.
.
.
.
.
Sanat Tarihi: Sıradışı Bir
Disiplin
Ali Akay
Yapı
Kredi Yayınları 2006 İstanbul
Sıra dışı Bir Disiplin: Sanat
Tarihi
7
“Ve”…
birden çok, beraberce, birlikte, arada, arasında, … ortak bir kolektiflik
(con), … öznellik-dışılık, … mülksüzleştirme…
Yazı ve
ses arasındaki ayrım, bugün, yazı ve yazı arasındaki ayrıma dönüşmekte. …
özellikle Derrida’nın dekonstrüksiyon kavramı sonrasında, [yazı ve ses
arasındaki ayrım] yavaş yavaş yok olmaya yüz tutmaktadır. Yazı, ek olarak daha
sorunsal, ve bir o kadar da en az ses kadar hakiki, ve bir o kadar da
hakikiliğini bir kökene bağlı olmaksızın işlemesine rağmen, hâlâ bazı
çevrelerde yer bulmakta güçlük çekmektedir…
8
1970’li
yılların başından beri disiplinlerin hep yanyanalığından bahsedildi. Önce
sosyal bilimlerin, tarihin, sosyolojinin, iktisadın, antropolojinin
yanyanalığından söz edilmekle işe
başlandı. Sanatların sosyal bilimlerle olan içiçeliği hep göz ardı edildi. …
plastik sanatçıların görüşlerine pek yer verilmedi. İçlerinden bazıları dünya
çapında üne kavuştuktan sonra kendi siyasi konumlarıyla bu alanda yer aldılar.
Mesela, Joseph Beuys gibi, politik olarak ifade biçimlerine sahip olabildiler;
ama bu sefer de, politika yapmak zorunda kaldılar; sanatlarının kendisinin bir
politika olduğu her zaman göz ardı edildi veya kavramsal bir çerçevede
hapsolmuş gibi gözüktü. Veya sanatçılar bugün gitgide daha politik ve temsili
işlere değer verirmiş gibi gözüküyorlarsa (bütün Üçüncü Dünya sanatçıları Batı
sanatının içine ancak bu şartlar içinde girebiliyorlar) ve sanatsal refleksiyon
sadece batılı sanatçılara has olarak bırakılıyor ve çevre ülkelerinin
sanatçılarından daha politik sorunlara ait işler talep edilip, daha çok
yerelliklere dikkat çekmesi öneriliyorsa … , bunun nedenlerinden bazıları
sosyal bilimlerde olduğu gibi, sanatlarda da Kant’ın, arkasından da Hegel ve
Marx’ın açtığı modernliğin içinden geçen ve akıl ile rasyonalite üzerine kurulu
olan bir teolojinin artık çalışamamasından, geçerliliğini kaybetmeye yüz
tutmasından dolayıdır.
13
[14.
dipnot:] [Sanat, zaten kendi bakışı, çizgisi içinde bir ‘sosyal kuram’ı içerir]
(16.
dipnot:) Sanatçılar da daha göndermeli işler yapmakta; temellük etme veya
gönderme yapma gibi miksajlar ve sampling yöntemleriyle çalışmaktalar ki, bu
sosyal bilimlere de yakın bir bakış biçimi olarak işlemektedir. (Türkiye’de
Seza Paker ve Serkan Özkaya… yakın ve uzak sanat tarihine yaptıkları
göndermeler…)
17
Özgürleşmek
ile özgürlük arasında büyük bir fark var. Evet, bir sistem tüm potansiyellerini
kullanarak, özgürleşiyor. … Ama öznenin özgürlüğü artık sorun olarak ortaya
konulabilecek bir şey değil. Öznenin artık hiçbir pozisyonu kalmadı. Ne tarihte
ne de bilgi içinde. Belki tüm imkânları özgürleşti, ama bu onun özne durumunu
yok etti. … Onun nerede olduğunu bulmak çok güç. Bağımsızlaşma ise tıpkı
imajların özgürlüğü gibi, bir tür sayıklamadan ibaret, ama özgürlükten
bahsedilemez.
20
(Baudrillard)
J.B. Olayların nasıl gelişeceğini
önceden kestirmek imkânsız.
J.B. Bu strateji artık kimsenin
stratejisi değil.
A.A. Ne iktidarı ne de direnişin değil
mi?
J.B. Evet.
