24 Nisan 2023

Michel Foucault - Kelimeler ve Şeyler

 .

.

.



.

.

Kelimeler ve Şeyler


Michel Foucault


(Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), İmge Kitabevi, 2017 Ankara

Les Mots et les Choses, 1966



İçindekiler

Sunuş (Mehmet Ali Kılıçbay) 9

Önsöz 11


Birinci Bölüm 27


Birinci Ayırım: Arkadan Gelenler 27


İkinci Ayırım: Dünyanın Üslubu 45

I. Dört Benzerlik 45

II. İmzalar 57

III. Dünyanın Sınırları 63

IV. Şeylerin Yazısı 69

V. Dilin Varlığı 79


Üçüncü Ayırım: Temsil Etmek 83

I. Don Quichotte 83

II. Düzen 89

III. İşaretin Temsili 100

IV. İkiye Katlanmış Temsil 107

V. Benzerliğin Hayal Edilmesi 112

VI. “Mathesis” ve “Taxinomia” 118


Dördüncü Ayırım: Konuşmak 127

I. Eleştiri ve Yorum 127

II. Genel Gramer 132

III. Fiil Teorisi 147

IV. Eklemleşme 153

V. Adlandırma 164

VI. Türeme 172

VII. Dil Dörtgeni 180


Beşinci Ayırım: Sınıflandırmak 187

I. Tarihçilerin Söyledikleri 187

II. Doğa Tarihi 191

III. Yapı 197

IV. Karakter 205

V. Süreklilik ve Felaket 215

VI. Canavarlar ve Fosiller 223

VII. Doğanın Söylemi 232


Altıncı Ayırım: Mübadele Etmek 241

I. Zenginliklerin Çözümlenmesi 241

II. Para ve Fiyat 245

III. Merkantilizm 252

IV. Güvence ve Fiyat 261

V. Değerin Oluşması 274

VI. Yarar 282

VII. Genel Tablo 289

VIII. Arzu ve Temsil 298


İkinci Bölüm


Yedinci Ayırım: Temsilin Sınırları 307

I. Tarih Çağı 307

II. Emeğin Ölçüsü 313

III. Varlıkların Örgütü 319

IV. Kelimelerin Bükümü 328

V. İdeoloji ve Eleştiri 334

VI. Nesnel Sentezler 343


Sekizinci Ayırım: Emek, Hayat, Dil 351

I. Yeni Ampiriklikler 351

II. Ricardo 355

III. Cuvier 369

IV. Bopp 392

V. Nesne Haline Gelen Dil 413


Dokuzuncu Ayırım: İnsan ve İkizleri 423

I. Dilin Geri Dönüşü 423

II. Kralın Yeri 429

III. Sonluluğun Anlitiği 435

IV. Ampirik ve Aşkın 444

V. Cogito ve Düşünülmemiş 449

VI. Kökenin Geri Çekilişi ve Geri Dönüşü 458

VII. Söylem ve İnsan Varlığı 467

VIII. Antropolojik Uyku 474


Onuncu Ayırım: İnsan Bilimleri 479

I. Bilgiler Üçgeni 479

II. İnsan Bilimlerinin Biçimi 485

III. Üç Model 494

IV. Tarih 511

V. Psikanaliz, Etnoloji 520

VI. 538




_________

kart için hazırlıklar

* pozitifliğin oluşması

* kaderi saptayan anatomi

__________________






Önsöz 11


11

Bu kitabın doğum yeri, Borges’in bir metninin içindedir. Okunduğunda, düzene sokulmuş tüm yüzeyleri ve varlıkların kaynaşmasını bizim için yatıştıran tüm düzlemleri sarsalayarak, bizim bin yıllık Aynı ve Başka uygulamamızı şirazesinden çıkartarak ve onu uzun bir süre boyunca kaygılara sevk ederek, tüm düşünce alışkanlıklarını -bizimkileri: bizim çağımız ve coğrafyamızın sahip olduklarını- sarsan gülüşün içindedir. Bu metin “bir Çin ansiklopedisi”ni zikretmektedir, bu eserde, “hayvanlar: a) İmparatora ait olanlar, b) içi saman doldurulmuş olanlar, c) evcilleştirilmiş olanlar, d) süt domuzları, e) denizkızları, f) masalsı hayvanlar, g) başıboş köpekler, h) bu tasnifin içinde yer alanlar, i) deli gibi çırpınanlar, j) sayılamayacak kadar çok olanlar, k) devetüyünden çok ince bir fırçayla resmedilenler, l) vesaire, m) testiyi kırmış olanlar, n) uzaktan sineğe benzeyenler olarak ayrılırlar” diye yazılmıştır.


14

Roussel


15

Ütopyalar teselli etmektedirler...

Bu türdeş olmayan yerler (heterotopyalar), ... dili gizlice tahrip etmekte, ... ortak adları parçalamakta..., ... “sentaks”ı önceden tahrip etmektedirler, ... sözü kurutmakta, kelimeleri kendi üzerlerinde durdurmakta, her tür gramerin olabilirliğini daha kökünden itibaren reddetmektedirler; ... cümlelerin lirizmine kısırlığın darbesini indirmektedirler.


16

Borges okunduğunda gülmeye neden olan rahatsızlık, hiç kuşkusuz, dili tahrip olmuş kişilerin huzursuzluğuyla derinden akrabadır: yer ve ad “ortak”lığını kaybetmiş olmak. Yoldan çıkma (atopia), konuşma yeteneğini kaybetme (aphasia).


