.
.
.
.
AKP, Popülist Kültür ve Sanat
Kültür Politikaları
“Türkiye’de Kültür Çatışması ve
Son 10 Yılda Kültür-Sanat Politikası” t24 Yazı Dizisi
[“Muhafazakar,
özellikle modern çağın insanıdır; eski, “geleneksel” denen toplumlarda “muhafazakâr”
yoktur. Bunun nedeni ise çok kolay anlatılabilir: gelenek, eğer gerçekten
gelenekse, zaten kendini koruyacak güce sahiptir ve insanların onu korumak,
muhafaza etmek için beyinlerini zorlamaya çok ender durumlarda ihtiyaçları
olur. Muhafazakârlık, ancak gelenek ortadan kalkarak tarihsel bir hayal
perdesinin arkasında kaldığı andan itibaren mümkün olan duygusal bir
yaşantıdır.
Muhafazakâr, geçmişe yönelik değildir, geleceğe yöneliktir: yani çocuklarım, toplumum, gelecek de benim yaşadığım gibi, benim arzuladığım gibi yaşasınlar ister.
Bugüne kadar, geçmişin değerlerini korumak, ataların mirasını savunmak çok kolay ırkçılığa ve faşizme yol açan tutkulara dönüştüyse, bunun nedeni, bir muhafazakârın kafasındaki geleneğin büyük bir kısmının devlet, aile, vatan, ülke, millet, halk gibi göreli terkiplerden oluşmasıdır. “Yerlilik” fikri de bu terkiplerden pek bağışık değildir.”
Ulus Baker, “Türkiye’nin “Yerlisi” Olmak”, (Hayvan Dergisi, Cilt:7, Sayı: 43, sayfa: 34-36)]
Muhafazakâr, geçmişe yönelik değildir, geleceğe yöneliktir: yani çocuklarım, toplumum, gelecek de benim yaşadığım gibi, benim arzuladığım gibi yaşasınlar ister.
Bugüne kadar, geçmişin değerlerini korumak, ataların mirasını savunmak çok kolay ırkçılığa ve faşizme yol açan tutkulara dönüştüyse, bunun nedeni, bir muhafazakârın kafasındaki geleneğin büyük bir kısmının devlet, aile, vatan, ülke, millet, halk gibi göreli terkiplerden oluşmasıdır. “Yerlilik” fikri de bu terkiplerden pek bağışık değildir.”
Ulus Baker, “Türkiye’nin “Yerlisi” Olmak”, (Hayvan Dergisi, Cilt:7, Sayı: 43, sayfa: 34-36)]
Ertuğrul Günay
Cumhuriyet
olarak bir İmparatorluk artığıyız.
Biz
yurttaş değiliz, tebaayız, reayayız. Bu Bizans’ta da öyleydi, Osmanlı’da da. Bu
genler yaklaşık bin yıl içinde oluşuyor, öyle 50 yılda değişmiyor.
Kemalist
ideolojinin tepeden inmeci bakış açısı…
Bir
İmparatorluk tortusundan Cumhuriyet’e geçerken kaçınılmaz olarak bir tek
tipleştirme olmuş. O dönemin koşulları içinde düşünmek lazım.
Namık
Kemal, “gerçek ışık fikirlerin çarpışmasından doğar” diyor. Fikirler olacak ki
çarpışsın. Kemalizm’e getirilen eleştiri de buydu. …biz’in içinde sen de varsın
ben de varım.
Hilmi Yavuz
Türk
modernliği birey olmayı bencillik olarak alımladı.
Mehmet Aksoy’un heykeline ucube derken sanata karşı
çıkmıyor…
Sanatın,
estetiğin ne olduğunun, bir toplumun hayatında ne kadar önemli olduğunun
idrakinde değilseniz bu mesele sizin umurunuzda olmaz. … Böyle olunca Mehmet Aksoy’un heykeline ‘ucube diyor’
diye sanata karşı demiyeceksin, ‘sanattan anlamıyor’ diyeceksin.
…Sabanci
mesela neden bir İslami Bienal yapmasın? Kendi medeniyetimize sahip çıkmıyoruz.
Kendi medeniyetimizi Avrupa zannediyoruz. Mensubiyeti aidiyet zannediyoruz.
Bir
resme, bir nü’ye sadece ‘bunun mahrem yerleri açık’ diye bakılır ve örtülmeye
kalkılırsa bu, bunu yapan kişinin sanatın s’sinden anlamadığını gösterir. Sanata karşı değiller, sanatı anlamıyorlar.
Anlamadıkları için karşı gibi görüyoruz
biz. Sanata ahlak, hukuk, din gibi sanat ve estetik dışı kriterlerle bakmak
demek o işten anlamamak demektir.
