.
.
.
.
Yeni Osmanlıcılık
Hınç, Nostalji, Narsisizm
Nagehan Tokdoğan
İletişim Yayınları, 2020 İstanbul
içindekiler
Önsöz 11
Giriş 15
Birinci Bölüm:
Duygular,
Siyaset ve Siyasal Semboller Üzerine 25
İkinci Bölüm: Alternatif Bir Milli Kimlik Anlatısı
Olarak
Yeni
Osmanlıcılık 49
Üçüncü Bölüm: Mağdurdan Muktedire 95
Dördüncü Bölüm: Yeni Osmanlıcı Anlatının
Sembolik Mekânı Olarak İstanbul 167
Beşinci Bölüm: Yeni Osmanlıcı Anlatının Ruhuna
Uygun
Bir
Mit Yaratımı Olarak “15 Temmuz Destanı”
ve
Milli Narsisizm 221
Önsöz (Aksu Bora)
11
Duyguların bireysellikten çıkıp kolektif fenomenler olarak incelenmeye
değer görüldüğü tarihsel anlar, genellikle, kriz dönemleridir...
[ruh hali -> fikirler, semboller, duygular]
[Beden politikaları çağında hikâyenin duygulanımsal boyutunu hesaba
katmak gerekir.]
12
... siyasal olanın duygulanımsal boyutunu görmek için “ne oldu da
bütün bir ulus bu delice fikre ikna oldu?” sorusuna değil, “nasıl oldu da
adalet, özgürlük ve eşitlik idealleri insanların büyük bölümü için anlamını
kaybetti?” sorusuna ihtiyacımız var.
Giriş
15
ihtişamlı geçmiş anlatısı
17
[Yeni Osmanlıcılık] ... 2000’li yıllar Türkiye’sinin ethosunu ve
pathosunu belirleyen kuvvetli bir sembolik siyaset aracı halini aldı.
[diyaloji, anlamlar arasında karşılıklı etkileşim ve diyalog
olmasıdır] [diyaloji diyalogdan türüyor. karşılıklı konuşmadan. bunu bir metnin
içinde anlamlandırmaya çalışırsak, metinlerin de kendi içlerinde saf
olmadıklarını, bir şekilde başka metinlerden etkilendiklerini, hatta bir başka
metni kopyalamaya çalışırken ortaya çıktıklarını düşünebiliriz. işte diyaloji
metinlerarası bir göndermeler, bir ilişkiler ağıdır. ama her metin bir görme
biçimidir. bu görme biçimi o metnin ait olduğu türün, o tür de ortaya çıktığı
toplumsal koşulların, tarihin, sınıfsal ilişkilerin dışavurumudur.] ekşi
Birinci Bölüm: Duygular, Siyaset ve Siyasal Semboller Üzerine
26
Modern siyaset biliminin “duygu körlüğü” (emotions-proof) ...
Duygular, uzunca bir süre aklın “ötekisi” olarak kavranarak, ikili bir
karşıtlığın negatif boyutunu işgal ediyorlar. ... kamusal değil özel, rasyonel
değil irrasyonel... (Heaney, 2013).
[duygular] ... sosyo-politik analizin sapkın kategorileri...
siyaset -> kolektif fenomenler / duygular -> bireysel, anlık fenomenler
pejoratif yergi öğeleri
taşıyan, aşağılayıcı, yerici, küçültücü, kötüleyici, aşağılama, küçümseme,
benimsememe vb. anlamları içeren (söz, sözcük).
27
[sosyal inşacı yaklaşım:] [içine doğulan kültürde toplumsallaşmanın
bir sonucu olarak “öğrenilmiş davranış kalıpları”...] ... duygular, toplumsal ilişkilerin önemli
unsurları, içinde yaşadığımız toplumda, başkalarıyla deneyimlediğimiz
etkileşimlerin bir sonucu olarak öğrenilen kültürel çıktılar olarak kavranıyor.
Haliyle de duyguların biyolojik ve evrensel olmaktan öte, kültürden kültüre,
bağlamdan bağlama ve dönemden döneme değişiklik arz eden toplumsal inşalar
olduğu iddia ediliyor. Gelgelelim ... duyguların kültürel ve toplumsal inşalar
olduğu yönündeki savın egemen olması zaman alıyor.
29
David Ost, ... duyguların [sadece iktidar karşıtı hareketlerde değil]
otoriter ya da demokratik iktidarlar nezdinde de kuvvetli bir yeri olduğunu,
siyasal partilerin destek görmek için belirli duygular üreterek, belirli
duyguları harekete geçirerek ya da belirli duyguları bastırmaya çalışarak
kitlelerin mobilizasyonunu sağladıklarını iddia ediyor.
30
[Spinoza, 17.yy’da] ... duyguların ilişkiselliği, toplumsallığı ve
siyasallığı iddiası üzerine bina edilen ekolün çıkış noktası addedilebilecek
görüşler ortaya atıyor. ... zihin ve beden arasında, birinin diğerine
üstünlüğünü ima eden her türlü önermeyi reddediyor.
[zihnin ve bedenin eyleme kapasitesini arttıran duygu sevinç, azaltan,
keder] [duygular kendiliğinden değil nedensellik ilişkisi içinde ortaya çıkan
görüngüler olarak kavrayışının altında ise, temas ve karşılaşma fikirleri
yatıyor.] [duygular temas ve karşılaşmanın zihinde ve bedende bıraktığı birer iz
olarak varlık gösteriyor] Dışsal bir cisim ya da bedenin, bizim bedenimiz
üzerindeki izlerini oluşturan şeyse, imgeler. Duygu, o imge ya da
fikirler temas ettiği, karşılaştığı için ortaya çıkıyor, fakat diğer yandan bu
imge ya da fikirlere indirgenmesi de mümkün görünmüyor.
31
[Dipnot 3] Spinoza duygu ve duygulanım arasında kavramsal bir ayrıma
gidiyor. Ona göre duygulanım (affectio) karşılaşmaların bedende
yarattığı etkiyken, duygu (affectus) bedende gerçekleşen duygulanımlar
arasında geçen süre ve süreçleri imliyor. Başka bir deyişle duygu, daha
zihinsel ve geçişsel, duygulanım ise daha bedensel ve anlık.