18

Bir kültürün temel kodları -onun diline, algılama şemalarına, alışverişlerine, tekniklerine, değerlerine, uygulamalarının hiyerarşisine hükmedenleri-, daha işin başında, her insan için, karşılaşacağı ve kendini onların içinde bulacağı ampirik düzenleri saptar. Düşüncenin öteki ucunda bilimsel teoriler veya filozofların yorumları, genelde neden bir düzen olduğunu, bunun hangi yasaya boyun eğdiğini, hangi ilke sayesinde fark edilebildiğini, hangi nedenden ötürü başka biri değilde bu düzenin yerleşik hale geldiğini açıklamaktadırlar. Fakat, bu birbirine çok uzak iki bölgenin arasında, esas olarak aracı bir role sahip olmakla birlikte, hiç de temelli olmaktan geri kalmayan bir alan hüküm sürmektedir: Burası daha karışık, daha karanlık ve hiç kuşkusuz, çözümlenmesi daha güçtür. [-----------] Bir kültür, ona ilksel kodları tarafından hükmedilen ampirik düzenlerden hissedilmeden uzaklaşarak, onlara karşı ilk mesafeyi koyarak, işte burada onlara başlangıçtaki şeffaflıklarını kaybettirmekte, onlar tarafından edilgin bir şekilde kat edilmeye son vermekte, onların dolaysız ve görünmez güçlerinden sıyrılmakta, bu düzenlerin herhalde yegâne mümkün olanları ve en iyileri olmadıklarını fark edecek kadar özgürleşmektedir; öylesine ki, bu kendiliğinden düzenlerin ötesinde, sessiz bir düzene uyan, kendiliklerinden düzene sokulabilir şeylerin olduğu ham gerçeğiyle, kısacası düzen olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu, sanki-kültür, dilsel, algısal, uygulamasal şifre anahtarlarının bir bölümünden kurtulurken, onların üzerine, onları yararsızlaştıran, onları iki katına çıkartırken aynı anda hem açığa çıkartan, hem de dışlayan ve bu arada kendini düzenin ham varlığının karşısında bulan ikinci bir şifre anahtarı uyguluyormuş gibi olmaktadır. Dil, algı, uygulama kodları, işte bu düzen adına eleştirilmekte ve kısmen geçersiz kılınmaktadır. Şeylerin düzenine ilişkin genel teoriler ve bunların davet ettiği yorumlar, ilkel taban sayılan bu düzenin fonu üzerinde inşa edileceklerdir. Böylece zaten kodlanmış bakış ile kendini tanıyan bilince ilişkin bilginin arasında, düzeni bizatihi kendi varlığı altında serbest bırakan medyan bir bölge vardır: düzeni işte burada, kültüre ve dönemlere göre sürekli ve basamaklı veya parçalı ve süreksiz olarak, mekâna bağlı veya zamanın ilerlemesi tarafından her an oluşturularak, bir değişkenler tablosuna benzeşerek veya tutarlılıktan ayrılmış sistemler tarafından tanımlanarak, birbirine yakın olanları izleyen veya kendi kendilerine aynada denk düşen benzerliklerden meydana gelerek, artan farklılıkların çevresinde düzenlenerek vb., ortaya çıkmaktadır. Öylesine ki, bu “medyan” bölge düzenin varlığının tarzlarını dışa vurduğu ölçüde, kendini en temelli unsur sayabilir: onu artık az çok kesinlik veya geçerlilik içinde aktardığı yer, sayılan kelimelerden, algılardan ve hareketlerden öncedir (işte bu nedenden ötürü, bu düzen deneyi kitlesel ve ilksel varlığı içinde, her zaman kritik bir rol oynamaktadır); onlara açık bir biçim, tüketici bir uygulama veya felsefi bir temel vermeye çalışan teorilerden daha sağlam, daha eski, daha az kuşku uyandırıcı, her zaman daha “doğru”dur. Böylece her kültürde, düzenleyici kodlar denilebilecek şeylerle düzen üzerindeki düşünme arasında, düzenin ve onun varoluş tarzlarının çıplak deneyi vardır.


20

Bu incelemede çözümlemek istenilen işte bu deneydir. Söz konusu olan, bu deneyin XVI. yy’dan bu yana, bizimki gibi bir kültürün ortasında ne hale gelebildiğini göstermektir: konuşulduğu haliyle dilin, algılandıkları ve bir araya toplandıkları halleriyle doğal varlıkların, uygulandıkları halleriyle alışverişlerin başlangıçlarına sanki akıntıya karşı yüzermiş gibi giderek, kültürümüzün kendinin düzen olduğunu hangi biçimde dışa vurduğunu ve alışverişlerin yasalarını, canlı varlıkların düzenliliklerini, kelimelerin bağlantı ve temsil etme değerlerini bu düzendeki değişmelere borçlu olduklarını göstermek söz konusudur; gramer ve filolojinin, doğa tarihi ve biyolojinin, zenginliklerin incelenmesi ve ekonomi politiğin içinde serpilen bilgilerin pozitif dayanağını meydana getirmek üzere, hangi düzen değişmelerinin kabul edildiğini, konulduğunu, bunların birbirine bağlandığını göstermek söz konusudur. Görüldüğü üzere, böylesine bir çözümleme fikirler veya bilimler tarihi alanına mensup değildir: bu daha çok, bilgilerin ve teorilerin nereden itibaren mümkün olduklarını, bilginin hangi düzen mekânına göre oluştuğunu, bilimlerin oluşmaya, deneylerin felsefelere yansımaya, rasyonelliklerin ortaya çıkmaya -herhalde çözülmek ve sonra da yok olmak için- başlamalarının hangi tarihsel a priori ve fikirlerin hangi pozitiflik unsurunun içinde görülür hale geldiklerini bulmaya çabalayan bir incelemedir.


21

... bu arkeolojik araştırma, Batı kültürünün episteme’si içinde iki büyük süreksizlik göstermiştir: klasik çağı başlatanı (XVII. yy’ın ortasına doğru) ve XIX. yy’ın başında bizim modernliğimizi belirleyeni.


22

[arkeolojik düzeyde] ... pozitiflik sistemlerinin XVIII. yy ile XIX. yyların dönemecinde kitlesel bir şekilde değiştikleri görülmektedir. Bunun nedeni, aklın gelişme kaydetmiş olması değil de, şeylerin varoluş tarzının ve onları paylaştırırken bilgiye sunan düzenin derinlemesine bozulmuş olmasıdır. ... arkeoloji, bilginin genel uzayına, onun temsillerine ve buraya mensup şeylerin varoluş tarzına atıfta bulunarak, yeni bir pozitifliğin eşiğini eşanlılık sistemleri kadar çerçevelemek için gerekli ve yeterli olan mütasyonlar dizisini tanımlamaktadır.


[XIX. yy’dan itibaren,] ... mümkün bütün düzenlerin genel temeli olarak temsil teorisi, şeylerin dolaysız tablosu ve ilk çerçevesi, temsil ile varlıklar arasındaki vazgeçilmez menzil olarak dil ortadan silinmişlerdir. ... mübadelelerin ve paranın çözümlenmesi yerini üretimin incelenmesine bırakmış, organizmanın çözümlenmesi tasnife yönelik nitelikteki araştırmaya uyum sağlamış ve özellikle de dil ayrıcalıklı yerini kaybederek sırası geldiğinde geçmişinin ona sağladığı tüm kalınlıkla birlikte, tutarlı tarihin bir çehresi haline gelmiştir.


