.
.
.
.
Godard Godar’ı Anlatıyor [1985]
Söyleşiler
(Çev. Aykut Derman) Metis
Yayınları 1991 İstanbul
24
… bir sinemacı olarak değişmek, kuşku yok ki yaşamın
kendisini de değiştirmekten geçiyor; bir tekneden başka bir tekneye sürüklenip
duramam, çünkü sonunda tekne batıyor.
37
… yazmakla film yapmak arasındaki fark nitelik farkı değil,
nicelik farkıdır.
Eleştiri yazmak yerine film yapıyor, içine eleştiri boyutunu
da katıyorum. … Bana göre, ne tür olursa olsun, anlatım biçimleri arasında tam
bir kesintisizlik var.
40
… hep koruduğum, alıntı yapma düşkünlüğüm… Niye suçlanacak
bir şey olsun ki bu? İnsanlar yaşamlarında hoşlarına giden şeyleri alıp onlara
sahip çıkarlar.
43
Özgür olmak, hoşunuza giden bir şeyi, hoşunuza gittiği anda
yapabilmektir.
44
…doğruya ulaşılması için yanlışlar yapılmış olması
gerek(ir).
46
Aklıma yeni fikirleri getiren aslında, filmin dekoru. Hatta,
hareket noktam çoğu kez dekor oluyor. … Senaryonun yazılmasından sonra, çekim
yeri nasıl saptanır anlamıyorum.
47
Yine de insan bula bula, uzun süreden beri düşünmekte olduğu
şeylerden başka bir şey bulamıyor yazmak için.
49
… belgeselden yola çıkıp, ona kurgusal olanın gerçekliğini
veriyorum sanırım.
52
Yazar değilim ben. Bir film yapmak, üç işlemi, düşünceyi,
çekimi, montajı üst üste getirmek demektir.
60
Televizyon devlet demek, devletse memurlar, memurlarsa…
televizyonun tersi demek. Yani, televizyonun olması gereken şeyin tersi demek
istiyorum.
62
Röportaj ancak içine kurgusallık sokulduğu zaman ilginç hale
geliyor, kurgusallığın ilginçliği ise kendisini belgesellikle doğrulamasına
bağlı.
73
- Sanki tanrılar denize inmişler gibi.
- Hayır, doğa; doğanın o andaki, ne romantik ne de trajik
olan hali.
74
Soru sormak eleştirel bir tutum değil, doğal bir edimdir.
76
Sinema tekniği açısından ilerlemeler kaydedilmiş olabilir,
ama üslupta devrim söz konusu değil, en azından şimdilik.
77
Velasquez, yaşamının sonlarına doğru, artık belirli şeyleri
resmetmiyordu; belirli şeyler arasında varolan şeyin resmini yapıyordu; … :
İnsanları anlatmayacaksın, onların arasında varolan şeyleri anlatacaksın.
78
Politika, hem şimdiki zaman hem de geçmiştir. Churchill’in
anılarını okuduğunuz zaman, bugün olup biteni çok iyi anlarsınız.
cinema-verite İnsanları gündelik yaşamları, doğal
hareketleri ve gerçek konuşmalarıyla yansıtan sinema hareketi.
81
Burjuva öyküleri anlatan filmler yapmakla işe başlamamın
nedeni, burjuva kökenli olmamdır.
Gençler, sinema yapmakla fil yapmayı birbirine karıştırıyor.
Düşlerinizdeki konunun filmi; yoktur böyle bir şey.
83
Ne olursa olsun,
insanın kendisini sinemanın kutsal olduğu düşüncesinden sıyırması gerekir.
92
Bana sorarsanız, sinema daha şiirsel olmalı ve daha geniş
anlamda şiirsel, ayrıca şiirin kendisine de genişlik kazandırılmalı.
94
Öyle sanıyorum ki ben, sizin yapmaya çalışmadığınız şeyi
yapmaya çalışıyorum: Tanımlama. Ya bir duyguyu ya da bir algıyı.