İslam’a
iki şekilde yaklaşım mümkündür. Bir, bilgi objesi olarak, iki, inanç objesi
olarak. Katolikler kilisede haç önünde istavroz çıkartır değil mi? İçinde haç
veya dini sembol olan bir tabloyu siz bir müzede sergilersiniz ve kimse o
tablonun önünde istavroz çıkarmaz. Çünkü bağlam ve mekan değişince objenin
alımlanması değişir. Bunlar kendi medeniyetlerinin bilincinde değiller.
Bilincinden geçtim, hassasiyetinde değiller.
Serhan Ada
Sivil
toplum belirli bir kitlenin ekonomik ve sosyal çıkarları peşinde çıkan örgütler
anlamına gelmiyor. Sivil toplum anayasada olmayan ve sadece bu nedenle
korunması gereken her şey demektir.
… içerik
üretmeyen bir aydın problemi var bu ülkede. Hep gazete yazısı, gazete demeci,
televizyon konuşması düzleminde kalıyor.
… bizim
aramızda daha iyi beyinler var. ‘Bunlar sadece oturur, eleştirirler’ algısını
tersine çevirmemiz lazım.
Bugün kültüre dair vizyon, Mehmet
Akif Ersoy’da donmuş
gibi duruyor. Hatta Sezai Karakoç’a, Beşir Ayvazoğlu’na kadar bile uzanamıyor
çünkü kucaklayıcı değil, topyekûn bir vizyon değil.
… kültürde
çok hızlı bir biçimde zemin kaybediyoruz.
Yüksel Taşkın
AKP,
Milli Görüş ile hesaplaşmasını tam anlamıyla yapmış değil. Erdoğan’da hem Milli Görüş hem de biraz Nakşiliğin
izlerini görüyoruz.
Milliyetçi
muhafazakarlık Soğuk Savaş sonrası etkisini yitirdi. Muhafazakarlık da
milliyetçilikten koptu ve İslamcılık’a yaklaştı. 1980 sonrasında İslamcı bir kuşak
oluştu. Bu kuşak zaman içinde özgüven kazandı. Postmodernizm’den de etkilenmeyle çağdaş literatürü, Marks’ı bilen,
İran Devrimi’ne sempati duyan, ekolojik
hareketle, feminizmle temas etmek için hamlelerde bulunan bir kuşak olarak
dikkat çekti.
Ancak bu
kuşağın canlı bir edebiyat veya sanat üretimi olamadığını görüyoruz. Kendi varoluş çelişkilerini rahatlıkla
edebiyata, sanata yansıtamadılar. İslamcılık üzerinden bir şey kuramayınca
da dönüp dolaşıp muhafazakarlığa geldiler.
Muhafazakar
sanat diye bir şey olamaz. Devlet bu alana çok fazla yatırım niyetinde olabilir
ama her şeyden önce böyle bir alan yaratmak çok zor. Her şeyden önce
çağımız rölativizasyon (görecelilik)
çağı. Yaklaşık iki binden fazla dinin olduğu bir dünyadan bahsediyoruz. İnsan
nereye giderse gitsin kendisi kadar inançlı başkalarının olduğunu da görüyor.
İnsanlar artık herhangi bir ideolojiye bağlanmak istemiyor. Çünkü hepsi rölatif
geliyor. Hayatın barındırdığı çelişkileri yakalayamıyor muhafazakar sanat
iddiası.
Türkiye’de
şu anda etkili olan bütün siyasi akımların kadroları aslında taşralıdır.
Kemalist elitler de taşralıdır. Tamamen göç üzerine kurulan bir toplum burası. …
Şimdi ise kendilerini Osmanlı üzerinden soylulaştırma çabası var.
Kozmopolit
Osmanlı tarihçiliği bugünkü zihniyete çok ağır geliyor. İktidarın kafasındaki
Müslüman-Osmanlı ile çelişen çok fazla şey var çünkü. … AKP, Osmanlı’yı
Müslüman Türk unsurun hakim olduğu bir yapı olarak algılıyor giderek, ki bu
Milli Görüş’ün de durduğu noktadır. Bu anlamda AKP, Osmanlıyı Türk-İslam
hakimiyetine indirgiyor. Oysa Osmanlı’da hanedan mensuplarının hiçbiri, Cem
Sultan dışında, Hac’a gitmemiştir. … kurgusallığın çok yüksek olduğu bir söylem
bu.
Bu söylem
çerçevesinde, Osmanlı’nın Araplarla çok kuvvetli bir ilişki kurduğu söyleniyor
ama aslında böyle bir şey de yok. Osmanlı’nın Ortadoğu ile ilişkileri çok zayıf
aslında. Osmanlı için varsa yoksa İstanbul, Bursa, Balkanlar ve İzmir.
