.
.
.
.
İMAJ
Kevin
Robins
Görmenin
Kültür ve Politikası
(Çev.
Nurçay Türkoğlu)
Ayrıntı
Yay. 1999. İst.
İmage
1. An
iconic mental representation
2.
(Jungian psychology) a personal facade one presents to the world
3. A
visual representation of an object or scene or person produced on a surface
4. A
standard or typical example
5.
Language used in a figurative or nonliteral sense
6.
Someone who closely resembles a famous person (especially an actor)
7. A
likeness of a person (especially in the form of sculpture)
image
(verb) Imagine; see in one's mind
(21.
sayfada bir dipnot)
*
İngilizce vision karşılığı olarak kullandığımız “vizyon” ve image karşılığı
olarak kullandığımız “imaj” sözcükleri, içerdikleri zengin anlamlar nedeniyle
çevrilmesi sorunlu sözcüklerdir.
Türkçe’de görü, görüş, görme, uzak-görüş, düşsel görüntü, görülen vb.
sözcüklerle karşılanmaya çalışılan vision, görme ediminin düşteki görüntü gibi,
haya gücüyle bazen de mistik görüş gücüyle ilgili olarak kullanılmasını ifade
eder. Yine dilimizde görünüş,, görüntü, resim, fikir, kavram ve çoğunlukla da
imge sözcüğüyle karşılanan image, bir kişi veya nesnenin görüntüsel/resimsel
benzeridir; zihinsel, sözel, algısal, optik, grafik imajlardan söz ederiz.
Vizyon ve imaj sözcüklerinin tam Türkçe karşılıklarını bulma arayışları
sürerken, elinizdeki kitapta eleştirel bir açıdan incelendiği gibi, vizyon ve
imaj gibi görüntü teknolojisiyle ilişkilendirilen bazı terimler (internet
ortamıyla ilgili terimlerde de aynı sorunla karşılaşacağız; örn. cyber: siber,
cyborg: siborg, bit: bayt, vb.) gündelik dilde Batılı medyanın popülerleştirdiği
anlamlarda kullanılmaktadır. (ç.n.)
11.
Günümüzde imajların neredeyse dünyanın gerçekliğini gölgede bırakabileceği
düşünülmektedir. Sanal gerçeklik ideali de, alternatif ve ideal bir öteki
dünyanın teknolojik olarak vaat edilmesidir.
13. ...
eski analog (benzetmeye dayalı) dünyadan “dijital” olmaya doğru bir gidiş
demektir.
13.
...tekno-vizyonculukların içi boş kehânet söylemleri...
14. ...
“bugüne ve geçmişe dair bilgilerimizin hükümsüz kaldığını, beyhude olduğunu
göstermeye çalışıyorlar”.
14.
Gelecekçilerin devrimci dönüşüm olarak adlandırdığı şey benim için, sıkıcı
ve acı verici bir süreklilikten başka
bir şey değil. Küresel ağ toplumu bana göre, toplumsal yaşamın unsurlarının
giderek daha çok rasyonalite ve denetim mantığına boyun eğme güdüsünü ifade
etmektedir.
15.
Kapitalist imgelemin temel başarılarından biri geleceğin
sömürgeleştirilmesidir, bu da olanakların sömürgeleştirilmesi demektir. ...
Böylece küresel toplum rasyonel ve standartlaşmış zamansallığa bağımlı hale
gelmektedir. Paul Virilio bu süreci “bölgesel zamanların çoğulculuğunu tasfiye
eden tek bir küresel zamanın” kurulması olarak tanımlamaktadır. Bu sonsuz bir
şimdiki zamandır. Virilio’nun deyişiyle “zamanın hacminin kesilmesi”, anlamlı
değişim ve dönüşüm potansiyellerinin iptal edilmesidir. Enformasyon toplumunun
gelecek takıntısı vardır ama bu takıntının geleceği, tamamen şimdiki zamanın
sonsuz sürekliliğidir. ...gelecekbilim takıntısı, geleceği denetim ve güvenlik
altına alma arzusundan kaynaklanmaktadır.
16. ...
geleceği olabildiğince şimdiki zamana benzetmeye gayret etmektedirler.
17.
Gelecek, şimdiki zamandan farklı olmadığı için, dönüştürülebilecek bilinmeyen
karşılaşmalara ve olaylara olanak tanıyan bir içeriği de artık yoktur.
Karşımızda bilinmeyen yoksa insani yaratıcılık ve özerklik de olamaz. “Yaratım”
der Castoriadis, “hazır olmayan, verili olandan yola çıkılarak birleştirme veya
başka bir yolla ortaya çıkartılamayan bir şeyi meydana getirme kapasitesi
demektir”.
Bilinmeyen
geleceğin ötekiliği, yaratım ve kendini-yaratım sürecinin gerçekleşebilmesi
için yaşamsal bir ortamdır. Bu ötekilik olmadan anlamın açılması söz konusu
olamaz. Geleceğin teknolojik olarak kapatılması, radikal hayal gücünün yaratıcı
düzensizliği için zorunlu olan zaman açıklığının kaynaklarını kurutur.
21.