95
Biz dünyayı, gerçekliği, kendi kendimizi çözümlemeye
mahkûmuz, oysa ne ressam ne de müzisyen buna mahkûm.
Evet, ressamlar zamanı ve düşünceyi silkip atmayı başarıyorlar.
97
… mümkün olan en büyük sayıda insana ulaşmak istiyorum, en
büyük sayıda akıllı insana…
98
Ben sansüre karşı değilim. Sansürden yanayım. Sansürün
aldığı bazı kararlara karşıyım yalnızca.
99
… din ahlakın pratik biçimlerinden biridir.
… ama ahlakı dinin üzerine koyarım.
- Bir din genel olarak insanın Tanrı’yla, yani sonsuzlukla
olan ilişkilerini saptar, düzenler.
- Benim için ahlak, insanın dünya ile olan ilişkilerini
düzenler. Dünya benim gözüme Tanrı’dan daha engin görünüyor. Bana göre Dünya,
Tanrı düşüncesini içeriyor.
120
Sinemaya yeni atılan gençlerin her şeyi bilmeleri gerekmez.
Lumiere’i ya da Eisenstein’ı tanımadan pekala işe girişebilirler. Günün birinde
onları da tanıyacaklardır, Picasso’nun zenci sanatını otuz yaşında tanıdığı
gibi. Daha geç tanısaydı ne olurdu? Eh, o zaman da “Avignon’lu Kızlar”ı daha
sonra yapardı; bu arada da başka şeyler yapardı. Gençlerin şansı var, her şeye
yeniden başlama şansı.
123
Sinema alanında her düzeyde durum aynıdır: İnsanlar
eğitimsizdir. Bu bir eğitim sorunudur.
133
(Seyirciler) … olup biteni anlamaya çalışıyorlardı. Aslında,
kolaylıkla anlıyorlardı, ama anladıklarının farkına varmıyor, tam tersine,
hiçbir şey anlamadıklarını düşünüyorlardı.
136
… dünmeyi başarabilmek, sizi forma sokacak çok basit şeyleri
yapmakla mümkündür.
142
… ben bir filmin, onu seyredecek olanlarla birlikte
yapılması gerektiğini düşünüyorum.
154
… giderek daha fazla şey gösteriliyor, ama giderek daha az
şey görmeye başlıyoruz. Televizyondaki görüntüler asansör müziği gibi.
155
Sinema, hareket halindeki fotoğraf değil, üzerinde yargıya
varılacak, birbirleriyle karşılaştırılacak üç ayrı fotoğraftır.
159
Sinema, sanatın çocukluğudur. Diğer sanatlar erişkin
sanatlardır. Ve sinema bütün diğer sanatları içine aldı, ama halk ölçeğinde,
çocukluk aşamasındaki halleriyle. İşte bundan dolayı sinema demokrat bir
sanattır; oysa örneğin müzik ve resim oldum olası seçkinlere seslenmiştir.
168
Daha büyük, daha ritimli sevgi anlarını bulup çıkarmak; bu
işi bu iş için belki de biraz yaşlıyım… Uygun görüntüler vardır, aşkla işi,
evle fabrikayı, tatile boş zamanı ayırt edebilirsiniz, ama bana göre, iş
zamanıyla boş zaman arasında fark yoktur; bir melodinin kuvvetli zamanlarıyla
zayıf zamanlar gibidir bunlar.
175
… sağlıktan söz edeceksem, hastalık görüntüsünü kullanıyorum
hep, tersini yapmak aklıma gelmiyor.
186
İnsan çok yanlız olunca, yaptığından tam emin olamıyor; …
insanın kendine mal ettiği tekniklerden emin olması gerek.
191
Video ile çalışırsanız ve elinizin altında zoom varsa, ama
bunu bir amatör gibi yaparsınız iyi bir iş çıkarabilirsiniz ve bunu da bütün
bir teknik ekibe gerek duymadan başarabilirsiniz; …
193
Ben, gerçek varlık olarak var olmaktan çok, görüntülerle
varım, çünkü yaşadığımı kanıtlayan tek şey, yaptığım görüntüler.
