.
.
.
.
İnsanın Hiçleşme Serüvenine Giriş
Politik Psikoloji Notları (1990)
Serol Teber
Papirüs Yayınları, 2001 İstanbul
13
Özellikle 1980 sonrası Amerika ve Avrupa'da ortaya
çıkmaya başlayan ve ekonomik sorunların ötesinde, ağır ekolojik-kültürel ve de özellikle
psişik krizlerle süren bu "High-Tech-Kapitalizm" evresine artık genel
olarak post-modern dönem adı verilmektedir.
18
Prognoz (öngörü)
23
latent herhangi bir şekilde göze çarpacak yaşam ve
fizyolojik aktivite belirtileri görülmeyen biyolojik olayları ifade etmek için
kullanılan bir deyimdir. (gizil)
28
Politik - psikoloji, özellikle bugünün birey insanının
sorunlarının sözcülüğünü üstlenmiş, psikolojinin (ruhbilimlerin) en genç yan
bölümlerinden biri; disiplinlerarası bir bilim dalıdır.
Oldukça kestirme bir tanımlama denemesiyle,
politik-psikoloji, hangi tür toplumsal-ekonomik formasyondan olursa olsun,
egemen-resmi devlet ideolojilerinin (merkezi bürokrasilerin, organize edilmiş
komplekslerin, kartel pıhtılarının politikalarının) birey psikolojisine yansıma
biçimlerini, birey psikolojisini ne tür etkileyip, deforme ve hatta tahrip
etmesini tartışır; ya da gene bir başka türlü söylemeyle, resmi (ya da özel)
ideolojileri yansıtan birey psikolojisini de eleştirel bakışla gözlem konusu
yapar...
30
Psikanaliz, haklı olarak bilinçdışına etkide bulunmuş,
kök salmış olayları irdelemede toplumbilimlerinden (sosyolojiden) çok,
mitolojinin, tarihsel kişilerin, edebiyat ve diğer sanat yapıtlarının yardımına
başvurmuştur. Freud, gene haklı nedenlerden dolayı bireyin politik otorite ile
olan çatışmasını (ya da uyuşmasını), "erkek" bir psikoloji anlayışla,
baba-oğul çelişkisine-çatışmasına indirgemiş; birey psikolojisini zaman-mekan
boyutlarından soyutlamış; olayı, ana-baba-çocuklar düzeyinde bir "aile içi
sorun" olarak tartışmaya sunmuştur.
Bu durumda bilinçdışının sorunlarını çözümlemeyi
(bilinçdışını deşifre etmeyi) kendine araştırma konusu alan psikanaliz, bir
anlamda -hiç de hak etmediği halde- tarihsel, zamansal ve mekânsal boyutları
olmayan bir bilimsel disiplin konumuna getirilmiştir. Burada,
tarihsel-toplumsal devinimler, mitolojilerin bir tür baba-oğul mücadeleleri
içinde soğurulmuş ve reel politikalar da, anlaşılması zor ve garip bir anti-politik-psikoloji
içinde nötralize edilmiştir.
33
En genel ansiklopedi bilgisiyle, politika (Politeia), özünde vatandaşlık haklarının hemen hemen
tümünün çözümünü kapsar. Tüm toplumsal kurumların, kültürün, güzel sanatların,
edebiyatın, aile ve çalışma yaşamı koşullarının, eğitimin, ticaretin,
vergilendirmenin ötesinde, toplumsal temel ve üstyapıların ve tüm toplumsallaştırma kurumlarının vb.
örgütlenmesini ve planlanmasını içerir. Reel toplumsal kurumlar aracılığı ile
bireyin kişiliğini, kültürünü, bilincini ve bilinçdışını belirlemek politikanın
ve politik gücü elinde tutan güçlerin çalışma alanı içine girdiği anımsanırsa,
bireyin günlük yaşamını, psişik yapısını ve bunların sorunlarını tartışmaya
çalışan psikolojinin ve psikiyatrinin de politika ile ilgilenmesini
yadırgamamak gerekir.
36
(Erich Fromm ve Herbert Marcuse) … kapitalizmin, salt
ekonomik ve politik krizlere neden olmakla kalmayıp, bunların çok ötesinde,
insanın psişik yapısı üzerine öldürücü (katastrofal) etkilerde de bulunduğunu …
(vurgulamışlardır).
