.
.
.
.
.
İmparatorluk (2000)
M. Hardt & A. Negri
(Çev. Abdullah Yılmaz), Ayrıntı Yayınları 2001 İstanbul
5
Doğru tutulursa, her araç bir silahtır. Ani DiFranco
13
Giderek daha fazla ortak sömürü ve baskı biçimlerine maruz
kaldığımızdan, ortak görevimiz özgürlük ve demokrasi için ortak imkânlar
yaratmaktır.
14
İmparatorluğun karma bir kuruluş yapısı vardır. ...Antik
Roma İmparatorluğu üç temel pozitif yönetim biçimini -monarşi, aristokrasi ve
demokrasi- birlikte aynı düzen içinde işlev gördüğü anlamında karma bir
kuruluşa sahipti.
15
Türkiye öteden beri, birçok bakımdan, yerküreyi Birinci ve
Üçüncü olmak üzere bölme girişimlerini boşa çıkarıyor.
19
İmparatorluk, ... merkezsiz ve topraksız bir yönetim
aygıtıdır.
Bu yeni küresel akış yolları ve sınırları hâkim üretim
süreçlerindeki bir dönüşüm eşliğinde kuruluyor ve sonuçta endüstriyel fabrika
emeğinin rolü azalırken öncelik iletişimsel, duygulanımsal, ortak emeğe
veriliyor.
22
Argümanımız felsefi ve tarihsel olduğu kadar kültürel ve
ekonomik; eşit oranda da politik ve antropolojik nitelik taşıyor. ... Emperyal
dünyada, örneğin bir ekonomist ekonomiyi anlamak için temel kültürel üretim
bilgisine, aynı şekilde kültür eleştirmeni de kültürü anlamak için temel
ekonomi bilgisine ihtiyaç duyar.
38
(Dipnot) makine Çalışan ve üreten parçalar toplamı.
"Biz makineyi, akışları kesen her tür sistem olarak tanımlıyoruz.
Dolayısıyla bazen sözcüğün bilinen anlamıyla teknik makinelerden, bazen de
toplumsal makineler, arzulayan makinelerden bahsediyoruz. Çünkü bize göre makine,
ne insan ne de doğayla çelişir... Öte yandan makine mekaniğe de indirgenemez.
Mekanik teknik makinelerin protokolü ya da bir organizmanın tikel bir
örgütlenişidir. Ama maşinizm tamamen farklıdır; akışları kesen her sistemi
anlatır..." Felix Guattari, Chaosopy
43
virtüel Gerçek; ama henüz algılanamayan, potansiyel
olan
aktüel Somut olarak mevcut olan
46
"Polis", yasa koyucular, ordu ve maliyeyle
birlikte, devletin başı gibi görünür. Doğru. Ama aslında o akla gelen her şeyi
kuşatır. Turquet şöyle der: "Polis insanların koşullarına, onların yaptığı
ya da yapabileceği ne varsa ona göre uzmanlaşır. Polisin alanı yargı, finans ve
orduyu içine alır." Polis demek her şey demektir. Michel
Foucault
48
Disiplincilik bireyleri kurumlar içinde sabitliyordu, ama onları
üretim pratikleri ve üretici toplumsallaşma ritimleri içinde tamamen kuşatmayı
başaramamıştı; disiplin toplumu bireylerin bilinçleri ve bedenlerine tamamen
nüfuz etme noktasına, bireyleri eylemlerinin bütünlüğü içinde ele alma ve
örgütleme noktasına erişememişti. Disiplin toplumunda, demek ki, bireyle
iktidar arasındaki ilişki statikti: İktidarın disiplinci yayılması bireyin
direnişiyle karşılaşıyordu.
49
bios Basic input/output system: Bir bilgisayarın
çalışmaya başlaması ve sistemdeki çeşitli unsurlarla bağlantıya girmesini
sağlayan bellekteki sabit yazılım.
50
Kontrol toplumu ve biyo-iktidar kavramlarının ikisi de
İmparatorluk kavramının merkezi özelliklerini betimler.
52
"Toplumun bireyler üzerindeki kontrolü yalnızca bilinç
ya da ideoloji yoluyla değil, bedende ve bedenle de sağlanır. Kapitalist toplum
için en önemli şey, biyolojik, somatik ve bedensel olan biyo-politikadır."
M. Foucault (La naissance de la medecine sociale)
somatik bedenle ilgili, bedensel; ruh ve zihinden ayrı bir kavram olarak beden ile ilgili; organizmaların üreme hücreleri dışındaki bölümleri ile ilgili.
somatik bedenle ilgili, bedensel; ruh ve zihinden ayrı bir kavram olarak beden ile ilgili; organizmaların üreme hücreleri dışındaki bölümleri ile ilgili.
53
... Foucault'ya ... "bios"un kim olduğunu soracak
olsak, ... hiç bir yanıtı olmazdı. Sonuçta Foucault'nun kavrayamadığı şey
biyo-politik toplumda üretimin gerçek dinamikleridir.
Deleuze ve Guattari toplumsal yeniden üretimin (yaratıcı
üretim, toplumsal ilişkiler, duygulanımlar, oluşlar, değerler üretimi)
üretkenliğini keşfeder; ama bunu yüzeysel ve belli belirsiz olarak, kavranamaz
olayın damgasını taşıyan kaotik ve belirlenimsiz bir ufuk olarak ifade ederler.
duygulanımlar Kendini kuvvetle gösteren duygu; onu
yaşayan bilinçle ilişkisi içinde tanımlanmayan yalın, saf haliyle duygu;
etkileme ve etkilenme kapasitesi (ç.n.)
54
Böylelikle, bu yazarlar arasında görülen en ciddi
yetersizliklerden biri, biyo-politik toplum içindeki yeni emek pratiklerini
yalnızca entelektüel ve bedensel olmayan özellikleriyle ele almalarıdır.
Halbuki bedenlerin üretkenliği ve duygulanım (affect) değeri bu bağlamda mutlak
anlamda merkezi bir yer işgal eder. Biz çağdaş ekonomide maddi olmayan emeğin
üç asli özelliğini ele alacağız: yeni yeni enformasyon ağlarıyla bağlantılı
hale gelen endüstriyel üretimin iletişimsel emeği, simgesel analiz ve problem
çözmeyle ilgili etkileşimli emek ve duygulanımların üretimi ve güdümlenişiyle
ilgili emek.
56
Şimdi onlara (IMF, Dünya Bankası, GATT, BM örgütleri)
meşruluk sağlayan şey daha çok emperyal düzenin sembiyoz gelişimi içinde
olanaklı hale gelen yeni işlevleridir.
sembiyoz en genel
hatlarıyla "birlikte yaşama" anlamına gelen kavram. (biyolojik yönü:)
bazı canlıların başka canlılar sayesinde asalak ve bağımlı bir hayat sürmesi.