209
Evet, tabii özgürüm; neyin savaşımını vereceğimi seçmekte
özgürsün özgürüm.
224
Sinemaya gelince, o da aynı zamanda yaşamın kendisi; ve siz
yaşamın filmini yapmaya başlar başlamaz, insanlar bunun sinema olmaktan
çıktığını söylüyorlar size, zaten yaşanmakta olanı ikinci kez görmek için para
ödemeyiz, diyorlar. Biz insanlara, herhangi bir şantiyede açılmakta olan bir
deliği göstermeye kalsaydık, bu doğru olurdu; …
226
“Yasa adil olmadığı zaman, adalet yasanın önüne geçer.”
230
Doğru görüntü yok, sadece görüntü var. O görüntüyü bulup
yapıyorsunuz.
236
Bu konuda ben bütünüyle Sartre’cıyım: İnsan, başka biri onun
ne olmasını istiyorsan odur. … Dünyada var olan tek şeyin iletişim olduğunu
sanıyorum. Kendi varlığıma, senin varlığına inanmıyorum. Hareketlerin,
biçimlerin maddeleşmiş bir anı olduğumuzu düşünüyorum.
238
Birine kalkıp da, seninle nasıl iletişim kurabiliriz,
dediğinde, anladım şey şu: “birbirimizle nasıl konuşabiliriz ya da birbirimize
nasıl dokunabiliriz?” Oysa benim için iletişim kurmak, seninle ben Paris’ten
kalkıp Marsilya'ya birlikte nasıl gideceğiz; senin kafanda Marsilya'ya gitme
konusunda kendine ait gerekçelerin, benimkinde de bana ait olanlar varken bunu
nasıl yapacağız, demek.
257
Beş kişiden oluşan bir ekipte bile, toplumun bütün
katmanlarını bulabilirsiniz, hem de pratik ve canlı biçimde. ... Eğer bir film
ekibi buysa, Fransa'nın da bu olduğundan emin olabilirsiniz.
276
Aldığım bu eğitim dolayısıyla bugün örneğin, göl kıyısında
bir evim olsun hiç istemiyorum, bu beni çok rahatsız ederdi.
282
Bir televizyon teknisyenine, “Jenerikte şu kadar efekt
kullanın,” derseniz, Etiyopya’da o kadar çocuğun ölmesine neden olacaktır.
Paranın başka biçimde kullanılabilmesi bir yana, aradaki ilişki mutlak doğrudan
bir ilişkidir. Lavoisier’nin koyduğu yasa hala geçerli: Burada şöyle yapılan
şey, başka yerde şuna dönüşür.
283
Ben Dallas’ı izlemeyi çok seviyorum. … Uzun süre o boka
saplanılmaktan korkuldu, şimdiyse, koyver gitsin. Belki de pislikten az
korkulan bir değişim dönemine ilgi duymanın ilginç bir yanı vardır.
284
Ama televizyonda söz konusu olan, bir şeyleri göstermek
değil, o şeyler üzerinde çene çalmak, ya da ne bileyim, tatlı tatlı yapılan bir
tür yoldan saptırma.
288
Birlikte çalıştığım insanlara söylediğim şey hep şu oluyor:
Getirecek bir şeyler bul, bulacağın şey sana ait ama konuyla ilgili olsun.
293
Görüntünün kendisi bile acıyı korumanın hala tek olanağı
olarak kalmalı. Ve bizim elimizde tuttuğumuz, adına görüntü denen şeyi yapma
olanağımız -kafamızın içinde ya da bir maddesel/görsel taşıyıcı üzerinde- öyle
bir şey olmalı ki, görsel taşıyıcının kendisi de onu yapma olanağımızın bir görüntüsünden
başka bir şey olmamalı, yani içinde söz olmamalı. [Hegel’in ‘erime’ kuramı]
307
Ama iki-üç bin yıllık bir zaman perspektifi içinden bakacak
olursak… sanat dediğimiz şey nedir? Sanatsal işlev Ortaçağ’dan biraz sonra
doğdu, artık ortadan kalkmakta, devrini tamamladı (Sanatsal işlevin daha
önemsiz hale gelmesi… 306). Şimdi, daha çok teknolojik işlev söz konusu,
Sanat’a düşman gözüyle bakılıyor, çünkü size, insanlarla bir şeyleri paylaşma
olanağı sağlayan şey o; teknolojide böyle bir şey söz konusu değil: Hemen
uygulamaya geçiyorsunuz, yani bir karar alıyorsunuz, yani iktidar sahibi olma
isteği belirtiyorsunuz.