Günümüzde yeni vizyon ve imaj teknolojilerine büyük ilgi gösterilmektedir. Bu
teknolojilerin toplumsal ve kültürel alanda radikal dönüşümlere neden olduğuna
dair abartılı iddialarla karşılaşmak da şaşırtıcı değil. Beklenmedik ölçülerde
bir “imaj devrimi” yaşadığımız söylenirken bunun da postmodern döneme tarihsel
bir geçişle bağlantılı olduğu ileri sürülmektedir.
Gündelik
gerçeklikler ve deneyimler, sanal yaşantıların ve siber-kültürün düşleri
yanında pek sönük duruyor.
Bu
idealleştirilmiş vizyon bize yeni imajların –en son imajların- öncekilerden kat
be kat üstün olduğunu söyler. Teknolojik mükemmellikten yana, amaca yönelik
modern teleolojik gelişme ve ilerleme anlatısını içeren bir bakıştır bu.
23.
Vizyon alanındaki ilerleme, rasyonalite gücünün artmasıyla ölçülür. Cisimden
ayrılmış, aşkın (transcendental) vizyon mantığının sürekli işlenmesi anlamında
Kartezyen mantığın ölçüsüdür bu. Bu anlayışa göre, yeni imaj teknolojileri,
dünyanın görsel olarak kuşatılması, manipülasyonu ve denetimi için daha geniş
kaynaklar sağladığı ölçüde değer kazanmaktadır. Düzen ve rasyonalizasyon
yoluyla aşkınlama mantığını izleyen bir toplumsal ve insani proje bağlamında
yeni imajlar üstün olarak kabul edilmektedir.
Teknolojinin
değişim değerini inkâr etmemekle birlikte, bugünkü görsel kültürümüzde hangi
değişim biçimlerinin gerçekten önemli ve anlamlı olduğunu bulmak için böyle bir
mesafenin gerekli olduğuna inanıyorum.
24. Bu
tartışmalar daha çok, vizyonun (görme ediminin) diğer duyulardan ayrıcalıklı
olarak ele alınması (ocularcentrizm) çerçevesinde karşımıza çıkmaktadır.
25.
Görselliğin rasyonalizasyonu ne yönde olursa olsun imajların, rasyonalite
öncesi güçlerle, arzularımız ve fantazyalarımızla hatta ... esas olarak temel
kaygı ve korkularımızla bağlantılı olması beni özellikle ilgilendiriyor.
İmajların
dünyayı tanımak ve anlamak için nasıl kullanıldığıyla ilgilenirken aynı zamanda
dünyadaki olayların gerçekliğini önlemek, reddetmek ve inkâr etmek üzere de
kullanılabileceğine dikkat çekmek istiyorum. Neyin görüntülendiği kadar, hatta
daha önemli bir soru neyin görüntülenmediği (screened out) sorusudur.
28. (Bu
teknolojilerin) Bağlantı kurmamızı kolaylaştırabileceği gibi
zorlaştırabileceğini de kabul etmeliyiz.
Bernard
Sharratt imajların özünde “sunum ve yanlış sunumun, gerçeğe sadık görünüm ve
tamamen hayal ürünü olmanın, yansıma ve kurgunun ikili anlamında” var olan çift
değerliliğe dikkat çeker. Bu yüzden, imajlarla olan ilişkimizde çifte
değerliliği yaşamamızın hem kaçınılmaz hem de gerekli bir durumu olduğunu
düşünüyorum.
31.
İnsanoğlunu bilinmeyenin temasından daha fazla korkutan bir şey yoktur. (Elias
Caetti, Kitle ve İktidar)
Temas
duygusu, bir şeyin veya birisinin yabancı olduğunu hissetmemiz riskini taşır.
Teknolojilerimiz bu riskten uzak durmamızı sağlar. (Richard Sennet, Et ve Taş)
32. Artık
hepimiz teknoloji yanılsamasına, özellikle modern aşkınlama yanılsamasına
alışık değil miyiz?
Bizi
dünyadaki ve içimizdeki korku uyandıran şeylerden uzaklaştıran, kopartan
araçlar teknoloji eliyle sağlanır.
33.
Vizyon her zaman bilinmeyene, dışarıda ve ötede olana karşı önemli araçlar
sağlamıştır. (Pek çok kültürde imajlara özel ve koruyucu güçler yüklenmiştir.)
Biçimsel ve soyut görme biçimlerini işleyerek de olsa modernite, görsel savunma
mekanizmalarını rasyonalize etmeyi başarmıştır. Teknolojik olarak yayılan
görüntü, çevremize mesafe koymanın, dünyayla doğrudan bağlantı kurmanın
ürkütücülüğünden kendimizi uzak tutmanın, tecrit etmenin özel olarak modern bir
yolu biçiminde gelişti.
35.
...Levy yeni teknolojilerin yeni bir dünya ve alternatif bir gerçeklik
yarattığını ileri sürmektedir.
36.
Gerçekliğin yeni bir biçimi olan bu yeni gerçekliğin, hâkimiyet ve yeterlilik
ilkelerine göre oluşturulduğu düşünülmektedir. ... Olması istenen şey,
alternatif bir “cisimsiz doğa” gerçekliğidir. Dokunamayacağımız, onun da bize
dokunamayacağı bir gerçeklik. Bu denetleme isteği aynı zamanda, “fiziksel
şeylerin” kusurlarından ve düzensizliklerinden kaçma isteğinin bir ifadesidir.
