bir amacım var. … Böyle bir amacı olmasını küçük sayan, sanatta bunun böyle olmaması gerektiğini sayan görüşler var. (M.A.)
- Var. Nitekim modern sanat tepkisini böyle dile getirdi. (A.Ö.)
- Evet anlaşılmazlık. (M.A.)
- Hayır. Gerçeği, gözlenen gerçekten uzaklaştırarak dile getirmek. (A.Ö.)
- Evet onun için nesneler dünyasına döndüler. (M.A.)
- Nesneler dünyasına. Doğru. İnsandan koptu modern sanat. (A.Ö.)

411
Şu anda da haklılığım ortaya çıkıyor, ona seviniyorum. Tekrar dönüş var figüre, insana… Tekrar akademizme dönüyorlar. Dönülmeyecek bir yere dönüyorlar, biz ordan çoktan geçtik. Hastalıklı bir yere dönüyorlar…

Yazık. Deneysel akımlara ya da deneyselliğe karşı değilim sanatta. Ama deneysellik adına tarihi, bütün sanat dünyasını yok saymaya karşıyım.

Zaten bunlar da Allahtan adına heykel ya da resim demiyorlar ya. İşte mekân düzenlemesi, performans, üç boyutlu mekân düzenlemesi filan diyorlar yaptıklarına…

Hepsinde bir öykünme, bir tatminsizlik buluyorum. Gerçeği espriye çevirmek…

413
Mısır’a zaten yetişemezler kavramsallık konusunda.

Küveti de pislenmiş diye temizleyivermişler. Bu bizim conceptional artçı herif, birilerinin hiç dillerinden düşürmediği meşhur Boys efendi yani, …

416
Bu heykel zanaatını bırakmayacağım.


.
.
.
.

H. B. Kahraman - İlhan Selçuk'u Öldürmek

.
.
.
.
.
.
İLHAN SELÇUK’U ÖLDÜRMEK - Hasan Bülent Kahraman
Sabah Gazetesi, Pazar Eki 28 Nisan 2013 s.2

Kiç dediğimiz estetiksizlik estetiğinin en temel özelliği budur: Bir gerçekliği (realite), nesneyi doğrudan göstermesi. Bunun tabii, gerçekçilik (realizm) dediğimiz anlayışla bir ilişkisi yok.

Siyasaldan arınmış bir çağdaş sanat düşünmek olanaksızdır. Modern sanattan ayrıldığı nokta da çağdaş sanatın, gene siyasetle olan ilişkisidir. ‘Yüksek modernist’ sanat, siyaseti dışlarken çağdaş sanat onun içinden üretiliyor.

Ne var ki, gene çağdaş sanatın getirdiği büyük katkı, siyasalken dahi, siyaseti arkaya itmesi, sanatsal ifadeyi ve sanat yapıtını siyasal mesaja kurban etmemesidir.

Toplumsal heykel ve sanat çetrefil bir konudur. Hâlâ bu konuya dönük çağrılarımızda da 19. yüzyıl mantığıyla, yönlendirici modernist muhakemeyle hareket ediyoruz. Heykel yapalım ‘ilerleyelim’ anlayışı içindeyiz. Öyle olunca da hâlâ figürasyonun sınırları içinde kalıyoruz, en basit ilişkililik temeline oturmuş sembolizmi, anlatımcılığı bırakamıyoruz.
 .
.
.