21
J.B. …bence bireyin kimliği, burjuva
olsun, hümanist olsun, Aydınlanmadan gelen bir kimlik değil. Bir şekilde sentez
bir kimlik.
… Bu
kronik, sonsuza kadar çoğalabilen bir sistem. Bu da biraz virütik bir sistem. …
Kendi kendini üretip çoğaltarak işleyen bir sistem. Bir şekilde kanserli bir
sistem.
… bireyin
tarihi dönemi artık aşıldı. … Şimdi olan çok başka bir şey. Bu
yeni-bireycilikler öznenin yok olması temelinde işliyor. Bugünkü iletişim
toplumunun bir ürünü artık.
22
A.A. … hayatta kalabilmesi için,
sosyolojinin sanattan yardım almasını düşündüğümüzde ne dersiniz?
J.B. Sosyoloji hâlâ var mı? …
sosyoloji, sosyal nesne yok olmaya başladığı anda ortaya çıktı. [Sosyologlar]
bu yok oluşu inceledirler. Bana öyle geliyor ki, sosyoloji kendisini kendine
nesne olarak aldı.
23
J.B. … Sosyoloji de neyle ilgilendiğini
bilemez oldu. Öncelikle kendi kendiyle bir işi var. Kendisini nesne olarak ele
alıyor. Ve bir an sonra bu oyunu oynarken yorulup, kendi kendini yok ediyor.
Sanatta olduğu gibi, kendini yok ediyor, bitiriyor. … Ama buna rağmen
sosyolojiyi ele alıp, onu kurumsallaştırmaya çalışanlar, Bourdieu gibileri,
saplantı halindeler.
26
(Huberman)
A.A. Gerçek anlamda bilimsel bir
disipline dönüşemeyen ve bazı küratörlerin disiplin-dışı olarak değerlendirdiği
sanatı tarihle nasıl bağdaştırabiliriz? Kelimenin her iki anlamında da, hem
bilimsel anlamda, hem de düzen anlamıyla bir disiplin haline getirebilir miyiz
sanatı? Kendini özgür ve bağımsız olarak tanımlayan sanat bir disipline dönüşebilir
mi?
27
Bir
‘disiplin’i tanımlayan yöntemidir. Ancak ‘yöntem’ kelimesinin iki anlamını
birbirinden ayırmak gerekiyor. (Kapalı yöntem) bütün nesnelere birlikçi bir
biçimde kurallar getirmeye çalışır (yöntemin kesinliği). … Fakat açık bir yöntem, tekilliklere,
istisnalara, ayrılmalara, hatta işlev bozukluklarına –benim belirti (symptome) adını verdiğim her şeye- karşı
duyarlı olmaya çalışır. Uzaktan bakıldığında sanat yapıtları tabii ki genel bir
durumu yansıtır. Yakından bakınca, bu genel duruma karşıt ayrılmalardan (ecarts) başka bir şey sunmazlar bize.
Sanat yapıtını büyüleyici yapan da budur,
ve bu sayede tarihsel ve kuramsal bilgilerle de doludur sanat yapıtı.
28
Sanat
tarihi anakronik bir disiplindir. (Bir kitabımda) imgeyi bir belirti olarak ele
almıştım. Belirti … (en hafif titremeden sizi parçalara ayıran bir krize kadar)
bedeni ve görüntüsünü harekete geçiren bellektir.
… bir
imge, yalnızca tarihin değil aynı zamanda belleğin de ürünüdür (Hem kendi
zamanının içindedir, hem de kendi zamanına karşıdır da). … çünkü, imgenin
belleğe lokomotiflik etmesi demek, birbirinden uzak, devamsız fakat birleşik
birçok zamanı elinde tutması demektir (ayrışık
zamanlar kurgusu).
29
Anakronizma,
hem kalıntıların zamana direncini, hem de tarihsel zamanın süreksizliğini ifade
etme biçimidir.
Anakronizma,
bilindiği gibi, tarihçilerin apaçık ‘hilkat garibesi’dir (anakronizma tabusu).
… Tarihçiler sıklıkla yadsımacı bir tutumun tutsağı olurlar: bir yandan
geçmişin şu andan hareketle kavrandığını herkes kabul eder. Öte yandan geçmişe
okunabilirlik kazandıran şu ânı,, gerçek bir yeterlilik olarak kabul etmenin
ısrarla reddedildiği görülür.
