.
.
Cumhuriyet Dönemi Türk Heykeli
Hüseyin Gezer
Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, 1984 Ankara
7
… Bu amaçla, put heykeller lânetlendi, “Yok edilmesi gereken
yapıtlar” olarak îlan edildi. Ve -belki
de haklı olarak- bütün heykeller için aynı değerlendirmede zorunluluk
görüldü.
… aklî bir din olan, “zamanın gelişmesiyle ahkâmda değişme
olması gerektiğini” (ahkâm yargılar,
kanunlar, kararlar; hüküm kelimesinin çoğulu) öneren, İslâmiyet gibi, gerçekçi
ve ilerici bir din, …
9
… insandaki yaratıcı yeteneğin en uygun tatmin alanı olan
resim - heykel yapma eğilimi ve gereksinmesi… Ronde - Bosse olmadığı, bütün
boyutlarıyla verilmemiş olduğu ve ancak alçak kabartma şeklinde ortaya
konulduğu için de bu, “Allah’la yarışma” olarak görülmüyor…
13
İslâmlık gibi, bütün tutuculukları reddeden, çağın
gelişmelerine açık, ilerici bir dine…
14
Bu hesapla, 1876’larda
çıktığımız koşuyu ise hâlâ nefes nefese sürdürüyoruz.
Yukarıda “1882 yılında, Sanayi Nefise Mektebi açılıp,
heykel, resmen öğretim konusu yapılıncaya kadar, ülkemizde Türk heykelci
yetişmedi.” Demiştim. Gerçekten de Akademi kurulduğu zaman, Roma’da eğitimini
tamamlayarak yurda dönmüş bulunan Yervant Oksan (1855 - 1914) dan başka tek
heykelci yoktu. O da görüldüğü gibi, Hıristiyan bir yurttaşımızdır. 1882, ancak
ilk İslâm heykeltıraşımız İhsan Özsoy’un meslek eğitimi için Sanayi Nefiseye
girdiği yıldır. Bu tarihten 1923’e kadar geçen 41 yıl içinde ise, heykelci
olarak adından bahsedebileceğimiz sadece 4 sanatçı yetişmişti: İhsan Özsoy,
Behzat, Mahir Tomruk, Nijad Sirel.
15
… 18. yüzyıl başlarında III. Selim zamanında Devletin
çeşitli kurumlarında yapılması düşünülen reformlar için yabancı uzmanlara
başvurma gereğinin duyulması…
16
… Cumhuriyetin kuruluşunun 1. yıldönümünde… 22 kişilik ilk
öğrenci kafilesi, 1924 yılı sonbaharında yola çıkıyordu. … (17) İlk kafilede
heykeltıraş yoktu. Bu sırada Ratip Aşir, kendi parasıyla Paris’te çalışmalarını
sürdürmekte idi. Yurda döndü ve 1925’te açılan Avrupa sınavını kazanarak tekrar
Paris’e gitti. Böylece, Ratip, Cumhuriyet döneminde Avrupa’ya giden ilk
heykelci oluyordu.
17
Sanayi Nefise Mektebi Âlisi, başlangıçta, bugünkü gibi
“Dekoratif Sanatlar”ı da içeren 4 bölüm değil, plastik sanatlar (Resim ve
Heykel) ve mimarlık bölümlerinden kurulu idi. Eğitim sistemi ve yöntemi Paris
Ecole Nationale Supérieure Des Beaux - Arts’ından esinlenmişti.
1946 yılında, İlhan Koman’ın gönderilişiyle başlayan yeni
dönem…
18
Gazi Eğitim Enstitüsü (1926) bünyesinde, 1932 yılında,
Eğitimi İsmail Hakkı Tonguç’un öncülüğünde Resim-İş Bölümü kuruldu. 3 yıllık
bir eğitim programı içinde öğrenciler, resim ve iş derslerinin yanında uzunca
süre Hakkı İzzet’in yürüttüğü haftada iki saat olan modelaj dersleri gördüler.
(1963 yılına kadar heykel dalında bir atılım yapılamadı,
daha sonra derslere daha geniş süre ve yurt dışında eğitimlerini tamamlayarak
dönen heykeltıraş kadrosu)
1932 yılında ressam Nurullah Berk, Zeki Faik İzer, Naci,
Cemal Tollu ve Abidin Elderoğlu’yla heykeltıraş Zühtü Müritoğlu’nun bir araya
gelerek kurdukları “D Grubu”…
19
(çabaların sınırlı kalması ve az sayıda aydına
ulaşabilmesi…)
Esasen başka türlüsü de beklenemezdi. Bizim dışımızda
gelişmiş, entelektüel içeriğine (muhtevasına) henüz giremediğimiz bir
uygarlıktan, ayrı yapıdaki, ayrı nitelikteki bir kültürden ancak birkaç sanatçı
aracılığıyla, saksıda çiçek getirilir gibi, getirilmiş bulunan bu değerlerin
toplumca anlaşılması, benimsenmesi, hele benliğine sindirilmesi olanağı yoktu.