... insanın yeni bir icattan, iki yüzyıldan daha fazla bir geçmişi olmayan bir biçimden, bilgimizin içindeki sıradan bir konumdan ibaret olduğunu ve bu bilginin yeni bir biçim bulmasıyla hemen yok olacağını düşünmek rahatlatıcıdır ve derin bir sükûnet vermektedir.




Birinci Bölüm 27


Birinci Ayırım: Arkadan Gelenler 27


35

Görünene kaçınılmaz olarak uygun düşmeyen bir dili sonsuza kadar sürdürmek yerine, Velazquez’in bir tablo yaptığını, bu tabloda kendini kendi atölyesinin içinde veya Escurial sarayının bir salonunda, kralın çocuklarından Margarita’nın dadılaroyla, hizmetçileriyle, saraylılarla ve cücelerle çevrelenmiş olarak seyrettiği halde, iki kişinin resmini yaparken temsil ettiğini, bu grubun içindekilere çok kesin adlar verilebileceğini söylemek yeterlidir... [dona Maria Agustina, Sarmienta, Nieto, Nicolaso Pertusato, Kral IV. Felipe ve karısı Marianna]


Bu özel adlar yararlı atıf noktaları oluşturacaklar, ikircikli işaretleri önleyeceklerdir; ... Fakat, dilin resimle olan bağlantısı sonsuz bir ilişkidiri Bunun nedeni sözün yetersizliği ve görünenin karşısında kapatmaya boşuna uğraşacağı bir açığının olması değildir. Bunlar birbirlerine indirgenemez niteliktedirler: gördüğümüz şeyleri istediğimiz kadar anlatalım, görünen şey hiçbir zaman söylenen şeyin içine sığmaz ve söylenmekte olan şey imgeler, eğretilemeler, kıyaslamalar aracılığıyla istendiği kadar gösterilmeye çalışılsın, bunların ışıklarını saçtıkları yer gözlerin gördüğü değil de, sentaksın ardışıklığının tanımladığı yerdir.


43

Kralın kraliçeyle birlikte tahtta oturduğu yer, aynı zamanda sanatçının ve seyircinin de yeridir.



İkinci Ayırım: Dünyanın Üslubu 45


I. Dört Benzerlik 45


45

Benzerlik, Batı kültüründe XVI. yy’ın sonuna kadar yapıcı bir rol oynamıştır. ... Dünya kendi üzerine dolanmaktaydı: yeryüzü gökyüzünü tekrarlamakta, çehreler yıldızlarda yansımakta ve bitki insana yarayan sırlarını saplarında geliştirmekteydi. Resim, mekânı taklit etmekteydi. Ve temsil -ister şenlik, ister bilgi olsun-, kendini tekrar olarak sunmaktaydı: hayatın tiyatrosu veya dünyanın aynası; her dil onun kendini haber verme biçimine bu başlığı koyuyor ve onun konuşma hakkını böyle formüle ediyordu.


46

Benzerliğin semantik dokusu XVI. yy’da çok zengindir: ... (contractus, consensus, ... societas, ...), Consonantia, Concertus, Continuum, ... Similitudo, Conjnunctio, ... Ve düşüncenin yeryüzünde birbirlerine dolanan, karışan, birbirini güçlendiren veya sınırlandıran daha birçok kavramı vadır. ... esaslı olan dört tanesi...


convenientia ... bu kelime yerlerin birbirlerine yakınlığını benzerlik’ten daha güçlü bir şekilde işaret etmektedir.


II. İmzalar 57

III. Dünyanın Sınırları 63

IV. Şeylerin Yazısı 69

V. Dilin Varlığı 79


Üçüncü Ayırım: Temsil Etmek 83

I. Don Quichotte 83

II. Düzen 89

III. İşaretin Temsili 100

IV. İkiye Katlanmış Temsil 107

V. Benzerliğin Hayal Edilmesi 112

VI. “Mathesis” ve “Taxinomia” 118


Dördüncü Ayırım: Konuşmak 127

I. Eleştiri ve Yorum 127


II. Genel Gramer 132


133

Dili böylece tüm işaretlerden ayıran ve onun temsilin içinde belirleyici bir rol oynamasını sağlayan nokta, bireysel veya kolektif, doğal veya keyfi olması değil de, temsili zorunlu olarak ardışık bir düzene göre çözümlemesidir: nitekim, sesler birbirlerine ancak birer birer eklemlenebilirler; dil düşünceyi, bütünlüğü içinde hemen temsil edemez, onu doğrusal bir düzene göre uzun uzadıya hizaya sokması gerekir. Oysa bu durum temsile yabancıdır. ...


134

... “düşünce basit bir işlemse de, ifade edilmesi ardışık bir işlemdir. Dilin onu hem temsilden hem de işaretlerden farklılaştıran özelliği burada yatmaktadır.


III. Fiil Teorisi 147

IV. Eklemleşme 153


V. Adlandırma 164


167

... eylem dilini meydana getiren unsurlar (sesler, jestler, yüz buruşturmalar) doğa tarafından birbiri peşi sıra sunulmuşlardır, ama bunların çoğu, işaret ettikleriyle hiçbir içerik özdeşliğine sahip olmayıp, özellikle eşanlılık ve ardışıklık ilişkilerine sahiplerdir. Çığlık korkuya, uzatılan el de açlığa benzememektedir. Üzerlerinde anlaşmaya varıldıktan sonra, bu işaretler “fantezisiz ve kaprissiz” olacaklardır, çünkü bunların hepsi, bir kerede ebediyen geçerli olmak üzere, doğa tarafından ihdas edilmişlerdir; ama işaret ettiklerinin doğasını ifade etmeyeceklerdir, çünkü hiç de onun imgesinde değillerdir. Ve insanlar buradan itibaren, anlaşmaya dayalı bir dil kurabilirler: ... Eşitsizliğin Kaynağı Üzerine Söylev’inde, Rousseau hiçbir dilin insanlar arasındaki bir anlaşmaya dayanamayacağını, çünkü bunun zaten bilinen ve uygulanan bir dili gerektirdiğini, öyleyse dilin insanlar tarafından kurulduğunun değil de, ona maruz kalındığının düşünülmesi gerektiğini ileri sürüyordu.


