.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
Sanat ve Çokluk: Sanat Üzerine Dokuz Mektup
Antonio
Negri [Art et multitude: Neuf letters
sur l’art, 2009]
(Çev. Serkan Sönmezgil)
Monokl Yay. 2013 İstanbul
ilk yedi mektup 1988
diğerleri 1999, 2001
1
“[Negri] Yalnızca
Tanrı’nın değil, doğadan ayrı ve aşkın bir göndermesi bulunan insan fikrini de
reddetti ve doğa ile aynı düzlemdeki Spinozacı bir insan söylemini gündeme
getirdi” (Kitabın Negri’yi tanıttığı bölümden)
Sunuş
13
O sıra önüme koyduğum
mesele, bana tamamıyla kapitalist üretim tarzı tarafından ezilmiş görünen bir
toplum algısından çıkmaktı. Etrafımdaki toplum bana bir metalar yığını, paranın
ya da finans mekanizmalarının birbirlerinin yerine geçebilir kıldığı bir soyut
değerler yığını gibi görünüyordu; tek taraflı bağların içinde yassılaşmış,
gerilimleri adeta yürürlükten kaldırılmış bir kapitalist dünya. Bu kapitalist
dünyada artık doğal olan, yani sanayi-öncesi olan ve imal edilmiş olmayan
hiçbir şey bulamıyordum.
14
Sanat böyle bir durumda
hangi anlama sahip olabilirdi? … Bu algı basitçe felsefi değil, aynı zamanda
politikti de.
15
Sanat artık, toplumsal
inşaların ve iletişimin ayrımsız çokluğunun içine çekiliyordu ve hepimizin
içine battığı metalar dünyasının paydaşı oluyordu.
Doğa diye hala neye
diyoruz?
16
(karşımdaki manzara hala
doğal mı yoksa insan tarafından dönüştürülmüş doğa denli soyut bir şey mi?)
… bizim doğayı
değerlendirişimizin hapsolduğu çerçeve buysa, onu ancak dönüştürülmüş doğa ve
insan eyleminin uzantısı olarak tanıyorsak, sanatın ta kendisi (aynı zamanda
insan etkinliği ve bu etkinliğin kökensel modellerle sürdürdüğü ilişkinin
ayrıcalıklı işareti olarak sanat) bu soyut dispozitifin parçasıysa, o zaman
sanatı ancak insan etkinliği açısından ele alabiliriz ve güzelliği de ancak
insan eyleminin, yani doğanın ve tarihsel gerçekliğin radikal dönüşüm
kapasitesi olarak canlı emeğin bakış açısından takdir edebiliriz.
dispozitif
fr. aygıt, cihaz, araç, düzen
"bu terimle yakalamaya çalıştığım şey, ilk olarak,
söylemlerden, kurumlardan, mimari formlardan, düzenleyici kararlardan,
yasalardan, idari tedbirlerden, bilimsel ifadelerden, felsefi, ahlaki ve
filantropik önermelerden mürekkep, hayli heterojen bir mecmuadır - kısaca,
telaffuz edilenler kadar edilmeyenlerdir... ikincisi, bu aygıtın içinde
tanımlamaya çalıştığım, bu saydığım heterojen unsurlar arasındaki bağlantının
doğasıdır." michel foucault (1980) power/knowledge
dispositif, klasik kuramın "sistem" yahut
"yapı" kavramının zorluklarından sıyrılır, … bu analiz aracı,
disipliner bir yapının tüm kaçış, işbirliği ve hapsetme çizgilerinin karmaşık
geçişliliğini ele almayı sağlar.
[episteme kavramının yerine kullandığı bu kavram ile]
foucault'nun ihtiyacı olan, daha fazla insansızlaştırılmış, daha yapısal ve
kapsayıcı bir analitik araçla çalışmaktı. (ekşi)
Sanatın tamamen metalar
dünyasına batmış olması beni artık çok şaşırtmıyordu çünkü emek de aynı durumda
ve başka türlü de olamaz.