Anadolu’nun büyük bir kısmı bir tahıl deposu Osmanlı için. Dönüp bakmıyorlar
bile.
Yüzde 75’i şehirde yaşayan bir
toplumuz artık.
Bu bir şehir tecrübesine dönüşüyor. Bir dönem Boğaziçi Üniversitesi’ne gelen
taşralı, mütevazı ailelerin çocukları arasında Nuri Bilge Ceylan, Derviş Zaim,
Emin Alper gibi isimler vardı. Bu çocuklar kendi deneyimlerinden yola çıkarak
çok güzel işler yaptılar. Şimdi bu sıçramayı yapacak olan çocuklar da böyle
deneyimler biriktiriyor. Ama bu muhafazakarlık kalıbı içinde olmayacaktır
sanıyorum.
Sağ kesim
kapitalizmin derinleşmesinde kendini hiç eleştirmez, kendini sorgulamaz ve onun
kültürel sonuçlarına odaklanır. Siz bu
süreç sayesinde zenginleşiyorsunuz ama bunun
sadece kültürel sonuçlarını mesele ediyorsunuz. Bu sonuçlara dair ah, vah
ediyorsunuz. Ancak bu kapitalistleşme süreciyle sizin gönüllü bağınızın
sonuçları. Bu ANAP döneminde de böyleydi, Adalet Partisi döneminde de. Bunun
hala çok az sorgulandığını düşünüyorum.
Yüksel Taşkın’ın diğer yazıları
… hükümet
meseleler üzerinde uzun düşünmüyor, …Konuyu
bilenlerle konuşulmuyor.
Dinsel
milliyetçilik nedir? Osmanlı ile Ortadoğu’nun çok sıcak ve güçlü ilişkileri
olduğuna ve bunun Cumhuriyet’le kesildiğine dair bir kurgusu var bu bakışın.
Dolayısıyla Osmanlı’nın İslam dünyasının koruyucusu ve hamisi olduğu iddiası
var. Ve bu koruyuculuk rolü üzerinden kurulan bir hiyerarşik ilişki var. Ama bu
kurgu doğru değil. Bu bir icat! Nasıl icat? Kurgudaki gibi, Osmanlı’nın Araplarla kültürel bir
alışverişi yok ki! Osmanlı’da 215 vezir var. Bunların ancak üçü Arap’tır. Bu
vezirlerden 78’i Türk, 30’u Arnavut. Osmanlı’nın ulema hiyerarşisinde de Arap
medreselerinden gelen insan yok. Hukukçular hep İstanbullu. Ayrıca Arap
paşaların Osmanlı ordusunda bir yeri yok. … Ne askeri olarak, ne dini olarak,
ne de yönetimsel olarak Osmanlı, Arap’tan besleniyor. … Ama AK Parti’nin
kurgusunda, Araplarla sıkı ilişkilerin Cumhuriyet’le kesildiğine ve şimdi AK
Parti’nin bu ilişkiyi tamir ettiğine dair gerçek hayatta karşılığı olmayan bir
söylem var.
… Kemalistlerin
çok eleştirilen toplum mühendisliğine benziyor [AK Parti’nin şu anki
tavırları].
… dinci
Kemalizm bu. Toplumu sorun olarak görmek ve en ufak bir eylemde insanları
şiddetle bastırmak, onlara şekil vermeye çalışmak bu!
… son
derece otoriter, sekter ve dayatmacı…
… AK
Parti merkez partisi değil. O, muhafazakar popülist bir parti. Popülizm
yaptıkça ve kültürel değerler üzerinden kendini var ettikçe merkez partisi
olamayacak.
… seküler
milliyetçilik, yani ulusalcılık
Demokrasi,
muhalefetin rahatlıkla örgütlenip varlığını devam ettirebildiği rejimdir.
Ben ev de istiyorum, yurtdışını da
görmek istiyorum. İnanç değerleri üzerinden dünya nimetlerinden yararlanmak
istiyorum.
İslam ve
demokrasi bir arada elbette mümkündür ama o kadar fazla çıkar ilişkisi var ki…
Cem Mansur
2012
Şehir Tiyatroları yönetmelik değişikliği… Erdoğan, “Aydın despotizmi ve
kibri…”, “Soruyorum siz kimsiniz? Bu
ülkede sanat sizin tekelinizde mi? Geçti o günler. Artık despot aydın tavrıyla
parmağınızı sallayarak bu milleti aşağılama dönemi geride kaldı.”
…
tarafların birbirinin varlığını meşru görmemesi
(devlete
bağlı sanat kurumlarında yapılmak istenen revizyonun) … bir kalite kontrol
sistemi getirmek ve bu kurumları partizanlıktan uzaklaştırmakla olabileceği
görüşünde.