24 Nisan 2013

Robert Meagher - Tékhne

.
.
.
Robert Meagher
TéKHNE
(Perspecta no 24.)
(Çev. Kenan Güvenç)
Mimarlık Dergisi, Sayı:276, Ağustos 1997.
______________________________________________
14. Genç Marx’a göre insani varlığı homofaber olarak düşünmek demek, insani varlığın temel belirleyici eylemi olarak yapım ve yapmayı görmek demektir. ...insansal eylemin Grekçe köklerine inilirse yapım eylemi üzerinde hükmeden mimar (sözcüğü) ile karşılaşırız... Üretim eylemi Grekçe ‘Techné’ kelimesi ile kuşatılmıştır. Mimar=Arkitekton ya da ‘Baş-Yapımcı’.. Bu kavrayışla birlikte mimarı resmen vasıfsız işçiden (tekton) farklılaştırarak mimar (i edimi) ilksel ve temel yapım eylemselliği ilkelerine (archai) yakınlaştırır...
...Tekhné bir şeyi, olmadığı birşeyden yapmaktır. Aşk yapma ve sonuç olarak çocuk yapma, tarlayı sürme ve ekme ve sonuç olarak tahıl üretmeyi techné olarak düşünmek doğru değildir. Bu örneklerin herbirinde sadece kendinde amaçları olan süreçlere bu amaçlarla az ya da çok çatışmaya düşmeden, ‘araya girmeksizin’ katılma söz konusudur... Her koşulda, herhangi bir şans, rastlantı ya da kasıtlı eylem, birşeyi üretebilmesine karşın, o şey sadece ‘olmadığı’ değil fakat niyetimiz doğrultusunda ‘olmak zorunda’ olduğu şey haline gelmedikçe maddenin yeniden işlendiği, bir kasta yönelik, bilinç olarak tanımlanabilecek gerçek bir Techné örneği olamaz. Bir evlik kereste çıkarmak için ya da ateşe odun, ya da kitaba kağıt (temini) için bir ağacı kestiğimiz zaman işte bu bir Techné örneğidir.
15. Bu kabul görmüş örneklerden yola çıkarak Techné’nin temelindeki tüm prensipleri çıkarsayabiliriz: Bilinçli, kasıtlı, maddi zora dayalı, üretimsel ile ilgili olarak ‘madde’ ya da ‘maddi’ anlamında kullanılan yaygın eski Grekçe sözcük “Hule”dir ki başlangıçta sadece “ahşap” anlamına geliyordu. Bu sözcükteki derinlik doğal olarak yapay olanla doğal olan arasındaki zorunlu bağlantıyı sağlar.. O anın ağaçlardan gelip maddeye (doğru) gitme sonuçta birinden diğerine geçiş eylemine işaret eder. Ahşap; ağaçtan hammeddeye doğru gidişin yarıyolunda hala doğal halini koruyan, kullanım çeşitliliğine açık, herşey için şekillendirilebilir bir metafordur. Başında ve sonunda mimarın gördüğü şey ahşap değildir. Önce bir ağaç daha sonra bir ev vardır.. Her iki durum için de ‘ahşap’...
...
Hegel, Marks ve başlangıçta Heidegger emin olarak, bu düşüncelerde daha karmaşık formülasyonları tercih edebilirler fakat hikaye içerik olarak aynı kalır. İnsan olduğu durumu inkara doğru ve düşünce ve iradesiyle uyum içinde bir dönüştürmede kendini gerçekleştirir.
İşte bu insan dehasının çekirdeğidir: bir ormana bakmak ve ağaçları değil evleriyle bir köyü ya da gemilerin gövdesini, gövdelerini görmek.
Düşünce ve gücün aynı potada eritilmesi konusu şimdi geri döneceğimiz eski çağlar söyleminde sık sık işlenmiştir.
16. Prometheus, adının anlamına uygun olarak, öngörüyü, ileriye bakma kapasitesi eğilimi olandan olandan olabilecek olanı getirir; fakat hem de ateşi, dönüştürücü gücü getirir. (par excellence) Ateşte et besin, ağaç ve kömür yakacak, cevher çelik, su buhar olur. Bu sırada dünya daha yaşanabilir (hayat) sürdürülebilir, ve denetlenebilir hale gelir.
Techné kısaca güç ve imgelemin ateş ve fikrin birbirine dönüşümünü temsil eder. ... İnsanın çatılara, duvarlara, ateşlere, silahlara, aletlere (elindekilerine) yoluna devam etmek ve sahipliğini sürdürmek için gereksinimi vardır. Dünyayı nasılsa öyle görmek insan için heyecan değil keder uyandırır. Platon ve Aristo’nun dünyayı bitmiş bir kozmos, mükemmelen düzenli ve mükemmelen memnun bulan seçkinci düşüncelerinin tersine, Prometheus dünyayı, ilahi kayıtsızlık, insana yönelik husumetin dışa vurumu olarak gördü. Bu dünya üzerinde göze harika hoş gidicilikte görünmesinden evvel düşünce ve ateş tarafından zoradayalı bir dönüştürme uğraşı olmuş olmalıydı. Prometheus’un hüküm giymesi bu yüzden de iyi ya da kötü hiçbir suç; Prometheus’un işlediğinden daha karakteristik olarak modern ve batılı olamazdı.