Sanatın o, “paylaşmak, birlikte göstermek”ten başka bir şey
olmayan işlevi artık hiç kalmadı. Zanaatçı olsun, sanatçı olsun yok olup
gidiyor.
Çünkü amaç "politika üstüne" ya da "politika
konulu" film yapmak değil, politik filmi politik yapmak... Godard
geleneksel olarak sinemada (ister klasik Hollywood, isterse "sanatkâr
Avrupa" sineması) kendini gizleyen "olağan politikayı" (bazıları
buna "ideoloji" veya "sinemacıların kendiliğinden
ideolojisi" diyebilirler) ilk eserlerinden itibaren sezmişti... Hollywood veya Sovyet Devrimci Sineması
(burada yalnızca Sinegöz'ü ve Vertov'u dışarıda bırakıyoruz)
"politik" filmi yalnızca siyasi meselelerle ilgilenen bir sinema
uğraşısı olarak değerlendiriyordu. Filmelir işleyiş tarzı siyasal değildi, ama
içerikleri siyasaldı... bol bol mesaj ve slogan vardı... ama imajlar pek ender
olarak (bazen Eisenstein filmlerinde) kendi baylarına politiktiler... Sinemayı
politik kılmak onu siyasi meselelerle uğraşmaktan kurtarıp, henüz
siyasallaşmamış meselelerle uğraştırarak olabilir... işte o zaman sinemanın ya
da videonun siyaset yapmaya başladığını söyleyebilecek hale geliriz...
"Non pas une image juste, mais juste une image" Godard
sinematografisinin temel sloganı... "Doğru imaj" sinema için bugün
genel hayat için "politically correct" (politik bakımdan doğru) diye
önerilen yaşam biçiminin bir izdüşümüdür. Bu imajlarda şiddetin, aşırı seksin
ve "doğru olmayan" görüntülerin dışlanması beklenir. Sinematografik
açıdan "doğru imaj" anlatının sürekliliğini ve iç uyumunu bozmayan, kendini seyirciye yabancı kılmayacak, onun
hayatta alışmış olduğu anlatı ilkelerine yabancı gelmeyecek imajların
toplamından ve zincirinden başka bir şey değildir. Çünkü her şey imajdır ve
cisimlere, hayata ve dünyaya dair elimizde imajlardan başka hiçbir şeyimiz
yok... Sorun, içinde manipüle edildikleri rejimlerin ellerinden imajları
kurtarmakta yatıyor... Bunun için film de yapabilirsiniz, ama düşünebilirsiniz
de --filmleriniz de "düşünceli" filmler olabilirler...
Genelleştirilmiş hastalığın --globalleşme adı altında, para piyasaları adı
altında, siyasi iktidar adı altında bir bulutsu gibi bizi sarıp sarmalamaya
başladığı günümüzde... artık bir Tanrıya değil, inancın kendisine ve gücüne
inanmak istiyoruz... Çünkü "özel hayat" bize saklı değildir...
Kapitalizmin bizi sakladığı bir kozadan, kendisine katlanabilmemiz için bizi
içinde tuttuğu bir kozadan başka bir şey değildir "özel hayat"... ve
bunu anlamak için herhangi bir JLG filmi izlemek en az Bresson, Welles, Dreyer
filmi seyretmek kadar yeterlidir... [KOROTONOMEDYA Neden Godard'la Uğraşıyoruz?]
.
.
.
.