37. Sanal
alanın çekici olmasının nedeni aslında uzak, dokunulmaz ve kurgusal bir yer
olmasıdır. ... Sınırlılıkları ve kusurlarıyla şu anda ve burada olan
gerçekliğin yerini alabilme potansiyelinden söz edilmektedir.
38.
Modernitenin dinamiği, hem yayılması hem de ütopyacı yönleriyle her zaman şu
andaki verili gerçekliğin ağırlığından kaçma eğilimi gösterir. Zygmunt Bauman
“Modernite ilk ve öncelikli olarak sınır boyu uygarlığıdır” der.
39.
(sanal gerçeklik sistemleri) Bu çağrının temelinde, insanın gündelik ve gerçek
dünyadaki var oluşunu düzenleyen ilkelerin askıya alınması vardır.
42. Akla,
rasyonalitenin aracı olmanın ötesinde daha kapsayıcı ve karmaşık bir insan
doğası ve kültürü içinde hak ettiği yeri vermeliyiz.
44.
...dokunma duyusu, dünyanın kaotik veya katastrofik yapısına maruz kalma
riskini de taşır. ... Bilinmeyenin temasından daha çok korktuğumuz hiçbir şey
yoktur. ... Bu açıdan bakılınca, dünyadan uzaklaşmaya, ayrılmaya imkân tanıyan
görme duyusunun, vizyonun mobilizasyonu özel bir önem taşır. “İnsan herhangi
bir yabacı şeyle fiziksel temastan her zaman kaçınma eğilimindedir.” der Elias
Canetti. ... Vizyonun ilerlemeci bir anlamda rasyonalizasyonu, karanlığı
dağıtarak içindeki yabancılığı görünür hale getirmeyi amaçlar. Dokunuşa karşı
görüş.
45.
Martin Jay, hakim olan biçimiyle (“Kartezyen perspektifçilik” dediği) modern
vizyonun, dünyayı belli bir mesafeden, uzak durup hükmederek kontrol etme
yolundaki rasyonalist projeyle bağlantılı olduğunu söyler. Rasyonel vizyon
“canlı olmayan mutlak göz” işlevi üstlenmektedir. ... Mutlak vizyonla taranan
dünya böylece düzenlenebilen ve kontro edilebilen bir dünyadır.
46.
Evrensel panoptisizm (Panoptisizm: Görme duyusunun öne çıkarılması,
üstünlüğünün vurgulanması anlayışı.
48. On
dokuzuncu yüzyılın ortalarındaki panorama çılgınlığı da yine, ikameci bir
ortamın içine dalma arzusundan kaynaklanıyordu. İnsanlar panorama manzaralarını
“kişisel ve toplumsal fantazya araçları olarak kendi yaşamlarının mekânsal,
zamansal ve toplumsal sınırlarından kaçma biçimi olarak kullanıyorlardı”.
56. “Çünkü
sanat, akıl İdea’larını değil Kaosu, Uçurumu (Abyss) ve Yersizliği (Graundless)
temsil eder, bunlara biçim verir. Bu
sunum biçimiyle gündelik yaşamlarımızın uysal ve aptal güvenliğini terk ederek
Kaosa pencere açar, her an Uçurumun kenarında yaşadığımızı hatırlatır”.
(Castoriadis) Buradaki asıl mesele de sürekli başkalığa ve başkalaşma güdüsüne
müsaade etme kapasitemizdir.
59.
...temasın anlam ve öneminin (mahremiyet duygusu) bastırılıp
değersizleştirilmesi...
60.
(dipnot) Mitchell, City of Bits
“Modüler, yeniden biçimlendirilebilir,
uzantıları sonsuz bir siborg olacaksınız” (s.30).
61.
(Julian Stallabrass) “dünya sanki şeffaflaşmaktadır”
John
Berger, modern dünyada görünümlerin varlıktan ayrılmasıyla özel olarak
ilgilenmektedir. Berger’e göre, seyirlik kültürün hafifliğinde cisimleşmiş
varlığın yükü ve karşılaşmalar ortamı kaldırılmıştır.
65.
(vizyon/akıl, temas/beden ayrımını yapan Kartezyen ikilik...
Elizabeth
Grosz, “temasta dokunanın her zaman dokunulan olduğu çok açıkken, vizyonla
ilgili geleneksel felsefi modellerde gören, belli bie mesafeden/uzaktan görür
ve görülen tarafından işe karıştırılmaz” der. ... Burada girişimde bulunan tek
kişi biz değilizdir; Öteki tarafından dokunulmak kaçınılmazdır.
67.
Merleau-Ponty vizyonu temasla bir süreklilik içinde olma hali olarak düşünmek,
dünyayı görünebilir biçimde elle tutulur bir dünya olarak tahayyül etmek ister.
72. ...
“sonuçta hepsi imaj, hangi noktada fotoğraf olmaktan çıktığı semantik bir
sorun”. ... Dijital elektroniğe dayanan yeni imaj teknolojileri, fotoğrafla
kastetmek istediğimiz şeylere karşı çıkmaktadır.
