.
.
.
.
Dionysos' un Emeği (1994)
M. Hardt & A. Negri
(Çev. Ertuğrul Başer), İletişim
Yayınları 2003 İstanbul
14
"Sahip olduğu üretim,
mübadele ve mülkiyet ilişkileriyle, böylesine muazzam üretim ve mübadele araçlarını harekete
geçirmiş modern burjuva toplumu, bizzat büyüyle çağırdığı yeraltı dünyasının güçlerini artık kontrol
edemeyen bir büyücü gibidir." (Manifesto of the Communist Party, s.39)
22
Hukuk (ki kapitalist sistemde
paranın büründüğü birçok biçimi aynen tekrar eder), tıpkı para gibi, kendine
ait herhangi bir değer taşımaz; taşıdığı, toplumsal çatışmaların, kapitalist
toplumun yeniden-üretimi için elzem şartların, işbölümünün ve sömürünün
günbegün ürettiği değerlerden ibarettir.
Emeğin çoğu kez, kısıtlı bir
tarzda, arzu ve zevkleri reddeden kapitalist çalışma ahlakı zemininde
tanımlandığını görüyoruz.
25
… iktisadi yapıyı (emek) kültürel
üstyapının (değer) kaynağı olarak koymak yeterli değildir; bu altyapı-üst yapı
nosyonu terkedilmelidir. Eğer emek, değerin temeliyse, değer de eşit ölçüde
emeğin temelidir. Neyin emek ya da değer-yaratıcı faaliyet sayılacağı her zaman
yaşanan tarihsel, toplumsal bağlamdaki verili değerlere bağlıdır…
32
"Bir zamanlar insanlar hazır
buldukları, içine doğdukları şartlar içerisinde, doğal bir şekilde büyür
giderlerdi", diye yazıyordu Robert Musil yıllar önce, "ve kişinin
kendisi olabilmesinin en emin yolu buydu. Ama şimdilerde, her şeyi altüst eden
ve geldiği, yetiştiği topraktan ayrı düşüren bir hengamede, ruhun üretimi söz
konusu olduğunda dahi, insan adeta, şu geleneksel el sanatlarını makine ve
fabrika işi bir tür zeka ile değiştirsem mi diye düşünmeden edemiyor" (The Man Without Qualities).
35
Özerkliğini kazanmak ve kendisini
emekten kesinkes ve ebediyen ayırmak sermayenin hep düşlediği bir şeydi.
Postmodern durumda, emeğin
sermayece gerçek kapsanışı evresinde, sermaye bu düşünü nihayet gerçekleştirmiş
ve kendi bağımsızlığını kazanmış görünüyor. Üçüncü Dünya'ya yayılmış üretici üsleriyle,
belli üretim tiplerini Kuzey'den Güney'e kaydırmasıyla, daha büyük bir uyarlanma
gücü ve geçirgenlik kazanmış piyasalarıyla ve hızlandırılmış para akış
şebekeleriyle, sermaye gerçekten küresel bir pozisyona oturmayı başardı. Ancak
… Kapitalist sömürü biçimi fabrikadan dışarı taşarak tüm toplumsal üretim
biçimlerini teslim aldıkça, bu sömürünün reddi de tüm toplumsal alan boyunca
yayılarak eşit ölçüde genelleşir.
36
… Spinoza'nın mutlak demokrasi
diye adlandırdığı bir toplum biçimine, yani komünizme…
49
Wall Street'in iflas ettiği 1929
"Kara Perşembe", burjuvazinin egemenliğindeki bir yüzyılın siyasal ve
Devlet mitolojilerini yerle bir etti. "Kara Perşembe", hukuk Devletinin
tarihsel akıbetini, şu, burjuva "kanun ve hukuk kuralları uyarınca"
kişisel hakları resmen güvence altına almayı hedefleyen bir iktidar, bir Devlet
aygıtı olarak lanse edilen, burjuvazinin toplumsal ve hegemonyasını teminat altına
almak üzere kurulmuş bir Devlet iktidarının sonunu noktalıyordu. Bu, Devletle
pazarın ayrılması yönündeki klasik liberal mitin son cenaze töreniydi, "bırakınız
geçsinler bırakınız yapsınlar"ın sonu.