… kültür
sanat kurumlarının kuruluşu zaten başta yukardan gelen, empoze edilen bir şey.
… öyle olmasa hiç olmayacaklardı.
Bizim
dünya dilinden konuşabileceğimizi göstermeye fırsat tanıyan bu kurumlar…
… bu kurumlarda bir kalite kontrol yok.
İnsanlar çalsın çalmasın devlet memuru statüsünde kalmaya devam ediyor.
Hasan Bülent Kahraman
Türkiye
radikal modernleşme anlayışından vazgeçiyor.
Biz
Fransız tarzı bir modernleşme anlayışı içindeydik şimdi daha Anglo Sakson, daha
Amerikan tarzı bir demokrasiye geçiyoruz. … AİHM bile diyor ki yüzde 99’u Müslüman bir ülkede İslami sembollerin
kullanılışı ile yüzde 5’i Müslüman olan bir toplumun bu sembolleri kullanması
arasında fark vardır”. Bu önemli bir farktır üstelik.
'Devletin
kültür politikası, devletin bir kültür politikası olmayacağını söyleyen
politikadır'
Dünyanın
her yerinde kültür ikiye ayrılır. Bir popüler kültür vardır, bir de yüksek
kültür vardır.
Mustafa İsen
2012
yılında verdiği bir konferansta ‘Muhafazakar sanatın normlarını oluşturmanın’
gerekliliğinden söz ederek tartışma başlatan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri
Prof. Mustafa İsen
…dünyadaki
gelişmelere baktığımız zaman kültür ve sanat faaliyetleri siyasi faaliyetlerin
biraz gerisinden gelir. Bu dünyanın her yerinde böyledir. İhtiyaçlar Teorisi’ni
biliyorsunuz. İbn-i Haldun’un belirttiği gibi bizim kültürümüzde çok güzel bir
karşılığı var. İnsanların yemek, içmek, barınmak gibi ihtiyaçları vardır. Bir
de onun üstüne bir kategori koyarak “Kemali
İhtiyaçlar’’dan bahsediyor İbn-i Haldun.
Günümüzde
artık Anadolu insanının da kültür-sanat beklentileri var.
…büyük
usta Itri’nin klasik bir örnek olarak
işlevini sürdüreceğini söyleyebiliriz.
Ama onun da görevini tamamladığı kanaatindeyim. … geçmiş birikimden ilham alan ama çağın teknolojisiyle bütünleşmiş
eserler bekliyorum.
2013, 29
Ekim, ışık ve ses gösterisi… teknolojiyle sunulduğunda önemli bir görsel şölen
… eski
muhteşem ürünler.. ilham.. çağın beklentilerini iyi okuyup yeniden
üretilmesi...
Bu toplum
bir İmparatorluk kültüründen geliyor. hoşgörü
Devlet
Tiyatroları’na telkinde bulunduk, Necip Fazıl oyunu konmadı, direndiler,
ısrarla Nazım Hikmet koydular, bir şey demedik…
2004
yılında ‘kültür girişimciliği’ alanında dünyanın en ileri yasalarını çıkarttık.
… elektrik giderleri, SSK giderleri indirimi, kimse başvurmadı.
Son beş
yılda İstanbul’da konser salonları yapıldı.
Anadolu’da
küçük ölçekli sanat merkezleri kurmak…
…
devletin bir kültür politikası telkin etmek yerine bir ortam oluşturması
gerektiğini düşünüyorum.
İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin İSMEK projesi…
Anadolu’daki
kültür sanat faaliyetleri İstanbul’un yansıması (İstanbul model alınarak…
buralarda da bir gelişim başlayacaktır.
İstanbul’da
saray, Anadolu’da Ağa konakları, Beylerbeyileri, Akıncı Beyleri… (hamilik)
Ömer Madra
(Gezi
olaylarının kökeni:) Çok yakın geçmişe bakılacak olursa, toplumda tabandan
yükselen bu demokratik talepler dalgasının başlangıç noktasını ben 1999 Gölcük
Depremi’ne bağlama eğilimindeyim. … Devlet, sivil kurtarma ekibi AKUT’un
çekilmesini istedi. Ama 140’a yakın sivil toplum kuruluşu gazetelere verdikleri
ilanda “Hayır biz buradayız, bize danışmadan kendi kadermizi belirleyemezsiniz”
diyerek AKUT’un deprem bölgesinde kalmasını sağladı.
…ikinci
dönüm noktasıysa Hrant Dink’ti. En az 150-200 bin kişinin katıldığı yürüyüş…
küresel
iklim meselesi
büyüme
ideolojisi (doğanın kaynaklarını tüketmek ve ne pahasına olursa olsun büyümek…)
Cihan Aktaş
Bu ülkede
bir toplumu kilitleyen, geriye bakmasına ve geleceği görmesine izin vermeyen
bir Harf Devrimi yaşandı.