73. Yeni
imaj teknolojileri Batı kültürünün belirli değerleriyle biçimlenip
oluşmuştur. Rasyonalite ve denetim
mantığıyla biçimlenmiş, askeri ve emperyalist emelleri olan bir kültür tarafından
oluşturulmuştur. Bu açıdan bakınca kimyasal fotoğraftan elektronik imajlara
geçişle ilgili tekno-devrimci iddialar gücünü yitirmeye başlar.
76.
‘aura’
78.
fotoğraf – bilgisayar
79.
Bilgisayarın yapay, formel ve nantıklı alanında, geleneksel gerçekliğimizden
ayırt edemeyeceğimiz, hatta bu geleneksel gerçekliği gölgede bırakabilecek,
vekâleten duran bir gerçeklik, başka bir gerçeklik, taklit edilebilir hale
gelmektedir. Öyle ki, gerçek dünya diye adlandırmaya alıştığımız dünyanın
yerini hayalet ikizi almakta, dünya kopya edilmektedir. ...Belki de, eski
gerçeklik yalnızca teknoloji öncesi bir benzeşimdi: Genellikle gördüğümüz
dünyayı hep sanki “orada bir yerlerde” gibi düşünürüz, bu bir alışkanlıktır.
Oysa gördüğümüz aslında zihinsel bir modeldir, yalnızca beynimizde var olan
algısal bir benzeşimdir.
80.
Bilgisayar imajları yeni bir görsel paradigmaya, her şeyi farklı göreceğimiz
yeni bir çağa geçilmekte olduğuna işaret etmektedir:
Görsel
olarak yönlendirilen bilgisayar ara yüzeyleri, film, fotoğraf ve onlardan önce
resim ve çizim, insanların dünyayı görme biçimlerini çok değiştirdi. İnsanlar
sinema perdesindeki ilk yakın-çekim yüzlerin dev görüntüleri karşısında
çığlıklar atarak kendilerini salondan dışarı atmışlardı. Rönesans, Grek
felsefesinin yeniden keşfedilmesinden olduğu kadar, perspektifin ortaya
çıkmasından da etkilenmişti. Kültürel evrimimizin bir parçasıdır bu;
yaygınlaşmış bir görsel paradigma ne zaman yeni bir boyuta girse gerçeklik bir
parça yön değiştirir. Siber-mekâna dönüşümünde (dijital bilgisayarın doğası
gereği) gerçeklik epeyce değişmekte.
Rheingold,
“What’s big deal about cyberspace?” s.452
82.
İmajların gerçek dünyadaki anlamlardan ve göndergelerden bağımsız olarak
üretildiği bir dünyada yaşamaktayız. Modern yaşamda artık gerçekliğin aracısı
olmaktan çıkan imajlarla, benzeşimlerle ilişki kurar hale geldik. ... Artık
kimliğimizi gerçeklikle değil de, imaj yoluyla ifade etmekteyiz. Görünüşte
kendini-kapsayan, kendine-göndermeli imaj sistemleri kendi özerkliklerini ve
otoritelerini üstlenmek üzereler.
86. Artık
teknoloji uzun zamandır, metaforik olanı somutlaştırma işiyle uğraşıyor.(john
perry barlow)
88.
kinestetik
91.
“Bilgisayarlarla çalışan insanlar tıpkı Narcissus ve yansıması gibi, kendi
oluşturdukları dünyaya veya kendileri için başkaları tarafından yaratılan
dünyalardaki kendi performanslarına kolayca âşık oluvermektediler”. (Sherry
Turkle) İmajın “içine” gidenlere baktığımızda Baudrillard’ın “nasisistik
inatçılık” diye adlandırdığı bir tekbencilik görürüz.
...imajın
“içine” girmek bazı ilkel arzuların, fantazyaların temsil edilmesine, korku ve
kaygıların ortaya çıkartılmasına neden olur. Phillipe Dubois, iki mitolojik
figürü, Narcissus ve Medusa’yı imajla ilgili psişik yatırımlarımızın ve
nevrotik kararsızlığımızın sembolü olarak görür. Bunlardan biri imajı
(çocukluğa dair) gerçek sayma, onu kucaklama, içine dalma, ona katılma arzumuzu
yansıtır. Diğeri kendi yarattığımız imajlar karşısında, bunların gücünden doğan
çekicilik ve iticilik, arzu ve korku duygularının çelişkisiyle yaşadığımız
kaygıları temsil eder.
92. Video
oyunları... Tıpkı Medusa gibi doğrudan yüzyüze gelinmemelidir; ...
93.
“Dışarıdaki” dünya kendi gerçekliğini yitirirse neler olacaktır?
94.
Aslında askeri projelerden “fırlayan” gösterişli ve yararlı aletler olarak
görülen benzetim teknolojilerine kucak açılıyor.
vizyon
teknolojileri...
96.
Gerçeklik her zaman benzetimi bozguna uğratabilir.
97.
Benzetimin gücü bizi savaşın yalnızca sanal bir olay olduğuna inandırmamalı.
Askeri benzetim bize video oyunlarını çağrıştırıyorsa da, hedeflerinin bir
ekrana sembolik olarak hükmetmekten çok daha öteye gittiğini aklımızdan
çıkartmamalıyız. Benzetimin, gerçek dünyanın bir modeli olduğunu, bu modeli
kullanmanın asıl hedefinin bu dünyaya müdahale etmek olduğunu unutmamalıyız. Bu
bağlamda tele-temsilin ve tele-operasyonun işlevleri çok önemlidir.