51
… istikrara giden yol şimdi, Devlet
iktidarının bu yeni, istikrarsız temelinin tanınmasından geçiyor gibiydi: Dinamik
devlet planlaması, kendi nesnesi olarak bir tür "sürekli devrim"i
kabul ettiğini ima ediyordu - sermaye adına ünlü sloganın paradoksal bir aufhebung'u. (aufhebung koruyarak aşma).
52
(politik mucize) … üretim
tarzının toplumsallaştırılması ve sömürünün toplumsallaştırılması; örgütlenme
ve şiddet; toplumun emekçi sınıfın sömürülmesine uygun bir şekilde
örgütlenmesi.
68
... Keynes' in ilk buyruğu,
gelecek korkusundan kurtulmaktır. Mukavele teminat altına alınmalıdır.
… Devlet, iktisadın bu temel
mukavelesini teminat altına alma görevini üstlenmelidir. Devlet, geleceğe
bakarak bugünü savunmalıdır. … sonuç, iktisadinin hukukiye dahil olmasıdır.
69
"Uzun vadede hepimiz birer
ölüyüz" Keynes
Keynes'in ... bir dizi yıkım
ihtimalini gündemden çıkarmak ve bugünü uzatarak geleceği iptal etmek için
sürekli bir çaba içinde olduğunu unutmayalım.
70
"(Burjuvazi) toplumsal
üretimin kontrolünü eline geçirdiği ölçüde, emek sürecinin teknik yapısını ve
toplumsal örgütlenişini devrimcileştirir, ve onlarla birlikte toplumun iktisadi-tarihsel
biçimini de" (Capital, cilt 2, s.57).
85
... işçi sınıfı aynı zamanda
kapitalist üretim tarzının yıkım projesidir.
95
Emeğin genel toplumsallaşması,
beraberinde değerin soyutlaşmasını ve sonuçta en genel, en kapsamlı
yabancılaşmayı getirir.
98
Kapitalist Aufhebung, proletaryanın simge ve sloganlarını, tarihsel örgütlenme
biçimlerini, onları kendi gelişmesinin tekil evreleri içinde dondurmak
suretiyle felç eder, proleter Aufhebung,
kapitalist gelişme evreleri silsilesini, onun kırılmasını ve aşılmasını
gündemine almak suretiyle felç eder.
99
(Sermayenin) ... paradoksal bir
şekilde kendisi de işçi sınıfı içinde örgütlenmek zorundadır. ... Bu noktada -tek
tek kapitalistlerin kişisel ve bencil taleplerinden zaten arınmış bulunan-
kapitalist toplumsal çıkar, kendisini, herkese şamil, nesnel toplumsal çıkar olarak sunmaya, tertiplemeye soyunur. ... Toplumsal
üretimde kamu refahının her şeyden üstün tutulması, kapitalist birlik ve
dayanışmanın nihai sloganıdır. (şamil içine alan, kapsayan,
kapsamlı)
104
... emek, iktidar düzenine
varoluşsal bir temel sağlar - hukuki olarak resmi anayasada düzenlenebilecek,
ve bu anayasanın yapılması sırasında bir motor işlevi, değiştirilmesi sırasında
bir sınır işlevi üstlenerek onu canlandırabilecek ve bu düzenlemeye anlam ve
birlik kazandırabilecek bir temeldir bu.
112
Hukuk devletinin ruhu ve tarihi "güvence"
kelimesi etrafında döner. Kaderi bireysel kapitalist enerjilerin serbestçe ifade
edilmesine ve koordinasyonuna bağlı iktisadi ve sosyal düzen, hukuk devleti
tarafından, bireysel hakların ve bunların ifade vasıtalarının gardiyanı
tarafından teminat altına alınmalıdır. Tüm araçları bu amaca yönelmiştir: Temel
haklar, teminat altına alınması gereken bireysel çıkarların yüceltilmesinden,
ve aynı zamanda özünden başka bir şey değildir...