31
D.H. Her sanat kendi kalıntılarından,
her tarih kendi yıkıntılarından beslenir: bunlar, bir yıkımdan geriye kalan
izlerdir. Hepimizin gayet iyi bildiği gibi, bütün büyük tarihi cinayetler
“kalıntısız bir yıkım” yapmaya çalışır, yani geride hiçbir şey bırakmaz
istemez. … (oysa) her yıkım geride kalıntı bırakır.
33
Bugünkü
sanatın ‘ilişkisel estetiği’nde ve onun ‘güncel tarih’le olan, ya da , ya da
Foucault’nun diliyle söylersek “şu anın tarihi’yle olan bağlantısında, sanal
olanın (Deleuze’ün Aion zamanı için kullandığı anlamıyla, yani şimdisiz bir
geçmiş ve gelecekten ibaret olan sanallığın) güncelleştirilmesi mümkün müdür?
Bugün anakronik bir tarihin içinde nasıl güncel olan bir şey yapabiliriz?
İncelediğim
nesneler arasındaki “bağ”, … her güçlü imgenin, bu imgeyle ve onun temsiliyle
ilgili oluşturduğumuz genel düşünceyi ne şekilde etkilediği üzerine…
36
(Wright)
S.W. Sanatı her şeyden kopararak
özgürleştirdiğimi ileri sürmüyorum, ama bugün, yerleşik bir disiplinle
kurulacak tüm bağlarını koparan ve verili bir alana aidiyetleriyle tanınmak
istemeyen sanatsal ya da sanatı engelleyici (para-artistique) pratiklere
katılmaktan hoşlanıyorum. Bunlar şimdilik azınlıkta kalan pratikler çünkü
çağdaş sanat üretimlerine genel olarak bakıldığı zaman sanat bir kesinlik
olarak beliriyor.
37
Küreselleşme
çağında “disiplinlerarasılığa” duyulan hayranlık, aslında güçlü bir paradoksu
daha da güçlendiriyor: Disiplinlerarasılığın varolması için yerleşik
disiplinlerin varolması gerekir ve artık sanatı bir disiplin olarak kendi
bütünlüğü içinde açıklamak olanaksızdır.
38
Sorulması
gereken soru, sanatın bir disiplin olup olmadığı, yani kendi kuralları ve
işleyişi bulunan, yerleşik bir bilgi alanı olup olmadığı sorusudur. Uzun süre
öyle olduğu düşünüldü, yani sanat disiplinleştirildi.
Ama sanat, bir disiplinleştirmenin nesnesi olmuş olsa bile bugün bunu geride
bıraktı ve sanat eleştirisi, ve daha genel anlamda da bizim sanatı düşünme
biçimimiz disiplinleşti ve yine de, sanatın disiplinler ötesi konumunu anlamak
için kavramsal açıdan yeterince donatılmış değil.
…
premodern bir paradigma öneriyorum. Bu paradigma, sanatı, özel amaçları
(nesneleri, yapıtları) üzerinden değil de araçları (özel edinçleri / competence
[ehliyet, yeti, edinç]) üzerinden düşünmeyi gerektiriyor. Bu karşıtlık,
Chomsky’nin dilbilimde kurduğu edim / edinç (performance / competence)
karşıtlığına benzetilebilir. [Çev. Terimlerin karşılıkları (Berke Vardar)
Bireylerin dilsel bilgisini oluşturan, sonsuz sayıda tümce üretip anlamayı
sağlayan düzeneğe ya da kurallar dizgesine edinç denilmekte, bu kuralların
somut söz eylemine büründüğü biçime edim
adı verilmektedir.] Chomsky’nin yaptığı gibi, edinci edimle yani edincin eyleme
geçirilmesiyle karşılaştırarak düşünecek olursak, modernliğin, sanatı sadece
edimsel (performative) boyutuna indirgemiş olması eleştirilebilir.
40
A.A. … Karl Marx, arı örneğini
Kant’tan alır, Kant bu örneği Üçüncü Eleştiri’de vermiştir ve buna göre insan,
hayvanlardan ve doğadan üstündür.; aynı şekilde sanat da bilimden farklı ve
üstündür çünkü bilimde kuramın nasıl gerçekleştirileceğinin bilinmesi gerekir,
sanattaki beceri farklıdır ve daha fazladır çünkü sanatta, her hangi bir şeyi
gerçekleştirmeyi ya da üretmeyi başarmaksızın da çok iyi bilmek mümkündür.