VI. Türeme 172

VII. Dil Dörtgeni 180


Beşinci Ayırım: Sınıflandırmak 187

I. Tarihçilerin Söyledikleri 187

II. Doğa Tarihi 191

III. Yapı 197

IV. Karakter 205

V. Süreklilik ve Felaket 215

VI. Canavarlar ve Fosiller 223

VII. Doğanın Söylemi 232


Altıncı Ayırım: Mübadele Etmek 241

I. Zenginliklerin Çözümlenmesi 241

II. Para ve Fiyat 245

III. Merkantilizm 252

IV. Güvence ve Fiyat 261

V. Değerin Oluşumu 274

VI. Yarar 282



VII. Genel Tablo 289

VIII. Arzu ve Temsil 298


İkinci Bölüm


Yedinci Ayırım: Temsilin Sınırları 307

I. Tarih Çağı 307

II. Emeğin Ölçüsü 313

III. Varlıkların Örgütü 319

IV. Kelimelerin Bükümü 328

V. İdeoloji ve Eleştiri 334

VI. Nesnel Sentezler 343


Sekizinci Ayırım: Emek, Hayat, Dil 351

I. Yeni Ampiriklikler 351

II. Ricardo 355

III. Cuvier 369

IV. Bopp 392

V. Nesne Haline Gelen Dil 413


Dokuzuncu Ayırım: İnsan ve İkizleri 423

I. Dilin Geri Dönüşü 423

II. Kralın Yeri 429


III. Sonluluğun Analitiği 435


435

Doğal tarih biyoloji haline geldiğinde, zenginlikler çözümlemesi iktisat haline geldiğinde, özellikle dil üzerindeki düşünce kendini filoloji haline getirdiğinde ve varlık ile temsilin ortak yerlerini buldukları şu klasik söylem ortadan silindiğinde, insan bir bilgi için nesne ve bilen için de özne olan ikircikli konumunun içinde, böylesine arkeolojik bir değişimin derin hareketinin içinde ortaya çıkmıştır: ...


436

Cuvier ve çağdaşları, hayattan kendi kendini ve varlığının derinliğinde de, canlının olabilirlik koşullarını tanımlamasını istemişlerdi; Ricardo da aynı şekilde, emekten mübadelenin, kârın ve üretimin olabilirlik koşulunu sormuştu; ilk filologlar da, söylem ve gramerin olabilirliğini dillerin tarihsel derinliğinin içinde aramışlardı. Temsil bizatihi bu olgudan ötürü, canlılar için, ihtiyaçlar için ve kelimeler için, onların kökenleri ve gerçekliklerinin ilkel makamı olma değerini taşımaya son vermişti; temsil artık onlara nazaran, onları kavrayan ve ihya eden bir bilincin içinde, onlara az çok bulanık bir şekilde karşılık veren bir etkiden başka bir şey değildir. Şeylere ilişkin temsil artık bağımsız bir tablonun içinde, onların düzene sokulmasının sergilenişi değildir; temsil artık insanın olduğu şu amprik bireyin cephesinden, şimdi bizzat şeylerin kendine ve onların iç yasasına ait olan bir düzenin olgusudur -belki de bundan da az olmak üzere, görünüşüdür-. Varlıklar temsilin içinde kimliklerini değil de, insanla kurdukları dış ilikiyi açık etmektedirler.


IV. Ampirik ve Aşkın 444


V. Cogito ve Düşünülmemiş 449


452

... konuştuğum ve düşüncemin onun içinde, tüm kendine özgü olabilirliklerini onda bulacak kadar kaydığı, ama aslında hiçbir zaman tamamen güncelleştiremeyeceği çökeltilerin ağırlığı içinde var olabilen şu dil olduğumu (şu dil olarak var olduğumu) söyleyebilir miyim? Ellerimle gerçekleştirdiğim, ama yalnızca bitirdiğimde değil, daha girişmeden önce ellerimden kaçan şu çalışma olduğumu (şu çalışma olarak var olduğumu) söyleyebilir miyim? Kendi derinliklerimde hissettiğim, ama beni hem kendiyle birlikte ileri ittiği ve beni ân için doruğuna tüneten müthiş zamanla, hem de ölümümü hükmeden kaçınılmaz zamanla sarmalayan şu hayat olduğumu (şu hayat olarak var olduğumu) söyleyebilir miyim? Bütün bunları olduğumu da, olmadığımı da söyleyebilirim: cogito bir olmak iddiasına götürmemekte, sadece olmak’ın söz konusu olduğu bir dizi soruyu gündeme getirmektedir: ...


VI. Kökenin Geri Çekilişi ve Geri Dönüşü 458

VII. Söylem ve İnsan Varlığı 467

VIII. Antropolojik Uyku 474


Onuncu Ayırım: İnsan Bilimleri 479

I. Bilgiler Üçgeni 479

II. İnsan Bilimlerinin Biçimi 485

III. Üç Model 494

IV. Tarih 511


V. Psikanaliz, Etnoloji 520


537

[insanın yok olmakta olduğu...] Bunun nedeni, modern episteme’nin -XVIII. yy’ın sonunda oluşan ve hâlâ bilgimize pozitif zemi olarak hizmet edeni, insanın kendine özgü varoluş tarzını ve onu ampirik olarak tanımanın olabilirliğini meydana getireni- tümünün Söylem’in ve tekdüze hükümranlığının yok olmasına, dilin nesnellik cephesine kaymasına ve çok kereler yeniden ortaya çıkmasına bağlı olmasıydı. ...........................................


538

... insan kendi biçimini, parçalar halindeki bir dilin aralıklarında meydana getirmiştir. Tabii ki bunlar ... cevaplandırılmaları mümkün olmayan sorulardır; yalnızca onları sorabilme olabilirliğinin kuşkusuz gelecekte ortaya çıkacak bir düşünceye açıldığını bilerek, onları kendilerini ortaya koydukları yerde boşlukta bırakmak gerekmektedir.


VI. 538





Jorge Luis Borges

1899 - Buenos Aires, Arjantin / 1986 - Cenevre, İsviçre

1923 Buenos Aires Tutkusu

1929 San Martin Defteri (Cuaderno San Martín)

1933 Alçaklığın Evrensel Tarihi, öykü dizisi

1935 Al-Motasim'e Bir Bakış, öykü

1936 Sonsuzluğun Tarihi, denemeler

1937 Virginia Woolf ve William Faulkner çevirileri

Pierre Menard, Don Quixote'un Yazarı, hikaye

Tlön, Uqbar, Orbis Tertius, hikaye

1941 Yolları Çatallanan Bahçe, öyküler

1942 Don İsidro İçin Altı Problem, polisiye hikâyeler

1949 Alef (El Alef), kısa hikâyeler

1975 Kum Kitabı (El libro de arena), toplama hikayeler

1984 Atlas


İletişim Yayınları - Borges - Toplu Eserler

Brodie Raporu

Dantevari Denemeler / Shakespeare'in Belleği

Yedi Gece

Sonsuz Gül

Alef

Ficciones

Düşsel Varlıklar Kitabı

Yaratan

Tartışmalar

Evaristo Carriego

Şifre

Sonsuzluğun Tarihi

Kum Kitabı

Öteki Soruşturmalar

Atlas

Alçaklığın Evrensel Tarihi



26 Temmuz 2021

Michel Foucault - Dışarının Düşüncesi / Maurice Blanchot - Hayalimdeki Michel Foucault

 .