[Sara Ahmed’in duyguların ortalığa saçılarak dolaştığı, kişi ya da
gruplara bulaştığı, bulaştığı yönündeki önermeleri Spinoza kaynaklı] [Sara
Ahmed’e göre duyguların ne oldukları ya da kime ait olduklarından ziyade, bize
ne yaptıkları sorusu daha önemli]
32
[Raymond Williams’a göre] duygular, düşüncenin karşıtı olarak değil, hissedilen
biçimiyle düşünceler olarak kavranmalı.
33
[duygu iklimi’nin (pathos’un) ortaya çıkmasına olanak sağlayan
şey, duygu nesneleri [Ahmed].]
Syn kökü Eski Yunancada birleştirmek anlamına geliyor, symbolon
sözcüğü ise, iki kişi arasındaki bir anlaşmanın somut kanıtı olarak ortadan
ikiye ayrılmış bir çömleğe gönderme yapıyor. ... Bu iki kişi arasındaki bağı
kuran, onları birleştiren şey, aynı zamanda onları ötekilerden de ayırıyor.
34
David Kertzer, siyasal olan pek az şeyin doğrudan işlediğini,
siyasetin ağırlıklı olarak sembolizm üzerinden ifade ve icra edildiğini iddia
ediyor.
35
... siyaset bilimi literatüründe sembollerin ihmalinin arkasında yatan
nedenlerden biri, pek çok çalışmada siyasetin, insanların çıkarları peşinde
koştukları bir “aldım-verdim” meselesi olarak ele alınması. ... Kertzer, pek
çok siyaset bilimcinin siyasal olanı gerçek ve effluvia
[istenmeyen koku, kötü kokan] olarak ikiye ayırıp bunlardan birincisini
önceleyerek, siyasal eylemi maddi çıkarlarla, kişisel kazançla açıklamaya
çalışmalarından yakınıyor. [Bu yaklaşımı eleştiren Kertzer,] ... siyasette asıl
belirleyici olanın siyasal sembollerden oluşan effluvia olduğunu
söylüyor. [Stuart J. Kaufman da], ... insanları siyasal açıdan eyleme
yönlendirenin, kâr-zarar muhakemesinden ziyade, duygular olduğunu iddia ediyor.
38
Sembolik siyasetin etkin bir biçimde işe koşulmasını ve başarılı
olmasını sağlayan başat aktörler, elbette siyasal ve toplumsal kurumlar. Gelgelelim
... siyasal alanı yalnızca siyasal aktör ve kurumların alanıymış gibi ele almak
ve sembolik siyaseti böylesi yukarıdan aşağıya işleyen sabit bir çerçeveye
sıkıştırmak, beraberinde kitleleri manipülasyona ve kandırılmaya açık birer
“koyun” olarak görmeyi getiriyor.
39
[Murray Edelman] ... ritüeller ve mitler, kitleleri kandırmak için
değil, onların ne istediği, neden korktuğu, neyi olanaklı bulduğu ve kendini
kim olarak görmek istediğinden hareketle tedavüle sokuluyorlar.
41
Modern ulus-devletlerde semboller, ulusları kişileştirmeye ve kurumsal
olanın gündelik olanla bağını kurmaya yarıyor.
42
... milliyetçiliği, yalnızca siyasal bir ideoloji olarak ele almayıp
onu sosyo-kültürel alanla ilişkisi içinde analiz etmeye koyulan modern
milliyetçilik kuramcıları...
43
[Anthony Smith] ... milliyetçiliği siyasi bir ideolojiden ziyade, bir
kültür ve kimlik biçimi olarak incelemenin elzem olduğunu öne sürüyor.
İkinci Bölüm: Alternatif Bir Milli Kimlik Anlatısı Olarak Yeni
Osmanlıcılık
53
... Osmanlı modernleşme girişimleri sürecinde daha seküler bir vizyonu
benimseyen eski Osmanlı paşalarından Mustafa Kemal...
54
... Türk milli kimliğinin ötekisi, Osmanlı oluyor.
... 1924’te kurulan Terakkiperver Cunhuriyet Fırkası’nın gizli
saltanatçılıkla, irticayı cesaretlendirmekle, kurulu düzeni yıkma planlarıyla,
İslâm hukuku ve Halifeliğin geri gelmesi için çalışmakla suçlanarak
kapatılması...
56
[Murat Belge], ... Osmanlı’da amaç yeninin kurulmasıyken, Cumhuriyet
döneminde bununla yetinilmediğini, “eski” ve “işe yaramaz” addedilen pek çok
şeyin ortadan kaldırılmasının programlandığını ve bu programın başarılı biçimde
hayata geçirildiğini öne sürüyor.
57
Esasen Osmanlıcılık, ilk ortaya çıktığı dönemden itibaren hiçbir zaman
yapılandırılmış, kavramsal ve teorik açıdan tutarlı ve bütünlüklü bir düşünce
akımı haline gelemiyor. [İslâmi geleneğe mensup bir entelektüel kuşağının
sığındığı bir liman işlevi görüyor. Necip Fazıl Kısakürek, Münevver Ayaşlı,
Samiha Ayverdi, Erol Güngör gibi isimlerin İslâm sosu yoğun yeni bir
muhafazakar kisve çerçevesinde kurmaları...]
59
[DP] [İmam-hatip okullarının açılması, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi’nin kurulması, ilkokul müfredatına din derslerinin seçmeli ders
olarak dahil edilmesi... İslâm-Osmanlı düşüncesinin önde gelen entelektüel
figürlerinin (Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Münevver Yaşlı, Nurettin
Topçu, Cemil Meriç vb.) eserlerinin ön plana çıkarılması] Tek parti dönemini
zorunlu bir suskunluk içinde geçiren İslâmcı düşüncenin 1940’ların sonunda
başlayan yayınları, 1950’ler boyunca artarak devam ediyor. Kısacası Demokrat
Parti dönemi, Türk sağının bütün kollarının, özellikle de İslâmcılığın “fikri
mayalanma dönemidir” deniliyor (Bora ve Ünivar, 2015).
62
[Türk-İslâm sentezi, 1960’lar, Milli Nizam Partisi, Türkiye tarihini
yeniden İslâmlaştırmak, Milli Görüş Hareketi, Necmettin Erbakan...]