38
(Horkheimer ile Adorno, 1944, Aydınlanmanın Diyalektiği)…
eleştirel kuramın, politik psikolojinin temel yapıtlarından başlıcalarını
oluşturmuştu.
39
Aydınlanmanın mantığı, rasyonalizasyonu meşrulaştırmış;
insan bir anlamda, rasyonel düşünmek ve rasyonel hareket etmek zorunda
bırakılmıştır… rasyonalizm, evrensel bir düşünce ve hareket etme yöntemi olunca,
insan-insan ve insan-doğa ilişkilerinde 'doğal' bir eşitsizlik ve gene (Sosyaldarwinist)
'doğal' bir ayıklanma hakkı ortaya çıkmaya başlamıştır…
42
(Horkheimer, otoriter karakter) Uzlaşımsal değerlere kör
bir bağlanma ya da teslimiyet; otorite karşısında kör bir itaat ve hemen yanı
sıra, muhaliflere ve grubun dışındakilere karşı kör bir nefret ve husumet;
kendi içindeki duyguların ve düşüncelerin ne olduğunu yoklamadan kaçınmak; katı
stereotipleşmiş bir düşünce tarzı; insanüstü varlıklara inanma ve bel bağlama
eğitimi; insan doğasının yarı-ahlakçı ve yarı-alaycı bir tutumla horlanıp
bastırılması; kendi içindekini dıştaki nesnelere yansıtma.
50
(Amerikalı psikiyatr Dicks, 1942-46, otoriteryan kişilik)
… tüm erkeksi görünmeye karşın yoğun bir latent homoseksüalite eğitimi…
51
(1958 Walter Jacobsen, Alman Psikologlar Birliği'ne bağlı
bir 'Politik Psikoloji' seksiyonu) Burada, politika sözcüğü, psikolojinin on
yıllardan beri sanıldığı gibi hiç de politikadan bağımsız 'steril' bir bilim
dalı olmadığını vurgulamak için özellikle kullanılmış; ayrıca, psikoloji sözcüğüyle
de, politikanın insandan ayrı (bağımsız) bir etkinlik alanı olmadığı
anlatılmaya çalışılmıştır…
53
Savaş sonrası Batı demokrasilerinde görünürde açık-çıplak
faşizm ya da ırkçılık olmadığı (hatta bunların resmi olarak yadsındığı)
koşullarda bile, bu toplumlarda ne denli güçlü bir "latent faşizm"
üretildiği…
54
… en demokratik görünümlü toplumlarda bile depolitize
edilmiş kişiliklerin 'zamanı geldiğinde' birden ve 'şaşırtıcı' bir biçimde ne denli
politize olduklarını görmek artık hiç olmazsa bizler için hiç de düş kırıklığı
oluşturmaktadır.
55
Resmi devlet ideolojileri, pisişik yapıda, bireylerin özgün
davranışları, orjinal politik tutumları olarak ortaya çıkan kimi segmentlerde
yoğunlaşmaktadır. Örneğin, bireysel önyargı, dogmatizm, ethno-sentrizm,
konservatif-otoriter ya da potansiyel faşist karakter ve bunların günlük
praksis içine sokulmasındaki makyavelizm gibi çeşitli, açık ya da latent politik
tutumlar birey psikolojisinde yoğunlaşmış resmi devlet ideolojilerinin başlıca
dışa yansıması biçimleri olarak görülmektedir.
Böylece her bir politik tutum, genel olarak, bireyin,
tanıma-bilgilenme durumuna gelme sürecini, bilişi (cognition-vukuf), duygusal
tepkiler gösterme durumunu, duygulanımı (affektion teessür), ve uyaranlar
karşısında göstereceği (ya da göstermeyeceği) tepkileri, davranışları (behavior
- tavır, hareket) kapsayan ögelerden oluşur.