17. ...Techné deneyiminde imgesel özgürlük temeldir ve zora dayanmanın öncelidir. Bir mimar varolan strüktürü dönüştürüyorsa veya henüz varolmayan bir şey gibi tahayyül ediyorsa mimarın böyle bir özgürlüğü deneyimlediği ve sahiplendiği açıktır. Aslen ve tam olarak bahsedilen mimarın bir ‘yaratıcı’ değil bir ‘yapımcı’ olduğudur. Mimarlık işleri daima ve sadece göreceli olarak bir ‘yaratım’dır. Bu işler Techné’nin örnekleri olarak kalır, şeyler maddelerden inşa edilir, hiçbirşeylikten yaratılmaz.
Gerçekte mimar için ‘yaratma’ ve ‘inşa etme’ arasındaki ayrımdan daha belirleyici bir ayrım yoktur. Genesis (Yaratılış – Husule geliş)’deki yaratım söyleninden başka bu ayrımı aydınlatan başkaca bir metin yoktur. ...inşa etme ve yaratma eylemi arasındaki ayrım aynı zamanda Adem ile Tanrı arasındaki farkın tanımıdır; Tanrı yaratan, Adem ise inşa edendir. Her iki eyleyim temel olarak söze dayalıdır. Tanrı mükemmeliyeti içinde Ademle boşlukta konuşur ve varlıklar evrenini boşluktan çağırtır.
...Adem boşluğun üzerinden değil fakat yaratılmış evrenden seslenir. O şeyleri varolmaya değil, '‘ikredilmeye'’çağırır.. O, ‘adları’ verir, ‘varoluşu’ değil..
Herşeye karşın Ademin verdiği ‘adlar’ güçlüdür; o birşeyi adlandırıyorsa, şey ‘o’ olur..
18. Adem’in ... ‘sözü’ daima ‘ikinci’ ve yaratan değil inşa eden ‘sözdür’.. ...Günah Tanrıya benzemenin çekirdeğinde, kaçınılmaz olarak yaratım eyleminin katastrofik taklidindeydi.
Eski, şüphesiz, dünyayı yeniden yaratma; günahın sıfatı, ve modern Techné’nin incelmiş arzusuydu. ...Bu insani arzunun gerçekleştirilmesi Techné’nin her iki ögesinin ‘düşünce’ ve ‘ateş’in radikalleştirilmesini zorunlu kılar. İnsani imgelem; varlığa ve Tanrıya her iz bırakmış boyun eğişten, her serzenişten özgürleşmelidir. ...Ateş şekilsizlik içinde bir yaratıma dönüştürülene, içindeki en basit ögelere indirgenebilir olana dek inceltilmiş olmalıdır. Gerçekte tanrısal boşluğun fiziksel eşdeğerini bulma ya da insan yaratıcılığını tümüyle el altında tutan Aristo’nun ‘Öncel Maddesi’ sorunu, çağımızın bir takıntısıdır. Atomik, atomaltı, genetik strüktürlerin, sentetik maddelerin ve dönüştürüme uğramış yaşayabilir genlerin keşfi, ve yönlendirilmesi makul ‘yaratıcı’ iktidar için gösterilen çabalarda oldukça sendeletici adımları temsil ederler.
... Marx, insan idealinin varolan diğerliğin inkarı ve insan damgasının onun üzerine vurulması olduğundan sözeder. Marx’ın erken görüşlerini anlamak için, yere dönüş esnasında uçağın penceresinden görünen herhangi bir büyük şehir manzarasını gözönüne getirmeliyiz. Göze çarpan herşey insana mahsustur. Şimdi büyük yapıları taşıyan kuru zemin belki bir zamanlar su veya bataklıktı, nehir veya kanallar ise insan çabası ve elleriyle yaratılmış olabilir. ...Şimdi, eğer geriye kalan dünyanın vahşi, yabancı, rastgele bir şey kalmayıncaya kadar benzer şekilde biçim değiştirdiğini tasavvur edersek, işte o zaman, çağımızın henüz uyanmadığı rüyayı kavrayabiliriz.
...Prometheus tanrılara meydan okudu ve kötü durumu derinleştirmek yerine azaltmak üzere insanoğluna dönüştürme gücü verdi. Onun gayesi kozmosu insan yerleşimi olarak mahvetmek değil geliştirmekti. ...Öyle görünüyor ki yaratıcı gücü uygunlaştırmaya teşebbüste, modern techné, öncelikle yıkıcı gücü biriktirmekte; ...
.
.
.

