.
.
.
.
Alacakaranlık Anıları
Andreas Huyssen, Metis
Yay. , Çev. Kemal Atakay, 1995
13
Bir olayı yaşamak ile onu
bir temsil içinde anımsamak arasında bir yarığın oluşması kaçınılmazdır. Bu
çatlaktan yakınmak ya da bu çatlağı görmezlikten gelmek yerine, onu kültürel ve
sanatsal yaratıcılık açısından güçlü bir uyaran olarak anlamak gerekir.
Anımsamanın tarzı, ele
geçirmeden çok bir recherce, bir arayıştır. (bir depolama ve yeniden çağırma
sisteminden çok şimdiki zamanda bir kültürel kurgu)
kurgu / belleğin canlı tutulması
ile ele geçirme / kultivasyon arasındaki
ilişki
Belleği oluşturan, geçmiş
ile şimdi arasındaki bu çok ince yarıktır: Bu yarık, belleği güçlü bir biçimde
canlı kılar, onu arşivden ya da başka herhangi bir depolama ve yeniden çağırma
sisteminden ayırt eder. Ancak, burada şöyle bir sorun ortaya çıkabilir: canlı
kılınmış bellek neyi hatırlayacak? Bunun da ötesinde şöyle bir sorun: canlı
bellek kimin belleğidir?
bellek yitimine karşı
verilen mücadele…
16
Ulus-üstü yapıların ortaya
çıktığı bir çağda, ulusal kimlik sorunu, ulus ile devletin varsayımsal
özdeşliği çerçevesinde değil, giderek daha çok kültürel ya da kolektif bellek
çerçevesinde tartışılıyor.
müzeler, devletin resmi
ideolojik aygıtları biçiminde değil, kültürel ya da kolektif bellek yaratma
çabası biçiminde ortaya konmalıdır. Bu şu anlama gelir: Bir müze yaratacaksın,
içerisine ibret olsun diye bir şey koymayacaksın! Bir anıt dikeceksin,
gerektiğinde yerinden kaldırılabilir, ayağı kaydırılabilir olacak.
Tüm bu süre içinde
(1980’ler) gerek Amerika Birleşik Devletleri gerek Avrupa, yakın gelecekteki
bir travmatik yitimden korkuyormuşçasına, müzeler ve anıtlar inşa etmeyi
sürdürdüler.
17
Bu çok yeni bellek
saplantısını nasıl anlamalıyız? … Açık olan bir şey varsa, o da bunun, ilerleme
ve modernleşme ideolojisinin bariz kriziyle ve bütün bir teleolojik tarih
felsefeleri geleneğinin gücünü yitirişiyle bağlantılı olduğudur.
hadi bunlar Batı’da oluyor
da, bize ne oluyor!?
Nietzsche’nin arşiv
tarihçiliğine saldırısı…
tarih karşıtı
tarihten anıya kayış à göreci
à teleolojik tarihe eleştiri
öznel
18
Bugün kimse tarihin
yaşamımızda aşırı bir yer tuttuğunu öne süremez. (televizyon, anlık eğlence)
Belleğin meta biçiminde
dondurulması (Adorno)
(buna eleştiri: meta
biçimi ile ruhsal yapıyı indirgemeci bir biçimde örtüştürmesi)
19
Artık bellek öncelikle,
meta biçimi yoluyla kapitalist şeyleşmeye karşı yaşamsal ve güç veren bir
panzehirdir, daha önceki bir kültür endüstrisinin ve onun tüketim pazarlarının
demir parmaklıklı homojenliğinin bir yadsınması değildir.
kitle iletişim aracı
olarak müze ve anıt
Bellek Yitiminden Kaçış
Kitle İletişim Aracı
Olarak Müze
“querelle des anciens et des
modernes” (eskilerle modernler kavgası)
müze kültürel meşruluğun kuruluşu
25
geçmişin ölü ağırlığına
karşı yaşamı ve kültürel yenilenmeyi savunan herkes de modern müzeyi her zaman
kültürel kemikleşmenin bir belirtisi sayarak ona saldırmıştır.
