.
.
.
.
.
Tarde ve Toplumsalın
Sonu
Bruno
Latour
(Çev.
Fırat Berksun, Emre Koyuncu, P. Burcu Yalım),
Tesmeralsekdiz,
Yıl:2, No:3, yaz 2008 (s.34-49)
34
[Gabriel
Tarde, taklit, tesir, medya, iletişim]
‘toplumsal’
yerine -> ilişkilenme, aktör ağ teorisi (tasarısı) ANT
(ANT’nin
savunmak istediği iki görüş:) a) insan etkileşimlerini anlamak için doğa ve
toplum ayrımı önemsizdir; b) makro/mikro ayrımı toplumun nasıl oluştuğunu
anlamaya dair çabaların önünü tıkamaktadır.
[Tarde],
Bu zamansız ağ düşünürü…
35
[bir
argümanın ampirik bir kavrayış sunamaması, sezgilerin veriye dönüşmesini
engeller] Teknolojik ağların sahnede yerini almasıyla birlikte artık durum
değişmiştir ve Tarde’ın birçok argümanı makul ampirik kullanımlar için müsait
hale gelmiştir.
Durkheim’ın
yapmış olmaktan pek şeref duyduğu üzere, sosyolojiyi felsefeden, ontoloji ve
metafizikten bütünüyle bir kopuş üzerine kurmak yerine Tarde, direkt bu
alanların üzerine giderek, kendi görevinin toplumsal teoriyi dünyanın temel
malzemesine ilişkin keskin varsayımlarla buluşturmak olduğu iddiasında bulunur.
… ben hala bir metafizikçi mi yoksa bir sosyolog mu olduğuma karar verebilmiş
değilim.
(dipnot
6: … ölü yazarlara yaklaşmanın en iyi yolunun, bugün de bize düşünürken yardım
edebilmek için yaşıyorlarmış gibi, onları yeniden diriltmek olduğu
kanısındayım.)
36
Monad
nedir? Monad kendisi yoluyla evrenin oluşturulmasını sağlayan şeydir. Fakat
tuhaf bir şeydir bu çünkü monadlar arzu ve inancın sahip olduğu bir şey teşkil
etmesi itibariyle yalnızca maddi varlıklar değildir … Bu olumlamadan bir
spiritualizm ya da idealizm de beklenmemelidir çünkü monadlar aynı zamanda
tamamiyle materyalisttir: herhangi bir yüce amaç, büyük tasarım ya da bir telos
peşinde değillerdir. Her biri, Richard Dawkins’in genleri ya da Susan
Blackmore’un mem birimleri (memes)
gibi kendi özel hedefi doğrultusunda mücadele eder. Son olarak, monadlar,
oldukça indirgemeci bir metafizik biçimi gerektirir; çünkü büyüğün
anlaşılmasında anahtarı elinde bulunduran küçük olandır. … küçük olan aynı
zamanda en karmaşık olandır: “[atom], evrensel
olan ya da olmaya yönelmiş bir ortamdır; kendinde
bir evrendir; Leibniz’in ileri sürdüğü gibi yalnızca bir mikrokozmoz değil, kozmozun bütünüyle kuşatılıp tek bir varlık
içinde soğurulmasıdır”. Daha etkili bir şekilde ifade edecek olursak, “Her
şeyin bağrında, gerçek ve mümkün olan diğer her şey yatar” (MS, 57-58). Eğer Tarde’ın neden
‘toplumsal’a bütünüyle bir son verdiğini ya da neden bununla başlamadığını
anlamak istiyorsak çelişkili gibi görünen bu metafiziğin tuhaf düzenine
kendimizi alıştırmalıyız. Tarde, toplumu bireysel monadlardan daha yüce, daha
karmaşık bir düzen olarak ele almayı reddettiği gibi, toplumu bireysel eyleyici
insanlardan oluşan bir şey olarak kabul etmeyi de reddeder: her bir beyin,
zihin, beden, inanç ve arzulara sahip ve kişinin bütüncül halini teşvik eden
milyarlarca küçük kişiden, eyleyiciliklerden oluşmuştur. Eyleyiciliğin üstüne
etki ve taklidi de eklersek, başka sözcükler kullanarak ifade etmiş olsak bile
bu aslında aktör ağ dediğimiz şeyin ta kendisidir.