Önder Şenyapılı - Heykel

.
.
.
.

Otuz Bin Yıl Öncesinden Günümüze Heykel
Önder Şenyapılı
Metu Pres, 2003, Ankara


40
Bedir Rahmi Eyüboğlu: “Resim Sanatı dört direğe dayanır. Dört Küheylan çeker arabamızı. Biri çizgi, biri leke, biri renk, biri de miniminnacık benek.” Diye yazmıştır yıllar önce. Bedri Rahmi’den esinlenerek, özetle denilebilir ki, yonut sanatının iki küheylanı mekan ve kütledir. Bir yonutla kurulan iletişime etkili olan öteki ögeler, hacim, yüzey, ışık, gölge, renk, orantı, ölçek, eklemleme, denge, doku, vb.dir.

42
(…) yonut sanatının yalnızca 3 boyutlu formlar yaratmak olmadığı ve/ya da yonutun 3 boyutlu bir form olarak tanımlamanın yeterli olmadığı görüşü de öne çıkmıştır ve bu görüş yonut-mekan ilişkisiyle ilgili anlayışların değişmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bugünkü anlayışa göre, yonut, bulunduğu/yerleştirildiği mekanı değiştirecek, daha anlamlı kılacak, günlük işlevlerin sıradanlığından kurtaracak; giderek (hatta) kendine özel bir mekan yaratacak bir plastik nesnedir.

43
Bu sayfalarda Şenyapılı, 20 yy’da atom’un parçalardan meydana geldiği bilgisinin sanatçılar üzerindeki büyük etkisinde bahsediyor. (Kandinsky)

46
(Tatlin-Picasso) (…) yonut artık, görme ve dokunma duyularına seslenmek tek amacına yönelik olarak yapılmıyordu. Kavramsallaştırma kaygısı öne çıkmıştı.

48
Dadacılığın kurucularından hem Alman hem Fransız kökenli ozan ve ressam Hnas ya da Jean Arp, akımın, sanatın ne olduğuna değgin (dair) yerleşmiş benimseyişlere karşı çıkan temel tutumuna uygun çalışmalar yapmıştır.

51
(…) Dada bir sanat akımı değildi; sanatı sorgulama hareketiydi.

54
Yirminci yüzyılın hemen bütün karşı sanat akımlarına ve bu akımların kurucusu sanatçılara Marcel Duchamp’ın çalışmaları kaynaklık etmiştir.

55
(…) Marcel Duchamp, Dada’yı bir inkarcılık (nihilizm) olarak tanımlıyordu. “Bir düşünce şeklinden kurtulmanın – insanın yakın çevresinden ya da geçmişten etkilenmesine karşı bir yol: klişelerden kurtulmanın bir yolu – özgürlük yolu idi.” Duchamp, Dada’nın boş gücünü gerekli görüyordu. Çünkü, sanatçı, genellikle onu etkileyen tarih aşamalarını kabul ederdi. Bir tarih aşamasından diğerine geçerdi. Aslında bunların tutsağı idi, bunlar çağdaş bile olsa.

Öteki sanatçılardan ayrımlı olarak, yapıtın fiziksel özelliklerinin ötesine geçmek, sanata düşünsel bir bakış açısı getirmek istiyordu.

Duchamp ilk adımı attı. Ready-made’leri estetik’i etik’e, sanat’ı ahlak’a yönlendirmiştir.” (Pierre Restany)

56
Yirminci yüzyıl boyunca sanat sorgulanagelmiştir. Sanat yapıtının yalnızca fiziksel varlığının, izleyicisine verdiği hazzın, vb. önem taşıdığına değgin genel yargı sarsılmıştır.

66
Giderek yontmak eylemine girişilmeksizin de yonut yapılabilmektedir.
Örneğin, yukarıda anılan kimi yonut türlerini bikez daha sıralayalım: ready-made/hazır nesne, kolaj, objet trouvé/bulunmuş nesne, kinetik yonut, mobil, stabil… Ve anılmayanlar: Installation (enstalasyon)/yerleştirme, assemblage, land art, vb… Ayrıca, Abstract sculpture/soyut yonut, optic(al)/optik, kavramsal, minimal, arte povera, in situ, junk (cank), vb. yonutlar.

Denilebilir ki, 20. yüzyılda, yonutun adı, anlamı değişti; özü de değişti yonutun, sözü de… Özetle, yonut kavramı değişti.

86
… “Fluxus” (Anlamı: “sürekli akış”.) diye bilinen hareketle birlikte anılan Alman sanatçı Josef Beuys (1921-1986), sanatı toplumsal ve siyasal değişimin bir aracı olarak görüyordu.

… “Sanat dışı” diye tanımlayabileceğimiz bu hareketin…

George Maccinas, Joseph Beuys, John Cage, Nam June Paik gibi farklı kültür ve kuşaklardan sanatçıların katıldığı bu isyancı ve alaycı sanat ruhu sanat piyasasına aldırmıyor, gündelik nesneler kullanarak “yaşam zaten sanattır” diyordu. (Alıntısı, devamında)

95
Türk toplumunun yaşamına yonut, Cumhuriyet döneminde girmiştir denebilir. … Henüz Cumhuriyetin ilanından önce, Gazi Mustafa Kemal, 1922 yılının Ocak ayında Bursa’da yaptığı konuşmada, Müslümanların yonutu bir put olarak görmeleri için artık hiçbir koşul kalmadığını belirtmiş, anıtların tarihte yaşanmış uygarlıkları günümüze taşıdığını vurgulamıştır.