(psikolojik yönü:) kişinin başkalarının yaşam enerjisi, kişiliği, statüsü
sayesinde yaşaması, ona bağımlı olması, onsuz yapamaması durumu.
57
Büyük endüstriyel ve finansal güçler ... ihtiyaçları,
toplumsal ilişkileri, bedenleri ve zihinleri üretir; yani, onlar üretenleri
üretir.
(Dipnot 22) Ancak üreticilerin üretilmesi yalnızca
tüketicilerin üretilmesi olmaktan çok; aynı zamanda hiyerarşilerin, içleme ve
dışlama mekanizmalarının vb.'nin de üretimi, nihayet krizlerin de üretimidir.
61
(STK'lar) ... söz konusu örgütlerin, doğrudan hükümetlerin
güdümünde olmadıkları için, etik ya da ahlâki buyruklar temelinde faaliyet
yürüttüğü varsayılır.
68
Biz tıpkı Marx'ın kapitalizmin kendinden önceki toplum biçimleri ve üretim tarzlarından daha iyi olduğunu idda ediyoruz. Marx'ın görüşü hem kapitalist toplum öncesine ait dar ve katı hiyerarşilere karşı sağlıklı ve yalın bir tiksinti duyması hem de özgürlük potansiyelinin yeni durumda çoğaldığını kabul etmesi temelinde biçimlenmişti. Aynı şekilde bugün biz İmparatorluğun modern iktidarın zalim rejimlerini ortadan kaldırdığını ve aynı zamanda özgürlük potansiyelini çoğalttığını görüyoruz.
76
Teleoloji denen şey ancak olgudan sonra, post festum kurulur.
80
Mücadeleler artık aynı anda ekonomik, politik ve kültürel; dolayısıyla biyo-politik, yani hayatın biçimi üzerine türütülen mücadelelerdir. Bunlar, yeni kamusal alanlar ve yeni cemaat biçimleri yaratan kurucu mücadelelerdir.
86
res gestae herhangi bir muamele ile ilgili olan vakalar. yapılan işler. konuyu kapsayan şartlar. bir ihtilafın aydınlanmasına yardım eden bütün şartlar ve olaylar; tairhteki olmuş bitmiş olaylar, ortaya koyulmuş yapıtlar bütünü; hedefine yönelmiş kendini kuran bir kolektif eylem, uzlaşmaz ve yaratıcı eylem.
95
Avrupa modernliğinin kökleri, genellikle, dünyevi işlerde ilahi ve aşkın otoriteyi reddeden bir sekülerleşme sürecinden çıkan bir şey olarak nitelenir. ... bu dünyanın güçlerini olumlamak, içkinlik düzlemini keşfetmek. "Omne ens habet aliquoud esse proprium", yani her kendiliğin tekil bir özü vardır. Duns Scotus'un bu önermesi ortaçağın, analojik ve dolayısıyla ikici, ilahi hükmün bir nesnesi olarak varlık anlayışını -bir ayağı bu dünyada, öteki ayağı aşkın bir âlemde olan bir varlık anlayışını- altüst eder.
96
On üçüncü yüzyıldan on altıncı yüzyıla uzanan dönem içindeki bütün bu felsefi gelişmelerde devrimci olan yan, daha önce ayrıksı olarak ilahi güçlere atfedilen yaratma gücünün artık yeryüzüne indirilmesiydi.
98
68
Biz tıpkı Marx'ın kapitalizmin kendinden önceki toplum biçimleri ve üretim tarzlarından daha iyi olduğunu idda ediyoruz. Marx'ın görüşü hem kapitalist toplum öncesine ait dar ve katı hiyerarşilere karşı sağlıklı ve yalın bir tiksinti duyması hem de özgürlük potansiyelinin yeni durumda çoğaldığını kabul etmesi temelinde biçimlenmişti. Aynı şekilde bugün biz İmparatorluğun modern iktidarın zalim rejimlerini ortadan kaldırdığını ve aynı zamanda özgürlük potansiyelini çoğalttığını görüyoruz.
76
Teleoloji denen şey ancak olgudan sonra, post festum kurulur.
80
Mücadeleler artık aynı anda ekonomik, politik ve kültürel; dolayısıyla biyo-politik, yani hayatın biçimi üzerine türütülen mücadelelerdir. Bunlar, yeni kamusal alanlar ve yeni cemaat biçimleri yaratan kurucu mücadelelerdir.
86
res gestae herhangi bir muamele ile ilgili olan vakalar. yapılan işler. konuyu kapsayan şartlar. bir ihtilafın aydınlanmasına yardım eden bütün şartlar ve olaylar; tairhteki olmuş bitmiş olaylar, ortaya koyulmuş yapıtlar bütünü; hedefine yönelmiş kendini kuran bir kolektif eylem, uzlaşmaz ve yaratıcı eylem.
95
Avrupa modernliğinin kökleri, genellikle, dünyevi işlerde ilahi ve aşkın otoriteyi reddeden bir sekülerleşme sürecinden çıkan bir şey olarak nitelenir. ... bu dünyanın güçlerini olumlamak, içkinlik düzlemini keşfetmek. "Omne ens habet aliquoud esse proprium", yani her kendiliğin tekil bir özü vardır. Duns Scotus'un bu önermesi ortaçağın, analojik ve dolayısıyla ikici, ilahi hükmün bir nesnesi olarak varlık anlayışını -bir ayağı bu dünyada, öteki ayağı aşkın bir âlemde olan bir varlık anlayışını- altüst eder.
96
On üçüncü yüzyıldan on altıncı yüzyıla uzanan dönem içindeki bütün bu felsefi gelişmelerde devrimci olan yan, daha önce ayrıksı olarak ilahi güçlere atfedilen yaratma gücünün artık yeryüzüne indirilmesiydi.
98
Modernlik birleştirici bir kavram değildir, en azından iki
tarz modernlik vardır. ... birinci tarz modernlik, radikal bir devrimci süreci
anlatır. Bu modernlik geçmişle bağlarını koparır, dünya ve hayata ilişkin yeni
paradigmanın içkinliğini ilan eder. Bu modernlik bilgi ve eylemi bilimsel
deney olarak geliştirir, insanlığı ve arzuyu tarihin merkezine yerleştirerek
demokratik bir politikaya yönelimi tanımlar. Zanaatçıdan astronoma, tüccardan
politikacıya, dinde olduğu gibi sanatta da, maddi varoluş yeni bir hayat
etrafında yeniden biçimlenmiştir.