118
Birer toplumsal hayvan olmaları
ölçüsünde, üreticilerin doğal arzuları, onların (daha birçok şey yanında) basit
üretici birlikleri altında buluşmalarında önemli bir rol oynar. Bir araya gelme
ve sosyal temas, "hayvansal ruhları uyararak", bizzat emeğin
üretkenliğini arttırır (Capital, cilt 1, s. 443). İşçi, planlı bir şekilde
başkalarıyla işbirliğine girdiğinde, kendi bireyselliğinin zincirlerinden kurtularak
türünün potansiyellerini geliştirmeye başlar.
121
… kapitalist üretim süreci,
bütünsel, bağlantılı bir süreç, yani bir yeniden-üretim süreci olarak, sadece
meta, sadece artı-değer üretmez, aynı zamanda sermaye ilişkisinin kendisini de
üretir ve yeniden-üretir - bir yanda kapitalisti, bir yanda ücretli işçiyi".
(Capital, cilt 1, s.724)
122
Sermayenin ulaştığı genel
toplumsal güç ile bireysel kapitalistin bu toplumsal üretim koşullarına
müdahale edebilme gücü arasındaki çelişki her zamankinden daha da uzlaşmaz hale
gelir…
124
Bir toplumsal bütünlük suretinde
zuhur eden iş-gücü, sermayenin yeniden-üretim mekanizması içerisindeki halk
(the people) şeklinde tertiplenir: halk, fabrika-toplumun devletinde kuruluş
yapısına dahil edilmiş iş-gücüdür. … O halde kapitalist örgütlenmenin bu
düzeyinde halk, iş-gücü olarak, kendi toplumsal sömürü düzenini kurmaya, genel
birikim akışının beka ve yeniden üretimini güvence altına almaya çağrılır.
129
… hukukun kaynakları sorununun üç
farklı çehreyle karşımıza geldiği söylenebilir: hukuki normların kaynağı
meselesi olarak; hukuki düzenlemenin biçimlenişi meselesi olarak; ve nihayet bu
normların meşruiyet ve işlerliğine katkıda bulunabilecek, bunların düzenlenişine
arka çıkabilecek toplumsal otoritenin teşkili meselesi olarak ki bu sık sık
sahtekarca bir yana bırakılan tali ve örtük bir tarzda ele alınan bir konudur.
130
Maddi ve biçimsel kaynaklar,
dahili ve harici kaynaklar, yazılı ve yazısız kaynaklar, birincil ve ikincil,
dolaysız ve dolaylı, meşru ve gayri-meşru, kanuni ve örfi, vb.: sistemin bu
sorunla karşı karşıya geldiği noktada tam bir kargaşa hakimdir. … Bu durumdan
sıyrılmanın en itibarlı yolu, idealist felsefenin izlediği yoldur: hukuk
felsefesini hukukun temeli yapmak.
137
Yasa tedrici olarak hukukun
rakipsiz kaynağı haline geldi, hukuk sistemi bir yasa sistemi haline geldi ve
yüzyıl başlarında hukuki pozitivizm, kanunlara kayıtsız şartsız riayet şeklinde
sahneye çıktı ve bu sıfatla dayatıldı. Ancak bugün bu dev yapıdan geriye bir
şey kalmadı - tek bir taş bile. Pozitivizm tam da zafer kazanmış göründüğü bir
aşamada dört bir yandan yükselen sert eleştiri dalgalarına maruz kalmıştı; bu
elli yıl boyunca sürdü, şimdi çeşitli düşünce akımları onun hukuk bilimine
rakipsiz bir ideoloji ve doyurucu bir yöntem olarak hizmet edip edemeyeceğini
sınamış ve görmüş bulunuyor.
144
Hukukun etkililiği sadece geniş
bir rıza alanı içinde güvence altına alınabilir, hukukun geçerliliği, bir
kumanda ve rıza sentezinden başka bir şey değildir. Hukuki üretim, rıza
bakımından sürekli bir sentez, titiz ve kesintisiz bir planlayış, ve gelişmenin
ihtiyaçları bakımından kesintisiz bir uzlaş(tır)ma sürecidir. Hukuki düzen(leme)
hep daha öteye uzanır, toplumu giderek daha fazla örter.