20
Ahmet Haşim “Büyük anıt ve heykel dikecek yerde, bugün için
bir mermer kütlesi ya da bir külçe bronz koyalım ve altına ‘Türk sanatçısı
yetişinceye kadar’ diye yazalım” görüşünü öneriyordu.
21
1952 - 1953, Anıt-Kabiri süslemek üzere yapılan uygulama.
Belling yönetiyor. 3’er figürlü 2 grup, 24 adet aslan, çok sayıda röliyef.
1964, Milliyet Gazetesi, 429.55,,855 lira toplanıyor.
Yarışma, 8 maket, 8 il.
24
Türk heykel sanatının kaynağı Avrupa’dır. Bu sanat dalında,
… aslında batıya muhtaç değildik. Onlara da örnek olan, hocalık eden yapıtların
kucağında yaşıyorduk. -Ancak, konu, entelektüel bir uğraşı olmak niteliğiyle
batı uygarlığının fikrî yapısı ve gelişmesiyle iç içe girmiş, onu etkilemiş ve
ondan etkilenmişti.- Önce felsefesi, sonra bilimi, daha sonra da tekniği, ona
bir güzellik, bir ahenk arayan hacim sanatı olma niteliğinin ötesinde yorumlar,
biçimlenmeler, davranışlar yüklemişti.
27
(tampereman birbirini
ikiye katlayan frekanslardaki sesler ve onların doğuşkanlarının bir araya
getirilmesi sonucunda oluşmuş, iki kat frekans arasını 12’ye bölen sistemdir)
29
(Rudolf Belling) Adeta öğrencilerinin formasyonları
tamamlanmadan yeni akımların etkisinde kalıp, işin kolayına
kapılıvereceklerinden korkan, onları bundan esirgeyen bir tutumu vardı.
1945’lerden sonra bir dalgalanmanın yaklaşmakta olduğu
seziliyordu: figürsüz sanat (non-figüratif, ya da abstre sanat) 2. Dünya
Savaşı’ndan sonra büyük bir etkenlikle uygulama alanına giriyor ve hızla
gelişen tekniğin desteğiyle haberleşme olanakları artan bir dünyada sınırları
siliyordu. Hiçbir gelişme, artık uzun süre bir bölgede kapalı kalamıyor, hiçbir
ülke bunun etkisinden uzak duramıyordu.
… Belling’in “uslu” öğrencileri, yavaş yavaş batı
rüzgarlarının kulaklarına fısıldadıklarını açığa vurmaya başlamışlardı.
Hadi Bara ise, başlangıçta … yeni anlayışa kesinlikle karşı
çıkmış, ancak, 1949 yılında (ve uzun bir aradan sonra) Paris’e 2. defa gidip,
döndüğünde her şey değişmişti.
30
Gerçekten de Bara, 25 yıldır pek değişmeden sürdürdüğü
anlayışı, Paris’te bırakarak dönmüştü.
Son 30 yıldan beri genellikle doğaya bağlı, çok değişik
türdeki yorumlar yanında, figürsüz uygulamaların da her çeşidi taraflar buldu.
İnformel’den geometrik soyutlamaya, mobil’den sibernetik heykellere kadar, her
çeşit deneme yapıldı. Her çeşit malzeme kullanıldı.
(1970, Ankara Güzel
Sanatlar Galerisi, İstanbul Kültür Sarayı, Amerikan modern heykel sergisi) …
teknolojik çağın öncüsü bir toplumun heykelde 3 boyutu, çok boyuta götüren
uygulamaları…
(1972, Resim - Heykel Müzesi, Amerikan Küçük Heykel Sergisi)
… yeni malzemenin, mekanik ve elektronik imkanların heykel sanatına kattığı
boyutlar…
31
(Bu sergiler izleyiciler ve dışarı ile ilişki kurmayan
sanatçılar üzerinde büyük etkiler yapıyor) … onların ufkunu genişlettiği açık
bir gerçektir, ama öbür taraftan onları huzursuz kıldığı da muhakkak.