56
Önyargılı düşünmek hiç kuşkusuz, kültür düzeyi düşük ve
yeterli düşünme alışkanlığı geliştirmemişler için oldukça 'tutumlu' (ekonomik)
bir düşünme biçimidir. Çok az düşünerek yaşamlarını sürdürmeye özen gösterenler,
önyargılı düşünmeyi ve ön yargılı yaşamayı özellikle severler. Ayrıca,
önyargılı düşünmek stereotipik bir düşünme biçimidir de…
59
Wilson'a göre, 'tutuculuk' (konservatizm) kişiliğin, konfilikt
karşısında geri çekilerek oluşturduğu bir tür savunma mekanizmasıdır. Tutucu
kişilik, kendini sürekli tehdit altında hissetmenin getirdiği güvensizlik,
umutsuzluk, güvenirsizlik sonucu en kestirme ve görece kolay çözüm yolunu seçer;
kendini hiç kimsenin saldırmasına / tehdit etmesine gereksinim duymayacağı
alanlara kadar geri çeker; kişiliğini silikleştirir; hiçbir özgün orjinal yanını
açıkta bırakmaz. Ancak gene de içinde yoğun bir korku, güvensizlik/itimatsızlık
taşır…
Wilson'a göre bu tür kişilikler, doğuştan ve/veya ilk
çocukluk yaşlarından itibaren kendilerine uygulanan toplumsallaştırma, eğitim sürecinde gösterilen otoriter baskı sonucu
çok korkulu ve çok hassas/duyarlı bir biçimde yetiştirilmişlerdir. Bu tür bir
kişilik üzerinde, toplumsal ideoloji, özellikle din, politik tutum ve diğer
kültür alanları özgün gelişmeler gösterebilir... "Konservatif sendrom"
içinde tanımlanabilen kişilikler, politikada (genel olarak) sağa eğilimlidirler;
azınlıklara ve üçüncü dünya ülkelerine, Yahudilere ya da kara derililere karşı
hoşgörüsüzler; yoğun bir ethno-sentrizm, militarizm, özellikle dinsel alanlarda
dogmatizm, toplumsal uyum-konformizm, anti-hedonizm ve yeniliklere karşı aşırı
duyarlı bir tutum gösterirler.
62
… yeni-tutuculuğun temel yaşam felsefesinin özünü
oluşturan Makyavelizmin kimi önemli niteliklerini anımsamak yararlı olabilir.
Makyavelizmin temel ilkesi "amaç, aracı
meşrulaştırır" (hatta kutsallaştırır) tümcesiyle özetlenir.
65
… insanların büyük bir çoğunluğu, mit'lerin, masalların,
ilk toplumların tarihlerinin de etkisi altında kalarak, insanların eski
zamanlarda (altın çağlarda) olağanüstü bir güvenlik içinde ve bir tür cennette
yaşadıkları sanısını taşırlar; buna karşın şimdiki zamana dönük, güvensizlik
düşüncesinde, hep bu yitik cennetin sağladığı -eski- güvenliği yeniden kazanmak
isteği; ve geleceğe yönelik güvenlik düşüncesinde de, bu cenneti dünya üzerinde
yeniden kurmaya çalışma özlemleri-öngörüleri vardır…
66
Marksizmin (sosyalizmin) insanlara, anaerkil-ilktoplumlar
döneminin (altın çağın) dünyada yeniden oluşturulabileceğinin olabilirliğini
umudunu verdiği için, her türlü karşı teröre rağmen benimsenip-savunulduğu,
gözlenmiştir…
79
… Beck'in savına göre, politik toplumsallaştırma, politik
düzenin belirlediği (ve/veya değiştirmeyi öngördüğü), politik davranışları
etkileyecek, yönlendirecek, normları ve tavırları dolaylı ya da dolaysız
yollardan insana kavratma ve özümletme süreci olarak tanımlanmaktadır…
80
Bu süreç içinde, insanlarda geliştirilen, sorumluluk,
boyun eğme, sadakat, görev bilinci, korku, suçluluk duygusu gibi doğal insan
psikolojisine yabancı ve hatta (ters ve hastalıklı) yapay normlar-değer
ölçüleri gelişirken, sevgi-aşk, umut ve haz duyabilme, mutlu ve hatta orgazm
olabilme duygu ve yetenekleri söndürülmüştür.
81
Toplumsal düzeni ve bunun kurumlarını değişmez ve hatta
eleştirilmez, bir tür 'tabu' olarak görüp, bireyin, bu kurumlara uyumunu,
bunların öngördüğü normlar-standartlar ve değer sistemlerine -sorun çıkarmadan
uyuşmasını, özdeşleşmesini savunanlar, toplumsallaştırma
olayını bir kimlik arayışı, bir özdeşleşme (identification) süreci olarak görmektedirler.
