.
.
.
.
Resmi
Görüş 2
Yay. Haz. : Vasıf Kortun,
1999 İst.
Sanat,
Ölüm, Postmodernite ve Aralarındaki İlişkiye Dair - Zygmunt BAUMAN
113
(Przybyla) Çürüdüğünüz sürece canlısınızdır; sonsuzluk için
korunmaya alındığınızda yalnızca ölüsünüz.
Alman şair Lessing, modern düşüncenin çıkış kaynağı olan
aydınlanmanın, üç inancın reddi üzerine kurulu olduğunu belirtir. Bunlar;
vahyin, ilahi takdirin ve ilahi yargılanmanın reddidir. İnsanın ölümlü olduğu
gerçeği ve dünya üzerindeki hassas varlığı, bu üç inancın ardında güvenlikli
bir şekilde maskelenmişti. Fransız düşünür Cornelius Castoriadis’e göre ise
modern öncesi düşünceyi kontrol altında tutan din, varlığın merkezindeki kaosu
gizleyen bir maskeydi. (114) Bugün ise kaos gizlenemiyor. Onu görünür kılan
ise, diğer etkenler bir yana, sanattır. Sanat, kaosa açılan bir pencere, onun
biçimsiz akışını biçimlendiren bir kalıptır. Sanat, kaosun varlığını yadsımaz
ve onu maskelemeye çalışmaz. Bu noktada da dinden ayrılır. Sanatın büyüsüyle
oluşan her biçimin ardında –bu bir biçim, yapay bir şey ya da bir konstrüksiyon
olabilir- sanatın gizlenemez doğası açığa çıkar. Bu da sanatın yerleşmiş olan
tüm değerleri, insan yaşamının özünü ve tartışma götürmeyen tüm doğruları
sorguluyor olmasıdır.
(Bu konumu eğer Castoriadis’in düşünceleriyle bağlarsak;
sanatın kendisinin (özünün) zaten autonomist bir yapıda olduğunu kavrarız.)
Modern keşiflerin ve aydınlanmanın pek çok mirasının,
insanın kendi haklarını kanıtlama özgürlüğüne hizmet ettiğine inanılır. Oysa
Castoriadis’e göre, daha en başından tercih hakkı ve kanıtlama özgürlüğünün
kullanımı düzenlenmişti. Bunun nedeni ise bu özgürlüğün ortaya çıkaracağı
olasılıkların engellenmesiydi. Doğmakta olan, mutlak ve tartışmasız doğru olana
ve kapsamlı keşiflere ulaşmaya yönelik, önüne geçilmez ve ölümcül bir eğilimdi.
İnsanın bu dünyada gelip geçici olduğunu anlamasıyla, deney ve yaratmanın
yollarını aramaya koyulması aynı döneme rastlar. Bu arayış da yine insanın
gelip geçici varlığını gizleyen bir maskedir.
Bir zamanlar metafizik bir mesele olan insan varlığının
bütünlüğü üzerine yükselmek, insan varlığının incinebilirliği artık teknik bir
sorun olarak ele alınmaktadır: Pek çok sorundan biri...
115
İnsanı kendi ölümlülüğünü, yani doğasını, unutma
tehlikesinden koruma görevi, büyük ölçüde sanata düşmüştür. Sanat için, ölüm
teknik bir problem değildir ve tek problem de ölüm değildir. İnsan ölümlülüğü,
sanatın varoluş nedeni, hedefi ve konusudur. Sanat, sadece insana özgü olan bir
bilginin varlığı üzerine kurulmuştur ve bu bilgi üzerinde var olmaya devam
edecektir. Bu da ölümün verili olduğu, oysa ölümsüzlüğün erişilmesi
gerektiğidir. Ölümsüzlüğe bir kere ulaşıldı mı, sona ermemesi için koruma
altına alınmalıdır. Sanatın öyküsünde öne sürüldüğü gibi, sanat dünyaya
ölümlülüğün bilinci ile gelmiştir ve ölümün unutulduğu dakikada da, sanat ya
ölecek ya da artık ilgi uyandırmayacaktır.