.

.




.

.


Dışarının Düşüncesi - Michel Foucault

Hayalimdeki Michel Foucault - Maurice Blanchot 1966


(Çev. Ayşe Meral) Kabalcı Yayınevi, 2005, İstanbul




Dışarının Düşüncesi - Michel Foucault


12

Aslında dar anlamda “edebiyat” olarak anlaşılan şeyin doğmasına yol açan olay, yalnızca yüzeysel bir bakış için içselleştirme düzenindendir; daha çok “dışarıya” bir geçiş söz konusudur: Dil, söylemin varlık kipinden -yani temsilin hanedanlığından- kaçar ve edebi söz, her noktası birbirinden ayrı, en yakınlarından bile uzak ve aynı anda onları barındıran ve ayıran bir uzamda her başka noktaya göre konumlandırıldıkları bir ağ oluşturarak kendisinden başlayarak gelişir. Edebiyat, yakıcı tezahür noktasına dek, kendisine yaklaşan dil değildir, kendisini kendisinden en uzağa koyan dildir... Edebiyatın “öznesi” (onda konuşan şey ve onun konuştuğu şey) olumluluğu içinde, dilden çok “konuşuyorum”un çıplaklığında kendisini ifade ettiğinde kendi uzamını bulduğu boşluktur.


13

Bu tarafsız uzam günümüzde batı kurmacasını karakterize eder (bu nedenle de o artık ne bir mitoloji ne de bir retoriktir). Bununla beraber bu kurmacayı düşünmeyi zorunlu kılan şey -oysa eskiden hakikati düşünmek söz konusuydu- “konuşuyorum”un “düşünüyorum”un tersine işliyor olmasıdır. Gerçekten de “düşünüyorum” Ben’in ve varoluşunun su götürmez kesinliğine götürür; oysa “konuşuyorum” bu varoluşu geriletir, dağıtır, siler ve yalnızca boş yerinin ortaya çıkmasına izin verir. Düşüncenin düşüncesi, felsefe bize düşüncenin bizi en derin içselliğe götürdüğünü öğrettiği için daha da geniş bir gelenektir. Sözün sözü, bizi edebiyat aracılığıyla, ama belki başka yollarla da konuşan öznenin yok olduğu bu dışarıya vardırır.


15

Dilin varlığı, kendisi için ancak öznenin ortadan kaybolmasında ortaya çıkar.


16

Bir gün bu “dışarının düşüncesi”nin biçimlerini ve kategorilerini tanımlamaya çalışmak gerekecektir.


20

imgelenmiş dışarı türleri


22

Kurmacanın dilinden simetrik bir dönüşüm talep edilmektedir. Bu dil, artık imgeleri yorulmak bilmeden üreten ve parlamasını sağlayan iktidar değil de, onları çözen, fazla yüklerini hafifleten, onları patlamaya vardıracak kadar yavaş yavaş aydınlatan ve imgelenemezin hafifliği içinde onları saçan içsel bir saydamlıkla onlara yerleşen bir güç olmalıdır. Blanchot’da kurmacalar, imgelerden çok imgelerin dönüşümü, yer değiştirmesi, tarafsız aracısı, zaman aralığıdır. Bunlar kesindir, yalnızca gündeliğin ve anonimliğin gri tonlarında çizilmiş figürleri vardır; ve bunlar hayret etmeye yer bıraktıklarında, bunu asla kendi içlerinde değil, onları kuşatan boşlukta, köksüz ve kaidesiz bırakıldıkları uzamda yaparlar.


55

[... Yücelerde’de boş vaadin saf patlaması... ... Son İnsan’ın sonunda sonraki yeniden başlangıcın sözcükleriyle ilk temas.]

Böylece dil sözcüklere, söyleme ve edebiyata ilişkin bilincimizin oluştuğu bütün eski mitlerden kurtulmuş olarak kendisini keşfeder. Uzun zaman dilin zamanın efendisi olduğuna, verilmiş sözdeki gelecek bağı gibi bellek ve anlatı değerinde olduğuna; kehanet ve tarih olduğuna inanıldı; aynı zamanda bu hükümranlıkta hakikatin görünür ve ebedi bedenini ortaya çıkarma gücüne sahip olduğuna inanıldı; özünün sözcüklerin biçiminde ya da onları titreten solukta olduğuna inanıldı. Oysa o yalnızca biçimsiz bir söylenti ve ışıldamadır, gücü saklanmasındadır; bu nedenle zamanın erozyonuyla tek ve aynı şeydir; derinliksiz unutma ve bekleyişin saydam boşluğudur.


Dil, her bir sözcüğüyle, kendisinden önce varolan içeriklere doğru ilerler; ama varlığının kendisinde ve varlığının en yakınında kendisini tutmasıyla yalnızca bekleyişin saflığında açılıp yayılır. Bekleyiş ise hiçbir şeye yönelmez: çünkü onu bütünüyle karşılayacak nesne onu yalnızca silebilir. Bununla beraber bulunduğu yerde yazgısına boyun eğmiş hareketsizlik değildir; sona ermeyecek ve kendisine hiç dinlenme ödülü vaat etmeyecek bir hareketin dayanıklılığına sahiptir... Onu toplayan bellek değil, unutmadır.


57

Bekleyen ve unutkan varlığında, her belirli anlamlamayı ve konuşanın varlığını bile silen gizlenme gücünde, her varlığın özsel saklanma yerini oluşturan ve böylece imgenin uzamını özgürleştiren bu gri tarafsızlıkta dil ne hakikattir ne zamandır, ne ebediliktir ne insandır, o her zaman bozulmuş dışarının biçimidir...


Hayalimdeki Michel Foucault - Maurice Blanchot


67

iktidarın çeşitli düzenekleri [dispositif]







.

.

.


23 Temmuz 2021

Carlo Rovelli - Zamanın Düzeni

 .

.

.




.

.