Sezai
Karakoç, Nuri Pakdil, hatta Tarık Buğra gibi edebiyatçılar yok sayılıyordu.
İslami
kesimdeki entelektüel ve sanatsal potansiyel, kalkınmacı retoriğin yerleşmesi
için siyasete ve bürokrasiye kanalize oldu. Edebiyata, sanata yoğunlaşmış
isimler siyaset alanına yöneldiler. Mesela sinema ve roman enerjisi
danışmanlıklar alanında sönümlendi.
Neo-liberal
politikalar ve söylemle bütünleşen kalkınmacı durumun kaçınılmaz olarak ortaya
koyduğu bir şey bu. Bunun bilinçli, programlı bir şekilde gerçekleştiğini
düşünmüyorum. Bir hazırlıksız yakalanma, kervanın yolda düzülmesi sorunudur söz
konusu olan. … Öte yandan askeri vesayetin ortadan kaldırılması, Kemalizm’in
sorgulanabilir hale gelmesi, önceki siyasal baskıları yaşamış ve bedeller
ödemiş kesimler için çok fazla şey ifade ediyor.
(Mütedeyyin
insanlar Gezi olaylarındaki insanlar çevreye, yeşile, betonlaşmaya
başkaldırınca şaşırmışlar, nasıl olur, biz de bunları savunuyorduk, şimdi onlar
bunları nasıl sahiplenebilir!, demişler)
… Cumhuriyet geleneğinde olduğu gibi
tiyatroyu bir mabet olarak görürseniz kendi aranızda oynayıp, şikayet etmeyi
sürdürürsünüz.
Tiyatrocu
halkı tiyatroya çekmek yerine devletin karizmasını, otoritesini kullanarak bir
varlık oluşturmaya alışmış. Bunun nasıl değişeceğini sorgulamak yerine devleti
suçlamak yoluna gitmeyi yeğlemek de işin kolayına kaçmaktır.
Şimdilerde
kamusal alan sorunu -başörtüsü bağlamında- çözümlenmekte, özellikle kadınlar artık hayallerini kısıtlamak, birikimlerini depoya
kaldırmak zorunda duymayacak kendilerini. Müslüman kesim artık daha fazla
seyahat ediyor, çoklu karşılaşmalar her zamankine göre daha olağan, yaygın.
Bundan böyle farklı katman ve bağlamlarda sağlanan birikim ve tecrübelerin
Müslümanca duyarlık sahibi sanatçı ve
edebiyatçıların eserlerine yansıması beklenebilir sanıyorum.
… geleneksel sanatların çağın ruhuna uygun
bir şekilde yeniden yorumlanması daha hayatın içinde olmayı gerektiren üst bir
çabaya ihtiyaç duyuyor. … Teşvik edici ortamlardan yoksunluk, bu sanatsal
üretimlerin açan ve geliştiren teknik ve araçlardan yoksunluğu anlamına da
geliyor.
İranlı
sinemacılar, devlet destek sunduğu ve halk yeni sinema alanında bir potansiyel
olarak kabul gördüğü için de başarılı oldu. Sanat özellikle uzmanlara terk
edilmesi gereken bir alan değildir. Ayrıca sanatın doğduğu yer de galeriler ve
müzayede mekanları değildir. Oligarşi sanatı biriktirip yönetmek ister, oysa bu
şekilde bir yönlendirme sanatın doğasına aykırı. İran’da 1960’larda solcu
aydınlar bir araya gelip hafız okumaları yapıyorlardı. Siz aynı yıllarda solcu
aydınların bir araya gelip Mevlana okumaları yapabileceğini düşünebiliyor
musunuz? Neticede geleneksel mirastan
yararlanarak yeni eserler ortaya koyan Erol Akyavaş, Nuri İyem, Burhan
Doğançay, Mehmet Atak (Şu sıra Su TV'de OTEKİLEŞTİR-ME adlı çok ilginç, çok
cesur bir program hazırlıyor ve sunuyor. Partneri başörtülü bir hanım.
Milletvekilleriyle eşçinselleri, başörtülüleri, mevsimlik tarım işçilerini,
anarşistleri, polis kurbanlarını, Kürtleri, Musevileri, Alevileri, TMK Mağduru
Çocukları bir araya getiriyor - wikipedia) gibi sanatçılar, oligarşik
tasniflerin ötesinde bir mevcudiyet ortaya koymuş sanatçılar.