116
Hannah Arendt, kendi sanat anlayışında sanatçının kişisel
ihtirasının önemini yadsır. Sanatın gizemi, sanatçının ölümsüzlük arzusundan
doğmamıştır. Sanat eserinin ölümsüzlüğü kendisini yalnızca geçmişi hatırlatarak
gösterir. Yaratanın amaçlarını değil, yapıtların kalitesini gösterir. Yani
önemli olan, yapıtın, izleyicide estetik duygular ya da entelektüel beğeni
uyandırma yetisidir. Bu izleyiciler arasında yazarın onay ve alkış
beklemedikleri de bulunur. Hannah Arendt, ölümsüz olanın kalıcı olan olmadığını
inatla vurgular. Ona göre bir sanat eseri artık sıradan olana cevap
veremediğinde ve hiçbir pratik fonksiyonu kalmadığında kalıcı olabilir; Eğer
sanat eseri insanın devamı için bir araç ya da
bir kaynak değilse, bu görevi yerine getirmekte sonuna kadar
“kullanılmış” hale gelmez.
Sanatın bir vasfı olan ölümsüzlüğün, olabildiğince çok
yaşama güdümlü hayata sunabileceği hiç bir şey yoktur. Bir sanat eseri yararlı
ve işlevsel olamaz. İşlevsellik, nesnelerin olgusal dünyadaki tüketim süreci
içinde çözüleceklerine ve yok olacaklarına işaret eder. Sanat eseri dünyaya,
insanlar için değil dünya için gelir der Arendt. Ve yalnızca Arendt değil
Hans-George Gadamer, “Güzel Olanın Güncelliği”nde, sanat eseri varlığın artması
anlamına gelir der. Ortega y Gasset ise, “Le deshumanizacion del arte y ortos
ensayos”ta, şairin dünyaya hayal kıtaları ekleyerek, dünyayı genişlettiğini öne
sürer. Burada, İngilizcedeki “author”, yani yazar sözcüğünün artıran kişi
anlamına gelen auctor’dan türediğini belirtmekte fayda vardır. Eski Romalılar
bu ünvanı, savaşarak yeni topraklar kazanan ve ülke sınırlarını genişleten
generaller için kullanmışlardır.
Sanat eserleri yararlı ya da işlevsel değildirler. İnsanın
devamlılığı için herhangi özel bir amaca hizmet etmezler. Tam tersine, onların
ölümsüzlüğü, yaşam denilen metabolizmadan uzak duruşlarına bağlıdır. (117) Sanat,
ölümlülerin o boğucu yurtseverliğinden kaçabildiği sürece insan ölümlülüğünü
aşar. Arendt’e göre sanat eseri yalnızca bir görüntüdür, saf bir görünüştür ve
görüntüler yararlılıkları ile değil güzellikleri ile değerlendirilirler. ...
Arzumuzu, hayranlık duyduğumuz objeye ne kadar yönlendirirsek, kendimize ne kadar
mal edip, içselleştirip, assimile etmeye çalışsak dahi, aslında onun “arı bir
görüntü” olarak kalmasını istiyoruzdur.
Bunun nedeni, sanat yapıtları yukarıda ve gündelik yaşamın,
hayatta kalmaya yönelik hay huyundan, güvenlikli bir mesafede bulunmalarıdır.
Tüm sanat yapıtları, ne denli ulvi ve ulaşılamaz olursa olsun, herhangi bir
insani kısa yaşam süresinin ötesindedir. Bir anlamda, bu simyasal mucizeye
inatla kanıt oluşturmak istercesine, gelip geçici olan ile ebedi olan
arasındaki muazzam uçurumu gözler önüne sererler. Sanat, ölümsüzlüğü solur, ve
bu solukla birlikte, ölüm de uygun olduğu biçimde yeniden üretilir: pek tabii
insanlığın sınırı değil yaşamın sonu olarak...