Buna göre, toplumsallaştırma süreci,
yetiştirilmekte olan çocuğun, kendine örnek olarak değişmez ve tartışılmaz
olarak kabul edilen toplumsal normları-standartları benimseme ve onlara
benzemeye çalışma süreci olarak tanımlanmaktadır.
84
Birincil-örtük politik toplumsallaştırma sürecinin özünü,
aile-içi eğitim oluşturur. … aile-içi eğitim ve olgunlaştırma dönemi, çocuğun
birincil-örtük politik toplumsallaştırma sürecinin temelini belirler. Burada,
çocuk, çok kez ve tüm ayrıntılarıyla şiddeti (zorbalığı) tanır. Salt duygusal-ruhsal
yanıyla değil, fizik-biyoloji boyutlarıyla da şiddeti öğrenir.
89
İkincil (-belirgin-) politik toplumsallaştırma süreci: Bu
aşamada, temel (-örtük-) politik kişilik (-karakter-) üzerine gelişen ikincil,
ancak kesin politik tavırlarını belirleyecek belirgin politik davranışlar oluşmaya;
ve gene bu süreç içinde, çocuğun-gencin, öz kimliği ile politik kimliği
özdeşleşmeye başlar; örtük politik kişilik, belirgin politik kişiliğe dönüşür.
97
… Antik Çağ Grek takviminde tarih, zamanımızdan önce 776'da
başlar, daha doğrusu bu tarihte başlatılır. Bu tarih, Antik Grek toplumlarında
anaerkil düzenlerden, ataerkil düzenlere geçilmeye başlanışın ve ilk
olimpiyatların yapılışının dönüm noktasını oluşturur. Bu tarihsel dönüm
noktasında sonra, ataerkil Grek toplulukları, anaerkil dönemleri "tarih
öncesi" olarak tanımışlar; ve tüm olanakları özellikle de mitolojinin
yardımıyla anaerkil dönemlerin izlerini, anılarını belleklerden ve günlük
yaşamdan silmeye çalışmışlardır.
Böylece, Antik Grek toplumlarında, zamanımızdan önce 776
tarihinde, homogalekde (aynı sütten beslenmiş, aynı ananın çocuklarından oluşan)
anaerkil ilktoplumlar dönemi sona erer; ve gene bu dönemden başlayarak insanlık
tarihi, büyük trajik metamorfozlarla her türlü insancıl duygunun, düşüncenin,
eşitliğin yadsınmaya, insanın-insan, insanın-doğa üzerine hegemonya uygulamaya,
toplulukların yöneticiler ile kadınlar, çocuklar, köleler ve diğer çalışanlardan
oluşan sınıflara bölünmeye; dinin, tek tanrının, devletin, ataerkil ailenin ve
de çeşitli ayrıntılarıyla sistematik-yapısal şiddetin (zorbalığın) örgütlenmeye
başladığı görülür…
99
Roma'da devlet, ilk kez, "düzen" ve "disiplin"
oluşturmak için, şiddet uygulamayı kendi tekeline (monopoline) almış; sonra,
bunun bir bölümü, ataerkil ailenin reislerine-babalara-yetişkin erkeklere
devredilmiştir.
100
Şiddet uygulamak yöneticilerin doğal haklarıdır… (Luther)
Moden Kapitalist devlet kuramcılarından biri olan Max Weber,
devleti, belli bir arazi -coğrafya parçası üzerinde- şiddet kullanma tekelini
elinde tutan bir güç, bir örgütlenme olarak tanımayacak kadar açık oynamıştır
kartlarını.
102
(Weber'e göre, fabrikalardaki örgütsel disiplin) … Birey,
organizmasının yapısınca belirlenen doğal ritmlerden koparılmakta, ayrı ayrı
işleyen kasların metodik uzmanlaşması yoluyla pisikolojik-fiziksel aygıtı yeni
bir ritme uydurulmakta.