İçinde yaşadığı çevre, doğal
olarak onu kendi şartlarıyla bağlarken, bu ve bunlara benzer gelişmeler de
evrensel planda hızla değişen ve gelişen platforma çekiyor, sürüklüyor. Böylece
Türk sanatçısı, adeta, kendi toplumsal gerçeği ile daha ilerideki dünyalar
arasında uzanan bir köprü durumuna düşüyor ve ister istemez kendisini güç bir
misyonla karşı karşıya buluyor:
Kendi gerçeklerinden aldığı
malzemeyi çağın verilerine göre sentez etmek, başka bir deyişle; çağın sanata
getirdiği yeni imkânları kullanarak kendi şarkısını daha zengin, ileri ve ifade
imkânı geniş bir dille söylemek.
32
Diğer taraftan heykeltıraşların bir örgüt kurarak hem
mesleki sorunlarına demokratik yöntemlerle çözüm aramak, hem de alanlarını
amatörlerin istilasından korumak yönündeki girişimleri başarılı ve sürekli
olamamıştır. (…1948 de kurulan Heykeltıraşlar cemiyeti işleyen ve etken bir
meslek kuruluşu olamamış, varlığını sürdürememiştir.)
33
(1974, “20 heykel” hareketi, Gürdal Duyar’ın “Güzel
İstanbul” heykeli, Karaköy) MSP’li içişleri Bakanı, “kutsal Türk Anası’nın
böyle çırılçıplak teşhir edilemeyeceğini” söyleyerek bu heykel’in derhal
kaldırılmasını istiyordu. (Koalisyon ortağı CHP’li İstanbul Belediye Başkanı da
“halkın görüş ve duygularıyla çelişen bir durumun ortaya çıkmasına izin
verilemeyeceği” gibi, … “bu edep dışı heykelin” buradan kaldırılacağını
açıklıyordu.
35
(1974, ya da 70’ler) Devlet’in sanat ve kültür politikası da
hala belirlenmemiş, bu konu Hükûmetlerin programına bile girmemişti.
SERGİLER
38
(1982, Melâhat Aydın’ın T. İş Bankası Parmakkapı Sanat
Galerisi’nde açılan “naif” sergisi.)
Sergi gerçekten etkiliydi, yapıtlar “Naif” türdendi ve bu
tür yapıtların belirgin niteliklerine sahipti: “duygu” ve “ifade” yüklüydüler.
Ancak bir eğitimci - heykeltıraş gözüyle bakıldığında, bazılarının bundan öte
ve normal olarak “Naif” işlerde görülemeyen bir başka değere de ulaştıkları
izleniyordu.
Bunlar, biçimsel yapılarıyla, olgun birer plastik idiler. …
Melahat Aydın, çalışmalarında özgür bırakılıyor, hiç karışılmıyor, kendisine
bir şeyler öğretmek çabasına girilmiyormuş ki bu, ferahlatıcı bir yaklaşımdı.
Ve böyle konularda izlenecek en doğru yöntemdi. Dileriz ki içinde yol aldığı
doğal ve saf dünyasından çıkarılıp ta, bilgiçliğe, ustalığa özendirilmesin.
ATATÜRK YILINDA ANITLAR
40
… amatörün gönlünü almanın…
41
… bu konular bizimki gibi toplumlarda kesinlikle denetim
dışında bırakılamaz. Bırakılırsa, bir yandan amatörlerin sınır tanımayan
heveslerini tatmin isteğinin; öbür yandan çıkar hesaplarının elinde, halkın
zevk ve kültürünü bozan, yozlaştıran; değer ölçütlerini yıpratan hale gelir.
Bilgisizin cesareti, bilginin temkin ve alçak gönüllülüğüne; şarlatanın
bezirgânlığı, gerçek değer’in soylu suskunluğuna baskın çıkar. Bir ölçütler ve
değerler anarşisi başlar. “Beceri”, “sanat” sayılmağa başlanır ve pazarlama
becerisi, onu “büyük sanat” olarak topluma sunar ve kabul ettirir.
42
Böyle bir sanatın, hele bugün, eğitimsiz yapılabilmesine
olanak yoktur. (Amaç, amatörce eğlenmek ise, o başka tabii!)
Bu sanatın felsefesinden, ilkelerinden, tekniğinden haberi
olmadığı için konuyu sadece bir el becerisi, bir “benzetme” sorunu olarak gören
amatörlerin, kendi boyutlarını aşıp, şaşırtıcı bir cür’etkârlıkla ülkenin dört
bir yanına yaydıkları küçüklü büyüklü bronz, aleminyum, beton plâstik kitlelerin
ortaya koyduğu tablo, gerçekte, Atatürk’e benzememe açısından çok, olumlu bir
sanat düzeyi ortaya koyamadığı için…
48
Heykel sanatının (Akademiyle birlikte) 40 yıllık bir geçmişi
vardı. Ama bu meslekle hayatını kazanan bir tek heykel sanatçısı yoktu!