118
Gelenek etkisini yitirmeye başladıkça, hikayeler de yavaş
yavaş anlaşılırlıklarını yitirmeye başladılar. Dahası, tarihsel zaman, zamansız
sonsuzluğun yerini alınca efsaneler de sonsuzluğu değil, gelir geçerliği konu
edinmeye başladılar. Bunlar izleyiciye zamanın sınırlılığını hatırlatıyorlardı.
Şu anda sorun ölümsüz temaların nasıl güzel bir şekilde
temsil edilebileceği değil, güzelliğin kendisinin nasıl
ölümsüzleştirilebileceği, sanatsal ifadenin ölümsüzlük mertebesine nasıl
yükseltilebileceğidir. Daha önceleri ölümsüzlük, sanatçının eserini adadığı bir
hammaddeydi. Şimdi ise, insan dünyasındaki her şey gibi hassas ve fani maddeden
ölümsüz bir form yaratmak sanatçının elindedir. Ölümsüzlük artık sanat eserinin
konusu ile değil eserin kendisi ile ilintilidir. Kutsal öğretilerin reddi
sonucunda, temsil edilebilen tüm objeler ölümlüdür ve onların resmedilmesi
sadece onların geçiciliğini hatırlatmaya yarar.
119
Tüketim, ölümsüzlüğün tam karşıtıdır. Ölümsüz olanla
kurulan bir ilişki, o şeyi azaltmaz. Tam tersine, bir şeyin zamanötesi
olabilmesi, zaman içinde kurduğu temasların süresine ve devamlılığına bağlıdır.
Bu temasların askıya alınması sanat eserinin öleceğinin habercisidir.
121
Sonsuzluk zamanının anlık doyuma indirgendiği, şöhretin
altın standartının yerini, kötü şöhretle kazanılan kağıt paraya bıraktığı
dönemdir postmodernite. Sanat eserleri Yaşanan Dünya’nın içeriklerinin tümü ile
aynı kaderi paylaşırlar.
122
... , belki de bizlere sanatın geleneksel rolünün çöküşünü
ve hatta vefatını haber veriyor.
123
1960’ların sonuna doğru Sol LeWitt, ortak terminolojiye
kavramsal sanat deyişini kazandırmıştır. Bu, sanatın zaman ötesi özelliğini,
kısa ömürlü hadiseler kasırgasından kurtarmak için atılmış bir adımdır.
LeWitt’in ifadesi ile kavramsal sanat, sanatın içinde potansiyel olarak varolan
sonsuzluğu, duyularla algılanabilen ve dayanıksız ve geçicilikleriyle
sarmalanmış bulunan şeylerden ayırma ve yalıtma mucizesini gerçekleştirecekti.
Sanatın kendisinde barındırdığı ölümsüzlük, zamanın akışına karşı bağışık,
fizik ve biyolojinin bütün kanunlarından muaftır. Sanatın özü, çok ve farklı
olabilen, fakat aynı derecede etkisiz ve fani olan uygulamalarında değildir.
Sanatın özü düşüncede vardır. Ölümün kaçınılmazlığı ise, malzemeyle, fikrin,
duyusal, maddi biçimdeki gerçekleştirilmesiyle birlikte harmanlanır.
Lawrence Weiner’in, LeWitt’in düşüncelerinden yola çıkarak
vardığı sonuç, sanatın, düşüncenin sözlü kaydı ile sınırlı olduğudur. Fiziksel
çoğaltmaları ve temsilleri ise, sanatın sonsuz içeriğinin değişik, fakat her
zaman anlık olan tecrübeleri için bir rehber veya dürtü görevi gördüğü seyircilerin
merhametine bırakılmıştır.
124
Bunu ne takip edecektir? ...
Bu sorulara kesin bir yanıt veremem.
.
.
.
.