02 Temmuz 2013

M. Hardt & A. Negri - İmparatorluk

.
.
.
.


İmparatorluk (2000)
M. Hardt & A. Negri
(Çev. Abdullah Yılmaz), Ayrıntı Yayınları 2001 İstanbul


5
Doğru tutulursa, her araç bir silahtır.  Ani DiFranco

13
Giderek daha fazla ortak sömürü ve baskı biçimlerine maruz kaldığımızdan, ortak görevimiz özgürlük ve demokrasi için ortak imkânlar yaratmaktır.

14
İmparatorluğun karma bir kuruluş yapısı vardır. ...Antik Roma İmparatorluğu üç temel pozitif yönetim biçimini -monarşi, aristokrasi ve demokrasi- birlikte aynı düzen içinde işlev gördüğü anlamında karma bir kuruluşa sahipti.

15
Türkiye öteden beri, birçok bakımdan, yerküreyi Birinci ve Üçüncü olmak üzere bölme girişimlerini boşa çıkarıyor.

19
İmparatorluk, ... merkezsiz ve topraksız bir yönetim aygıtıdır.
Bu yeni küresel akış yolları ve sınırları hâkim üretim süreçlerindeki bir dönüşüm eşliğinde kuruluyor ve sonuçta endüstriyel fabrika emeğinin rolü azalırken öncelik iletişimsel, duygulanımsal, ortak emeğe veriliyor.

22
Argümanımız felsefi ve tarihsel olduğu kadar kültürel ve ekonomik; eşit oranda da politik ve antropolojik nitelik taşıyor. ... Emperyal dünyada, örneğin bir ekonomist ekonomiyi anlamak için temel kültürel üretim bilgisine, aynı şekilde kültür eleştirmeni de kültürü anlamak için temel ekonomi bilgisine ihtiyaç duyar.

38
(Dipnot) makine Çalışan ve üreten parçalar toplamı. "Biz makineyi, akışları kesen her tür sistem olarak tanımlıyoruz. Dolayısıyla bazen sözcüğün bilinen anlamıyla teknik makinelerden, bazen de toplumsal makineler, arzulayan makinelerden bahsediyoruz. Çünkü bize göre makine, ne insan ne de doğayla çelişir... Öte yandan makine mekaniğe de indirgenemez. Mekanik teknik makinelerin protokolü ya da bir organizmanın tikel bir örgütlenişidir. Ama maşinizm tamamen farklıdır; akışları kesen her sistemi anlatır..." Felix Guattari, Chaosopy  

43
virtüel  Gerçek; ama henüz algılanamayan, potansiyel olan
aktüel  Somut olarak mevcut olan

46
"Polis", yasa koyucular, ordu ve maliyeyle birlikte, devletin başı gibi görünür. Doğru. Ama aslında o akla gelen her şeyi kuşatır. Turquet şöyle der: "Polis insanların koşullarına, onların yaptığı ya da yapabileceği ne varsa ona göre uzmanlaşır. Polisin alanı yargı, finans ve orduyu içine alır." Polis demek her şey demektir.   Michel Foucault

48
Disiplincilik bireyleri kurumlar içinde sabitliyordu, ama onları üretim pratikleri ve üretici toplumsallaşma ritimleri içinde tamamen kuşatmayı başaramamıştı; disiplin toplumu bireylerin bilinçleri ve bedenlerine tamamen nüfuz etme noktasına, bireyleri eylemlerinin bütünlüğü içinde ele alma ve örgütleme noktasına erişememişti. Disiplin toplumunda, demek ki, bireyle iktidar arasındaki ilişki statikti: İktidarın disiplinci yayılması bireyin direnişiyle karşılaşıyordu.

49
bios  Basic input/output system: Bir bilgisayarın çalışmaya başlaması ve sistemdeki çeşitli unsurlarla bağlantıya girmesini sağlayan bellekteki sabit yazılım.

50
Kontrol toplumu ve biyo-iktidar kavramlarının ikisi de İmparatorluk kavramının merkezi özelliklerini betimler.

52
"Toplumun bireyler üzerindeki kontrolü yalnızca bilinç ya da ideoloji yoluyla değil, bedende ve bedenle de sağlanır. Kapitalist toplum için en önemli şey, biyolojik, somatik ve bedensel olan biyo-politikadır." M. Foucault (La naissance de la medecine sociale)

somatik  bedenle ilgili, bedensel; ruh ve zihinden ayrı bir kavram olarak beden ile ilgili; organizmaların üreme hücreleri dışındaki bölümleri ile ilgili.

53
... Foucault'ya ... "bios"un kim olduğunu soracak olsak, ... hiç bir yanıtı olmazdı. Sonuçta Foucault'nun kavrayamadığı şey biyo-politik toplumda üretimin gerçek dinamikleridir.

Deleuze ve Guattari toplumsal yeniden üretimin (yaratıcı üretim, toplumsal ilişkiler, duygulanımlar, oluşlar, değerler üretimi) üretkenliğini keşfeder; ama bunu yüzeysel ve belli belirsiz olarak, kavranamaz olayın damgasını taşıyan kaotik ve belirlenimsiz bir ufuk olarak ifade ederler.

duygulanımlar  Kendini kuvvetle gösteren duygu; onu yaşayan bilinçle ilişkisi içinde tanımlanmayan yalın, saf haliyle duygu; etkileme ve etkilenme kapasitesi (ç.n.)