139
Bugün, bilinen insanlık tarihinde, belki de ilk kez,
böylesine önemli alt-üst oluşların yaşandığı bir ortam ve zaman dilimi içinde,
insanların çok ciddi psişik bunalımlar içinde olması gerektiği beklentisine
karşın (ve eski kriz dönemlerinde görülenlerin tersine), içinde bulundukları
psişik, kültürel, moral, tinsel, duygusal konumlarından rahatsız olan insan
sayısının beklenenden az sayıda olduğu ve hatta bugüne değin örneği görülmemiş
boyutlarda, insanların büyük bir ilgisizlik, kayıtsızlık ve dahası yapay bir "mutluluk"
içinde adeta "sevinerek" yaşadıkları saptanmaktadır…
141
Karl Marx'ın devrimci tarih anlayışının odak noktasını
yabancılaşma oluşturmuştur. Burada Marx, yabancılaşma olayına (sürecine), Hıristiyanlığın
"ilk günah" olayını anımsatır biçimde yaklaşmıştır… Üretim sürecinde,
meta'nın ilk pazarı çıkışı, yani meta'nın kullanım değerinin, değişim diğerine
dönüştüğü "an" ilk günah işlenmiş ve bir tür "Salto mortale"
(ölüm taklası) ile insanın yabancılaşma süreci başlamıştır. Bu "an"
aynı zamanda, sınıfsız ilktoplumlardan (anaerkil dönemlerden), sınıflı ataerkil
dönemlere geçişin dönüm noktasını belirleyen, (o laneti) "an"ı da
çağrıştırır.
… günlük yaşama taşıyıcılık görevini, praksisini...
150
egoist-bencil ve altruist-elcil davranışlar...
167
Bugün içinde yaşanan yabancılaşma ve anomie durumları,
bireyin toplumla olan sürtüşmesi olarak değil, bireyin topluma gereğinden fazla
uyum sağlaması tarzında ortaya çıkmaktadır.
178
Herbir bireyde kendine özgü duyguları ve görünümleriyle
çok geniş bir spektrumu kapsayan yabancılaşmış yaşantı reaksiyonları, en genel
ve oldukça sık görülen biçimleriyle şöylesi duyguları, yakınmaları ya da
soruları içerebilir:
"Ben genelde hep hüzünlüyüm… ama, aslında bunun için
pek önemli nedenlerde göremiyorum nedenler de göremiyorum… artık neşeli olmaya
pek bir çaba da harcamıyorum; çünkü anladım ki, artık benim neşeli ya da mutlu
olmam olası değil… biliyorum, dünya ve yaşamak güzel… fakat benim içimde hiç
bir heyecan ve güç yok… Her şey bir garip oldu… matlaştı… donuklaştı… Ben bir
şey söylemeye kalksam, benim sesim bana yabancı birinin sesi gibi geliyor…
hatta benim vücudum bile bana yabancı geliyor… Arada ellerime bakıyorum, bunlar
benim ellerim mi diye?... Ellerimi yıkarken onlara bakıyorum ve tanımıyorum…
ikisi birbirlerine benzemiyorlar… Ayrıca, bu eller bana ait değilmiş gibi
geliyor… çevreme bakınıyorum, ben bunları daha önce bir yerlerde görmüşüm
gibime geliyor… ayrıca her bir şey Benim dışımda… kendi kendimi bir sinema
seyredermişim gibi seyrediyorum… film bazen renkli oluyor ama… genelde gri…
uykuda mıyım, yoksa uyanıkmıyım bilemiyorum… Ben buradayım da, benim ruhum
başka bir yerdeymiş gibi geliyor bana… ya da gerçekten bu durum böyle… Ben
gerçekten Ben miyim? Ben önceden de böyle miydim? bilemiyorum… Bazen, Benim,
beynimin ve vücudunun bir yarısı, öteki yarısı ile konuşuyor, tartışıyor ya da
kavga ediyorlar… ama Ben araya giremiyorum… bu durumu Ben uzaktan seyrediyorum…
Ayrıca, Ben hangi taraftan olayım… onu da bilemiyorum… Benim söyleyecek hiçbir
sözüm kalmadı… Bunların her ikisi de ben miyim?... Kendimi çok yanlız
hissediyorum… İçimde bir boşluk var… kapkara, buz gibi bir boşluk… artık acı da
vermeyen bir boşluk… Kendime özgü söyleyecek bir sözüm-savım kalmadı… yüreğim
gibi kafam da boş… 'Ben buharı olmayan bir lokomotif gibi duyumsuyorum kendimi'
… Kafam bazen çalışır gibi oluyor ama randımansız… Ben bu konuma nasıl geldim?...