Kültür ve
sanatın doğaçlama, kendi yağında kavrulmayla olası, amatörce gerçekleşen ve
olsa olsa İSMEK kurslarıyla tanımlanan bir destek bulan alanlar olarak
belirlenmesi…
… “roman
bizim geleneğimize uygun bir edebi tür müdür?” … Turgut Cansever gibi bir
sanatçı düşünürün bile roman türünden söz ederken, “gizli telkin aletidir,
dolayısıyla ahlak dışıdır” dediğini okuyabiliyoruz.
Günümüzde güncel sanat veya
kavramsal sanat aslında kaybedilen, göz ardı edilen değerleri yeniden algılama
ve tanımlama ihtiyacıyla ortaya çıkıyor. İnsan ilişkilerinde yitirilen ne ise onu kazanmaya dönük
performanslara yöneliyor sanat. Sanat artık
galerilere ve duvarlardaki çerçevelere sığmıyor. Dadaizm, bir yeniden
başlama, asıl soruyu görmek üzere şaşırtacak bir şeyler söyleme ihtiyacını
yansıtır. … Sanatta hangi açıdan bir varlığa sahiptik ya da değildik, ne yoktu, var ya da yok olduğu için ne
eksildi ve biz neleri yitirdik gibi soruları sorma zamanını kaçırmamak gerek.
Murat Belge
Her
şeyden önce sanatın kendisi muhafazakar olamaz. İdeoloji muhafazakar olur.
Muhafazakar ideolojileri olan insanlar sanatla ilgilenebilir ve gayet iyi
ürünler verebilir ama sanat muhafazakar olmaz.
Osmanlı
Batılılaşmaya başladığında, Tanzimat’ta örneğin, temkinli bir gidiş vardı.
Cumhuriyet’te bu gidiş terk edildi.
Türkiye’de
sınıf farkının Batı’da olduğu gibi sınıflarla değil, eğitimle oluştuğunu
söylerler.
Besim Dellaoğlu (Sosyolog Prof.)
Muhafazakâr
kesimin güncel sorunlar karşısında Kemalistlerle aynı hataya düştüğünü savunan
Dellaloğlu, "Kemalizm geleneği reddetmişti, muhafazakârlar ise sadece gelenek diyorlar. Ancak gelenekle tek başına bir şey çözemezsiniz" diyor.
Bizde ise
modernlikle ilişki kurma ihtiyacı, ‘’Batı’nın eğitimini alalım, topunu tüfeğini
alalım”dan başlayarak Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet gibi değişik
dönemlerde Batı ile bir düzenli ilişki kurma biçimine dönüşmüştür. Batı’da modernleşme toplumsal bir süreç
olarak yaşanırken bizde siyasal bir proje olmuştur.
Biz
modernliği Batı’dan hazır bir kalıp olarak almışız, içeride zihnen üretmemişiz.
Bu nedenle bu ülkenin modernleşmesi bir
tür kendimiz olmaktan utanmanın hikayesidir aslında. Ahmet Hamdi Tanpınar,
buna tam bu kelimelerle olmasa bile, “kendi şehrimizde turist gibi yaşamak‘’
diyor.
Yaşadığımız
bu çatışma ile paralel bir başka şey de şu; Türkiye kamusallaşıyor aslında. Bu bir açıdan iyi bir şey. Müslümanlık
kamusallaşıyor, Kürtlük, Alevilik kamusallaşıyor, gay’lik kamusallaşıyor.
Zaten kriz dediğimiz de böyle oluşuyor. Kamusallaşma bu filtreleri, ya da
vesayet dediğimiz şeyi çatlatıyor.
Ortalama
bir Kemalist için Tayyip Erdoğan meşru değil, ortalama bir Müslüman için ise
diğer taraf meşru değil. İnsan meşru görmediği her şeyi vebal görebilir.
Dolayısıyla burada demokratik bir zihniyet oluşamıyor.
Ahmet
Hamdi Tanpınar “Nesillerin üst üste okuduğu beş kitap yoktur Türkiye’de’’
diyor, bunu daha yatay söylersek değişik kesimlerin okuduğu ortak beş kitap
yoktur bu toplumda.
Türkiye’de
80’lere dek çok ciddi bir sol hegemonya vardı kültür dünyasında. Sol, politik olarak iktidarda değildi ama
zihinsel anlamda egemendi.
Biz
kendimiz olmadıkça Koca Sinan da klasik olmayacak.
Beral Madra
Beral Madra, devletin kültür politikasının 1980’lerden
günümüze küresel kültür sanayisinin gereklerine göre değil; siyasal ve yerel
ideolojik çıkarlara göre yapılandırıldığını; yaratıcı insana değil; bina ve etkinliğe
yatırım yapıldığını söylüyor.