Ancak bu yeni oluşum bir savaş çıkardı. Böylesine radikal
bir altüst oluş güçlü bir muhalefeti nasıl kışkırtmazdı? Bu devrim bir karşıdevrimi
nasıl belirlemezdi? Aslında kelimenin tam anlamıyla bir kar-şı-devrim vardı: Ne
geçmişe dönebildiği ne de yeni güçleri ortadan kaldırabildiği için, ortaya
çıkmakta olan hareket ve dinamiklerin kuvvetini tahakküm altına sokup etkisiz
kılmayı amaçlayan kültürel, felsefi, toplumsal ve politik bir girişim vardı.
Bu, yeni güçlerle savaşmak ve onları tahakküm altına alacak kuşatıcı bir
iktidar kurmak üzere tasarlanmış olan ikinci tarz modernlikti. Bu, Rönesans
devrimi içinde, devrimin yönünü değiştirmek, yeni insanlık imgesini aşkın bir
düzleme taşımak, bilimin kapasitelerini dünyayı dönüştürmek üzere kullanmak
ve hepsinden önemlisi çokluk adına iktidarın yeniden ele geçirilmesine karşı
çıkmak üzere ortaya çıkan bir karşı-devrimdi. İkinci tarz modernlik, aşkın bir
kurulu iktidarı içkin bir kurucu iktidarın karşısına, düzeni arzunun karşısına
yerleştirir. Rönesans bu yüzden savaşla noktalandı; dinsel, toplumsal savaşla
ve iç savaşla.
101
(Aydınlanmanın karşı-devrimci projesi:) Çokluğun Spinoza'ya
özgü bir biçimde, ilahi düzen ve doğayla doğrudan, dolayımsız bir ilişki
içinde, hayatın ve dünyanın etik yaratıcısı olarak anlaşılmasını önlemek her
şeyden önemliydi. Aksine, her durumda karmaşık insan ilişkileri bütününe
dolayım dayatılmalıydı. (102) ... dolayımın bütün insan eylemleri, sanatları ve
birlikleri için vazgeçilmez bir koşul olarak tanımlanması esastı. Bu yüzden,
hümanizmin devrimci düşüncesinin üretici eksenini oluşturan vis-cupiditas-amor
(kuvvet-arzu-aşk) üçlüsünün karşısına bir özgün dolayımlar üçlüsü çıkarıldı.
Doğa ve deneyim bir fenomenler filtresi olmaksızın anlaşılamazdı; insan bilgisi
zekânın düşünümü dışında yaratılamzdı; ve etik dünya aklın şematizmi olmaksızın
iletilemezdi. ... ; çünkü insanların varlık içinde özgürlüğünü dolayımsız
olarak kazanabileceğini savunmak deliliktir. Bu, hegemonyacı Avrupa modernliği
kavramının kurulduğu ideolojik geçişin asli çekirdeğidir.
104
(Kant) ... aşkın olanın zorunluluğu, her türlü dolayımsızlık
biçiminin imkânsızlığı, varlığın kavranması ve eyleminde her türlü canlı
figürün çıkarılıp alınması.
110
Bürokrasi yasallıkla örgütsel etkinliği, makamla iktidar
uygulamasını, politikayla polisliği birleştiren aygıtı işletir.
112
İnsanın ölümü ardından hümanizm
Michel Foucault'nün cinselliğin tarihi üzerine son çalışmaları
Rönesans hümanizminin yarattığına benzer bir devrimci dürtüyü bir kere daha
ortaya çıkardı. Benliğe duyulan etik ilgi kendini yaratmanın bir kurucu
iktidarı olarak yeniden belirdi. Bizi insanın öldüğüne inandırmak için bu
kadar gayret gösteren bir yazar, bütün meslek yaşantısı boyunca anti-hümanizm
bayrağını elinden düşürmeyen bir düşünür, nasıl olur da sonunda hümanist
geleneğin bu merkezi değerlerinin şampiyonu kesilir? Foucault'nün kendisiyle
çeliştiğini ya da ilk konumundan çark ettiğini ima etmek gibi bir niyetimiz
yok; Foucault her zaman söyleminin sürekliliğini vurgulamıştır. Aksine,
Foucault son çalışmasında paradoksal ve yakıcı bir soruyu dile getirir:
İnsanın ölümünden sonra hümanizm ne demektir? Daha doğrusu, bir anti-hümanist
(ya da posthuman) hümanizm ne demektir?
Bu soru en azından kısmen iki farklı hümanizm nosyonunun
yarattığı terminolojik kafa karışıklığından doğan görünüşte bir paradokstur
yalnızca. 1960'larda Foucault ve Althusser için son derece önemli bir proje
olan anti-hümanizm, Spinoza' nın üç yüz yıl önce verdiği bir kavgayla çok
yakından bağlantılıdır. Spinoza her tür imperium in imperio olarak insanlık
anlayışını reddediyordu. Başka bir ifadeyle, Spinoza bir bütün olarak doğa
yasalarından farklı her tür insan doğası yasasını reddeder. Donna Haraway,
insan, hayvan ve makine arasına koyduğumuz engelleri ortadan kaldırırken
Spinoza'nın projesini günümüzde yürütür. Eğer insan’ı doğadan farklı bir şey
olarak düşünecek olursak, insan denen bir şey var olamaz. Bu kabullenme tam da
İnsan’ın ölümü dediğimiz şeydir.
Bununla birlikte, bu anti-hümanizmin Cusano'dan Marsilius'a
kadar daha önce özetlenen Rönesans hümanizminin devrimci ruhuyla çelişmez.
Aslında, bu anti-hümanizm doğrudan Rönesans hümanizminin sekülerleştirme
projesinden, daha doğrusu onun içkinlik alanını keşfinden doğar. İki proje de
aşkınlığa yapılan bir saldırı üzerine temellenir. Doğa üzerinde Tanrı’ya bir
güç veren dinsel düşünceyle, aynı gücü doğa üzerinde İnsan'a veren modern
"seküler" düşünce arasında kesin bir süreklilik vardır. Sadece
Tanrı'nın aşkınlığı İnsan’a aktarılmıştır. Bundan önce, Tanrı gibi doğanın
üzerinde ve ötesinde kendi başına duran bu İnsan’ın bir içkinlik felsefesinde
yeri yoktur. Yine, Tanrı gibi, bu aşkın İnsan figürü çabucak toplumsal
hiyerarşi ve tahakküm dayatmaya yönelir. Demek ki, her tür aşkınlığın reddi
olarak anlaşılan anti-hümanizm hiçbir biçimde vis viva'nın, modern geleneğin
devrimci akımını canlandıran yaratıcı hayat gücünün reddiyle
karıştırılmamalıdır. Tersine, aşkınlığın reddi bu içkin gücü, felsefenin bir
anarşik temelini düşünebilmenin koşuludur. "Ni Dieu, ni maître, ni
l'homme."