65
Özal’a göre Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi milli kimlik tanımında,
etnik ve dinsel unsurlar yeterince dikkate alınmadığı için toplumsal bir
aidiyet sorunu ortaya çıkıyor. Haliyle de farklı kimliklerin ifade alanı
bulabileceği bir üst kimlik arayışı, Özal’ı içte yeniden Osmanlılık fikrine
giden bir çizgiyi takip etmeye yöneltiyor [Çalış, 2001].
66
1980 öncesinde İslâmcı dergi ve gazetelerin pazar payı %7
oranındayken, 1996 itibariyle bu rakam %47’ye çıkıyor. Özal döneminde
geleneksel İslâmcı altyapıdan gelen yeni bir akademisyen kuşağı Anadolu’daki
üniversitelere yerleştiriliyor. [İsmet Özel, Ali Bulaç, Fehmi Koru ve
Abdurrahman Dilipak gibi yazar çizerler] devlet, toplum, kimlik ve tarihe
ilişkin sorgulamalar aracılığıyla, İslâmcı kimliğin politizasyonunu mümkün
kılan sembolik sermaye odaklarını oluşturuyorlar.
67
1980’ler itibariyle Türkiye’nin neoliberal küresel düzene eklemlenmesi
ile Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimlerin çökmesi ve Sovyetlerin dağılışı,
süregiden etnik çatışmaların
alevlenmesine yol açan uluslararası süreç, Türkiye açısından önemli jeopolitik
fırsatların ortaya çıktığı algısını yaratıyor.
68
[Özal bir röportajında], ... modern Türkiye’nin Ortadoğu ve Balkanlar’daki
emperyal medeniyetin varisi olduğunu vurgulayarak, ülkenin önünde “hacet
kapıları”nın açıldığını, 21. yy’ın Türk asrı olacağını ilan ediyor, böylesi bir
fırsatın 400 yılda bir geleceğini ve Balkanlar’dan başlayarak Kuzey Irak ve
Suriye’de dâhil olmak üzere Adriyatik’e kadar uzanan bölgede Türkiye’nin etki
alanı yaratması gerektiğini savunuyor.
69
Milli Görüş Hareketi’nin lideri Erbakan öncülüğündeki Refah
Partisi’nin 1995 seçimlerinden birinci parti olarak çıkması ve ardından DYP ile
koalisyon kurması Türkiye’nin ilk kez siyasi kimliğini Osmanlı-İslâm mirasına
dayandıran bir başbakan tarafından yönetilmesinin önünü açıyor.
72
... RP dönemi, 1997 yılında, Türkiye tarihinde “Postmodern Darbe”
olarak anılan 28 Şubat süreciyle son buluyor.
73
AKP 2002 yılında girdiği genel seçimlerin propagandasında, siyasal
kimliğinin ve deneyiminin kurucu bir öğesi olan İslâmcılığı reddederek,
sahiplendiği “muhafazakâr-demokrat” sıfatıyla siyaset sahnesindeki yerini
alıyor.
75
... AKP dönemini Yeni Osmanlıcı anlatı açısından öncüllerinden farklı
kılan en temel özellik, bu fikrin toplumsal boyutuna verilen olağanüstü
önemdir.
76
[Davutoğlu], ... Osmanlı mirasını, Türkiye toplumunun en “sahici”
kimliği ve değişmez özü olarak tarif ediyor.
79
Türk-İslâm sentezi -> aralarında hiyerarşi olmaksızın Türklük ve
Müslümanlık
AKP milli kimliği -> omurgayı İslâm ve Müslümanlık oluşturuyor.
80
... AKP’nin milliyetçiliği, Erbakan’ın benimsediği anti-kapitalist
söylemle tam bir karşıtlık arz ediyor. ... neoliberal ekonomik gelişmelere
eklemlenme çabasıyla, İslâmi siyasal geleneğin milliyetçiliğinden uzaklaşıyor.
81
Copeaux, Türkiye’de milli tarih anlatısının, Kemalizm, Türk-İslâm
sentezi ve İslâmcılık arasında bir çekişme, alanı ele geçirme çabasına tekabül
eden bir sembolik savaş aracı olduğunu iddia [ediyor]. Ona göre bugünün çatışma
ve gerilimlerinin arka planında, ekonomik ve stratejik etkenlerden ziyade,
kimlik sorunlarına ilişkin istemler yatıyor.
83
[Yeni Osmanlıcılık anlatısının kitleler karşısında bu kadar kuvvetli
karşılık bulması...] Bu durum bir yanıyla AKP’nin yeni Türkiye vaadinin,
Osmanlı ve Cumhuriyet modernleşmesi yüzünden kesintiye uğradığı düşünülen
toplum ve devlet arasındaki bağın yeniden kurulacağını, devletini arayan
toplumun hayalinin gerçek olacağını ima etmesinden kaynaklanıyor. Bu açıdan
baktığımızda, AKP’nin yeni Türkiye söylemi, taban nezdinde II. Mahmut
döneminden beri süren, yaklaşık iki yüz yıllık kâbusun sona erişinin müjdesi
olarak karşımıza çıkıyor. (Açıkel, 2012).
[Erdoğan’ın 2012 yılında yaptığı bir konuşmadan:] “Muhayyile
kelimesini, tasavvur kelimesini, inkişaf, mücerret, müşahhas, aklıselim gibi
kelimeleri farklı dillerden Türkçeye geçti diye ayıklamak, bunların yerine
kelime ikame etmek aynı anlamı, aynı manayı asla ve asla karşılamayacaktır.”
87
[inşa ve restorasyonlar] ... kimilerine göre, referans noktası olarak
alınan uzak geçmişin bu güncel temsilleri, “temelsiz tarihselciliği, kolaj
mimari üslubu, inşaat tekniği ve kullanılan malzeme” gibi sebeplerden ötürü “en
fazla bir lunapark kadar gerçek” görünüyor. ... bu girişimlerde Osmanlı,
“köksüz ve dekoratif bir malzemeye indirgenerek sergileniyor”.