17
Sanat söylendiği üzere
emektir, canlı emektir ve o halde tekilliğin, figürlerin ve tekil nesnelerin
icadıdır, dilsel ifadedir, işaretlerin icadıdır. … bu ifade edimi ancak
kendisini ifade etmesini sağlayan işaretler ya da dil, ortaklık oluşturduğunda
ve ortak bir projede içerilip kapsandıklarında güzelliğe ve mutlağa erişir.
… benim avangardlığım daha
ziyade, günümüzde tamamlanmış ve geri döndürülemez sayılan üretken emek
figürüne bu geçişe kesin gözüyle bakıyor olmamdan kaynaklanıyordu: Canlı emek,
ister entelektüel olsun ister duygulanımsal, maddi olmayan üretimden başka bir
şey değildir.
Gianmarco’ya, Soyut Üzerine Mektup
(1 Aralık 1988)
23
liturji dinsel törenlerde usul ve sıra
(ekşi)
24
Bu ölü gerçekliği, bu
delice geçişi yaşamalıyız. Hapishaneyi nasıl hayatı yeniden olumlamanın
paradoksal ve çok acımasız bir tarzı olarak yaşadıysak işte öyle.
26
Seyrine daldığımız, bir
"doğa durumu" değil, fakat doğadışı, doğa sonrası, insansonrası,
insandışı bir hal. ... Soyut, bizim doğamızdır; soyut, bizim emeğimizin
niteliğidir; soyut, içinde var olduğumuz tek ortaklıktır. Soyutun dışında,
çoktan ölmüş bir doğal yaşamın, mabedi olmayan bir dinin uygunsuzluğu vardır.
Carlo’ya, Postmodern Üzerine Mektup
(5 Aralık 1988)
33
Piyasanın iktidarı,
tekilleşme ve birisi için ya da bir şey için değer arz etme olanağını yok
etmiştir. Yaratıcılık kabuğuna çekilmiştir.
Giorgia’ya, Yüce Üzerine Mektup
7 Aralık 1988
40
Nasıl kaçınabiliriz
onlardan? Nasıl kurtarabiliriz kendimizi bu canavarlardan? Piyasanın
gerçekliğini ve çılgın içsel eğilimini onların en uç sonucuna dek götürerek …
41
yap-takçılık (bricolage)
Manfredo'ya, Kolektif Emek Üzerine Mektup
10 Aralık 1988
47
Anımsıyor musun;
mühendisleri, işçileri ve psikologları taklit ediyorduk, işi parçalarına
ayrıştırıyor, nesneleri mekanik olarak dağıtıp ardından yeniden birleştiriyor,
küçük makineler inşa edip optik yanılsamalar üretiyorduk -sanatın bir tür uçarı
Taylorizasyonu!
48
Kolektif emek tarafından
inşa edilmiş, yeniden inşa edilmiş, yeniden biçimlendirilmiş bir gerçeklik,
yapay, soyut bir boyut, her şeyi, ruhu ve bedeni, yaşamı ve ölümü istila etmiş
ve her şeyin ötesinde soyut emeğin art arda birikimiyle bizzat doğanın yerini
almış genel bir belirlenim.
52
"Sanat yeteneğini
yalnızca tekil bireylere atfedip büyük kitlelerde yok etmek, iş bölümünün bir
sonucudur." Karl Marx
Sanat her şeyden önce yeni
bir varlığın sezinlenmesine izin veren yeni bir dilin kuruluşudur...
53
...sanatsal etkinliğin
farklı çağdaş dönemleri ile bu dönemlere denk düşen emeğin örgütlenme biçimleri
arasında(ki karşılıklılık)...
1848 - 1870 nitelikli işçinin devrimci mücadelesinin mal
edici aşaması: gerçekçilik dönemi,
1871 - 1914 iş bölümünün derinleşmesi: izlenimcilik
dönemi,
1917 - sermayenin işçi kitleselleşmesini
üretimin temeli olarak kabul etmek zorunda kalması
soyutlama dönemi,
1917 - 1929 soyutlama dışavurumcu ve deneyselci bir karakter
taşır,
1929 - 1968 tek estetik boyut kitle-sanatı boyutudur
1968 - neşe ve mutlak yaratım anı.