Guy
Debord ‘Modern endüstriye dayanan toplum, rastlantısal ya da yüzeysel olarak
gösterisel değil, temelde gösteri yanlısıdır. Hakim iktisadın imajı olan
gösteride amaç hiçbir şey, gelişme ise her şeydir. Gösteri, kendinden başka
hiçbir şeye varmak istemez’’ der.
Biz hala
1800’lerde başlamış olan modernizmi yaşamaktayız ve Türkiye’de modernizm
kendisini henüz tamamlamamış vaziyette.
Görsel
kültür içinde de tüketim kültürünün hakimiyeti var. Yani siz ne kadar
muhafazakarlığı getirmeye çalışırsanız çalışın,
görsel kültürde görünen her şey onun tersine işliyor. Tüketim sizin
koyduğunuz ahlakın çerçevesine sığmıyor. Tüketim cinsel güçlendiricilerden
tutun, kadın-erkek iç çamaşırına bedeni kullanıyor, insanı fetiş haline
getiriyor. İnsanın görsel kültürde fetiş olmaması diye bir ihtimal yok artık.
En basitinden, tüketim sistemi - muhafazakar yaşama kendini adamış olmasına
karşın - tesettürlü kadın imgelerini kentin her tarafında reklam panolarında
teşhir ediyor.
Bir kere,
Osmanlı’dan başlayan oldukça erken olduğunu kabul etmemiz gereken bir
modern sanat serüveni var. Bu, Güzel Sanatlar Akademisi’nin (Sanayi-i Nefise
Mektebi) 1882’de açılmasından itibaren görsel kültürün modernist kurallar
çerçevesinde Osmanlı toplumuna sunulması anlamına geliyor. Orada bir
muhafazakârlık kırılmıştır zaten. Buraya fotoğrafın yani mekanik ve çoğaltılabilir görsel
temsiliyetin de Osmanlı’ya girmesini eklemek gerekiyor.
1980’lerde
ise artık sanatın kendine özgü muhafazakarlığı da kırılmaya başlıyor. Kavramsal sanat, minimal sanat,
yerleştirmeler ortaya çıkıyor. 1990’lar ve 2000’lerde ise tümüyle devlet
ideolojisine, neo-kapitalizme ve toplumsal muhafazakarlığa muhalif ve köktenci
eleştirel bir sanat üretimi söz konusu.
… ‘Osmanlı
motiflerine geri dönelim’ muhafazakarlığı. Ancak burada şöyle bir paradoks var.
Yeni Osmanlıyım diyerek bir siyaset ve kültür politikası yürütüyorsun yani belleğe sahip çıkmak istiyorsun fakat
belleğin ne olduğunu bilmiyorsun. Belleği
bilmeyince bugün sanatı el sanatlarından veya minyatürden ibaret sanmak gibi
büyük bir çelişki ortaya çıkıyor.
Bugünkü
hükümetin zihin ve bilgi yapısı Osmanlı’nın çok altında.
… Akyavaş’ın
hatlı resimleri, Doğançay’ın camili kolajı muhafazakar kesim olduğu söylenen
kesim tarafından satın alındı. Geçen yıl ALLART adı altında muhafazakar kesimin
talebini karşılaması beklenen bir sanat-el sanatları fuarı bile yapıldı. Türkiye’de muhafazakar veya liberal, küçük
bir grup insanın arasında dönen ve son derece bilinçsiz bir koleksiyonculuk
var. Şimdi, resim satın alan bir muhafazakarın kriterlerine bakalım; bu kişi
genellikle yağlıboya yapılmış, modernist ve piyasa değeri olan resim satın
alıyor [arsa alır gibi]. Koleksiyonculuk
bu değil. Bu, parasını sanat yapıtıyla değerlendirmek ve iş dünyasında
farklı bir konuma geçmek gibi yan bir uğraş aslında.
Bir kere
hiç kimseye danışılmadan plastik sanatlar diye bir terim kullanılıyor. Böyle
bir terim yok artık. Plastik sanatlar ya
da plastic arts diye bir şey dünyada kullanılmıyor. Küresel terimlerle konuşmak
zorundayız. Burada çağdaş sanat, güncel sanat veya daha doğrusu görsel sanatlar
demesi gerekir.
Dünya
terminolojisinde kültürel yozlaşma
‘Tüketim kültürünün, kültürün tüm katmanlarına egemen olması’ anlamına
geliyor.
Günümüzün
sanat ve kültür alanı “uzmanlıklar” alanıdır;
özellikle görsel sanatlar
alanının, sosyoloji, ekonomi, tarih,
felsefe gibi uzmanlık, bilgi ve eğitim gerektiren bir alan olduğunun bilincinde
olmayan insanlar bugün karar odaklarında yer alıyor.