Zamanın Düzeni


Carlo Rovelli


(Çev. Tolga Esmer), Tellekt Yayınları, 2020 İstanbul



5

loop (ilmek) kuantum kütle çekimi kuramı



11

hicviyeler


19

Zaman dağda daha hızlı, ovada daha yavaş akar.


27

Çevredeki hiçbir şey değişmiyorsa, ısı soğuk bir kütleden sıcak bir kütleye geçemez.


28

Doğanın temel denklemleri içinde zaman oku yalnızca işin içinde ısı varsa ortaya çıkar.


Yalnızca ısının olduğu yerde, geçmiş ile gelecek arasında bir ayrım vardır. Düşünceler geçmişten geleceğe doğru gelişir, ters yönde değil; aslında düşünmek de başımızda ısı üretir.


29


ΔS ≥ 0


Delta S her zaman 0’a eşit veya 0’dan büyüktür; buna “termodinamiğin ikinci yasası” denir (birincisi enerjinin korunumudur). İçeriğinin özü ısının yalnızca sıcak cisimlerden soğuk cisimlere geçmesi, tersinin hiçbir zaman mümkün olmamasıdır.


30

Isı, moleküllerin mikroskobik ölçekteki çalkantısıdır. Sıcak bir çay, moleküllerin çok çalkantılı olduğu bir çaydır. [Soğuk bir çayda moleküller az çalkantılı, daha soğuk olan bir buz parçasında daha da durağandır.]


31

Bir bardak suyun yansımaları içinde benzer biçimde -dünya üstünde yaşayan insanlardan çok daha fazla sayıda olan- sayısız molekülün kargaşa içindeki etkinliği budur.


Şeyler neden zamanın bir yönünde -geçmiş dediğimiz yönde- düzenliydi? Evrenin büyük oyun kağıdı destesi geçmişte neden düzenliydi? Entropi neden geçmişte düşüktü?


32

[Bazı dizilişlerin diğerlerinden daha özel olması...] “Özellik” kavramı yalnızca evreni bulanık, yaklaşık olarak gördüğüm anda doğar.


33

Geçmiş ile gelecek arasındaki fark, bizim doğayı bulanık biçimde görmemizle ilişkilidir. Bu, bizi dehşete düşüren bir sonuçtur: Benim bu kadar canlı, temel, varoluşsal duygum -zamanın akışı- doğayı en ince ayrıntısına kadar algılamayışıma mı bağlıdır?


34

Zaman bir başka önemli parçasını daha yitirmiştir: Özündeki geçmiş-gelecek farkını. Boltzmann zaman akışının özünde hiçbir şey olmadığını anlamıştı. Yalnızca geçmişteki bir anda evrenin gizemli olasılıksızlığının bulanık bir yansıması olduğunu...


35

[Yavaş ve hızlı hareket eden iki kişi] Hareket eden daha az yaşlanır, saati daha az bir zaman süresini gösterir, düşünmek için daha az zamanı olur, yanında götürdüğü bitki daha geç filizlenir vb. Hareket eden herkes için zaman daha yavaş geçer.


38

Şimdi” kavramı yakındaki şeylerle ilgilidir, uzaktaki şeyler için değil.


58

Fizikçiler, ... evrenin fiziksel gerçekliğinin örgüsünü oluşturan şeylere “alanlar” der. ... “Dirac” alanları... “Elektromanyetik” alan... “kütle çekimi” alanı...


59

Uzay-zaman kütle çekimi alanıdır... madde olmadan da kendiliğinden var olan bir şeydir.


74

Evreni bir olaylar ve süreçler toplamı olarak düşünmek, onu kavramanın, onun bilincine varmanın, onu betimlemenin en iyi yoludur. ... Evren bir nesneler toplamı değildir, bir olaylar toplamıdır.


Nesnelerle olaylar arasındaki fark, nesnelerin zaman içinde kalıcı olmasıdır. Olayların süresi sınırlıdır. Tipik bir nesne örneği bir taştır, yarın onun nerede olacağını merak edebiliriz. Oysa bir öpücük bir olaydır. Öpücüğün yarın nereye gideceğini merak etmenin bir anlamı yoktur. Doğa taş ağlarından değil, öpücük ağlarından oluşur.


75

Daha dikkatli bakılacak olursa, aslında bir nesne’ye en çok benzeyen şeyler de, sonuçta uzun süren olaylardan başka şeyler değildir. En sert taş bile kimyadan, fizikten, minerolojiden, jeolojiden, psikolojiden öğrendiklerimiz ışığında, aslında kuantum alanlarının karmaşık bir titreşimi, kuvvetlerin anlık bir etkileşimi, yeniden parçalanıp toza dönüşmeden önce çok kısa bir an için denge içinde, olduğu gibi kalmayı başarabilen bir süreç[tir]... Evren anlık seslerden ve denizdeki dalgalardan daha çok taşlardan yapılmış değildir.


76

[İnsan kesinlikle bir nesne değildir]; bir dağın üstündeki bulut gibi havanın, besinlerin, bilgilerin, ışığın, sözlerin vb. girip çıktığı karmaşık bir süreçtir... Bir toplumsal ilişkiler ağındaki [socius], bir kimyasal süreçler ağı içindeki, benzerleriyle alışveriş içinde bulunduğu duygular ağındaki düğüm noktalarından biri...


79

Dilbilgisinin yetersizliği...


83

Dilbilgisi, doğanın zengin yapısını kavramaktaki belirsizliğinin farkına varmamızdan önce bizim kısıtlı deneyimlerimizle oluşmuştur.


87

Doğayı betimlemek için zaman gerekli değildir. Onu betimleyen değişkenler gereklidir... göğün rengi, bir bambunun esnekliği, bir omuza konan elin basıncı, bir kaybın acısı... Dünyayı betimlediğimiz terimler bunlardır. Sürekli değiştiğini gördüğümüz nicelikler ve özellikler... Bu değişimlerde düzenlilikler vardır... Bu nicelikler arasında birbirlerine göre düzenli olarak değişen bazı nicelikler vardır: Günlerin sayısı, ayın evreleri... Referans olarak bunları kullanmak kolaydır: Yarın saat 04:35’te buluşalım...


Bütün bunlar için ayrıcalıklı bir değişken seçmemiz ve ona “zaman” dememiz gerekmez. Bilim yapmak istiyorsak, değişkenlerin birbirine göre nasıl değiştiğini söyleyen bir kurama ihtiyacımız vardır. Evrenin... bir zaman değişkenine ihtiyacı yoktur: Bize yalnızca doğada değiştiğini gördüğümüz şeylerin birbirine göre nasıl değiştiklerini söylemesi gerekir. Yani bu değişkenler arasında geçerli olabilecek hangi ilişkiler olduğunu...