98.
“Başlangıçtaki gözcü kulelerinden çapalı balonlara, keşif uçaklarına ve
uzaktan-duyarlı uydulara kadar” der Paul Virilio, “sürekli olarak tekrarlanan
tek bir işlev vardır; gözün silah gibi işlemesi”. Ultra-yüksek-çözümlü
kameralar ve diğer uzaktan-duyarlı yeni teknoloji üretimini ordunun enformasyon
ihtiyaçlarına borçluyuz. Yeni dijital imaj işleme ve yönlendirme
teknolojilerini de kesinlikle ordunun istihbarat ihtiyaçlarına bağlayabiliriz.
Uzay keşif çalışmaları da vizyonun askerileştirilmesiyle bağlantılıdır.
99.
...dikizleme uyduları, karanlıkta “görebilen” ve bulut tabakasını “delebilen”
yeni teknoloji üretimleriyle geliştirildi.
Ancak,
ticari ve barışçıl uygulamalarla askeri uygulamalar arasındaki çizginin çok
ince olduğu görülmektedir.
100.
ABD’nin yerküre üzerinde 42 bin farklı hedefi izlediği tahmin ediliyor. ...
Dünya gezegeninde olup bitenlerin elektronik olarak gerçek zamanlamayla bir
çeşit portresi yapılmaktadır.
Tomahawk
Cruise füzeleri belkide bu verilerin en başarılı kullanımının örneğidir.
Öldürücü seyahati boyunca, irtifa ölçer bir radarla uçuş rotasının
topografyasını, belleğinde kayıtlı bulunan ayrıntılı bilgisayar haritalarıyla
karşılaştırır. “Son durak noktasına” geldiği zaman, burun ucuna yerleştirilmiş
küçük bir dijital kameranın aldığı görüntüleri, belirli hedeflerin önceden
kaydedilmiş uydu fotoğraflarından oluşan depolanmış imajlarla karşılaştıran
yeni bir kılavuz sistemi devreye girer. ... Stratejik Savunma Girişiminin
Gözetleme, Ele Geçirme, İz Sürme ve Öldürme Tespiti ile birlikte çalıştığı
söylenmektedir.
101. Yeni
gözetleme, benzetim ve vuruş sistemleri, iki farklı gerçeklik düzeyinde
işlemektedir; biri sanal, diğeri maddi. Bu iki gerçekliğin birbirinden
ayrılması, bence, günümüzde yaşanan varlığın altüst oluşunu ve ahlâki
başıboşluğu desteklemektedir.
103. ...
imaj teknolojileri ile vizyon kültürleri arasındaki ilişki...
104. ...
kimyasal fotoğrafın sona ermesi ve onun yerini dijital-imaj teknolojilerinin
alması, doğrudan bilimsel ve teknolojik gelişmelere bağlanmak isteniyor.
Yeni
enformasyon ve sibernetik teknolojilerinin gelişimiyle tüm kültürler ve
kültürel formlar birbirine yaklaşmakta ve evrensel Batı rasyonelliği söylemiyle
uyum içine girmektedir.
105. Batı
kültürü –Aydınlanma kültürü- için bilgi temel olarak vizyonla (aydınlanma /
illumination) bağlantılıdır. Vizyon duyuların en uzak olanı (belki de en sağır
olanı diyebiliriz) olduğu için nesnel ve bilimsel (değer-dışı) bilme idealine
işaret eder. Nesnelerin özüne ve gerçeğine nüfuz eden şey gözdür. Bu anlamda
vizyonun üstünlüğüne inanmak mümkün hale geliyordu, yani, vizyon teknolojileri
Batı uygarlığının içinde saklı üstünlüğü yansıtıyordu.
106.
Bugün imaj emperyalizminden söz ederken yine de farklı bir şeyler demek istiyor
olabiliriz; bu zaman içindeki imajların hiper-gerçek bolluğuna gönderme yapıyor
olabiliriz. Sonrada aslında imajların özerk bir gücü olduğunu, kendilerine ait
bir iktidarları olduğunu söyleyerek; eski gerçekliklerin, eski gerçeklik
duygularının imajın bu gücü tarafından gölgede bırakıldığına olan inancımızı
ifade ediyor olabiliriz.
112.
İmajlama (görüntüleme)
113.
Askerin silahlarını tam olarak kullanabilmesi için ahlâki bağlardan kopması
gereklidir. Zygmunt Bauman’ın da söylediği gibi, kurbanların psikolojik olarak
görünmez olmaları gerekir. Öldürme işlemi “uzaktan” teknoloji dolayımıyla,
doğrudan çatışma ve şiddet şokundan uzak olmalıdır.
...
vizyon rasyonalizasyonunun ne kadar ileri götürülebileceği...
panoptik:
gözün gücüne takıntılı... (çn.)
116.
(Körfez Savaşı) “Günde dört-beş kez, halk kendi belleğinin, vicdanının ve
tahayyüllünün sesine nasıl kulak tıkayacağı yolunda televizyondan dersler
alıyor” der John Berger.
133.