Bilimde salt bilgi ve üretme bilgisi, birbirinden ayrılamaz; sanatta bir şeyin
nasıl yapılacağını kuramsal olarak bilmek ama uygulamaya geçirememek mümkündür.
Sanatsal oyunla (güzel ve hoşa giden),
bilimsel çalışma (hoşa gitmeyen ve
zorlanmış olan, buradan da Freud’un haz ilkesi ve gerçeklik ilkesi konusundaki
kuramı) arasındaki fark Kant’a göre budur (gerçi bugün bir düşünce olarak sanatla bilim arasında bir ayrım yapmak
zor). Bu nedenle sanat, uygulamadan çok kurama dayalıdır. Sanatın diğer
disiplinlerin dışında olmasının bir nedeni de bu olabilir mi sence?
41
S.W. Bana öyle geliyor ki sanatla
bilim arasındaki fark, disiplinin sözde özelliklerinden değil, sanatın disiplin
ötesiliğinden kaynaklanıyor. Sadece sanat, disiplinler ötesidir, bunun nedeni
de belki bilgiyle becerinin birbirinden ayrıldığı tek yerin sanat olmasıdır. Bu
ayrılma, yapıcıysa, nitelikli olmalıdır çünkü sanat, bazı açılardan, belirli
bir beceriyi barındırıyor olmasa da buna bağlı algılama edincini
barındırmaktadır.
Temelde
sanat, kendini, kendi tarihinde bulunan bir mantığa göre
“disiplin-dışılaştırmıştır”: Sanatın özerk alanı içinde tadını çıkardığı
sınırsız özgürlük, sanata, sanat ütopyasının yanıltıcı özelliğini gösterdi.
Sanatın artık bu ütopyaya inanması mümkün değil. Sanat alanında
gerçekleştirilen en radikal simgesel aykırılıkların, sanatın dışındaki durumu
hiçbir şekilde etkilemediği görüldü…
42
A.A. … alansallık ötesileştirilen
sanat, yeniden alansallaşıyor ve politik sosyoloji alanına giriyor. Bu durumda,
aslında kendisi de alansallık ötesileşmekte olan bir disipline yönelmiş olmuyor
mu?
43
S.W. Sanat dünyasının, eşyaların
dünyasından ayrı, özerk bir dünya olarak belirmesi Kant’la birlikte
gerçekleşti. Modernite boyunca sanat -diğer etkinliklerde olduğu gibi, ve Max
Weber’in incelediği üretim etkinliklerinin, farklılıklarına göre uslamlanmaları
sürecine uygun biçimde- gitgide bir
özerklik kazandı, yani sanat disiplinine özgü ve bu disiplinin özünde bulunan
değerler, artık diğer disiplinlerin (dinin, ekonominin, mimarlığın, vb.)
değerlerine indirgenemiyor. Modern bakış açısına göre, sanatsal üretim, genel
ekonomi tarafından koşullandırılmış olsa da, ekonomi tarafından belirlenmezdi
ya da artık belirlenmez. Öte yandan, sanatı kavrayış biçimleri ne denli farklı
olsa da, Theodor Adorno, Clement Greenberg, Pierre Bourdieu gibi düşünürlerin
sanat sosyolojilerinde, bu tür bütüncül bir özerklik arayışı, temel taşlardan
birini oluşturuyordu. Onlara göre özerklik, sanat düşüncesinin ayrılmaz bir
parçasıydı, sanatın kendine çizdiği sınırların dışına çıkarak gelişmesini
sağlıyordu.
44
Bu
bütüncül özerkliğe duyulan özlem hala kendini gösteriyor olsa da bu tür bir
özerkliğin inandırıcılığını zedeleyecek birçok faktör gelişti.
Başlangıç
olarak, genel ekonomideki dönüşümler, sanatın özerkliği kavramını yalanlayıcı
güçlü bir unsur oluşturuyor. İhtiyaçların gittikçe daha da yapaylaştıkları bir
dönemde, gerçekliğin reklam aracılığıyla ve tüketime yönlendiren diğer
uyaranlar aracılığıyla sürekli olarak estetikleştirilmesi ve, eskiden sanatçıya
atfedilen edinçlerin (hareketlilik, ast üst ilişkisine karşı kafa tutmak, içten
gelen motivasyon), cognitif [bilişsel, bilisel] kapitalizm tarafından ele geçirilmesi,
sanatın sahip olduğu varsayılan özerkliği, … bir sözde-özerklik komedyasına
dönüştürüyor.