90
[Mehmed Akif, Necip Fazıl anma konferanslar; Halk Eğitimde hat, ebru;
OttomanLife, Cihannüma Villaları gibi isimler; Diriliş Ertuğrul ziyareti;
Osmanlı Torunları, Ak Gençlik, Osmanlı 1453, Ecdat Osmanlı gibi sosyal medya
hesapları; Fatih Sultan Mehmed ile Erdoğan arasında uhrevi bağlantı mitosları,
vb]
Üçüncü Bölüm: Mağdurdan Muktedire, Menderes’ten Abdülhamit’e: Yeni
Osmanlıcı Anlatının Kurucu Sembolü Olarak Erdoğan ve Pathosu
96
[Lidere değil, liderliğini tasdik eden kitleye bakılmalı]
98
... Açıkel’e göre mazlumluk hikâyesi, modernleşme süreci içerisinde
“geç kapitalistleşmenin ve hızlı modernleşmenin şiddeti karşısında toplumsal,
kültürel ve imgesel yurtsuzlaşmaya uğrayan” kitlelerin “savunma, karşı çıkma ve
eklemlenme stratejisi” olarak geliştirdiği “en önemli ideolojik dizgedir”
(1996). Mağduriyet anlatısı, içerisinde “Türk milliyetçiliğinden İslâmî
motiflere, kapitalizm öncesi değerlerin yüceltiminden yarı-cemaatçi bir toplum
anlayışına, anti-kozmopolitan yönelimlerden idealize edilmiş nostaljik bir
tarih anlayışına, şüpheci bir dünya kurgusundan ezikliğin bireysel
görünümlerine kadar” çok çeşitli söylemsel öğeleri barındırır.
101
Kayıp hissi, kaybeden öznede birbiriyle iç içe geçen farklı veçhelere
bürünür: güvenlik kaybı, özgüven kaybı, topluluk ve aisiyet duygusunun kaybı,
iktidar kaybı, umut kaybı...
... travmalar “bir anlatı çerçevesine oturtulmadıkları sürece,
deneyimleşemezler” (Bora).
102
... “hiçbir olay bünyevi olarak travmatik değildir. Travmatik olma
özelliğini, ‘olgudan sonra’, simgesel sistemin dolayımlamasıyla kazandığı
anlamlılık/bütünlük sayesinde kazanır” (Özmen).
104
[Erdoğan] Batılılaşmanın, dinin ve dindarların kamusal alandan dışarı
atılması ve aşağılanmasına kapı araladığını vurgularken, kadim bir
tarihsel/düşünsel/duygusal tecrübeye gönderme yapıyor. [Erdoğan için] ...
Batı’yla karşılaşma, mazlumluk arşivinin de ilk deneyimini teşkil ediyor.
Gelgelelim Türkiye’de Batılılaşma deneyimi, yalnızca dinin kamusal
alandan ekarte edilme girişimleri açısından ... değil, Türk milli kimliğinin
bizatihi kurulumunda derin bir yara olarak kavranıyor.
“Türk ruhunun en büyük işkencesi” [Peyami Safa]. Tanzimat dönemiyle
başlayan ve adına Batılılaşma denilen bu model kayması, modern Türk öznesi
açısından esasen gecikmişliğin kabullenilmesidir. İşte tam da bu yüzden bu
doğrultudaki her türlü atılım, daha en başından bir sürüklenişe, bir kapılmaya
gebedir. Ezcümle bu travmatik model kayması, gerek Batılılaşmayı savunan
Tanzimat elitlerinin, gerekse Kemalist modernleşme süreçlerinin aktörleri olan
Cumhuriyet elitlerinin ve destekçilerinin halet-i ruhiyesinde bir tür acz
duygusu ve çocuksulaşma eğilimiyle ve yetersizlik hissiyatıyla tezahür
etmiştir. [Koçak].
105
Batılılaşma yarasının, kendisini esas olarak dinsel kimliği ekseninde
kuran bir kolektivitedeki tezahürüyse, çok daha derin olacaktır.
[Dipnot 4] ... AKP iktidara gelir gelmez, milli görüş gömleğini
çıkardığını vurgulayarak, hedefinin Avrupa Birliği’ne tam üyelik olduğunu ilan
etmişti. Gelgelelim 2010 anayasa referandumundan sonra, “milli görüşçü ‘özünün’
uçverdiği”ne ilişkin bir algı yaratacak şekilde dindar nesiller yetiştirme
idealini dillendirmesiyle başlayan bir kibir ve öze dönüş fikri, beraberinde
Batı karşıtı söylemlerini de yeniden tedavüle sokmasını getirdi.
106
... aşağılanma duygusunun ortaya çıkması, her şeyden önce bir karşılaşma
deneyimine bağlıdır. ... Aşağılandığını hisseden kişi ya da gruplar sembolik ve
toplumsal düzlemde bir tür reddedilme yahut yok sayılma hissiyatıyla baş etmek
zorunda kalırlar.
[İranlı düşünür Daryush Shayegan] [Batılılaşma deneyiminin Müslüman
öznenin kendilik algısında nasıl bir yarılma yarattığı...] [Shayegan’ın]
Kültürel şizofreni olarak kavramsallaştırdığı bu deneyimin İslâm dünyasındaki
karşılığı, ne denli geri kalmış olduğunu fark eden öznenin muazzam şaşkınlığı
ve gizleyemediği bir tür hayranlık duygusuyla, kendi özünü onu etkilerinden
korumak üzere geliştirdiği obsesif bir reddiyedir.
107
“Tanzimat bir medeniyetin fethi değil, bir ırzın teslimidir.” [Cemil
Meriç] ... Meriç’in ırz vurgusu, Batı ile karşılaşma deneyiminde yaşanan
aşağılık duygusunun, aynı zamanda “erillik ve haysiyet kaybına”, daha açık
biçimde söyleyecek olursak “kadınsılaşma”ya yol açtığını ima ediyor. Gerçekten
de aşağılanma duygusunun cinsiyet rejimiyle doğrudan bir ilişkisi var;
özellikle kadınlığın aşağı bir cinsiyet olarak doğallaştırıldığı kültürlerde,
aşağılanmadan kaynaklanan güçsüzlük hissiyatıyla kadınsılaşma endişesi koşut
gidiyor.