88

Kuantum kütle çekiminin temel denklemleri tam da böyle oluşturulmuştur: Bir zaman değişkeni içermezler ve evreni değişken nicelikler arasındaki olası ilişkileri belirterek betimlerler.


91

Üstünde çalıştığım ilmek kuantum kütle çekimi denklemleri...


Kuramın değişkenleri bildiğimiz maddeyi, yani fotonları, elektronları, atomu oluşturan diğer parçacıkları ve kütle çekimi alanını meydana getiren alanları -hepsi birbiriyle eşit düzeyde olacak şekilde- betimler.


Alanlar tanecikli bir yapıyla ortaya çıkar: Temel parçacıklardan, fotonlardan ve kütle çekimi kuantumlarından, daha doğru ifadeyle “uzay kuantumları”ndan oluşurlar. Bu temel tanecikler uzaya gömülü halde bulunmaz; uzayı onlar oluşturur. Daha iyi bir ifadeyle, evrenin uzamsallığı onlar arasındaki etkileşim ağıdır. Zaman içinde bulunmazlar; sürekli olarak birbiriyle etkileşimde bulunur, hatta yalnızca sürekli etkileşime dayanarak var olurlar; bu etkileşim de evrenin bir olay olarak gerçekleşmesinin ta kendisidir; bu zamanın en küçük temel biçimidir ve ne bir yönü vardır, ne doğru şekilde düzenlenmiştir, ne de Einstein’ın araştırdığı gibi eğri ve pürüzsüz bir geometrisi vardır.


Bu etkileşimlerin dinamiğinin temelinde olasılık vardır. ... Evrenin olaylarının tam bir haritasını, tam bir geometrisini çizemeyiz çünkü olaylar ve bunlarla birlikte zamanın geçişi, her zaman yalnızca bir etkileşim içinde ve etkileşimi kapsayan fiziksel sisteme ilişkin olarak gerçekleşir. Evren birbirleriyle ilişkide olan bakış açılarının bir toplamıdır; “evrenin dışarıdan görünüşü” ifadesi mantıklı değildir çünkü evrenin “dışı” diye bir şey yoktur.


92

Uzamsal bitişiklik ilişkileri uzay taneciklerini ağlarla birbirine bağlar. Bunlara “spin ağları” denir. ... Bir spin ağındaki tek bir halkaya loop [ilmek] denir... Ağların kendileri de kesikli sıçramalarla birbirlerine dönüşür ve kuramda spin köpükleri olarak adlandırılan yapılar olarak betimlenir.


98

Yakından bakıldığında doğadaki her şey bulanık görünür. Tam olarak nerede dağ biter ve ova başlar? ... Dünyayı kalın dilimlere böleriz. Onu, belirli bir ölçekte ortaya çıkan, bizim için anlamlı kavramlar çerçevesinde düşünürüz.


99

Isıl zaman”


Isıl moleküler karışımın çılgınlığı içinde, değişebilecek tüm değişkenler sürekli olarak değişir. ... yalnızca biri değişmez: Yalıtılmış bir sistemde bulunan toplam enerji. Enerji ile zaman arasında sıkı bir bağ vardır.


100

Boltzmann, bir bardak suda görmediğimiz sayısız mikroskobik değişken olduğu gerçeğinden yola çıkarak, ısının davranışının bir bulanıklık içerdiğini anlamıştı. Suyun olası mikroskobik konfigürasyonlarının sayısı entropidir. Ama bundan öte başka bir şey de doğrudur: Bulanıklığın kendisi de özel bir değişkeni, zamanı belirler.


102

Bulanıklık, doğanın mikroskobik ayrıntılarını göremeyişimizdir. Fizikteki zaman sonuçta, evren hakkındaki bilgisizliğimizin ifadesidir. Zaman bilgisizliktir.


109

Bağlamsallık


Bilim yaptığımızda, evreni mümkün olduğunca nesnel betimlemek isteriz. Bakış açımızdan kaynaklanan çarpıklıkları ve görsel yanılsamaları ortadan kaldırmaya çalışırız. Bilim nesnelliği amaç edinir; yani üstünde anlaşma sağlayabileceğimiz ortak bir bakış açısını...


Bu çok iyi ama gözlemi yapan kişinin bakış açısını göz ardı ettiğimizde ne kadar çok şey yitirdiğimize de dikkat etmek gerekir. Nesnellik kaygısındaki bilim, evrene ilişkin deneyimimizin içeriden olduğunu unutmamalıdır. Evrene her göz atışımız her durumda özel bir bakış açısından olur.


bağlamsallık [indeksikallik]


111

... bize verilmiş olan doğa, dışarıdan görülen evren değil, içeriden görülen dünyadır.


Evreni, kozmosun sayısız değişkenlerinden çok küçük bir bölümüyle etkileşerek, içeriden gözlemliyoruz. Onun bulanık bir görüntüsünü görüyoruz. Bu bulanıklık, evrenin etkileşime girdiğimiz dinamiğinin bulanıklık derecesini ölçen entropiye bağlı olması sonucunu doğurur. Kozmostan daha çok bize ilişkin bir şey ölçer.


115

Evreni harekete geçiren enerji değil, entropidir.

... enerji boldur ve tükenmez. Dünyanın işlemeye devam etmesi için gerekli olan enerji değil, düşük entropidir.


Enerji (mekanik, kimyasal, elektriksel ya da potansiyel şeklinde olsun) ısıl enerjiye yani ısıya dönüşür, soğuk şeylere gider, oradan da onu bir bedel ödemeden geri almak ve bir bitkiyi büyütmek veya bir motoru çalıştırmak için yeniden kullanmanın artık bir yolu yoktur. Bu süreç içinde enerji aynı kalır ama entropi artar, geriye dönmeyen şey budur. Onu tüketen termodinamiğin ikinci yasasıdır.


116

Dünyayı döndüren enerji kaynakları değil, düşük entropi kaynaklarıdır


... zengin bir düşük entropi kaynağımız var: Güneş. Güneş bize sıcak fotonlar gönderir. Yeryüzü de ısıyı, daha soğuk fotonlar fırlatarak karanlık göğe yansıtır.


Ama evrenin entropisinin artması bir kutudaki gazın aniden genleşmesi gibi hızlı olmaz, yavaş yavaş gerçekleşir ve uzun sürer. ... Her şeyden önce, entropinin artması için kapalı kapılar ve engeller, zor geçitler vardır.