26
“Her şeyin sonu” sonucu…
(1980’lerden sonra) Müzeye
biçilen rol seçkinci bir koruma merkezi, geleneğin ve yüksek kültürün kalesi
iken, giderek bu durum değişmiş, müze bir kitle iletişim aracına, seyirlik bir
mizansen ve abartılı bir gösteriye dönüşmüştür.
27
Bu geniş, biçimden yoksun
anlamıyla müze, çağdaş kültür etkinliklerinin anahtar paradigmalarından biri
haline gelmiştir. çağdaş kültür etkinlikleri
eski şehir merkezlerinin
geçmişe uygun restorasyonu
müzeye dönüştürülmüş köy
ve manzaraları
bit pazarı patlaması
geçmişe öykünen modalar ve
nostalji akımları
video (saplantılı bir
biçimde kendini müzeleştirme)
anı yazıları
itiraf edebiyatı
dünyanın veri
bankalarındaki elektronik birikim
İşlevi “bazı insanlarda
aidiyet duygusunu, bazı insanlarda ise dışlanma duygusunu” pekiştirmek olan bir
kurum olarak müzeye yönelik eski sosyolojik eleştiri geçerliliğini yitirmiş
görünüyor; zira yeni müze anlayışı müzeyi artık esin perilerine bir tapınak
olmaktan çıkarmış, onu halk panayırı ile alış-veriş merkezi arası melez bir
mekân olarak yeniden diriltmiş bulunuyor.
Dinden bağımsız teleolojik
bir tarih kavramına sahip olmadığı sürece, geleneksel bir toplumun müzeye
gereksinimi yoktur; modernliğin ise kendine ait müze tasarısı olmaksızın
düşünülmesi olanaksızdır.
28
Özü itibariyle diyalektik
olan müze hem geçmişin –çürüme, yıpranma ve unutma çerçevesinde bütün
getirdikleriyle geçmişin- mezar odası olarak hem de izleyenin gözünde, ne kadar
dolayımlı ve yozlaşmış olsa da olası yeniden doğuşların mekanı olarak işlev
görür. Simgesel düzeni bilinçli ya da bilinçdışı olarak ne kadar yıpratıp
onaylıyor olursa olsun, müzenin her zaman önceden belirlenmiş ideolojik
sınırları aşan, düşünceye ve hegemonya karşıtı anımsamaya alan açan bir artı
anlamı vardır.
epifoni
: edebiyatta önemli bir gerçeğin birdenbire ortaya çıkması ve kişinin böyle bir
gerçeği fark ettiği kavrayış anı.
müze kültürü ile bilmemne
sermayesi arasındaki bağlantı
29
Müze, modern çağ
insanlarına geçmişle bir ilişkiyi, aynı zamanda geçici olanla ve ölümle -bu
arada kendi ölümümüzle de- bir ilişki anlamına da gelen bu ilişkiyi tartışma ve
dile getirme olanağı vermektedir.
30
Sanatın giderek artan
metalaşması tartışma götürmez bir olgu olmakla birlikte, tek başına meta
eleştirisi özgül yapıtları, sanatsal uygulamaları ya da sergileri nasıl
değerlendireceğimiz konusunda estetik ya da epistemolojik ölçütler sunmaktan
uzaktır.
Basit bir öldürme, kuru ve
düzmece… Aktivistin elinde bu bir estetiğe bürünmek zorundadır.
32
Avangardın müze fobisinin,
müze projesinin mumyalaştırma ve ölü sevicilikle özdeş olduğu iddiasının
kendisinin müzelik olduğunu öne süreceğim.
33
Marx ile Nietzsche’nin
metinleri gelenek ile gelecek tasarımı arasındaki gerilimde konumlandıran bir
düşüncenin üretkenliğine tanıklık eder. (yenilik itkisi ile müze arzusu
arasındaki diyalektik…)
(avangardın) reddettikleri
burjuva kültürüyle paylaştıkları imgeye bağımlılık
35
… , artık müze seçkin bir
uzmanlar ve meraklılar grubu için en uygun biçimde sergilenen, geçmişe ait
hazine ve nesnelerin bekçisi değildir; ne fırtınadan korunaklı bir yerdedir ne
de duvarları dış dünyaya karşı bir engel işlevi görmektedir artık.