54
Böylelikle, bu yazarlar arasında görülen en ciddi yetersizliklerden biri, biyo-politik toplum içindeki yeni emek pratiklerini yalnızca entelektüel ve bedensel olmayan özellikleriyle ele almalarıdır. Halbuki bedenlerin üretkenliği ve duygulanım (affect) değeri bu bağlamda mutlak anlamda merkezi bir yer işgal eder. Biz çağdaş ekonomide maddi olmayan emeğin üç asli özelliğini ele alacağız: yeni yeni enformasyon ağlarıyla bağlantılı hale gelen endüstriyel üretimin iletişimsel emeği, simgesel analiz ve problem çözmeyle ilgili etkileşimli emek ve duygulanımların üretimi ve güdümlenişiyle ilgili emek.

56
Şimdi onlara (IMF, Dünya Bankası, GATT, BM örgütleri) meşruluk sağlayan şey daha çok emperyal düzenin sembiyoz gelişimi içinde olanaklı hale gelen yeni işlevleridir.

sembiyoz  en genel hatlarıyla "birlikte yaşama" anlamına gelen kavram. (biyolojik yönü:) bazı canlıların başka canlılar sayesinde asalak ve bağımlı bir hayat sürmesi. (psikolojik yönü:) kişinin başkalarının yaşam enerjisi, kişiliği, statüsü sayesinde yaşaması, ona bağımlı olması, onsuz yapamaması durumu.

57
Büyük endüstriyel ve finansal güçler ... ihtiyaçları, toplumsal ilişkileri, bedenleri ve zihinleri üretir; yani, onlar üretenleri üretir.

(Dipnot 22) Ancak üreticilerin üretilmesi yalnızca tüketicilerin üretilmesi olmaktan çok; aynı zamanda hiyerarşilerin, içleme ve dışlama mekanizmalarının vb.'nin de üretimi, nihayet krizlerin de üretimidir.

61
(STK'lar) ... söz konusu örgütlerin, doğrudan hükümetlerin güdümünde olmadıkları için, etik ya da ahlâki buyruklar temelinde faaliyet yürüttüğü varsayılır.

68
Biz tıpkı Marx'ın kapitalizmin kendinden önceki toplum biçimleri ve üretim tarzlarından daha iyi olduğunu idda ediyoruz. Marx'ın görüşü hem kapitalist toplum öncesine ait dar ve katı hiyerarşilere karşı sağlıklı ve yalın bir tiksinti duyması hem de özgürlük potansiyelinin yeni durumda çoğaldığını kabul etmesi temelinde biçimlenmişti. Aynı şekilde bugün biz İmparatorluğun modern iktidarın zalim rejimlerini ortadan kaldırdığını ve aynı zamanda özgürlük potansiyelini çoğalttığını görüyoruz.

76
Teleoloji denen şey ancak olgudan sonra, post festum kurulur.

80
Mücadeleler artık aynı anda ekonomik, politik ve kültürel; dolayısıyla biyo-politik, yani hayatın biçimi üzerine türütülen mücadelelerdir. Bunlar, yeni kamusal alanlar ve yeni cemaat biçimleri yaratan kurucu mücadelelerdir.

86
res gestae  herhangi bir muamele ile ilgili olan vakalar. yapılan işler. konuyu kapsayan şartlar. bir ihtilafın aydınlanmasına yardım eden bütün şartlar ve olaylar; tairhteki olmuş bitmiş olaylar, ortaya koyulmuş yapıtlar bütünü; hedefine yönelmiş kendini kuran bir kolektif eylem, uzlaşmaz ve yaratıcı eylem.

95
Avrupa modernliğinin kökleri, genellikle, dünyevi işlerde ilahi ve aşkın otoriteyi reddeden bir sekülerleşme sürecinden çıkan bir şey olarak nitelenir. ... bu dünyanın güçlerini olumlamak, içkinlik düzlemini keşfetmek. "Omne ens habet aliquoud esse proprium", yani her kendiliğin tekil bir özü vardır. Duns Scotus'un bu önermesi ortaçağın, analojik ve dolayısıyla ikici, ilahi hükmün bir nesnesi olarak varlık anlayışını -bir ayağı bu dünyada, öteki ayağı aşkın bir âlemde olan bir varlık anlayışını- altüst eder.

96
On üçüncü yüzyıldan on altıncı yüzyıla uzanan dönem içindeki bütün bu felsefi gelişmelerde devrimci olan yan, daha önce ayrıksı olarak ilahi güçlere atfedilen yaratma gücünün artık yeryüzüne indirilmesiydi.

98
Modernlik birleştirici bir kavram değildir, en azından iki tarz modernlik vardır. ... birinci tarz modernlik, radikal bir devrimci süreci anlatır. Bu modernlik geçmişle bağlarını koparır, dün­ya ve hayata ilişkin yeni paradigmanın içkinliğini ilan eder. Bu mo­dernlik bilgi ve eylemi bilimsel deney olarak geliştirir, insanlığı ve ar­zuyu tarihin merkezine yerleştirerek demokratik bir politikaya yöneli­mi tanımlar. Zanaatçıdan astronoma, tüccardan politikacıya, dinde ol­duğu gibi sanatta da, maddi varoluş yeni bir hayat etrafında yeniden bi­çimlenmiştir.