37
Tarde
bir indirgemeci olmasından ötürü doğa ve toplum arasında çizilecek herhangi bir
sınıra itibar etmez; fizik, biyoloji ve sosyoloji arasındaki sınırlara takılıp
kalmadığından alt seviyede olanı daha üst seviyelerle açıklamaya inanmamaktadır.
Esas zorluk burada yatar: insan toplumlarının özgüllüğü, sembolik olmalarından,
bireylerden oluşmalarından ya da mevcut makro örgütlenmelerden ileri gelmez. Bize özgül gibi görünmelerinin, onları
içeriden görmemiz ve dışarıdan anladığımız diğer toplumlara nazaran daha az
unsur içeriyor olmaları dışında bir nedeni yoktur.
"Fakat
bu her bir şeyin ve her şeyin bir toplum olduğu anlamına gelir. Eski
hareketlerinin mantık güzergâhlarını takiben, bilimin toplum nosyonunu tuhaf
bir şekilde genelleştirmesi dikkate değerdir. Hücresel toplumlardan
bahsediliyorsa, yıldız ve güneş sistemleri toplumları bir yana, neden atomik
toplumlardan da bahsedilmiyor? Öyle görünüyor ki bütün bilimler sosyolojinin
alt dalları olmaya mahkûm edilmişlerdir" (MS, s.58).
Durkheim
gibi, "sosyal olgulara nesne muamelesi yapmalıyız" diye bir ifadede
bulunmak yerine Tarde, "her şey bir toplumdur" ve her olgu toplumsal
bir olgudur, demiştir. ... [Bu], bütün bilimlerin birbirlerine kenetlenmiş
birlikteliklerinin göz önüne alınması gerektiği iddiasını taşır. 'Bitki
sosyolojisi' insan sosyolojisinden çok daha önce vardı... Peki, öyleyse insan
toplumlarının özgüllüğü nereden gelmektedir? İki tuhaf özellikten: eğer insan
toplumları hakkında konuşurken bir ayrıcalık söz konusuysa, bu, bizim bu toplumları
deyim yerindeyse, içeriden görmemizden kaynaklanır. "Mesele insan
toplumları olduğunda, ... kendimizi evimizde hissederiz; şehir ya da devlet,
alay ya da cemaat adı verilen bu tutarlı insan sistemlerinin gerçek birer
parçasıyızdır. İçeride olan her şeyi biliriz" (MS, s68). Bu yüzden
iyi kavradığımız bu yegâne agrega içerisinde, birbirinden geçen rakip
monadların hiçbirinden, "bu ilişkiyi yönetecek bir üstorganizma ortaya
çıkmaz. (agrega birbirleriyle hiç
alakası olmayan şeylerin bir araya gelmesi).
38
Eğer
insan grubunda makro toplum yoksa ("Emin olmak adına denebilir ki her
zaman için grubun bütünlüğünü kapsayacak şekilde onu temsil eden ve
kişileştiren bir ilişki vardır ya da grubun bütününü, hepsi belirli farklı
açılardan kendilerinde bireyselleştirecek az sayıda ilişki (bir Devlet'in
bakanları gibi). Ancak bu lider veya liderler, her zaman içinde bulundukları
grubun da üyesidirler ve kendi anne babalarından doğmuşlardır; kolektif bir
şekilde tebaasından ya da seçmenlerinden değil." MS, s.68), hiçbir
yerde yoktur ya da biraz daha zor şekilde ifade edersek: daha küçük olan her
zaman, var olan daha büyük varlıktır.