Foucault'nun son çalışmalarındaki hümanizm, o halde, yirmi
yıl önce kendisinin ilan ettiği insanın ölümüyle çelişkili, hatta ondan ayrı
bir şey olarak görülmemelidir. Bir kere post-insan bedenlerimizi ve zihinlerimizi
tanırsak, bir kere kendimizi simian ve siborg olarak tanırsak, o zaman vis
viva'yı, bütün doğaya olduğu gibi bize de can veren ve potansiyellerimizi fiili
hale getiren yaratıcı kuvvetleri keşfetmemiz gerekecektir. Bu İnsan'ın
ölümünden sonraki hümanizmdir; bu Foucault'nun "le travail de soi sur
soi" dediği, kendimizi ve dünyamızı yaratmayı ve yeniden yaratmayı
amaçlayan sürekli kurucu projedir.
vis viva Canlının
kuvveti; bir bedenin direniş karşısında ya da çalışma esnasında gösterdiği güç.
Ni Dieu, ni maître, ni l'homme Ne Tanrı, ne efendi, ne insan
simian insan maymun melezi;
siborg insan makine melezi
le travail de soi sur soi
Kendinin kendi üzerinde çalışması
116
patrimonyal iktidarın babadan oğula geçtiği, ataerkil
bir yönetim biçimi; genelde monarşi esasıyla yönetilen devletlerde görülen
sülale yönetimine dayalı yani yöneticiliğin babadan oğula devredildiği ve kız
cocukların söz sahibi olamadığı devletler.
118
Ulus diktatörlük demektir ve bu yüzden kesinlikle hiçbir
demokratik örgütlenme çabasıyla bağdaşmaz. (Luxemburg)
122
... ulus her ne kadar politika içinden geçerek biçimlenmiş
de olsa, son tahlilde bu tinsel bir kuruluştu.
124
Ulus, halk ve ırk kavramları hiçbir zaman birbirinden çok
uzak düşmemiştir. ... Halk kimliği farklılıkları gizleyen ve/veya saf dışı
bırakan hayali bir düzlemde kuruldu.
125
Ulus kavramı hiçbir zaman kendini devrimci olarak sunduğunda
olduğu kadar gerici olmamıştır.
Ulusal egemenlik ve halk egemenliği, ... tinsel bir
kuruluşun ürünleridir.
126
Halkın ve ulusun kimliğinde, yani tinsel özünde, kültürel
anlamlarla harmanlanmış bir toprak parçası, ortak bir tarih ve dilsel bir cemaat
vardır; ama daha da önemlisi, bir sınıf zaferinin pekişmesi, istikrarlı bir
piyasa, ekonomik yayılma potansiyeli ve yatırım yapılacak, medeniyet
götürülecek yeni uzamlar vardır. Kısaca, ulusal kimliğin kuruluşu sürekli
olarak güçlendirilen bir meşruluğu, kutsal ve parçalanamaz bir birliğin gücünü
ve hakkını garanti altına alır.
129
Ulus egemen bir devlet olarak biçimlenmeye başlar başlamaz,
ilerici işlevleri de tamamen kaybolur. ... "Filistinliler kurumsallaştığı
gün artık onların tarafını tutmayacağım. Filistinliler öteki uluslar gibi bir
ulus haline geldiği gün ben orada olmayacağım." (Jean Genet). Ulusal
"kurtuluş" ve ulus-devletin kuruluşuyla birlikte, modern egemenliğin
bütün baskıcı unsurları kaçınılmaz olarak var gücüyle sahneye çıkacaktır.
141
plantasyon ekmek,
dikmek veya çimlendirmek; sömürgeci dönemde latin amerika ülkelerinde
avrupadaki talep sonucunda ortaya çıkan büyük üretim çiftlikleri
145
Başkalığın bu kültürel üretimine (Şarkiyatçılık) karışmış
akademik disiplinler arasında antropoloji belki de en önemli başlıktır; yerli
ötekinin Avrupa'ya ithali ve Avrupa'dan ihracı bu başlık altında yapılmıştır
(Dipnot 22: Kültürel antropoloji, disiplinin geçmişteki en güçlü akımlarının
kolonyalist projelere ne kadar destek verdiğini gün ışığına çıkararak, radikal
bir öz-eleştiri yapmaktadır.). Avrupalı-olmayan halkların reel
farklılıklarından hareketle on dokuzuncu yüzyıl antropologları farklı bir
doğaya sahip bir öteki varlık kurmuştur.
Tarih disiplininin önemli bir kısmı da başkalığın ve
böylelikle kolonyal yönetimin meşruluğunun akademik ve popüler üretimine
boğazına kadar batmıştı. Örneğin, Hindistan'a gelip de işlerine yarar hiçbir
tarih bulamayan Britanyalı yöneticiler, kolonyal yönetim çıkarlarını koruyacak
ve ilerletecek kendi "Hindistan tarihlerini" yazmak zorunda kaldılar.
158
... modern egemenliğin dünyası bir Manichaean dünya, Ben ve
Öteki, beyaz ve siyah, içerisi ve dışarısı, yöneten ve yönetileni tanımlayan
bir dizi ikili zıtlarla bölünmüş bir dünyadır. Postmodernist düşünce özellikle modernliğin
bu ikici mantığına kafa tutuyor...
Postmodernizm bayrağı altında toplanmış sayısız söylem
hakkında bir genelleme yapmak zordur; ama bunların çoğu, en azından dolaylı bir
biçimde, Jean-François Lyotard'ın modernist büyük anlatılar eleştirisi, Jean
Baudrillardı'ın kültürel simulakrı olumlaması ya da Jacques Derrida'nın Batı
metafiziği eleştirisine dayanıyor.
161
(postmodernistlerin) ... yıkmak istedikleri iktidar
biçimlerini açıkça tanıyamıyor oluşları...
Çağdaş dünyada iktidar yapıları ve mantıkları postmodernist
farklılık politikasının "özgürleştirici" silahlarına karşı tamamen
bağışıklık kazanmıştır.
167
İslamcı köktencilik postmodern teorinin paradoksal bir
türüdür; postmoderndir çünkü kronolojik olarak İslamcı modernizmi izler ve ona
karşı çıkar. Ama jeopolitik açıdan bakılırsa, İslamcı köktencilik tam anlamıyla
postmoderndir. Rahman şunları yazar: "Mevcut postmodern köktencilik önemli
bir bakımdan yenidir, çünkü temel yönelimi Batı karşıtlığıdır... Bu yüzden
klasik modernizmi katıksız bir Batılılaştırma kuvveti olarak mahkûm eder."
corporation dernek,
kurum; tüzel kişi; kuruluş, şirket
corporate birleşmiş,
ortak; tüzel, hükmi
corporal gövdesel,
bedensel
corps kurul, heyet
corpse ceset, ölü
172
Politik bir söylem olarak postmodernizm Avrupa, Japonya ve
Latin Amerika’da geçer akçedir; ama asıl uygulama alanını ABD entelijansiyasının
elit bir kesimi içinde bulmuştur.