158
Sermaye, doğruyu söylemek
gerekirse, daima, toplumsal ilişkinin somutluğunu kendi tertiplenme biçiminin
soyutluğu içinde dönüştüren bir sömürü temelinde doğmuş ve gelişmiştir. … Kapitalist
sürecin değişmez hedefi, toplumsal düzeyde emeğin nihai yabancılaşmasıdır.
162
Mücadele ne kadar genellik
kazandıysa, bu mücadelenin uzlaştırılma imkanı da o ölçüde genelleştirmelidir;
yasa tüm toplumsal alanı ne kadar kuşatıyorsa, toplumsal alan da o ölçüde
yasada, hukukta ve 'devlet idaresi'nde uzlaşmaya varacak şekilde tertiplenmelidir.
Böylece sınıfsal mücadelenin sürece taşıyabileceği tehlike ya da şans boyutu,
daha baştan ortadan kaldırılmış olur, artık süreçte herhangi bir sürprize yer
yoktur.
167
(Hukuki sistemler, felsefi ve
ilahi sistemlerin aksine, her zaman gerçeklikle yüzleşmek zorunda kalırlar.)
173
Sermaye, yabancılaşmanın yasını
çekip duramaz; birleştirme yolunda mesafe almak zorundadır, çünkü kendi varoluş
koşulları sadece bu birleşme sürecinde yatmaktadır.
181
Sosyal Devlet
Hukuk biliminin bakış açısı
tümüyle alt üst olur: onun amacı önceleri anlamaktı, oysa şimdi yeniden inşa
etmektir.
198
Karşıtların birlikte var olmasına
izin veren ve zaman zaman da sınırlayan bir biçimdir bu. Tikel normların
geçerliliği düzen(lemen)in bütünlüğüne havale edilecektir, …
201
Diyalektik bitti. Hegel öldü.
Hegel'den geriye kalan burjuva dünyasının öz-bilinçliliğidir. Burjuva dünyası
diyalektiktir ve diyalektik olmaktan başka çaresi yoktur.
205
… Marx'ın Louis Banaparte'ın Onsekizinci
Brumaire'indeki iddiasıdır: tüm devrimler şimdiye kadar Devlet makinesini yalnızca
daha da mükemmelleştirdiler; oysa aslolan onu yıkmaktır.
207
… tekelci sermaye (sık sık faşist
de deniyordu) …
212
Bu tanım (Devlet), Grundrisse ve Kapital'de "burjuva toplumunun devlet formunda yoğunlaşması"
şeklinde istikrarlı bir ifadeye kavuşur. Devlet kapitalist çıkarlara aracılık
işlevini, toplumu düzenlemek, belli bir yapıya sokmak suretiyle, tedrici olarak
hakimiyetin yeniden üretimine içsel bir işlev haline getirir. Devletin sivil
toplumdan özgürleşmesi, onun tekrar, sınıf mücadelesinin tanımladığı bir ritme
göre, sivil toplumun üzerine ve içine doğru, onun çatışmalı dokusu bünyesinde,
birbiri ardına, diyalektik ve uzlaştırıcı dalgalar halinde yayılmasına imkân
veren bir durumdan başka bir şey değildir. Baskıcı ve düzenleyici işlevler
arasındaki diyalektik çözüm, Devletin tertiplenme biçimi, yaşamı ve hareketi
haline gelir.
315
John Rawls
Adalet teorisi, aşkın normatif
üretim kaynaklarına dayanmaz; sistemi kuran ne herhangi bir kayıtsız şartsız ve
kategorik buyruk vardır ne de herhangi bir Grundnorm; Rawls, yaratıcı toplumsal
güçlere genel ve biçimsel göndermeler aracılığıyla, içkin bir üretim kaynağına
sahip bir hukuk sistemi geliştirir.
Canlı emek, hukukun kaynağı
olduğu ölçüde, ta özünde, yasanın radikal eleştirisidir. Anayasacı düşünce bu
yaratıcı toplumsal faaliyeti vahşi bir kuvvet, yırtıcı ve azgın bir hayvan
olarak görmek zorundadır - Hegel'in de işaret ettiği gibi, evcilleştirilmesi
gereken bir hayvan.