Gerek
devlet gerekse özel sektör, sanatçıya bazı kurallar koyuyor ki, bu günümüzde
bireysel, özgür, eleştirel ve sübjektif olan sanat üretiminin karakterine
uymuyor. Günümüz sanatı yerel ve küresel toplumlara hitap ediyor ve o yönde
yapılandırılması gerekiyor.
Türkiye’de
disiplinlerarası daynışma yok, herkes ayrı ayrı çalışıyor. Bu yüzden de
birlikte adım atılamıyor.
Cem Erciyes
Sonuçta
yine devlet eliyle yapılan bir sanat olur bu. Kültürün kendiliğindenliğine müdahale etmek büyük bir suçtur aslında.
(iyi
sanatın önüne ideoloji mi geçiyor?): Geçsin isteniyor ama olmuyor. Örneğin
plastik sanatlarda geleneksel resim gibi bir şeyi yapamazsın. Geleneksel
sanatların da günümüzdeki etkinliği sınırlı. Bugünün hayatına ebru veya hat
yeterince karşılık veremiyor. İlle de geleneksel bir şeyler olsun diye bu sanatları
alıp farklı bir noktaya taşımak, çağdaş sanatın bir parçası yapmak da mümkün
olmuyor.
Türkiye’de
toplumun Cumhuriyet’in Batılılaşma hareketi ile son derece koşut bir kültür
hayatı oldu. Devlet kültür kurumlarını bu ideolojiyle kurdu. Bu ideoloji o
kadar belirleyici oldu ki, bugün bile sanat ve kültür insanları yeni Türk
batılılaşmasına ve Cumhuriyetin ilkelerine bağlıdırlar, hatta en muhalif
solcular bile.
… Atatürk’ün
kurduğu Resim Heykel Müzesi sekiz yıldır kapalı.
Almanya’da
örneğin, orta sınıfın tiyatroya gitmesi sıradan bir şeydir. İngiltere’de mesela
bir büyük sergi açılışında orta sınıf orada olmak ister. Bizde ise böyle bir
ruh olmadı hiçbir zaman, kodlarımızda olmadı.
O eski Cumhuriyet
baloları, piyano çalan öğretmenler, keman çalan öğrenciler’ anlatıları Tek Parti yıllarına ait daha çok…
Artık
bugün burjuvalar İstanbullulaşmak zorunda değil çünkü burjuva artık Anadolu
kökenli burjuva zaten.
Tanıl Bora
Ben
AKP’yi ‘liberal muhafazakar’ olarak tanımlamak gerektiğini düşünüyorum…
… piyasacılık
ya da kültürü daha çok endüstri olarak düşünen bir bakış açısı…
… AKP’nin
… en zayıf olduğu alanın kültür olduğunu söyleyebiliriz. Entelektüel ve
kültürel alanda aslında çok zayıflar. Bu eksiklik bu alanı küçümseyen, ‘anti
entelektüalist’ diyebileceğimiz bir bakışla da örtülüyor. Entelektüalizmi süslü
ve hayata değmeyen birtakım soyut meşgaleler olarak küçümseyen bir sağcılık
dili hep olagelmiştir zaten…
Kemalistlerin
penceresinden daha başka bir gözle görmemiz gereken, onların o elitist beyaz
Türk ruhunu paylaşmaksızın bizim de görebileceğimiz bir problem kuşkusuz var
ama bunun çözümü yine elitist bir yüksek kültürcülük olmamalı.
Bu
insanlar şimdi makale değil think-tank kuruluşları için raporlar yazıyorlar.
Hakkaniyet
icabı belki şunu da söylemek lazım; genel olarak entelektüel olanın çok fazla
medya odaklı hale gelmesi, fikrin yerini kanaatin alması, köşe yazısının en
yüksek yazı formu olarak kabul edilmesi sadece bu iktidarla, sağcılar veya
İslamcılarla ilgili değil, bu zamanın ruhu ile ilgili olan bir problem aynı
zamanda. Nasıl kapitalizmi AKP icat etmediyse sözünü ettiğim bu genel eğilimi
de onlar yaratmadı. Ama onların zamanın ruhuna bilhassa uygun olmaları gibi bir
gerçek var.
…Türkiye’nin
gecikmiş bir modernleşme deneyimi yaşaması … Türkiye’nin modernleşmesi geç
yaşanmıştır, bu yüzden Türkiye’nin toplumsal şuur altında çok güçlü bir
acilcilik vardır.
… bir
rövanşizm kaygısı…
‘Paranoyak
olmanız takip edilmediğiniz anlamına gelmez’.
Bu iki
farklı dünyanın birbirine hiç mi geçişliliği yok? Tabii ki var. … Bizim bunun
yollarını bulmak, geçiş kapıları açmak ve onları politize etmekle ilgili bir
sorunumuz olduğunu düşünüyorum.
.
.
.
.