Ancak bu yeni oluşum bir savaş çıkardı. Böylesine radikal bir al­tüst oluş güçlü bir muhalefeti nasıl kışkırtmazdı? Bu devrim bir karşı­devrimi nasıl belirlemezdi? Aslında kelimenin tam anlamıyla bir kar-şı-devrim vardı: Ne geçmişe dönebildiği ne de yeni güçleri ortadan kaldırabildiği için, ortaya çıkmakta olan hareket ve dinamiklerin kuv­vetini tahakküm altına sokup etkisiz kılmayı amaçlayan kültürel, felse­fi, toplumsal ve politik bir girişim vardı. Bu, yeni güçlerle savaşmak ve onları tahakküm altına alacak kuşatıcı bir iktidar kurmak üzere ta­sarlanmış olan ikinci tarz modernlikti. Bu, Rönesans devrimi içinde, devrimin yönünü değiştirmek, yeni insanlık imgesini aşkın bir düzle­me taşımak, bilimin kapasitelerini dünyayı dönüştürmek üzere kullan­mak ve hepsinden önemlisi çokluk adına iktidarın yeniden ele geçiril­mesine karşı çıkmak üzere ortaya çıkan bir karşı-devrimdi. İkinci tarz modernlik, aşkın bir kurulu iktidarı içkin bir kurucu iktidarın karşısı­na, düzeni arzunun karşısına yerleştirir. Rönesans bu yüzden savaşla noktalandı; dinsel, toplumsal savaşla ve iç savaşla.

101
(Aydınlanmanın karşı-devrimci projesi:) Çokluğun Spinoza'ya özgü bir biçimde, ilahi düzen ve doğayla doğrudan, dolayımsız bir ilişki içinde, hayatın ve dünyanın etik yaratıcısı olarak anlaşılmasını önlemek her şeyden önemliydi. Aksine, her durumda karmaşık insan ilişkileri bütününe dolayım dayatılmalıydı. (102) ... dolayımın bütün insan eylemleri, sanatları ve birlikleri için vazgeçilmez bir koşul olarak tanımlanması esastı. Bu yüzden, hümanizmin devrimci düşüncesinin üretici eksenini oluşturan vis-cupiditas-amor (kuvvet-arzu-aşk) üçlüsünün karşısına bir özgün dolayımlar üçlüsü çıkarıldı. Doğa ve deneyim bir fenomenler filtresi olmaksızın anlaşılamazdı; insan bilgisi zekânın düşünümü dışında yaratılamzdı; ve etik dünya aklın şematizmi olmaksızın iletilemezdi. ... ; çünkü insanların varlık içinde özgürlüğünü dolayımsız olarak kazanabileceğini savunmak deliliktir. Bu, hegemonyacı Avrupa modernliği kavramının kurulduğu ideolojik geçişin asli çekirdeğidir.

104
(Kant) ... aşkın olanın zorunluluğu, her türlü dolayımsızlık biçiminin imkânsızlığı, varlığın kavranması ve eyleminde her türlü canlı figürün çıkarılıp alınması.

110
Bürokrasi yasallıkla örgütsel etkinliği, makamla iktidar uygulamasını, politikayla polisliği birleştiren aygıtı işletir.

112
İnsanın ölümü ardından hümanizm

Michel Foucault'nün cinselliğin tarihi üzerine son çalışmaları Röne­sans hümanizminin yarattığına benzer bir devrimci dürtüyü bir kere daha ortaya çıkardı. Benliğe duyulan etik ilgi kendini yaratmanın bir kurucu iktidarı olarak yeniden belirdi. Bizi insanın öldüğüne inandır­mak için bu kadar gayret gösteren bir yazar, bütün meslek yaşantısı boyunca anti-hümanizm bayrağını elinden düşürmeyen bir düşünür, nasıl olur da sonunda hümanist geleneğin bu merkezi değerlerinin şampiyonu kesilir? Foucault'nün kendisiyle çeliştiğini ya da ilk konu­mundan çark ettiğini ima etmek gibi bir niyetimiz yok; Foucault her zaman söyleminin sürekliliğini vurgulamıştır. Aksine, Foucault son ça­lışmasında paradoksal ve yakıcı bir soruyu dile getirir: İnsanın ölü­münden sonra hümanizm ne demektir? Daha doğrusu, bir anti-hümanist (ya da posthuman) hümanizm ne demektir?

Bu soru en azından kısmen iki farklı hümanizm nosyonunun yarat­tığı terminolojik kafa karışıklığından doğan görünüşte bir paradokstur yalnızca. 1960'larda Foucault ve Althusser için son derece önemli bir proje olan anti-hümanizm, Spinoza' nın üç yüz yıl önce verdiği bir kav­gayla çok yakından bağlantılıdır. Spinoza her tür imperium in imperio olarak insanlık anlayışını reddediyordu. Başka bir ifadeyle, Spinoza bir bütün olarak doğa yasalarından farklı her tür insan doğası yasası­nı reddeder. Donna Haraway, insan, hayvan ve makine arasına koydu­ğumuz engelleri ortadan kaldırırken Spinoza'nın projesini günümüzde yürütür. Eğer insan’ı doğadan farklı bir şey olarak düşünecek olursak, insan denen bir şey var olamaz. Bu kabullenme tam da İnsan’ın ölü­mü dediğimiz şeydir.

Bununla birlikte, bu anti-hümanizmin Cusano'dan Marsilius'a ka­dar daha önce özetlenen Rönesans hümanizminin devrimci ruhuyla çe­lişmez. Aslında, bu anti-hümanizm doğrudan Rönesans hümanizminin sekülerleştirme projesinden, daha doğrusu onun içkinlik alanını keşfin­den doğar. İki proje de aşkınlığa yapılan bir saldırı üzerine temellenir. Doğa üzerinde Tanrı’ya bir güç veren dinsel düşünceyle, aynı gücü do­ğa üzerinde İnsan'a veren modern "seküler" düşünce arasında kesin bir süreklilik vardır. Sadece Tanrı'nın aşkınlığı İnsan’a aktarılmıştır. Bundan önce, Tanrı gibi doğanın üzerinde ve ötesinde kendi başına du­ran bu İnsan’ın bir içkinlik felsefesinde yeri yoktur. Yine, Tanrı gibi, bu aşkın İnsan figürü çabucak toplumsal hiyerarşi ve tahakküm dayatma­ya yönelir. Demek ki, her tür aşkınlığın reddi olarak anlaşılan anti-hü­manizm hiçbir biçimde vis viva'nın, modern geleneğin devrimci akımı­nı canlandıran yaratıcı hayat gücünün reddiyle karıştırılmamalıdır. Tersine, aşkınlığın reddi bu içkin gücü, felsefenin bir anarşik temelini düşünebilmenin koşuludur. "Ni Dieu, ni maître, ni l'homme."