320
19. yüzyılda Marx, sadece, o zamanlar
ekonominin ufak bir parçasını oluşturan büyük-ölçekli fabrika üretiminde gerçek
iltihakın kimi özelliklerini teşhis etmişti. Aralıksız teknolojik gelişmeler ve
bu emek süreçlerinin fabrika duvarlarının dışında uğradı toplumsallaşma
sayesinde gerçek iltihakın ayırdedici çizgileri toplumsal alanın daha büyük ve
daha büyük bölümlerinde yayılmaya başlamıştır.
321
Emek antagonist bir Grundnorm olarak iş görür, sistemin
dışında doğan ama onun gerek eklemlendirilme gerekse meşrulaştırılmasında bir
temel yerine geçen, düşman ama elzem bir istinat noktası vazifesi görür. Ancak
gerçek iltihak aşamasına geçtiğimizde, Marx'a göre, emek süreçleri öyle bir
noktaya doğru evrilmiştir ki, her şeyden önce üretim artık dolaysız ve bireysel
bir faaliyet değil, doğrudan doğruya toplumsal bir faaliyettir.
325
Burada hukuki form normatif
üretim ve dolaşımın soyut bir modeli, motoru haline gelmiştir. Usul kavramı bu
rol için biçilmiş kaftandır: usul, hareket halindeki biçimdir, dinamik
modeldir.
335
Richard Rorty, Rawls'un hoşgörü
ve uzak-durma kavramlarını toplumsal varlığın belirle(n)mellerine karşı külli
bir kayıtsızlık anlamına gelecek şekilde genişletirken bu usulün özünü kavramış
ve onu daha da geliştirmiş gözüküyor.
336
Sosyal farklılıkların ifade
biçimleri, kamusal alan açısından kayıtsız kalınabilecek meseleler olarak
görmezlikten gelinir ya da bir kenara atılır; siyaset böylece, soyut toplumsal
girdiler arasında, düzen ve meşruiyet açısından zorunlu dengenin sağlanmasına
yönelik mekanik ve pragmatik bir denge sistemi haline gelir. Tıpkı önceki
demokrat siyaset bilimcileri kuşağının, Tanrı fikrinin modern-öncesi ilahi
otoritesinden kurtulmamızı önerdikleri gibi, bugün de Rorty, özne fikrinin
modern felsefi otoritesinden kurtulmamızı önermektedir. Emek, üretim, cinsler
arası farklılıklar, ırksal farklılıklar, cinsel tercih, arzu, değer gibi tüm
sorunlar bir yana bırakılır, çünkü bunlar özel ve, dolayısıyla da, siyaset
açısından kayıtsız kalınabilecek meselelerdir. Demokrasi ellerini kirletmez.
339
Toplumsal ahengi koruma adına
yapılan -o müşfik- sorunlardan uzak-durma uygulaması kolayca kötü niyetli bir
politikaya dönüşebilir.
340
Rawls'un uzak-durma mefhumu ve Rorty'nin
aziz kaygısızlığı, böyle bir pratik siyasi koşullar çerçevesinde sahneye
sürüldüğünde vahşi bir dışlayıcı karakter kazanır. Postmodern "polis
bilimi" ile tahakkuk eden hayati gelişmede, toplum şimdi, nüfuz ve
müdahalenin ötesinde, tecrit ve kontrol altına alınmıştır: disipliner bir
toplum değil, kaynaşmış bir kontrol toplumu.
341
… Devletin özü polistir: "Devlet
… ancak ve düzeni sağlayabildiği oranda vardır. Yani Vattimo, postmodern zayıf
toplumsal özne teorisi ve küçük devlet arasındaki çoğu kez ifade edilmeyen ama
vazgeçilmez menteşeyi ifşa ve ilan eder. Polis kuvveti, biraz karanlıkta kalmış
ve ancak son tahlilde görünebilmiş olsa da, postmodern liberal devlet düzeninin
teminatı ve dingil çivisidir.
342
1980'ler buna paralel bir tarzda,
devletin toplumsal ve iktisadi istikrara dönük planlama ve meşrulaştırma
faaliyetlerinde yararlandığı yöntemler olarak toplu sözleşme, pazarlık ve
korporatizmin sona erişine tanık oldu. Refah Devleti siyasal iktisadının kutsal
üçlüsü -üretimde Taylorizm, siyasal planlamada Fordizm ve iktisadi planlamada
Keynescilik- artık siyasal düzen ve iktisadi gelişme açısından bir güvence
olmaktan çıktı.