173
Kendi başına ne farklılık, melezlik ve hareketlilik ne de
hakikat, arılık ve durağanlık özgürlükçüdür. Gerçek devrimci pratik üretim
düzeyine bakar. Hakikat bizi özgür yapmaz, ama üretimin kontrolünü ele geçirmek
yapacaktır. Hareketlilik ve melzlik özgürlükçü değildir; ama hareketlilik ve
durağanlık, arılık ve karışıklık üretiminin kontrolünü ele geçirmek öyledir.
176
Yoksul her tür üretimin koşuludur.
180
Polybius mükemmel iktidar biçimini, monarşik iktidarı,
aristokratik iktidarı ve demokratik iktidarı birleştiren karma bir anayasa
tarafından yapısı belirlenmiş iktidar olarak kavrıyordu.
185
Özgürlük ve sınır bir karşılıklı içleme ilişkisi olarak
durur; özgürlüğün önündeki her zorluk, her sınırlama üstesinden gelinecek bir
engel, aşılacak bir eşiktir. Atlantik’ten Pasifik’e, yeni kaçış çizgilerine
[lines of flight] daima açık bir zenginlik ve özgürlük alanı uzanır.
lines of flight
Deleuze ve Guattari’nin, her türlü baskı ve belirlenimden kaçış
yollarının olduğunu anlatmak için kullandıkları kavram.
197
(ABD Anayasası) … emperyaldir, emperyalist değil.
Emperyaldir, çünkü (her zaman gücünü çizgisel olarak kapalı uzamlara yayma ve
egemenliği altındaki bağlı ülkeleri işgal etme, yıkma ve boyun eğdirmeyi
amaçlayan emperyalist projenin aksine) ABD kuruluş projesi yeniden bir açık
uzamı eklemleme ve sınırsız bir alanda uzanan ağlar içinde yeniden sonsuz
çeşitli ve tekil ilişkiler kurma modeline göre tasarlanmıştır.
199
Dışarı içeriden kurulur.
200
Spinoza’nın Etik’inin beşinci bölümü belki de modernliğin
modern eleştirisinin en gelişmiş örneğidir. Spinoza, gerçeğin tüm bilgisini
kurmak, zihin ve bedenin pozitif olarak, mutlakta, özgürleşme yolunu keşfetmek
için teorik bir meydan okuyuşa yönelir. Bütün diğer metafizik konumlar,
özellikle Descartes ve Hobbes’un ilk önemli temsilcileri olduğu aşkın konumlar,
bu özgürleştirme projesi açısından asli olmadığı gibi, gizemlileştiricidir de.
Spinoza’nın ana hedefi doğru bilginin birliğinin ontolojik gelişimine, tekil ve
kolektif içkinliğin mutlak kuruluşuna paralel olarak güçlü bedendir. … İnsan yaratıcılığı damgası taşımayan her
ontoloji bir kenara atılmıştır. Varoluş sürecini ve doğayla insanların eylemini yönlendiren arzu
(cupiditas), hem doğal hem de ilahi olanı saran aşka (amor) dönüştürülür.
204
… küçük iç çatışmalar çağına girmekteyiz. … her emperyal
savaş bir iç savaştır, bir polis eylemidir.
… tek, birleşik bir düşman tespiti giderek zorlaşmaktadır;
buna karşın, her yerde küçük ve ele avuca sığmaz düşmanlar vardır.
İmparatorluk bir ou-topia, daha doğrusu bir yok-yerdir.
205
Deleuze ve Guattari bilgisayar ortamındaki iletişimin iki
farklı örgütlenmesini anlatmak için çizgili uzam (striated space) ve pürüzsüz
uzam (smooth space) kavramlarını kullanır. Çizgili uzam, reel dünyaya öykünen,
belli bir amaca yönelik yollardan, çizgilerden oluşmuş, merkezi bir
örgütlenmedir. Pürüzsüz uzam ise akışkan, rizomatik ve açık uçlu bir uzamdır.
219
“Her köyde ‘anavatanları için ölenlerin anısına’ dikilmiş
bize tepeden bakan bütün o gülünç heykelleri yıkmak ve yerlerine kaçakların
anıtlarını dikmek istiyoruz. Kaçakların anısına dikilen anıtlar aynı zamanda
savaşta ölenleri de temsil edecektir; …” Anti-faşist partizan, Venedik, 1943
229
Bedenler yeni insan-ötesi [posthuman] bedenler yaratmak
üzere dönüştürülüp değiştiriliyor. Söz konusu bedensel dönüşümün ilk koşulu,
insan bedeninin bir bütün olarak doğadan hiç de farklı olmadığını, insan ve
hayvan, dişi ve erkek, insan ve makine arasında sabit ve zorunlu hiçbir sınırın
olmadığını kabul etmektir; bu, doğa denen şeyin her türden yeni değişime,
karışma ve melezleştirmeye açık olan yapay bir alan olduğunu kabul etmekten
başka bir anlama gelmez. (dipnot 12: Stelarc’ın performans sanatı)
230
… bir yapıt oluş noktasına erişmek zorundayız.
231
Araçlar her zaman, hem bireysel bakımdan hem de kolektif
toplumsal hayata göre, bir tür antropolojik mutasyon olarak emek pratiklerimiz
yoluyla bedenlerimizle bütünleşen, insanın takma uzuvları olarak işlev
görürler.
poietic Daha çok
sanatsal bağlamda yaratıcı.
232
Bu potansiyel başkalaşım alanlarını fiili hale dönüştürmek
için teorik pratiği ateşlemesi gereken kuvvet, hâlâ (ve her zamankinden daha
şiddetle), ortak yeni üretici pratikler deneyimi ve üretici emeğin yeni
iletişimsel, biyolojik ve mekanik teknolojilerinin plastik ve akışkan alanında
yoğunlaştırılmasıdır.
240
Ek üretim aracı elde ederken, sermaye kapitalist olmayan
çevresiyle ilişkiye girer ve çevreye bağlıdır; ama o çevreyi içselleştirmez,
daha doğrusu, zorunlu olarak o çevreyi kapitalist yapmaz. Dışarısı, dışarısı
olarak kalır. Örneğin, altın ve elmas Peru ve Güney Afrika’dan çıkarılıyor ya
da şeker kamışı Jamaika ve Java’da üretiliyor, ama bu ülkeler ve o üretim
kapitalist olmayan ilişkiler içinde varlıklarını gayet iyi sürdürüyor olabilir.
