07 Şubat 2024

Vigdis Hjorth - Postane Günlükleri

 .

.





.

.


Postane Günlükleri


Vigdis Hjorth


(Çev. Dilek Başak), Siren Yayınları [2012] 2023, İstanbul



22

Reklam panoları çeşit çeşit renklerde pırıl pırıl ışıldıyordu, etrafımda saçları berelerinden fırlamış, eli kolu torbalarla dolu, kalın ve çirkin şeyler giyinmiş insanlar telaşla dükkanlara girip çıkıyorlardı, yüzleri griye kaçmıştı. ... Vagonlardan ucuz giysiler giymiş üzgün insanlar boşaldı, eski püskü çantaları, torbalarıyla sallana yuvarlana yürüdüler. Kim bilir kime gidiyorlardı, nereye; tren istasyonlarının çerçöp, işsiz ve kaçak göçmen kaynayan yer altı geçitleri, benzin istasyonları ve depolar arasındaki bok gibi apartmanlarına, tozlu, tek göz dairelerine. Koltuk değnekli, işitme cihazlı, yüzleri yara bere içinde obezler, ne biçim bir hayattı bu?


24

Aynaya bakmamaya çalıştım, ama bu kaçınılmazdı, ödüm patladı, fazla süslenip püslenmiştim, sanki bir oyunda rol alacaktım.


25

Stein’ın daha önce evlenmiş olması tuhaftı. Yeniden evlenmeyi istemek gibi kötü bir alışkanlığı var diye düşündüm, yüzüne baktım ve onu tanıyamadım, ondan ayrılmalıydım. ... Stein oğlanın saçlarını okşadı, sürekli Truls’la olması gerektiği için ona acıyordum.


27

Dag gençliğinde aktif bir solcuymuş, ama bu çok öncedendi, artık bir hükmü yoktu, okyanusta bir yerlerde şimdi halimize ve başımıza attığı bu imkânsız göreve gülüyordu.


28

Önemli yüzlerimizle kirli şehrin sokaklarından zorlanarak geçtik.


32

Ama bak şimdi diye bağırmak istedim. Ona kötü davranmak istedim. Düşük yaptığını unuttun mu? Çalar saatle ne yapacak, sabah sabah ne için kalkacak, ölene kadar uyusun da dursun işte, ne olacak ki!


33

Gönderenin ve benim adım el yazısıyla yazılmış, halen yaşayan birinin, damarlarında kan akan bir başka insanın eliyle. Kalemi saran büyük parmaklar, geniş tırnaklar, kimliğinize çok yakından bağlı olduğundan taklit edilemeyen art arda sıralanmış harfler.

Yazmaya devam ettiğim sürece sanki bana verilmiş ağır ceza geçici bir süreliğine erteleniyor gibiydi.

... ama kocası kanserden ölmek üzereymiş, o yüzden de gelemeyecekmiş, bunu bilmiyordum.


38

Kulağında telefonla bilgece laflar dinliyormuş gibi duran Rolf’e baktım.

... bir işim olmamasına rağmen acelem vardı.


41

Bergkrystallen’a giderken aynı vagonu paylaştığım insanlarla ortak bir yanım olmalı mıydı? Akşamları eve dönerken bir şişe şarabı paylaşmalı mıydık, Bergkrystallen treninde bir yere oturur oturmaz hep birlikte bir şarkı mı tutturmalıydık? Birlikte bir şeyler mi yapmalı, örgütlenmeli miydik, Bergkrystallen’a giden trene binenler partisi mi kurmalıydık? Tentenin altındakiler bir ortaklık kandırmacasına girmiyorlardı. Belki de ortak bir şeyleri paylaşma numarası yapmak normaldi. İnsanların ortak noktaları olmasını kıskanırdım, demek ki bu numaraymış, böyle bir şey yokmuş, öyle mi? Bu şüphemi kimlere danışabilirdim, bunu nasıl bilecektim? Bu şüpheden kimlere bahsedebileceğimi nereden bilecektim? Karanlık bastırdı, sokak lambaları az sayıdaydı, belki de onlar gibi olmadan dışarıda gezinmek tehlikeliydi, ne olursa olsun benim dışında kaldığım bir ortaklıkları vardı.


44

Dag’ın o büyük görüşleriyle önerilerinin masaya yatırıldığı, Kraft-Kom’un kurulmasından sonraki umutlu ilk yıllar, Dag’ın sürekli az kaldı, az kaldı psikolojisinde olması. Ama o an asla gelmemiş, saçlarına aklar düşmüştü. İnsan tutkularını gerçekleştiremediğinde ne tür bir utanç duyuyordu acaba?