...
bu birliktelikler ..., diğer toplumlara kıyasla çok az sayıda unsurdan
oluşmaktadır. Bir polip, bir beyin, bir taş, bir gaz, bir yıldız insan
toplumlarına göre çok daha fazla sayıda monadın bir araya gelmesiyle oluşur.
Tarde, neşeli bir anında, kendi zamanının en büyük insan toplumu olan Çin'i
herhangi bir diğeriyle karşılaştırır. Sadece 300 milyon unsurdan oluşan bir toplum
nedir ki? "Bu kadar az sayıda temel anatomik bileşen içeren bir organizma,
kaçınılmaz olarak hayvansallık ve bitkiselliğin en düşük derecelerine
yerleştirilecektir" (s.64)! Herhangi bir beyin, toz yumağı ya da bir
mikrolitre gaz 300 milyondan fazla agregadan oluşur. [taş ve insan toplumu
-> ölçek değiştirmeksizin]
ex
abrupto doğrudan doğruya, direkt
antite varlık
39
İyi
bildiğimiz tek durum olan insan toplumları için küçük büyüğü barındırdığına
göre, Tarde'a göre bu bütün diğer toplumlar için de böyle olmalıdır; yalnızca
taşların, gazların ve taneciklerin monad düzeylerine ulaşmanın, ölçek
değiştirmeden nasıl mümkün olabileceği konusunda en ufak bir fikrimiz yoktur. Bunları
sadece istatiksel olarak kavrarız.
Makro,
mikronun belli belirsiz bir uzantısından başka bir şey değildir
Sosyal
bilimlerde karmaşıklık seviyelerinden, yüksek düzeylerden, ortaya çıkan
özelliklerden, makro-yapılardan, kültürden, toplumlardan, sınıflardan, ulus
devletlerden söz etmeye hayli alışkınız. Hatta o kadar alışkınız ki, savı kaç
kez duyarsak duyalım, hemen unutup, sanki matruşkaları özenle birbiri içine
yerleştirmeden düşünemiyormuşuz gibi, kısmi etkileşimleri küçükten büyüğe
sıralamaya başlarız. Fakat Tarde baştan sona heterarşiktir. Büyük olan ya da
bütün olan, monadlardan daha üstün değildir; yalnızca monadlardan birinin,
kendi görüşünün bir kısmını diğerlerine benimsetme amacını başarmış, daha basit
ve standartlaştırılmış bir biçimdir. Tarde Les Lois sociales'de
"Bütün o güzel düzenlemeler (Medeni Kanun gibi) uygulamaya konmadan önce tasavvur
edilmiş olmalıdır; onca geniş sınırları kapsamadan önce, birkaç beyin
hücresinde saklanmış birkaç fikir olarak varolmaya başlamış olmalıdırlar"
(s.116) diye yazar.
[büyüğün
nasıl olup da küçükten ortaya çıkmayıp, onun bazı özelliklerine ön alan yarattığı]
"İçinden bildiğimiz tek dünya olan, [insana ait] sosyal dünyaya baktığımız
zaman, eyleyicilerin, yani insanların, yönetime ait aygıtlara, hukuk ve inanç sistemlerine, hatta
onların etkinlikleriyle oluşturulmuş sözlüklere ve dilbilgisi kurallarına
kıyasla çok daha farklılaşmış, çok daha bireysel olarak belirlenmiş ve sürekli
değişiklikler bakımından çok daha zengin olduğunu görürüz. Tarihsel bir olgu,
bu olguya katılan herhangi bir katılımcının herhangi bir zihinsel durumundan
daha basit ve daha açıktır" (s.69).
40
Makro
özellikler o kadar geçicidir ve durumlar üzerinde o kadar az etkileri vardır ki
ancak daha fazla farkın üretilmesine vesile olabilmektedirler.
41
"...
onca muntazam mekanizmanın her birinde, -sosyal, yaşamsal, yıldızsal, moleküler
... varlıkların yalnızca çeşitli yüzeylerinden meydana gelen kolektif güçle
mücadele eden başka şeyleri de vardır" (MS, s. 80).