343
Bir tasarruf kampanyası
çerçevesinde, sosyal-yardım programları daraltıldı ve işsizlik oranı kendi
haline bırakıldı. Toplumun yoksullar tabakasının ve çalışanlar için işsizlik tehdidinin
büyümesi, işverenler karşısında işçilerin toplu pazarlık gücünü büyük ölçüde
zayıflattı. … sanayide deregülasyon ve özelleştirme yönündeki çabalar …
görüşmelerin yeniden başlaması şeklinde değil, sessiz bir kuvvet gösterisi ve
işçi çıkarmayla cevap verilmeye başlandı. Örgütlü emeğin gücü ve korporatist
temsil 1980'ler boyunca sürekli zayıfladı. [deregülasyon devletin
karar alanını daraltan düzenlemelerin, azaltılması veya kaldırılması, kamuya
ait olduğu varsayılan iradenin özel sektöre ve sermayeye devredilmesi yönünde
yapılan yasal düzenlemelerdir.]
344
Bir toplu pazarlık taraflı olarak
emeğin geriletilmesine yönelik bu siyasal mekanizmaları tamamlayıcı mahiyette,
bir de, otomasyon ve bilgisayarlaştırma yardımıyla işyerinin yeniden düzenlenmesi
ve bu sayede emeğin üretim sahasından bilfiil uzaklaştırılması yönünde bir
eğilim söz konusuydu. Bu hem sermayenin akışkanlaşmasına hem de, Marksist
terminolojiyle, değişken sermaye oranının düşmesi, sabit sermaye oranının
yükselmesi yönünde bir eğilime yol açtı. ... Tüm bunlara genel olarak
sendikacılığın gerilemesi eşlik eder.
346
… liberal hukuki aktivizmin
yerini basitçe muhafazakâr hukuki aktivizm almıştı. Bu yeni aktivizm çoğu zaman
federalizm paravanası altında faaliyet gösterse de, yürütme organları, davaları
federal düzeyde değerlendirmeyi reddederek ve onları gerisingeri eyaletlerin
yargı bölgesine iterek, yargı organları aracılığıyla kendi tutarlı ideolojik
projelerini kovalamaktan hiç de geri kalmadılar. Bu kaymanın en ciddi sonuçları,
kürtaj vakalarını resmî makamlara haber veren doktorlar hakkında mecliste
konuşma yasağından kürtaj hakkının kendisine, kadınların doğurma hakları
konusunda hissedildi. Küçük, ideolojiden-azade devlet retoriğine rağmen, tıpkı
Refah Devletinin korunan ve yeni bir istikamete çevrilen iktisadi yapıları gibi,
bu şekilde, geniş hukuki yetkiler aynen korunuyor ve yeni hedeflere
yöneltiliyordu.
347
Uyuşturucu -ve mafya-
bağlantıları konusunda oluşturulan "profiller" şimdi yaygın bir
şekilde, polisin yurttaşları sokak ortasında durdurup araması için yeterli
ölçüt kabul ediliyordu. "Yeterli şüphe" kavramı, neredeyse kural
olarak ırksal ve kültürel hatlar üzerinde delillendiriliyordu. Gerek içeride
gerekse dışarıda yükselen militarizm, giderek daha çok toplumsal alarm politikasına
başvurma, korku ve ırkçılık, tüm bunlar devlette belli faşist öğelerin ortaya
çıkışına ve bir polis devletinin teşkili yönünde bir eğilime işaret ediyor:
Hukuk Devleti'nden Polis Devleti'ne her zaman korku, nefret ve ırkçılık
köprüsünden geçilir.
348
(Reagan projesi) Bu projeye katkılardan
biri, devletin müdahale alanını ahlakı da kapsayacak şekilde genişletmek
isteyen bir hareketten geldi. … Kadın hakları, uyuşturucu kullanımı, dinsel
faaliyetler, aile değerleri ve cinsel tercihler gibi alanlar, sürekli önem
kazanan ve devletin doğrudan müdahil olduğu alanlar haline geldi. … güçlü
neoliberal devlet öznesi, ahlaki düzlemde, ulusa belli bir ahlaki birlik
kazandırma çabaları eşliğinde kısmen sağlamlaştırıldı.