Sanat
yapıtının özerkliğine şüpheyle yaklaşıldığını gösteren başka bir temel semptom
da, özellikle Anglo-sakson üniversitelerde gözlemlenen epistemolojik
değişimdir; buralarda sanat tarihi (ve nesnesiyle kurduğu dönüşümlü ilişki),
yerini visual studies’e bırakıyor,
bunlar daha içerikli ve genişlemiş çalışmalardır ve hiç şüphesiz bugünkü sanat
anlayışına daha uygun düşmektedirler.
Ama
özerklik kavramının en tutarlı eleştirileri yine sanat alanının kendisinden
geldi. Avangard hareketler ve bunların takipçileri, sanatın her türlü kullanım
değerinin tırnak içine alınmasına karşı çıktılar ve sanat alanıyla bu alanının
dışı arasında, … ve sanatı yaşamdan ayrı tutmaya yönelik bir kavram olan
sanatın özerkliği düşüncesini reddettiler
45
Sergilendikleri
mekana -herhangi bir müze ya da bir kent alanı olabilir- bağlı olarak
tasarlanan ve her zaman açık bir şekilde sanat olarak adlandırılmayan bu tür
etkinlikler, iki tür yorumu doğurdular: “Ilımlı” bir yoruma göre, sanat yapıtı,
sanatçının amacına bağlı olarak, az çok özerktir; “maksimal” bir yoruma göre,
bu tür pratikler, sanatın özerkliğinin yanıltıcı yanını apaçık ortaya
koymuştur. … sanat yapıtı, bir müzede de -yani sanat için ayrılmış bir mekanda
da- en az tarafsız mekan olarak görülen kent mekanında olduğundan daha özerk
değildir. Onlara göre, sanatla bağlamı arasındaki ilişki, her koşulda bir
karşılıklılık üzerine kuruludur: Sanat sadece aldığını verir ve yapıtın
simgesel ekonomisi, bağlamının genel ekonomisine bağlı olarak değerlendirilir.
Ama neyin özerkliği? Sanat yapıtının mı yoksa sadece sanatın mı? Bu konuda
oluşan bazı önyargılar, son dönemlerde gerçekleştirilen deneysel pratiklerden
kaynaklandı. Uzun süre, sanatın,
kendisini sanat yapıtları şeklinde ortaya koyduğuna, doğal bir bilgiymiş gibi
inanıldı. Ama bugün birçok sanatçı, bitmiş ürün yerine üretim sürecini öne
çıkaran yöntemler benimsiyor, yani süreci, bitmiş bir yapıtın ortaya
konulmasından ayrı ve bağımsız tutmak istiyorlar. Oysa bir sürecin -üstelik
genellikle sanatın dışında bulunduğu da düşünülürse- özerk olduğunu düşünmek
çok güç. Böylece kendini gösteren görünürlük ve okunurluk sorunları, güncel
sanatsal “arayışın” en belirgin sorularıdır.
46
S.W. (Nicolas Bourriaud) Sanat
dünyasının dışında etkinlik gösteren ve malzeme olarak özneler arasındaki
ilişkiyi seçen sanatçılarla ilgileniyordu. Oysa, ilginçtir ki -belki de
değildir çünkü sanatta hep karşılaşılan bir durumdur bu- her şeyi sanata
katıyor; a priori özgürleşmeyi, bağımsızlaşmayı arzulayan pratikleri, yeniden
sanat dünyasına ve kurumların arasına katarak alansallaştırıyor. Yani sonuç
olarak, bu deneyimlerin sonunda da “bu sadece sanat” deniyor. İnsanlar ya da
özneler arasındaki ilişkiler özgün değildi, estetik hazza yönelik birer araca
dönüşmüşlerdi.
Oysa
olağanüstü olan şey, sanatçıların -ve genellikle kolektif sanatçıların- sosyal
hareketlerle, bilim insanlarıyla ortaklaşa çalışmaları, ve imzalarını atmaya ve
sanat adına hiçbir şey edinmeye çalışmaksızın edinçlerini ortaya koymaları,
kullanıma açmalarıdır. Burada sanat, hiçbir hesap yapmaksızın alansallık
ötesine geçmektedir, yeniden alansallaşma eğilimi yoktur. Ama bu durumda,
sanatsal görünürlük katsayısı, ihmal edilecek kadar küçüktür: katılınan süreç
içindeki gerçek bir simgesel verimlilik adına sanatsal görünürlük tümüyle feda
edilir. Gerçeklik içinde bir eylemde bulunmak amacıyla, sanat ütopyasına ve
alanın sakat bırakıcı özerkliğine sırt çevirilir.