98
Türkiye’de ilk kişisel yonut sergisi 1932’de gerçekleştirilmiştir ve gerçekleştiren sanatçı Zühtü Müridoğlu (1906-1992)’dur.

99-100
… İstediğimin ne olduğunu tam olarak bilemedim. Hiçbir heykelimi uzun süre karşımda tutamam… Bir zaman sonra kusurlar, eksiklikler bulmaya başlarım. ‘Bu da böyle yapılır mıydı?’ derim kendi kendime. Ben özünde heykel yapmayı seviyorum. Becerebildiğim iş budur. Onun için iyi midir; kötü müdür; bunu değerlendiremiyorum.

Ben belirli bir yolu, bir ölçüsü olan sanatçı değilim. Daima değişmişimdir. Çizimlerim bile birbirini tutmaz. Bu değişmeyi de bir aşama olarak kabul etmiyorum.. 1949-50 yılına kadar hep aynı şeyleri yapardım: Çıplak kadın, oturan kadın, Ahmet’in büstü, Fatma hanımın büstü. (Zühtü Müridoğlu)

100
“Türkiye’de taş işlemeciliği çok gelişmiştir. Hele Selçuklular zamanında harikalar düzeyine çıkmıştır. Camilere, çeşitli mimarilere, mezarlara yansımış ama, hiçbir zaman heykele yansımamıştır. Ve hiçbir zaman önem verilmemiş, heykelde karşılığını bulmamıştır. Böyle bir kültür mirasının üzerinde otur ve haberin olmasın. Bu şuna benziyor, deniz kenarında oturan köylüler vardır, yüzmeyi bilmezler ve güneşe çıkmazlar. Ben bu geleneğin heykelde karşılığını bulmasını istiyorum. (Mehmet Aksoy)

118
“Sanatçı hangi temayı ele alırsa alsın, ister non-figüratif ister figüratif çalışsın, yapıtlarında insancıl duygularla iç içe bir yaşamı yansıtır; tek tek bütün yapıtlarında, daha ilk bakışta yaşamışlık, duyarlık ve sevgi göze çarpar. Başka bir deyişle malzeme temayı, tema ise duyarlılığı taşır. …”

119
“… Heykel sanatı sadece üç boyutlu biçimler yaratmak değildir. Günümüz sanatında, üç boyutlu olup da heykel olmayan çeşitli ifade biçimleri vardır. Mesela, yüzyılımızın ikinci yarısında, Neo-Realizm’den bu yana ortaya çıkan sanat faaliyetleri arasında olsa olsa ikinci sınıf, ya da sıradan bir yeri olan asseblajları düşünün. Assemblaj heykel değildir. Çünkü, assemblajın ifadeciliği, her şeyden önce kendi içinde bir araya getirilmiş farklı nesneler veya nesne parçalarının doğurduğu duygu ve düşünceler üzerine kurulmuştur. Oysa bir heykel, bütün ifadesini yapıldığı malzeme ya da malzemelerin oluşturduğu biçim üzerine kuran üç boyutlu bir sanat eseridir. Bu nedenle bence, sınırlarını zorladığı assemblajdan gerçek bir heykel sanatı yaratmayı başarabilen tek sanatçı büyük usta Louise Nevelson idi. …” (Antonio Del Guercio: Koray Ariş, Galeri Nev, 1991.)

121
19. yüzyılın sonlarında üretilen anıtlara karşı çıkmak, haklı ve gerekli bir davranıştı. Ancak bu arada, 19. yüzyıl anıt heykellerinin akademik terörü altında ezilip kalmış anıt kavramına haksızlık edilmiş, ve böylece dönemin heykel sanatı da bir krize girmişti. İşte bu nedenle, çağımızın büyük İtalyan heykeltıraşı Arturo Martini, 1945’de, yaşamının zor bir döneminde, heykelin “ölü bir dil” olduğunu yazarken, heykel sanatının artık yeni bir şey yaratamayacağını değil, modern toplumun tarihinin büyük ölçüde heykel sanatının kendini ifade etme olanaklarını yok ettiğini kastediyordu.

123
… Meriç Hızal, toprakı ve/ya da havayı ve/ya da suyu ve/ya da ateşi ve/ya da zamanı ve/ya da günü ve/ya da geceyi ve/ya da özgürlükü bronzla anlatmaya çalışmaktaydı 1980’lerin sonlarıyla 1990’ların başında. O sıralar ruhu bronzla nasıl anlatacağını düşünmekteydi.