Hiçbir
bileşeni onun tam olarak bir parçası olmadığı için sürekli doğrudan ayrışma
tehdidi altında olan, sıradışı bir toplumsal düzenin resmidir bu. Her bir
monad, varlığına sadece kendisinin bir yönünü verdiği için, herhangi bir
'üstün' düzenin yapay varlığından taşar! Monadlara bazı yanlarından ait
olabilirsiniz ama asla hakim olamazsınız. Ayaklanma, direniş, çöküş, komplo; bu
alternatifler her yerdedir. Sanki Deleuze ve Guattari'nin Mille Plateaux'sunu
okuyormuşuz izlenimi vermiyor mu? Toplumsal olan bütünün kendisi değil, bir
parçasıdır; hem de kırılgan bir parçası. Görüldüğü üzere, sosyal bilimlerin
profesyonel refleksine bundan daha uzak bir konum olamazdı.
"Her
zaman aynı hataya düşülür: toplumsal olguların muntazam, kurallı, mantıksal
örüntülerini görebilmek için kendinizi bunların temelde düzensiz ayrıntılarının
dışında bırakmanız ve geniş görünümleri panaromik olarak kapsayana kadar
yukarılara çıkmanız gerektiğine dair bir inançtır bu; buna göre tüm toplumsal
koordinasyonların başlıca kaynağı, tikellere ulaşana dek derece derece azalıp
güçsüzleşen, oldukça genel birkaç olguya dayanmaktadır. Kısacası insanlığın
çalkantıları sırasında bir evrim yasası da onun yolunu çizer. Ben bunun tam
zıttına inanıyorum" (LS [Les lois sociales], s.114).
42
İyi
bir sosyolog olabilmek için yukarılara çıkmak, daha geniş bir görüş kazanmak,
büyük görünümler derlemek reddedilmelidir! Sosyologlar, aşağıya inin! Daha kör,
daha dar, daha da pratik, hatta daha da miyop olun. Ona büyükbabam demekte
haksız mıyım? Bizi, panoptika yerine benim 'oligoptikon' dediğim şeye katılmaya
çağırmıyor mu? Benim 'düz toplum' savı olarak adlandırdığım şeyi savunmuyor mu?
Havaya elleriyle balkabağından daha büyük olmayan bir şekil çizen sosyologların
bu tipik hareketiyle sunulan 'büyük resim' ancak kısmen ifade ettiği sayısız
monadlardan her zaman daha basit ve daha lokalizedir: o büyük resim monadlar
olmadan var olamaz; ama o olmadan, monadlar hala bir şeydir. Toplumsal,
insanların geliştiği ve yaşadığı ortam olmaktan ziyade, metrolojilerinin sonsuz
küçük eyleyicilerin iç direnciyle olarak kırılmadan önce kati suretle
uygulamaya konup sürdürülmesi şartıyla, sadece monadların bazılarını ve bazı
zamanlarda meşgul eden standartlaştırılmış dar bağlantılardan oluşan küçücük
bir kümedir. Bu küçücük ağları terk ettiğiniz an, artık toplumsalın içinde
değilsinizdir. O andan sonra, sosyal bilimcilerin göz göze gelmemek için her
şeyi yaptıkları, sayısız monaddan oluşmuş karmakarışık bir 'plazma'nın, bir
kaosun, bir kokteylin ortasındasınızdır.
sui
generis kendine özgü, nevi şahsına münhasır
Durkheimcılar
açıklanması gereken bir şeyi açıklayıcı olarak görmektedirler.
"Kısacası,
benim kavrayışım Bay Durheim'ın görüşünün neredeyse tam olarak zıttıdır. Her
şeyi, daha büyük olguları kendilerini belirli bir özdeş düzenle yeniden
üretmeye, tekrar etmeye zorlayan bir evrim yasası dayatarak ya da küçüğü büyük
olanla, ayrıntıyı kapsamlı olanla açıklayarak değil; genel benzerlikleri temel,
basit eylemlerin birikimiyle, büyüğü küçükle ve kapsamlı olanı ayrıntıyla
açıklarım" (LS, s.63).