270
… biz “proletarya”yı sadece endüstriyel işçi sınıfı olarak
değil; sermayenin yönetimi altında bağımlı konumda olan, sömürülen ve üretim
yapan herkes olarak anlıyoruz. O halde, bu açıdan, sermaye üretim ilişkilerini
giderek daha fazla küreselleştirirken, bütün emek biçimleri proleterleşme
eğilimi gösteriyor. Her toplumda ve bütün dünyada proletarya her zamankinden
daha genel toplumsal emek figürüdür.
280
Ekonomik krizler … direnişleri kırar, kâr getirmeyen
sektörleri yıkar, üretim örgütlenmesini yeniden oluşturur ve teknolojileri
yeniler.
284
... kapitalizm mucizevi bir biçimde sağlıklı, birikim mekanizması her zamankinden daha iyi işliyor. ... Sermayenin süregiden sağlığının bu gizemini açıklayabilmenin üç yolu vardır: Birincisi, bazılarına göre, sermaye artık emperyalist değildir (hemen bir kenara atılması gereken açıklama). ... İkinci hipotez ... sınırlara dayanma ve ekolojik felaket anı henüz gelmemiştir. ... (285) üçüncü hipoteze göre ise, günümüz sermayesi birikimini bir genişlemiş yeniden üretim çevrimine girerek sürdürüyor; ama giderek daha fazla kapitalist-olmayan çevreyi değil, bizatihi kendi kapitalist alanını boyunduruk altına alıyor; yani, boyunduruk artık biçimsel değil, gerçektir.
286
Modern birikim kapitalist-olmayan çevrenin biçimsel boyunduruğuna, postmodern birikim ise bizatihi kapitalist alanın gerçek boyunduruğuna dayanır.
288
yeni öznelliklerin üretimi
kültürel hareketlerin derin ekonomik gücü... ...ekonomik ve kültürel olguların giderek birbirinden ayrılmaz hale gelişi...
290
... iletişim ve sibernetiğin ileri teknolojileri ancak öznellikte kök saldığı, daha doğrusu, üretici öznellikler tarafından canlandırıldığı zaman etkilidir.
294
Nicel göstergeler ne bir paradigmadan (ekonomik paradigmalar) diğerine geçiş sürecindeki nitel dönüşümü ne de her bir paradigma bağlamında ekonomik sektörler arasındaki hiyerarşiyi kavrayabilir. Modernleşme sürecinde ve endüstriyel hâkimiyet paradigmasına geçişte, tarım üretimi nicel olarak (hem çalışan işçilerin yüzdeleri hem de üretilen toplam değerin oranı açısından) düşmekle kalmamış, daha önemlisi, tarımın kendisi de dönüşüme uğramıştır. Tarım endüstrinin tahakkümü altına girdiğinde, hâlâ nicel açıdan ağırlığını korusa bile, endüstrinin toplumsal ve finansal baskılarına maruz kalır, dahası, tarımsal üretimin kendisi endüstrileşir. Kuşkusuz, tarım yok olmuyor, modern endüstriyel ekonomilerin asli bir bileşeni olarak yerini koruyordu; ama artık dönüşüme uğramış ve endüstrileşmiş bir tarımdır söz konusu olan.
Tarihsel yanılsama benzetmeyi dinamik bir ardışıklık varmış gibi yapar; öyle ki bir ekonomik sistem, sanki hepsi aynı hattı takip ederek ilerliyormuş gibi, gelişme sürecinde bir önceki dönemde ötekinin geçtiği aynu konumu ya da aşamayı geçer. Ancak nitel açıdan, yani küresel iktidar ilişkileri içindeki konumlarına göre bakıldığında, bu toplumların ekonomileri hiçbir biçimde kıyas kabul etmez konumlar işgal eder.
298
... günümüzde modernleşme sona ermiştir. Başka bir ifadeyle, endüstriyel üretim artık tahakkümünü öteki ekonomik biçimler ve toplumsal olgulara genişletemiyor. Bu değişimin bir belirtisi istihdamdaki nicel değişikliklerde görülebilir. Modernleşme süreci emeğin tarım ve madencilikten (birincil sektör) endüstriye (ikincil sektör) göçüyle tanımlanırken, postmodernleşme ya da enformatikleşme süreci emeğin endüstriden hizmet alanına (üçüncü sektör) göçüyle tanımlanır.
Modernleşmenin bittiği ve küresel ekonominin günümüzde enformasyon ekonomisi yönünde bir postmodernleşme sürecine girdiği iddiası, artık endüstriyel üretimin sonunun geleceği ya da yerkürenin en hâkim bölgelerinde bile önemli bir rol oynamayacağı anlamına gelmez. Tıpkı endüstrileşme süreçlerinin tarımı dönüştürdüğü ve onu daha verimli hale getirdiği gibi, enformasyon devrimi de imalat süreçlerini yeniden tanımlayarak ve gençleştirerek endüstriyi gençleştirecektir. Burada idari bakımdan zorunlu olan yeni işlev "imalatı bir hizmet gibi gör" formülüyle açıklanabilir.
299
Dünyanın bağımlı ülkeleri ve bölgeleri böylesi stratejileri hayata geçirmekten aciz olmakla birlikte, postmodernleşme süreçleri onlara geri dönüşü olmayan değişimler dayatır.
300
Sahra-altı Afrikası gibi hiyerarşinin en alt bölgeleri sermaye akışlarından ve yeni teknolojilerden tam anlamıyla dışlanmıştır ve bu yüzden bu bölge insanları açlık sınırında yaşıyor. Küresel hiyerarşide orta düzey konumlar için rekabet endüstrileşme üzerinden değil, üretimin enformatikleşmesi üzerinden yürütülüyor. Hindistan ve Brezilya gibi, değişik ekonomileri içinde barındıran geniş ülkeler, eşzamanlı olarak her düzeyde üretim sürecini -enformasyon temelli hizmet üretimi, modern endüstriyel mal üretimi ve geleneksel elişleri, tarım ve madencilik- destekleyebilir. Bu üretim tarzlarının düzenli bir sırayla birbirini takip etmelerine gerek yoktur; tersine bunlar birbirine karışır ve yan yana var olurlar. Bütün bu üretim tarzları dünya pazarının ağları içinde ve enformasyon temelli hizmet üretiminin tahakkümü altında varlığını sürdürüyor.
302
Maddi-Olmayan Emeğin Sosyolojisi
dönüşüm ... Fordist modelden Toyotist modele geçiş...
... başta gelen yapısal değişim, metaların üretimi ve tüketimi arasındaki iletişim sistemi ... yani fabrikayla piyasa arasındaki enformasyon akışı...
Toyotizm ... piyasalarla sürekli ve doğrudan iletişim ... sıfır stok...