124
Yonutları ‘kavramsal’ olarak görülse/nitelense de, Meriç Hızal, biçimi yadsımamakta/dışlamamaktadır. Biçimin, yonutun iletişim kurması için önde gelen ögesi olduğuna inanmaktadır. Kavramsal bir yapı eldelemek için biçimin yadsınmasına gerek olmadığı görüşündedir.

… daha sonra bronzdan kadın çıplaklar ve aynı zamanda anıt-yonutlar da yapan, yonutta ritm konusunda araştırmaları bulunan Ferit Özşen, oldukça eski bir konuyu, doğurganlık ve bereket konusunu günümüze taşımıştır.

129
Rahmi Aksungur, 1970’li yıllarda silikon, 1980’li yıllarda bronz ile çalışmaktaydı. 1990’lı yıllarda ahşap kullanmaya başladı. Ancak, temel tutumu, ne kullanıyor olursa olsun, malzemenin ön plana çıkmasına, içerikin ve/ya da iletinin malzemece yönlendirilmesine/geri plana atılmasına izin vermemektir. Aksungur’a göre, malzeme ambalajdır ve sanatçı ambalajın çekiciliğini mümkün olduğunca azaltmaya çalışmaktadır.

138
“(Heykel) Kuvvetli rüya ister, donanım ister. Unutkan heykelci olmaz. Rüyanızı unutamazsınız, sanat tarihini unutamazsınız, diğer bütün sanatçıların yapıtlarını da unutamazsınız. Hele önceki işlerinizi asla. Bu size ne yapmamanız gerektiğini söyler, yani yapacaklarınızı. Hele bu ülkede ve bu ülke bu denli gölgede iken.” (Bihrat Mavitan)


Değişen nedir?

159 – 166
Yukarıdaki açıklamalardan yararlanarak özetlersek:

Artık, yonutun, yalnızca belirli nesne ve konuları betimleme amacıyla yapılması zorunluluğu yoktur.

Önemli olan (önemi daha da artan) yaratılan formdur.

Non-figüratif çalışmalarda, ortaya konan form, bir şeye benzemek bir yana, hiçbir şeyi andırmayabilir, herhangi bir anlamla yüklenmesi ge­rekmez, salt kendisi olması yeterlidir ve böyle olması istenir/istene­bilir. Bu durumda, yonut iletidir; yani, yonutun iletisi, yonutun ken­disidir.

Bir başka anlatımla, yonutun maddi varlığı/plastik gerçekliği öne çıkmıştır. Yonutun maddi varlığını ise, kütle, oylum (hacim) ve ağırlık nitelikleri ile ayrımlı (farklı) öğelerin biçimsel ilişkileri oluşturmak­tadır.

Görme ve dokunma duyularına seslenmenin ötesine geçilmiştir. Zihne seslenen, iletisinin algılanması için zihinsel çaba göstermeyi gerek­tiren kavramsal uygulamalar yapılabilmektedir. Aşk, zaman, gece, gündüz, renkler, ışık, yaşam, başarı, özgürlük, umut, dayanışma, mut­luluk, vb. kavramları görsel nesnelere dönüştürerek anlatmak için bir ileti(şim) aracı işlevini yüklenebiliyor yonut.

Söz konusu işlevi yerine getirirken, ille de bir figür olması nasıl gerekmiyorsa, ille bir form göstermesi de gerekmez.

konu

her şey yonut sanatı için konu olabilir.

Belirli nesne ve konuları betimleyebilir.

Nesnenin görüntüsünü ve yapısını (strüktürünü) vurgulamak;

Çağdaş teknolojiyle çağdaş araç ve gereçlerin kültürünü oluşturmak, yaygınlaştırmak amaçlı olabilir. (Yapımcılık/ Konstrüktivizm akımının amacı.)

Sanatın ne olup olmadığını sorgulamayı sağlamak için gerçekleştiri­lebilir. (Duchamp'ın sıradan kullanım nesnelerini sanat nesnesine dönüştürme eylemi bu sorgulamayı gündeme getirmek içindi.)