Massimo'ya, Güzel Üzerine Mektup
15 Aralık 1988
57
... bütün mesele, güzeli
kuran bu varlık taşmasının/fazlalığının nereden geldiğini tanımlayabilmekten
ibaret.
59
... varoluşun çamur
deryası içinde güzelin peşine düşmek ve dolayısıyla, yeryüzüne inen melek ile
onu çevreleyen sefalet arasındaki büyük farkı benimsetmek...
60
Sanat meleğin ürünü
değildir, fakat tüm insanların melek olduğunun doğrulanmasıdır -ve her
seferinde yeniden keşfedilmesidir.
... yapay ama yine de
hakiki bir dünya. ... Sanat üretim tarzının içine sokulursa, onun kolektif
emeğin diğer ürünlerine kıyasla özgüllüğü nedir? Belki de sanat bir artı-değere
benziyor? ... Peki ya durum bu değilse, artı-değerden nasıl ayırt edeceğiz onu?
61
Bu değerler üretimde
sermayenin elinden kaçıp kurtuluyor, ... Her şeyi örgütleme ve her şeye
tahakküm etme, hiçbir şeyin, alternatif bir üretimin bile kaçıp kurtulmasına
izin vermemek kaygısıyla, sermaye, sanattan da kendisine özgü bir üretici güç
yaratmaya çabalar -fakat bu emeline çok daha az başarıyla ve her zaman büyük
bir muğlaklıkla erişir: Bu, dekoratif sanatların, tasarımın, sanatsal yeniden
üretimi vs. gelişiminin tarihidir.
62
Özgürleşmiş emek, varlığın
taşmasının kolektif özü olan dildir.
63
Sanat, tabiri caizse, her
zaman demokratiktir -onun üretici mekanizması, ortaklıklar, yeni ortaklıklar
içinde bir araya gelen bir dil yetisi, sözcükler, renkler, sesler üretmesi
anlamında demokratiktir.
64
Hakiki sanatçıyı üstün bir
varlık olarak değerlendiriyoruz -fakat kolektif olmayan, ortaklaşacılık için
olmayan üstün bir varlık yoktur. Sanatçıda kolektif, bir varlık taşmasını özgür
kılar ve onu tekilleştirir: sanatçı bizzat bir sanat yapıtıdır. Ve varlık soyut
ve yapay ise, sanatçı bizzat varlığın yeniden şekillendirilişi olacaktır.
Nanni'ye, İnşa Etmek Üzerine Mektup
18 Aralık 1988
66
mutadis mutandis gerekli değişiklikler yapıldıktan
sonra
... güzel, kendisini bir
varlık taşması olarak sunan bir kolektif özgürleşme eyleminin ürünüdür...
Konstrüktivizm büyük
şiirin ve büyük romanın yazgısıdır. Ama bugün, a fotiori olarak böyledir. Çünkü
şiirsel işlevin aşılandığı, ekildiği bir dünya, hem anlam hem de değerler
bakımından soyut, yapay, belirlenimsiz bir dünyadır. Dolayısıyla anlamlar,
değerler, özneler ancak inşa edilebilirler.
a fortiori daha büyük bir kesinlikle, daha
kesin olarak
67
... her sanatsal ifade
günümüzde ancak soyut ve inşa edici olabilir. Sanatın bir ontolojisinin bugün
olanaklı olduğu tek alan orasıdır.
68
... soyutlamadan ve her
gerçekçi sanatsal deneyime özgü inşa edici faaliyetin kendini onda nasıl
deneyimlediğinden söz edelim. İki yöntem var, biri çözümlemenin ve yeniden
birleştirmenin yöntemi: bu, gerçekçiliğin ana kalıbıdır, klasiktir... Bu
yönteme göre soyut, temel biçimlere ayrılıyor ve döngüsel olarak yeniden
birleştiriliyor, bir makine ya da bir motor gibi...