108
[Erdoğan’ın dilinde Batılılaşma, “hadım edilme”, “erillik yitimi” ile
özdeşleştiriliyor. ... narsistik yara]
Aşağılanma duygusu, Erdoğan’ın Müslümanlık paydası çerçevesinde
kurguladığı kolektif özne kadar, kişisel tarihi açısından da en yakıcı ve
işlevsel duygusal uğraklardan.
110
[bir tür hayranlık ve ona eşlik eden obsesif bir reddiye] [ruh halinin
büyülenme ve iğrenme arasında gidip gelmesi]
Haset eden, gözünü ondan olmayandan ayıramaz hale geliyor. Tam da bu
nedenle beslediği düşmanlığın yoğunluğu zaman ilerledikçe artıyor.
111
Kıskançlık, tatmin edilebilir bir duyguyken haset neredeyse hiç tatmin
edilemez. ... Haset eden, haset ettiği şeye hiçbir zaman tam olarak
ulaşamayacağını düşünür/bilir: Bu bilginin karşısında kendisini ümitsiz ve
çaresiz hisseder. ... Üstün olana yönelik hayranlığın kendisini mutlu
etmeyeceğini düşünen özne, tam da bu nedenle o nesneye haset etmeyi tercih
ediyor. Hayranlık duyduğu şeyi gözünde değersizleştirerek, onu saçma, aldatıcı,
sapkın ve kibirli addediyor.
[oksimoron ?]
... özgüven yoksunluğu, haset duygusunun psikolojik koşulunu/kaynağını
teşkil ediyor.
112
... iğrenme duygusunun, tıpkı haset gibi içinde ilgi ve arzuyu da
barındırdığını teslim etmek gerekir. İğrenç şey mide bulandırırken bile
ilgimizi çeker. Ona ikinci bir bakış atmak isteriz hatta gözümüzü ondan
ayıramaz hale geliriz.
113
Sara Ahmed, iğrenme duygusunu Kristeva’nın ortaya attığı objektleştirme
(aşağılık, sefil, dışlanmış, dışarı atılmış olandan türeyen) kavramıyla bir
arada düşünebileceğimizi söylüyor. “...dışarının ya da içerinin en uzak
köşelerinden gelen ve mümkün olanın, dayanılabilir ve düşünülebilir olanın
ötesinde olduğu için reddedilen bir tehdide karşı” verilen en şiddetli tepkidir
iğrenme. Daha da ilginci, Kristeva’ya göre esasen herhangi bir şeyin bizi bu
denli tehdit ediyor oluşunun altında, onun zaten içimizde olduğu fikri yatıyor.
... Erdoğan’ın içinden çıktığı İslâmi muhafazakâr gelenekte millete mütemadiyen
geleneğin ve özün muhafaza ediciliği görevi yükleniyor. Tanıl Bora ve Necmi
Erdoğan’a göre bu yüceltici misyonun millete yüklenmesinin altındaki varsayım,
muhafazakâr seçkinlerin millete, dışarının etkisine, yabancı olanın temasına ve
ona kirini bulaştırmasına açık, çocuksu ve naif bir karakter atfetmesi.
114
Her ulusal projede olduğu gibi, modern Türkiye’nin doğuşu da, bir dizi
tasfiye ve bastırma pratiğine sahne oldu. Yüzünü Batı’ya ve Batılılaşmaya
çeviren siyasi elitler, Osmanlı-İslâm mazisini adeta bir kolektif unutuşa terk
ettiler.
116
[camilerin ahıra, depoya çevrildiği iddiası] [mağdurluk manzumesi]
[Nefret] Bu duygu her daim bir şeye ya da bir kişiye karşıdır. Fakat o
şeyin ya da kişinin temsil ettiği veya yerini aldığı bir gruba,
kolektiviteye karşı da beslenir. Bu açıdan nefretin, oldukça ekonomik
bir duygu olduğu söylenebilir; asla tek bir şeyde ya da kişide ikamet etmez,
nesneler arasında gezinir durur.
117
[Erdoğan’ın bir konuşması:] “... milletin ferasetine, basiretine,
enginliğine, derinliğine hiçbir zaman inanmadılar...”
122
[Kaygı] ... her şeyden önce bir tehlike beklentisiyle ilişkili,
bu yüzden de varoluşa yönelik olası bir tehdit olarak, bünyede korkudan çok
daha sinsi biçimde işliyor.
126
Öfke, ... diğer
duygular gibi, içsel değil ilişkisel olduğu aşikâr.
127
... öfke, eril bir
duygudur; ifadesini, ya iktidar talebinde bulur ya da iktidar konumunda.
... “biz bu yola
kefenlerimizi giyerek çıktık,” cümlesi de, öfkeden devşirilen bir direniş ve
savaş söyleminin olduğu kadar, gücün, erkekliğin, artık bastırılmasına gerek
kalmayan kinin ve neredeyse hiç tatmin olmayacak bir intikam arzusunun
dışavurumu olarak görülmeli.
132
[30 Ocak 2009, 39. Dünya Ekonomik Forumu, “Gazze” oturumu]
Sayın Peres, benden
yaşlısın. Sesin çok yüksek çıkıyor. Biliyorum ki sesinin bu kadar yüksek
çıkması, bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. Benim sesim bu kadar yüksek
çıkmayacak, bunu da böyle bilesin. Öldürmeye gelince, siz öldürmeyi çok iyi
bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl vurduğunuzu, nasıl öldürdüğünüzü çok
iyi biliyorum. Ülkenizde başbakanlık yapmış olan iki kişinin bana önemli
lafları vardır. “Tankların üstünde Filistin’e girdiğim zaman, kendimi bir başka
mutlu addediyorum,” diyen başbakanlarınız vardır. (...) İsim de veririm. Merak
edenleriniz vardır belki. Şu zulme alkış tutanları da ayrıca kınıyorum. Çünkü
bu çocukları öldürenleri, bu insanları öldürenleri kalkıp da alkışlamak, öyle
zannediyorum ki o da ayrı bir insanlık suçudur. (...) Ben burdan sadece size
iki söz söyleyeceğim. Sözümü kesmeyin! Bir: Tevrat altıncı maddesinde der ki
öldürmeyeceksin, burada öldürme var. İki, bakın bu da çok enteresan...