Foucault'nun son çalışmalarındaki hümanizm, o halde, yirmi yıl ön­ce kendisinin ilan ettiği insanın ölümüyle çelişkili, hatta ondan ayrı bir şey olarak görülmemelidir. Bir kere post-insan bedenlerimizi ve zihin­lerimizi tanırsak, bir kere kendimizi simian ve siborg olarak tanırsak, o zaman vis viva'yı, bütün doğaya olduğu gibi bize de can veren ve potansiyellerimizi fiili hale getiren yaratıcı kuvvetleri keşfetmemiz gereke­cektir. Bu İnsan'ın ölümünden sonraki hümanizmdir; bu Foucault'nun "le travail de soi sur soi" dediği, kendimizi ve dünyamızı yaratmayı ve yeniden yaratmayı amaçlayan sürekli kurucu projedir.

vis viva  Canlının kuvveti; bir bedenin direniş karşısında ya da çalışma esnasında gösterdiği güç.
Ni Dieu, ni maître, ni l'homme Ne Tanrı, ne efendi, ne insan
simian insan maymun melezi;  siborg  insan makine melezi
le travail de soi sur soi  Kendinin kendi üzerinde çalışması

116
patrimonyal  iktidarın babadan oğula geçtiği, ataerkil bir yönetim biçimi; genelde monarşi esasıyla yönetilen devletlerde görülen sülale yönetimine dayalı yani yöneticiliğin babadan oğula devredildiği ve kız cocukların söz sahibi olamadığı devletler.

118
Ulus diktatörlük demektir ve bu yüzden kesinlikle hiçbir demokratik örgütlenme çabasıyla bağdaşmaz. (Luxemburg)

122
... ulus her ne kadar politika içinden geçerek biçimlenmiş de olsa, son tahlilde bu tinsel bir kuruluştu.

124
Ulus, halk ve ırk kavramları hiçbir zaman birbirinden çok uzak düşmemiştir. ... Halk kimliği farklılıkları gizleyen ve/veya saf dışı bırakan hayali bir düzlemde kuruldu.

125
Ulus kavramı hiçbir zaman kendini devrimci olarak sunduğunda olduğu kadar gerici olmamıştır.

Ulusal egemenlik ve halk egemenliği, ... tinsel bir kuruluşun ürünleridir.

126
Halkın ve ulusun kimliğinde, yani tinsel özünde, kültürel anlamlarla harmanlanmış bir toprak parçası, ortak bir tarih ve dilsel bir cemaat vardır; ama daha da önemlisi, bir sınıf zaferinin pekişmesi, istikrarlı bir piyasa, ekonomik yayılma potansiyeli ve yatırım yapılacak, medeniyet götürülecek yeni uzamlar vardır. Kısaca, ulusal kimliğin kuruluşu sürekli olarak güçlendirilen bir meşruluğu, kutsal ve parçalanamaz bir birliğin gücünü ve hakkını garanti altına alır. 

129
Ulus egemen bir devlet olarak biçimlenmeye başlar başlamaz, ilerici işlevleri de tamamen kaybolur. ... "Filistinliler kurumsallaştığı gün artık onların tarafını tutmayacağım. Filistinliler öteki uluslar gibi bir ulus haline geldiği gün ben orada olmayacağım." (Jean Genet). Ulusal "kurtuluş" ve ulus-devletin kuruluşuyla birlikte, modern egemenliğin bütün baskıcı unsurları kaçınılmaz olarak var gücüyle sahneye çıkacaktır.

141
plantasyon  ekmek, dikmek veya çimlendirmek; sömürgeci dönemde latin amerika ülkelerinde avrupadaki talep sonucunda ortaya çıkan büyük üretim çiftlikleri

145
Başkalığın bu kültürel üretimine (Şarkiyatçılık) karışmış akademik disiplinler arasında antropoloji belki de en önemli başlıktır; yerli ötekinin Avrupa'ya ithali ve Avrupa'dan ihracı bu başlık altında yapılmıştır (Dipnot 22: Kültürel antropoloji, disiplinin geçmişteki en güçlü akımlarının kolonyalist projelere ne kadar destek verdiğini gün ışığına çıkararak, radikal bir öz-eleştiri yapmaktadır.). Avrupalı-olmayan halkların reel farklılıklarından hareketle on dokuzuncu yüzyıl antropologları farklı bir doğaya sahip bir öteki varlık kurmuştur.

Tarih disiplininin önemli bir kısmı da başkalığın ve böylelikle kolonyal yönetimin meşruluğunun akademik ve popüler üretimine boğazına kadar batmıştı. Örneğin, Hindistan'a gelip de işlerine yarar hiçbir tarih bulamayan Britanyalı yöneticiler, kolonyal yönetim çıkarlarını koruyacak ve ilerletecek kendi "Hindistan tarihlerini" yazmak zorunda kaldılar.