Beni bu konuma kim getirmiş olabilir?..."
179
Hangimiz, yaşamınız boyunca bu tür yakınmalardan bir ya
da birkaçını yakınlarımızdan duymadık ya da bizzat kendiniz duyumsamadık
bilemiyorum… Fakat, pisikolok ya da pisikiyatrların günlük yaşamları ve klinik
protokolleri bu tür yabancılaşmış yaşantı reaksiyonlarıyla doludur...
Bütün bu yabancılaşmış yaşantı reaksiyonlarını, psişik
durum saptamalarını, psikiyatri açısından "hastalık" olarak tanımlamak
mümkün değildir. Başka türlü bir söylemeyle, diğer tıp dallarının anladığı ve
günlük praksislerinde gözlem konusu yaptıkları anlamda bir "hastalık"
(Morbus) anlayışı psikiyatri için oldukça yabancıdır; … psikiyatride, diğer tıp
dallarının kullandıkları anlamda bir "hastalık" sözkonusu değildir.
Doğa bilimlerinde, tıbbın, psikiyatri dışında kalan
bölümlerinde, hastalık, bir ya da birkaç organın, fonksiyonel veya organik
bozukluğu sonucu ortaya çıkan belirtileri, bozuklukları içerir.
181
… insanların duydukları korkuların, acıların,
huzursuzlukların, kuşkuların, güvensizliklerin, şüphelerin, kıskançlıkların ve de
saldırganlıkların kökeninde ve dahası, gösterdikleri nörotik, depresif, psiko-somatik,
şizofrenik tepkilerin temelinde hemen hemen her zaman, az yada çok, örtük veya
belirgin, geçici ya da sürekli bir yabancılaşmış yaşantı serüveni
bulunmaktadır.
195
Bireysel pisiko-patolojinin bu trajik serüveni çok kez
salt bu boyutlarda kalmaz. Günlük yaşamın labirentleri içinde giderek sıkışan,
çaresizleşen, atomlaşan insanların önemli bir kesimi, pisişik yapılarının (hiç
olmazsa geriye kalan kesimlerinin) dağılıp yok olmaması için bilinçli veya
bilinçsiz (örtük ya da belirgin) oluşturdukları savunma yöntemleriyle,
kişiliklerinin en primitif, en tutucu normlarını, değerlerini içeren bölgelere
kadar geri çekilmek zorunda kalabilirler. Ve bu durumda, daha önce de
değindiğimiz gibi olağanüstü boyutlarda korkulu, kuşkulu, paranoid, önyargılı,
dogmatik, etno-santrik, anti-demokratik, otoriteryan eğilimler yoğunlaşabilir;
ve disiplin ve otorite, geçici bir süre için de olsa, böylesi bir psiko-patolojiyi
koruyabilecek son bir seçenek olarak ortaya çıkabilir. Ve gene son bir seçenek
olarak, bu konumdaki bir birey-insan, kendisini içinde bulunduğu psişik
karmaşadan (kaostan) kurtaracak disiplinli bir yönetim, bir önder arayabilir.
205
Politik-toplumsal gelişmeler, insanların psişik
yapılarında giderek artan yoğunlukta yabancılaşma-anomie, güçsüzlük, korku,
yalıtlanma, Ben-bilincinde çeşitli nicel, nitel boyutlara varan bozukluklar
ortaya çıkarmakta, insan yaşamı anlamsızlaşmakta; insanlarda genel bir de-realizasyon,
de-personalizasyon ve ağır paranoid durumlar ortaya çıkmaktadır.
207
Fakat, bu gelecek zamanlardan da tümüyle kaygı duymaya
gerek olmayabilir. Örneğin, şizofreni kimilerine göre Ben-bilincinin çeşitli
düzeylerde çözüldüğü bir psişik durum ve kimilerine göre ise, insanın somut
bireysel ütopisini gerçekleştirdiği bir yaşam tarzıdır. Tabii burada da
psikiyatrlar ve psiko-farmakoloji endüstrisi insanı rahat bırakırsa.
.
.
.
.