… Heykel bölümünde eğitim görüp, mezun olanların sayısı
1929’dan 1973’e kadar 92, 1973 - 83 arasında ise 56 kişidir, yani, 100 yıllık
geçmişi olan Akademiden mezun olan heykeltıraş sayısı Cumhuriyetten önce
yetişip te adını bildiklerimizi de dahil edersek 155 kişi.
Heykel sanatında, hâla, tek kazanç yolu “Atatürk
heykelleri”dir, ki bu da özellikle son 10 yılda büyük ölçüde amatörlerin, hatta
kartonpiyercilerin istilâsına uğradı.
49
Oysa, “Mustafa Kemal Atatürk” çapında insanları simgelemeğe
(temsil etmeğe) dış görünüş benzerliği, fizik benzerlik yetmez.
Bu durumda aydınlarımızın bile bu konuda gerekli
değerlendirme ölçütüne yeterinde sahip bulunmayışında yadırganacak bir taraf
yok.
II CUMHURİYETTEN ÖNCE YETİŞMİŞ TÜRK HEYKELTRAŞLARI
50
Bu kitap her ne kadar Cumhuriyet dönemi Türk heykeli’ni
vermeği amaçlıyorsa da, heykel sanatçılarının sayısal azlığı; Cumhuriyet dönemi
sanatçılarından bir bölümünün sanat çalışmalarının Cumhuriyet dönemine
rastlamış olması ve de esasen kültür olgusunun, doğal akışı içinde tarihin
belli bir yerinde kesilebilmesine olanak bulunmadığından, Cumhuriyet döneminden
önceki heykel sanatçılarımızdan, hakkında bilgi toplayabildiklerimizi de aldık.
65
(Mehmet Mahir Tomruk) Yapıtlarından görebildiklerimiz
plâstik yönden oldukça güçlü işlerdir. Özellikle annesinin başı, kitleyi hakim
kılan başarılı bir sentez ve olgun bir modleye sahiptir. Pasajlar yumuşak ve
formlar ahenklidir. Üslubunda genellikle Alman neoklasizminin etkileri
hakimdir.
69
… tampereman olarak …
III CUMHURİYET ÇAĞINDA TÜRKİYE’DE YABANCI HEYKELTRAŞLAR
77
(Krippel) Bu anıt çalışmalarında portre için çalışma imkanı
vermek üzere, Atatürk, kendisini birkaç hafta Çankaya’da misafir etti ve poz
verdi.
81
Türkiye’deki yapıtlarına göre Canonica, Akademik anlamda
çalışan bir heykelcidir. Figürlerinde genellikle donmuş bir görünüm vardır.
Anıtlarında duygu ve heyecan etkisi yoktur.
V HEYKEL EĞİTİMİNDE
YABANCI UZMANLARDAN YARARLANMA
BELLİNG’İN HAYATI VE SANATÇI KİŞİLİĞİ
133
Doğum 1886, ölüm 1972
1919 yılında, bir yandan
öğrenciliğini sürdürürken, kendisini üne kavuşturan ve dünya sanat tarihinde
çığır açan yapıtını verdi: “Dreiklang”.
(Kavga adlı
çalışması, 1936) … kavga eden insanların vücutları, kendi başlarına bir plastik
sisteme ulaşıyor, boşluklar, negatif değerler niteliğiyle ve dolulukların
kontrpuvanı olarak, kompozisyonda yerlerini alıyorlar.
(1937’de Türkiye’ye geliyor, 1954’de akademiden ayrılıyor)
(Belling öğretim süresini 3 bölüme ayırıyor:) 1. yıl,
öğrenciler baş etüdleri yaparlar, 2. yıl röliyef çalışırlar, bunlarda başarılı
olanlar, daha sonraları rond - bosse (tam, 3 boyutlu heykel anlamındadır)
etüdleri, kompozisyonlar yaparlar ve heykelin bütün problemleriyle karşı
karşıya getirilirlerdi.
145
Uyguladığı eğitim sistemi, bugün Akademi heykel bölümündeki
sistemin temelini teşkil eder.
VIII BAŞKA DALDA
YETİŞMİŞ HEYKEL SANATÇILARI
297
Heykel alanına, … heykel dışından girenlerin sayısında,
non-figüratif sanat uygulamasının ortaya çıkmasıyla birlikte önemli bir artma
görüldü.
Bunda, figürsüz uygulamanın, bir meslek eğitimine gerek
olmaksızın da yapılabilecek bir “uydur - yap” sanılmasının payı büyük olmuştur.