47
Benim
savunduğum, yapıtı, yaratıcısı ve izleyici kitlesi olmayan bir sanat.
A.A. Sanatsal kültür ve pratik
açısından globalleşmiş bu dünya içerisinde bu ülkelerin durumunu nasıl
değerlendiriyorsun, Habermas’ın “post-ulus-devlet” olarak nitelendirdiği çağdan
yola çıkarak? Henüz ulus-devletler ya da ulusal özgürlük savaşı döneminin
yaşandığı 1960 ve 70’li yıllarda olduğu gibi bugün de sanatsal özgüllüklerden
söz edilebilir mi?
S.W. “Bir otel odasında, kendimi hemen
evimde hissederim, evimde olmaktan da öte hissederim” Kafka
48
Bana göre
en iyi sanatsal üretim biçimi bu, gerçek bir uluslararası sivil toplumun
oluşması ve post-ulusal egemenliğe katkı düşünüldüğü zaman bile.
49
(ne
yerliden ne de globalden kaynaklanan güncel sanat) … sanat dünyasının sınırlı
ekonomisi -ve onu belirgin kılan iç öğelerin savaşı- ile genel ekonomiyi
karıştırmamak gerek. Büyük çoğunlukla sanat dünyasındaki bir karşı çıkışın ya
da içkin bir deneyimin siyasal bir değeri olduğu düşünülür, oysa hiç de böyle
bir şey yoktur. Başka bir deyişle, “taşralılık” her zaman (yerelin globalin
karşıtı olduğu anlamda) coğrafi değildir, …
Sanat
üretilmiş kendine özgülükler olarak değil de kendine özgülüklerin üretilme
biçimi olarak algılanmalıdır. Sanatın, zarar verici gücünü yeniden bulmasını
sağlayacak gerçek bir paradigma değişimi, benim gözümde esersiz, sanatçısız ve
izleyicisiz bir sanatın çok arzulanan ortaya çıkışını zorunlu kılar… (Sanat Dünyamız, 2004)
50
(Damisch)
A.A. Bugün özerk bir disiplin olarak
sanat tarihi yapılabileceğini düşünüyor musunuz? …
51
H.D. … sanat düşünüyor, sanatta
çalışan bir düşünce var…
‘Tarih’
sözcüğü, ekonomi tarihinden, hukuk tarihinden, sanat tarihinden söz ettiğinizde
aynı anlama gelmiyor. … Sanatın, içinde hâlâ tarihten söz edilebilecek bir
anlam barındıran son alanlardan biri olduğunu düşünüyorum. Auschwitz’ten sonra
tarih nedir … ? Shakespeare’in de dediği gibi tarih “gürültü ve şiddet”ten
başka bir şey değildir, sanat her zaman neşeli, her zaman çok kesin değildir…
Tarih günümüz sanatçılarının geçmişle olan, sürdürülen ya da sürdürülmeyen
ilişkilerinden başka bir şey değil…
52
H.D. Çinli bir klasik sanatçı için
tarih taklit anlamında resim yapmak anlamına geliyordu. Resim yapmak için
geçmişten örnekler almak [icazet], onlara erişmeye çalışmak gerekiyordu, bir
tür meydan okuma vardı onda, geçmişteki büyük ustalara göre eksiklere ve
hatalara bakıyordu. Böyle bir örnekte kesinlikle bizim olmayan bir tarih
kavramı var.
53
H.D. Sanatçı sanat tarihiyle
ilgilenmez, onu yapar. Bu yüzden ben sanat tarihine karşı sakınımlı
davranıyorum, çünkü sanat tarihi, sanat tarihini yapanların her zaman
sanatçılar olduğunu unutan bir disiplin.
55
Hegelci
izlek deyince akla “sanatın ölümü” geliyor. Oysa Hegel hiçbir yerde sanatın
ölümünden söz etmez. Sanata olan gereksinimin yitirildiğini söyler.
58
A.A. Kant’a göre yücelik görüldüğünde
güzellik kayboluyor.
63
A.A. [içgüdü, algıdan önce gelir.
(Deleuze)]
70
(sanatçının
kendisine ait özel bir şeyi sunması…) H.D.
