.
.
.
.
.
Üç Deneme (1974-1984)
Italo Calvino
(Çev. Bilge Karasu), Yapı Kredi Yayınları 1993
İstanbul
Haritada Bir Yolcu (1980)
11
Coğrafya haritasının en yalın biçimi, bugün bize en
doğal gibi görüneni, yani yerin yüzünü yeryuvarlağı dışındaki bir gözün göreceği
gibi gösteren harita değildir. Harita üzerinde yer saptanması yolunda duyulacak
ilk gereksinim, yolculuğa bağlıdır: Harita, konakların dizilişinin andacıdır,
bir güzergahın çizimidir. Dolayısıyla bir çizgisel imge söz konusudur; ancak
uzun bir tomar üzerinde gösterilebilecek türden…
Bu çizgisel kalıbın yalnız Eski Çağda yürürlükte
olduğunu sanmayın: 1675’ten kalma, şerit üzerine çizili bir İngiliz haritası
var, Londra’dan Galler ülkesinde Aberystwyth’e giden yolu gösteren; yolun her
kesimi için çizilmiş rüzgâr gülleri, yönümüzü bulmamıza olanak veriyor.
12
Haritacılık ile Açıkhava görüngesel resmi arasındaki
sınıra konmuş bir XVIII. yüzyıl Japon tomarı var; on dokuz metreyi aşan
uzunluktaki bu çizim, Tokyo ile Kyoto arasındaki yol üzerine bilgiler veriyor:
İnce ince çizilmiş görünümde, yolun tepelere çıkıp indiğini, koruluklardan
geçtiğini, köyler boyunca uzandığını, küçük, kemerli köprüler üzerinden
ırmakları aştığını, hiçbir zaman çok engebeli görünmeyen arazinin özelliklerine
uyduğunu görürüz. Göze hep hoş gelen bir görünümdür bu, somut yaşam imleriyle
dolu da olsa bir insan betisine rastlanmaz. Japon tomarı, görünmeyen yolcuyla
özdeşleşmeye çağırır sizi; yolu, her dönemeciyle görüp gidecek, küçük
köprülerle tepelerden geçip aşacaksınız…
Bir imgeye uzay boyutuyla birlikte zaman boyutunu da
sokma zorunluluğu, haritacılığın kökenini oluşturur. Zamanın, geçmişin öyküsü
olarak görülmesi… …Zamanın gelecek olarak ortaya çıkışı: Yolculuk boyunca
karşılaşılacak engellerin dökümü… Bu noktada zamanla hava kaynaşır: İklim
haritaları işte bu işlevi görür; örneğin, Arap coğrafyacısı El İdrisî’nin daha
XII. yüzyılda çizdiği harita…
Kısacası, coğrafya haritası, duruk olmakla birlikte
bir anlatı düşüncesi de taşır içinde, bir yol düşünülerek yapılır…
13
Paris’in Pompidou merkezindeki “Yeryüzü Haritaları,
Yeryüzü İmgeleri” sergisini gezerken, sergi dolayısıyla yayımlanan kitabı
karıştırırken, düşündüm bunları.
14
(Venedik Cumhuriyetinin kozmografyacısı Venedikli
papaz Vincenzo Coronelli dev yerküre ile gökküresi)
Kaliforniya’yı Coronelli bir ada olarak gösteriyor,
yanına da şu kaydı düşüyor: “Kalforniya’nın bir yarımada olduğunu ileri süren
deliler var…” Bir başka yerde de şu yazılı: “Bu noktada, bir ada var, deniyor
ama yanlış, onun için de, göstermiyorum.”
Paris’teki sergi, her yeni edintinin yeni gediklerin
bilincine erdirdiği bir bilgi dalının bu yönünü belirginleştiriyor; ilk seferi
sırasında Magellan’ın yanaştığı Güney Amerika kıyılarının henüz bilinmeyen
Avustralya’nın parçası olduğu sanısını ortaya koyan haritalar dizisinde olduğu
gibi… Coğrafya, şüphe ile yanlışın içinden geçerek bir bilim haline geliyor.
(Popper buna sevinse gerek…)
… Fra Mauro’nun haritasında (1459) Avrupa’nın dünyanın
geri kalan bölümüne oranla küçüldüğünü görürüz; bu harita Marco Polo’nun
anlattıklarına da, Afrika’nın çevresinde gemiyle dolaşılmış olmasına da
dayanılarak çizilmiş ilk düzlem-yuvarlardandır…
15
XVI. yüzyılda İstanbul’da yapılmış Arapça bir levha,
ince ince işlenmiş, eksiksiz bir dünya haritası taşır; üzerinde de (gerçek) bir
pusula var; namaz kılacak kişinin, nerede olursa olsun, kıbleyi bilebilmesi
için, gümüş bir gösterge Mekke’nin yönünü gösterir.
Bütün bunlara dikkat edilirse, haritacılık gibi en
yansız bir nesnelliğe dayalı görünen bir işlemde öznel bir atılımın nasıl da
hep varolduğu anlaşılabilir.
Açınsanmışın bilgisi olarak haritacılık, herkesin
kendi yaşadığı çevrenin bilgisi olarak haritacılıkla atbaşı bir gider. İkinci
tür haritacılığın kökenini, kadastro planları üzerindeki sınırların tanımı
çabasında aramak gerekir… (İlginç bir nokta: En eski çağlardan beri mülk
sınırları büyük bir titizlikle çizilmiş ise de devletler arasındaki sınırların
aynı kesinlik, aynı titizlikle çizilmesi oldukça yeni bir kaygıya benziyor.
Sınırların yaklaşık olmakla yetinmeyen bir biçimde çizildiği ilk antlaşmalardan
biri, 1797’de imsalanan Campoformio antlaşmasıdır: Napoléon çağında
askerî-siyasal coğrafya o güne dek eşi görülmemiş ölçüde önem kazanır.)
16
Borges’in, Çin İmparatorluğu haritasının
İmparatorluğun uzamıyla çakıştığı öyküsü usunuza gelmez olur mu? [Bu nerede
anlatılıyordu? Necmi Zeka’da mı?]
Yeni Dünya Ne Kadar da Yeniydi!
…
Trajanus Sütununun Anlattığı Öykü
…
.
.
.
.