43
Durkheim
toplumu sadece monadların yeniden farklılaşmaları için oldukça geçici bir
fırsattan daha fazlası olmayan bir şey değil de, başlı başına sebep olarak ele
almakla kalmamış; Tarde'a göre, toplumsal yasaları, bu yasaların uygulandığı
eyleyicilerden ayırmak gibi çok daha fena bir hata yapmıştır. ... Tarde'ın
monadolojisi ile sarstığı görüş, böyle bir şey sosyal bilimlerin geri kalanı
için ne kadar aşikar olsa da, yasa ile yasaya tabi olan arasındaki ayrımdır.
[bilim]
İnsan
toplumlarının bütün diğer yönleri için, bir monadı yayılım alanlarına
yönlendiren yollar (aktörü ağına yönlendiren de diyebiliriz), gelenek ve
alışkanlıklarla silinip kaybolabilir. Ama yine de bunu toplumsal kuramın en
etkili örneği kılan bir istisna vardır ve bu, bilimsel pratiğin, izole edilmiş
bir laboratuvardaki ufacık bir beyinden, insan ırkının ortak sağduyusu olmaya
giderken izlediği yoldur. Bilimin izleği tamamlanmıştır (İnternetin bana bu
kadar Tardecı bir teknoloji gibi gelmesinin nedeni de bu: herhangi bir
söylentiyi, haberi, bilgi parçasını, alım satım işlemini tam olarak takip
edilebilir kılıyor; aynı bir yüzyıl önce bilimin de, yazılan makaleler ve
raporlarla, özenli atıflar ve alıntılar ağıyla takip edilebilir olduğu gibi. Bu,
toplumların genel olarak bilimselleştirildiği vakalardan bir diğeridir):
"İnsanlık
anıtlarının en ihtişamlısı olan bilimsel anıta gelince, hiç bir şüphe olası
değildir. Bu anıt, tarihin ışığında inşa edilmiştir ve gelişimini neredeyse
başlangıcından bugüne dek takip edebiliriz. (...) Onun içindeki her şey
kökenini bireysel eylemde bulur. Yalnızca hammaddede değil, genel görüşler de,
esas planlarla beraber ayrıntılı kat planları da; şimdi eğitimli beyinlere
yayılmış, ilkokullarda öğretilen şeyler de dahil olmak üzere her şey, yalnız
bir beynin sırrında başlamıştır" (LS,
s.125).
44
İnsan
toplumunu tesir, taklit, bulaşma ve rutinleştirme yoluyla tutarlı hale getiren
bütün hareketleri belgeleyemeyebiliriz; ama bugün bilimetri diye tabir
ettiğimiz yüksek kaliteli araçlardan faydalandığımızdan dolayı, bunu, emsalsiz
bir vaka teşkil eden bilim tarihi için belgeleyebiliriz.
Bu
Durkheimcıların ona söyletmeye çalıştıkları şey de olsa, hiçbir sosyoloji
psikolojiden Tarde'ın sosyolojisi kadar uzak değildir. Şu çarpıcı cümlenin
yazarı nasıl olur da yöntembilimsel bireyciliğin atası olabilir: "Her kime
bakarsak bakalım, dikkatli bir gözlemle, kendilerini çoğaltarak birbirlerine
katıp bulandırmış, belirli sayıda kişilerden başka bir şey bulamayız" (LS,
s.61)? Aynı ANT'de olduğu gibi, eğer bir ağı anlamak istiyorsanız gidip
aktörlere bakmanız gerekir ama anlamak istediğiniz bir aktörse, yarattığı ağa
bakmalısınız. Her iki durumda da önemli olan, muğlak bir toplum kavramına
uğramaktan kaçınmaktır. 'Bilimsel deha' kelimesinin, Tarde'ın kaleminden çok
tuhaf bir anlam kazanmasının nedeni de tam olarak budur: aniden
eyleyiciliklerin yalnızca başka sayısız bilim insanına değil, aynı zamanda
sayısız beyin durumlarına da tamamiyle yeniden dağıtılması ile yüzyüze gelmişizdir!