Susan Sontag, “Acı çekmek başka şey, vicdanımızı sızlatması, merhamet
uyandırması şart olmayan fotoğraflara kaydedilmiş acı çekenlerin imajlarıyla
yaşamak başka bir şeydir” der. ... Ahlâklı ve merhametli olmayı gerektirecek
gerçek ve karşılıklı ilişkilere girmemizi fotoğrafik imaj sağlamaz, sağlayamaz
da. Video ekranlarında ve elektronik imajlarda ahlâki uçurum daha da büyür.
137.
(Ekranın) Öyle bir ahlâki hafifliği vardır ki, sorumluluk yüklemeden duyguları
yükseltir, bizi gerçekliğinin karmaşıklığına karıştırmadığı bir gösterinin
içine sokar.
138.
Ekranın gerçekliği gölgede bıraktığını, artık imaj, benzeşim ve gösteri
dünyasında yaşadığımızı söylemek isteyenler olacaktır. Aslında bu gözlemin bir
doğruluk payı var. Ama bu postmodernist senaryo tarafından iyice baştan çıkartılmadan
önce 150.000 gerçek adam ve kadının gerçekten katledilmesinin Körfez Savaşı
ekranlarına yansımadığını hatırlamalıyız.
143.
Sanal-teknolojik devrimin propagandasını yapanlar gerçekten yeni ve alternatif
bir gerçeklik varmış gibi konuşurlar. Şu andaki dünyamızı terk edip bu daha iyi
ülkeye göç etmemiz için bizi inandırmaya çalışırlar.
144.
Siber-alan ve sanal gerçeklik peygamberleri, kendilerini teknolojik hayal
dünyasına gömmüşlerdir. Varlıkbilim ve metafiziğin büyük sorunlarından başka
bir şeyle ilgilenmezler.
161.
Hat-bağlantılı (on-line) cemaatlerin ulusal sınırları aşmak için yollar
geliştireceği öngörülmektedir. Howard Rheingold (The Virtual Community’nin
yazarı) bölgesel ağların “daha geniş bir alana, dünya çapındaki geniş-Ağ’a
geçiş kapısı” olduğunu düşünmektedir. Bu “bütünleşmiş varlık” bağlamında
“global bir sivil toplum” ve yeni bir uluslar arası kültür kurma konumunda
olacağımızı ileri sürer. ... Ne kadar fütüristik görünürse görünsün
Rheingold’un hayal gücü temelde tutucu ve nostaljiktir. Onun ilgilendiği şey
aslında kayıp nesnenin, cemaatin eski haline getirilmesidir:
“Bu teknolojinin kullanılmasıyla birlikte pek
çok insanın yitirmeye başladığı işbirliği ruhunu yeniden yakalayabilmek için
bilgisayar ağlarına gerek duymamız acıklı bir ironi. Doğrusu ben bütün gün
kütükleri kesip fasulye yetiştirme zorunluluğuyla karşılaştırıldığında, gün
boyu zorunlu olarak klavyenin tuşlarına basarak ekrana gözlerimi dikmenin ne
kadar “ilerleme” olduğundan kuşkuluyum. Yeni teknolojilere sahip olurken, dünyanın
pek çok yerinde cemaat duygusunu da yitiriyoruz. Teknoloji de çoğu durumda bu
kaybı hızlandırıyor. Ancak bu, insanların bilgisayarları kullanarak yeni
işbirliği yolları bulabileceği önermesine karşı güçlü bir argüman sayılmaz.”
Ağ’ın aile duygusunu, “görünmez dostlar ailesi” duygusunu yeniden kurabileceği
düşünülmekte. Adeta köydeki tulumba yeri, kasabadaki meydan ethosunu yeniden
yaratmakta.
178.
Zygmunt Bauman’ın söylediği gibi kapitalizm, tüketici ideolojide adeta
felsefecinin hazinesinin sırrını bulmuş gibidir.
179.
Elias Canetti’ye göre korku ve kaygı, insani deneyimlerin temelidir.
“[Beden]
Sakınma ve kurnazlıkla kendisine yaklaşan şeylerden uzak durabilir ama ona
uzaktan da oklar ve yaylarla ulaşmak mümkündür. Kalkanlar, zırhlar yarattı, duvarlar,
kaleler kurdu etrafına; bütün bu önlemlerle yapmak istediği şey, incinemezlik
duygusuna kavuşmaktır.”
186.
Zygmunt Bauman hayatta kalma duygusuna dikkat çeker, “başkalarının ölümleriyle
yaşıyoruz, başkalarının ölümleri kendi başarımızı anlamlı kılıyor; ölmedik,
hâlâ hayattayız”. Elias Canetti de “Ölüm karşısındaki korku, ölenin bir başka
insan olmasıyla tatmin duygusuna dönüşür” diyerek hayatta kalmanın verdiği
zevki vurgular.
188.
Siegfried Kracauer “Daha önce hiçbir dönem kendisi hakkında bu kadar az şey
bilmiyordu... ‘imaj-fikir’ fikri uzaklaştırıyor; fotoğraf fırtınası şeylerin ne
anlama geldiğini göstererek bir farksızlığı/aynılığı ele vermektedir”. ...
Televizyon ekranı bize bir enformasyon zenginliği sunar ama aynı zamanda da
görünenin gerçekliğini ekran dışında tutma ve bilgiye engel olma işlevleri de
vardır.
189.