158
... modern egemenliğin dünyası bir Manichaean dünya, Ben ve Öteki, beyaz ve siyah, içerisi ve dışarısı, yöneten ve yönetileni tanımlayan bir dizi ikili zıtlarla bölünmüş bir dünyadır. Postmodernist düşünce özellikle modernliğin bu ikici mantığına kafa tutuyor...

Postmodernizm bayrağı altında toplanmış sayısız söylem hakkında bir genelleme yapmak zordur; ama bunların çoğu, en azından dolaylı bir biçimde, Jean-François Lyotard'ın modernist büyük anlatılar eleştirisi, Jean Baudrillardı'ın kültürel simulakrı olumlaması ya da Jacques Derrida'nın Batı metafiziği eleştirisine dayanıyor.

161
(postmodernistlerin) ... yıkmak istedikleri iktidar biçimlerini açıkça tanıyamıyor oluşları...

Çağdaş dünyada iktidar yapıları ve mantıkları postmodernist farklılık politikasının "özgürleştirici" silahlarına karşı tamamen bağışıklık kazanmıştır.

167
İslamcı köktencilik postmodern teorinin paradoksal bir türüdür; postmoderndir çünkü kronolojik olarak İslamcı modernizmi izler ve ona karşı çıkar. Ama jeopolitik açıdan bakılırsa, İslamcı köktencilik tam anlamıyla postmoderndir. Rahman şunları yazar: "Mevcut postmodern köktencilik önemli bir bakımdan yenidir, çünkü temel yönelimi Batı karşıtlığıdır... Bu yüzden klasik modernizmi katıksız bir Batılılaştırma kuvveti olarak mahkûm eder."

corporation  dernek, kurum; tüzel kişi; kuruluş, şirket
corporate  birleşmiş, ortak; tüzel, hükmi
corporal  gövdesel, bedensel
corps  kurul, heyet
corpse  ceset, ölü

172
Politik bir söylem olarak postmodernizm Avrupa, Japonya ve Latin Amerika’da geçer akçedir; ama asıl uygulama alanını ABD entelijansiyasının elit bir kesimi içinde bulmuştur.

173
Kendi başına ne farklılık, melezlik ve hareketlilik ne de hakikat, arılık ve durağanlık özgürlükçüdür. Gerçek devrimci pratik üretim düzeyine bakar. Hakikat bizi özgür yapmaz, ama üretimin kontrolünü ele geçirmek yapacaktır. Hareketlilik ve melzlik özgürlükçü değildir; ama hareketlilik ve durağanlık, arılık ve karışıklık üretiminin kontrolünü ele geçirmek öyledir.

176
Yoksul her tür üretimin koşuludur.

180
Polybius mükemmel iktidar biçimini, monarşik iktidarı, aristokratik iktidarı ve demokratik iktidarı birleştiren karma bir anayasa tarafından yapısı belirlenmiş iktidar olarak kavrıyordu.

185
Özgürlük ve sınır bir karşılıklı içleme ilişkisi olarak durur; özgürlüğün önündeki her zorluk, her sınırlama üstesinden gelinecek bir engel, aşılacak bir eşiktir. Atlantik’ten Pasifik’e, yeni kaçış çizgilerine [lines of flight] daima açık bir zenginlik ve özgürlük alanı uzanır.

lines of flight  Deleuze ve Guattari’nin, her türlü baskı ve belirlenimden kaçış yollarının olduğunu anlatmak için kullandıkları kavram.

197
(ABD Anayasası) … emperyaldir, emperyalist değil. Emperyaldir, çünkü (her zaman gücünü çizgisel olarak kapalı uzamlara yayma ve egemenliği altındaki bağlı ülkeleri işgal etme, yıkma ve boyun eğdirmeyi amaçlayan emperyalist projenin aksine) ABD kuruluş projesi yeniden bir açık uzamı eklemleme ve sınırsız bir alanda uzanan ağlar içinde yeniden sonsuz çeşitli ve tekil ilişkiler kurma modeline göre tasarlanmıştır.

199
Dışarı içeriden kurulur.

200
Spinoza’nın Etik’inin beşinci bölümü belki de modernliğin modern eleştirisinin en gelişmiş örneğidir. Spinoza, gerçeğin tüm bilgisini kurmak, zihin ve bedenin pozitif olarak, mutlakta, özgürleşme yolunu keşfetmek için teorik bir meydan okuyuşa yönelir. Bütün diğer metafizik konumlar, özellikle Descartes ve Hobbes’un ilk önemli temsilcileri olduğu aşkın konumlar, bu özgürleştirme projesi açısından asli olmadığı gibi, gizemlileştiricidir de. Spinoza’nın ana hedefi doğru bilginin birliğinin ontolojik gelişimine, tekil ve kolektif içkinliğin mutlak kuruluşuna paralel olarak güçlü bedendir.  … İnsan yaratıcılığı damgası taşımayan her ontoloji bir kenara atılmıştır. Varoluş sürecini ve  doğayla insanların eylemini yönlendiren arzu (cupiditas), hem doğal hem de ilahi olanı saran aşka (amor) dönüştürülür.

204
… küçük iç çatışmalar çağına girmekteyiz. … her emperyal savaş bir iç savaştır, bir polis eylemidir.

… tek, birleşik bir düşman tespiti giderek zorlaşmaktadır; buna karşın, her yerde küçük ve ele avuca sığmaz düşmanlar vardır.

İmparatorluk bir ou-topia, daha doğrusu bir yok-yerdir.

205
Deleuze ve Guattari bilgisayar ortamındaki iletişimin iki farklı örgütlenmesini anlatmak için çizgili uzam (striated space) ve pürüzsüz uzam (smooth space) kavramlarını kullanır. Çizgili uzam, reel dünyaya öykünen, belli bir amaca yönelik yollardan, çizgilerden oluşmuş, merkezi bir örgütlenmedir. Pürüzsüz uzam ise akışkan, rizomatik ve açık uçlu bir uzamdır.