34
Yaşam ile sanat arasındaki
sınırları aşmaya yönelik avangard projenin müzeleşmesi, müze duvarlarının
yıkılmasına, bu kurumun en azından ulaşılabilirlik açısından
demokratikleştirilmesine ve müzenin seçkin azınlığın kalesi olmaktan bir kitle
iletişim aracı olmaya, kutsal nesneler hazinesi olmaktan daha geniş bir halk
kitlesi için bir gösteri alanı ve bir mizansen olmaya doğru son zamanlarda geçirdiği
dönüşümün kolaylaştırılmasına gerçekte ne ölçüde katkıda bulunmuştur?
kültür ----- sermaye
kültür ----- siyaset
36
“geleneği konformizmin
elinden çekip alma” talebi (Walter Benjamin)
günlük yaşamın ve bölgesel
kültürlerin belgelenmesi
endüstriyel ve teknolojik
ürünler
mobilya
oyuncak ve giysi
gibi
nesnelerin koleksiyonunun yapılması giderek daha meşru bir müze projesi haline
geldikçe nitelik argümanı çökmektedir.
38
(1980’ler boyunca) yeni müzelerin kurulması
saygın müzelerin
genişletilmesi
sergilerle ilgili
tişörtler
posterler
Noel kartları
cicili bicili
röprodüksiyonların pazarlanması
Özgün sanat yapıtı kendi
çoğaltılmış türevlerini satmanın bir gereci haline geldi; çoğaltılabilirlik de
halenin yok olmasından sonra özgün yapıta bir hale kazandırma taktiğine
dönüştü.
ciddi izleme ve gerçek
pedagojinin yeri olarak eski müze…
39
Kitleler ile esin perileri
arasındaki yeni gerçekleştirilen uzlaşımı hedef alan polemikler müzenin
popülerliğini, her türden toplumsal sınıf ve kültürel grupta görülen sergi,
kültürel olay ve deneyim arzusunu nasıl açıklamak gerektiği gibi temel bir
meselenin kenarından geçip gidecektir. … Kültür endüstrisi ne kadar tahrik
etse, ayartsa, baştan çıkarsa, yönlendirse ve kötüye kullansa da arzu vardır.
Bu arzu, kültürel değişimin bir belirtisi olarak ciddiye alınmalıdır. Çünkü bu,
içinde yaşadığımız çağdaş kültürde yaşayan bir şeydir ve sergi projelerinde verimli
yollardan işlenmelidir.
… modernlikteki gelenek
erozyonunun insan bilimleri, tarihi koruma dernekleri ve müze gibi anımsama
organları doğurduğu… à “telafi olarak kültür”
40
Herman Lübbe daha
1980’lerin başında müzeleştirmeyi zamanımızın değişen zamansal duyarlığının
temel özelliği olarak betimlemişti. Müzeleştirmenin nasıl artık dar anlamıyla
kuruma bağlı olmadığını, gündelik yaşamın bütün alanlarına nüfuz ettiğini
göstermişti.
farklılaşma
(Adorno ve Benjamin’in
“aynılaştırma” üzerine klasikleşmiş modernist formülasyonlarını yeniden
düşünmek gerekecektir. Çünkü günümüz tüketim kapitalizmi, 1920’lerde Amerika’da
ya da Weimar Almanyası’nda yapmış olduğu gibi, yalnızca alanları ve nüfuzları
homojenleştirmekle kalmaz) Yeni, kesinlikle aynının sonsuz tekrarı değildir. …
Dolayısıyla, yeniye olan hayranlığımıza her zaman çoktan ket vurulmuştur; çünkü
yeninin kendi yok oluşunu içerme eğiliminde olduğunu, daha belirdiği anda kendi
eskimişliğine ilişkin ön bilgiyi taşıdığını biliyoruz.
çabuk bakış
daha ileri görsel okuryazarlık
postmodernist müze epifonisi
43
Eski kültürler ile yerel
geleneklerin kalıntılarına dönüş, eşzamansız ve heterojen olanın ayrıcalıklı
kılınması, başka türlü gözden çıkarılmaya mahkûm nesneleri koruma, onlara
tarihsel bir hale kazandırma arzusu… Bütün bunlar aslında modernleşmenin hızlı
temposuna bir tepki, gündelik şimdinin her şeyi girdap gibi içine çeken boş
uzamından dışarı çıkma ve bir zaman ile bellek duygusu talep etme çabası olarak
yorumlanabilir.