Örneğin bir odun, kendi başına bırakıldığında uzun süre dayanır. Maksimum entropi durumunda değildir çünkü karbon ve hidrojen gibi onu meydana getiren elementler, oduna biçim vermek için çok özel (düzenli) biçimde birleşmiştir [socius]. Bu özel bileşimler ortadan kalkarsa entropi artar. Bu, odun yandığında olan şeydir... Öte yandan odun kendi kendine tutuşmaz [bir şeyin buna geçit açması gerekir]...


117

Evrenin her yerinde entropinin artmasını tıkayan, dolayısıyla geciktiren engeller vardır.


118

Canlılar da birbirlerini tetikleyen benzer süreçlerden meydana gelir. Bitkiler güneşin düşük entropili fotonlarını fotosentez yoluyla toplar. Hayvanlar yemek yiyerek düşük entropiden beslenir. (Eğer bize entropi yerine enerji yetseydi, yemek yemek yerine hepimiz sıcak Sahra Çölü’ne giderdik). Her bir canlı hücrenin içindeki karmaşık kimyasal süreçler ağı, düşük düzeydeki entropiyi arttıran kapıları açıp kapayan bir yapıdır. ... Yaşam, birbirlerini harekete geçiren, birbirlerinin katalizörü olan entropi artışı süreçlerinin oluşturduğu bu ağdır.


Bütün evrensel başkalaşım, başta sıralı olan, sonra karıştırıldıkça düzensizleşen bir deste oyun kağıdı gibi, yavaş yavaş gerçekleşen bir düzensizleşme sürecidir.


[karışma - melezleşme]


119

Geçmişe ait izlerin var olmasının, geleceğin izlerinin var olmasının tek nedeni entropinin geçmişte düşük olmasıdır. Başka bir nedenden değil. Geçmiş ile gelecek arasındaki farkın tek kaynağı geçmişteki düşük entropidir...


Isının olmadığı bir dünyada her şey elastik olarak geri seker ve hiçbir şey kendi izini bırakmaz.


Geçmişin belirlenmiş olduğuna yönelik o tanıdık duyguyu yaratan şey, geçmişe ait izlerin bol bulunmasıdır. Geleceğe ait benzer izlerin olmaması, geleceğin belirsiz olduğu duygusunu yaratır.


123

... biz insanlar neyiz? Varlıklar mı? Ama evren varlıklardan oluşmaz, birbiriyle birleşen olaylardan meydana gelir.


124

Kimliğimizin temelini farklı unsurlar oluşturur.


Birincisi her birimiz kendimizi evren içinde belirli bir bakış açısıyla tanımlarız.


125

Kimliğimizi belirleyen ikinci unsur... Evren hakkında düşünürken onu varlıklara göre düzenleriz. Evreni, elimizden geldiği kadar daha iyi etkileşime girebileceğimiz, az çok düzenli ve kararlı süreçler sürekliliği olarak bir araya getirerek ve bölerek düşünürüz. ... Dünya üzerinde çizgiler çizerek onu parçalara ayırırız; sınırlar belirleriz, dünyayı bölerek sahipleniriz. Bu şekilde işleyen şey, sinir sistemimizin yapısıdır. Duyularımız uyaranlarını alır, sürekli olarak bilgileri değerlendirerek bir davranış ortaya çıkarır. Bunu, giren bilgi akışını -mümkün olduğu kadar- öngörmeye çalışarak sürekli olarak değişen esnek dinamik sistemler oluşturan nöron ağları aracılığıyla yapar. Nöron ağları bunu yapmak için, dinamiklerinin az çok kararlı sabit noktaları, giren bilgi içinde veya dolaylı olarak kendi değerlendirme süreçleri içinde buldukları yinelenen örüntülerle eşleştirerek değişim geçirir. ... Eğer böyleyse, “kavramlar” gibi “nesneler” de sinir sisteminin dinamiği içinde bulunan, duyu girdilerindeki ve sonraki değerlendirme süreci içindeki tekrar eden yapılar tarafından tetiklenen sabit noktalardır.


126

... kimliğimizi belirleyen üçüncü unsur: bellek...


127

Beyin, büyük ölçüde, sürekli olarak geleceği öngörmek için geçmişe ait anılar toplayan bir mekanizmadır.


129

[Hıristiyanlıkta] “Yaşın ve zamanın gerçeklikte var olmadığını, yalnızca zihinde var olduğunu (savunmak kâfirliktir)”


132

... zihin beynimizin işleyişidir. Bu işleyişten (biraz) anlamaya başladığımız şey, bütün beynimizin, geçmişin nöronlarını birbirine bağlayan sinapslar üstünde bıraktığı bir izler toplamı temelinde çalıştığıdır. Binlerce sinaps sürekli olarak yaratılır sonra da -özellikle uykuda- silinerek geride geçmişin, sinir sistemimizi geçmişte etkilemiş olan şeylerin, bulanık bir görüntüsünü bırakır.


133

Zaman bizim için evrene kısıtlı bir erişim kanalı açar. Öyleyse zaman, beyinleri temel olarak bellek ve öngörüden meydana gelen biz insanların evrenle etkileşime girme biçimimizdir, benliğimizin kaynağıdır.


134

Zaman acı çekmektir.


138

Evrenin temel yapısında ne uzay ne de zaman bulunur; yalnızca olasılıklarını ve ilişkilerini hesaplayabildiğimiz, fiziksel nicelikleri birbirine dönüştüren süreçler vardır.


... geçmiş ile gelecek arasında bir fark yoktur...


Evrenle etkileşimimiz kısmidir, bu nedenle onu bulanık görürüz. Bu bulanıklığa kuantum belirsizliği de eklenir. Bunun sonucu olan bilgisizlik özel bir değişkenin, ısıl zamanın ve belirsizliğimizi ölçen bir entropinin var olmasını sağlar.


139

Gündelik yaşamımızda ışık hızına göre çok küçük hızlarda hareket ederiz, bu nedenle farklı saatlerin farklı öz zamanları arasındaki uyuşmazlıkları görmeyiz, bir kütleye farklı uzaklıklarda bulunan noktalardaki zamanın geçiş hızları arasındaki farklar da ayırt edilebilmek için çok küçüktür.


146

... düşüncemiz yalnızca kendi zayıflığının tutsağı değildir, daha da çok kendi dilbilgisinin kurbanıdır.

.

.

.

.