69
İkinci yöntem kesinlikle
punktur. Soyuta yaklaşım bu yöntemde artık analitik ya da yeniden birleştirilmiş
değil, fakat ideal-tipik ve çoğalıp yayılandır...
punk yetmislerin basinda ingilterede
ortaya cikmistir. gençlik alt-kulturleri icinde en ucuk olani. felsefesi:
hiclik. ya da zobanin dedigi gibi "no future." ancak ingilterenin asi
gencleri de sonunda sisteme yenik duser, ve punk moda olur...; düzensizlik,
sonrasızlık, şimdilik, umursamazcılık...
Büyük gerçekçilik,
günümüzde, birbirlerine olan mesafelerinde bölünen ve yeniden birleştirilen bu
iki eğilim arasında yaşanmaktadır. Her ikisinde ve bunların kombinasyonlarında,
gerçekçilik her şeyden önce özü itibarıyla inşa edicidir. Gerçekçilik dünyayı
taklit etmeyen fakat onu yeniden inşa eden bir poetikadır.
71
Sanat kurucu bir
iktidardır, ontolojik olarak kurucu bir güçtür. Sanat yoluyla, insani özgürleşmenin
kolektif iktidarı kendi yazgısını önceden şekillendirir.
72
Ve sanatçı kendisini
bağlanmış [angaje] saymazsa, o bir ikiyüzlüdür -ya da sanatçı değildir. Öte
yandan, bağlanmanın ölçüsü kendini bir partiye ilişkilenme yoluyla değil fakat
varlıkla ilişkilenme yoluyla gösterir -özgürleşmiş varlık içinde olmak gerekir,
özgürleşmeden yana olmak gerekir, aksi takdirde sanat yoktur. ... o zaman
tarafını seçmek acil hale gelir; sanat ve piyasa ham çatışan gerçeklikler
olarak hem de öznel yapısal eğilimler olarak birbirinin karşısında yer alır.
73
... anlatısal bir model
inşa edilmeli ve tüm sanatları pratik bir projenin birliği altında yeniden
birleştirmek için bu modeli onların kat etmesi gerekli. İzlenmesi gereken yolun
inşa edici büyük gerçekçiliğin yolu mu, yoksa punk'ın kutsallığı tasfiye eden,
muhalif ve çoğalıp yayılan yolu mu olduğunu pek bilmiyorum.
Silvano'ya, Olay Üzerine Mektup
24 Aralık 1988
77
Özgürlüğe sahip olmak
[özgürlükten zevk almak] için kitlenin emeğinin değerlenmesine yönelen etkinlik
olarak sanat, emeğin kolektif kuvvetinin özgürleşmesi yoluyla bir varlık
taşmasının inşası olarak sanat, o halde ancak kapitalist tahakkümün reddi
olabilir.
78
Bir sanatçının kapitalist
tahakkümü kabul etmesi yalnızca onun bilinçten yoksun olduğu ve söyleminin bir
contradictio in adjecto temsil ettiği anlamına gelir. Başka zamanlarda,
sermayenin tahakkümü henüz toplumun bütününe yayılmamışken; şiirsel
öz-değerlemenin, kendisi için hala bir özgürlük yuvası muhafaza ettiği alanlar
bulunabiliyordu. Sanatın keyfini çıkaran sınıfların kalburüstü sınıflar olması tesadüf
değildir, tıpkı Marx'ın haklı bir şekilde gözlemlediği üzere: "İnsan
zihinin genel güçlerinin gelişiminin koşulu olarak birilerinin
çalışmaması". Nice sanatçı için, mesenliğin olumlu bir işlevinin olması da
tesadüf değildir: bu, onların sermayenin köleleri olarak değil, tersine
sermayeye hizmet etmek zorunluluğundan kurtulmuş olarak var olmalarını
sağlamıştı.