303
maddi olmayan emek ...
bir hizmet, bir kültürel ürün, bilgi ya da iletişim gibi maddi-olmayan mallar üreten emek...284
... kapitalizm mucizevi bir biçimde sağlıklı, birikim mekanizması her zamankinden daha iyi işliyor. ... Sermayenin süregiden sağlığının bu gizemini açıklayabilmenin üç yolu vardır: Birincisi, bazılarına göre, sermaye artık emperyalist değildir (hemen bir kenara atılması gereken açıklama). ... İkinci hipotez ... sınırlara dayanma ve ekolojik felaket anı henüz gelmemiştir. ... (285) üçüncü hipoteze göre ise, günümüz sermayesi birikimini bir genişlemiş yeniden üretim çevrimine girerek sürdürüyor; ama giderek daha fazla kapitalist-olmayan çevreyi değil, bizatihi kendi kapitalist alanını boyunduruk altına alıyor; yani, boyunduruk artık biçimsel değil, gerçektir.
286
Modern birikim kapitalist-olmayan çevrenin biçimsel boyunduruğuna, postmodern birikim ise bizatihi kapitalist alanın gerçek boyunduruğuna dayanır.
288
yeni öznelliklerin üretimi
kültürel hareketlerin derin ekonomik gücü... ...ekonomik ve kültürel olguların giderek birbirinden ayrılmaz hale gelişi...
290
... iletişim ve sibernetiğin ileri teknolojileri ancak öznellikte kök saldığı, daha doğrusu, üretici öznellikler tarafından canlandırıldığı zaman etkilidir.
294
Nicel göstergeler ne bir paradigmadan (ekonomik paradigmalar) diğerine geçiş sürecindeki nitel dönüşümü ne de her bir paradigma bağlamında ekonomik sektörler arasındaki hiyerarşiyi kavrayabilir. Modernleşme sürecinde ve endüstriyel hâkimiyet paradigmasına geçişte, tarım üretimi nicel olarak (hem çalışan işçilerin yüzdeleri hem de üretilen toplam değerin oranı açısından) düşmekle kalmamış, daha önemlisi, tarımın kendisi de dönüşüme uğramıştır. Tarım endüstrinin tahakkümü altına girdiğinde, hâlâ nicel açıdan ağırlığını korusa bile, endüstrinin toplumsal ve finansal baskılarına maruz kalır, dahası, tarımsal üretimin kendisi endüstrileşir. Kuşkusuz, tarım yok olmuyor, modern endüstriyel ekonomilerin asli bir bileşeni olarak yerini koruyordu; ama artık dönüşüme uğramış ve endüstrileşmiş bir tarımdır söz konusu olan.
Tarihsel yanılsama benzetmeyi dinamik bir ardışıklık varmış gibi yapar; öyle ki bir ekonomik sistem, sanki hepsi aynı hattı takip ederek ilerliyormuş gibi, gelişme sürecinde bir önceki dönemde ötekinin geçtiği aynu konumu ya da aşamayı geçer. Ancak nitel açıdan, yani küresel iktidar ilişkileri içindeki konumlarına göre bakıldığında, bu toplumların ekonomileri hiçbir biçimde kıyas kabul etmez konumlar işgal eder.
298
... günümüzde modernleşme sona ermiştir. Başka bir ifadeyle, endüstriyel üretim artık tahakkümünü öteki ekonomik biçimler ve toplumsal olgulara genişletemiyor. Bu değişimin bir belirtisi istihdamdaki nicel değişikliklerde görülebilir. Modernleşme süreci emeğin tarım ve madencilikten (birincil sektör) endüstriye (ikincil sektör) göçüyle tanımlanırken, postmodernleşme ya da enformatikleşme süreci emeğin endüstriden hizmet alanına (üçüncü sektör) göçüyle tanımlanır.
Modernleşmenin bittiği ve küresel ekonominin günümüzde enformasyon ekonomisi yönünde bir postmodernleşme sürecine girdiği iddiası, artık endüstriyel üretimin sonunun geleceği ya da yerkürenin en hâkim bölgelerinde bile önemli bir rol oynamayacağı anlamına gelmez. Tıpkı endüstrileşme süreçlerinin tarımı dönüştürdüğü ve onu daha verimli hale getirdiği gibi, enformasyon devrimi de imalat süreçlerini yeniden tanımlayarak ve gençleştirerek endüstriyi gençleştirecektir. Burada idari bakımdan zorunlu olan yeni işlev "imalatı bir hizmet gibi gör" formülüyle açıklanabilir.
299
Dünyanın bağımlı ülkeleri ve bölgeleri böylesi stratejileri hayata geçirmekten aciz olmakla birlikte, postmodernleşme süreçleri onlara geri dönüşü olmayan değişimler dayatır.
300
Sahra-altı Afrikası gibi hiyerarşinin en alt bölgeleri sermaye akışlarından ve yeni teknolojilerden tam anlamıyla dışlanmıştır ve bu yüzden bu bölge insanları açlık sınırında yaşıyor. Küresel hiyerarşide orta düzey konumlar için rekabet endüstrileşme üzerinden değil, üretimin enformatikleşmesi üzerinden yürütülüyor. Hindistan ve Brezilya gibi, değişik ekonomileri içinde barındıran geniş ülkeler, eşzamanlı olarak her düzeyde üretim sürecini -enformasyon temelli hizmet üretimi, modern endüstriyel mal üretimi ve geleneksel elişleri, tarım ve madencilik- destekleyebilir. Bu üretim tarzlarının düzenli bir sırayla birbirini takip etmelerine gerek yoktur; tersine bunlar birbirine karışır ve yan yana var olurlar. Bütün bu üretim tarzları dünya pazarının ağları içinde ve enformasyon temelli hizmet üretiminin tahakkümü altında varlığını sürdürüyor.
302
Maddi-Olmayan Emeğin Sosyolojisi
dönüşüm ... Fordist modelden Toyotist modele geçiş...
... başta gelen yapısal değişim, metaların üretimi ve tüketimi arasındaki iletişim sistemi ... yani fabrikayla piyasa arasındaki enformasyon akışı...
Toyotizm ... piyasalarla sürekli ve doğrudan iletişim ... sıfır stok...
303
maddi olmayan emek ...
304
Etkileşimli ve sibernetik makineler bedenlerimize ve zihinlerimize takılan yeni bir protez, bedenlerimizi ve zihinlerimizi yeniden tanımlamamızı sağlayacak bir lens haline geliyor. Siber-uzamın antropolojisi gerçekte yeni insanlık durumunu tanımaktan başka bir şey değildir.