44
Amerika Birleşik
Devletleri’ndeki nüfus değişimleri ile dünya çapındaki göçler à Modernlik kalesi içindeki bazıları bu
değişiklikleri bir tehdit olarak, tehlikeli ve kimliği yıpratan işgaller olarak
yaşayacaktır. Bazıları ise bunları daha gerçek anlamda heterojen bir ulusal
kültüre, artık homojenleştirme gereksinimi duymayan ve gerçek farklılıkla
pragmatik olarak nasıl yaşaması gerektiğini öğrenmekte olan bir kültüre doğru
atılmış küçük, ancak önemli adımlar olarak benimseyecektir. Ama henüz bu
durumun çok uzağındayız.
deney olarak kültür
kavramı
duyuların laboratuarı olarak müze
kavramı
Müzeden, modernliğin
varoluşunu borçlu olduğu türden kendine dönük bir düşünceyi bir yana bırakması
istendiğinde, sonuçta ortaya tuhaf biçimde gerçekdışı bir modernlik
gelenekselciliği çıkar. Müze ile şimdinin gerçek dünyası birbirinden ayrılır…
“kültürel telafi” tezi,
toplumdaki ve müzedeki içsel değişimi açıklamada yetersiz kalır.
45
telafi kuramcıları müze
dünyasının yeni çokulusluluğunu göz ardı ederler.
dışarıda olanı dışta,
yabancıları kendi yerlerinde tutmanın bir aracı..
46
Kitle iletişim aracı
olarak müzenin artık televizyondan ayırt edilmesi olanaksızdır (Baudrillard).
müzeleştirme, patolojik
bir girişimdir (Baudrillard).
Müzeleştirme tam olarak
korumanın karşıtıdır: Baudrillar ve Jeudy’e göre müzeleştirme öldürücü,
dondurucu ve kısırlaştırıcıdır; tarihsizleştirir ve bağlamından kopartır. Hiç
kuşkusuz bunlar, müzeyi bir mezar odası olarak bir yana iten eski eleştirinin
sloganlarıdır. (Ancak … à nükleer silahların denetimsiz çoğalması, nükleer
toplu kıyım, yok olma korkusuyla başa çıkma çabası ortamında bu fikirlerin
ortaya atıldığı unutulmamalıdır!)
bastırılmış ya da
marjinalleştirilmiş geçmişleri gözden geçirme
alternatif müze
etkinlikleri
Jeudy ve Baudrillard’ın
göremedikleri şeyler…
salt biriktirmeden,
mizansen ve benzeşime doğru ilerleyen müze…
aslında televizyon
seyircisinin bakışı ≠ müze gezen kişinin bakışı
48
Geçmiş kültürlere ait
andaçların dolayımsız, mizansensiz bir sunuluşu asla olmamıştır. … Nesneye
halesini veren canlı bakıştır…
Kulturgesellschaft, kültür
etkinliğinin giderek ulus, aile, meslek ve devletin yerine getirdiğine benzer,
hatta çoğunlukla ona karşı bir toplumsallaştırma aracı işlevi göreceği bir
toplumdur. Özellikle gençlik kültürlerinde ya da alt kültürlerde kimlikler
iğreti olarak üstlenilip, yaşam tarzı örüntüleri ve gelişkin alt kültürel
kodlar aracılığıyla dile getirilir. Genel olarak kültür etkinliği,
birleştirilmiş (ya da yeniden birleştirilmiş) bir geleneğin aynasında yeniden
istikrar ve denge yaratmayı arzulayan özneye huzur ve telafi sağlamak olarak
görülmez.
49
Kuşkusuz müze patlamasının
kablolu televizyonun metropolü bir uçtan bir uca kuşatmasıyla aynı zamanda
ortaya çıkması tesadüf değil. … Ekrandaki görüntünün her zaman uçup giden
gerçek dışılığının aksine sahici bir deneyime olanak sağlayan, müzedeki
nesnenin, yani sergilenmiş sanat yapıtının gerçek, fiziksel maddeselliği mi? Bu
sorunun tek ve açık bir yanıtı olamaz, çünkü insan kültüründe temsilden önce
var olan özgün nesne diye bir şey yoktur.