219
“Her köyde ‘anavatanları için ölenlerin anısına’ dikilmiş bize tepeden bakan bütün o gülünç heykelleri yıkmak ve yerlerine kaçakların anıtlarını dikmek istiyoruz. Kaçakların anısına dikilen anıtlar aynı zamanda savaşta ölenleri de temsil edecektir; …” Anti-faşist partizan, Venedik, 1943

229
Bedenler yeni insan-ötesi [posthuman] bedenler yaratmak üzere dönüştürülüp değiştiriliyor. Söz konusu bedensel dönüşümün ilk koşulu, insan bedeninin bir bütün olarak doğadan hiç de farklı olmadığını, insan ve hayvan, dişi ve erkek, insan ve makine arasında sabit ve zorunlu hiçbir sınırın olmadığını kabul etmektir; bu, doğa denen şeyin her türden yeni değişime, karışma ve melezleştirmeye açık olan yapay bir alan olduğunu kabul etmekten başka bir anlama gelmez. (dipnot 12: Stelarc’ın performans sanatı)

230
… bir yapıt oluş noktasına erişmek zorundayız.

231
Araçlar her zaman, hem bireysel bakımdan hem de kolektif toplumsal hayata göre, bir tür antropolojik mutasyon olarak emek pratiklerimiz yoluyla bedenlerimizle bütünleşen, insanın takma uzuvları olarak işlev görürler.

poietic  Daha çok sanatsal bağlamda yaratıcı.

232
Bu potansiyel başkalaşım alanlarını fiili hale dönüştürmek için teorik pratiği ateşlemesi gereken kuvvet, hâlâ (ve her zamankinden daha şiddetle), ortak yeni üretici pratikler deneyimi ve üretici emeğin yeni iletişimsel, biyolojik ve mekanik teknolojilerinin plastik ve akışkan alanında yoğunlaştırılmasıdır.

240
Ek üretim aracı elde ederken, sermaye kapitalist olmayan çevresiyle ilişkiye girer ve çevreye bağlıdır; ama o çevreyi içselleştirmez, daha doğrusu, zorunlu olarak o çevreyi kapitalist yapmaz. Dışarısı, dışarısı olarak kalır. Örneğin, altın ve elmas Peru ve Güney Afrika’dan çıkarılıyor ya da şeker kamışı Jamaika ve Java’da üretiliyor, ama bu ülkeler ve o üretim kapitalist olmayan ilişkiler içinde varlıklarını gayet iyi sürdürüyor olabilir.

270
… biz “proletarya”yı sadece endüstriyel işçi sınıfı olarak değil; sermayenin yönetimi altında bağımlı konumda olan, sömürülen ve üretim yapan herkes olarak anlıyoruz. O halde, bu açıdan, sermaye üretim ilişkilerini giderek daha fazla küreselleştirirken, bütün emek biçimleri proleterleşme eğilimi gösteriyor. Her toplumda ve bütün dünyada proletarya her zamankinden daha genel toplumsal emek figürüdür.

280
Ekonomik krizler … direnişleri kırar, kâr getirmeyen sektörleri yıkar, üretim örgütlenmesini yeniden oluşturur ve teknolojileri yeniler.

284
... kapitalizm mucizevi bir biçimde sağlıklı, birikim mekanizması her zamankinden daha iyi işliyor. ... Sermayenin süregiden sağlığının bu gizemini açıklayabilmenin üç yolu vardır: Birincisi, bazılarına göre, sermaye artık emperyalist değildir (hemen bir kenara atılması gereken açıklama). ... İkinci hipotez ... sınırlara dayanma ve ekolojik felaket anı henüz gelmemiştir. ... (285) üçüncü hipoteze göre ise, günümüz sermayesi birikimini bir  genişlemiş yeniden üretim çevrimine girerek sürdürüyor; ama giderek daha fazla kapitalist-olmayan çevreyi değil, bizatihi kendi kapitalist alanını boyunduruk altına alıyor; yani, boyunduruk artık biçimsel değil, gerçektir.

286
Modern birikim kapitalist-olmayan çevrenin biçimsel boyunduruğuna, postmodern birikim ise bizatihi kapitalist alanın gerçek boyunduruğuna dayanır.

288
yeni öznelliklerin üretimi

kültürel hareketlerin derin ekonomik gücü... ...ekonomik ve kültürel olguların giderek birbirinden ayrılmaz hale gelişi...

290
... iletişim ve sibernetiğin ileri teknolojileri ancak öznellikte kök saldığı, daha doğrusu, üretici öznellikler tarafından canlandırıldığı zaman etkilidir.

294
Nicel göstergeler ne bir paradigmadan (ekonomik paradigmalar) diğerine geçiş sürecindeki nitel dönüşümü ne de her bir paradigma bağlamında ekonomik sektörler arasındaki hiyerarşiyi kavrayabilir. Modernleşme sürecinde ve endüstriyel hâkimiyet paradigmasına geçişte, tarım üretimi nicel olarak (hem çalışan işçilerin yüzdeleri hem de üretilen toplam değerin oranı açısından) düşmekle kalmamış, daha önemlisi, tarımın kendisi de dönüşüme uğramıştır. Tarım endüstrinin tahakkümü altına girdiğinde, hâlâ nicel açıdan ağırlığını korusa bile, endüstrinin toplumsal ve finansal baskılarına maruz kalır, dahası, tarımsal üretimin kendisi endüstrileşir. Kuşkusuz, tarım yok olmuyor, modern endüstriyel ekonomilerin asli bir bileşeni olarak yerini koruyordu; ama artık dönüşüme uğramış ve endüstrileşmiş bir tarımdır söz konusu olan.