45

Mantığımla aklımdan çıkaramayacağım bir gerçek vardı yine de; üstesinden gelemediğim karşılıksız bir aşk gibi, bedenimde huzursuz bir özlem.


46

Çığlıktan yazıya sıçramanın yolları diye yazdım. Yaşamda başarılamayanı dilde başarmak diye yazdım...


48

İnsanın bir oğlu olması tuhaf olmalıydı, bunu ona sorabilirdim ama soruyu anlamazdı ki. Doğal geliyor diye cevap verirdi.


52

... Kraft-Kom fena da...............


En güzelini daha iyi bir zaman saklamak. Başka bir sefere. En pahalı iç çamaşırlarım asla gelmeyecek bir gün için saklanıyor, gelmeyeceğini bildiğim bir gün için, hatta geleceğini hiç ummadığım bir gün için, yine de asla gelmeyecek olan bir geleceği, bildiğimiz dünyanın yok olacağı bir geleceği bekliyorum.


53

Kendi sözcüklerim midemi bulandırıyordu, beni boğuyorlar diye düşündüm, boğuluyorum diye düşündüm. Sözcükler çalıntıydı [iletişim danışmanlığı], çalıntı mal satıyordum....................


55

Annem uyuyakalıp da Hotel Sezar’ı kaçırmamak için..............................


.......................

.......................

.......................


76

Ölü mektupların canlanması kimin işine yarıyordu? Ekonomik olarak hiçbir anlamı yoktu. Bir sürü şey ekonomik sistemin radarına girmiyordu.


103

... insanların hayatlarına dair en önemli kararlar onları ilgilendirenlere haber verilmeden, onlara sorulmadan, eleştirel zekâdan yoksun yerlerde alınıyordu.


106

... mesele insanın hangi kelimeyi kullandığı değil de hangi duyguların kelimelere eşlik ettiğiydi.

Şüphe düşüncede, üzüntü ise insanın tüm benliğinde meydana gelir ve gözden geçirilemez, ama insan üzüntüyü yaşayıp geçirebilir, ben bir an önce geçirmek için sabırsızlanıyordum.


112

... Margrete gibi hayatı beklemeye almak, uygun bir zaman bekleyerek hayatı ertelemek istemiyordum.


124

Kendime karşı, yaptıklarım ve gelişimim konusunda sorumluluk almak. Dış koşulları suçlamamak, her ne kadar önemli bir rolleri olsa da. Toplumu suçlamamak, her ne kadar doğal olarak yaptıklarımın, varlığımın sınırlarını belirliyor olsa da.

Yaşam halledilmesi zorunlu bir mesele, sorumluluğu yüksek bir iş olabilir miydi?


139

... odaların kapıları dünyaya kapalıydı, dışarıdaki her şeye kapalı, tıpkı ben büyürken olduğu gibi, sanki evin dört duvarı dışında önemli bir şey yokmuş gibiydi, ... ne uçurum ne savaş, sadece terbiyeni takınman isteniyordu burada, sanki hayatta tek derdin miş gibi yapmak ve yakınından geçtiğin kuralların hepsine uymaktan ibaretmiş gibi.


140

... donmuş pizza yiyenlere karşı çıkıyormuş gibi uyaran bir sesle konuştu. Bunun pek yersiz bir protesto olduğunu düşündüm. Kaldı ki protesto da değildi, bir sinyal, moda bir tavır, takılan bir maskeydi.


146

... önceden anlamadığım durumları anladım, insanlar hakkında başka zaman olsa hiç duyamayacağım hikayeler duydum, daha önce göremediğim bağlantıları gördüm, kendimi bir bağlamın parçası gibi hissediyordum.


150

Gerçek olmak ve gerçekten anda olmak, sorun buydu, bu, hasbelkader hangi gurubun içinde ya da dışında olmama bağlı değildi...


163

... Norveçli posta çalışanları Almanlar gibi çekmeyeceklerdi, Tanrı korusun, tabii ki dünyada tehlikeli bir gelişme yaşanıyordu, bu durumda tavrımı göstermeliydim, kürsüye çıkmalıydım, kendimi geri çekmek, buhran geçirmek, bir şeyleri bastırmak yerine bir görüş belirtmeliydim, çünkü benim ilgisizliğim dayanamadığım şeylerin sürekli artmasının nedenlerinden biriydi.


166

... bu iş süresince keyif alarak yaşayabilmek için bazı şeyleri anlamanın ne kadar önemli olduğunu öğrendim. ... en ufacık şeylerde bile üstlenmemiz gereken bir görev vardı.





.

.

.