365
Bush yönetiminin 1988'de ahlaki
ve ailevi değerleri öne çıkarması … [Reagan'ın] çağrısının en güçlü yanı, aile
ve komşuluk, din ve yurt sevgisi gibi cemaatçi değerleri uyandırmasıydı. … Taylor,
ulusu bir araya getirecek yeni bir "yurtseverlik" ruhunu savunurken, Reagan'ın
projesine doğrudan bir atıfta bulunmaksızın, aynı duyguyu yansıtır.
367
Devlet bu argümanlara bir
zorunluluk suretinde girer, cemaatin yegane gerçek öznesi, cisimleşmiş öznel(l)iğin
eksiksiz gerçekleşmesi olarak. Tanrının dünya üzerindeki muzaffer yürüyüşü için
devlet şarttır.
371
[Deleuze] Toplumsal uzay düz(gün)dür,
ama disipliner dokusal hatlardan temizlenmiş manasında değil, dokusal hatların
birörnek bir şekilde tüm topluma genelleştirilmesi manasında. Toplumsal uzay
disipliner kurumlardan tahliye edilmemiş, ağzına kadar kontrol modülasyonlarıyla
doldurulmuştur. Toplumun devlete iltihakı o nedenle biçimsel değil gerçektir;
bu iltihak artık disiplin, denetim ve yönetimin tesisi bakımından kurumların
aracılığını ve düzenlenmesini gerektirmemekte, devleti doğrudan müebbet
toplumsal üretim devresinde işlemeye bırakmaktadır. Artık aracı, uzlaştırıcı
sivil toplum kurumları telakkisinde temel önem taşıyan altyapı-üstyapı
metaforunu kullanamayız. Disipliner toplumları tanımlamakta başvurduğumuz
örülmüş köstebek yuvaları imgesi bu yeni alanda artık geçerli değildir. Kontrol
toplumlarının düz(gün) uzayının ayırt edici özelliği, diyor Deleuze, köstebek
yuvalarına benzer yapılaşmış geçitler değil, bir yılanın sonsuz dalgalanmalarıdır.
Sivil toplumun dokusal hatlarındaki geçitlerde kurulan direnişlerin, açıktır ki,
bu yeni hüküm modelinin kaygan yüzeylerinde tutunacak bir yer bulma şansı
yoktur.
382
Peki, eğer bunalımı ateşleyen
kurulu bir iktidar değil de kurucu bir iktidarsa…
383
Sivil toplumun fiziksel öğeleri
ortadan kaybolduğunda bile, onun sureti daha üst bir düzeyde yeniden sahneye
sürülür.
387
… seçmen kitlelerin demokratik
temsilinden, temsilcilerin kendi seçmen kitlelerini oluşturduğu bir "temsil"e
geçiş.
389
1968 den sonra, … Yeni üretim
koşulları ve biçimleri, emek-gücünün bileşimindeki değişikliklerle birlikte,
bizim "toplumsal işçi" dediğimiz bir figürün doğmasına yol açtı;
toplumsal ve üretken ağlar arasında son derece gelişmiş işbirliği biçimleri ile
birbirine bağlanmış karma bir maddi ve gayri-maddi emek harcama faaliyeti ile
tanımlanan bir özneydi bu.
391
Eğer, daha önce de iddia
ettiğimiz gibi, reel sosyalizmin bünyesindeki kapitalist kalıntılardan ölüp
gittiği doğruysa, görünen o ki, kapitalist toplumlar da sadece bünyelerindeki
komünizmi müjdeleyen öğeleri eklemlendirerek hayatta kalmayı başarıyorlar.