Bu noktada moderatör, Erdoğan’ın omzuna yeniden dokunarak tartışmayı
alevlendirmemesini istiyor ve konuşmasına devam etmesine izin vermiyor. ...
“benim için de bundan böyle Davos bitmiştir, daha Davos’a gelmem” diyerek ...
oturumu terk ediyor.
133
[Erdoğan] ... havaalanında basına verdiği demeçte [2009] artık
mazlumun değil, muktedirin dilini kullanıyor:
Ben bazı emekli
diplomatların anladığı dilden konuşmam. Siyasetin içerisinde çekirdekten
yetişmiş biriyim. Diplomatların âdetlerini bilmem, bilmek de istemem. Ben bir
kabile reisi değilim! Türkiye Cumhuriyeti Başbakanıyım. Yapmam gereken neyse
onu yaparım. Yumuşak başlıysam kim dedi uysal koyun? Konuşmamda Peres’e de söyledim.
Yaşınız nedeniyle yüksek sesle konuşmuyorum dedim. ... Bizim milletimize
sünepelik yakışmaz (...) Konu ülkemin saygınlığı ve itibarı meselesiydi. Tavrım
net ve açık olmalıydı. Kimsenin ülkemin onurunu zedelemesine müsaade edemezdim.
135
[Davos hadisesinin Yeni Osmanlıcılığı pathos’uyla göbekten
bağlı bir tarihsel moment olduğu...]
138
Yahudi ... Türk’ün haset ve arzu nesnesidir.
... Erdoğan’ın Türkiye başbakanı olarak Davos’ta ortaya koyduğu bu
tavır, tam da Batı karşısında Doğu’nun, gelişmiş ülkelerin karşısında
azgelişmişin, sömürenin karşısında sömürgenin, zengin karşısında yoksulun,
güçlü karşısında zayıfın, zalim karşısında mazlumun dirilişini, ayaklanışını,
şahlanışını sembolize ediyor.
145
... Davos hadisesi, hem İslâmi muhafazakâr kolektif öznenin, hem her
tondan milliyetçi kolektif öznenin, hem taşralı Anadolu çocuklarının ve hem de
Batılı gibi olmaya çalışan ama Batı karşısında hep eksik/ezik hisseden Türk
öznesinin Erdoğan’la çeşitli düzeylerde özdeşleşmesini sağlayan, biz aslında
kimiz? sorusunu sordurtan ve bu soruya yeni bir yanıt verdiren, duygusal
karşılıkları bakımından çok güçlü imalar barındıran bir sembolik hadisedir.
148
“Batı’nın teknolojisini alıp felsefesini reddetme” düsturu...
150
İntikam arzusunun menşei geçmiş olsa da, intikam eyleminin yöneldiği
zaman dilimi, gelecektir.
İntikam arzusunu, narsistik öfke kavramıyla birlikte düşünebiliriz.
... Zira narsistik öfke yaşayanlar, “karşıdakiyle empatiden bütünüyle
yoksun”durlar; saldırganlık, öfke ve yıkıcılıkla karakterize bir varoluşa
evrilir (Harkavy).
151
İntikam arzusu güçle bağlantılı olarak eyleme dönüşebildiğinde,
öncelikle düşmanı bastırma ve ona saygı duymadığını gösterme adımlarıyla
başlar. Tam da bu yüzden eylem, kasıtlı bir biçimde aşırılıkları da içerir.
154
... Contemporary İstanbul’da, 2016 yılında açılan bir sergide,
Abdülhamid’in imgesi çıplak bir kadın heykelinin üstüne mayo olarak giydirilmiş
halde sergilendiğinde...
163
... Schelerci anlamda hınç, aşağılanma, haset, nefret, kaygı, öfke
gibi duyguların dışavurumunun engellendiği koşullarda oluşan bir
duygudur. Bu nedenle de hınç insanı ne eyleyebilir, ne de unutabilir. Üstelik
hınca yol açan bütün duyguların bastırılması, hınç insanının zaman algısını
dahi değiştirir, onu ebedi/kalıcı bir geçmişe hapseder. Kötü hatıraların
takıntılı tekrarına bel bağlayan öznenin yegâne gelecek tahayyülü, tüm
potansiyel düşmanlara yönelik bir intikam arzusunda sabitlenir (Fantini).
Yaranın hissedilmesiyle, tazmin odaklı tepkinin bir türlü verilememesi arasında
geçen zaman dilimi -intikam süresi- intikam arzusunu pekiştirdiği gibi, hınç
duygusunu da katmerlendirir. Uzun erimli, giderek köpüren, için için işleyen
bir duygu olan hınç, kendini bir yaraya hapsetmektir, tam da bu yüzden kalıcı
ve zaman geçtikçe yoğunlaşan, müzminleşen bir yapısı vardır (Meltzer ve
Musolf).
164
Michael Ure, ... hıncın üç temel formu olduğundan bahseder: [ahlaki
hınç, sosyo-politik hınç] ... sosyo-politik hınç, içinde her daim üçüncü bir
form olarak tarifleyebileceğimiz ontolojik hınca dönüşme tehlikesini de
barındırır. Ontolojik hıncı, varoluşun kendisinden duyulan derin nefret olarak
tanımlamak mümkündür: Amor fati’den odium fati’ye (yazgından
nefret et) geçişin duygusudur bu. ... ontolojik hınç, çeşitli türden
totaliteryen siyasetlere kapı aralayabilir. ... kimliklerini mağduriyet
hikâyelerine, güçsüzlüklerine referansla kuran kolektif siyasal aktörler, adeta
bu güçsüzlüğün kendisine bir tür erdem atfederler (Ure, 2015).
Dördüncü Bölüm: Yeni Osmanlıcı Anlatının Sembolik Mekânı Olarak
İstanbul
171
AKP, İstanbul’un altın olan taşı toprağı üzerinde mütemadiyen yeni ve
el değmemiş yağma alanları keşfederek/oluşturarak/devşirerek/kurarak, gerek
iktidar seçkinleri ve sermayedarların gerek mahalle kahvesinde oturup kentsel
dönüşüm projeleri üzerinden alacakları payı hesap eden gecekondu ahalisinin,
yükselme, zenginleşme, refaha erme, güç elde etme, maddi üstünlük kazanma
iştahına hitap etmeyi ve yer yer o iştahı tatmin etmeyi başardı.