Tarihsel yanılsama benzetmeyi dinamik bir ardışıklık varmış gibi yapar; öyle ki bir ekonomik sistem, sanki hepsi aynı hattı takip ederek ilerliyormuş gibi, gelişme sürecinde bir önceki dönemde ötekinin geçtiği aynu konumu ya da aşamayı geçer. Ancak nitel açıdan, yani küresel iktidar ilişkileri içindeki konumlarına göre bakıldığında, bu toplumların ekonomileri hiçbir biçimde kıyas kabul etmez konumlar işgal eder.

298
... günümüzde modernleşme sona ermiştir. Başka bir ifadeyle, endüstriyel üretim artık tahakkümünü öteki ekonomik biçimler ve toplumsal olgulara genişletemiyor. Bu değişimin bir belirtisi istihdamdaki nicel değişikliklerde görülebilir. Modernleşme süreci emeğin tarım ve madencilikten (birincil sektör) endüstriye (ikincil sektör) göçüyle tanımlanırken, postmodernleşme ya da enformatikleşme süreci emeğin endüstriden hizmet alanına (üçüncü sektör) göçüyle tanımlanır.

Modernleşmenin bittiği ve küresel ekonominin günümüzde enformasyon ekonomisi yönünde bir postmodernleşme sürecine girdiği iddiası, artık endüstriyel üretimin sonunun geleceği ya da yerkürenin en hâkim bölgelerinde bile önemli bir rol oynamayacağı anlamına gelmez. Tıpkı endüstrileşme süreçlerinin tarımı dönüştürdüğü ve onu daha verimli hale getirdiği gibi, enformasyon devrimi de imalat süreçlerini yeniden tanımlayarak ve gençleştirerek endüstriyi gençleştirecektir. Burada idari bakımdan zorunlu olan yeni işlev "imalatı bir hizmet gibi gör" formülüyle açıklanabilir.

299
Dünyanın bağımlı ülkeleri ve bölgeleri böylesi stratejileri hayata geçirmekten aciz olmakla birlikte, postmodernleşme süreçleri onlara geri dönüşü olmayan değişimler dayatır.

300
Sahra-altı Afrikası gibi hiyerarşinin en alt bölgeleri sermaye akışlarından ve yeni teknolojilerden tam anlamıyla dışlanmıştır ve bu yüzden bu bölge insanları açlık sınırında yaşıyor. Küresel hiyerarşide orta düzey konumlar için rekabet endüstrileşme üzerinden değil, üretimin enformatikleşmesi üzerinden yürütülüyor. Hindistan ve Brezilya gibi, değişik ekonomileri içinde barındıran geniş ülkeler, eşzamanlı olarak her düzeyde üretim sürecini -enformasyon temelli hizmet üretimi, modern endüstriyel mal üretimi ve geleneksel elişleri, tarım ve madencilik- destekleyebilir. Bu üretim tarzlarının düzenli bir sırayla birbirini takip etmelerine gerek yoktur; tersine bunlar birbirine karışır ve yan yana var olurlar. Bütün bu üretim tarzları dünya pazarının ağları içinde ve enformasyon temelli hizmet üretiminin tahakkümü altında varlığını sürdürüyor.

302
Maddi-Olmayan Emeğin Sosyolojisi
dönüşüm ... Fordist modelden Toyotist modele geçiş...
... başta gelen yapısal değişim, metaların üretimi ve tüketimi arasındaki iletişim sistemi ... yani fabrikayla piyasa arasındaki enformasyon akışı...
Toyotizm ... piyasalarla sürekli ve doğrudan iletişim ... sıfır stok...

303
maddi olmayan emek ... 
bir hizmet, bir kültürel ürün, bilgi ya da iletişim gibi maddi-olmayan mallar üreten emek...

304
Etkileşimli ve sibernetik makineler bedenlerimize ve zihinlerimize takılan yeni bir protez, bedenlerimizi ve zihinlerimizi yeniden tanımlamamızı sağlayacak bir lens haline geliyor. Siber-uzamın antropolojisi gerçekte yeni insanlık durumunu tanımaktan başka bir şey değildir.

(Dipnot 18. "Temel ekonomik kaynak -ekonomistlerin terimini kullanacak olursak 'üretim aracı'- artık ne sermaye, ne doğal kaynaklar (ekonomistlerin 'toprak' dediği şey) ne de 'emek'tir. Kaynak artık bilgidir ve hep öyle olacaktır." Peter Drucker'in anlamadığı bilginin verili bir şey değil, üretilmiş bir şey olduğu ve üretiminin de yeni tür üretim araçları ve emeğin gerekli olduğudur.)

305
... duygulanımsal emek... özen, şefkat, rahatlama, ferahlama, tatmin, heyecan, tutku...

306
Maddi-olmayan emek dolaysız bir biçimde toplumsal etkileşim ve ortak faaliyet gerektirir. Başka bir ifadeyle, maddi-olmayan emeğin ortak oluşu daha önceki emek biçimlerinde olduğu gibi dışarıdan dayatılmış ve örgütlenmiş bir şey değildir; ortaklık bizatihi emek faaliyetine tam anlamıyla içkindir. ... (maddi-olmayan emek gücü) ortak güçleri emeğe kendi değerini kendi biçme imkânı verir. ... maddi-olmayan emek, kendi yaratıcı enerjilerini dışavurarak, görünen o ki, bir tür kendiliğinden ve çekirdek komünizm imkânı sağlıyor.