398
Yeni üretim tarzının temel
özelliği, öyle anlaşılıyor ki asli üretici gücün, toplumsal emeğin genel,
kapsayıcı ve niteliksel olarak üstün bir sentezi olması ölçüsünde, teknik-bilimsel
emek olmasıdır. Diğer bir deyişle canlı emek hepsinden önce (nitelik bakımından)
soyut ve gayri-maddi emek olarak, (nicelik bakımından) karmaşık ve işbirliğine
dayalı emek olarak ve (biçim bakımından) giderek daha fazla zihinsel ve
bilimsel emek olarak boy gösterir. Bu emeğin, basit emeğe indirgenmesi mümkün
değildir - aksine, yapay dillere dayalı teknik-bilimsel emekte, sibernetik
eklentiler arası karmaşık akıl yürütmelerin, yeni epistemolojik paradigmaların,
gayri-maddi belirlenimlerin ve iletişimsel makinelerinin büyüyen bir yakınlaşması
söz konusudur. Bu emeğin öznesi, toplumsal işçi bir cyborgdur, maddi ve gayri-maddi
emek arasındaki sınırları sürekli bir o yönde bir bu yönde kat eden, makine ve
organizma karışımı bir varlık, bir melezdir.
402
Modernlik, Batı akılcılığının
doğrusal bir sonucu, Batı aklının mukadder varış noktası değildir. Bu tespit,
birçok postmoderniste göre, Weberci kaba devlet teorisyenlerine göre, ve
diyalektik maddecilerin pozitivist Marksizmine göre, yanlıştır. Bu kitapta
geliştirmeye çalıştığımız bakış açısından modernlik, kesintisiz ama sürekli
eksik bir devrimin tarihidir: özgür üretici güçlerin gelişmesi ile kapitalist
üretim ilişkilerinin tahakkümü arasında her zaman bir alternatifi olan çelişik
bir gelişmedir. Rönesans diye andığımız devrimden bugüne doğru modernliği, gasp,
özel servet ve araççı aklilik kuvvetlerinin karşı koyduğu üretici güçlerdeki
olağanüstü özgürleşme ve insani etkinliğe atfedilen her türlü aşkın hedeften
kurtuluş karakterize eder. Burada Makyavelci terimlerle, "talih"in
despot somutluğu "erdem"in evrenselliğine karşı koyar. Spinozacı
terimlerle, devlet potestas'ı (İktidar) çok'un potentia'sına (iktidar) karşı
koyar. Modern aklilik, bilimsel gelişme temelinde açıklanabilecek bir
süreklilik değildir; biri tarihin ve hayatın inşasında insani işbirliğinin
üretici potansiyeline, diğeri güç düzenine ve bu gücün yeniden üretimine
adanmış toplumsal işbölümü örgütlenmesine güvenen iki farklı akliliğin çelişik
ürünüdür.
404
Sermayenin kazandığı her zafer,
kendi temel alternatifi olarak ortaklaşmacı canlı emeğe daha büyük bir toprak
terketmek zorunda kaldı. Sosyalist devrim bu süreçte simgesel doruk noktasını
temsil eder: burada üretici kitlelerin payına düşen demokrasi değil, egemenlikti
- ve bu Doğu Avrupa sosyalizmi ve Batı sosyal demokrasisi için de eşit ölçüde
doğrudur. Bugün, modernliğin bunalımında gündem, egemenliğe karşı demokrasidir.
405
… özgürlük daima ve hep kurucu
bir güçtür.
Baskıcı alternatif yoksun ve
çaresizdir. Doğrudan doğruya gizemlileştirici bir işlev taşır, yararsızdır ve
böyle bilinir. Çokluk, ontolojik olarak örgütlenmişse, kumanda ne işe yarar?
407
Ontoloji bir temel arayışı, bir
temel teorisi değildir. Varlığa bulanmışlığımız ve varlığın kesintisiz inşası
hakkında bir teoridir.
Varlık telakkimiz süreksizliğin
üretimine, öngörülemeyene, olaya açık olmalıdır. Spinoza kavramı genel bir
nosyon olarak tanımlar, adcı bir çerçevede, gerçekliği anlamak için inşa
edilmiş bir araç olarak görür, ama bu mantıksal yapıda, aynı zamanda, varlığın
bir montaj, bir araya geliş, bir proje olarak büyümesine çıkan bir yol
bulunduğunu da fark eder. Öznel montajlar, gerek bilim ve sanatta, gerekse
mantıkta, bizim varlıkta büyümemize, varlığın kendisinin büyümesine ilişkin
parametreleri ayağa diker.
.
.
.
.