Matematik, fizik ve geometri kurallarını/kuramlarını/ilkelerini/formüllerini sınamak, sınırlarını zorlamak ya da uygulayarak yeni biçim­lemeler denemek/ formlar eldelemek amacıyla yapılabilir. (İlhan Koman’ın uzayda istasyonlar kurulmaya başlandıktan sonra, kapanın­ca hiçbir hacmi olmayan ama, açınca biribirine kurgulanabilen birim formlar eldelemeye uğraşması. Ya da gene aynı sanatçının daire şek­lindeki düzlemi 1/8 'pi' (3,1416), sonra 1/4, sonra 1/2 ve sırayla 1 tam 'pi', 2 pi, 3 pi, 4p, 5p ve sonsuz pi oranında büyüterek yeni formlar eldelemesi. Bu formlar biribirine eklendikçe bir küre oluşuyordu. Fidelenen formlar ne denli çoğalırsa çoğalsın son form bir küre olu­yordu. Matematik, fizik ve geometri kuralları/kuramları/ilkeleri/ formülleri, Gabo'nun yapıtlarında görüldüğü gibi, asıl anlatılmak istenenin/asıl iletinin anlatımına/gön­derimine destek sağlamak amacıyla kullanılabilmektedir.)

Hiçbir şeyi (nesne ve konuyu) betimlemeyebilir.

Giderek yonut sanatının yalnızca 3 boyutlu formlar yaratması beklenmemelidir.


geleneksel uygulama kalıplarının kırılması

Her tür malzeme kullanılmaktadır.

Ayrımlı malzeme birarada kullanılabilmekte, ayrımlı malzemenin uyumsuzluğundan kaynaklanan gerilimden anlatımı ve/ya da görsel etkileyimi güçlendirmek/ pekiştirmek için yararlanılmaktadır. Söz konusu gerilim, yonutun salt/ temel/ ana iletisi olabilmektedir. Ancak söz konusu gerilimin vurgulanabilmesinin bir tasarım sorunu olduğu unutulmamalıdır. (Dolayısıyla:)

İster tek, ister çok malzeme kullanılarak, gerçekleştirilmiş bir yonutta, malzemenin yönlendirdiği değil, sanatçının tasarımını öne çıkaran bir biçimleme aranır.

Malzeme izleği (temayı), izlek duyarlılığı taşır. Malzemenin ve/ya da malzemenin yönlendirdiği biçimlemenin izleği (sanatçının saptadığı/ belirlediği/ vermek istediği iletiyi) eksiksiz/ yanlışsız/ sağlıklı/ doğru ve duyarlı olarak anlatması (ifade etmesi)/ istenilen duyarlılıkta yan­sıtması olanaksızdır. İstenilen duyarlılığa malzemeye saygılı bir tasarım çabasıyla erişilebilir. Malzemeyle kurulan iyi diyalog duyarlılığın iletilmesini kolaylaştırmakta/ olanaklı kılmaktadır.

Artık, kütle denli kütle içi ve kütlelerarası boşluklar da önem kazan­mıştır. (Önce Rodin: "Yonut, boşluklar ve kütlesel-topak parçaların sanatıdır." Sonra, geleneksel kapalı formun egemenliğine son veril­mesi.) Yalnızca malzemenin yontulmasıyla değil, boşun (mekan) içinde parçaların biraraya getirilmesiyle açık (form) yonutlar da yapıl­maktadır.


her şey

Biraraya getirilen parçalar her şey olabilmektedir. Örneğin, günlük yaşamda kullanılan sıradan nesneler, sanatçı tarafından yeni bir bağlam içinde yabancılaştırılarak biraraya getirilip bir plastik nesne oluşturulmaktadır. (Picasso'nun bir bisiklet selesi ve direksiyon çubuğundan oluşturduğu "Öküz başı" gibi. Ya da Bünyamin Özgültekin'in "sanat objeleri" gibi.) (Yontmak eyleminden türetilen yonut sözcüğü, bu tür yapımlar devreye girdiğinde, yetersiz kalmaktadır. Çünkü, günümüzde birçok yapıt, yontma işlemine başvurulmadan gerçekleştirilmektedir. Kimi sanatçıların, -örneğin, Erdağ Aksel'in,- yonut sözcüğü yerine heykel sözcüğünü yeğlemeleri bu nedenledir.)


dinamizm

Açık yonutlar, boşluk ve dolulukların bireşimidir ve boşluk edilgen değildir; çok zaman yapıta dinamizm veren öğedir.

(Dinamizmden söz edilince:) Bir zamanlar devinimi (hareketi) betimlemesi beklenen yonutun, artık, kendisinin devindiği (mobil ve kinetik yonut) de gözden kaçırılmamalıdır.