Régis Debray “İmaj yoluyla minyatürleştirilmenin, kendi gerçek doğası ve ölçüsü
içinde katlanılamayacak olan uzaktaki savaşların ve kıyımların kabul
edilebilir, hatta pitoresk hale getirdiğini görüyoruz”. der. ... İmajın
hafifliği görülenden ayrılma, uzaklaşma duygusuna yol açar. ... Ekran, izleyeni
deneyim bombardımanından koruyan bir kalkandır.
193.
Teknolojik araçlarla “değişik bir dünya”, “telafi edici bir gerçeklik”, “teknik
manipülasyonla duyguları kandıran gerçeklik görünümü” yaratmak mümkündür.
195.
Gianni Vattimo ... “dünyanın imajlarının çoğalmasının ‘gerçeklik duygumuzu’
yitirmemize neden olduğunu” söylemektedir.
209.
Belirli görüş (vizyon) biçimleri belirli kavrama ve anlama yollarına tekabül
eder. Burada görsel deneyimlerimizi edindiğimiz teknolojik araçlarla ilgili
sorular devreye girer. Görmek, bilmek ve kontrol etmek. Karanlığın gücüne
karşı, içinde kendimizi kaybedeceğimiz meçhul labirente karşı görüş (vizyon) ve
ışık. Ama hiçbir şey kesin değildir, hep bir zorluk vardır. Görünür olan her
şeyde bir gözden kaybolma potansiyeli vardır.
238.
Teknolojik gelişmenin bütün bir toplumsal kurum ve örgütlenmeler düzeneği
içinde oluştuğu gerçeği bir kenara bırakılarak, bir çeşit aşkın ve özerk bir
güç olarak görülmektedir.
239. Yeni
teknolojiler bütünüyle yeni bir görsel söylemin ortaya çıkmasıyla
bağlantılıdır. Gerçeklik, bilgi ve doğruluk düşüncelerimizin içten içe dönüşüm
geçirdiği ileri sürülmektedir.
240.
Postmodern düzen, maddesel dünyanın imajdan önce gelişiyle mücadele edildiği,
iamjın alanının özerkleştiği hatta “gerçek dünyanın” varlığının sorgulandığı
bir düzen olarak algılanmaktadır. Benzetim ve benzeşim dünyasıdır.
varlıkbilim
ve epistemoloji soruları
242. Fotoğraf
dünyayla bir ilişki kurma yolu sağladı, yalnızca bilişsel değil, estetik,
ahlâki ve politik bir ilişki kurma yolu. “İmajlar yoluyla duyguların ifade
edilebilmesinin çapı, sözcüklerin ifade olanakları kadar geniştir” der John
Berger, “İmajlarla pişmanlık duyar, umut eder, korkar ve severiz”.
243. John
Berger, 1839’da kamera icat edildiği sırada August Comte’un Cours de
Philosophie Positive (Pozitif Felsefeye Giriş) kitabını tamamlamakta olduğuna
dikkat çeker. Pozitivizm ve kamera birlikte büyüdü. Her ikisinin de uygulamaya
geçmesini sağlayan, “bilim adamları ve uzmanlar tarafından kaydedilen
gözlemlenebilir, sayılabilir gerçeklerin, günün birinde insanların doğa ve
toplum hakkında, her ikisini de denetleyebileceği bütüncül bir bilgi sunacağı
inancıydı”:
Comte,
belki yalnızca yıldızların kökeni dışında, insanların kuramsal olarak
bilemeyeceği hiçbir şey kalmayacağını yazmıştı! O günden bu yana kameralar
yıldızların bile oluşumunu görüntülediler! Bugün fotoğrafçılar, her ay, on
sekizinci yüzyıl Ansiklopedistleri’nin tüm çalışmalarında
düşleyebileceklerinden daha fazla geçeği bize veriyorlar.
Dünyanın
fotoğrafik belgeleri onun bilişsel olarak idrak edilmesiyle ilgiliydi.
Pozitivistlere göre dünyayla, dünyanın doğası ve içeriğiyle ilgili ‘doğruları’
anlamada fotoğraf ayrıcalıklı bir araç demekti.
Mitchell’in
söylediğine göre kamera, “ideal bir Kartezyen araç olarak, özneleri
gözlemleyerek, onlardan önce bulunan nesnelerin en sahici izlerini kaydetmek
için kullanılan bir araç olarak” görülmekteydi. ... Mitchell’in belirttiği
gibi, “fotoğrafik işlemlerin tıpkı... bilimsel işlemler gibi, öznelliği
yenmenin ve sahici gerçeği elde etmenin garantili bir yolunu sağladığı
söylenebilir”.
245.
Dijital imajlar şimdi fotoğrafik imajdan çok farklı özellikleriyle “yeni bir
işaret çeşidi” haline gelmektedir.
246.
Ulaşılmak istenen hedef hâlâ bütüncül bilgidir, bu bilgi de dünyanın
düzenlenmesi ve denetim altına alınması için istenmektedir.
Uydular
yeryüzünü taramaya ve değişen yüzeyinin imajlarını geri göndermeye devam
ediyor... Bu hiç durmadan yaşanan kabuk değişimi, çeşitli amaçlarla
bilgisayarda işlenmektedir; yer altı kaynakları incelemeleri, hava durumu
uzmanları, kent plancıları, arkeologlar, askeri-istihbarat birimleri ve daha
pek çok şey için. Yeryüzünün tüm yüzeyi sürekli olarak açılan bir gösteri
haline, sonu gelmeyen, inceden inceye gözleme nesnesi haline gelmiştir.