172
... üstünlük gösterisinin mekanları (gigantomatik fanteziler)
175
Nostalji sözcüğü, Yunanca nostos (eve dönüş) ve algia (özlem)
kavramlarından türer. Temel olarak artık var olmayan yahut esasen hiç var
olmamış bir eve duyulan özlemi ifade eder.
... altın çağ özlemi, özellikle romantizme/romantiklere mahsus bir
duygusal uğraktır. ... Romantizm, temelde aslına rücu etme arzusunun dışavurumu
olarak kavranıyor. ... Romantizm, “toplumsal bilinç nezdinde bazen teselli,
tedavi ve telafi edici, bazen tahrik, tazyik ve tahkim edici” bir işlevi
barındırıyor.
Romantizmle bir arada işleyen nostaljiyi, yalnızca eski rejime yahut
yıkılmış imparatorluğa yönelik bir özlem olarak kavramak yerine, gerçekleşmemiş
düşlere ve gelecek hayallerine yönelik bir duygu olarak da kavrasak iyi olur. [‘muhafazakâr’ tanımını ekle]
184
[Rövanşist kent kavramı] ... ilk kez Neil Smith tarafından 1990’larda
kent politikaları bağlamında ortaya atıldı. “Şimdi”nin burjuva siyasal
elitinin, bizden olmayana karşı intikam saikiyle harekete geçerek,
tarihsel olarak kaybedilen kaleleri “yeniden fethetme” motivasyonuna karşılık
geliyor.
185
[Çamlıca camii projesi, haşmet, gösteriş, büyüklük, yayılmacı,
gösterişçi, duygular] [buna benzer projeler] ... eve dönüşten ziyade evi bugüne
taşımanın, şimdide yeniden kurmanın araçları...
186
Fatih ud, Beyoğlu kemandı, Fatih ezan, Beyoğlu baloydu. Fatih saz
peşrevi, Beyoğlu cazdı. Fatih ahşap, Beyoğlu taştı. Fatih hacı yağı kokusu,
Beyoğlu parfümdü (Gürbilek).
191
[AKM üzerine yürütülen savaş] ... emperyal iştahı ve dünya
karşısındaki üstünlük/hakiki medeniyet iddiası... Bu iddia bize aynı zamanda,
AKP’nin sembolik siyaseti üzerinden hitap ettiği duyguların nasıl bulaşıcı,
yapışkan, saçılan ve giderek yayılan bir muhteviyata sahip ve aslında hemen her
Türk öznesinin duygusal ihtiyaçlarını tatmin edecek yoğunlukta olduğunu bir kez
daha vurgulamanın imkânını veriyor.
197
[AKP, 2011 sonrası, ustalık dönemi] ... hem geniş bir toplumsal
tabanın arzularını okşadı, hem de iktidarı boyunca yapıp ettiklerini salt
İslâmi muhafazakâr kimliğin doyum ihtiyaçlarıyla sınırlandırmadığını, neoliberal
düzene eklemlenme, onun vaat ettiği tüm imkânlardan yararlanma ve kendi gücünü
yalnızca iç mihraklara değil, dış mihraklara da kanıtlama gayesini ortaya
koymuş oldu.
AKP’nin İstanbul özelindeki çılgın projeleri arasında, Marmaray, Kanal
İstanbul, Avrasya Tüneli, Üçüncü Köprü, Üçüncü Havaalanı, gökdelenler, camiler
ve AVM’ler bulunuyordu. Bu projelerin en göze çarpan ortak özelliği ise,
hepsinde öne çıkan “en” vurgusuydu.
198
Nazi Almanyası’ndaki orantısız büyüklükte binalar ve anıtlar inşa etme
saplantısını tanımlamak için kullanılan gigantomani kavramı, AKP’nin
adeta yeniden fethettiği İstanbul’a dair fantezlerinin de psikolojik-duygusal
zeminini teşkil ediyor.
203
inşaat şehveti
204
Jocelyn Pixley, ekonomi alanında yapılan çalışmaların en temel eksikliğinin,
ekonomi ve duygular ilişkisinin göz ardı edilmesi olduğundan yakınır. Ona göre
ekonomi alanına mahsus olduğu düşünülen “çıkar” ve “beklenti” kavramları, tek
başına rasyonaliteyle açıklanamayacak kadar duygu yüklüdürler. Gelgelelim
ekonomistler ve akademisyenler, diğer pek çok disiplin gibi duygu-akıl
karşıtlığını keskin bir biçimde benimseyerek, ekonomiyi yalnızca rasyonel
düzlemlerde analiz etmeyi tercih etmiştir.
[Çavuşoğlu’na göre] ... AKP’nin kent politikaları, günümüze dek
metalaşmamış mekânları emlak piyasasına dâhil ederken, bu vesileyle üretilen
zenginliği iktidar seçkinlerine olduğu kadar, toplum kesimlerine de -eşitsiz
biçimde de olsa- dağıtabilmeyi ve böylelikle kitlesel destek kazanmayı başardı.
205
[İstanbul’daki lüks konut projelerine bir taraftan Manhattan,
Metropol, Viaport Venezia gibi isimler verilirken, diğer taraftan Ab-ı Hayat
Evleri, Şehr-i Bahçe, Sultan Makamı gibi isimler de veriliyor]
209
Osmanlı döneminde bir kentin fethinin ardından, muzaffer ordunun
askerlerinin o kenti yağmalaması ve talan etmesi gelirdi. Fetheden, kenti
yeniden şekillendirir, kentin ekonomik ve sembolik kaynaklarından kimin pay
alacağına keyfince karar verirdi. Kent halkını köleleştirip sürerken, yerlerine
yeni nüfus grupları yerleştirirdi (Berman, 2013).
212
[Panorama 1453 Müzesi] ... “fetih rüyası” ile büyülenen bedenlerin
karşılaşma mekânı.
213
herkes için fetih
216
[2015 Fetih Şöleni] ... tam da herkes için fethi mümkün kılacak
kadar şaşaalı ve katılımcılarda Durkheimcı anlamda bir kolektif coşku yaratarak
“zafer, azamet ve özgüven” duygularını harekete geçirecek kadar performans
odaklıydı.