313
Piyasa rejimleri ve neo-liberalizm bu ikinci, üçüncü ve n'inci doğanın özel mülke dönüşmesinden doğar.

Bize öyle geliyor ki, aslında, bugün kapitalizm tarihinde hiçbir zaman yaşamadığımız oranda derin ve köklü bir komünallik ortamında yaşıyoruz. Gerçek şu ki, biz iletişim ve toplumsal ağlar, etkileşimli hizmetler ve ortak dillerden oluşmuş bir üretici dünyada yaşıyoruz. Ekonomik ve toplumsal gerçekliğimiz yapılan ve tüketilen maddi nesnelerden çok ortak üretilmiş hizmetler ve ilişkiler tarafından belirleniyor. Üretmek giderek daha fazla eylem ve iletişim ortaklığı kurma anlamına geliyor.

316
... kapitalistlerin bencil kâr dürtüleri ileriyi görmelerini engeller.

321
Beş duyunun heykelin yüzüne bir gül değdirilmesiyle oluştuğuna ilişkin eski Aydınlanmacı nosyon...

325
Polybius için, Roma İmparatorluğu politik gelişmenin zirvesini temsil ediyordu; çünkü o üç "iyi" iktidar biçimini -İmparator, Senato ve halk komitelerini (comitia  Antik Roma'da yasama görevlerini üstlenen halk meclisleri) şahsında cisimleştiren monarşi, aristokrasi ve demokrasiyi- bir araya getiriyordu. İmparatorluk bu iyi biçimin, monarşinin tiranlığa, aristokrasinin oligarşiye ve demokrasinin komitelerin yönetimine ya da anarşiye dönüştüğü bir kısır döngüye düşüp yozlaşmasını engeller.

Bugün karşımıza çıkan İmparatorluk da -mutadis mutandis [gerekli değişiklikler yapıldıktan sonra]- bu üç iktidar biçimi arasındaki işlevsel bir denge üzerine kurulmuştur: iktidarın monarşik birliği ve küresel kuvvet kullanma tekeli; ulus-aşırı korporasyonlar ve ulus-devletler kanalıyla aristokratik eklemlenme; ve çeşitli türden STK, medya örgütleri ve diğer "halkçı" örgütler yanında yine ulus-devletler biçiminde karşımıza çıkan demokratik-temsili komiteler.

327
Karma kuruluş
Monarşi, iktidar birliğinin meşrulaştırıcı ve aşkın koşulu için temel olmak yerine, bir küresel polis kuvveti ve dolayısıyla bir tiranlık biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Ulus-aşırı aristokrasi sanki girişimcilik erdemini finansal spekülasyona harcamayı tercih ediyor ve dolayısıyla bir asalak oligarşi görüntüsü veriyor. Son olarak, bu çerçevede emperyal mekanizmanın aktif ve açık unsuru olması gereken demokratik kuvvetler ise, aksine korporatif kuvvetler, bir önyargılar ve köktencilikler dizgesi olarak görünür ve dolayısıyla düpedüz gerici olmadığında muhafazakâr bir ruh hali sergiler.

336
... sermaye aşkın bir iktidar değil, içkinlik alanında bulunan bir kontrol mekanizması talep eder. Sermayenin toplumsal gelişmesi yoluyla, modern egemenlik mekanizmalarının -sınırlı ve parçalı bir toplumsal alan üzerine aşkın bir düzen dayatan kodlama, üst-kodlama ve yeniden kodlama süreçleri- yerini, zaman içinde bir aksiyomatik, yani öncel ve sabit tanımlar ya da terimlere gönderme yapmaksızın çeşitli alanlar boyunca doğrudan ve eşit oranda değişkenleri ve katsayıları belirleyen ve birleştiren bir dizi denklem ve ilişki alır.

337
Sermaye kodlanmamış akışlar, esneklik, sürekli uyarlanma ve eşitleme eğilimiyle tanımlanan pürüzsüz bir uzama yönelir.

340
Kontrol toplumuna geçiş hiçbir biçimde disiplinin sonu anlamına gelmez. Aslında, disiplinin içkin işleyişi -yani, öznelerin kendilerini disiplin altına sokması, bizatihi öznellikler içinde durmaksızın disiplinci mantıkların fısıldanması- toplum geneline çok daha fazla yayılmıştır.

341
Kontrol toplumunda üretilen bir melez öznellik bir mahkûm, bir akıl hastası ya da bir fabrika işçisi kimliği taşımayabilir; ama yine de eşzamanlı olarak bütün bu kimliklerin mantıkları tarafından kurulmuş olabilir. O, fabrika dışında fabrika işçisi, okul dışında öğrenci, hapishane dışında mahpus, tımarhane dışında delidir; aynı zamanda hepsidir. ... Tıpkı emperyal egemenlik gibi, kontrol toplumunun öznellikleri de karma kuruluşlardır.

346
 Spekülatif ve finansal sermaye bir yandan emek gücünün fiyatı nerede en ucuzsa ve yönetim aygıtı nerede en yüksek sömürüyü garanti ediyorsa oraya akar.

351
Onların gücü kontrol altına alınmalı, ama yok edilmemelidir.

355
... arzu sınır tanımaz ve (varolma arzusu ve üreme arzusu bir ve aynı şey olduğundan) hayat sürekli olarak, özgürce ve eşit olarak yaşanabilir ve yeniden üretilebilir.

362
... (bombayla) yıkıma, (parayla) yargıya ve (iletişimle) korkuya...

366
... materyalist mantık (yani politik, tarihsel ve ontolojik mantık)

.
.
.
.