79
Yücenin ötesine gitmek,
soyutun ötesine gitmektir -doğal olana geri dönmek için değil ama soyutun
içinde, soyuttan yeni bir dünya inşa etmek için. Yeni bir doğa, yeni bir
iletişim ilişkisi.
82
Sanatçı, yeni varlık ve
yeni anlamlar inşa eden kolektif eylem ile bu yeni kelimeyi varlığın inşasının
mantığında sabitleyen özgürleşme olayı arasındaki aracıdır.
contradictio in
adjecto yaklaşık
olarak kendisiyle çelişmek ya da kavram kargaşası anlamlarında kullanılan,
latice bir cümledir. bir nev'i oxymorondur; kavram olarak, "sıfat
uyumsuzluğu, isim ve sıfat arasındaki uyumsuzluk ve çelişme" demektir.
Raul’a, Beden Üzerine Mektup
15 Aralık 1999
86
(Spinoza, Machiavelli,
Galileo, Rönesans’ın şairleri, ressamları, mimarları, yayıncılar…): hepsi, bize
insan tarafından “yaratılmış” [bir şeyin] masalını anlatmışlardı. Ama günümüzde
beden yalnızca, üreten ve -sanat ürettiği için- bize genel olarak üretimin
paradigmasını, yaşamın gücünü gösteren bir özne değil: beden artık içine
sanatın ve üretimin kaydedildiği bir makine. İşte, biz postmodernlerin bildiği
şey bu.
başkalaşım
poetika
yapilacak işin incelenmesi. poiein fiilinin techne sozcuguyle birleşmesinden
oluşuyor ; poetika yalnız şiirle değil, tüm edebiyatla ilgili bir kavramdır.
tek tek eserleri incelemeyi ve anlamlandırmayı değil, eserlerin ortaya
çıkışındaki genel kaideleri tanımlamaya çalışır. poetikanın nesnesi edebiyat
eserinin kendisi değil, onun özellikleridir ; her yazarın/şairin; "neden
yazıyorum, niçin yazıyorum" sorularının cevabıdır. yazma isteğini
dürtükleyen her neyse, onun yürekteki karşılığıdır.
88
başkalaşım, mutasyon,
protez
90
… tıpkı biraz modern
olanın ancak postmodern içinde kendini ifade edebilmesi gibi…
91
Postmodern nihayetinde
sadece, kendini evrenselliğe dayatan tekilliktir…
93
İnşa edilmiş yeni
tekillik, dünyanın başkalaşımının aletlerini kendi bedenine katmış olan tekil
bir üretici haline geldiği ölçüde, evrensel ile ve daha genel olarak doğa ile
ilgisini keser. Sanat, bedenlerin postmodern poetikası, zorunlu olarak doğa
karşıtıdır. Bunun nedeni doğa karşıtı haline gelmesi değildir … Doğa;
yorgunluk, ölüm, bağımlılık, tekrardır: Bunların hiçbiri başkalaşmış insanın yaratılışı
olan yaratımın özgür şiirine karşılık gelmez.
95
… sanat bir avunma
olmaktan çıkmıştır, herhangi bir aşkın ya da aşkınsal kutupsallığı temsil etmez
olmuştur… Sanat yaşamdır, bedene katmadır, emektir…
Marie-Magdeleine’e Mektup, Biyo-politik Üzerine
15 Aralık 2001
(İki ay önce ziyaret
edilen Venedik Bienali)
97
dışavurumcu bir kültürün
bitişi
Mutlak içkinlik tarafından
fethedilmiş bir dünyada sanat yapıtlarının var olmayı sürdürmesi nasıl
mümkündür? Sanat yapıtlarında her zaman aşkın bir şey var gibi ama biliyoruz ki
aşkınlık artık yok; Tanrı öldü.
98
Apaçık olan şey şuydu ki
derin bir krizdeydik, ve üretim -buna sanatsal üretim dahil- artık boşa
dönüyordu.
ex nihilio
yoktan…
99
Bundan nasıl kurtulunur?