217
[AKP Gençlik Kolları] “Dağları Delelim Terörü Bitirelim”
218
[2016 Fetih Şöleni] ... sıradan insanın arzularını,
ihtiyaçlarını, fetih iştahını, büyülenme isteğini simülatif düzlemde de olsa
tatmin eden ... [bir ortam yarattı].
Beşinci Bölüm: Yeni Osmanlıcı Anlatının Ruhuna Uygun Bir Mit Yaratımı
Olarak “15 Temmuz Destanı” ve Milli Narsisizm
223
Ulusal mitler, bir ulusun kendini nasıl gördüğü, ne olmak istediği,
diğer uluslardan farkını nasıl ortaya koymayı arzuladığıyla bağlantılı biçimde
yaratılır. Bu bakımdan ulusal mitler, kimlik tanımlayıcı ve harekete geçirici
bir işlevi haizdirler. Gelgelelim ulusal mitler, ulusun kökeni, karakteri ve
kaderi hakkındaki ampirik sorgulamalara izin vermeyecek kadar katı biçimde inşa
edilir, çürütülmeleri bir hayli zordur. Zira mitin, her ne kadar içinde bir
nebze de olsa hakikat barındırma zorunluluğu olsa da, tanımı gereği sahte
olduğu iddia edilir, fantezi ile gerçekliğin harmanlanması ve kendi içinde
tutarlı bir anlatıya dönüştürülmesine, hikayeleştirilmesine dayanırlar. Mitler
belli başlı toplumsal ve politik amaçlara hizmet ederler, tam da bu nedenle
fragmanlardan oluşur ve renkli ve akılda kalıcı bir dille aktarılırlar. ...
mitler, yalnızca gerçekliğin bir modeli değildirler, gerçekliği kurmak için de
bir model teşkil ederler.
224
Ulusal mitler, aynı zamanda kimlik kurarlar; verili bir kolektiviteyi
tanımlamakla kalmaz, bu kolektivitenin diğerlerinden farkını ortaya koyar, onu
başkalarından ayıran sınırları net bir biçimde çizerler. Anthony D. Smith,
milliyetçiliğe gücünü ve ruhunu veren unsurların başında, mitlerin,
hatıraların, geleneklerin ve sembollerin geldiğini iddia eder.
229
... 15 Temmuz 2016 Cuma akşamı saat 21:00 sularında bir askerî darbe
girişimi...
245
[narsisizm gerçeklikten ziyade fanteziden beslenir. hayranlığa ve
onanmaya muhtaçlık, esasen kırılgan bir öz benlik algısıyla ilişkilidir.]
246
... narsisizm, başkalarının dünya görüşüne kapalılıkla, empati
yoksunluğu ve süreğen bir paranoyayla, öfke ve aşırı hassasiyetle el ele
ilerler.
247
... Post’a göre; narsistik lider, ayna açlığı içindedir, mütemadiyen
kendisini onaylayacak ve kendisine hayranlık duyacak kişilere ihtiyaç duyar.
... kendilerine yönelik her türlü saldırı ve tepkiyi, ülkelerine yönelmiş
sayarlar.
249
[José Brunner] ... kendi ulusunun tarihinin gölgede kaldığını,
başkaları tarafından küçük düşürüldüğünü, aşağılandığını, yok sayıldığını
düşünenler, “milli narsisizm davetine hevesle icabet ederler”.
252
[Yozgat, Akmağdeni Belediyesi, 42 metre bayrak anıtı; Bursa, 107
tonluk tek parça mermer anıt; Denizli, anıt]
255
... AKP ve Erdoğan destekçisi olmayan neredeyse herkes “hain ve terörist”
ilan edildi.
258
15 Temmuz, “milli” bir zafer anlatısı olarak tesis edilmekten ziyade,
AKP’nin siyasi serüveninin mağduriyetten muktedirliğe uzanan seyrinde, kendine
tapmayla karakterize olan ve yeni düşmanlar ve tehdit odakları yaratılmasını
mümkün kılan bir “kolektif narsisizm” momenti olarak kaldı.
Sonuç
261
Modern siyaset bilimi çalışmalarına hâkim olan “akıl” ve “çıkar”
odaklı analizlerin duygu körlüğünü eleştirerek, duyguların bireysel veya
psikolojik, içsel veya özel alana ait fenomenler olmadığını, toplumsal ve
siyasal alanın kılcal damarlarına kadar sirayet ettiğini ve siyaset yapma ve
siyasal katılım süreçlerine içkin, hatta bu süreçleri yer yer belirleyen
unsurlar olduklarını göstermeye çalıştım.
263
... Yeni Osmanlıcılık siyasal söylem alanında doğmuş olsa da,
banalleşerek sıradan insanın milliyetçiliğinin yeni bir formu haline geldi.
265
Nitekim derin bir huzursuzluğun ve hasmane bir ümitsizliğin duygusu
olarak haset, içinde nesnesine yönelik yoğun bir arzuyu da barındırıyordu.
Fakat bu arzunun nesnesine ulaşmasının imkânsızlığı hissi, onun başka bir
duyusal tepkiye, iğrenmeye dönüşümünü kolaylaştırıyordu.
268
Gelgelelim geçmişteki acılarla, zulüm ve haksızlığa uğramışlıkla
hatırlanan mağduriyet anlatısının telafisi, Erdoğan’ın muktedirleşmesiyle büyük
oranda gerçekleştirildiği halde, hıncın duygusal tezahürleri pek de sağalmadı,
bilakis hem Erdoğan hem de destekçileri tarafından, çok daha yoğun bir biçimde
ve çok çeşitli sembolik eylemlerle dışa vurulmaya devam etti.
270
... köprü, havalimanı, Marmaray gibi gigantomatik fanteziler... inşaat
şehveti...
271
... adeta “kutlanan” bu trajik olaydan devşirilmek istenen duygu...
... AKP’nin darbe girişimi sonrasında biz/onlar ikiliğini yeniden katı bir
biçimde tedavüle sokarak toplumsal tabanın geniş kesimlerini dışlayan ve
cezalandıran politikalara başvurması...
.
.
.