45
"Herhangi
bir ruhsal faaliyetin bedensel bir aygıta bağlı olduğunu söylememiz ne anlama
gelir? Sadece bir toplumda kimsenin, çoğu zaman görmezden gelinen, başka birçok
bireyin işbirliği olmaksızın belirli bir şekilde kendini ortaya koyamayacağı ya
da toplumsal davranamayacağı anlamına gelir. Ufacık bilgilerin birikmesiyle,
bir Newton'un, bir Cuvier'nin, bir Darwin'in büyük bilimsel teorilerinin belirmesini
sağlayan meçhul işçiler, bir anlamda bu dehaların ruhu olduğu organizmaları
oluşturmuşlardır. Bu işçilerin işleri ise teorinin bilincini teşkil eden
beyinsel titreşimlerden başka bir şey değildir. Bilinç burada, bir anlamda
beynin en etkili ve en güçlü kısmının beyinsel ihtişamı anlamına gelir. Kendi
kendine bırakıldığında, bir monadın elinden hiçbir şey gelmez (MS, s.66).
Bilim,
sanki monadların davranışlarını yöneten yasaları bulmuşuz gibi bunları
dışarıdan çalışmamıza izin veren şey değil, monadların yayılma biçimlerinden ve
onların dünya inşa etme faaliyetlerini anlama yollarımızdan yalnızca biridir.
Leibniz'in monadlarının tam aksine, önceden kurulu herhangi bir uyum
çerçevesinde birbirlerine bağlı değillerdir. Ve tabii ki Tarde'a göre,
"Leibniz'in kendine özgü metafiziksel Darwinizmini birarada tutacak veya
uzaklaştıracak bir Tanrı yoktur ve yine aynı nedenle, materyalistler de,
kararsız ve kör atomlarını tümleyen evrensel yasalar ya da bütün bu yasaların
indirgenebileceği eşsiz bir formülün himayesine ihtiyaç duymaktadır. Bu formül,
bir nevi mistik bir buyruktur; bütün varlıkların boyun eğeceği, hiçbir
varlıktan kaynaklanmayan, tarif ve tasavvura gelmeyen bir söz; hiç kimse
tarafından hiçbir zaman dile gelmemiş ama yine de her zaman ve her yerde dinlenen
bir emir" (MS, s.56).
Bu
sıradışı cümlede, eyleyicilerin eylemleri ile bu eylemleri yöneten yasalar
arasında ayrım yaptıkları için, Tarde hem materyalistleri hem de spiritüalistleri
karatahtaya geri gönderir. Kör atomların faaliyetlerine hükmeden doğa
yasalarından bahsetmek, bu atomlara bir miktar irade ve amaç bahşetmek çok daha
spiritüalist bir tutumdur çünkü bu, bu yasaların, kimse tarafından 'dile
gelmemiş' bir 'sesi dinlediğine' ve 'boyun eğdiğine' işaret eder.
Epistemolojileri, eyleyicilerin kendi agregalarını anlamlandırmak üzere
yaptıkları şey ile bilimi birbirinden ayırdığı için, materyalistler de 'mistik
buyruğa' bel bağlamışlardır.
46
…
monad “kendinde bir evrendir; Leibniz’in ileri sürdüğü gibi yalnızca bir
mikrokozmoz değil, kozmozun bütünüyle kuşatılıp tek bir varlık içinde
soğurulmasıdır” (Monadologie et Sociologie,
s.57) Bilimler - ya da daha kesin bir ifadeyle bir beyin halinden diğerine
çoğalıp yayılarak, kendi başlarına hareket eden kolektif teoriler - bu fetihe
katılırlar; ancak bu yolla doğanın yasalarını yazdıkları söylenemez; daha
ziyade, doğaya yeni farklar eklerler. “Her şeyin bağrında, gerçek ve mümkün
olan diğer her şey yatar” (MS, s.58).