Bu çölü nasıl kat etmeliyiz, dünyanın bir kez daha neşeye açıldığını nasıl
hayal edebiliriz?
102
Tanrı ölmüş olabilir ama
kral ölmedi ve Leviathan’ı yeniden inşa edip kimlikler aracılığıyla bizi
yeniden şekillendirip boğmaya uğraşıyor. Burada, yaratmak ve türetmek direniş
biçimi haline gelir. Dahası bunlar, ıssızlıüğa terk ederek firar etme sanatının
da -güç ve neşe arayarak başını alıp gitmek, aynı anda bu dünyanın hem
içerisinde hem de onun dinamiklerinin dışarısında kalarak, kolektif anlam
yaratarak, yeni ortak deneyimler icat ederek, başını alıp uzaklara gitmek-
figürleridir.
Yaşadığımız bu çağda,
artık avangardlar değil, kendimize, bize, yani çokluğa mal etmeye çalıştığımız
bir varlık fazlası olacaktır…
103
... özerkliğin -sanatsal
ifade arzusunun- çokluğun yaratıcı tarzda eylediği her yerde olduğu fikri.
Hatta dahası: Yaşamın kendisini yeniden ürettiği her yerde sanat yaşamı
kuşatır. ...
Hiç kuşkusuz bugün, (Beuys
doğrudan tarzda, Serra ise yarattığı [demiourgos’u olduğu] geometrik biçimler
aracılığıyla) bizi bir dünya teni içerisinde ikamet etmek zorunda bırakır
çoğunlukla, bu dünya teni henüz biçimlendirilmemiştir… … -çünkü dilimiz henüz
güdüktür, çünkü çokluğun bedeninin muktedir olduğu dili konuşmayı henüz
beceremiyoruz. Gücümüz, kendimizi ifade etme kapasitemizden daha büyük. Sanatsal
faaliyet çoğunlukla bu ifade eksikliği noktasında ya da modern ile postmodern
arasındaki bu ikisi-arasındalık veya tabiri caizse fetret devri noktasında
tıkanıyor.
fetret devri
osmanli imparatorlugunun kurulus doneminde yildirim beyazit'in olumunden
sonra baslayan ve taht mucadelesiyle gecen kargasa sureci. her gun bir baska
sehzadenin katledildigi kanli bir donemdir bu. (1402-1413)
104
Öznellikler; başka bir
deyişle çokluğun eylemesi yoluyla tekilliği içinde kendisini gerçekleştiren her
öznellik, bizzat çokluğun dönüşüm sürecine kendi tarzında katkı yapar. Her
öznellik çoklukla ilişkisi vasıtasıyla, dil içinde sözcükler, toplumsal
ilişkiler içinde lifler, emek içinde mallar doğurur. Çokluk kendi içinde dilin
ürünlerini olduğu kadar toplumsal ilişkilerin ya da üretimin ürünlerini de
güzel kılma kapasitesine sahiptir. Ve tüm bunların çokluğu bir küresel güzellik
mertebesinde olgunlaştırması gerekir. Burada, pek çoklarının geçmişe yansıtarak
yaşatmış olduğu bir mit vardır ve Hegel bunu Yunan uygarlığı ile özdeşleştirir…
Başkalaşımlar: Sanat ve
Maddi Olmayan Emek
107
plastik ve figüratif sanat
kavramını konumlandırma … Başka bir deyişle üretim tarzlarının yapısı ve
gelişmesi arasındaki olanaklı bağı tanımlama…
108
sanatsal faaliyetin farklı
dönemleri (sanatın “stil”i ve “poetikalar”ı …)
1848-1870 sınıf
mücadelesinin merkezi hale geldiği dönem
sanatsal ifadenin “gerçekçiliği”
(Courbet ve Cézanne)
1871-1914 patronlar
cephesinde emeğin bölünmesi ve uzmanlaşması izlenimcilik
1917- Ekim
Devrimi soyut biçim, soyutlama
1917-1929 sömürünün
mevcut gerçek belirlenimlerine kahramanca itiraz etmek dışavurumcu
1929-1968 saf
inşa edici bir kapasiteyi öne süren üretim
tek sanatsal üretim kitle-sanatçının üretimi
1968 kitle-işçinin sonunu temsil eden dönem
112
“maddi olmayan emek”,
“maddi olmamak”… artık soyutlamadan bahsetmek anlamına değil, aksine somutun
içine, maddenin içine hakiki bir dalış anlamına gelir. O halde şimdi söz konusu
olan, artık uzaktan görüş ya da ruhanilik değil, bedenlerin arasına batmadır,
yani etin bir ifadesidir.