Yeni
teknolojiler ... Görünen ve görünmeyen arasındaki sınırları da bulanıklaştırdı.
Fred Ritchin kendi deyimiyle “hiper-fotoğrafı” şöyle tanımlar:
İzleyen
ve izlenenin aynı anda ve aynı yerde bulunmasını gerektirmeyen, dünyası
geçmişte, şu anda ve gelecekte olan, olacak ve olabilecek, görünen ve
görünmeyen, kısaca hissedilen, kavrana her şeyi dünyasına alan fotoğraf gibi
düşünülebilir.
248. Jean
Louis Weissberg aslında “kaydederek öğrenme” çağından, “benzetim yoluyla
öğrenme” çağına geçtiğimizi ileri sürer. Benzetim yoluyla öğrenmede, “imaj
nesneyi temsil etmeye çalışmaz... daha çok, işaretini verir, ortaya çıkartır,
var olmasını sağlar”. Amaç, gerçeğin göndergesine yalnızca görünüm olarak
değil, diğer (görünmez) özellikleri ve nitelikleri açısından da yaklaşan bir
“çiftini” yaratmaktır. Dijital imajlarla nesnenin benzetiminden daha yüksek bir
“varlığının benzeri olmaya” doğru ilerledikçe “imajın nesne yerine geçmesi”
mümkün hale gelmektedir. Yani, gerçek dünyadaki bir nesneymiş gibi imajla
etkileşime girmek, imajla bir deneyim yaşamak mümkün olmaktadır.
249.
Fotoğraf sonrasının mantığını, vizyonun rasyonelleştirilmesi olarak
tanımlayabiliriz.
253.
Berger görüntü ve imgelem arasındaki ilişkiyi vurgulamaktadır. “Görünümlerin
hem bilişsel, hem metaforik” olduğunu ileri sürer: Görünümlerle sınıflandırma
yapar, görünümlerle düş kurarız.” Dünyayı kavramamıza ışık tutan, canlandıran
yaratıcı hayal gücüdür: “Hayal gücü olmadan dünya düşünce uyandırmayan, donuk
bir hal alır. Yalnızca varlık kalır”.
255.
Horkheimer ve Adorno’nun ileri sürdükleri gibi, rasyonalitenin ve
rasyonalizasyonun mantığı, aklın hükmedici gücüyle “insanoğlunu korkudan
kurtarmayı” amaçlamaktadır: “Hiçbir şey dışarıda kalmamalı, çünkü dışarıda olma
fikri kendi başına korkunun kaynağıdır... İnsan ancak bilinmeyen hiçbir şey
kalmadığı zaman korkudan kurtulacağını düşünür”. Rasyonel kontrol ve hükmetme
(doğa ve insan doğası üzerinde) yoluyla rasyonalizm ve pozitivizmin “asıl
ürünü”, ölüm korkusunun kaynaklarını kurutmaktır. Dijital teknolojinin
kendisini ve üzerine kurulan söylemi, bu rasyonel öznelleştirme projesinin
devamı olarak görebiliriz. Elektronik imajlar donmuş değildir, solmazlar, ağıt
yakılacak bir özellikleri yoktur, ölümlülüğü kaydetmekten ibaret değildirler.
Dijital teknikler imajları dondurulmuş biçimde üretirler; imajlar
uyandırılabilir, canlandırılabilir, “güncelleştirilebilir”. Dijital işlem ölüye
hayat verebilir.
256. Yeni
enformasyon formatı imajın kendi amprik sınırlılıklarından ve duygusal
bağlarından özgürleşmesi olarak anlaşılmaktadır; yani imajın gerçekçi ve
insancıl ilgilerin tortusu olarak görülen kalıntılardan temizlenmesi söz
konusudur.
258.
(Mladen) Dolar’ın görüşlerini izleyerek postmoderniteyi temel bir
karşı-teleolojik anlamda, modern kültürün bastırdıklarının veya inkâr
ettiklerinin geri dönüşüne izin veren olanakları açısından ele alabiliriz.
259.
Castoriadis: bilinç-dışı, yaratıcı
güçler...
262. ...
(David) Phillips’e göre “vizyon, farklı algılama tarzlarını bir araya getiren
bir palimpsest (silinip yeniden yazılarak pek çok kez kullanılan kağıt vb.)
gibi çalışır; hem vizyonun tarihine hem de belirli bir gözlemcinin algılamasına
uyarlanan bir model gibidir”.
263. Yeni
melezleştirme biçimlerinin oluşumunu etkilemede dijital işlemlerin
potansiyelini de göz ardı etmemeliyiz (William Mitchell buna “elektrobrikolaj”
der). Sanatçı Esther Parada, “değiştirme ve karıştırma” olanakları sunan,
imajların (ve metinlerin) “katmanlı” olmasını sağlayan dijital teknolojiyi
cazip bulduğundan söz ederken dijital teknolojinin “maddeselleştirdiği zaman ve
mekân bağlantılarının anlaşılmayı arttırdığını” söyler.
263.
Geneviéve Cadieux (bir sanatçı)
.
.
.
.