47
Hamlet’in
yanı sıra, cogito’su ile Descartes, Varlık olarak Varlık fikriyle Heidegger ve
‘ne olduğumuz’u ‘sahip olduğumuz’dan üstün tutan bunun gibi binlercesi daha
böylelikle geride kalır. Zira Tarde bize bunların tamamen zıttını gösterir. Eşi
benzeri olmayan bir dayanışma ve bağlılık yaratan iyelik felsefesinden ve deyim
yerindeyse, iyelik politikalarından başka hiçbir şey, kimlik politikaları şöyle
dursun, kimlik felsefesinden daha steril değildir. “Binlerce yıldır insanlar
varlık biçimlerini, varlık türlerini listelediler ama çok sayıdaki çeşitli
iyelik türlerini, derecelerini listelemek kimsenin aklına gelmedi. Ancak, sahip
olmak evrensel olgunun kendisidir ve bir varlığın oluşumunu ve gelişimini ifade
edebilmek için ‘edinim’den daha iyi bir terim yoktur (MS, s.89). … eğer herhangi bir monadın özelliklerine ve sahiplerine
bakacak olursanız, bütün kozmozu tanımlamaya çıkarsınız. Oysa yalıtılmış bir
kimliğin özünü tanımlamaya çalışırsanız, bu imkansızdır. Kimlik felsefesinin bu
reddedilişi, biz ANT sosyologları için, çok sık eleştirilmemize neden olan,
insan olmayanların durumuna dair çok kritik bir sonuç doğurur. İnsanla insan
olmayan arasındaki sınırın aşılması, sıklıkla toplumsal kuramımızın üzerinde
durduğu veya altını oyan mihenk taşı olarak addedilmiş ve okuyucularımız için
birçok açıdan sorun teşkil etmiştir. Ama Tarde, yüzyıl öncesinden, dikkati
özlerden iyeliklere kaydırdığında, çok daha sağlam bir çözüm önermiştir. “Bütün
dış evren benimkinden farklı ama aslında benimkine benzer ruhlarca
oluşturulmuştur” (MS, s.44). Bu,
‘ruh’ kelimesine rağmen spiritualist bir sav değil, tam olarak insan
olmayanların ne olduklarını -kimliklerini- söylediğini iddia ederken, aynı
zamanda özenle onların ne istediklerini, gayretlerini, sahip olduklarını ve
özelliklerini söylemekten uzak duran bir ikiyüzlülüğü sona erdirmesinin bir
yoludur. İşte Descartes’tan sonra Kant ve onun kendinde şeyi de geride kalmış
olur.
48
ANT
araştırmacılarında şiddetle karşı çıkılan mantıksal imkânsızlık -konuşmayı
yapan her zaman siz insanlarken, nasıl olur da deniz taraklarına, mikroplara,
kapı kollarına, kayalara, arabalara ve aletlere irade ve inanç atfedersiniz?-
Tarde’da radikal ama sağlıklı bir çözüm bulur: istek ve inancı sahip olduğumuz
şeylerle paylaşmak istemiyorsanız, o zaman onların ne olduğunu söylemeyi de
bırakın. Böylece suçlama tersyüz edilmiş ve ispat yükü suçlayanlara geçirilmiş
olur. Şeylerin kendilerinde var olduğu ve sizin onları bilemeyeceğinizi
söylemek gibi gülünç bir çözümden kaçının. Ya konuşursunuz ya da sessiz
kalırsınız. Ama konuşup, hakkında konuştuğunuz şeylerin size benzemediğini
söyleyemezsiniz: bunlar sizin vasıtanızla, kendilerine sahip olanlardan biri
olarak konuşanı, yani sizi de içeren bir çeşit fark ifade ederler. …
sosyologlar sahip olunmak istemiyorlar.
.
.
.
.