Boşluk, çok zaman yapıta dinamizm vermektedir ama, gene de,

kütlenin sanatçının sanatsal görüşünü ileten öğe olduğu, iletişimi kuran araç olduğu kanısı yaygındır. Gerilimi artıran ya da azaltan kütledir. Bir yonut, kütle, oylum (hacim) ve ağırlık öğelerinin algılan­masını sağlamakla yükümlüdür. Yer çekimi - madde etkileşimini görünür kılan, kütledir.


yonut - boşun ilişkisi

Yonut-boşun (mekan) ilişkisi anlayışı da değişmiş/çeşitlenmiştir: Geçmişte yonut yer aldığı boşunun (mekanın) bir parçası olarak görülmekteydi. Yer aldığı boşunda belli bir nokta olarak, o boşunu tanımlayıcı öğelerden biri idi.

Artık, yonutun bulunduğu/yerleştirildiği boşunun bir parçası olarak düşünülmemesi/görülmemesi, kendi gerçek boşununu yaratması gerektiği savunulmaktadır.

Yonut, varlığıyla çevreye yeni bir boşun kazandırmalıdır. Kendine özel
bir boşun yaratmalıdır.

            Bulunduğu/yerleştirildiği boşunun bir parçası olan yonut, kendini anlatma olanaklarından yoksun bırakılmış demektir. Bu ise, yonut sanatının ölü bir dile dönüştüğü anlamına gelir. Yonut dilinin canlan­ması kendi anlatı (ifade) olanaklarını kullanmasına, yukarıda değinildiği gibi, yalnızca kendisi olan ya da iletisi kendisi olan form­ların yaratılmasına ve bu formların kendi özel boşununu yaratmasına bağlıdır.

Bununla birlikte, yonutun açık boşunda, çevreyle, mimariyle ve bitki örtüsüyle birlikte algılanmasını savunan görüş (Sorensen) de geçer­liğini yitirmiş değildir.

Yonut sanatının yalnızca 3 boyutlu formlar yaratmak olmadığı ve/ya da yonutu 3 boyutlu bir form olarak tanımlamanın yeterli olmadığı görüşü de yonut - boşun ilişkisiyle ilgili anlayışlardan kaynaklanmak­tadır. Yonut, bulunduğu/ yerleştirildiği boşunu değiştirecek, daha anlamlı kılacak, günlük işlevlerin sıradanlığından kurtaracak bir plas­tik nesnedir.

Yonut, artık, yalnızca açık (geniş) boşunun değil, kapalı (küçük/dar) boşunların da sanatıdır.

Yonutun kapalı boşunlara da yerleştirilebilmesi/ konulabilmesi, ölçeğinin de değişmesine ve/ya da çeşitlenmesine yol açmıştır.

Anıt-yonut ölçeği tek ölçek değildir. Mimari yapı ölçeğinden, biblo ölçeğine değin değişen boyutlarda yonutlar yapılabilmektedir.


ölçek

Değişik ölçekteki yonutların ayrımlı algılamalara yol açması/ayrımlı algılanması doğaldır. Çünkü, enazından, bir anıt-yonutun alıcı (izleyi­ci) üzerinde yol açtığı etkilenme ile çalışma masasının üstüne ko­nabilecek boyutlarda bir yonutunki, kesenkes, aynı değildir.

Yonutun İÇERİKi değişmiş/çeşitlenmiştir. (Örneğin, yalnızca ulusal kahramanların/ulusal utkuların/yöneticilerin/başarılı kişilerin/top­lumsal olayların, vb. yonutları yapılmamaktadır artık. Her şey yonut konusu olabilir. Konusuz yonutlar da yapılmaktadır.)


teknik

Yonut TEKNİKi (işleyim yöntemleri/yolları/biçimleri) değişmiş/ çeşitlenmiştir. (Örneğin, yalnızca taş ve ahşabın yontulması, çamurun yoğrulmasıyla değil, başka yol ve yöntemlerle de yonutlar, yapılmak­tadır.)


biçimleme

Yonut BİÇİMLEMESİ (ortaya konulan biçim/form/düzenleme/imge) çeşitlenmiş/zenginleşmiştir. (Figürlü, figürsüz, figürlü-soyut, soyut, giderek 3 boyutlu olmayan ve bir form göstermeyen yonutlar yapıl­maktadır.)


imge

Öncelikle belirtelim: Formsuzluk da bir İMGEdir. Elbette, alıcı (görsel bir sanat dalından söz edildiğine göre: izleyici) yonutla iletişimini ortaya konulan İMGE ile kurmaktadır. Yonutun İLETİsini ortaya konulmuş İMGEye bakarak algılamaktadır.
Biribirinden ayrımlı içerikte, çok ayrımlı tekniklerle biçimlenmiş imgelerin, yonut sanatıyla yeni yeni tanışan bir toplumda kolayca algılanamaması doğal sayılabilir.
.
.
.
.