Sanatsal gelişim maddi
olmayan ifadelerde (dilsel, işbirliğine dayalı, elektronik, bilişimsel ağlar)
olduğu kadar biyo-politik ifadelerde de sunar artık kendini.
113
Sanatsal etkinliğin tüm
üretimlerinin bu denli kolayca meta haline gelmesi bir tesadüf değildir ve
tersine bakılırsa, bir ürünün, gerçekte kendisini bir icat olarak -yani sui
generis bir üretim olarak, tekil bir indirgenemezlik olarak- sunması olgusu
üzerine vurgu yapılırsa, ürüne değer kazandırılabilir. Sanat yapıtı her zaman
birbirinden ayrılmazcasına iki şeydir; sermaye çağında üretilen her nesne gibi
hem bir etkinlik hem de bir metadır.
Ve emek kuşkusuz üretim
tarzlarının gelişimiyle hep daha bilişsel hale gelecek ölçüde ağır basacaktır.
sui generis
nevi sahsina munhasir; kendine özgü, hiçbir şeye benzemeyen
kunstwollen
sanatta girişkenlik ve üretkenliğin tavana vurması... ; 19. yy sonu, 20.
yy basi viyana okulu sanat tarihcilerinden formalist alois riegl'in literature
kazandirdigi terim. "sekillendirme maksadi, istegi" gibi bir anlama
geliyor. … zamanin ruhunun bicimlendirdigi materyal kultur. … riegl kisaca
diyor ki: insan, cevresini belirli bir sekilde algilamayi ister, pasif
degildir, algisini ve bu algidan dogan eserleri kendisi sekillendirir. … sanat,
dogal olanin taklidi degil, insanin gormek istedigi ideali yansitmasidir.
117
Bugün varoluşumuzda,
yaratmak olgusunun doğa ile herhangi bir bağı söz konusu değildir ve alışıldık
usullerimi terk edilirse, bunun artık bir yüceltme bile olmadığını kabul etmek
gerekir. … emek gücü bilişsel olduğunda, sanatsal ifade arzusu her yerde
kendini sunar; emekçi kitlesi tekil emekçiler çokluğuna dönüştüğünde, sanatsal
eylem yaşam biçimlerine yatırım yaptığında ve bu yaşam biçimleri dünyanın eti
haline geldiğinde.
(Bernard Stiegler) aslında
antropojenezin ve teknojenezin birleşmeye yönelimini kavrıyor… Bilişsel emek,
özneleri değişikliğe uğratan nesneler üretiyor … Kuran ve kurulu olan bir kez
içeriyi dışarıya bağlayan kıvrımlar içinde dolaşıma sokuldu mu, “derin” herkese
ifşa olabilir. ... çünkü teknik nesne kendisini tam da özne gibi sunar.
118
Tüm post-ların ötesine
vardık... artık içinde doğal olan hiçbir şeyin varlığını sürdürmediği...
119
Biyo-politik emek çokluğa
dayalı bir olaydır.
120
Özneler ve machinique
nesneler arasındaki ilişkide kendisini yaratmaktan hiçbir zaman geri kalmayan
"geri döndürülebilirlik" konusunda önceden altını çizdiğimiz gibi, canavar
her birimizde yaşıyor ya da bu, üzerimizde etki edebilecek ve başkalaşımımıza
doğrudan katılabilecek bir protezdir.
123
conatus ve cupiditas
.