Gerçekten de çoğu zaman
sergilemenin amacı gerçek olanı unutmak, nesneyi başlangıçta içinde yer aldığı
gündelik işlevsel bağlamın dışına çıkarmak, böylece onun başkalığını arttırmak
ve öteki çağlarla potansiyel bir diyalog kurmasını sağlamaktı. Bu da bizi müze
nesnesini yalnızca sıradan bir bilgi parçası olarak değil, tarihsel bir
hiyeroglif olarak görmeye; okunması bir bellek edimi gerektiren, tarihsel
uzaklık ile zamansal aşkınlık halesini tam da maddeselliğinden alan bir müze
nesnesi kavramına götürür.
50
Haleli nesnelere, kalıcı
cisimleştirmelere, olağan dışı deneyime duyulan gereksinim tartışmasız bir
biçimde müzeseverliğimizin başlıca etmenlerinden biri olarak görünüyor. … Nesne
eski olduğu oranda varlığını pekiştiriyor, güncel ama bir süre sonra eskiyecek
nesnelerden olduğu kadar yeni ama şimdiden eskimiş nesnelerden ayrılıyor. Tek
başına bu bile onları, bir haleyle kuşatmaya, daha eski zamanlarda sahip olmuş
olabilecekleri araçsal işlevlerin ötesinde, yeniden büyülü kılmaya yeterli
olabilir. … Kuşkusuz böylesi bir sahicilik özlemi, bir fetişizm biçimidir. Ama
kurum olarak müze bütünüyle kültür endüstrisinin içinde yer alsa bile, burada
söz konusu olan, kesinlikle Marksist ya da Adornocu anlamda bir meta fetişizmi
değildir. Müze fetişinin kendisi değişim değerini aşar; kendisiyle birlikte
adeta bir anımsama boyutu, bir tür bellek değeri taşır.
Müze nesnesi ile
belgelediği gerçeklik arasındaki ilişki ne kadar kırılgan ya da belirsiz olursa
olsun, ya sergileme tarzında ya da seyircinin zihninde, nesne olarak canlı
televizyon yayınının bile boy ölçüşemeyeceği bir gerçeklik izi taşır. Aracın
mesaj, mesajın ise ekrandaki akıp giden görüntü olduğu yerde, gerçek olan her
zaman kaçınılmaz biçimde dışta bırakılmış olacaktır.
Ayin gibi yinelenebilen
geçici bir yeniden büyülenme deneyiminde, müzesel şeylere yönelik bu bakış,
aynı zamanda televizyon ve bilgisayar ağlarının sanal gerçekliklerinin
yönettiği dünyanın giderek artan maddesizleştirilmesine de direnebilir. Müzesel
nesneye bakış, onun donuk ve nüfuz edilemez maddeselliğine dair bir duygu
sağlayabileceği gibi, insan kültürlerinin geçiciliği ile farklılığının
kavranabileceği bir anımsama alanı da sağlayabilir.
51
… modernlik
üst-anlatılarının inandırıcılıklarını yitirdikleri, insanların giderek daha
fazla başka öyküler dinlemeye, başkalarının öykülerini dinlemeye ve görmeye
istek duydukları, kimliklerin aile, inanç, ırk ve ulus çerçevesinde
sabitleştirilmek ve değişmez olarak görülmek yerine, ben ile öteki arasındaki
çok katmanlı ve kesintisiz görüş alışverişleri içinde biçimlendikleri bir
zamanda, en geniş anlamıyla müze ve sergi kültürü çoğul anlam anlatıları
sunabilecek bir zemini hangi yollardan sağlayabilir?
52
Gerçek anlamıyla modern
bir kurum; dünya kültürlerinin, izleyicinin bakışı ile belleğinde birleşecek,
birbirine karışacak ve birlikte yaşayacak heterojenliklerini, hatta
bağdaşmazlıklarını karşı karşıya getirip sergiledikleri bir alan.
.
.
.
.