Evet bir gerçek var, ama belgelendi mi?
72
(Smith)
(Sanat
tarihi hâlâ bir Batı oldu-bitti’si mi?)
E.L.S. Türkiye’nin gerek geleneksel,
gerek coğrafi konumuna bakıldığında Türk sanatının Avrupa’nın tamamen dışında
olduğunu söylemek çok anlamsız bence. Türk sanatıyla ilgili sorun, henüz
dışarı’dan mı içeri’den mi bir sanat olduğuna karar verilmemiş olması.
74
… resmî,
devletin düzenlediği bir açılıştı, kendimizi kandırmayalım…
77
… Türk
sanatının en büyüklerinden biri mimarisi (Sinan). … Resimlerle, heykellerle, bu
türden şeylerle ilgili değil, bilinen kültürel nedenlerden dolayı; ve aynı
zamanda burada Batı Avrupa’da olduğu gibi sanat ve zanaat olarak tanımlanan
şeyler arasındaki gibi kesin bir bölme yok. (ikincisi, dokumacılık). Sorun
özellikle Avrupalı modelleri ve biçimleri kullanarak nasıl bir sanat
oluşturulacağı - bu biçimler eski tür resimler olabileceği gibi yeni biçimler
de (enstalasyon, video, vb.) olabilir ve bunlar yine de anlaşılır bir biçimde
Türkçe kültür dilini konuşabilirler.
81
…
İngilizce yazılmış yayınlarla çağdaş sanatın tarihi kaçırıldı.
83
… hem
yönetim hem de başka kültürleri asimile etme dehası… (Osmanlı Tüklerinin
dehası)
88
(Bourriaud)
N.B. … ilişkisel sanat ‘katılımcı
sanat’ anlamına gelmez! Eleştirel amaçlardan yoksun bir sanatın yandaşları
tarafından yapılan karikatürleri üzerime almıyorum. ‘Postprodüksiyon’, aynı
sahnenin başka bir kameradan görünüşü.
90
… günümüz
dünyasını geçerliliği kalmamış kategorilerle düşünmek, sanatı miadını doldurmuş
kavramların yardımıyla analiz etmek bir aldatmaca olur.
A.A. … artık bir Avrupa, Afrika ya da
Asya sanatının kalmadığını, sanatçı hangi ülkeden olursa olsun sosyal-demokrat,
cumhuriyetçi, feminist, sosyalist ya da faşist… sanatlardan bahsedilebileceğini
yazmıştın.
N.B. …ekonomik gelişmenin farklı
dereceleri, ayrıca ‘çağdaş’la yerel özgünlükler arasında dünya çapında bir
savaş sürüyor.
… bütün
ülkeler ‘sanayileşmeden’ çıkmış değil. Batılı toplumların çoğu gelişimin bir
üst basamağına, bilgi toplumu aşamasına, yani sosyolog Manuel Castells’in
anlattığı gibi mutlak değerin dijital dilde ‘yaratılan, depolanan, cımbızlanan,
işlenen, aktarılan’ bilgi olduğu bir ekonomiye ulaşmış durumdalar.
Peki ama
sanayi toplumlarında, hatta sanayi-öncesi toplumlarda yaşayan sanatçıların
durumu ne olacak? Mesele şu: Bütün imgelemler bugün
özgür ve eşit mi doğuyor? Bazı sanatçılar kültürel determinizmden kendilerini
kurtarmayı başardılar, ama global bir estetiğin içinde erimediler bunun
sonucunda…
… (bir
taraftan gelenekselciliğe, bir taraftan da globalleşmenin getirdiği
tektipleşmeye karşı direniş) belki de benim ‘altermodern’ dediğim, yeni bir modern ruh yaratıyor.
93
… yazılı
açıklamaları çok zengin tutarak kitleyi yukarı çekmeye çalışacaktık.
94
A.A. … disiplinlerin birbirine
karışması (DJ’li gecelerle birleştirilen sosyoloji ya da felsefe konferansları)
98
(Fleckner)
U.F. “memoire affective” hakkındaki
görüşleriyle Théodule Ribot gibi [Warburg’un] çağdaşı olan fizyologlar ya da
yaşantıların canlının genetik yapısına deyiş yerindeyse kaydedildiği “engram
hazinesi” düşüncesiyle Richard Semon…
99
…
Proust’un ve “mémorie involontaire” (gönülsüz bellek) fikrinin de…
.
.
.
.