(Dipnot 18. "Temel ekonomik kaynak -ekonomistlerin terimini kullanacak olursak 'üretim aracı'- artık ne sermaye, ne doğal kaynaklar (ekonomistlerin 'toprak' dediği şey) ne de 'emek'tir. Kaynak artık bilgidir ve hep öyle olacaktır." Peter Drucker'in anlamadığı bilginin verili bir şey değil, üretilmiş bir şey olduğu ve üretiminin de yeni tür üretim araçları ve emeğin gerekli olduğudur.)
305
... duygulanımsal emek... özen, şefkat, rahatlama, ferahlama, tatmin, heyecan, tutku...
306
Maddi-olmayan emek dolaysız bir biçimde toplumsal etkileşim ve ortak faaliyet gerektirir. Başka bir ifadeyle, maddi-olmayan emeğin ortak oluşu daha önceki emek biçimlerinde olduğu gibi dışarıdan dayatılmış ve örgütlenmiş bir şey değildir; ortaklık bizatihi emek faaliyetine tam anlamıyla içkindir. ... (maddi-olmayan emek gücü) ortak güçleri emeğe kendi değerini kendi biçme imkânı verir. ... maddi-olmayan emek, kendi yaratıcı enerjilerini dışavurarak, görünen o ki, bir tür kendiliğinden ve çekirdek komünizm imkânı sağlıyor.
313
Piyasa rejimleri ve neo-liberalizm bu ikinci, üçüncü ve n'inci doğanın özel mülke dönüşmesinden doğar.
Bize öyle geliyor ki, aslında, bugün kapitalizm tarihinde hiçbir zaman yaşamadığımız oranda derin ve köklü bir komünallik ortamında yaşıyoruz. Gerçek şu ki, biz iletişim ve toplumsal ağlar, etkileşimli hizmetler ve ortak dillerden oluşmuş bir üretici dünyada yaşıyoruz. Ekonomik ve toplumsal gerçekliğimiz yapılan ve tüketilen maddi nesnelerden çok ortak üretilmiş hizmetler ve ilişkiler tarafından belirleniyor. Üretmek giderek daha fazla eylem ve iletişim ortaklığı kurma anlamına geliyor.
316
... kapitalistlerin bencil kâr dürtüleri ileriyi görmelerini engeller.
321
Beş duyunun heykelin yüzüne bir gül değdirilmesiyle oluştuğuna ilişkin eski Aydınlanmacı nosyon...
325
Polybius için, Roma İmparatorluğu politik gelişmenin zirvesini temsil ediyordu; çünkü o üç "iyi" iktidar biçimini -İmparator, Senato ve halk komitelerini (comitia Antik Roma'da yasama görevlerini üstlenen halk meclisleri) şahsında cisimleştiren monarşi, aristokrasi ve demokrasiyi- bir araya getiriyordu. İmparatorluk bu iyi biçimin, monarşinin tiranlığa, aristokrasinin oligarşiye ve demokrasinin komitelerin yönetimine ya da anarşiye dönüştüğü bir kısır döngüye düşüp yozlaşmasını engeller.
Bugün karşımıza çıkan İmparatorluk da -mutadis mutandis [gerekli değişiklikler yapıldıktan sonra]- bu üç iktidar biçimi arasındaki işlevsel bir denge üzerine kurulmuştur: iktidarın monarşik birliği ve küresel kuvvet kullanma tekeli; ulus-aşırı korporasyonlar ve ulus-devletler kanalıyla aristokratik eklemlenme; ve çeşitli türden STK, medya örgütleri ve diğer "halkçı" örgütler yanında yine ulus-devletler biçiminde karşımıza çıkan demokratik-temsili komiteler.
327
Karma kuruluş
Monarşi, iktidar birliğinin meşrulaştırıcı ve aşkın koşulu için temel olmak yerine, bir küresel polis kuvveti ve dolayısıyla bir tiranlık biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Ulus-aşırı aristokrasi sanki girişimcilik erdemini finansal spekülasyona harcamayı tercih ediyor ve dolayısıyla bir asalak oligarşi görüntüsü veriyor. Son olarak, bu çerçevede emperyal mekanizmanın aktif ve açık unsuru olması gereken demokratik kuvvetler ise, aksine korporatif kuvvetler, bir önyargılar ve köktencilikler dizgesi olarak görünür ve dolayısıyla düpedüz gerici olmadığında muhafazakâr bir ruh hali sergiler.
336
... sermaye aşkın bir iktidar değil, içkinlik alanında bulunan bir kontrol mekanizması talep eder. Sermayenin toplumsal gelişmesi yoluyla, modern egemenlik mekanizmalarının -sınırlı ve parçalı bir toplumsal alan üzerine aşkın bir düzen dayatan kodlama, üst-kodlama ve yeniden kodlama süreçleri- yerini, zaman içinde bir aksiyomatik, yani öncel ve sabit tanımlar ya da terimlere gönderme yapmaksızın çeşitli alanlar boyunca doğrudan ve eşit oranda değişkenleri ve katsayıları belirleyen ve birleştiren bir dizi denklem ve ilişki alır.
337
Sermaye kodlanmamış akışlar, esneklik, sürekli uyarlanma ve eşitleme eğilimiyle tanımlanan pürüzsüz bir uzama yönelir.
340
Kontrol toplumuna geçiş hiçbir biçimde disiplinin sonu anlamına gelmez. Aslında, disiplinin içkin işleyişi -yani, öznelerin kendilerini disiplin altına sokması, bizatihi öznellikler içinde durmaksızın disiplinci mantıkların fısıldanması- toplum geneline çok daha fazla yayılmıştır.
341
Kontrol toplumunda üretilen bir melez öznellik bir mahkûm, bir akıl hastası ya da bir fabrika işçisi kimliği taşımayabilir; ama yine de eşzamanlı olarak bütün bu kimliklerin mantıkları tarafından kurulmuş olabilir. O, fabrika dışında fabrika işçisi, okul dışında öğrenci, hapishane dışında mahpus, tımarhane dışında delidir; aynı zamanda hepsidir. ... Tıpkı emperyal egemenlik gibi, kontrol toplumunun öznellikleri de karma kuruluşlardır.
346
Spekülatif ve finansal sermaye bir yandan emek gücünün fiyatı nerede en ucuzsa ve yönetim aygıtı nerede en yüksek sömürüyü garanti ediyorsa oraya akar.
351
Onların gücü kontrol altına alınmalı, ama yok edilmemelidir.
355
... arzu sınır tanımaz ve (varolma arzusu ve üreme arzusu bir ve aynı şey olduğundan) hayat sürekli olarak, özgürce ve eşit olarak yaşanabilir ve yeniden üretilebilir.
362
... (bombayla) yıkıma, (parayla) yargıya ve (iletişimle) korkuya...
366
... materyalist mantık (yani politik, tarihsel ve ontolojik mantık)
.
.
.
.
.